Gök Tanrı İnancı-Doç. Dr. Yıldız Kocasavaş
 

GÖK TANRI İNANCI


Doç. Dr. Yıldız Kocasavaş

Türkler hayat tarzlarına bağlı olarak tarihî süreç içinde muhtelif dinî inançlar içinde yaşayışlarını sürdürmüşlerdir. Bilinen en eski inanç sistemlerinden biri de Gök Tanrı inancıdır. İ. Kafesoğlu’na göre, bozkır Türk topluluğunun asıl dini bu idi. Eski Çağlarda başka hiçbir kavim ile iştiraki olmayan bu inanç sisteminde Tengri “Tanrı” en yüksek varlık olarak itikadın merkezinde yer almıştı. Yaratıcı, tam iktidar sahibi idi. Aynı zamanda semavî mahiyete sahip olup çok defa Kök Tengri “Gök Tanrı” adı ile anılıyordu. Gök Tanrı telâkkisi toprakla ilgili olmadığı için, avcı, çoban ve hayvan besleyici topluluklara mahsus bulunduğu, bu itibarla menşeinin Asya bozkırlarına bağlanması gerektiği genellikle araştırmacılar tarafından kabul olunmuştur. M. Eliade’ye göre “Orta ve Kuzey Asya toplulukları için karakteristik bir sistem olan” Gök Tanrı, R. Giraud’a göre, doğrudan doğruya bütün Türklerin ana kültü durumundadır.[1]

B. Ögel, Çin’in Ordos bölgesindeki Hun buluntularıyla ilgili olarak bazı bilginlerin Orta Asya halklarının birer avcı ve çoban olduklarını düşündükleri için, bu eserlerde günlük hayatın tezahür ettiğine inandıklarını, hatta daha ileri giderek Hunların totemist olduğunu iddia edenlere de rastlanmakta olduğunu belirtir, halbuki Hunlar tek tanrılı bir Gök dinine inanmakta idiler. Tek Tanrı’ya inanan bir kavimde totem aramak biraz güçtür. Bunlar olsa olsa eski Hun inanç ve efsanelerinin bir kalıntısı olabilirlerdi. Nitekim Göktürkler totemist olmadıkları halde, kendi aralarında anlattıkları bir kurt efsanesine inanıyorlar ve kurt başını da millî bir arma olarak taşıyorlardı, demektedir.[2]

A. İnan’a göre, eski Türk panteonunda birçok tengriler bulunmuştur. İlk büyük Türk imparatorluğu devrinden sonra bu panteondaki tanrıların en büyüğü Gök Tanrı olduğuna inanılmıştır. Bu büyük tanrı Türk hakanlığına giren bütün muhtelif uluslar için müşterek kült olmuştur. Yazıtların birçok yerinde “tanrı” adı tek başına, başka tanrılarla (yersu, gök) karıştırılmadan, söylenmektedir (tengri il berigme tengri Tanrı memleket verici Tanrı; tengri yarlıkaduk üçün… özümni ol tengri kağan olurttı kendimi o Tanrı hakan tahtına oturttu; tengri ança demiş. gibi). Tonyukuk Yazıtı’nın bir yerinde tanrı ile beraber Umay, yersu zikrolunuyor (tengri umay, yersub basa berti). Göktürk ve ilk uygur hakanlığı devrinde maddî bir varlık tasavvur edilen “gök” ile onun sahibi olan ruh birbirinden ayırt edilmemiş olsa gerektir.[3]

Y. Kalafat’a göre de kök tengri ile Tengri kavramları birbirine karıştırıldığı için, Türk inanç sisteminde maddî varlıktan ulu varlığa doğru bir gelişme olduğu varsayımı ihtiyatla karşılanacak bir görüştür, çünkü, kök tengri kavramı, tıpkı yağız yir (kara yer) gibi Tengri tarafından yaratılmış maddî göğü ifade etmektedir.[4] Yine Y. Kalafat Türklerin olağanüstü bir biçimde ateşe saygı gösterdiklerini, suyu ve havayı ululadıklarını, toprağı kutladıklarını, fakat, yalnızca göğü ve yeri yaratana Tanrı dediklerini ve ona taptıklarını söyler. “Kötülüklerin anası karanlığı kovan, yeryüzünü aydınlatan güneş, ay ve yıldızlar, göğün çadırı içindedir. Dolayısıyla kutsal tasavvur edilmiş, kendisinde bir koruyucu iye olduğunu düşündürmüştür.

