Karahanlılar Tarihi / Prof. Dr. Reşat Genç



Karahanlılar Tarihi / Prof. Dr. Reşat Genç




Karahanlılar Devleti'ne adını vermiş olan sülâleye çeşitli adların verildiği bilinmektedir. Bu adların içinde en yaygın olanı "Karahanlılar"dır. Bu ad ile, Doğu ve Batı Türkistan'da, hüküm süren ilk Müslüman-Türk sülâlesinin (840-1212) kurduğu devlet ifade edilmektedir. Bu ad, özellikle tarihçi ve doğubilimci V. V. Grigorev'in 1874 yılında Maveraünnehir Karahanlıları hakkında yazmış olduğu makaleden itibaren yaygın bir ad haline gelmiştir. Karahanlılar deyimi bu sülâleye mensup hükümdarların unvanları arasında sık sık geçen Kara sözünden ileri gelmektedir. Gerçekten de bu sülâleye mensup meşhur hükümdarlardan bazılarının Kara Han, Kara Hakan, Arslan Kara Hakan, Tamgaç Buğra Kara Hakan gibi unvanlar kullandıkları bilinmektedir. İşte bu unvana bakarak, Grigorev tarafından bu devlete Karahanlılar Devleti adı verilmiştir. Söz konusu unvanlarda geçen Kara'nın anlamına gelince: O. Pritsak bunun eski Türklerde kuzey yönünü ifade eden Kara sözünden hareketle Türklerin hukukî rumuzunda büyüklük ve yükseklik ifade eden bir deyim haline geldiğini ve Kara Han'ın Büyük Baş anlamında kullanıldığını belirtir. Ayrıca Kara'nın kuvvet anlamına geldiği de belirtilmektedir. Aynı sıfatın Karahanlı hükümdarlarına unvan olarak verildiğini kaydeden Kaşgarlı Mahmud, onlara bu sıfatın verilişi ile ilgili bir hikayenin varlığına işaret etmiş ise de ne hikayeyi kaydetmiş ne de Kara'nın bu unvanlarda hangi anlamda kullanıldığını bildirmiştir.

Biz burada söz konusu devletin hükümdarlarına Kara unvanının verilmiş olması ile ilgili olarak iki hususa işaret etmek istiyoruz. İlk önce, aşağıda ifade edileceği gibi Karahanlılar Devleti'ni Yağma'lar kurmuştur. Kaşgarlı Mahmud ise Yağmalara "Kara Yağma" denildiğini kaydetmiştir. Acaba Kara sıfatı, Yağma'ların bu sıfatı ile ilgili olamaz mı? Diğer taraftan yine Kaşgarlı Mahmud, bu devletin hükümdarları tarafından kullanılmış olan "Kadır" sıfatının anlamını izah ederken Türklerin "Karakış" anlamında "Kadır Kış" sözünü kullandıklarını kaydetmektedir. O halde her iki kelime de (Kara ve Kadır) şiddetli, çetin, sert anlamlarına gelmektedir. Buradan alınarak, çetin, sert, zorlu, şiddetli tabiata sahip hükümdar anlamında "Kara Han" unvanının kullanılmış olması en kuvvetli ihtimal olarak görülmektedir. Nitekim günümüzde de "Gözü Kara" sözünün hemen hemen aynı anlamları ifade ettiği bilinmektedir.

Bu sülâle ve dolayısıyla kurdukları devlet için ilmî eserlerde kullanılan diğer bir ad ise İlek Hanlar deyimi olup, deyim de bu sülâleye mensup hükümdarların pek çoğu tarafından kullanılan "İlig" unvanının doğu bilimciler tarafından "İlek" şeklinde okunmuş olmasından kaynaklanmıştır. İlig unvanının kelime anlamına gelince: Bilindiği gibi Türkler il (el) kelimesini önce millet anlamında kullanmışlardır. Bugün kullandığımız "el mi yaman bey mi yaman?" ifadesindeki el de kelimenin bu anlamı ile ilgilidir. Daha sonra onların, bir milletin üzerinde yaşadığı toprağa da il dedikleri görülür. Bu suretle il=vatan, yurt, üIke anlamını kazanmıştır. Nihayet aynı kelimenin, belli bir toprak (yurt, vatan) üzerinde yaşayan milletin meydana getirdiği siyasî organizasyona da ad olduğu görülmektedir. Bu safhada il=devlet demek olmuştur. Netice itibariyle il+lig=ilig de, tıpkı Osmanlılar dönemindeki "Devletlü" deyimi gibi, "millete, ülkeye ve devlete sahip çıkan, onları koruyan" anlamını ifade etmiştir. Yani İlig=hükümdar demek olmuştur. Dolayısıyla, yukarıda işaret edildiği gibi Karahanlı hükümdarlarının pek çoğu, bu unvanı da kullanmışlardır ve Batılı tarihçiler de bu Türkçe unvanı ve anlamını bilmediklerinden bu unvanının Arap harfleri ile yazılış şekliyle "İlek" biçiminde okuduklarından, bu devlete İlek-Hanlar devleti gibi bir ad daha vermişlerdir.

Bu sülâle ve devlet için Karahanlılar ve İlek-Hanlar adları yaygınlaşmadan önce ise aynı devlet için Batılı tarihçilerce "Türkistan Uygur Hanları" adının kullanıldığı bilinmektedir. Buna uygun olarak özellikle devletin hâkimiyet sürdüğü ülkelerin adından dolayı Osmanlı tarihçilerinin ise bu sülâleye "Türkistan Hakanları" adını verdikleri görülmektedir.

Diğer taraftan aynı sülâle için Karahanlılar ile çağdaş İslâm kaynaklarında daha başka adların kullanıldığı da görülmektedir.

Bu cümleden olarak, yine bu sülâle hükümdarlarınca çok sık kullanılmış olan Han ve Hakan unvanları ile ilgili olarak el-Hâkâniyye, el-Hâniyye gibi adların, veya Mülûku'l-Hâkâniyye (Hakanlı Hükümdarları), Mülûku'l-Hâniyye (Han Hükümdarları), Evlâdü'l-Hâniyye (Han Oğulları) gibi adların verildiği de görülmektedir.

Ayrıca, çağdaşları olan tarihçiler gibi, Karahanlı hükümdarları da kendilerini Alp Er Tonga'nın neslinden kabul ettikleri için, bu Türk hükümdarının İranlıların Şehnamelerinde Afrâsiyâb olarak adlandırılmış olmasından dolayı bu sülâleye Âl-i Afrâsiyâb (Afrâsiyâb-oğulları) gibi bir ad verildiği de bilinmektedir. O. Pritsak, Alp Er Tonga adındaki Tonga sözünün Tamgaç adı ile ilgili olduğunu ileri sürmüşse de bu doğru değildir. Bu ad Türkçede yırtıcı hayvanlardan birinin adı olarak kullanılmış olup, bugünkü karşılığı muhtemelen Panter demektir. Dolayısıyla onlar nasıl Arslan adını hükümdar unvanlarında kullanmışlar ise tıpkı onun gibi Tonga adını da hükümdar unvanı ve hatta şahıs adı olarak kullanmış görülmektedirler.

B. Karahanlıların Kökeni

Bilindiği üzere Karahanlılar Devleti'nin başında, kendilerinin efsanevî destan kahramanı Alp Er Tonga'nın (Afrâsiyâb) soyundan geldiklerine inanılan bir aile bulunmuştur. Nitekim, bununla ilgili olarak bu aileye Âl-i Afrâsiyâb denildiğini de biliyoruz. Bu cümleden olarak, söz konusu devletin tarihinin ilk dönemleri hakkında kısa fakat doğru bilgiler vermiş olan Cemal Karşî, onların Afrâsiyâb neslinden olduklarını kaydettiği gibi, Kaşgarlı Mahmud da Han unvanı dolayısıyla da şu bilgiyi verir: "Han, Türklerin en büyük hükümdarıdır ve Afrâsiyâb oğullarına Han denilir. Afrâsiyâb Hakandır."

Ancak, Karahanlılar sülâlesinin kökeni hakkında mevcut kaynaklarda yer alan bilgilerin çok eksik olması, bu konuda değişik görüşlerin ileri sürülmesine sebep olmuştur. Konunun uzmanı olan ilim adamlarınca bu konuda ortaya konulmuş olan faraziyeleri şöyle sıralayabiliriz. 1 - Uygur faraziyesi, 2-Türkmen faraziyesi, 3- Yağma faraziyesi, 4- Karluk faraziyesi, 5- Karluk-Yağma faraziyesi, 6- Çigil faraziyesi, 7- T'u-chue (Tukyu-Göktürk) faraziyesi.

Bununla beraber, daha önce V. V. Barthold, V. Minorsky ve F. Sümer tarafından da işaret edildiği gibi, devleti kuranların Yağmalar olduğu hemen hemen kesinlik kazanmıştır. Zira, X. yüzyıl Coğrafya eserlerinden Hudûdu'l-Âlem'de kaydedildiğine göre Yağmalar, Uygurların bir kolu idi ve başlarında bulunan hükümdarlar da Uygur (Toguz-Guzz) hükümdar ailesindendi. Aynı kaynağa göre Kaşgar ve Artuç kasabaları da aynı dönemde Yağma'ların elinde bulunuyordu ki, Kaşgar'ın Karahanlıların ortaya çıkışı yıllarında bu devletin başlıca merkezlerinden olduğu ve Artuç'ta da Karahanlı hükümdar ailesinin mezarlığının bulunduğu malumdur. Yine aynı kaynakta Bulakların bir Yağma boyu olmakla birlikte, Uygıırlarla karışık bir halde bulundukları da kaydedilmiştir. Bunun gibi, Kaşgarlı Mahmud da Bulakların bir Yağma boyu olduğunu bildirmektedir. Diğer taraftan Mücmelü't-Tevarih ve'l-Kısas, Yağma hükümdarlarına Buğra Han denildiğini açıklıkla kaydeder ki, kanaatimize göre işte bu husus onların Karahanlılar Devleti'nin kurucuları olduklarını gösteren en kuvvetli delildir. Çünkü, tarih boyunca Karahanlılardan başka hiçbir Türk devletinde hükümdarların Buğra-Han unvanını kullandıkları görülmemektedir.

O halde, bunlara bakarak söylemek mümkündür ki, Uygurların bir kolu veya Uygurlara bağlı bir kavim olan Yağma'lar Uygur Devleti'nin yıkılması üzerine (840) batıya göç ederek Kaşgar bölgesine gelmişler, buraları Karluklardan alarak yurt edinmişlerdir. Daha sonra onlar İli vadisine de yayılmışlar ve dolayısıyla devletin öteki önemli merkez sahası olan Balasagun (Kuz-Ordu=Kuz Uluş) bölgesini de ellerine geçirmişlerdir. Onların hükümdarlarının kolaylıkla Han unvanını almış olmaları da şüphesiz Uygur hükümdar ailesi ile olan ilişkilerinden ileri gelmiştir. Buna karşılık, aynı devletin kurucuları olarak ileri sürülen Karlukların hükümdarları Yabgu unvanını taşımışlardı ve hatta Hudûdü'l-Âlem'e göre Karluk hükümdarları bu Yabgu unvanını eskiden kullanmışlardı. Dolayısıyla eserin yazıldığı yıllarda (982) artık bu unvanı da taşımıyorlardı. Buna paralel olarak Kaşgarlı Mahmud da XI. yüzyılda Karluk büyüklerine verilen unvanlar olarak "Çuğlan", "Sagun" ve "Köl İrkin"i gösterir ki, bu mütevazı unvanlar şüphesiz onların siyasî varlıklarını iyice yitirmiş bulunmaları ile ilgilidir.

Öte yandan Karahanlıların Yağmalar yolu ile Uygurlara bağlı bulunmalarının daha başka tarihî izleri de mevcuttur. Bu cümleden olarak Yusuf Has Hâcib'in hükümdara hitabederken, eski Uygur hükümdar unvanlarından birini kullanarak "ay ıduk kut" demesi de tamamen bununla ilgilidir. Yine bununla ilgili olarak Yusuf, eserinin bir yerinde hükümdara, "ey Müslüman" anlamında, "ey çomak" diye hitabediyor ki çomak'ın, Budist Uygurlar tarafından Müslüman anlamında kullanılan bir deyim olduğu Kaşgarlı vasıtasıyla bilinmektedir.

