Harezmşahlar Devleti / Prof. Dr. Abdülkerim Ozaydın

Harezmşahlar Devleti / Prof. Dr. Abdülkerim Ozaydın


Hazar Denizi'nin doğusunda Ceyhan (Amû-Deryâ) nehrinin aşağı mecrasının her iki tarafında bulunan ülkeye Harezm1 ismi verilmiştir. Bu topraklara hâkim olan ya da idare eden kimselere ise Harezmşâh unvânı verilirdi.

Harezm adı verilen bu topraklara Selçuklular'dan önce çeşitli hânedanlar hükmetmişlerdir. Afrigîler, İslâmiyet'ten önce mevcut olup 995 yılına kadar devam etmiştir. Me'mûnîler 995-1017 yılları arasında, Altuntaş ve oğulları 1017-1041 yılları arasında hüküm sürmüşlerdir.2 Bizim konumuzu teşkil eden Harezmşâhlar Devleti'nin tarihi ise bundan sonra başlar. Harezmşâhlar Devleti, Harezm bölgesinde 1097-1231 yılları arasında hüküm sürmüş bir Türk devletidir. Başkenti Gürgenç'tir. Bu isim Gürgânc ya da Ürgenç şeklinde de telaffuz edilir.

Harezm bölgesi Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan (1063-1072) zamanında Selçuklular'ın hâkimiyeti altına girmiştir. Sultan Alp Arslan 1065'te çıktığı Mankışlak seferinde Harezm'i zaptederek buranın idaresini oğlu Ayaz'a bırakmıştı. Ancak bu bölge Alp Arslan ve Melikşah (1072-1092) dönemlerinde muhtemelen mahallî reisler arasından seçilen valiler tarafından idare edilmiştir.3

Sultan Melikşah, Harezm gelirlerinin tasarruf yetkisini taştdârı Anuş Tegin Garçeî'ye verdi. Fakat Anuş Tegin, vali sıfatını taşıdığı halde Harezm'in idaresi fiilen Kıpçak Türkleri'nden Ekinci (İlkinci)4 b. Koçkar'ın elindeydi. Taht kavgaları sırasında Sultan Berkyaruk (1075-1104)'un yardıma çağırdığı Ekinci emrindeki 10.000 süvariyle Horasan'a doğru yola çıktı. Ancak 300 seçme atlısıyla Merv'e geldiğinde gece eğlenirken devrin güçlü emîrlerinden Kodan ve Yaruktaş tarafından öldürülerek kuvvetleri dağıtıldı (1097).5

Bundan sonra Emîr Kodan ile Emîr Yaruktaş, Harezm'e giderek sultanın kendilerini Harezm'e vali tayin ettiğini söyleyerek bölgeye hâkim oldular. Bunun üzerine Berkyaruk Horasan valiliğine getirdiği Habeşî b. Altuntak'ı Kodan ve Yaruktaş'ı cezalandırmak üzere görevlendirdi. Habeşî b. Altuntak görevini başarıyla yerine getirerek Harezm bölgesine Taştdâr Anuştegin'in oğlu Kutbüddin Muhammed'i vali tayin etti. (1097).6 İşte bu tayinle birlikte Harezmşahlar hânedanı kurulmuş oldu.7 Selçuklular adına bölgeyi fiilen idare eden ilk Harezmşah, Kutbüddin Muhammed olmuştur. Harezmşahlar sülâlesinin atası Anuş Tegin'in Türk olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Ancak onun hangi boya mensup olduğu tespit edilememiştir.8 Harezmşahlar sülâlesinin atası olan Anuş Tegin, Garca (Garşha) adlı Garcistanlı bir Türk kölesidir. Büyük Selçuklu Emîrlerinden Bilge Tegin tarafından Garcistan'da satın alınarak, saray hizmetine giren zekâ ve dirâyeti sayesinde dikkati çeken en önemli saray vazifelerinden biri olan "taştdârlık" mevkiine kadar yükselen Anuş Teğin "Yedinü'd-din" lakabını taşıyordu. Fuad Köprülü9 Reşîdüddîn'e dayanarak onun Oğuzların "Begdili" şubesine mensup olduğunu söylerse de İbrahim Kafesoğlu10 bu görüşe katılmayarak Reşîdüddîn'in kaydını destekleyecek herhangi bir ip ucu bulunmadığını kaydeder.

Kutbüddin Muhammed (1097-1128)

İsyan eden Horasan Valisi Habeşî b. Altuntak'ın öldürülmesinden sonra Horasan'a tamamen hâkim olan Büyük Selçuklu Sultanı Sencer, Kutbüddin Muhammed'i Harezm'deki görevinde bıraktı. Daha sonra Türk hükümdarlarından biri çok sayıda asker toplayarak Muhammed'in Harezm'de bulunmadığı bir sırada bu bölgeye yürüdü. Bu bölgede daha önce Harezmşâh olan Ekinci'nin oğlu Tuğrultekin, Sencer'in bulunduğu sırada bu durumdan haberdar olunca derhal Sultan Sencer'ın yanından kaçarak Harezm önlerinde bulunan Türkler'e katıldı. Harezmşâh Kutbüddin Muhammed bu durumu öğrenince, hemen yola çıktı ve olayı Sencer'e de bildirerek ondan yardım istedi. Bu sırada Nîşâbur'da bulunan Sencer vakit kaybetmeden ordusuyla onun yardımına koştu. Muhammed, Harezm'e ulaşır ulaşmaz Sultan Sencer'i beklemeden Türkler'in üzerine yürüdü. Türkler Mankışlak'a kaçtılar. Yalnız kalan Tuğrultekin b. Ekinci de Handehân'a kaçmak zorunda kaldı.11 Harezmşâh Kutbüddin Muhammed, babasının sağlığında Merv'de iyi tahsil görmüş, siyaset usullerini öğrenmiş, yetenekli ve âdil bir idareci olup, ulemâ sınıfının hâmisi olmuş idaresi altında yaşayan halkın hoşnutluğunu kazanmıştı.12 Selçuklu sultanlarına ve özellikle Sencer'e karşı her zaman sadık kalmış ve dürüst bir siyaset takip etmiştir. Bununla birlikte Harezm'deki mevkiini devamlı surette kuvvetlendirmeye, nüfuz ve kudretini arttırmağa çalışmış ve bunda da başarı sağlamıştır. Öyle ki, Kutbüddin Muhammed, Büyük Selçuklu Sultanı Sencer'in Merv'deki sarayına bir yıl kendisi, ertesi yıl da büyük oğlu Atsız'ı göndererek Harezm'in yıllık vergisini ve diğer hediyeleri takdim ediyor ve buna karşı da hükümdarın iltifâtına ve hediyelerine nail oluyordu.13 Hiç süphesiz Kutbüddin Muhammed, müstakil bir hükümdar değil, Büyük Selçuklular adına Harezm'i idare eden bir vâli idi. Ancak burada sülalesinin gelecekteki faaliyetlerine sağlam bir zemin hazırlamış, maddî ve manevî kuvvet kaynakları oluşturmuştur. Onun yetenekli bir idareci olması sayesinde Harezm'in büyük bir gelişme gösterdiği ve Selçuklu İmparatorluğu'na tâbi geniş ülkeler ile ticârî münâsebetlerini arttırmak suretiyle büyük kazançlar elde ettiği muhakkaktır. Adına yazılan bazı eserlerde "Kutbü'd-dünya ve'd-din", "Ebu'l-Feth", "Muînü emîrî'l-mü'minîn" gibi lâkaplarla anılması onun kudret ve nüfuzunun gittikçe arttığını göstermektedir. Emîr Mu'izzî'nin ona takdim etmiş olduğu bir kasîde, "Cemâle'd-din" lâkabını taşıdığını ve Sencer devrinde büyük bir itibar kazandığını anlatıyor.14

Kızıl Arslan Atsız (1128-1156)

Kutbüddîn ölünce, yerine büyük oğlu Kızıl Arslan Atsız Harezmşah tayin olundu. 492 (1099) 'de doğmuş ve iyi bir tahsil görmüş olan Atsız, Sultan Sencer'in şahsî teveccühünü kazanmış olduğu için, devrin siyasî ve idarî ananelerine uygun olarak, sultanın menşuru ile bu mevkie getirilmiş idi.

Atsız, ilk zamanlarda Sencer'e karşı tam bir sadakat ile hareket ederek, sultanın çeşitli seferlerine katıldı.15 Bununla beraber, kendi nüfuz ve kudretini arttırmak için, Cend ve Mankışlak gibi, askerî bakımdan çok önemli merkezleri zaptettiği gibi, Seyhun nehrinin ötesindeki topraklara ilerleyerek, siyasî nüfuzunu buralarda da kurmaya çalıştı. Daha Sencer ile beraber Gazne seferine katıldığı sırada hükümdarın kendisine karşı soğuk ve şüpheli davrandığını gören ve bunu Merv sarayındaki rakiplerinin tahriklerine bağlayan Atsız'ın, daha o zamandan metbuuna karşı sadakatinin sarsıldığı anlaşılıyor.16 Fakat bunu Atsız taraftarlarının Harezmşah'ı haklı göstermek için ileri attıkları bir bahane olarak kabul etmek daha doğrudur. Atsız'ın, Sencer'in iznini almadan, giriştiği Cend ve Mankışlak seferi sultanı kızdırdı.17

Kendisine tâbi olan ve İslâm dini uğrunda kâfirler ile cihad eden bu saha Müslümanlarının kanlarını döktüğü için Atsız'ı suçladı. Atsız, bu fırsattan yararlanarak, bağımsızlığını ilan etti. Selçuklu memurlarını hapsetti ve mallarına el koyduğu gibi, Horasan'a giden yolları da kapattı. Bu sırada Belh'te bulunan Sencer, topladığı kuvvetli bir ordu ile, Harezm üzerine yürüdü (1138). Atsız kendi kuvvetlerini Hezâresp kalesi civarında toplayarak, çevresindeki araziyi su altında bırakmak suretiyle, Sencer ordusunu çöllerden dolaşmaya mecbur etti. 15 Kasım'da18 meydana gelen savaşta önemli bir kısmı putperest Türkler'den oluşan Atsız'ın ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı. 10.000'den fazla zayiat ve birçok esir verdi. Esirler arasında bulunan Atsız'ın oğlu Atlıg hemen öldürüldü. Atsız 'ın kaçamayan kuvvetleri affedilerek, Büyük Selçuklu ordusuna katıldılar. Sencer Harezm'in idaresini kızkardeşinin oğlu Süleyman b. Muhammed'e vererek, o devir geleneğine göre, vezîr, atabeg ve hâcib gibi, memurlardan oluşan bir dîvân kurduktan sonra, 1139'da başkenti Merv'e döndü.19