Gök Tanrı biçiminde görülen ibarelerin ‘Göğün Tanrısı, yukarıda bulunan, yeri ve göğü kılan, insanı yaratan Tengri’ anlaşılması gerekmektedir. Ancak, Türk tasavvurunda Tengri’nin yukarıda, göğün en üstünde bulunması, göğün bütün kâinatı kucaklaması, karanlığı kovan elemanları katlarında bulundurması, onun ululanması için kâfi sebepler kabul edilebilir” görüşündedir.[5]

Gök Tanrı inancının esaslarını başta Orhun Kitabeleri olmak üzere, eski Türk vesikalarından, eski Çin kayıtlarından az çok tespit etmek mümkündür. İ. Kafesoğlu’na göre Tonyukuk Kitabesi’nde çok zikredilen Tengri bazen Türk Tengrisi şekliyle o çağlarda millî bir Tanrı olarak görünmektedir: Göktürklerin bir hakanlık kurması onun isteği ile olmuştur. Hakan, Türklere onun tarafından verilmiştir. Yani Tanrı Türk halkının istiklâli ile alâkalanan bir ulu varlıktır. Savaşlarda onun iradesi ile zafere ulaşılır. Emreden, iradesine uymayanı cezalandıran Tanrı, bağışladığı kutu lâyık olmayanlardan geri alır. Şafağı söktüren, bitkiyi canlandıran O’dur. Ölüm de O’nun iradesine bağlıdır: Canı veren Tanrı, onu isteğine göre geri alır (Kül Tigin (Köl Tigin) vadesi gelince öldü. Kişi oğlu ölmek için yaratılmıştır. KT). “Kara yol (kanun, hak) Tanrı’dır. Kırılanları birleştirir, yırtılanları birbirine ular… İnsan diz çökerek Tanrı’ya yalvarır, kut isterse verir, atlar çoğalır, insanın ömrü uzun olur.. Kuzgunun niyazı bile Tanrı’ya ulaşır.” (Irk bitig). İnsanlar fani, Tanrı ebedîdir (Bulgar kitabesi). Bütün bunlar Tanrı’nın, eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve mükâfatlandıran bir ulu varlık telâkkisi olduğunu göstermektedir. Açıkça görülmektedir ki, bu semavî Tanrı inancının, Şamanik düşüncelerle hiçbir ilgisi mevcut olmadığı gibi, tenasuh (bedenden ayrılan ruhun başka bir cisme girmesi) fikri ile de bir münasebeti yoktur. Dikkate değer ki, daha geç zamanlarda Türkler arasında yayılan şamanlık bu Gök Tanrı telâkkisine dokunamamıştır. M. Eliade, Ulu Tanrı’nın bahis konusu olduğu törenlerde Şamanlığın adeta sırıttığını söyler.[6]

İ. Kafesoğlu’na göre, Türklerde Tanrı düşüncesinde maddî gökyüzünden mânada ulu varlığa doğru bir gelişme dikkati çeker. Orhun kitabelerinde Türk kozmogonisini tek cümle içinde açıklayan ibare şöyledir: Üze kök teıîri asra yagız yer kılıntukda ekin ara kişi oglı kılınmış (Kül Tigin, Doğu 1). “Üstte mavi gök (yüzü) altta (da) yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğulları yaratılmış.” Burada Kök Teıîri’nin, gökyüzü olduğu aşikârdır. O halde Göktürk Çağı’nda, dünyayı kaplayan, yeryüzünde herşeyi hükmü altında tutan semanın bozkırlı gözünde Tanrı kabul edilmesi mümkündür. İbn Fadlan’ın naklettiğine göre, Oğuzlardan biri haksızlığa uğradığı, yahut hoşlanmadığı bir iş başına geldiği zaman, başını göğe kaldırarak “Bir Tanrı” der.[7] B. Ögel de tengri (gök) ve yer kelimelerinin her zaman birlikte görüldüğünü ve Türk’ün göğü ve yerinin, birlikte hareket ettiklerini belirtir. Ögel’e göre “Burada yerin derinlikleri söz konusu olmayıp yerin üzerindeki yer ve sular, göğü tamamlamaktadır”. Çünkü, insanları besleyen yer ile sular da, gök gibi mukaddes idiler. Gök ve yer, Türk milletinin koruyucusu idiler. İnsan ve hayvanları besleyenler de bu mukaddes varlıklar idiler.[8] P. W. Schmidt bu konuda, hem atalar kültünün kuvvetle geliştiği, hem de dualist gökyer kültünün daha mühim bir yer tuttuğu Chou Sülâlesi zamanında Çin’in tesiri altında kalındığına hükmedilebileceği görüşündedir.[9] Ancak, P. W. Schmidt de Tukue (Türk) dininde Gök’ün şahsî karakter taşıdığından şüphe edilemez, görüşündedir.[10]