C. Karahanlılar Tarihinin İlk Dönemleri

840 yılında Ötüken'deki Uygurlar Devleti'nin Kırgızlar tarafından yıkılmasından sonraki Orta Asya Türk tarihinin seyri hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Bu yüzden de Karahanlılar Devleti'nin tarih sahnesine çıkışı konusu bugüne kadar gereği gibi aydınlatılmayan bir konu olarak kalmaktadır

Malûm olduğu üzere eskiden beri Yukarı Yenisey bölgesinde yaşayan Kırgızlar 840 yılında Uygurlar üzerine yürüyerek, kağanın oturduğu Orhun kıyısındaki Ordu Balık'ı yıktılar. Uygur kağanı öldürüldü. Bunun üzerine hükûmet merkezine yakın yerlerde yaşayan 13 Uygur boyu Çin sınırına doğru kaçtı. Bu 13 boy bir taraftan Çinlilerin bir taraftan da Kırgızların ardı kesilmeyen saldırılarına uğrayarak dağıldılar. Onların mühim bir kısmı Çin hâkimiyetine girdi, bir kısmını da Kırgızlar tutsak aldı.

Uygurların, 15 boydan oluşan bir kümesi ise, batıya doğru kaçmıştı. Bunlar 766'dan beri İli ve Çu havzalarını ellerinde bulunduran Karluklara sığınmak istiyorlardı. Anlaşıldığına göre batıya kaçan bu Uygurlar da iki kısma ayrıldılar. Bir kısmı Tibet üzerinden Kansu'ya geçti ve burada 1020'lerdeki Tangut hâkimiyetine kadar süren küçük bir krallık kurdu. Daha kalabalık olduğu anlaşılan öteki kısma gelince, bunlar Tanrı Dağları bölgesinde yurt tutup, 848 yılından önce Mong-li adlı başbuğlarını Kağan ilân ettiler. Daha sonra ise 866'dan itibaren onların bütün Beş-Balık bölgesinin hâkimleri durumuna geldiklerini görüyoruz. Bu suretle Moğol istilâsına kadar devam edecek bir başka Uygur devleti de kurulmuş oluyordu ki, biz bunları genellikle Beş-Balık Uygurları olarak tanımaktayız.

Bilindiği gibi, X. yüzyıl İslâm coğrafyacıları hem Ötüken hem de Beş Balık Uygurlarından hep Toguz-Guzz (Dokuz Oğuz) olarak söz etmişlerdir. Zira, öyle anlaşılıyor ki bu coğrafyacılar 848 yılında Orhun'daki Uygur devletinin yıkılışı olayından haberdar olamamışlar ve X. yüzyılda da Uygurları eskisi gibi Türk kavimlerinin en kuvvetlisi olarak vasıflamışlardır.1

Uygurların yanında Göktürk İmparatorluğu'nun yıkılışı olayına katıldıktan sonra, Uygurlar ile hâkimiyet mücadelesine giren ve bu mücadeleyi kaybeden Karluklar ise batıya yönelerek Batı Türklerinin, bir başka söyleyiş ile On-Okların ülkesini ellerine geçirdiler. Böylece Göktürkler devrinde üç boy halinde (Üç Karluk) Urungu-Zaysan-Ala Göl üçgeni arasında yaşayan Karluklar, 766'dan itibaren On-Oklar yurdunun sahipleri haline geldiler. 840 yılında Ötüken'deki Uygur Devleti yıkıldığı zaman onlar Isık-Göl'ün güneyi ile İsficab'dan Çu ve İli havzalarına kadar olan geniş sahayı ellerinde bulunduruyorlardı.

İşte bu durumu göz önünde bulunduran bazı tarihçiler, Uygur Devleti'nin yıkılması üzerine Karluk Yabgusunun kendisini bozkırlar hâkiminin (Uygur kağanının) kanunî halefi ilân ederek Karahanlılar devletini kurduğunu beyan etmişlerdir.2 Ancak, Karlukların böyle bir siyasî varlık göstermiş olmaları şüphelidir. Zira bilebildiğimiz kadarıyla onlar bu bölgede dağınık ve tesirsiz bir hayat yaşadılar. Hatta bu yüzden Samanlı hükümdarı İsmail b. Ahmed 893'te Talas'a kadar uzanan bir sefer yapmış; oradaki büyük kiliseyi camiye çevirdikten sonra, Karluk Yabgusunun hatunu da dahil olmak üzere 15000 tutsak ile geri dönmüştü. Öte yandan bu gevşek ve dağınık yaşayışın tabiî bir sonucu olarak, Karluk boyları olarak tanıdığımız Çiğil ve Tuhsılar muhtemelen daha IX. yüzyıldan itibaren ana kümeden kopup müstakil birer Türk kavmi sayılacak kadar önem kazanmışlar ve X. yüzyıla ait başlıca eserlerde de öyle yer almışlardır.3

Eğer iddia edildiği gibi 840 yılında Karluklar Karahanlılar Devleti gibi kuvvetli bir siyasî yapı meydana getirebilselerdi, Samanîler karşısında bu kadar tesirsiz kalmayacakları gibi, bu Türk elini meydana getiren boylar da aynı siyasî çatı altında varlıklarını devam ettirebileceklerdi.

Öte yandan, X. yüzyıl coğrafya eserlerinden bazılarında Karlukların başbuğlarının eskiden Yabgu unvanını taşıdıkları belirtildiği gibi, XI. yüzyılın ikinci yarısı ortalarında yazmış olan Kaşgarlı Mahmud da bu Türk Eli'nin büyüklerinin ancak Çuglan, Sagun ve Köl İrkin (Kül Erkin) gibi unvanlar taşıdıklarını beyan etmektedir.4 Yani Karlukların başında bulunan hükümdarların Kağan, Hakan veya Han gibi unvanlar taşıdıklarına dair herhangi bir kaynağa sahip bulunmuyoruz. Bu durumda da devletin kurucularının Karluklar olduğu şeklindeki görüşü kolayca kabul etmek mümkün değildir.

Biz, aşağıda "Hükümdar ve Ailesi" kısmında daha etraflı bir şekilde belirtmeye çalıştığımız gibi, devleti kuranların Karluklar değil Yağmalar olduğu kanaatindeyiz. Zira Hudûdü'l-Âlem'de Yağmaların Toguz-Guzzlardan olduğu ve başlarında bulunan hükümdarların da Toguz-Guzz (=Uygur, belki de Göktürk) hükümdar ailesinden oldukları belirtildiği gibi, Mücmelü't-Tevârih ve' Kısas'ta da Yağmaların başında bulunan hükümdarların "Buğra Han" unvanını taşıdıkları açıkça kaydedilmiştir. Bu husus, bazı araştırmacılarca Karahanlı hükümdar ailesinin Aşina ailesinden oldukları tarzındaki tespitlerine aykırı olmadığı gibi, onların neden Hakan ve Han unvanlarını kullanarak hâkimiyetlerinin pek çok Türk eli tarafından kolayca kabul edildiğini de izaha yeter sanırız.

Öyle anlaşılıyor ki 840 yılında Ötüken'deki Uygur devleti yıkıldıktan sonra, Uygurlara bağlı bir kavim olan ve Uygur hükümdar ailesinden başbuğların idaresinde bulunan5 Yağmalar, batıya doğru çekilerek Kaşgar yöresine gelmiş ve bazı yerleri Karlıklardan alarak hâkim olmuşlardır. Bu bölgede yaşayan Karlukların hiç değilse bir kısmının daha bu ilk fetih sırasında onların hâkimiyeti altına girdikleri de anlaşılıyor. Bu durum X. yüzyıl coğrafyacılarının Yağmaları Kaşgar ile onun kuzeybatısındaki yörelerin hâkimleri olarak göstermeleri ve yine Hudûdu'l-Âlem'in Kaşgar'dan söz ederken bu şehrin hâkimlerinin Karluklardan veya Yağmalardan olduğunu ifade eden kaydı ile de teyid edilmektedir.

Daha sonra Yağmalar Çu ve bilhassa İli vadilerine de hâkim oldular. Nitekim Kaşgarlı Mahmud XI. yüzyılın ikinci yarısında onlardan önemli bir kısmının İli boylarında, bir kısmının da Tıraz (Talas=Taraz) yakınlarında yaşadığını belirtmiştir.6 Öyle anlaşılıyor ki Yağmaların bu bölgeye yayılması, adı geçen yerlerin Karahanlı hâkimiyetine girişi ile paralel bir şekilde olmuştur. Mamafih daha bu bölgelerin ele geçirilişinden itibaren özellikle Çu boyundaki Balasagun'un7 önem kazandığı ve ilk fetihten itibaren uzun süre devletin (Kaşgar'la birlikte) en önemli merkezi olarak kaldığı anlaşılmaktadır.

Karahanlı ailesinin tesbit edilebilen ilk hükümdarı Bilge Kül8 Kadır Han'dır. Ancak onun saltanatı zamanı hakkında olduğu kadar faaliyetleri hakkında da hiçbir bilgimiz yoktur. Cemal Karşî'ye göre onun zamanında Türk ülkelerinden Şaş (Taşkent) bölgesi İslâmiyet'i kabul etmiş idi. Bilge Kül Kadır Han'ın iki oğlunu tanıyoruz. Bazîr Arslan Han ve Oğulcak Kadır Han. Başta Pritsak olmak üzere bazı yazarlar, bu iki oğuldan Bazîr Arslan Han'ın Balasagun'da (Büyük Kağan sıfatıyla) ve Oğulcak Kadır Han'ında (Ortak kağan olarak) Tıraz ve bilahare Kaşgar'da hüküm sürdüklerini ifade etmişlerse de9 şimdiki bilgilerimize güre bunu böyle kabul etmeğe imkân yoktur. Zira, her şeyden önce Karahanlılarda "ortak kağanlık" diye bir şey olmadığı gibi, X. yüzyılın birinci yarısı sonlarına kadar (942'ler) Karahanlı hanedanının Balasagun ile ilgisine dair hiçbir kesin delile de sahip değiliz. Gerek bu aileye ait en eski bilgileri bize veren Cemal Karşî'nin gerekse Satuk Buğra Han Menkıbesi'nin devamlı surette Kaşgar'dan bahsetmesi ailenin asıl yurdunun bu bölge olduğunun bir başka delilidir ki, onların aile mezarlığı da bu şehirde bulunuyordu.10

Oğulcak Kadır Han zamanında yeğeni Satuk'un (Satuk Buğra Kara Han b. Bazîr Han) Karahanlılara sığınmış Ebû Nasr adlı Samanlı şehzadesi veya İslâm sûfî vaizleri ile karşılaşması onun İslâm dinini benimsemesi ile neticelenmiş, amcasına karşı giriştiği taht mücadelesini kazandıktan sonra da hâkim olduğu bölgelerde İslâmiyet'i resmen ilân etmiştir. Kaynağın "el-mücahid", "el-gâzî"11 olarak bahsedişine bakılırsa, yeni dini yaymak için onun gayrı-müslim Türklerle epeyce mücadele etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ancak onun İslâmiyet'i, kabulü tarihi hakkında da kesin bilgimiz yoktur. Grenard, onun 900 veya 910'da doğmuş olacağını ifade eder ki, doğru olmalıdır. Yine onun, Satuk'un unvanları arasında "İlig"e de yer vermiş olması Karahanlı hükümdarlarının daha başlangıçta bu unvanı kullanmış olmaları bakımından kayda değer.12 Menkıbenin verdiği 333 (944/45)13 yaklaşık olarak onun İslâmiyeti kabul edişi veya hâkimiyeti ele geçirişi tarihi olarak kabul edilirse, gayrı-müslim Türklere karşı mücadelesinin de bu yıllarda başladığını kabul etmemiz gerekir.14

Belki de bu mücadeleler sırasında ona karşı direnen aynı hanedan idaresindeki gayrı-müslim Türkler 942'de Balasagıın'u ele geçirmişlerdir. Bu tarih her halde hanedanın bir kolunun Çu ve Talas vadilerine hâkim olduğu yılı göstermelidir,15 Gerçekten de Karahanlı hükümdarlarının adı ile bağlı olarak bu şehirden ancak bu tarihten sonraki döneme ait kaynaklarımızda bazı kayıtlar yer almaktadır. Cemal Karşî'ye göre Satuk Buğra Han 344 (955/56) yılında ölmüştür. Onun Müslüman adının Abdülkerim olduğu malumdur. İşaret edildiği üzere 942'de gayrı-müslim Türklerin eline geçen Balasagun bölgesinin bundan bir müddet sonra Satuk Buğra tarafından zaptedildiği ve bu mücadeleler esnasında kendisinin Müslüman gönüllülerinin de desteğini gördüğü anlaşılmaktadır.16

Satuk Buğra Han'dan sonra yerine oğlu Musa Tonga İlig17 geçmiştir. Onun çok kısa sürdüğü anlaşılan saltanatından sonra hükümdar olan öteki oğlu Baytaş Arslan Han (Süleyman),18 gayrı-müslim muhaliflerine karşı mücadele etmiş ve bütün Karahanlı Devleti'ni İslam dairesi içine sokmayı başarmıştır. Gerçekten de İslam tarihçileri 349 (960) yılında 200.000 çadırlık bir Türk topluluğunun Müslüman olduğunu bildirirler ki, bunların Karahanlı Devleti'nin hâkim bulunduğu bölgelerde yaşayan Yağma, Karluk, Çiğil ve Tuhsı gibi Türk kavimleri olduğundan şüphe yoktur.19 Bu hadise herhalde Baytaş Arslan Han Süleyman'ın faaliyetleri ile ilgili olmalıdır.