Harezm'de uzun yıllardan beri alışılagelmiş düzenin bu askerî harekât ile birdenbire değişmesi, halkı memnun etmedi. Yeni kurulan askerî idarenin halka kötü muamelesi de durumu tamamen sıkıntılı bir hale sokuyordu. Sarsılmaz bir iradeye sahip olan Atsız'ın faaliyetleri de buna eklenince, Süleyman ve adamları Harezm'i terketmek zorunda kaldılar. Böylece Atsız yeniden hâkimiyetini kurdu. 1140'ta Buhara'ya karşı yaptığı bir seferi başarıyla sonuçlandırmasına rağmen, Mayıs 1141'de Sencer'i, yeniden metbû olarak, tanıdı. Fakat bu durum çok sürmedi; Eylül 1141'de Sencer'in Kara Hıtaylar'a karşı Katvan'da uğradığı ağır mağlubiyet üzerine Atsız, bir kaç ay önceki sadakat yeminini bozarak, bağımsızlığını ilan etti ve Selçuklu nüfuzunun sarsılmasından fazlasıyla yararlanmak üzere, hızla Horasan'a yürüdü. Ekim ayı başlarında (1141) Serahs'a geldi. Şehir adına âlim ve zâhid bir kişi olan Ebû Muhammed ez-Zeyyadî, Harezmşâh Atsız'ı karşıladı ve ona ikramlarda bulundu. Bundan sonra da Büyük Selçuklu Sultanı Sencer'in başkenti olan Merv üzerine hareket etti. Burada halk tarafından Atsız ile görüşmek ve onu karşılamak üzere seçilen İmam Ahmed el-Baherzî Atsız'ın yanına geldi. Atsız, emirlerine ve şehre göndereceği adamlarına asla muhalefet edilmemesi şartıyla halka emân vermeye râzı oldu. Ancak bir süre sonra Fakîh Ebu'l-Fazl el-Kirmânî'nin başkanlığında Merv'in ileri gelenlerini yanına çağırdığı sırada şehirde bir huzursuzluk ortaya çıktı. Harezmşâhın memurlarından biri öldürüldü ve bu olaydan sonra hâdise daha da büyüdü. Harezmşâh Atsız'ın adamları şehirden kovularak şehrin kapıları kapatıldı. İçerdekiler müdafaaya hazırlandılar. Ancak bu fayda vermedi. Atsız zorla şehre girdi (21 Ekim 1141) ve kendisine karşı oluşan muhalefeti organize ettiği anlaşılan eş-Şerif Ali b. İshak ile yardımcılarını ve halktan birçok kimseyi kılıçtan geçirdi. Şafiî fakihi İbrahim el-Mervezî, âlim Ali b. Muhammed b. Arslan gibi kimseler katledilenler arasında idi. Bununla beraber Harezmşah Atsız, Ebu'l-Fazl el-Kirmânî, Ebu Mansûr el-Abbâdî el-Mervezî, filozof Bahâüddîn Ebu Muhammed el-Hirakî gibi değerli şahsiyetleri de Gürgenç'in manevî ilimler yönünden itibarını arttırmak maksadıyla beraberinde Harezm'e götürmüştür.20

Atsız 1142 yılı Mayıs ayında Nişâbur'a yaklaştığı zaman kendisini karşılayan fakih ve zâhidlerden oluşan bir heyet Merv'de yapılanların burada tekrar edilmemesini rica ettiler. Bu ricaya olumlu cevap veren Atsız, Nişâbur halkına yaptırdığı bir duyuruda, Büyük Sultan Sencer tarafından, kendisinin ve babasının hukukunun hiçe sayılmak suretiyle gösterilen nankörlüğün Sencer'i felâkete sürüklediğini, sultanın bundan pişman olup olmadığını bilmediğini fakat bir daha Harezmşah gibi bir destek bulamayacağını bildirdikten sonra, Nişâburlular'ın şehrin tahribine ve halkın öldürülmesine sebep olmamalarını tavsiye etti. Yaptığı hareketi böylece haklı göstermeye çalışan Atsız, Nişâbur'da can almadı. Ancak çoğu Sultan Sencer'in adamlarından alınmak kaydıyla çok miktarda mal ve para topladı. Nişâbur'da 29 Mayıs 1142 Cuma günü hutbeyi kendi adına okuttu. Minber'deki hatip hutbede Sencer yerine Harezmşah'ın adını söyleyince halk arasında homurdanmalar ve haykırmalar olmuş ise de bu kargaşa hemen yatıştırılmış ve böylece can kaybına neden olabilecek hareket önlenmiştir. Bu hutbe beş hafta süreyle aynı şekilde okunmuş, 1142 Temmuz sonundan itibaren eskiden olduğu gibi yine Sencer adına okunmaya başlanmıştır. Atsız Nişâbur'da bulunduğu sırada kardeşi Yınal-Tigin kumandasında gönderdiği Harezm kuvvetleri Beyhak, Feryûmez, ve civarını yağmalamışlardır.21

Sultan Sencer'in Mâverâünnehir'den Tirmiz'e geliş tarihi bilinmiyor, Mâverâünnehir'in elden çıktığı Eylül ayını müteakip uzun bir süre, Atsız'ın Horasan'daki faaliyetleri sırasında hâlâ Horasan'a dönmemiş olması düşünülemez. Muhtemelen Sencer'in bu süre zarfında Tirmiz'de yeni kuvvetler hazırlamakla meşgul olduğu ve meşhur İslâm tarihçisi İbnü'l-Esîr'in dediği gibi,22 Karahıtay ordularının Mâverâünnehir'de ve çevre bölgelerde bulunduğu böyle bir zamanda Harezmşah Atsız ile savaşmaktan çekinmiş olduğu kabul edilebilir.

Fakat bu durum uzun sürmedi ve Horasan'da hâkimiyetini yeniden kuran Sencer'in karşısında Atsız geri çekilmek zorunda kaldı. Hatta sultanın 1143/1144'de Harezm'e karşı giriştiği başarılı sefer sonucunda, tekrar Selçuklular'ın metbûluğunu tanımaya ve Merv'de ele geçirdiği hazineleri geri vermeye mecbur oldu.23

Kara Hıtaylar'ın nüfuzunun Maveraünnehir'de kendisini kuvvetle hissettirmesinden sonra, doğudan gelen büyük tehlikeden korunmak ve Horasan üzerindeki emellerini sağlıklı bir şekilde takip edebilmek için, onlara her yıl 30.000 dinar altın vermeyi taahhüt eden Atsız, tekrar isyan için bir fırsat kollamakta idi. Bunu haber alan Sencer, durumu daha yakından incelemek için meşhur şair Edîb Sâbir'i elçilik göreviyle Harezm'e gönderdi. Edîb Sâbir, Atsız'ın, Sencer'i öldürtmek üzere, Merv'e iki fedaîyi yollamak hazırlığında bulunduğunu öğrenince, durumu hemen Sencer'e bildirdi ve hatta fedaîlerin resimlerini de gönderdi. Sencer böylece tehlikeden kurtuldu ise de, Edîb Sâbir Atsız'ın adamları tarafından yakalanarak, Ceyhun nehrine atıldı. Sencer 542 (Kasım 1147) 'de Harezmşah'a karşı üçüncü bir sefere girişerek, iki aylık bir muhasaradan sonra, Hezâresp kalesini zapt etti ve payitaht olan Gürgenç önüne geldi. Harezmşah'ın ricası üzerine, Zâhid-i Âhûpûş lâkabı ile bilinen bir dervîş, kan dökülmemesine aracılık etti. Sencer bunu kabul etti ama Atsız'ın da bizzat huzuruna gelerek tâbiyet arzetmesini istedi. Mayıs-Hazîran 1148'te meydana gelen karşılaşmada, Atsız'ın âdet olduğu üzere, atından inip, Sultan Sencer'in karşısında toprağı öpmesi gerekirken, sâdece atının üstünde bir selâm vermekle yetinerek geri döndü. Sencer, bu hareketine rağmen onu makamında bıraktı ve Merv'e geri döndü.24 Horasan üzerindeki emellerini, kısa bir süre için erteleyen Atsız, tüm gayreti ile Seyhun kıyıları ve civar sahalarda nüfuzunu kuvvetlendirmeğe çalıştı. 1152'de putperest Kıpçaklar'ın merkezî Sığnak şehrine karşı hazırlanan hücum ile Cend'in zaptı ve oğlu İl-Arslan'ı buranın valiliğine tayin etmesi bunu göstermektedir. Fakat bu sıralarda Horasan'da ortaya çıkan Oğuz isyanı25 ve Sencer'in âsîlere esir düşerek, 3 yıl onların elinde esir kalması (1153-1156) Atsız'a Horasan işlerine fiilî surette karışmak imkânını verdi. Fakat o bu sefer "metbûuna isyan etmiş bir fırsat kollayıcı" vaziyetine düşmekten ise, meşrû sultanın haklarım korumağa çalışan sadık bir tâbi rolünde ortaya çıkmayı daha doğru ve emellerinin gerçekleşmesi için, daha faydalı buldu. Horasan'ın muhtelif merkezlerinde ve bilhassa Merv ve Nişâbûr'da önemli tahribat ve yağma yapan Oğuzlar'ın Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nda yarattıkları anarşiden istifade ederek, önemli bir askerî mevki olan Amul (bugünkü Çarcuy) kalesini elde etmek teşebbüsünde başarılı olamayan bir taraftan Kıpçaklar'a karşı askerî hareketlerde bulunurken, diğer taraftan kardeşi İnal-Tegin kumandasındaki bir kuvvet de 1153/1154 senelerinde Beyhak (bugünkü Sebzvâr) civarının yağması ile meşgul oluyordu.

Sencer ordusundan ve emîrlerinden bazıları, Mâverâünnehr hükümdarı ve Sencer'in kızkardeşinin oğlu Mahmud'un etrafında toplanmışlardı. Mahmud, bu duruma bir çare bulmak üzere Atsız ile haberleşti. Atsız oğlu İl-Arslan'ı yanına alarak, Mahmud ve Selçuklu emirleri ile görüşmek için, Horasan'a doğru hareket etti. Atsız, Nesâ'da Mahmud Han'ın ordusuna katıldı ve burada Sencer'in esaretten kurtulduğunu öğrenince sultana bir tebrîknâme yazarak, emrine hazır olduğunu bildirdi. Bir taraftan da Mahmud'a ve bazı büyük emîrlere de mektuplar gönderdi.

Oradan Habuşan (Moğullar devrindeki Kuçan) şehrine gelerek, Mahmud'a katıldı. Sonra Oğuz beylerine bir mektup yollayarak, Sencer'in merhametine sığınarak, af diledikleri takdirde, kendisinin ve Mahmud Han ile Gur ve Sistan emîrlerinin bu hususta hükümdar nezdinde şefaatte bulunabileceklerini bildirdi. Ancak bütün bu teşebbüslerden bir netice alınamadı. Atsız bir süre sonra Habuşan'da 59 yaşında iken vefat etti (30 Temmuz 1156).26

Kuvvetli bir edebî kültüre sahip olan ve zaman zaman şiir de söyleyen Atsız'ın,27 daha babasının sağlığında Sencer sarayında mühim bir mevki kazandığı, sevgi ve hürmet topladığı, Emîr Muizzî'nîn bu sıralarda ona takdim ettiği bir kasîdeden anlaşılıyor.28 Bu kasidede ona verilen Bahâü'd-dîn ve Alâü'd-dîn gibi lâkapların resmî bir mahiyet taşıdığı, kendisine ithaf edilen bazı eserlerin dîbâcelerinden anlaşıldığı gibi, diğer kaynaklar ile de teyit olunmaktadır. Ebû Muzaffar, Hüsami Emîrü'l-mümînîn gibi lâkaplar da bulunan Atsız, Harezm sınırındaki kâfir Türkler ile savaştığı için, "gazi" sıfatını da kazanmış idi. Onu Harezmşahlar Devleti'nin gerçek kurucusu olarak kabul etmek gerekir.