A. İnan’a göre şüphe yoktur ki Oğuzların ‘bir tanrı’ dedikleri tanrı ve Başkurtların gökteki büyük tanrıya inanmaları bugünkü Yakutların Ürüng Ar Toyun ve Altaylıların Ülgen hakkındaki tasavvurlarından farklı olmamıştır. Bugünkü şaman dualarının bazılarında ‘bu gökteki bir tanrı’ (bu tengerede yangıs Kuday) diye hitap ediliyor. Bu şaman dua ve ilâhileri, ‘Gök Tanrı’ kültünün çok eski çağlardan beri Türk boylarının diniyyatında yerleşmiş olduğunu göstermektedir.[11] B. Ögel ise gök ile Tanrı adının birbirini tamamladığını belirtir: Çin’de de, gök, yani T’ien denince, Tanrı da içinde idi. Özellikle eski Türk düşüncesinde, ikisi arasında kesin bir ayrılık göstermek çok güçtür. Ancak Uygur yazılarında ‘Tengri’, Budist tanrıların yerine geçmişti. Bir 11. yy. kaynağı ise, şöyle diyordu: Kâfirler göğe, Tengri derlerdi. Yine bu adamlar, büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi, gözlerine büyük görünen şeylere de, hep Tengri adını verirlerdi. Bu yüzden, bu gibi şeylere tapınır ve secde ederlerdi. Yine bu kimseler, bilgin kişilere de, Tenrigen derlerdi.[12]

İ. Kafesoğlu’na göre, Hunlar Devri’nde, üstelik 68. yy.’larda artık fonksiyonunu kaybetmiş olan güneş, ay, yıldız Tanrılar da mevcuttu. Ancak bu durum Gök Tanrı’nın, tıpkı semavî dinlerdeki (Musevîlik, Hıristiyanlık, İslâmlık) gibi, tek kudret olduğu keyfiyetini gölgelendirmez. Çünkü dinler tarihinde, hiçbir din, hiçbir devirde tek itikad ve amelden ibaret olmamış, hiçbir Tanrı’ya tek başına itaat edilmemiş ve Tanrı daima kutsal sayılan ikinci derecede, yan varlık inançları ile çevrilmiştir. Türklerde de Gök Tanrı yanındaki: Hun Devri’nde güneş, ay, yıldızlar ve Göktürkler çağında, yer ve yersular böylece kutsallar durumundadır. 7. yy. Bizans tarihçisi Th. Simocattes, Göktürklerin kutsal saydıkları ateşe, suya, toprağa tâzim ettiklerini, fakat yalnız, yerin, göğün yaratıcısı bildikleri Tanrı’ya taptıklarını belirtmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki eski dinlerde görülen, sema ile ilgili inançlarda tanrılar (Babil’de Şamas, Pamir’de Arso, Azizo, Baolsamin, Mısır’da Amonre, İran’da Ahura, Hind’de Varuno, Roma’da Mithra vb.) hep güneşi, ayı, yıldızları temsil etmişler iken, Türklerin dininde bunlara ikinci plânda yer verilerek, bizzat gök, Tanrı sayılmıştır. Nitekim teıîri kelimesinin kitabelerde hem gök, gökyüzü, hem de Tanrı anlamlarında kullanılması da bunu gösterir (Kül Tigin 12, 15, 22, 25, G 9, K 10; Bilge Kağan D 11, 13, 14, 18, 21, 33, 35, K 7, 9, 10). İ. Kafesoğlu, “Gök dinini bütün öteki dinlerden ayıran bu hususiyet, bu inanç sistemini, Orhun Kitabelerinde ifade edildiği gibi, Türklerin millî dini hâline getirmiştir. VI. yy. yazarı Menander, Türklerden bahsederken her ne kadar toprağa, suya ve ateşe saygı göstermekle beraber, yine de kâinatın yaratıcısı tek Tanrı’ya inandılar, demektedir.[13]

F. Sümer’e göre, Oğuzlar, 10. yy. başlarında, Uygurlar müstesna olmak üzere, diğer Türk elleri gibi kendi kavmî dinî inanışlarını devam ettiriyorlardı. İslâm âleminde Türklerin Allah fikrine sahip oldukları ve bunu Tanrı adıyla ifade ettikleri biliniyordu.[14]