Baytaş'ın yerine geçen oğlu Ebû'l-Hasan Ali (Arslan Han b. Baytaş)20 388 yılı Muharrem sonlarında (Kasım 998) ölmüştür. Zamanı hakkında fazla bilgimiz yoktur. Kaynağımızın ondan "el-harîk" ve "eş-şehîd" sıfatları ile bahsedişine bakılırsa onun da babası gibi yeni dini yaymak için savaşlar yaptığı ve bunların birinde ve yanarak şehit düşmüş olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan sikkelerden anlaşıldığına göre, Fergana bölgesinin Samanîlerden alınması da onun zamanında olmalıdır.21

Ebû'l-Hasan Ali Arslan Han zamanında, devletin batı kısmını22 idare etmekte olduğu anlaşılan kardeşi23 Kılıç Buğra Han Harun (Ebû Musa el-Hasan b. Baytaş Süleyman) ile birlikte Karahanlı tarihinin az çok iyi bilinen dönemi başlamaktadır. Onun daha çok batı ile meşgul olarak Samanîlere karşı harekete geçtiğini ve önemli başarılar elde ettiğini görüyoruz. Gerçekten de o, Samanî beylerinin de muvafakati ile 990'da İsficab'ı zaptetmiş ve 992 başlarında da Semerkand'ı aldıktan sonra Samanîlerin başkenti Buhara'ya girmiştir. Onun bu hareketinde Samanîlerin Horasan valisi Ebû Ali Simcurî'nin rolü olduğunu ve ikisinin Ceyhun sınır olmak üzere Samanî devletini bölüşmek hususunda anlaştıklarını biliyoruz. Ancak Buğra Han Harun burada uzun süre kalamadı. Hastalığı sebebiyle şehri terk etti ve Kaşgar'a dönerken Koçkar-Başı'nda öldü.24 Onun Şihabü'd-devle ve Zahîrü'd-da'va gibi İslâmî bir lakab da taşıdığını biliyoruz. Mamafih, el-Bîrûnî'ye göre25 bu lakab halîfe tarafından verilmiş olmayıp, unvanlarına kendisi tarafından eklenmiştir.

Anlaşıldığına göre onun ölümünden sonra devletin batı kısmını idare ve Samanîlere karşı mücadeleyi devam ettirme işi, Ali Arslan Han'ın oğullarından Nasr b. Ali'ye kalmıştır. Bu durumda Nasr b. Ali'nin (İlig Han) 998'e kadar babası adına, ondan sonra da kardeşi Ebû Nasr Ahmet b. Ali (Togan Han-998-1016/7) adına batıda hükûmet ettiği anlaşılıyor. O, Karahanlı hükümdarları içinde Abbasî halîfesini ilk tanıyan olarak bilinir ki, bundan böyle onların sikkelerinde dönemin hâkimiyet anlayışının bir gereği olarak Abbasî halîfelerinin adları yer almaktadır.

Büyük Kağan Ebû Nasr Ahmet b. Ali'nin doğudaki faaliyetleri hakkında fazla bilgimiz yoktur. Ancak kardeşi İlig Nasr'ın batıdaki faaliyetlerini oldukça ayrıntılı bir şekilde takip edebiliyoruz.

İlk önceleri Fergana taraflarının idarecisi olarak gördüğümüz İ1ig Nasr'ın (ölm. 996-1012/3) daha sonra Özkend'de oturduğu anlaşılıyor. O, Samanî Devleti'ndeki karışıklıklardan faydalanma yoluna gitmiş ve bu bakımdan adı geçen devletin en yüksek makamlarında bulunan Faik, Ebû Ali Simcurî ve Sebüktekin arasındaki mücadeleyi fırsat olarak değerlendirmiştir. Bu cümleden olarak İlig Nasr 996 yılında Faik'in teşviki ile bu devlete ait topraklara hücum etti. Ancak, Gazne hâkimi Sebük-tekin'in aracılığı ile bir anlaşmaya varıldı. Buna göre Katvan Çölü'ne kadar Sir Derya sahası Karahanlılara terk edilecek ve Faik de Semerkand valisi olacaktı. Ancak anlaşma uzun sürmedi ve İlig Nasr 997'de Buhara üzerine yürüdü. Bu girişim Faik'in iki taraflı hareketi yüzünden başarıya ulaşamadı ise de, 999 yılı sonlarında giriştiği yeni bir teşebbüsü başarılı oldu. Ciddî bir mukavemet görmeden Buhara'ya girdi.

İlig Nasr Maveraünnehir'deki Samanlı hâkimiyetine tamamen bir son vermek niyetinde idi. Bu yüzden hanedan mensuplarının hepsini Özkend'e götürerek orada hapsetti. Ancak bunlardan Nuh b. Mansur'un oğullarından Ebû İbrahim İsmail, hapis bulunduğu yerden kaçarak Harezm'e gitti ve etrafına bir hayli adam topladı. Niyeti hanedanını yeniden dirilterek Samanlı topraklarına hâkim olmak idi. Gerçekten hareketinin başlangıcında oldukça başarılı da oldu. Hâcibi Arslan Balu'yu26 Buhara üzerine gönderen Ebû İbrahim, Arslan Balu'nun Karahanlı kumandanlarına karşı kazandığı önemli başarılar üzerine Buhara'ya geldi ve hükümdarlık tahtına oturdu. Hükümdarlık unvanı olarak da Muntasır adını aldı. Ancak İ1ig Han'ın harekete geçmesi üzerine Buhara'yı terk etmek zorunda kaldı. Horasan'da yenilgiler ile sonuçlanan bazı savaşlar yaptıktan sonra, 1001 yılında yardımlarını elde etmek için Oğuzların yanına gitti. Oğuz Yabgusu (İsrail b. Selçuk=Arslan Yabgu) onunla dünürlük kurdu ve yardım vadetti. Ancak bu yardıma rağmen Muntansır'ın başarıları devamlı olmadı ve 1004 yılında öldürüldü.27 Mamafih o, gerek Karahanlılara gerek Gaznelilere öyle güçlükler çıkarmıştı ki, ölümü üzerine her iki tarafın da büyük bir gaileden kurtuldukları muhakkaktır.

Bu suretle bütün Maveraünnehir'in tek hâkimi haline gelen İlig Han, 1001'de henüz Muntansır gailesinin devam ettiği bir sırada, yaptığı bir anlaşma ile Gaznelilere bıraktığı Horasan'ı da ülkesine katmaya karar vermişti. Bu yüzden, Sultan Mahmud'un Hindistan'da seferde bulunmasından faydalanarak 1006 yılında Horasan üzerine iki ordu gönderdi. Bunlardan biri Sü-Başı Tegin kumandasında Nişabur ve Tus, ikincisi de kardeşi Ca'fer Tegin kumandasında Belh üzerine yürüdü. Ancak bu ordular Hind'den sür'atle dönen Mahmud ile kardeşi ve Horasan hâkimi Nasr tarafından yenilgiye uğratıldılar.28 Fakat İ1ig Nasr'ın bu yenilgiye rağmen Horasan'dan vazgeçmediğini görüyoruz. O, bu defa Hotan hâkimi bulunan Yusuf Kadır Han'dan yardım ister. Kadır Han yardıma gelirse de 1008'de Belh yakınlarında yapılan savaşta birleşik Karahanlı kuvvetleri de Sultan Mahmud'un fillerle takviye edilmiş kuvvetleri karşısında duramayarak dağılır. Görünüşe göre bu sefer, Karahanlılar tarafından Horasan'ı ele geçirmek için yapılan son büyük teşebbüs olmuştur.

Öyle anlaşılıyor ki Gazneliler karşısında uğranılan bu son yenilgi Karahanlı ailesi arasında birtakım huzursuzluklara sebep olmuştur. Bu cümleden olarak İlig Han'ın, belki de Gaznelilere karşı kendisine yardım etmeyen ağabeyi ve büyük hakan Togan Han'a (Ahmed b. Ali) karşı istiklal davasına girdiğini görüyoruz. Bu durumda, devleti Kaşgar'dan idare etmekte olan Togan Han da, İlig'e karşı Sultan Mahmud ile bir anlaşma yapar. Bunun üzerine İlig Nasr'ın 1011/12 kışıda Kaşgar üzerine düzenlediği sefer, karın yürüyüşe imkân vermemesi sebebiyle sonuçsuz kalmış, bu defa iki kardeş, aralarındaki anlaşmazlığı halletmesi için Gazneli Mahmud'a başvurmuşlardır. Sultan Mahmud'un aracılığı ile aralarında barış sağlandı ise de çok geçmeden Maveraünnehir'in ikinci ve gerçek fatihi olan Nasr b. Ali İlig Han 1012/13 yılında öldü.

Maveraünnehir'de İlig Han'ın yerine kardeşi Mansur (Arslan İlig) geçti ve kısa zamanda hanedanın en meşhur hükümdarlarından biri haline geldi. Anlaşıldığına göre o, Togan Han Ahmed'in hastalığından da faydalanarak hâkimiyetini Talas, Şaş, Tünhas, Binhas, Fergana, Özkend, Hocend, Uşrusana ve Buhara'da tanıtmış idi. Diğer kardeşi Muhammed b. Ali de onun hâkimiyetini tanıyordu.