Daha babasının sağlığında veliahd olan Ebû'1-Feth İl-Arslan, Atsız'ın ölümü üzerine, sür'atle Hârîzm 'e dönmek ve resmen tahta geçerek, işleri tanzim etmek zorunda kaldı. Harezm'de bulunan amcaları İnal-Tegin ile Yusuf'u, ve kardeşleri Hıtay Han ile Süleyman Şah'ı öldürttükten sonra, 22 Ağustos 1156'de, rakipsiz olarak, Harezmşahlar Devleti tahtına oturdu. Bu olayların ordu içinde yaratacağı kötü etkileri önlemek maksadı ile, askerlerin iktâlarını ve maaşlarını arttırmayı ihmal etmedi.29

İl-Arslan'ın Harezmşahlığı, o yılın Ramazan'ında Merv 'e gelen Sultan Sencer tarafından gönderilen ferman ile de teyit olundu. Fakat ertesi yıl Sencer'in ölümü Horasan ve genellikle İran'ın doğusundaki bölgelerde Selçuklu hâkimiyetinin son bulmasına neden olduğundan İl-Arslan, İran'ın doğusundaki toprakların en güçlü hükümdarı oldu. Sencer'in vârisi sıfatı ile Merv 'de bir kısım Selçuklu kuvvetlerinin başında bulunan, yeğeni Mahmud Han, esasen bir Karahanlı prensi olmak itibarı ile, dayısının büyük manevî nüfuzuna sahip olamazdı; Oğuz isyanının yarattığı derin anarşi henüz devam ediyordu. Sencer'e tâbi mahallî hanedanlar, oğuz reisleri, büyük Selçuklu emirleri nüfuz alanlarını genişletmeğe çalışıyorlardı. Irak'taki Selçuklu sultanı Gıyâseddîn Muhammed b. Mahmud nüfuzunu Horasan'a kadar yayacak güçte değildi. İşte bu durumdan istifade eden İl-Arslan, Sencer'in ölümü nedeniyle Harezm'de 3 gün matem tutulmasını emretmekle beraber, müstakil bir hükümdar gibi, hareket etmeye başladı. Selçuklu sarayları ile ilişkilerinde bunu açıkça gösterdi. Harezmşahlar, artık Sencer zamanında olduğu gibi, sultanın kölesi değil, fakat sâdece dostu idiler ve eski tabiiyet bağlarından artık hiçbir şey kalmamıştı. Atsız'ın bütün ömrü boyunca uğraştığı bağımsızlık hayali, artık kesin olarak gerçekleşmiş oluyordu.

Doğu Horasan'da bulunan Harezm kuvvetleri sâyesinde İl-Arslan bu bölgede kısmî bir hâkimiyet kurmuştu. Burada Harezmşahı hâmi olarak tanıyan ve Sultan Sencer'in eski kumandanlarından Dihistân hâkimi İhtiyârüddîn Aytak bulunuyordu. Büyük Türk emîrlerinden olan Aytak, daha Harezmşah Atsız hayatta iken bu bölgede idi. Harezmliler'in yardımı ile buradaki hâkimiyetini koruyan Aytak bu nedenle Harezmşah'a bağlı idi.

Bu sıralarda İl-Arslan dikkatini daha ziyade Mâverâünnehir üzerinde yoğunlaştırmakla beraber, Harezm'in güneyindeki topraklarda meydana gelen hareketleri herhalde emniyet bakımından gözden uzak tutmakta idi. Nitekim Horasan'ın doğusunda payitahtı Nişâbur çevresinde özellikle rakibi Mahmud Han'ı bertaraf ettikten sonra iyice kuvvetlenen Ayaba'nın Nesâ üzerine yaptığı bir hareket Harezmşah İl-Arslan'ın engellemesine takıldı. 1165 yılı Mart'ında Nesâ'yı kuşatan Ayaba ordusu Harezmşah İl-Arslan'ın süratle buraya hareketi üzerine Nişâbur'a çekilmek zorunda kaldı. Böylece Nesâ'da hutbe İl-Arslan adına okunmaya başladı. Bundan sonra Harezmşah İl-Arslan, Emîr Aytak'ın üzerine yürüdü. Onun bu hareketinden Aytak'ın itaatten çıkmış olduğu anlaşılıyor. Aytak'ın Müeyyed Ayaba'dan yardım almasına rağmen Dihistân Harezmliler'in hâkimiyeti altına girdi. Sadrüddîn el-Hüseyni'ye göre,30 İl-Arslan özellikle Müeyyed'in merkezi Nişâbur'a karşı uyguladığı baskı nedeniyle Atabey İldeniz'den bir tehdit mektubu almıştı. Buna göre; Horasan'ın hattâ Harezm'in Selçuklu sultanlarının dededen kalma malı olduğu hatırlatılmakta ve Irak sultanına tâbi olan Nişâbur'a yönelik herhangi bir hareketin silâhla karşılık bulacağı bildiriliyordu. Bu sert notaya rağmen iki taraf arasındaki savaş biraz gecikmeli olarak 1167'de Bistâm civarında meydana gelmiş ancak her iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamamıştır.

Bununla beraber 1166 Ekim'inde Beyhak'ı kuşatıp rehinelerle dönmüş olan Ayaba'yı mağlup eden İl-Arslan bu yılın Kurban Bayramı'nda Sebzvâr'da kendi adına hutbe okuttuğu gibi burada bıraktığı Esenaba, Necmeddîn Ali Hoca ve diğer emîrlerini muhasara eden Ayaba'yı 1167 yılı Mayıs'ında kaçmaya mecbur bırakmış ve Sebzvâr'dan sonra 1167 Haziran'ında Nişâbur şehrinde "Tâcüddîn ve'd-dünya Melikü't-Türk ve'l-Acem İl-Arslan" şeklinde Harezmşah adına okunmuştur.31 Hüseynî'ye göre32 Atabeg İldeniz'in, Harezmşah karşısındaki başarısızlığı üzerine, Müeyyed Ayaba Kadı Fahreddîn'i İl-Arslan'a elçi olarak göndererek itaatini arzetmiş ve kendi memleketinde hutbeyi Harezmşah adına okutacağını bildirmiştir. Böylece Horasan'ı tâbiiyeti altına almış olan İl-Arslan, Ayaba'nın gönderdiği elçiye hil'atler giydirmiş kendisine de türlü hediyeler, mücevherler ve cins atlar göndermiştir.

İl-Arslan'ın saltanatı, doğu İran'da birbirleri ile çarpışan eski Selçuklu emîrlerinin mücadelelerine zaman zaman kendi menfaatine müdahaleler ile, Semerkand Karahanlı hükümdarlarının Karluk kabîlesi reisleri ile yaptıkları dahilî kavgalarda bir hakem rolü oynamakla, Kara Hıtaylar'ın doğrudan doğruya veya dolayısı ile yapmak istedikleri istila ve müdahale hareketlerini önlemekle geçti. İl-Arslan bundan başka Irak Selçuklu sultanı ile daima dostça münasebetler geliştirmeye, Abbâsî halifesi ile sultan arasındaki anlaşmazlıklarda da bir aracı rolü oynamaya çalıştı.

Bağdat'a gönderdiği mektuplarda, halifenin sultana yardım etmesi gerektiğinden ve ancak sultanın Mâverâünnehr'i Kara-Hıtaylar'ın elinden kurtarabileceğinden bahsediyordu.33 Fakat Irak Selçukluları'nın burada herhangi ciddî bir askerî müdahalelerine fi'ilen imkân yoktu. Harezmşah, onlara karşı gösterdiği hürmet ve bağlılık sayesinde, daha ziyade Horasan halkı ve Büyük Selçuklu emîrleri arasında manevî bir sevgi kazanmaya çalışıyordu. Kara Hıtaylar'a vergi vermek mecburiyetinden bir türlü kurtulamayan İl-Arslan, bütün gayretine rağmen, Mâverâünnehir işlerinde herhangi bir başarı elde edemediği gibi, Horasan 'da da Oğuzlar'a ve Selçuklu emîrlerine karşı da etkili olamadı. Nişâbur'u kendine payitaht yaptı. Tûs, Bistâm, Dâmegân taraflarını da ele geçirdikten sonra, Horasan 'da Irak Selçukluları'nın vekili sıfatını takınan ve hutbeyi onların adına okutan Mü'eyyed Ay-Aba'ya karşı giriştiği mücadelede, İl-Arslan yalnız Dihistan'ı ele geçirebilmiştir. Kendilerine verilecek verginin zamanında ödenmemesinden dolayı, Kara Hıtaylar tarafından, Harezm'e karşı yapılan askerî hareket ve Harezm öncü kuvvetlerinin mağlubiyeti (1171-1172) İl-Arslan devrinin son önemli olayıdır. Harezmliler, her zaman olduğu gibi, bu defa da istilâ sahasını su altında bırakmak usulüne müracaat etmişlerdi. Ancak hastalanarak payitahta dönen İl-Arslan orada ölmüştür (19 Mart 1172).34 16 yıl süren iktidarında, İl-Arslan babası Atsız'a nazaran faaliyetlerinde daha sınırlı kalmış görünse de ondan daha gerçekçi bir politika takip etmiştir. Başarılarını gölgeleyen son savaş dikkate alınmazsa genel olarak başarılı sayılabilir. Harezmşahlığının son zamanlarına doğru Selçuklular'a karşı takip ettiği siyaset ile oğlu Tekiş'e son derece müsait bir siyasî zemin hazırlamıştır. Fakat Kara Hıtaylar'ın tahakkümüne son verememiş olması, onlara verilen haraçların ödenmesi yükünün oğullarına geçmesi sonucunu doğurmuştur.

Sultan Şah (1172)

İl-Arslan öldüğü zaman, küçük oğlu ve veliahdı Celâleddin Sultan Şah, annesi Terken ile beraber, Harezm'de bulunuyordu. Veliahd olduğu için Harezmşahlık tahtına oturdu.35 Fakat Cend valisi olan büyük kardeşi Tekiş, Harezm 'e gelmesi konusunda, kardeşinden gelen emre uymayarak ona karşı askerî bir kuvvet gönderdi. Bunu haber alan Tekiş, Kara Hitaylar'a sığınarak onlardan askerî destek istedi. Harezm işlerine müdahale etmek için fırsat kollayan ve kendilerini Harezmşahlar'ın metbuu sayan Kara Hitaylar bu isteğe olumlu cevap verdiler. Böylece çok kuvvetli bir Kara Hitay ordusunun yardımı ile, Tekiş, Harîzm'e doğru yürüdü. Bunu haber alan Sultan Şah ve annesi, böyle güçlü bir orduya karşı koyulamayacağını anlayarak, adamları ve hazînelerini alarak, Harezm'den kaçarak Horasan'da bulunan ve Irak Selçuklularının nâibi durumundaki Emîr Melik Müeyyed Ay-Aba'nın yanına gittiler. Amaçları, Kara Hitaylar'a sığınan Tekiş'e karşı Melik Müeyyed'in kuvvetinden faydalanarak, yeniden Harezm'e hâkim olmaktı. Ancak Sultan Şah, bu mücadelede Tekiş gibi güçlü bir şahsiyet karşısında başarısızlığa uğradı.36

Alâaddin Tekiş (1172-1200)

Sultanşah, Harezm'den kaçınca Tekiş buraya kolayca hâkim oldu. Harezmşahlar'ın en güçlü hükümdarı olan Tekiş bu devletin imparatorluk haline gelmesinde büyük pay sahibi olmuş, oğlu Alâaddin Muhammed'e çok güçlü ve geniş sınırlara hâkim bir devlet bırakmıştır. Tekiş hükümdarlığının ilk yıllarından itibaren, birçok güçlükler ile karşılaştı. Sultan Şah ve annesi, Melik Müeyyed'in yardımını temin ederek büyük bir orduyla Harezm üzerine yürüdü.