L. Rasonyı’ye göre tek Tanrı görüşü eski Türklerin içtimaî teşkilâtına, ataerkil büyük aile fikrine tamamiyle uygundur. Eberhard’ın da işaret ettiği gibi, gökteki ve yerdeki nizam, içtimaî teşkilât ile sıkı sıkıya ilgili, biri diğerinin eşidir. Gök veya güneş mutlak hâkimdir. Yeryüzünde aile başkanına olduğu gibi, gökgüneş Tanrısına da yıldızlar, tabiat kudretleri boyun eğerler. Aynı tarzda, yeryüzündeki içtimaî kuruluşta da hükümdara asilzadeler, aile başkanına ise diğer aile fertleri tâbidirler. Eski din telâkkisinde de aynı âmilden söz edilemez mi? L. Rasonyı’nin de işaret ettiği gibi eski felsefî gök kültünün ve içtimaî nizamın yekdiğerine mezcedilmesi sonucu olarak imparator ‘gök oğlu’dur. Uygur ve Gök Türk hakanı da ‘Tengri teg, Tengri yaratmış’ lakaplarına göre Tengri’ye benzer veya onu Tengri halketmiştir. Moğol Hakanı Möngke’nin Fransa Kralı IX. Luis’ye yazdığı mektup şöyle başlar: ‘Ebedî Tanrı’nın buyruğudur bu: Gökte ancak bir ebedî Tanrı vardır. Yeryüzünde de ancak bir sahibin olması gerekir. O da, Cengiz Han’dır.’[15]

Tanrı kelimesi, aşağı yukarı bütün Türk lehçelerinde mevcut olup Türkçe’nin temel kelimelerinden biridir. A. İnan, cahiliyet devrinde insanoğlunun basit aklına hayret veren tabiat olaylarına taptıklarını belirterek Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lûgati’tTürk III/278279’da tanrı kelimesini “Tanrıyüce ve ulu Allah. helâk olası kâfirler göğe de Tanrı derler. Yine böyle büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi gözlerine ulu görünen her nesneye Tanrı derler. Bundan dolayı da buna benzer nesnelere yükünürler (secde ederler). Yine bunlar bilgin kimseye de tenriken derler. Bunların sapıklıklarından Allah’a sığınırız.” şeklinde izah ettiğini göstererek kavramın çıkış noktasına açıklama getirmektedir.[16] İ. Kafesoğlu ise bu konuda şu açıklamayı yapar: Her ne kadar Gök dininin o çağlarında da, Tanrı itikadının bütün temel prensiplerine rağmen, kâinatı kaplayan, her yerde hazır bulunan, herşeyi sınırsız hâkimiyeti altında tutan maddî gökyüzünün, bütün hayatını, varlığını semaya borçlu bozkırlının gözünde ‘Tanrı’ telâkki edilmiş olması mümkün ise de herhâlde eski Türk’ün kafasında, mekânı göklerde olan, cisim (madde) hâline sokulamayan bir tek Tanrı inancı mevcut bulunuyordu.[17]

Eski Türk din adamlarına “kam” denilmiştir. Türk lehçe ve şivelerinde bu kelime de yaygındır. Çin kaynaklarında bu terim VIII. yy.’da tespit edilmiştir. İslâm kaynaklarında ise XI. yy.’da yazılan eserlerde rastlanmaktadır. Kaşgarlı Mahmud bu kelimeyi Arapçaya “kâhin”’ diye tercüme etmiştir. Bazı boylarda bu terimle beraber “oyun” terimi de kullanılmıştır.[18]

A. Çay, Gök Tanrı inancıyla ilgili, gökle ilgili varlıklar ve atalar ruhu ile ilgili olarak eski Türklerde çok eskiden beri çeşitli âyinlerin yapıldığının bilindiğini belirtir. Bu âyinler sırasında büyük davullar çalınmakta, rakslar yapılmakta ve kurbanlar sunulmakta imiş. Âyinler sırasında eğer bulutlar kararır ve yağmur yağarsa, Gök Tanrı törene katılmış sayılır ve o zaman elinde kalkan ve balta tutan hükümdar ile yiğitler, Chou Sülâlesi kurucusu Wu’nun Destanı’nı temsilen raks ederlermiş. Hükümdar bu âyinde koç postu giyermiş. Yine Çin kaynaklarından edinilen bilgiye göre Göktürkler, 5. ayda büyük bir tören düzenler ve sayısız koçları ve atları göğe kurban ederlermiş. A. İnan da milâttan önce II. yy.’da Hunlara tâbi olan ve sonraları müstakil devlet kuran WuHuan ulusunun dini hakkında verilen malumatın Hunların dini hakkında verilen malumattan farksız olduğunu belirtir ve konuyla ilgili şu bilgileri aktarır: milâttan sonraki III. yy.’da devlet kuran Toba Sülâlesi Devri’nde de Hunlar Devri’ndeki din devam etmiştir.