Kaşgar hükümdarı Togan Han Ahmed, bu iki kardeşe karşı harekete geçti. Hotan hâkimi Yusuf Kadır Han ve Ali Tegin de onunla birlikte idi. Mücadelenin kesin sonucu hakkında bilgimiz yok ise de Ali Tegin'in Arslan İlig Mansur eline tutsak düştüğüne bakılırsa29 Ahmet Han'ın başarılı olamadığı anlaşılır. Daha İlig Han zamanından beri Sultan Mahmud ile müttefik bulunan ve onunla iyi ilişkilerini sürdüren Ahmed, hayatının sonlarında, içlerinde muhtemelen Kıtayların da bulunduğu 100.000 çadırdan fazla gayrimüslim göçebelere karşı mücadele etmek zorunda kaldı. O, Balasagıın'a 8 günlük mesafeye kadar yaklaşmış bulunan bu göçebelere karşı kazandığı büyük zaferden sonra onları üç ay müddetle takip etmiş ve bu seferden dönüşünden kısa bir müddet sonra da ölmüştür (1017/18).30 Sikkelere bakılırsa onun 1014/15'ten itibaren, Hotan'dan başka Yarkend ve Kaşgr'ı da Yusuf Kadır Han'a bırakmış olması ve hayatının son zamanlarında sadece Balasagun bölgesinin hâkimi olarak kalmış bulunmasının da ihtimalden uzak olmadığı görülür.31

Togan Han Ahmed'den sonra, hanedan içinde en kuvvetli durumda olarak kardeşi Mansur kalmıştı. Ancak Yusuf Kadır Han onun hâkimiyetini tanımayarak taht üzerinde hak iddiasına girişti. Bu maksatla Sultan Mahmud ile de ittifak etti. Sultan Mahmud ona yardım maksadıyla Maveraünnehir'e girdi ise de, anlaşılmayan bir şekilde geri döndü. Ondan umduğu yardımı göremeyen Yusuf Kadır Han, Mahmud'a ait toprakları zaptetmek üzere, Mansur ile anlaştı. Müttefik Karahanlı orduları Horasan'a bir sefer yaptılar ise de Belh civarında Sultan Mahmud karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar (1019/20). Panik içinde Maveraünnehir'e dönen Karahanlı ordusundan pek çok asker Ceyhun'u geçerken suda boğuldu. Öyle ki, zaferden birkaç gün sonra Harezmşah Altun Taş'tan bir tebrikname alan Sultan Mahmud, zaferin ne çabuk Harezm'de öğrenildiğini sormuş ve "Ceyhun'un Harezm'e kadar taşıdığı Türk (Karahanlı) külahlarından öğrendik" cevabını almıştı.32 Bunun üzerine Kadır Han ile Sultan Mahmud bir görüşme yaparak anlaştılar.

Bu sıralarda Arslan İlig Mansur b. Ali'nin elinden kurtulmayı başardığı anlaşılan Ali Tegin, (1020/21)'de Buhara'ya hâkim oldu. Ali Tegin ile Selçuklu Arslan Yabgu arasında kuvvetli bir ittifakın kurulduğu ve Buhara'nın da muhtemelen Selçukluların yardımı ile ele geçirildiği anlaşılıyor. Bundan bir müddet sonra da Karahanlıların büyük kağanı Mansur hükümdarlıktan vazgeçerek (1024/25), yerini Yusuf Kadır Han'a bıraktı. Daha önce Hotan hâkimi olarak gördüğümüz Yusuf Kadır Han'ın bir ara Buhara'yı son zamanlarda da Mansur b. Ali adına Semerkand'ı idare ettiği anlaşılmaktadır. Mansur'un kardeşi Muhammed b. Ali İlig'in, onun tahttan ayrılışından bir süre önce Ali Tegin ve Arslan Yabgu kuvvetleri karşısında bir yenilgiye uğradığını biliyorsak da daha sonra ne olduğu ve ağabeyinin neden tahtı kendisine bırakmadığı konusunda herhangi bir şey bilmiyoruz. Mamafih bu sıralarda o da ölmüş olabilir.

Yusuf Kadır Han'a karşı kardeşleri Ahmed ile Ali Tegin cephe aldılar.33 Ahmed kendisini büyük kağan ilân ederek Balasagun, Hocend ve Fergana'ya hâkim oldu. Bundan dolayı Yusuf Kadır Han da Gazneli Mahmud ile eski ittifakını yeniledi. Zira Mahmud da, topraklarına sık sık tecavüzlerde bulunduğu için, Ali Tegin'in komşuluğundan memnun değildi. Bunu üzerine, Kaşgar'dan gelen Yusuf Kadır ile Sultan Mahmud 1025 yılında Semerkand'da buluşarak meseleleri aralarında görüştüler. Buna göre Ali Tegin gailesinden başka Arslan Yabgu meselesi de halledilecekti. Ayrıca iki hanedan arasında akrabalık kurulması da kararlaştırılmıştı. Bu iki büyük hükümdarın bölgeye gelişi üzerine Ali Tegin bozkırlara kaçmış, Arslan Yabgu da Sultan Mahmud tarafından hile ile yakalanarak bertaraf edilmişti. Mamafih Mahmud'un Ali Tegin'i tamamen ortadan kaldırarak Yusuf Kadır'a bütün Türkistan'ın yegane hâkimi olmak imkânı vermemek için Ali Tegin meselesi üzerine fazla varmadığı da bir gerçektir.34 Çünkü, Mahmud'un ayrılmasından sonra Ali Tegin'in tekrar Buhara ve Semerkand'a hâkim olduğunu görüyoruz.

Daha sonraki yıllarda Ali Tegin bağımsız konumunu korurken, Yusuf Kadır Han'ın hâkimiyetini daha da yaygınlaştırdığına tanık oluyoruz. O ve oğulları önce Özkend'i, sonra da Balasagun'u ele geçirmeyi başardılar (1026/27). Gazneliler ile ilişkilere gelince, 1030'da Sultan Mahmud'un ölümünden sonra pek olumlu cereyan etmediği anlaşılıyor. Sultan Mes'ud tahta çıkışını bildirmek ve iki hanedan arasında yeni bir akrabalık kurulması amacıyla 1031 yılında Karahanlı sarayına bir elçilik heyeti gönderdi ise de, büyük kağanlık konusunda Gaznelilerin tutumundan dolayı hâlâ kırgın bulunan Yusuf Kadır Han Kaşgar'da bu heyeti iyi karşılamadı. Fakat, 1032 yılında Yusuf Kadır Han da öldü. Onun Kaşgar'da hakanlar mezarlığına gömüldüğü bilinmektedir.

Bu suretle onun idaresi altında bulunan yerler, oğullarından Süleyman Arslan Han ile Muhammed Buğra Han'ın eline geçmiş oluyordu. Bunlar zamanında Gazneliler ile aradaki bazı küçük pürüzlerin giderildiğini ve iki taraf arasında anlaşma sağlandığını görüyoruz. Ancak, daha sonraki yıllarda meydana gelen bazı siyasî olaylar, Karahanlılar Devleti'nin biri doğu öteki de batı olmak üzere iki ayrı devlet haline gelmesine yol açtı ki, şimdi kısaca buna da işaret edelim.

Sultan Mes'ud Gazneli tahtını ele geçirmeden önce kardeşi Muhammed'e karşı Ali Tegin'den yardım istemiş ve buna karşılık Hııttal'ı ona vadetmişti. Ancak tahtı elde ettikten sonra bu sözünde durmadığı gibi, Ali Tegin'e karşı Yusuf Kadır Han'ın oğullarından Muhammed Buğra Han'ın Maveraünnehir'e hâkim olması için çalışmaya başladı. Bu durum Ali Tegin ile Gaznelilerin arasını açtı. Gaznelilerin ona karşı Harezmşah Altuntaş'ı kışkırtmaları bir netice vermedi (1032). İki yıl sonra ise bu defa Ali Tegin Harezmşah (Harun) ile anlaştı. Amaçları Gazneli topraklarına birlikte saldırmaktı. Ancak 426 (1034/35) yılı kışında Ali Tegin öldü. Yerine küçük yaştaki iki oğlundan Yusuf geçti ve Harezmşah Harun ile birlikte Çağaniyan'ı zaptederek Tirmiz'i kuşattı. Ne var ki, çok geçmeden Harun da öldü (1035). Yusuf yalnız kalmıştı. Ayrıca sadık müttefikleri olan Selçukluların darıltılıp, Buhara civarından ayrılmalarına sebep olunması da onun kuvvetinin büyük ölçüde azalmasına yol açmıştı. Diğer taraftan İlig Han'ın iki oğlu Muhammed ile İbrahim (önceleri Böri Tegin (sonradan Tamgaç Buğra Kara Han),35 herhalde Ali Tegin'in ölümünden sonra güç kazanarak bölgede varlıklarını hissettirmeye başlamışlar ve bu da Yusuf'u zor durumda bırakmıştı. Gerçekten Muhammed b. İlig Nasr'ın 1036/37'den itibaren Özkend'de oldukça kuvvetli bir duruma gelmiş olduğu anlaşılıyor. Çaresiz kalan Yusuf Sultan Mes'ud'a başvurmak zorunda kaldı. O, bu müracaatında Huttal'dan vazgeçtiğini bildiriyor ve Süleyman Arslan Han ile barışmaları için ondan aracılık yapmasını istiyordu.

Buna rağmen Ali Tegin oğullan için iyi bir sonuç elde edilemedi. Zira İbrahim b. Nasr onların elinde bulunan Kiş, Soğd ve Bııhara'yı birer birer ele geçirdi. Ali Tegin oğulları, Yusuf Kadır Han'ın oğullarının yanına kaçtılar. Bu durumda İlig Nasr'ın oğullan Maveraünnehir'in tamamı dahil devletin batı kısmının hâkimleri haline geldiler.

Bununla birlikte 1041/42'lerde hâlâ Muhammed Buğra Han'ın büyük kağan sıfatıyla bütün Karahanlılar Devleti'nin yegane hâkimi konumunu koruduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bu tarihlerden itibaren devletin batı kısmı ile ilişkileri giderek bozulacaktır. Nihayet, İlig Nasr'ın oğullarının 1046/47'den itibaren Maveraünnehir'de tamamen müstakil bir devlet kurduklarını görüyoruz.36 Bu yıllardan itibaren İlig Nasr'ın oğullarının kendilerini Yusuf Kadır Han oğullarından tamamen ayırdıkları ve doğu batı olmak üzere iki ayrı Karahanlı Devleti'nin meydana geldiği anlaşılıyor.

Batı Hanlığı Maveraünnehir ile Hocend'e kadar Fergana'ya sahipti. Devlet merkezi önceleri Özkend, sonra da Semerkand oldu. Doğu Hanlığı'nın hudutları içinde ise, Balasagun, Talas, İsficab, Şaş, Doğu Fergana, Kaşgar, Yarkend ve Hotan bölgeleri yer alıyordu. Devletin merkezi ise genellikle Balasagun ve Kaşgar olmuştu.

1. Batı Karahanlılar Devleti

Devletin ikiye ayrılmasından sonra, merkez Özkend olmak üzere batıda hâkimiyetin I. Muhammed b. Nasr'ın elinde olduğu ve asıl kuvvet sahibi bulunan I. İbrahim b. Nasr'ın onun adına Semerkand'da Maveraünnehir'i idare ettiği anlaşılıyor. Muhammed'in ölümünden sonra (1052/3?) ise İbrahim (Tamgaç Buğra Kara Hakan Ebû İshak İbrahim b. Nasr), devletin tek hâkimi haline geldi. O Özkend'e gitmedi ve bu suretle devletin merkezi Semerkand oldu. Kendisi Karahanlı hükümdarlarının en meşhurlarındandır. Bu itibarla kendisinden uzun zaman "Büyük Tamgaç Han"37 olarak söz edildiğini biliyoruz. Özellikle Avfî, onu ideal bir hükümdar olarak nitelendirmiştir. Gerçekten o, âdil bir hükümdar idi. Memleketinde dirlik ve düzenliği, fiyatlarda da istikrarı sağlamış, halk refah ve huzura kavuşturulmuştu. Onun şeyhlere ve âlimlere büyük ilgi gösterdiğini ve fakihlerin fikrini almadan yeni vergiler koymayacak kadar iyi bir hükümdar olduğunu da biliyoruz. İbrahim Tamgaç Han'ın Semerkand'da yaptırdığı medrese ve hastahane de meşhur olup, bu vesileyle kendisi imar faaliyetleri hakkında oldukça bilgi sahibi olabildiğimiz ilk Karahanlı hükümdarı durumundadır.38

Tamgaç Han İbrahim Doğu Karahanlılarından Şaş, İlâk, Tünhas ve Fergana'nın bazı kısımlarını almıştır. Ancak hayatının son zamanlarında Selçukluların nasıl hızla yükseldiklerine şahit olduğu gibi, onların kendi topraklarına giriştiği saldırılarla da karşılaştı. Gerçekten Alp Arslan, uzun süre İbrahim'in elinde bulunmuş olan Huttal ve Çağaniyan'ı aldığı gibi, Selçuklu kuvvetleri asıl Karahanlı sahasına da akınlar yapmaya başlamıştı. İbrahim daha 1061'de Bağdat'a bir elçilik heyeti göndererek bu akınlardan şikayet etmiş ve halîfeden duruma müdahale etmesini istemişti. Ancak halîfe ona lakap ve hil'at göndermekten başka bir şey yapamamıştı.