Tekiş, Harezm'e 120 km. mesafede bulunan Subarlı kasabasında kardeşini beklemeye koyuldu. Bu durumdan haberi olmayan Melik Muüeyyed ve Sultanşah, ordusunu bölük bölük çölden geçirerek, sonradan toplu halde Harezm'e yürümek niyetindeydi. Ancak Melik Müeyyed'in emri altındaki ordunun ilk kısmı Subarlı'ya geldiğinde, Tekiş'in kuvvetleri tarafından beklenmedik bir anda hezimete uğratıldılar. Esir alınan Melik Müeyyed öldürüldü (1l74). Sultanşah ve annesi bu mağlubiyeti haber alır almaz Dihistan'a kaçtılar. Ancak onları takip eden Harezmşah Tekiş, Dihistan'ı ve Terken Hâtun'u ele geçirdi. Fakat Sultanşah'ı yakalayamadı. Terken Hatun'u öldürdü.37 Sultan Şah ise, Nişâbur 'a kaçarak Melik Müeyyed 'in oğlu Togan Şah'ın yardımım te'min etmeye çalıştı. Ancak beklediği yardımı alamayınca, kardeşine karşı mücadelede kendisine yardım edebilecek kudrette bulunan Gurlu sultanı Gıyâseddîn'e sığındı.38

Harezmşah'ın Kara Hitaylar ile dostluğu uzun sürmedi. Tekiş'i kendilerine tâbi bir hükümdar olarak gören Kara Hitaylar, yıllık vergi ve hediyeleri almak üzere gönderdikleri elçinin Harezmşah Tekiş'in huzurunda kibirlenmesi Tekiş'i kızdırdı ve onu öldürttü. Aslında bu davranışı ile Tekiş, Kara Hitaylar'a gözdağı vermek istiyordu. Çünkü artık kendini onlarla mücadele edecek kadar güçlü hissediyordu. Durumu öğrenen Sultanşah, Gurlu hükümdarının yanından ayrılarak ortak düşmanlarına karşı Karahitaylar ile işbirliği yaptı. Karahitaylar çok güçlü bir ordu ile Harezm'deki Tekiş'in üzerine yürüdü. Harezmşahlar'ın çok sık uyguladıkları savaş taktiği gereğince Kara Hitay ordusunun geçeceği topraklar Ceyhun nehrinin suları ile balçık hale getirildi. Diğer yandan merkezde büyük savunma tedbirleri alındı. Halkın ve ordunun Sultan Şah 'ın tarafına geçeceğini düşünen Karahitaylar, Tekiş 'in Harezm'e sıkı bir hâkimiyet kurduğunu görünce savaşmadan geri döndüler.39 Sultan Şah'ın ısrarı üzerine, onun emrine bir askerî kuvvet veriler. Sultanşah böylece Merv, Serahs ve Tus şehirlerinde küçük bir emîrlik kurdu. Önceleri Oğuz reislerinden Melik Dinar'ı, sonra da 1182'de Togan Şah'ı mağlup eden Sultanşah'ın bu başarıları, Melik Dinar'ın ve Oğuzlar'ın Kirman'a yerleşmelerine neden oldu.40

Melik Müeyyed Ay-Aba'nın merkezi Nişâbur olmak üzere kurduğu beyliği de zayıf düşerek, Harezmşahlar'ın nüfuzu altına girdi. Böylece Gurlular ile kendisi arasında bitip tükenmek bilmeyen anlaşmazlıklar çıkmasına dolayısıyla Horasan 'da huzurun kalmamasına neden oldu.41 Zaman zaman kardeşi Tekiş ile dostça geçinen, fırsat buldukça kardeşiyle savaşmaktan geri durmayan Sultanşah, 1193 'te ölümüne kadar, Nişâbur'u ele geçirmeye çalışmış, bunda başarılı olamayınca bu şehir Tekiş'in eline geçmiştir. Tekiş, Irak seferinde bulunduğu sırada, ânî bir hücum ile, Harezm'i ele geçirme teşebbüsünde bulunan Sultanşah, kendi hâkimiyetindeki Serahs kalesi kumandanının ihaneti ederek, kaleyi Tekiş'e teslim ettiği haberini aldıktan sonra, başkenti olan Merv 'de öldü. Ona tâbi olan şehirler ile ordusu ve hazinesi Tekiş'in eline geçti. Harezmşah, Merv valiliğine oğlu Kutbüddîn (Alâaddîn) Muhammed 'i tayin etmek istedi. Ancak Nişâbur valisî olan büyük oğlu Nâsıreddîn Melikşah Merv valiliğini ısrarla isteyince, Harezmşah buraya onu tayin etti.42

Harezmşah Tekiş kardeşinden kurtulduktan sonra Horasan'a iyice yerleşti nüfuzunu bütün doğu İran topraklarına yaydı ve artık İran'ın batısında yer alan devletlerin işine karışmaya başladı. Abbasî halifesi Nâsır ile Irak Selçuklu Sultanı III. Tuğrul arasındaki anlaşmazlıklar ve sultan ile büyük emîr Kutlug İnanç arasındaki düşmanlık, Tekiş'e uygun bir ortam hazırladı.

Harezmşah Tekiş kardeşi Sultanşah ile mücadele ederken bu fırsattan yararlanmaya çalışan Irak Selçuklu Sultanı III. Tuğrul, Rey'i kurtarmaya teşebbüs etti. 1193 yılı baharında Taberek kalesini kuşattı. Sonra kaleyi ele geçirdi ve tahribata uğrattı. Harezmşah'ın kumandanı Emîr Tamgaç'ı öldürdü. Harezmli emîrlere canlarına dokunmayacağına dair söz vermesine rağmen hepsini esir ederek Ferrezîn kalesine gönderdi. Sultan Tuğrul daha sonra Bistâm ve Dâmegân civarına yürüdü. Hâr-ı Rey vadisinde yapılan şiddetli savaşta Harezm kuvvetlerini mağlup ve takip ederek aralarından ileri gelen yirmibeş kişiyi esir aldı.43 Sultan Tuğrul, bu yaptıklarından sonra Harezmşah'ın karşılık vereceğini tahmin ederek ona karşı Rey'de hazırlıklara girişti.

Harezmşah Tekiş, başta Kutluğ İnanç olmak üzere Irat'daki emîrlerdin aldığı davet mektupları ve bundan daha önemlisi Abbasî Halifesi en-Nâsır Lidinillâh tarafından Harezm'e gönderilen elçinin Tuğrul'dan şikâyet etmesi ve onun idare ettiği beldelerin kendisine verildiğini gösteren hilâfet menşûrunun kendisine gönderilmesi üzerine Irak üzerine yürümeye karar verdi.

Tekiş 1194 baharında Simnân'a yaklaştığı zaman Kutluğ İnanç'ı yanına verdiği kuvvetli bir öncü birliği ile Rey'e doğru gönderdi. Kendisi de peşinden ilerledi. Hüseynî'nin, o dönemde Rey nâibi bulunan Emînüddîn Muhammed-i Zencânî'den duyduğuna göre,44 Hâr-ı Rey'e gelen Tekiş'in Büyük Hâcib'i Şihâbüddîn Mesud, Sultan Tuğrul'a gizlice mektup göndererek onun Rey'i Harezmşah'a terkederek Sâve'ye çekilmesini tavsiye etmiş, böylece oradan yapılacak bir anlaşma teşebbüsünün başarıya ulaşabileceğini, kan dökülmesinin önleneceğini bildirmişti. Tuğrul'un kumandanları ve Kazvîn hâkimi Nureddîn Kara bu fikre taraftar bulunuyorlar ve "eğer Tekiş Rey'den sonra da ileri harekâta geçerse İsfahan ve Hemeden taraflarında tam mukavemet gösteririz, zannederim sulh ihtimali kuvvetlidir" diyorlardı.

Harezmliler'in Rey'de halkı tazyik edeceklerini ileri süren Tuğrul, bu tavsiyelere uymadı ve savaşmak üzere Rey'den çıktı. Bir müddet sonra Kutluğ İnanç kumandasındaki Tekiş'in öncü kuvvetleri ile karşılaşınca bunların sayılarının az olduğu kanaatine vararak hemen gelenlere karşı genel bir hücum emri verdi. Sultan Tuğrul elinde gürzü olduğu halde at üstünde ileri doğru düşman üzerine atıldı. Ancak ordusu ona uymayarak yerinden kıpırdamadı. Böylece Sultan Tuğrul çember içine alındı. Yanında çetrini taşıyan adamının dışında kimse yoktu. Tek başına kalmasına rağmen teslim olmadı. Atından yere düşünceye kadar savaştı. Yere düşünce Kutluğ İnanç tarafından başı kesildi (25 Mart 1194). Böylece Selçuklu ordusu kesin bir mağlubiyete uğratıldı. Daha sonra Tuğrul'un kafası, zafer nîşanesi olarak, Bağdat'a gönderildi,45 başsız cesedi de Rey çarşısında asılıp, teşhir edildi (1194).46 Hemedan ile beraber, Irak-ı Acem'de Selçuklular'a ait bir takım önemli kaleler de kolaylıkla ele geçirildi. Irak Selçuklu Sultanlığı böyle hazin bir şekilde yıkıldıktan sonra, Tekiş artık kendisini Selçuklular'ın vârisi görmeye başlamış ve "sultan" unvânı almaya hak kazanmıştı. Zâten onun bu başarılarından sonra bastırdığı sikkelerde "sultan" unvânını kullanmaya başladığı görülmektedir. İran'daki çeşitli yerli hanedanları, atabeyleri, hatta Gurlu hükümdarlarını bile kendine tâbi bir hükümdar sayıyor, onlara karşı babalık sıfatını takınarak Sencer'den sonra ilk kez bütün İran'ı Harezmşahlar hâkimiyeti altında birleştirmeye çalıştı ancak bu durum fiilî olarak oğlu Alâaddîn Muhammed 'in hükümdarlığında gerçekleşecekti.

Özellikle Harezmşahlar'ın batı İran'a hâkimiyetleri kolay olmadı. Tekiş, ölümüne kadar Irak işleri ile uğraşmak zorunda kaldı. Harezmşah'ın bir kısım Irak memleketlerini doğrudan doğruya kendi idaresine bırakacağını ümit eden Halife Nâsır-Lidinillah bu ümidinin boşa çıktığını ve Tekiş'in kendisini, tıpkı Büyük Selçuklu sultanları gibi, sadece ruhanî lider olarak kabul ettiğini görünce, Harezmliler'e karşı mücadeleye başladı ise de, ordusu mağlup oldu. Harezmşah, Isfahan'ı Kutlug İnanç'a ve Rey'i de oğlu Yunus Han'a verdi ve büyük emîrlerinden Mayacuk'u oğluna atabey tayin etti. Sonra kendisi Harezm'e döndü. Bu sırada halife ordusunun Irak'a yaptığı bir taarruz kolayca püskürtüldü. Yunus Han'ın, sağlık nedenleriyle Rey'den ayrılıp, idareyi doğrudan doğruya Mayacuk'a bırakması, Bağdat ordusunun Irak'a taarruz haberi karşısında, Rey'e yardıma gelen Kutluğ İnanç, Mayacuk tarafından, düşmanlar ile iş birliğine giriştiği gerekçesiyle, öldürülerek, kafası Harezm'e gönderildi. Durumu düzeltmek için için, 592 (1196) 'de üçüncü defa Irak'a gelen Tekiş Bağdat ordusunu mağlup etti. Hemedan'ı da kendisine sığınan Atabeg Özbek'e, Isfahan 'ı da torunu Erbuz'a verdi. Bu sırada büyük oğlu Melikşah'ın ölümü üzerine Nişâbur'da başgösteren karışıklıkları da önledikten sonra, Seyhun sınırlarında bazı önemli olayların çıkması nedeniyle Harezm'e döndü. Bu olayları da bastıran Tekiş 1198'de yeniden Horasan'a gelerek, isyan niyetini artık iyice ortaya çıkaran Mayacuk'u ve tarafdarlarını cezalandırdı. Irak halkına karşı büyük zulümlerde bulunmuş olan Mayacuk'un etkisiz hale getirilmesi halk arasında büyük sevinç yarattı. Halife en-Nâsır'dan gelen bir elçilik heyeti Irak, Horasan ve Türkistan sahalarının hâkimiyetini tasdik eden saltanat menşûrunu Tekiş'e getirdi.47