Çin kaynağına göre Tobalar ilkbaharın ilk ayında Gök Tanrı’ya, doğu tarafında bulunan tapınaklarında, atalarına kurban keserlerdi. Sonbaharın ilk ayında yine Gök Tanrı’ya âyin yaparlar ve kurban sunarlardı. Ataların tapınağı olarak bir taş oyarlardı. Kuzeydeki yurtlarından güneye göç ederken bu taş üzerinde Gök Tanrı’ya, yere, Hakan’ın atalarına kurban sunarlar ve âyinden sonra kayın ağacı dikerlerdi. Bu kayın ağaçlarından Tanrısal, kutsal bir orman meydana gelirdi.[19]

İ. Kafesoğlu’nun da işaret ettiği gibi Gök Tanrı dininin ne ibadet şekilleri ve “tengrilik” denilen tapınakları, ne de din adamları zümresi hakkında başkaca birşey bilinmiyor.[20] İbn Fadlân ne bir mabed gördüğünden ne de bir din adamı ile görüştüğünden açıkça bahseder. Fakat Oğuzların hakîmlerinin olduğu bilinmektedir. Oğuzlar bu manevî şahsiyetlere büyük bir saygı gösteriyorlardı.

Bizim Korkut Ata’mız (Dede Korkut) da bu hakîmlerden biri idi. Tabiplik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan, yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup olmayacağına hükmeden, dinî törenlere başkanlık eden, bu manevî şahsiyetlerdi.[21] P. W. Schmidt de Tukue (Türk) dininde Gök’ün gerçekten ve tam mânasıyla yüksek bir varlık olduğunu iddia etmek için daha çok şey bilmeğe ihtiyaç olduğu görüşündedir.[22]

İ. Kafesoğlu’nun da belirttiği gibi “Gökyüzündeki tabiî varlıkların büyük rol oynadığı eski ‘halk dinleri’nde, özellikle dikkati çeken nokta, bütün eski kavimlerin güneşi, ayı ve yıldızları ‘tanrılar’ olarak tanımaları, fakat bizzat ‘gök’ ile ilgilenmemeleridir. Halbuki bozkır Türk dininde, gökyüzü belirtileri (güneş, ay, yıldızlar) değil, yekpare gök’ün sembolleştirdiği tek ‘Tanrı’ inancı temel teşkil etmektedir. Bu suretledir ki, ‘Gök Tanrı’ dini Türklere mahsus bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmaktadır.[23]