Tamgaç Han İbrahim'in, felç gelmesi üzerine hâkimiyetini daha sağlığında oğlu Nasr'a (Şemsü'l-Mülk Ebû'l-Hasan II. Nasr b. İbrahim) bıraktığı anlaşılıyor. Fakat öteki oğlu Şuayb (veya Şuays) ki, o zamana kadar Şaş ve Tünhas valisi olduğu anlaşılıyor, bu duruma itiraz ile isyan etti. Ancak babalarının daha sağlığında yapılan mücadele, Şemsü'l-Mülk lehine sonuçlandı.

Selçuklulara karşı savaşlar ise Şemsü'l-Mülk zamanında da (1066-1080) devam etti. 1072 sonbaharında Sultan Alp Arslan Maveraünnehir'i ele geçirmek amacıyla 200 bin kişiden oluştuğu belirtilen bir ordu ile harekete geçti. Ancak onun, Ceyhun ötesi kalelerinden birinin kumandanı olup, Sultanın huzuruna tutsak olarak getirilen Yusufü'l-Harezmî tarafından yaralanarak 3-4 gün sonra da ölmesi üzerine39 bu sefer sonuçsuz kaldı. Alp Arslan'ın ölümü ile meydana gelen durumdan faydalanmak isteyen Şemsü'l-Mülk, derhal harekete geçerek Tirmiz'i aldı (Aralık 1072) ve yağmaladı. Daha sonra, Belh valisi bulunan Alp Arslan'ın oğlu Ayaz'ın o sıralarda Curcan'a gitmiş olmasından faydalanarak Belh üzerine yürüdü. Şehri ele geçiren Han, burada da halkın mallarını yağmaladıktan sonra Tirmiz'e döndü. Ancak Belh'te bıraktığı kuvvetler ile şehrin başıbozuk kuvvetleri arasında çarpışmalar başlaması üzerine geri gelerek şehrin yıkılmasını emretti. Ancak, şehir ileri gelenlerinin af dilemeleri üzerine şehir affedildi ise de, orada hutbeyi kendi adına okutmaktan başka, yıllık vergi kesmiş ve bir hayli mal daha yağmalatmıştı. 1073 başlarında geri dönerek Belh'ı ele geçirmeyi başaran Ayaz, Tirmiz'i de almak istemiş fakat başarılı olamamıştır. Tirmiz önlerinde yenilen Ayaz'ın askerlerinden bir kısmı öldürülmüş fakat çoğu da Ceyhun'da boğulmuşlardır. Kendisinin çok az bir kuvvetle kaçmayı başardığı anlaşılıyor.40

Babasının ölümünden sonra ortaya çıkan güçlükleri ortadan kaldıran Melikşah, 1074'te Karahanlılara karşılık vermek üzere harekete geçti. İlk önce Şemsü'1-Mülk'ün adını bilmediğimiz bir kardeşi tarafından müdafaa edilen Tirmiz'i kuşattı. Uzun süre dayanamayacaklarını anlayan savunma kuvvetleri aman dilediler. Şehri ele geçiren Sultan, teslim olan Han'ın kardeşini serbest bıraktı. Şehirde gerekenlerin yapılmasını Emîr Savtekin'e havale ettikten sonra Semerkand üzerine yürüdü. Amacı Şemsü'l-Mülk ile hesaplaşmak idi. Ancak Selçuklu öncü kuvvetleri Semerkand civarında göründüğü zaman, mukavemet edemeyeceğini anlayan Şemsü'l-Mülk, Selçuklu veziri Nizâmü'l-Mülk'ün aracılığı ile af dileyip barış istedi. Sultan onu da affederek yerinde bıraktı.

Şemsü'l-Mülk de babası gibi âdil bir hükümdar olarak şöhret bulmuştu. O, bugünkü bilgilerimize göre Karahanlı hükümdarları içinde imar faaliyetlerine en çok önem vereni olarak karşımıza çıkar. Onun en meşhur eserlerinden biri, Harceng köyü yakınında 1078/9'da yaptırdığı Rıbat-ı Melik'tir. Bir başka Rıbatı da Semerkand'dan Hocend'e giden yol üzerindeki Ak-Kütel'de idi ki, kendisinin de burada gömülmüş bulunduğu anlaşılmaktadır.41 Ayrıca Buhara yanındaki Şemsabad da onun eserlerinden olduğu gibi42 aynı şehirdeki mescid-i camî'nin yeniden yapılması da onun zamanında olmuş idi.43

Şemsü'l-Mülk'e kardeşi Ebû Şuca Hızır b. İbrahim halef oldu. Ancak onun ölüm tarihini bilemediğimiz gibi, zamanındaki olaylar hakkında da fazla bilgi yoktur. Nizamî-i Aruzî'ye göre devlet onun zamanındaki en ihtişamlı dönemini yaşamıştır. Ona göre Han, âdil, akıllı ve siyaset oyunlarını iyi bilen bir hükümdardı. Onun özellikle şairlerin en büyük koruyucusu olduğu, onlara bir defada 1000 dinara kadar varan ihsanlarda bulunduğu ve ihtişama düşkünlüğünden alay gösterilerine çıktığı zaman atının önünden, öteki silahlarının yanı sıra 700 altın ve gümüş gürz taşıttığı da aynı kaynak tarafından belirtilmektedir.44

Hızır Han'ın yerine oğlu Ahmed geçti (1081-1088; 1090-1095). Henüz çok küçük yaşta tahta oturduğu anlaşılan Ahmed'in idareyi bilmeyişi yüzünden özellikle ulema ile ihtilafa düştüğünü görüyoruz. Bu bakımdan o Sultan Melikşah'a şikayet edildi. Anlaşıldığına göre bir taraftan da halka kötü muamelede bulunuyor ve tebaasının servetini gasp ediyordu.

Özellikle, zenginliğinden dolayı Ahmed Han'ın mallarını gasp edeceğinden korkan Şafîî fakihlerinden Ebû Tahir b. Alek İsfahan'a giderek vaziyeti anlatmış ve Melik Şah'ı bu ülkenin fethine teşvik etmişti.

Melikşah, bu yoldaki şikayet ve teşviklerin de etkisi ile 1088/89 başlarında Ceyhun'u geçerek Buhara önlerine geldi. Şehri kuşattı ve zaptetti. Buradan Semerkand'a yürüdü. Şehrin kuşatılması sırasında bir burç kumandanının ihaneti yüzünden Semerkand da çabucak düştü. Ahmed Han yakalandı ve İsfahan'a gönderildi. Melikşah Semerkand'da bir naib bırakarak Özkend'e kadar ilerledi. Bu sırada Talas, İsfıcab ve Balasagun hâkimleri Sultan'a tâbi oldukları gibi, Kaşgar Han'ı Buğra Kara Hakan el-Hasan b. Süleyman da hutbeyi Melikşah adına okutmak ve sikkede de onun adını yazdırmak üzere tabiyyete alındı. Böylece, Ahmed Han'ın tutsak alınmasından sonra devletin batı kısmı bir süre için de olsa doğrudan Büyük Selçuklu Devleti'ne bağlandığı gibi, doğu kısmı da tabiyyet altına alınmış oluyordu.

Fakat, bir yıl kadar sonra Melikşah ikinci bir Maveraünnehir seferine çıkmak zorunda kaldı. Zira, Semerkand naibi ile Karahanlı ordusunda önemli bir varlığı olan Çigil askerlerinin reisi45 Aynü'd-devle arasında anlaşmazlık çıkmış ve naib Ebû Tahir Harezm'e kaçmıştı. Aynü'd-devle Kaşgar hanının kardeşi ve Atbaşı şehrinin hâkimi Yakub Tegin'i Semerkand'a davet etti. Yakub, işe Aynü'd-devle'yi öldürmekle başladı ve bu yüzden Çiğillerin düşmanlığını kazandı.46 Sultan Melikşah duruma müdahale etmek amacıyla Buhara'ya geldiğinde Yakub Tegin Fergana üzerinden kendi vilayeti olan Atbaşı'ya kaçtı. Sultan Semerkand'ı tekrar zaptetti. Yakub Tegin'i ise takibe adamlar memur ettiği gibi, tâbii Kaşgar hanına da onun derhal yakalanarak huzura yollanmasını bildirdi. Kendisi de herhalde olayları daha yakından takip edebilmek için yeniden Özkend'e vardı.

Semerkand'dan kaçışı sırasında kuvvetleri dağılmış bulunan Yakub, kardeşi Kaşgar hanı Hasan b. Süleyman'a sığınmağa mecbur oldu. Han, oğlunun kumandasındaki bir kıt'a askerin muhafazasında Yakub'u Sultan'a teslim edilmek üzere yolladı. Ancak bu sırada Kaşgar'ın saldırıya uğradığı ve Kaşan kalesi hâkimi Yınaloğlu Tuğrul'un47 Kaşgar hanını esir ederek ülkesine döndüğü duyuldu. Bu haber üzerine kardeşinin saltanatının nasıl olsa yıkıldığını söyleyen Yakub bol vaadlerle muhafızlarının elinden kurtulmayı başardı. Melikşah bir ara bizzat Tuğrul'un üzerine yürümeyi düşündü ise de, bazı düşüncelerle bu fikirden vazgeçti ve Tuğrul'a karşı mukabil bir kuvvet bulundurmak amacı ile Yakub ile anlaşmaya karar verdi. Yakub'un Doğu Karahanlı Devleti'ne hükümdar yapılması ile, Tuğrul'un saldırıları da önlenmiş olacaktı.48

Sultan Melikşah'ın, tutsak aldığı Batı Karahanlı hükümdarı Ahmed Han'ı bir süre sonra kendisine tâbi kalmak şartı ile tahtına iade ettiğini biliyoruz. Böylece bir süre Sultan'ın naib veya valileri tarafından idare edilen Batı Karahanlıları sahası da tâbi bir devlet durumuna getirilmiş oluyordu. Bu iadenin ne zaman yapıldığı hususunda kaynaklarımız çelişkili bilgiler veriyorlarsa da, bunun Sultan'ın ikinci Maveraü'n-nehir seferinden sonra olduğu anlaşılmaktadır. Zira, Doğu Karahanlılarından gelebilecek saldırılara karşı az önce söylediğimiz tedbiri alırken, aynı amaçla Batı Karahanlı Devleti'nin, tâbilik statüsü içinde varlığını korumasında fayda görmüş olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, eğer Melikşah Ahmed Han'ı birinci seferden hemen sonra tahtına iade etmiş olsa idi, Semerkand'da bir naib bırakması pek düşünülemeyeceği gibi, aynı şekilde ikinci defa Semerkand'ı zaptedip, Özkend'e doğru yola çıkarken şehirde vali olarak kimseyi bırakmaması gerekirdi.49

Tahtına iade edilen Ahmed Han bir süre sonra ulema ile yeniden ihtilafa düştü. O, zındıklıkla itham ediliyordu. Nihayet askerleri ve halkın ileri gelenleri tarafından esir edildi. Alenî bir muhakemede ithamları reddetmesine rağmen, isnad edilen suç varit görülerek idam edildi (1095).

Daha sonra yerine âsîler tarafından Rükneddin Kılıç Tamgaç Han I. Mes'ud b. Muhammed'in geçirildiği anlaşılıyorsa da, onun kısa sürdüğü anlaşılan (1095-1097) saltanat devri hakkında hemen hiçbir bilgimiz yoktur.