Halifenin elçileri döndükten sonra Harezmşah Tekiş İsmailîler üzerine kuvvet göndermeye karar verdi. İlk olarak da daha önce Irak Selçuklu Sultanı Arslan b. Tuğrul tarafından fethedildiği için "Arslan-güşâ" diye anılan meşhur Kahire kalesine asker gönderdi. Kazvin şehrine 12 km. uzaklıkta bulunan bu kale dört ay süren şiddetli bir kuşatmadan sonra emân ile ele geçirildi. Burası Alamût'dan sonra İsmailîler'in en güvenli kalesi idi. Tekiş bu başarısından sonra Alamût taraflarında da faaliyetlerde bulunarak çok sayıda Batınî öldürdü. Bundan sonra da oğlu Tâceddin Alişah'ı Irak'a tayin ederek onu bölgenin merkezi İsfahan'a gönderdi. Kendisi ise Harezm'e geri döndü. Ancak İsmailîler, ondan intikam almak maksadıyla Tekiş'in vezîri Nizâmü'l-Mülk Mesud'u bıçaklayarak öldürdüler. Vezîrin öldürülmesinden dolayı hiddetlenen Harezmşah, İsmailîler'e karşı amansız bir mücadeleye karar vererek seçme adamlardan oluşan özel bir ordu hazırlattırarak veliahtı ve oğlu Kutbüddin Muhammed'i bu ordunun kumandanlığına tayin etti. Aynı zamanda Horasan valisi olan Kutbüddin Muhammed, ilk olarak Torşiz kalesini kuşattı. Kuşatma sürerken Tekiş, ikinci bir ordu hazırlattırarak Batınîler üzerine hareket edeceği sırada rahatsızlandı. Doktorları onun bu durumda iken sefere çıkmaması gerektiğini söylediler. Ancak kesin kararlı olan Harezmşah onları dinlemedi ve yola koyuldu. Fakat sonuçta doktorlar haklı çıktılar ve Tekiş 4 Temmuz 1200 günü yolda ağırlaştı ve öldü.48

Tekiş'in Karahitaylar ile münasebetine dair mevcut kaynakların verdiği bilgiler çok az ve karışıktır. Meselâ Harezmliler'in Buhara'yı Karahitaylar'dan aldıklarına dair 594 (1198) yılı olayları arasında anlatılan hikâye her kaynakta yer almamaktadır.49 576-579 yıllarına ait bazı resmî vesikalar, çok kısa süren ve neticesiz kalan bu başarının daha önceki yıllara ait olduğunu göstermektedir. Buna benzer bir diğer olayda Uran kabîlesine mensup bazı Kıpçak reisleri ile Tekiş arasındaki mücadelelere ait rivayetler de kaynaklarda tam bir açıklık ile kaydedilememiştir.50

Tekiş, Seyhun'un yukarısında yaşayan KangIı-Kıpçak kabilelerini, gerek Karahitaylar'a karşı ve gerek Horasan fetihleri için, siyasî ve askerî bîr kuvvet olarak, kullanmak için, onlarla akrabalık te'sis etmiş ve devlet idaresinde onların reîslerîne önemli görevler vermişti.

Alâaddin Muhammed (1200-1220)

Torşiz muhasarası ile meşgul olduğu sırada, babasının ölüm döşeğinde bulunduğunu haber alan Kutbüddin Muhammed, kaledekilerle yüz bin dinar karşılığında anlaşarak kuşatmaya son verdi ve derhal Harezm'e döndü. Babasının ölümünden bir ay sonra, Alâaddin unvânı ile,51 Harezmşahlar tahtına oturdu. O, ağabeyi Melikşah'ın 1197'de ölümü üzerine veliaht olmuştu. Saltanatının başlangıcında Gurlu sultanları Şihâbüddîn ve Gıyâsüddîn ile mücadele etmek zorunda kaldı. Çünkü Tekiş'in ölümünden istifade ile, Merv, Tus ve Nişâbur şehirlerini zapteden Gur sultanları Tâceddîn Ali Şah b. Tekiş'i, ve bazı şehzade ve emirleri esir ederek, Gur'a göndermişlerdi. Daha babasının ölümünden beri bağımsızlık emelleri besleyen Hindû Han b. Melikşah'ı, Alâaddin'e karşı ellerinde bir koz olarak kullanmak üzere ve kendilerine tabi olmak şartı ile, Merv ve Serahs'ın idaresini verdiler. Nişâbur'da önemli bir askerî kuvvet bırakarak, Cürcan ve Bistam 'a kadar, çeşitli Horasan merkezlerine şahneler (şıhne) gönderen Gurlular, Horasan 'ı Harezmşahlar'ın elinden almak istiyorlardı. Sür'atle Nişâbur'a yürüyen Alâaddin, Gurlular'ı ülkelerine gitmekte serbest bırakmak şartı ile, teslim aldıktan ve kalelerini yıktırdıktan sonra, Merv ve Serahs'ı da zaptetti.52 Hindu Han hamîlerinin yanına kaçmak zorunda kaldı. Harezm'e dönen Alâaddin, ertesi yıl Herat'a hareket ettiyse de, Sultan Şihâbüddîn Gurî'nin kendisine karşı yürüdüğünü haber aldığından, Merv-Serahs yolu ile, Harezm'e dönmeye karar verdi.

Serahs'ta, bazı Horasan şehirlerinin kendilerine bırakılması şartı ile, sulha razı olacaklarını bildiren Gurlu elçilerine red cevabı vererek, Harezm'e çekilen Alâaddin'in ordusunu takip eden Gurlu ordusu Tus'a geldi. Halk üzerine çok ağır malî külfetler yükletilmesi, Gurlular aleyhine büyük bir nefret uyandırdı. Bu sırada kardeşi Gıyâseddîn'in ölüm haberini alan Şihâbüddîn geri döndü. Bu sıralarda Merv 'deki Gurlu valisinin, küçük bir Harezm kuvvetine mağlup olması ve katledilmesi üzerine, Alâaddin Muhammed, Giyâsüddin'in ölümünden sonra, Gurlu hanedanı arasında başlayan mücadelelerden istifade ederek Herat'ı zaptetmek istedi. Ancak muhasara müsbet bir netice vermeyince, Badgis havalisini yağma ederek, Merv'e geldi (1204). Fakat Şihâbüddîn'in çok kuvvetli bir ordu ile Harezm'e yürüdüğünü haber alınca, çöl yolundan, sür'atle Harezm'e döndü. Bir taraftan Gürgenç halkını genel müdafaaya davet ettiği gibi, diğer taraftan da Horasan'a ve etrafa haberler göndererek, az zamanda 70.000 kişilik bir kuvvet topladı. Ayrıca Karahitaylar'dan da yardım istedi. Harezmliler'in, geleneksel müdafaa usullerine uyarak, o bölgeyi sular altında bırakmalarına rağmen, Gurlular, 40 günlük bir gecikmeyle Harezm civarına geldiler ve Kara-Su'da Harezm ordusunu mağlup ederek başkenti muhasara altına aldılar.

Ceyhun'un iki kıyısında iki ordu karşılıklı mevzî almışlardı. Sultan Şihâbüddin, filler vb. her türlü vasıtalar ile donatılmış büyük ordusunu karşıya geçirmek üzere, geçit aranmasını emretti. Fakat bu sırada, Semerkand Karahanlı hükümdarı Osman'ın ordusuyla birlikte, Karahitay ordusunun gelmesi, Gurlular'ı, ağırlıklarını yakarak, sür'atle geri çekilmek zorunda bıraktı. Onları takip eden Alâaddin, Hezâresp'te Gurluların sağ kolunu hezîmete uğratarak, esirler ve ganimetler aldıktan sonra, Gürgenç'e döndü. Gurlular'ı takibe devam eden Karahitaylar, Andhûd önünde Şihâbüddîn'in ordusunu çevirerek, iki gün devam eden şiddetli bir mücadelede bu orduyu perişan etti. Zorlukla şehrin kalesine sığınabilen Şihâbüddîn ve bir avuç maiyeti, Semerkand sultanı Osman'ın aracılığıyla, büyük tazminat ödeyerek esaretten kurtulup, Gazne 'ye dönebildi. Böylece Gurlular karşısında Horasan hakimiyetini kazanan Harezmşahlar oldu.53 Gurlular yalnız Herat'a hâkim olabildiler. Gurlular karşısında elde edilen başarıda en büyük pay sahibi Kara Hıtaylar olmuştu. Kuvvetler dengesinin Kara-Hıtaylar lehine gelişmesi ihtimali Alâaddin'i korkuttuğundan, Gurlu sultanının Gazne'ye dönüşünden hemen sonra, eski dostluk münasebetlerini tekrar kurmak üzere, saray erkânından birini Şihâbüddîn'in yanına yolladı, İslâm mücahidi sıfatı ile, Hindistan'da parlak zaferler kazanmış olan bu gazî hükümdar, kâfir Kara Hitaylardan intikam almağı ilk hedef saydığından, Alâaddin'in tekliflerini iyi karşıladı. Bundan bir az sonra, 1205'te Belh valisi Tâceddîn Zengî'nin Harezmşahlar ülkesine yaptığı bir hücum, onun mağlubiyet ve esareti ile neticelenmiş ise de, bunun şahsî bir hareket olduğu ve Şihâbüddin'in kendisine yardım etmediği görülüyor. Onun yerine Belh valiliğine tayin edilen İmâdeddîn Ömer, yine o yıl içinde, hükümdarın emri ile, Karahitaylar'ın elinde bulunan müstahkem Tirmiz kalesini zapt etti. Fakat Şihâbüddîn'in bu sırada Hindistan seferine başlaması bu hareketi sonuçsuz bıraktı. Bu seferin Gurlu ordusunu maddî ve manevî yeni vasıtalarla teçhiz etmek maksadı ile yapıldığı anlaşılıyor. Çünkü Şihâbeddîn, Hindistan'dan döner dönmez, Karahitaylar'a karşı girişilecek büyük mücadelenin hazırlıklarına başladı. Ancak tam bu sırada, kendisinin bir Hindli veya bir Bâtınî tarafından, katledilmesi, bütün bu girişimleri neticesiz bıraktı (1206). Şihâbeddîn'in ölümünden sonra Gurlular Devleti hemen parçalandı. Birbirine rakip ayrı ayrı siyasî teşekküller meydana çıktı. Bunların başında Türk memlûkleri arasından yetişen vali ve kumandanlar ile Gurlu devlet adamları hanedana mensup şehzâdeler bulunuyordu.