ORDUDA (TSK) TANRI'MIZA HAMDOLSUN SÖZÜ YASAKLANDI YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ




Kaynaklar:
♦ BARTHOLD (Çev. Abdülkadir İNAN), “Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair”, Belleten, c. XI, sy. 43, s. 515539, Ankara 1947, Türk Tarih Kurumu Yay.
♦ Abdulhalûk ÇAY, Anadolu’da Türk Damgası Koç HeykelMezar Taşları ve Türkler’de KoçKoyun Meselesi, Ankara 1983, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.
♦ Abdülkadir İNAN, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976, Kültür Bakanlığı Yay.
♦ İbrahim KAFESOĞLU, “Türkler”, İslâm Ansiklopedisi, c. 12/2, s. 244246, İstanbul, 1988, Millî Eğitim Bakanlığı Yay.
♦ İbrahim KAFESOĞLU, Eski Türk Dini, Ankara 1980, Kültür Bakanlığı Yay.
♦ İbrahim KAFESOĞLU, “Gök Tanrı Dini”, Türk Dünyası El Kitabı, c. 1, Ankara 1992, s. 213215, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.
♦ İbrahim KAFESOĞLU, Türk Bozkır Kültürü, Ankara 1987, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.
♦ İbrahim KAFESOĞLU, Türk Millî Kültürü, İstanbul 1988, Boğaziçi Yay.
♦ Yaşar KALAFAT, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 1990, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.
♦ Bahaeddin ÖGEL, Türk Mitolojisi II, Ankara 1995, Türk Tarih Kurumu Yay.
♦ Laszlo RÂSONYI, Tarihte Türklük, Ankara 1988, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.
♦ W. SCHMİDT (Çev. Sadettin BULUÇ), “Eski Türklerin Dini”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XIII, 1964, İstanbul 1965, s. 7590, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
♦ W. SCHMİDT (Çev. Sadettin BULUÇ), “Tukuelerin Dini”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XIV, 1966, İstanbul 1966, s. 6380, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
♦ Faruk SÜMER, Oğuzlar (Türkmenler) TarihleriBoy TeşkilatıDestanları, İstanbul 1992, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.
♦ Talât TEKİN, Orhon Yazıtları, Ankara 1988, Türk Dil Kurumu Yay.
Dipnotlar :
[1] İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 295; Türk Bozkır Kültürü, s. 96; Eski Türk Dini, s. 5556; “Türkler”, İA., c. 12/2, s. 244-246.
[2] B. Ögel, İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, s. 55.
[3] A. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 15-17.
[4] Y. Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 19.
[5] Y. Kalafat, a.g.e., s. 28-29.
[6] İ. Kafesoğlu, “Gök Tanrı Dini”, Türk Dünyası El Kitabı I, s. 213; Eski Türk Dini, s. 5758; “Türkler”, İA., c. 12/2, s. 244-245.
[7] İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 296-297; “Gök Tanrı Dini”, Türk Dünyası El Kitabı I, s. 214.
[8] B. Ögel, Türk Mitolojisi II, s. 147-148.
[9] P. W. Schmidt, “Eski Türklerin Dini”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XIII, 1964, s. 84.
[10] P. W. Schmidt, “Tukuelerin Dini”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XIV, 1966, s. 77.
[11] A. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 17-18.
[12] B. Ögel, Türk Mitolojisi, s. 147.
[13] İ. Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 98101; Türk Millî Kültürü, s. 298-300; “Türkler”, İA., c. 12/2, s. 245.
[14] Faruk Sümer, Oğuzlar, s. 55.
[15] L. Râsonyı, Tarihte Türklük, s. 30-31.
[16] A. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 183.
[17] İ. Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 59.
[18] F. Sümer, bu manevî şahsiyetlere Oğuzların kam mı dedikleri, yoksa başka bir ad mı (meselâ dede) verdiklerinin bilinemediğini, XII. ve daha sonraki yy.’larda dinî şahsiyetlerin ata unvanı ile anıldığını belirtir ve eski Türklerde kaıî’ın baba anlamına geldiğine, sonradan onun yerini ata kelimesinin aldığına, ata’nın yerini de yine din adamlarının unvanı olan baba’nın aldığına işaret eder (Oğuzlar, s. 55-56); Ayrıntılı bilgi için bk. A. İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 54-58.
[19] A. Çay, Anadolu’da Türk Damgası, s. 4849; A. İnan, ayrıca “Milâddan önce 121. yılda cereyan eden HunÇin Savaşı’nda Çinliler Hun beğinin karargâhını ellerine geçirmişlerdi; aldıkları ganimetler arasında bir altın put bulunuyordu. Çin yıllığının verdiği malûmata göre Hun beği bu putun karşısında Gök Tanrıya kurban sunardı.” (Eski Türk Dini Tarihi, s. 180-181) malumatını verir. A. İnan, yine konuyla ilgili olarak “Dikkate değer ki Göktürk yazıtlarında, Şamanizm ruhunda telif edilmiş olmasına rağmen iptidaî Şamanizm’deki kötü ruhlardan, keçeden yapılı putlardan ve bunlara benzer ilkel şamanizm unsurlarından katiyyen bahsedilmiyor. Bu kitabelerde zikredilen Şamanizm unsurları Gök Tanrı, yersu, çocukları ve hayvan yavrularını koruyan merhametli dişi ruh Umay ve defin törenlerinden ibarettir.” (a.g.e., s. 182) demektedir. Burada dikkati çeken Gök Tanrı’nın şamanizm unsurları arasında zikredilmesidir.
[20] İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 301; “Türkler”, İA., c. 12/2, s. 246.
[21] F. Sümer, Oğuzlar, s. 55.
[22] P. W. Schmidt, “Eski Türklerin Dini”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XIII, 1964, s. 90; “Tukue’lerin Dini”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XIV, 1966, s. 79-80.
[23] İ. Kafesoğlu, Eski Türk Dini, s. 62; “Türkler”, İA., c. 12/2, s. 244-245.

 




 

Yorumlar (0)