Bundan sonra Sultan Berkyaruk tarafından Batı Karahanlıları tahtına, birbiri arkasından üç hükümdar çıkarıldığı anlaşılıyor.50 Bunlardan ilki tahta çıkarıldığı yıl içinde (1097) öldüğü anlaşılan Süleyman Tegin olup, kendisi Davud Güç Tegin'in oğlu ve Tamgaç Han İbrahim'in de torunu idi. İkincisi ise kaynağın Mahmud Tegin olarak kaydettiği Ebu'l-Kasım I. Mahmud Han (1097-1099)'dır. Berkyaruk tarafından tahta çıkarılan üçüncü şahıs ise, Bundarî'de Harun Tegin olarak kaydedilmiştir. Pritsak bu Harun Tegin'in XII. yüzyılın hemen başlarında Maveraünnehir'i istila ettiği bilinen Doğu Karahanlılardan Kadır Han Cibrail b. Ömer ile aynı şahıs olabileceğini ifade etmişse de, bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Zira, İbnü'1-Esîr aynı şahsı Togan Han b. Karahan olarak kaydetmektedir.51

Sözü edilen Kadır Han Cibrail sadece Maveraünnehir'i istilâ etmekle kalmamış, Melikşah'ın oğulları arasında baş gösteren mücadelelerden de istifade ederek, 1102 yılında Selçuklu topraklarına girmiş ve Tirmiz'i ele geçirmeğe muvaffak olmuştu. Ancak, aynı yılın Haziranı'nda Sancar tarafından Tirmiz civarında yenilerek öldürüldü. Böylece Maveraünnehir artık tamamen Sancarın müdahalesine uygun bir duruma gelmişti. Sancar, Cebrail'in istilâsı sırasında Horasan'a kaçmış bulunan yeğeni Muhammed Tegin'i (Arslan Han II. Muhammed b. Süleyman, 1102-1130) Batı Karahanlıları hükümdarı olarak Semerkand'da tahta çıkardı.52 Muhammed Arslan Han saltanatının ilk yıllarında öteki taht iddiacılarına karşı yerini ancak Sancar'ın müdahaleleri ile koruyabildi. Kendisinin bilhassa Buhara'yı fevkalade imar ettiğini, 12 bin kişiden meydana gelmiş olduğu anlaşılan hassa (memlûk) ordusu ile muhtemelen gayri müslim Kıpçaklara karşı savaşlar yaptığını53 ve bu yüzden de "gâzî" sıfatıyla anıldığını biliyoruz. Bütün bunlara rağmen Batı Karahanlı Devleti artık iyiden iyiye Selçuklu tâbiiyyetine girmiş bulunuyordu. Bu cümleden olarak onun sikkelerinde Sancar'ın adı görüldüğü gibi, Sancar da kendisinden "naibimiz ve hudud memurumuz" olarak söz ediyordu.54

Muhammed Arslan Han b. Süleyman ömrünün son yıllarında felce uğramış olduğundan oğulları, Nasr ve Ahmed'i devlet işlerinin yürütülmesi ile görevlendirmişti. Bu sıralarda onun, muhtemelen daha bağımsız bir politika takibine meyletmesi yüzünden Sultan Sancar ile aralarının açıldığı anlaşılıyor. Nitekim Sultan Sancar Semerkand'ı zaptederek devlet hazinesine elkoydu ve Muhammed Arslan Han'ı da esir etti (1130), Muhammed Arslan Han 1132'de Merv şehrinde öldü. Oğlu II. Ahmed Han'ın bir müddet için Sancar'ın hâkimiyetini kabul etmeyerek bağımsız hareket ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim İbnü'l-Esîr de ondan bu münasebetle "Sahibü Maveraünnehir Ahmed Han" olarak bahsetmektedir. Pritsak, Ahmed Han'ın "Kadır Han" unvanını taşımış olduğunu belirtirse de bu husus kesin değildir.

Diğer taraftan, daha Ahmed Han'ın sağlığında Sultan Sancar'ın, hanedanın bir başka koluna mensup bulunması kuvvede muhtemel bulunan ve kaynakta el-Hasan b. Ali olarak belirtilen Hasan Han'ı kendi adına hüküm sürmek üzere Batı Karahanlı tahtına çıkardığı anlaşılıyor. (1130-1132) Ancak, çok geçmeden bu Hasan Han'ın da ölmesi üzerine bu defa Sancar'ın, Muhammed Arslan Han'ın kardeşi İbrahim Han'ı tahta çıkardığını görüyoruz. Bu zatın Sultan Sancar'ın sarayında terbiye görmüş olmasından başka, hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır.

İbrahim Han'dan sonra, Muhammed Arslan Han'ın üçüncü oğlu Mahmud'un tahta çıkarıldığına şahit oluyoruz (1133-1141). Sancar'ın yeğeni olan Mahmud Han ona tam bağlı idi. Batı Karahanlı Devleti'ni özellikle dış müdahalelere karşı korumak hususunda Selçuklu politikasından asla ayrılmamış ve adeta Selçuklularla kader birliği yapmıştı. Maveraünnehir'in Kara Hıtaylar (Kıtaylar) tarafından istilası da onunu zamanında meydana gelmiştir. 1136 yılında onlarla savaşmak mecburiyetinde kalan Mahmud Han, savaşı kaybedince Semerkand'a kaçmıştır. Bir müddet sonra, bu defa Maveraünnehir'de yaşayan Karluklar ile arası açılan Mahmud Han, onlara karşı Sultan Sancar'dan yardım ister. Buna karşılık Karluklar da Orta Asya'nın yeni siyasî hâkimi durumuna gelmiş bulunan Kara Hıtay hükümdarını (bu hükümdarların hepsi Kür Han unvanı ile anılmaktadırlar) yardıma çağırırlar. Sonuçta Selçuklu-Karahanlı müttefik ordusu, aralarında Karlukların da bulunduğu Kara Hıtay ordusu ile Semerkand'ın doğusundaki Katvan bozkırında karşılaşırlar. Yapılan şiddetli bir savaş sonucunda yenilen Selçuklu-Karahanlı kuvvetleri, otuzbin kayıp vermiş, Sultan Sancar ile Mahmud Han Horasan'a kaçmaya mecbur olmuşlardır.

Bu galibiyet üzerine Kara Hıtaylar bütün Maveraünnehir'i istilâ ettiler. Ancak, mevcut Karahanlı idaresine de dokunmadılar. Ne var ki, Horasan'a kaçmış bulunan Mahmud'un yerine, kardeşi III. İbrahim'i "Tamgaç Buğra Han" unvanı ile Semerkand tahtına çıkardılar (1141-1156). O, uzunca bir zaman Kara Hıtayların himayesi altında Batı Karahanlı Devleti'ni idare etti. Ancak İbrahim Handa Karluklar ile mücadele etmek zorunda kalmış ve 1156 yılında Buhara yakınlarında Karluklarla yaptığı savaşta yenilerek öldürülmüştür.

İbrahim Han ile Batı Karahanlı tarihinde İ1ig Han oğulları kolu son bulmuş ve bu tarihten sonra hâkimiyet Ali Tegin ailesine geçmiştir. Gerçekten de İbrahim Han'dan sonra Batı Karahanlı tahtına Ali Tegin kolundan Ali Han'ın (Ali b. el-Hasan) oturduğunu görüyoruz. (1156-1160) Karlukların Maveraünnehir'den tamamı ile çıkarılması bunun zamanında olmuştur. O, önce Karlukların reisi Peygu (Yabgu) Han'ın öldürmüş ve onun oğullarını da ortadan kaldırmıştır. Daha sonra Kür Han'ın isteği üzerine Karlukları askerlik işlerinden uzaklaştırarak yerleşik hayat yaşamaya mecbur etmiştir. Bunun sonucunda Karluklar ile Karahanlılar arasında uzunca süren kanlı çarpışmalar meydana geldi. Sonuçta, 1158 tarihinde Buhara yakınlarında meydana gelen savaşta, Harezmşah İl Arslan'ında Karluklar ile birlik olmasına rağmen Ali Han galip geldi. Bu savaşta Kür Han'ın da teşviki sonucunda, Doğu Karahanlı hükümdarı II. İbrahim Han (İbrahim b. Ahmed) da Batı Karahanlılarına yardıma gelmiş ve sonuç olarak mağlup olan Karluklar Maveraünnehir'den tamamen çıkarılmışlardır.

Ali Han'ın 1160 yılında öldüğü anlaşılıyor. Yerine kardeşi II. Mesud Han (Ebu'l-Muzaffer Mesud b. el-Hasan) hükümdar olmuştur. Onun, "Kılıç Tamgaç Han" unvanı ile de bilindiği anlaşılmaktadır. Sindbaz-name'ye göre onun hükümdar olduğu sırada ülkede karışıkların hüküm sürdüğü, fakat kısa bir süre zarfında bu karışıklıklara son verdiği anlaşılıyor. Daha sonra Nahşeb, Kiş, Çağaniyan ve Tirmiz'de Karluklara karşı harekatta bulunmuş, bundan başka Oğuzlar ile de mücadele etmiştir. O, başta Buhara olmak üzere imar faaliyetleri yanında, sanat ve bilim koruyuculuğu ile de ünlüdür. Bu alimlerin en ünlüleri, Muhammed b. Ali Suzenî-i Semerkandî ile Muhammed b. Ali ez-Zahirî el-Katib es-Semerkandî'dir.

Tarih-i Buhara'nın kaydına göre Mesud Han'ın 1178 yılında öldüğü anlaşılıyor. Yerine yeğeni IV. İbrahim b. el-Hüseyin Han hükümdar olmuştur. Adına bastırılmış sikkelerden anlaşıldığına göre İbrahim, Arslan Han ve Küç (Güçlü) Arslan Han unvanlarını kullanmıştır. Zamanında bazı önemli bilimsel faaliyetlerin yapılmış olması bir yana bırakılırsa faaliyetleri hakkında hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Sikkelerinden anlaşıldığına göre 600 (1203-1204) yılında ölmüş olmalıdır. Gerçektende İbnü'1 -Esîr 1204 tarihinde Batı Karahanlıları tahtında hükümdar olarak onun oğlu Osman Han'ı göstermektedir. Osman Han, Batı Karahanlılarının son hükümdarıdır (1204-1212). Onun zamanı Harezmşahlar devletinin büyük bir siyasî güç olarak görüldüğü zamana rastlamış olup, bu yıllarda Tekiş oğlu Harezm-şah Muhammed bir taraftan İslâm dünyasında ve Batı Karahanlı sahasında öte yandan da o zamana kadar Kara Hıtayların hâkim bulundukları Orta Asya'da hâkimiyeti elde etmek için mücadeleye girişmiş bulunuyordu. Osman Han bu mücadele döneminde kendisinin iyi bir siyaset adamı olduğunu göstermek fırsatını da bulmuştur.

Bu cümleden olarak, başlangıçta henüz Kür Han'a (Kara Hıtaylara) bağlı bulunan Muhammed Harezmşah, Gurluları sindirmek üzere Kür Han tarafından gönderildiğinde, Osman Han' da Harezmşah'a yardım etmekle görevlendirilmişti. Fakat Osman Han, Kür Han'ın emrine rağmen, Müslüman Gurluların Kara Hıtayların hâkimiyeti altına düşmemeleri için bütün gayretini sarf etmiştir. Yine de Kür Han ile ilişkilerini devam ettirmiş ve hatta onun kızı ile evlenmek isteğinde bulunmuştur. Bu isteği reddedilince, bu kez Muhammed Harezmşah ile ittifak etmiş ve bu ittifak sonucunda birlikte, Kara Hıtaylar himayesinde bulunan Buhara'yı zaptetmiştir (1207). Daha sonra ise Kara Hıtaylara yenilmesine rağmen, yaptıkları affedilmiş ve daha önce reddedilen isteği kabul edilerek, Kür Han'ın kızı ile evlenmiştir (1210). Bunu takiben değişen siyasî şartlar onu yeniden Muhammed Harezmşah ile bir ittifak yapmaya mecbur etmiştir. Bu ittifak ile ilgili olarak o, bu defa da Harezmşah'ın kızı Han Melik (Melek?) ile evlenmiş ve o dönemlerde genellikle Türklerde adet olduğu üzere bir yıl kayın babasının evinde kalarak, ancak 1211 yılında ülkesine dönebilmiştir.