Gurlular'ın yıkılması üzerine Alâaddîn hemen Nişâbur'a emirler göndererek Horasan ordusunu Herat'ı teslim almakla görevlendirdi. Burada bulunan Gurlular'dan Gıyâsüddîn'in oğlu Mahmud'a taraftar olan bazı emîrlerin mukavemeti kolaylıkla kırıldı ve Herat valiliği İzzüddin Hüseyin b. Harmil'e verildi. Ordusunun başında Belh üzerine yürüyen Alâaddîn, kuvvetli bir mukavemetten sonra, kaleyi teslim aldı; Tirmiz kalesi de, Karahitaylar'a tâbi olan Semerkand sultanı vasıtası ile, onlara verildi. Bu başarıların ardından, Herat'a gelen ve parlak bir merasim ile karşılanan Harezmşah Alâaddin, Mahmud'u, Firûzkuh hükümdarı olarak, tanıdığını bildiren bir menşûru, hediyeler ile birlikte, ona gönderdi. Böylece Mahmud'un ismi hutbe ve sikkede, metbû sıfatı ile anılacaktı. Herat ve civarının idaresini Hüseyin b. Harmil'e bırakarak, buna karşılık 250.000 altın kıymetinde iktalar tahsis eden Harezmşah, bu parlak başarılardan sonra, Harezm'e döndü (1207).54

Alâaddîn'in bundan sonra karşısında bulunan başlıca siyasî ve askerî güç, Mâverâünnehir karahanlılar'ı da hâkimiyetleri altında bulunduran Kara Hitaylar idi. Harezmşahlar'ın adeta metbûu mahiyetinde bulunan ve onlardan her yıl vergi alan bu devletin nüfuzunu kırmak ve Mâverâünnehir'i onlardan kurtarmak, İslâm dünyasının en kuvvetli hükümdarı olan Alâaddîn için, en büyük gaye idi. Gurlular'a karşı kazandığı kesin zaferlerden sonra, Alâaddîn 1207'de Mâveraünnehir'e karşı giriştiği sefer ile, önceden tasarladığı bu büyük harekete başlamış oldu. Olayların genel seyrini göz önünde tutarsak, Maâveraünnehir seferi, Kara Hitaylar'ın mağlubiyeti ve Buhara'nın zaptı ile neticelendi. Bu zaferden sonra, mağrur hükümdarın eski lâkaplarına ilâve olarak, "İskender-i Sânî" ve "Sencer" lâkaplarını da aldığını görüyoruz ki, bu onun dünya hâkimiyeti iddiasında bulunduğunu, hem de kendisini büyük Selçuklular'ın vârisi ve İslâm dünyasının sultanı gördüğünü gösterir. Ancak bu sefer sırasında Alâaddîn'in Karahitaylar'a esir düştüğü ve öldüğü hakkında çıkan haberlerin bütün Horasan'da yayılması ve bunun neticesi olarak, Herat'ta ve Nişâbur'da iki önemli isyan hareketinin baş göstermesine neden oldu. Esaret haberi yayılınca, hutbe ve sikkeyi Gurlu sultanının adına okutmağa başlayan Hüseyin b. Harmil, Alâaddîn'in Harezm'e döndüğünü duyar duymaz, hareketine pişman olarak, tekrar Harezmşahlar'ın tâbiiyetini kabul etmesine rağmen, hükümdarın emri ile öldürülmüş ve Herat ile civarı sultan tarafından ele geçirilmiştir (1208). Yine bu yıl, sultanın annesi Terken Hatun'un akrabasından Nişâbur valisi Kezlik Han'ın isyanı da bastırılmış ve Harezm'e kaçıp Terken Hatun'un tavsiyesi ile Sultan Tekiş'in türbesine sığınan Kezlik orada öldürülmüş ve kafası Horasan'da bulunan hükümdara gönderilmiştir.55

Bu sıralarda Karahitaylar'ın doğu hudutlarında, istikbal için, büyük ve kesin sonuçlar doğuracak bir takım olaylar cereyan etmekte idi. Cengiz tarafından Moğolistan'dan çıkmaya zorlanan bir takım göçebe kabîleler, Kara Hitaylar'ın hâkimiyetindeki topraklara geldiler. Bunların içinde en önemlisi, 1208'de İrtiş kıyısında, Moğollar tarafından, kesin bir yenilgiye uğratılan Güçlük kumandasındaki Naymanlar idi. Yine bu sıralarda Uygur hükümdarının Kara Hitay tabiiyetinden çıkarak Cengiz ile birleştiği görülür. İşte bu gelişmeler ile büsbütün sarsılmaya yüz tutmuş olan Karahitay Devleti, Güçlük'ün hakimiyeti elde etmesinden sonra da, bir türlü kendini toplayamamış ve 1212 'de Semerkand'ın Alâaddîn tarafından zaptı ve damadı Sultan Osman'ın katli, Mâveraünnehir'de Harezmşahlar hâkimiyetinin kesin olarak yerleşmesiyle sonuçlanmıştır. Semerkand'da büyük bir cami ve saray yaptırarak, karahanlılar'ın bu eski ve mühim merkezini adeta kendisine ikinci bir payitaht yapan Alâaddîn, artık nüfuz ve kudretini doğuya doğru genişletmek imkânını bulmuştu. Güçlük'ün Doğu Türkistan Müslümanlarına karşı yaptığı mezalimi durduramadığı gibi, onun Mâveraünnehr'in kuzeyindeki vilâyetlerine yapacağı herhangi bir taarruzu önlemek maksadı ile, 1214 senesine kadar yazları Semerkand'da bulunmak zorunda kaldı. İsficab, Şaş, Fergana ve Kâşân şehirlerinin Müslüman halkına güneybatıya göç etmelerini emreden Alâaddîn, böylece Seyhun ötesindeki sahaları Güçlük'e karşı etkili bir şekilde savunamamış oluyordu. Bununla beraber onun Kırgız çöllerindeki göçebe Kıpçaklar'a karşı yaptığı seferlerde daha başarılı olduğu ve Sıgnak'ı ele geçirdiği (1215) anlaşılıyor.

Harezmşahlar'ın nüfuz ve kudreti Afganistan ve İran bölgelerinde devamlı olarak artmakta idi. 1213'de Salgurlar'dan Atabeg Sa'd b. Zengî'nin hâkimiyeti altında bulunan Kirman ele geçirildi.56 1215'te Gazne ve civarı da Alâaddîn'in hâkimiyeti altına girdi. Alâaddîn burayı büyük oğlu Celâleddîn'in idaresine verdi. İslâm dünyasında onunla boy ölçüşebilecek hiçbir hükümdar yoktu. Fakat buna rağmen, Bağdat Abbasî Halifesi el-Nâsır (1180-1225)'ı kendi maddî nüfuzu altına almak ve ilk Büyük Selçuklu sultanları zamanında olduğu gibi, halifeyi sadece bîr ruhanî reis şekline sokmak için sarfettiği gayretlerden bir sonuç alamadı. Kendi isteklerini Abbasî halifesine kabul ettirmek için, Bağdat'a elçi göndermiş ve halife de buna karşılık meşhur Şihâbüddîn Sühreverdi'yi elçilikle görevlendirerek Harezm'e yollamıştı. Fakat bunlardan bir netice çıkmamış ve aradaki gerginlik daha da artmıştı.

Maddî ve manevî nüfuzunu arttırmak için, her yola başvuran halife, İsmailî fedaîleri vasıtası ile, kendine zararlı görünen bir takım büyük şahsiyetleri ve bu arada Mekke emîri ile Harezmşah'ın Bağdat'taki vekilini öldürttü. Zaten kendisi de Şiî temayülleri gösteriyordu. Onun bu hareketleri özellikle Sünnî âlimleri arasında, hiç de hoş görülmüyordu. Hele Gazne'nin zaptı sırasında ele geçen bir takım resmî vesikalar sayesinde, el-Nâsır'ın Gurlu sultanlarını kendi aleyhine gizliden gizliye tahrik etmiş olduğunu öğrenmesi, Alâaddin'i büsbütün kızdırmıştı. Bunun üzerine bu tarz hareketlerde bulunan bir halifenin hilâfet makamında bulunamayacağına sultanın onu azledebileceğine ve hilâfet makamının Hazreti Ali'nin çocuklarına ait olup, bu hakkın Abbasîler tarafından gaspedilmiş bulunduğuna dair, âlimlerden fetva alan Alâaddîn, el-Nâsır'ın ismini hutbelerden kaldırdı ve onun yerine, Seyyid' Alâ Tirmizî isminde, meşhur bir seyyidin halifeliğini ilân etti. Harezmşah bu suretle Bağdat'a karşı girişeceği askerî bir hareketin meşrûiyetini sağlamış oluyordu.

Alâaddîn'in 1217'de İran'a yaptığı sefer Irak'ta, Fars atabeyi Sa'd b. Zengî'nin ve Azerbaycan Atabeyi Özbek'in mağlubiyet ve itaatleri ile neticelenen, önemli başarılar elde etmesini sağladı.57 Ancak Hemedan'dan Esedâbâd yolu ile Bağdat'a karşı gönderdiği ordu, şiddetli kış yüzünden, büyük zayiata ve Kürtler'in hücumlarına uğrayarak, perişan oldu ve ordunun pek küçük bir kısmı geri dönebildi. Doğu sınırlarındaki genel durumun arzettiği tehlike dolayısı ile, hemen Horasan'a dönmek zorunda kalan Alâaddîn, bu başarısızlığın acı sonuçlarını gördü. Çünkü bütün Müslümanlar bunu Allah tarafından verilmiş bir ceza olarak düşünüyorlardı. Buna rağmen mağrur ve inatçı hükümdar, Halife el-Nâsır'a karşı beslediği düşmanlıktan vazgeçmemiş, 1218'de Nişâbur'a gelir gelmez, hutbede onun adının okunmasını yasaklamıştır. Bu emir Merv, Belh, Buhara ve Serahs'ta da aynen uygulanmıştır. Semerkand ve Herat şehirlerinde okunan hutbelerde bir değişiklik yapılmaması, bu husustaki mahallî an'anenin çok kuvvetli olmasından ileri geldiği gibi, aynı halin Harezm'de de devamı, özellikle Terken Hatun ile onun nüfuzu altında bulunan Türk hanlarının ve ulemâ sınıfının mukavemetlerinden dolayıdır. Sultan ile annesi arasındaki siyasî nüfuz mücadelesi bunda da kendisini göstermiştir.

Alâaddîn'in 1216'da, annesinin şeyhi ve bir rivayete göre, sevgilisi olan genç ve maruf sufî Mecdeddîn Bağdadî'yi, sinirli bir anında verdiği emirle, öldürtmesinden beri, bu ana-oğul rekabeti çeşitli olaylar ile kendini göstermiş ve devletin iç bünyesini sarsmakta idi. 1218'de Nişâbur'da iken, beceriksizliğini ve rüşvet yediğini bahane ederek, vezîrlikten azlettiği Nizâmü'l-Mülk'ü, annesinin baskısı üzerine, sonra yeniden vezîrlik makamına getirmesi, Harezmşahlar Devleti tahtındaki iki başlı idarenin en somut örneğidir.

Harezmşahlar Devleti'nde bu durum yaşanırken henüz ortaya çıkmamış ama pek yakında devletin kaderini tamamen değiştirecek bir tehlike çevrede belirmeye başlamıştı. Cengiz tarafından kurulan Moğol Devleti daha 1215-1216 yıllarında Kıpçak seferi esnasında, tesadüf eseri olarak, Moğollar ile ilk defa karşılaşan Alâaddîn'in idaresindeki Harezmşahlar Devleti ile karşılaşmıştı.

Harezmşah Alâaddîn, Cengiz'in zaferleri ve bu yeni devletin gücü hakkında bilgi edinmek için, onun yanına bir elçilik hey'eti gönderdi. Harezmşah'a karşılık olmak üzere, Moğol hükümdarı da ona bir hey'et gönderdi. 1218'de Mâveraünnehir'de Alâaddîn tarafından kabul edilen bu hey'et, Cengiz'in kendisi ile dostluk ve ticaret ilişkileri kurmak istediğini bildirdi. Böylece iki taraf arasında varılan antlaşma gereğince karşılıklı sulh ve ticaret münasebetleri kuruldu. Antlaşma yapıldıktan sonra Harezmşahlar ülkesine gelen 450-500 kişilik bir ticaret kervanı, sınır şehri olan ve Terken Hatun'un akrabasından (muhtemelen kardeşinin oğlu) İnalcık'ın vali bulunduğu Otrar'da, casusluk suçuyla, tevkif edildi ve bütün malları müsadere olundu. Kervanın tacirleri öldürüldü. Bunların içinden kurtulan bir kişi, durumu Cengiz'e bildirilince Cengiz, Harezmşah'a bir hey'et göndererek, Gayır Han lâkabını taşıyan İnalcık'ın kendisine teslimini ve malların tazminini istedi. Alâaddîn bu talebi de hakaretle reddedince, Cengiz, Harezmşahlar'a karşı savaşa girişmeğe karar verdi.