Fakat, ülkesine döndüğü zaman, Harezmşah'ın Semerkand naibinin keyfî hareketlerine şahit olunca. Kara Hıtayların son zamanlardaki durumunun hiç de iyi olmamasına rağmen yeniden Kür Han'a tabi olmaya karar vermiştir. Bu şekilde Harezmşahlar ile ilişkiler giderek daha da gerginleşmiştir. Sonuçta 1212 yılında Semerkand'da Harezmlilere karşı bir isyan patlak verir ve Osman Han'ın teşvikiyle şehirdeki bütün Harezmliler kılıçtan geçirilir. Bu haberin Harezm başkentinde duyulması üzerine Muhammed Harezmşah ordusu ile Semerkand'a gelmiş ve bir süre devam eden kuşatmadan sonra şehri zaptederek Osman Han'ı da esir almıştır. Osman Han, Harezmlilerin kendi ülkesinde Karahanlılara tahakküm etmeye kalkışmalarından dolayı bütün Harezmlilere kızgın olduğu gibi, Harezmli Harezmşah'ın kızı olan karısına da hakaretlerde bulunmuştu. Bu yüzden, affedilebileceği beklenirken, karısının teşvikleri sonunda idam edildi. Bu fetih ve idam hareketinden sonra Semerkand şehri Harezmşahlar Devleti'nin başşehri haline gelmiş ve Batı Karahanlılar Devleti de sona ermiştir (1212).

2. Doğu Karahanlıları Devleti

Yusuf Kadır Han'ın ölümünden sonra Karahanlı tahtına oğlu Süleyman Arslan Han (1031­1056/7) geçmişti. Ancak, yukarıda kısaca izah edildiği gibi, batıda meydana gelen olaylar sonunda devletin batı toprakları İlig Han Nasr'ın oğulları eline geçince, Kadır Han oğulları da doğuda ellerinde kalan topraklarla yetinmek zorunda kaldılar. Bu bakımdan "Şerefü'd-devle Ebû Şuca" lakabını taşıyan Süleyman Arslan Han, Doğu Karahanlılarının da ilk hükümdarı oldu. Onun saltanatı zamanında doğuda gayri müslim Türklere karşı çetin savaşlar yapıldığı anlaşılıyor. Hatta bu savaşlar o zamanki Karahanlı Türk muhitinde o derecede yankılar yapmıştır ki, bu olaylar destanlar halinde anlatılır hale gelmiş ve bu destanlara ait bazı parçalar Kaşgarlı'nın Dîvan'ında da yer almıştır. Buna göre Karahanlılar kuzey-doğuda Yabaku, Basmıl ve Çomullar, hatta muhtemelen Yimekler ile mücadele etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Karahanlı ordularına kumanda ettiği anlaşılan Bekeç Arslan Tegin Gazî'nin kazandığı zaferler ile önce Yabakular yenilmiş, tutsak alınan başbuğları Büke Budraç öldürülerek tehlike bertaraf edilmiştir. Yabakularla yapılan bu savaşlar sırasında -Yabakıı tehlikesi yüzünden- Karahanlılar ile anlaşma imzalayıp Hakan'a sadakat yemini eden ve savaşta da Karahanlı ordusunda yer alan Basmıl ve Çomullar, daha sonra bu anlaşmayı bozmuşlarsa da Arslan Tegin'e yenilerek itaat altına alınmışlardır.55 Bu sürede bütün Balkaş ve Ala Göl yöresinin de hiç değilse bir müddet için Karahanlı hâkimiyeti altına girdiği anlaşılıyor. Eğer ifade edildiği gibi, Fergana'nın İsfara kasabası yakınlarındaki Varuk kayalıkları üzerine kazılmış kitabe gerçekten bu savaşların bir hatırası olarak yazdırılmış ise,56 bu olaylar 1041/2 yıllarında meydana gelmiş olmalıdır. Ayrınca 1043'te Bulgar ile Balasagun arasında göçebe olarak yaşayan 10 bin çadırdan ibaret bir Türk topluluğunun İslâmiyet'i kabul etmesi de, yukarıda sözü edilen mücadelelerin Karahanlılar lehine neticelenmesinden hemen sonra meydana gelmişe benzer.

İşte doğuda beliren bu tehlikeler ve bunun tabiî sonucu olarak yapılan savaşlar, ister istemez bütün dikkatlerin bu yöne çevrilmesine sebep oldu. Bu yüzden de büyük ihtimalle Süleyman Arslan Han, devletin batısında meydana gelen gelişmeler ile meşgul olma fırsatı bulamadı ve İlig Han oğullarının batıya tamamen hâkim olması önlenemedi. Doğuda cereyan eden olaylarla, onu takibeden yıllarda meydana gelen devletin ikiye bölünmesi olayında bu gelişmelerin oynayabileceği role de şimdiye kadar hiç işaret edilmemiştir.

Öyle anlaşılıyor ki başta Süleyman Arslan Han olmak üzere Yusuf Kadır Han'ın oğulları, doğudaki gaileleri bertaraf ettikten sonra, aralarında işbirliği yapmak ve faaliyet sahalarını belirlemek için bir araya geldiler (1043/4). Buna göre artık yalnız Doğu Karahanlılarının hükümdarı olarak kalmış bulunan Süleyman Arslan Han Balasagun ve Kaşgar bölgelerini doğrudan idare edecek, kardeşi Muhammed Han Tıraz ve İsficab'da, öteki kardeşi Mahmud Han da devletin en doğusundaki topraklarda onun adına hüküm süreceklerdi. Her halde Batı Karahanlılarına karşı da müşterek hareket ediyorlardı. Gerçekten onların bir müddet sonra Fergana'nın bir kısmı ile Özkend'i ele geçirmeyi başardıklarını görüyoruz.

Süleyman Arslan Han, kaynakların ifadesine göre âdil ve dindar bir hükümdar idi. Âlimlerin dostu ve hamîsi olarak tanınmıştı. O yüzden her taraftan âlimler onun katına gelirler, lütuf ve ihsanına mazhar olurlardı. Böyle olmasına rağmen, bilemediğimiz bir sebepten kardeşi Muhammed ile anlaşmazlığa düştü. Aralarında yapılan bir savaşta da yenilerek esir oldu. Ağabeyini hapse attıran Muhammed, kendini büyük kağan ilân etti. Fakat bu da 15 aylık bir hükümdarlıktan sonra (1057­1058), yerini büyük oğlu Hüseyin'e terk etti. Ancak, İbrahim adlı bir başka oğlunun anası bu işe razı olmadı ve tahtı kendi oğluna kazandırmak amacıyla kocasını zehirlediği gibi, ailenin pek çok ferdini de ortadan kaldırttı. Böylece gerçekten taht İbrahim b. Muhammed Han'a kalmış oldu. İbrahim'in saltanatı yıllarında (1057-1059), Batı Karahanlılarının büyük hükümdarı ve adaşı Tamgaç Han İbrahim doğudaki bu aile çekişmesinden yararlanarak Fergana'yı tekrar zapt ettiği gibi, Şaş ve Tünhas'ı da ele geçirdi. Doğu Karahanlı hükümdarının bazı iç gaileler yüzünden devletin batısı ile ilgilenme ve bu saldırılara cevap verebilme fırsatını bulamadığı anlaşılıyor. Hakikaten o bu sıralarda, anasının da teşviki ile, Barsgan hâkimi Yınal Tegin üzerine yürümüş, lakin savaşta yenilerek öldürülmüştür.

Onun ölümünden sonra Doğu Karahanlı tahtına Yusuf Kadır Han'ın üçüncü oğlu Tuğrul Karahan Mahmud (1059-1075?) geçti. Onun bu yıllarda Kaşgar hâkimi bulunan müstakbel büyük kağan Ebû Ali Hasan b. Süleyman ile birlikte, Batı Karahanlılarına kaptırılan toprakları yeniden zaptetmek için, 1068'den sonra Şemsü'l-Mülk'e karşı savaş açtığını görüyoruz. Bu savaş iki taraf arasındaki sınırı yeniden düzenleyen bir anlaşma ile son buldu. Buna göre sınır Sir-Derya'yı takiben Batı Karahanlılarına bırakılan Hocend'e ulaşıyor ve Fergana'nın hemen tamamı Doğu Karahanlılarının eline geçiyordu.

Tuğrul Kara Han Mahmud zamanı hakkında başka bilgimiz yoktur. Onun ölümünden sonra yerine oğlu Tuğrul Tegin Ömer geçti. Fakat bu da bir-iki aylık bir hükümdarlıktan sonra Kaşgar hâkimi Ebû Ali Hasan tarafından ele geçirilmiş, ordusu da Hasan'a sadakat yemini etmiştir.

Bu sürede Tavgaç Buğra Kara Hakan Ebû Ali Hasan Doğu Karahanlılarının büyük kağanı oldu. Onun büyük kağan oluşu 1075 yılında olmuş ise de, daha babasının ölümünden (1056/7) itibaren Kaşgar hâkimi bulunmuş olması kuvvetle muhtemeldir.57 Pritsak'ın daha önce söylediği gibi,58 bu sıralarda Kaşgar artık önemli bir kültür merkezi haline gelmişti. Bunda, Karahanlıların hâkim bulunduğu öteki sahalarda zaman zaman huzursuzluk ve iç mücadelelerin baş göstermiş olmasına rağmen, daha babası Süleyman Arslan Han zamanından beri Balasagun ve özellikle Kaşgar bölgesinde oldukça istikrarlı bir idarenin kurulmuş olmasının şüphesiz büyük rolü vardır. Bu itibarla Süleyman Arslan Han'ın katına pek çok âlimin geldiğini bildiğimiz gibi, oğlu Ebû Ali Hasan'ın da bu bakımdan şöhret bulduğu ve katına âlimlerin geldiği anlaşılıyor. Bunlardan biri de şüphesiz Balasagun'lu Yusuf (Has Hâcib) olup, meşhur eseri Kutadgu Bilig'i de 1069/70 yılında Kaşgar'da yazarak ona ithaf etmiştir. Zamanının bir başka âlimi de Ebû'l-Fütuh Abdülgafir b. el-Hüseyn el-Almaî olup (ölm. 1093), onun bugüne kadar ulaşmayan Tarih-i Kaşgar adlı eseri de bu zamanda kaleme alınmıştır. Hatta Kaşgar'dan çok uzakta eserini yazmış olmasına rağmen, Kaşgarlı Mahmud'un Dîvanü Lügati't-Türk'ünün de aynı kültür muhitinin bir ürünü olarak ortaya çıktığı muhakkaktır.

Ebu Ali Hasan'ın 1102/3 yılına kadar hüküm sürdüğü anlaşılıyor.59 Ancak, oldukça uzun sürdüğü görülen bu saltanat dönemi hakkında bildiklerimiz pek fazla değildir. Selçuklu Sultanı Melikşah 1089'da Özkend'e geldiğinde, Ebû Ali Hasan da onun hâkimiyetini tanımak mecburiyetinde kalmıştı. Bundan bir müddet sonra, yukarıda da işaret edildiği gibi, kardeşi ve Atbaşı hâkimi Yakub Tegin Semerkand tahtına geçmiş, ancak Melikşah'ın yeniden gelişi üzerine Atbaşı'ya kaçmak zorunda kalmıştı. Hasan, Melikşah'ın buyruğu üzerine, onun tabii olarak, kardeşi üzerine varıp, onu ele geçirdi. Melikşah Yakub'un kendisine teslim edilmesini de istemişti. Hasan ilk önce buna yanaşmadı ise de, Sultan'ın ikinci defa Özkend'e gelmesi üzerine bu teslime razı olduğunu bildirip, onu Özkend'e doğru yola çıkardı. Ancak çok geçmeden, Ebû Ali Hasan'ın, Karahanlı ailesinden Tuğrul b. Yınal tarafından tutsak edildiği haberi geldi. Bu durumda Melikşah, Yakub Tegin ile bir anlaşma yaparak, Tuğrul ile mücadeleyi ona bıraktı.

Bundan sonraki gelişmeler hakkında fazla bilgi yoktur. Ancak öyle anlaşılıyor ki Tavgaç Buğra Han Ebû Ali Hasan kısa bir müddet sonra bu tutsaklıktan kurtulup yeniden tahta oturmuştur.

Yarkend'de 474 veya çok daha muhtemel olarak 1100/1101 yılında düzenlenen mahkeme kaydından anlaşıldığına göre, bu tarihte sağdır ve oğullarından Çağrı Tegin Ebû Musa Hârun onun adına Yarkend ve havalisini idare etmektedir. Onun Togan Tegin Ebû'l-Muzaffer Me'mun adında bir başka oğlunun varlığı da ifade edilmiş ise de,60 bu husus şüphelidir.