Yalnız Harezmşahlar İmparatorluğu'nun âni ve korkunç bir şekilde yıkılması ile de kalmayarak, doğu İslâm dünyasında yüzbinlerce Müslümanın ölümüne, birçok şehrin yakılıp yıkılmasına sebep olan ve daha birçok tarihî neticeler doğuran bu savaşta Alâaddin'in sorumluluğu çok büyüktür. Tüm bunlara Onun gururu, dar düşüncesi ve tamahkârlığı neden oldu. Annesinin ve onun akrabası olan Türk hanlarının tamamıyla Müslümanlardan oluşan bu ticaret kervanına karşı yapılan muamelede ve Cengiz'in haklı taleplerinin reddedilmesi konusunda etkili olmaları, onun suçunu hafifletmez. Eğer bu Otrar olayı olmasaydı, henüz Güçlük'e karşı mücadelesini bitirmemiş, Çin ve Tangut hareketlerini neticelendirmemiş olan Moğollar'ın, dışardan çok azametli görünen Harezmşahlar Devleti'ne hücum etmeleri beklenemezdi. Bunu te'yit eden en büyük delîl, harbe girişmek zorunda kalan Cengiz 'in, harekete kalkışmadan evvel, uzun hazırlıklarda bulunması ve 1219 yazını İrtiş nehri kenarında geçirerek, bütün kuvvetlerini topladıktan sonra harekete girişmesidir (1220).

Cengiz, bir an önce Güçlük gailesinden kurtulmak için, büyük kumandanlarından Cebe'yi bir ordu ile Kaşgar üzerine yolladı. Güçlük'ü mağlup ve firara mecbur eden Cebe, doğu Türkistan Müslümanları'nın kurtarıcısı gibi telakki edildi. Çünkü Naymanlar, Müslümanlara ibadet yapmayı bile yasaklamışlardı. Güçlük, Bedahşan sınırlarında yakalanıp, öldürüldükten sonra, Naymanlar da her tarafta takibata uğratıldı ve sonunda imhâ edildiler (1219). Moğollar'ın bu başarıları, Güçlük'e karşı yıllarca neticesiz kalan mücadelelerde bulunan Alâaddîn'i korkuttu. Doğu Türkistan Müslümanlarını dinî hürriyetlerine kavuşturması, İslam umumî efkârında Moğollar lehinde bir etki uyandırdı.

Cengiz'in Harezmşahlar'a karşı hazırladığı ordu, İslam tarihçilerinin mübalağalı rakamlarına rağmen, 150 ya da 200.000'den fazla değil idi. Alâaddîn'in elinde ise şüphesiz, bundan daha fazla bir kuvvet bulunuyordu. Düzen bakımından, Moğol ordusu, Harezmşah'ınki ile mukayese edilmeyecek kadar, mükemmel idi. Alâaddin'in kurduğu büyük bir harp meclisinde, Moğol ordusunu Seyhun kıyısında karşılamak hususunda ilen sürülen teklifi Alâaddin beğenmemiş ve onlar ile Maveraünnehr'de savaşmak fikrini benimsemişti. Kuvvetlerini büyük şehir ve kalelere dağıtarak parçalayan Harezmşah, garip bir endişe ile, bu kuvvetlerden herhangi birinin başında bulunmağa da cesaret edemeyerek, onları ayrı ayrı kumandanların emrine verdi.58 Kendisi de Horasan'a gitti. Daha ziyade annesinin nüfuzu altında bulunan Türk kumandanlarının sadakatine güvenmemesi de, bunda bir etken olmuştur. Düşmanın vaziyeti, zaafı ve müdafaa planı hakkında doğru ve muntazam bilgi alan Cengiz, ordusunu çeşitli kısımlara ayırarak, Mâveraünnehr'in müstahkem mevkilerini tek tek ele geçirdi. Mukavemet gösteren kaleler korkunç bir katliama uğruyordu. Bu suretle muhtelif küçük şehirlerden başka, Buhara ve Semerkand gibi, büyük kaleler de ele geçirildi. Mâveraünnehr'in kuzeybatısındaki Otrar, Sığnak, Barçlıg-Kend, Cend, Benaket ve Hocend gibi şehirler de Cengiz'in orduları tarafından zapt edildi. Moğol orduları çok sayıda günahsız insanın kanını döktü ve büyük zulümler yaptı.59

Maveraünnehir'in en kuvvetli müdafaa merkezi olan Semerkand'ın zaptından sonra, Cengiz ordusunu tekrar bölüklere ayırarak, Harezmşahlar'a bağlı çeşitli şehirlerin zaptına gönderdi. Belh'te bulunan Alâaddin, Irak 'a, oğlu Rükneddîn'in yanına, gitmek ve Moğollar'ın takibatından kurtulmak niyeti ile, oradan Tuş 'a kaçtı. Fakat Moğullar, her tarafta zaferler kazanarak, sür'atle ilerliyorlardı. Harezmşah, Nişâbur ve Bîstam yolu ile Rey 'e gelerek, Hemedan civarında Ferrezin kalesinde, 30.000 kişilik bir ordu ile, kendini bekleyen Rükneddîn'e katıldı. Morali tamamen bozulmuş olan hükümdar mantıklı bir karar verebilecek durumda değildi. Rey'e kadar ilerleyen Moğol kuvvetlerinin kendisini şiddetle takip etmeleri, onu büsbütün panik yapmaya sevkediyordu. Devletâbâd civarındaki savaşta Moğollar'ın elinden güçlükle kurtulan Alâaddîn, Mâzenderan yolu ile, Abiskûn'da küçük bir adaya sığındı ve bir az sonra hastalanarak öldü (1220). Alâaddin, ölümünden bir az evvel, Mâzenderan'da İlal kalesine kapanmış olan annesi Terken Hatun ile ailesinden bazılarının Moğollar tarafından, esir edildiği haberini de almıştı.

Harezmşah Celâleddîn Mengübirdi (1220-1231)

Alâaddîn, daha Moğol istilâsından evvel, annesi Terken Hatun'un ve onun nüfuzu altındaki Türk kumandanlarının baskısı ile, küçük oğlu Uzlug'u, "Ebû'1 -Muzaffer Kutbüddin" lâkabı ile, veliaht tayin etmişti. Çünkü Uzlug'un annesi Terken Hatun ile aynı kabîleden idi ve Terken Hatun, Celâleddin'e karşı, büyük bir nefret besliyordu. Ancak Alâaddin'in, Abiskûn'da ölümünden bir az önce, Celâleddin'i veliaht tayin ederek, orada hazır bulunan diğer iki şehzadeye de ağabeylerine tâbi olmalarını emretti. Babalarının ölümünden sonra, henüz Moğollar'ın eline düşmemiş olan Harezm'e dönen Celâleddin kendi veliahtlığını tanımak istemeyen bazı nüfuzlu Türk kumandanlarının suikast niyetlerinin ve Moğollar'ın da yaklaştıklarını haber alınca, kendisine sadık bir avuç insan ile, Horasan'a kaçtı. Daha sonra diğer iki kardeşi, yani Uzlug Şah ve Ak-Şah da Horasan'a geldiler. Harezm'de toplanmış olan 90.000 kişilik ve genellikle Kanglı-Kıpçak Türklerinden oluşan savunma kuvveti, Humar-Tigin adlı bir kumandanın sultanlığını ilân ederek, müdafaaya hazırlandı. O devrin en kalabalık ve mamur şehirlerinden olan Harezmşahlar Devleti'nin merkezi Gürgenç dört aylık uzun bir kuşatmadan sonra, Moğollar'ın eline geçti (1221). Böylece Harezmşahlar Devleti tarih sahnesinden silinmiş oldu. Son Harezmşah, Celâleddin bu devleti yeniden ihya edebilmek için Moğollar'a karşı amansız bir mücadeleye girişti. Gürgenç'in Moğollar'ın eline geçmesinden sonra Nişâbur'a gelen Celâleddin, emîrlere ve sınır beylerine haber göndererek Moğollar'a karşı girişeceği mücadelede kendisine yardım etmelerini istedi. Fakat Moğollar'ın yaklaşması üzerine Zevzen yakınındaki Kahire kalesine gitti. Kalede bulunan hazinedeki para ve mücevherâtı emrindeki adamlarına dağıttıktan sonra Gazne'ye geldi (Mart 1221). Celâleddin burada büyük bir sevinçle karşılandı. Bundan sonra Cengiz'in kumandanları Tekecük ve Molghor'u bozguna uğrattı.

Cengiz Han bu mağlubiyet haberini alınca Şiki Kutugu Noyan kumandasında bir orduyu Celâleddin'in üzerine gönderdi. İki taraf arasında yapılan savaştan galip çıkan yine Celâleddin Harezmşah oldu. Ancak savaşta elde edilen ganimetlerin bölüşülmesi sırasında Celâleddin'in kumandanları arasında anlaşmazlık çıkması ve bunu haber alan Cengiz Han'ın çok kalabalık bir ordu ile Celâleddin'in üzerine gelmesi nedeniyle Celâleddin Harezmşah Sind nehrini geçip Hindistan'a sığınmaya çalıştı. Fakat Cengiz Han, o nehri geçmeden ona yetişti ve Harezmşahın ordusunu çember içine aldı (26 Kasım 1221). Celâleddin askerinin azlığına bakmadan cesur bir şekilde Moğol ordusunun merkezine saldırdı ve onları dağıttı. Harezmşah, savaşı tam kazanmak üzereyken Cengiz Han'ın ihtiyatta bekleyen 10.000 kişilik kuvveti savaşa girince Celâleddin'in kazanmak üzere olduğu zafer birden Moğollar lehine döndü. Celâleddin, durumun kötüye gittiği farkeder farketmez hemen annesini ve haremini teşkil eden kadınları savaş alanından uzaklaştırdı. Bir müddet sonra da kendisi de askeriyle beraber savaş alanını terketti. Cengiz Han onu ele geçirmek için Çağatay kumandasındaki bir orduyu Hindistan'a gönderdi. Ancak Çağatay, Celâleddin'i ele geçirmeye muvaffak olamadı.

Celâleddin Harezmşah, Hindistan'da Rana Şatra kumandasındaki bir Hint ordusunun saldırısına uğradı. Celâleddin onları mağlup etti ve kumandanları Rana Şatra da savaş esnasında öldürüldü. Celâleddin, Hintliler'e ait teçhizât ve silahları ele geçirdi. Bundan sonra Debdaba Usakun hâkimi Kabaca'nın kızı ile siyasî bir evlilik yaptı. Delhi Hükümdarı Şemseddin İltutmuş'a bir elçi göndererek kendisine uygun bir arazi istedi. Şemseddin de Celâleddin'in şöhret ve nüfuzundan çekindiği için ona cevaben, kendisine uygun bir yer bulacağını söyledi. Bundan sonra Kokar bölgesine yönelen Celâleddin, bölgenin hâkimi Rai Kokar Sangin'e bir elçi gönderdi ve ondan kızını istedi. Rai bu isteği kabul etti ve oğlunu da büyük bir orduyla Celâleddin'e gönderdi. Celâleddin, Rai'nin oğluna "Kutluğ Han" lâkabını verdi. Fakat bir süre sonra Şemseddin, Kabaca ve onların müttefiki olan Hint hâkimleri Harezmliler'e karşı harekete geçti. Bu tehlikeli gelişme karşısında Celâleddin, Cihan Pehlivan'ı kendi yerine nâib tayin ederek 1224 yılı başlarında Hindistan'dan ayrıldı. Cihan Pehlivan ise birkaç yıl Hindistan'da kalarak Şemseddin İltutmuş ile mücadele etti. Ancak sonunda onunla başa çıkamayarak bölgeyi terketti ve Irak-Acem'e geldi (1230/1231).

Celâleddin Kirman'a gelince buranın hâkimi Barak Hâcib ona itaat arzetti. Bu sırada Celâleddin'in kardeşi Gıyâseddin Pirşah Azerbaycan, Arrân ve Irak-ı Acem'de, Salgurlular'dan Sa'd b. Zengî de Fars bölgesinde hüküm sürmekte idi. Celâleddin, Sa'd b. Zengî ile siyasî münasebetlere girişti ve onun kızı ile evlendi. Kardeşi Gıyâseddin Pirşah'ı bertaraf etmek için süratle harakete geçti ve onu Akuta denilen yerde mağlubiyete uğrattı. Gıyâseddin ağabeyinin yanına gelerek ona itaat arzetti. Celâleddin burada yapılan bir törenle Harezmşahlar'ın yeni sultanı olarak tahta oturdu. Bütün İran'ı itaat altına alan Celâleddin, Azerbaycan'ı devletine katmak gayesiyle hareket geçti ve Meraga'yı teslim aldı. Sonra Tebriz üzerine yürüdü ve 1225 Temmuz'unda şehri zaptetti. Böylece Azerbaycan'ı ilhak eden sultan Gürcistan seferine çıktı. Celâleddin Gürcistan'da iken Tebriz reisi Nizâmeddîn ve kardeşi Şemseddîn Tuğrâî isyan ettiler. Bunu haber alan sultan derhal Tebriz'e döndü ve Nizâmeddîn'i öldürttü. Bundan sonra Horasan veziri Orhan'ı ordu ile Gence'ye yolladı. Orhan, Gence, Beylekan, Berdea, Şenkûr ve Şîz'i zaptetti. Arran nâibi Cemâleddin Kummî'nin itaat arzetmesi ile Arran'da ele geçirilmiş oldu. Celâleddin Arran ve Azerbaycan'ı topraklarına katıp Tebriz'i başşehir yaptıktan sonra Gürcistan Krallığı'na karşı harekete geçti. Önce diplomatik yollara başvurdu, Gürcüler'e elçi göndererek müzakerelere girişti. Fakat Gürcüler Celâleddin'in tekliflerini reddettiler ve Kerbî'de yapılan savaşta büyük yenilgiye uğradılar (Ağustos 1225). Celâleddin 1226 yılı başında tekrar Gürcistan'a yöneldi. Tiflis'i kuşatarak ele geçirdi. Daha sonra Kirman'a gitti ve dönüşünde Ağustos 1227 tarihinde Ani'yi kuşattı. Ordusunun bir kısmı da Kars'ı kuşattı. Kars kuşatmasından herhangi bir sonuç alınamadı. Celâleddin Harezmşah, 1229 yılında Lori şehrini zaptetti. Kısa bir süre sonra da Gürcüler'in Ermeni, Alan, Sabir, Lâz ve Kıpçaklar'dan oluşan 40.000 kişilik bir ordu hazırlattığını haber aldı. Her iki ordu Betak Gölü civarında karşı karşıya geldiler. Kıpçaklar Gürcüler'i terkettiler. Yapılan savaşta Celâleddin Gürcüler'i ağır bir hezimete uğrattı.

Celâleddin 1224'te Abbasî halifesi Nâsır Lidinillâh'ın hâkimiyeti altında bulunan Hûzistan'a gitti ve kışı orada geçirdi. Halifelik arazisine karşı genel bir saldırıya geçmeye kararlı görünen Celâleddin bir öncü birliği yolladı. Bu birlik halifenin kuvvetlerini bozguna uğrattı. Harezmşah, Ziyâülmülk'ü halifeye elçi olarak gönderdi. Elçi halifeden Harezmşahlar'a yardımcı olmasını istediyse de Celâleddin'in niyetini bilen halife bunu reddetti. Bunun üzerine Celâleddin hareket geçerek Tuster şehrini kuşattı. Sonra Basra şehrini de kuşattı, ancak ele geçiremedi. Bağdat yakınlarındaki DakNk#'yı ele geçirdikten sonra Bevâzic şehrini teslim aldı. Bu sırada halife Celâleddin'i Irak'tan atmak için Kuş Timur kumandasında 20.000 kişilik bir ordu hazırlattı. Sonra yapılan savaşta Celâleddin, Kuş Timur'u mağlup ederek Bağdat civarına kadar takip etti.

Bu sıralarda Artukoğulları Selçuklu tâbiiyetinden çıkarak Mısır Eyyûbî hükümdarına bağlanmışlardı. Meyyâfârıkîn (Silvân) hâkimi el-Melikü'l-Eşref Musâ'nın da Selçuklular ile münasebeti bozulmuştu. Bununla beraber I. Alâaddin Keykubâd, Celâleddin Harezmşah'ın Türkiye Selçuklu Devleti için bir tehlike olduğunu görüyor ve Eyyûbîler ile dostça ilişkiler kurmaya çalışıyordu. 1225 Temmuz'unda Azerbaycan'ın önemli şehirlerinden Meraga'yı zapteden Celâleddin ile I. Alâaddin Keykubâd Moğol tehlikesine karşı dostane münasebetler kurmak için gayret sarfettiler ve bu konuda birbirlerine mektup gönderdiler. Celâleddin 1226'daki Gürcistan seferinden sonra ganimetleri Ahlat civarında Hâcib Ali tarafından elinden alınınca Ahlat'ı kuşattı fakat başarılı olamayınca Tuğtab'a geri döndü. Burada iken I. Alâaddin Keykubâd ile münasebetleri gerginleşti. Alâaddin onun Moğollar'a karşı koyamayacağını anlayınca çekingen bir politika takip etmeye başladı. Bunun üzerine Celâleddin Türkiye Selçuklu Devleti'ni ortadan kaldırıp Anadolu'yu ele geçirmek maksadıyla önce Ahlat'ı zaptetti (Nisan 1230). Buna karşılık Alâaddin de Celâleddin'e Tiflis'in fethinden vazgeçmesini ve Moğollar ile anlaşmasını tavsiye eden bir mektup gönderdi. Böyle yapmadığı takdirde ona karşı cephe alacağını bildirdi. Celâleddin bu tavsiyelere kulak asmayarak Alâaddin'in elçisini de alıkoydu. Öte yandan Alâaddin Keykubâd Eyyûbîler ile anlaşarak Celâleddin'i Doğu Anadolu'dan çıkarmaya karar verdi.

Alâaddin ve el-Melikü'l-Eşref'in kendisine karşı hazırlık yaptığını öğrenen Celâleddin, Erzurum'dan Sivas'a doğru yola çıktı. İki ordu Yassıçimen denilen yerde karşılaştı. Şiddetli mücadele sürerken Celâleddin Selçuklu ordusunun sayıca üstünlüğünden dolayı savaş alanını terketti. Sonuçta Harezmliler büyük kayıplar verdiler. Celâleddin'in değerli eşyası ile hazinesi de Selçuklular'ın eline geçti (Ağustos 1230). Celâleddin, Moğollar'ın kendisini takibe çıktıklarını duyunca Gence'ye gitti. Ancak orada kalmayı uygun bulmalarak el-Cezîre bölgesine inmeye karar verdi.

Aras, Eleşkirt, Malazgirt, Hani yolunu takip ederek Amid önüne geldi (1231). Moğollar ise Bargiri-Ahlat yolundan inerek bir gece sabaha karşı Dicle köprüsü kenarında Celâleddin'e baskın yaptılar. Celâleddin'in bütün maiyeti öldürüldü veya dağıtıldı. Kendisi de Meyyâfârıkîn tarafına kaçtı. Onun nasıl ve ne şekilde öldüğü konusu pek açık olmamakla birlikte, bir rivâyete göre Moğol süvarileri tarafından takip edilirken tırmandığı sarp dağda eşkıya ile karşılaştı ve onlar tarafından öldürüldü. Başka bir rivayete göre ise, Celâleddin Amid dağlarına vardığı zaman geceyi geçirmek için çadır kurdu. Eşkıyâdan bir grup onu farkederek ve kim olduğunu bilmeden elbiselerini çalmak amacıyla Celâleddin'i göğsünden bıçaklayarak öldürdüler.60 Buna rağmen halk arasında Celâleddin'in ölmediğine ve yaşadığına inanıldı. Daha sonra onun hakkında birçok efsane yayıldı. Bu durum ise ölümünden yıllarca sonra bile Moğollar'ın endişe duymalarına sebep oldu. Celâleddin'in maiyetindeki emîrlerden bazıları Türkiye Selçuklu Devleti'nin hizmetine girmiş, geri kalanlar da Suriye ve el-Cezîre'ye dağılmışlardır.

Türk devletlerinin devamlılık ve bütünlük arzettiğine inanan Celâleddin Harezmşah, kendisini Büyük Selçuklular'ın mirasçısı kabul ediyordu. O Türk-İslâm tarihinin yetiştirdiği en cesur ve bahadır hükümdarlardan biriydi. Gürcüler'e ve Moğollar'a karşı yaptığı mücadele ile büyük bir şöhrete kavuştu ve İslâm dünyasında İslâmiyet'i savunan bir kahraman olarak tanındı. Ancak herşeye rağmen onun iyi bir savaş adamı olduğunu fakat buna karşılık izlediği siyasetin babasının takip ettiği siyasetten pek de geri kalır bir yanı olmadığını söyleyebiliriz. Şayet diğer İslâm devletleri ve ordularını yanına alabilseydi, buna ekleyeceği askerî dehâsıyla şüphesiz Moğollar karşısında büyük bir ihtimalle başarılı olabilecek ve atalarının devletini yeniden ihyâ edebilecekti. Fakat o yıkılan devletin farkında olamamış gibi çevredeki komşularına hâlâ büyük bir imparatorluğu idare eden hükümdar edasıyla davranması herkesi kendisine küstürmüştür.

Görüldüğü gibi Büyük Selçuklular'ın tarih sahnesinden çekilmesiyle yıldızı daha da parlayan ve bir anda İslâm dünyasının hâmisi konumuna gelen Harezmşahlar Devleti özellikle Alâaddin Tekiş'in çabaları sonucunda çok büyük bir devlet haline gelmiş onun yatırımlarını kullanan Alâaddin Muhammed ise, gereksiz bir kendini beğenmişlik ve kibirlenme duygusu ile herkesi kendine düşman etmiş ve gerçekte annesi Terken Hatun'un gölgesinde kalarak hiçbir zaman hükümdar olarak şahsiyetini bulamamıştır. Yine gereksiz kibiri yüzünden devleti Moğol Hakanı Cengiz Han'ın orduları ile karşı karşıya getirmiş ve savaştan kaçarak ailesini, halkını ve herşeyden çok sevdiği tahtını terketmiştir. Oysa bunları yapmadan önce devletin dizginlerini oğlu Celâleddin Harezmşah'a bıraksaydı, Moğollar'ın karşısına daha cesur bir şekilde çıkılacağından dolayı devletin kaderi olumlu yönde etkilenebilirdi.

Çünkü geç kalınmadan Celâleddin'e yetki verilseydi büyük bir ihtimalle devleti ve orduyu babasından çok daha iyi bir şekilde idare edebilirdi. Sonuçta bir anda parlayan ve yükselen Harezmşahlar Devleti yine aynı hızla bir anda yok olup gitmiştir.

Yorumlar (0)