Ebû Ali Hasan'a oğullarından Ahmed'in halef olduğu anlaşılıyor. Ahmed Han, 1105 yılında halîfe el-Mustazhir Billah'a bir elçilik heyeti göndererek berat istemiştir. Onun bu isteğini yerine getiren halife, kendisine hil'at ile birlikte Nûrü'd-devle lakabını da tevcih etmiştir.61 Ahmed'in 1128'lerde Kara Hıtayları yenerek onların batıya doğru ilerlemelerini bir müddet için durdurduğu da ifade edilmektedir. O nun oğlu ve halefi İbrahim Han zamanında ise Balasagun'u ele geçiren Kara Hıtaylar, daha sonra Doğu Karahanlı Devleti'ni de hâkimiyetleri altına aldılar. Bu tarihten sonra da Doğu Karahanlıları hakkında, birkaç hükümdar adı ile ayrıntısını bilemediğimiz bazı olaylar dışında hemen hiçbir bilgiye sahip değiliz.

Onun oğlu ve halefi II. İbrahim Han, Batı Karahanlılarında da sık sık görüldüğü üzere ülkesinde özellikle göçebe unsurların sebep olduğu iç karışıklıkları önlemekte güçlük çekmesi üzerine, Kara Hıtaylardan yardım istemek mecburiyetinde kalmıştır. Bu davet üzerine Balasagun'a gelen Kara Hıtaylar, bir daha bu şehirden çıkmamış ve böylece Balasagun Kara Hıtayların başkenti olmuştur. Bu durumda, tamamen Kara Hıtaylara bağlı bir duruma düşen İbrahim Han, Kaşgar'dan Doğu Karahanlı Devleti'ni idare etmek durumunda kalmıştır. Daha sonra (1141'de) Batı Karahanlıları Devleti de Kara Hıtayların egemenliği altına girdikten sonra, 1158 yılında isyan eden Karlukları cezalandırmak için Batı Karahanlı hükümdarına yardım etmek üzere kendisinin Kür Han tarafından Maveraünnehir'e gönderildiğine yukarıda işaret edilmişti. Bu olaydan sonra onun zamanı hakkında herhangi bir bilgimiz yoktur. Cemal Karşî, onun hakkında "eş-Şehid" deyimini kullanıyor ise de, ne zaman ve nerede şehit düştüğünü belirlemek mümkün olmamıştır.

Kendisinden sonra, "Arslan Han" unvanı ile hüküm sürdükleri anlaşılan oğlu II. Muhammed Han ile onun oğlu Yusuf Han zamanlarında devletin durumu hakkında hiçbir bilgi edinmek mümkün olmuyor. Cemal Karşî "Ebu'l-Muzaffer" lakabını da taşıdığı anlaşılan Yusuf Han'ın 1205 yılında öldüğünü ve Kaşgar'da hükümdarlar mezarlığına (Cenbezetü'l-Hâkâniyye) defn olunduğunu kaydetmektedir.

Onun ölümü yıllarında oğlu II. Muhammed'in (Ebu'1-Feth Muhammed b. Yusuf) Kür Han'ın sarayında rehin bulunduğu anlaşılıyor. Fakat bir müddet sonra, Orta Asya'ya kısa zaman da olsa hâkim olan Nayman Devleti kurucusu Küçlük Han, Kara Hıtayları yenerek son hükümdarlarını esir aldığı zaman, III. Muhammed'i de Kür Han'ın sarayından kurtarıp Doğu Karahanlı tahtına oturmak üzere Kaşgar'a göndermişti. Fakat, aynı sırada Kaşgar'ın ileri gelen aileleri tarafından şehirde büyük bir isyan çıkarılmış ve bu isyanın liderliğini yapan beyler, Doğu Karahanlılarının bu son temsilcisini daha şehre ulaşamadan öldürmüşlerdi (607/1210-1211). Bunun üzerine Küçlük Han, Kaşgar üzerine giderek şehri almış ve birçok isyancıyı öldürmüş ve böylece Doğu Karahanlılar Devleti de son bulmuştur.

3. Fergana Hanlığı ve Karahanlıların Sonu

Anlaşıldığına göre 1141 yılında Kara Hıtayların Maveraünnehir'i istilâ etmelerinden sonra, Fergana'da merkezi Özkend şehri olmak üzere bağımsız bir Karahanlı devleti daha meydana gelmiş ve bunun hükümdarları genellikle "Tuğrul Kara Hakan" unvanını taşımışlardır. Kaynaklarda, bu devletin ilk hükümdarları olarak Batı Karahanlı hükümdarlarından Ali Han ile II. Mesud Han'ın kardeşleri Hüseyin Han (el-Hüseyin b. el-Hasan) kaydedilmektedir. A. Y. Yakubovsky tarafından yayınlanmış olan Hüseyin Han'ın türbe kitabesinde kendisinin "Celâlü'd-dünya ve'd-din" lakabı yanında Türkçe "Alp Kılıç Tonga Bilge Türk Tuğrul Hakan" unvanı da bulunmaktadır. Cemal Karşî'nin kaydına göre kendisi 1156 tarihinde ölmüş ve 1152 yılında yaptırıldığı anlaşılan türbeye defnedilmiştir. Görünüşe göre kendisinden sonra Fergana tahtına oğlu Tuğrul Han Mahmud geçmiş olmalıdır. Kendisinin ne kadar hükümdarlık yaptığı kesinlikle belli olmamasına rağmen 1164 tarihinde ölmüş olmalıdır. Çünkü, 1164'ten itibaren Özkend'de basılmış sikkelerin Hüseyin Han'ın ikinci oğlu "Nusretü'd-dünya ve'd-dîn" İbrahim Han adına basıldığı görülmektedir. Bu İbrahim Han'ın 1178'de IV. İbrahim Han unvanı ile Batı Karahanlı tahtına geçtiğine yukarıda işaret edilmiş ve kendisinin son Batı Karahanlı hükümdarı Osman Han'ın da babası olduğu belirtilmiştir.

İbrahim Han, Batı Karahanlı hükümdarı olduktan sonra Fergana tahtına kendisine bağlı olarak kardeşi Nasr Han'ın oturduğu anlaşılıyor. Bu sonuncusu, adına "Tuğrul Han" unvanı ile kesilmiş sikkelerden anlaşıldığına göre 1168-1173 yıllan arasında Fergana tahtında bulunmuş olmalıdır. Fergana tahtına Nasr Han'dan sonra oğlu Muhammed Han oturmuş görülüyor. Muhammed Han adına 578 (1182-1183) yılında kesilmiş paralar mevcut olduğuna göre bu tarihlerde hükümdarlığının devam ettiği anlaşılmaktadır. Ancak Muhammed Han'dan sonra adına "Ulug Sultan Kadır Hakan" unvanı ile para bastırılmış olan hükümdarın adı ve kimliği bizim için belli değil ise de 1209-1212 yılları arasında Özkend tahtında bulunan bu zatın, Batı Karahanlıları hükümdarı Osman Han'ın idamından sonra Muhammed Harezmşah tarafından itaate davet edildiği bilinmekte, ancak sonunun ne olduğu bilinememektedir.

Sülâlenin bundan sonraki tarihi bizim için şimdilik tamamiyle karanlıktır. Pritsak, Moğol istilâsı yıllarında Yedisu bölgesinde hüküm süren Karluk devletinin başında bulunan hükümdarların "Arslan Han" unvanını taşımış olmalarına bakarak, bunların da Karahanlı sülâlesine mensup bulunabileceklerini belirtmekte ise de bu durum henüz kesinlik kazanmamıştır.

1 Bu hususta geniş bilgi için bk. F. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler, Tarihleri-Boy Teşkilâtı-Destanları, Ankara, 1967, s. 22; Grenard, La Legende de Satok Boghra Khan et L'histoire, (Menkibe), XIV (1900), s. 50, s. 79.
2 bk. Grenard, Menkıbe, 79, s. 51-52; O. Pritsak, "Karahanlılar", İA, VI, s. 252; Aynı müellif, "Von den Karluk zu den Karachaniden", (Karahanlılar) ZMDG, 1951, C. I, s. 280 vd; Merçil, "Karahanlılar", Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1976, s. 794.
3 Tafsilat için bk. F. Sümer, Oğuzlar s. 27 vd.
4 Bu hususta, aşağıda "hükümdar ve ailesi" kısmına bk.
5 Göktürk Devleti'nde olduğu gibi, Uygurlarda da devlete tabî bazı kavimlerin başına, hanedan mensubu şehzadelerin başbuğ olarak tayin edildikleri bir gerçektir.
6 Kaşgarlı İli ırmağından bahsederken "Türklerden Yagma ve Tuhsılar ile Çigillerden bir bölüğün indiği bir dere" şeklinde bir ifade kullandığı gibi (Kilisli Rıfat Bilge, Dîvânü Lügâti't-Türk, 1915­1917, I, 85; Besim Atalay, Dîvânü Lügâti't-Türk, Ankara, 1939-1941, I, 92), Ak-Terek'i "Yagma ülkesinde/Ji suyu üzerinde bir geçit" olarak tarif etmiş (Kilisli I, 77; Atalay I, 81), Yagma adlı bir köyden söz ederken de (Kilisli III, 26 Atalay III, 34), bunun Tıraz yakınında bir köy olduğunu ve adının da Yağma kavim adı ile bağlı bulunduğunu beyan etmiştir.
7 Şehrin yeri hakkında bk. Cl. Huart, "Trois Actes Notaries Arabes De Yarkend", JA, IV (1914), s. 608;.
8 Mülhakat'ta V. Barthold tarafından verilen metnine göre unvanı "Kül"den çok "Çur" okumak daha akla yatkındır (Mülhakat. s. 130); Z. V. Togan ise bunu "Munçur" olarak okumuştur (Karahanlılar (840-1212) 1966-1967 Ders Notları, s. 12).
9 Pritsak, "Karahanlılar", s. 253; Merçil, "Karahanlılar", s. 794.
10 Gerçekten, devletin daha ilk yıllarının Kaşgar ile bağlı olduğu anlaşılıyor ki, hânedanın aile mezarlığı da burada idi. Satuk Buğra Han hariç (o, Artuç'ta medfun idi), ilk meşhur hükümdarlar ile 1041'lerde ikiye ayrılan devletin doğu kısmını idare eden hanların çoğu bu şehirdeki "cenbezetü'l-hâkâniyye" adı verilen hükümdarlar mezarlığında medfun idi.
11 Mülhakat, s. 130, 132.
12 Grenard, Menkıbe, 80, s. 155.
13 Bk. Menkıbe, 74, s. 145; 80, s. 157.
14 F. Grenard (Menkıbe, 79, s. 52), O. Pritsak ("Karahanlılar", s. 253), ve Z. V. Togan (Karahanlılar, s. 15), asıl kaynağı İbnü'1 -Esir olan habere dayanarak Satuk Buğra Han'ın İslam dinine girişini çok daha erken göstermişler ve hatta onun, 921'de Leyla b. Numan ed-Deylemî'ye karşı Samanîlere yardım için Nişabur'a kadar geldiğini kaydetmişlerdir. Ancak bizce bu mümkün görülmemektedir. Zira, İbnü'l-Esir'in ilgili bahsinin iyi bir incelenmesi (el-Kamil, C, VIII, s. 25, 132), burada adı geçen Buğra'nın Samanîler emrindeki bir Türk kumandanının (aynı yıllardaki Tegin gibi) adı olacağını ortaya koymaktadır. Değilse, Satuk Buğra'nın ordusu ile Esterabad, Cürcan ve Nişabur'u dolaşacağı düşünülemez
15 Ayrıntı için bk. Barthold, Turkestan Down to the Mongol Invasion, London 1928 s. 256; F. Sümer, Oğuzlar, s. 50.
16 Pritsak, "Karahanlılar", s. 253.

17 Bk. Mülhakat, s. 132-Metinde Musa b. Satuk Buğra'nın lakabı olarak yer alan kelime () şeklinde olup, "tonga"nın () bir şekli olmalıdır. Pritsak'ın Satuk Buğra Han'dan sonra öteki oğlu Baytaş Arslan Han'ın hükümdar olduğunu ve Musa'nın da bunun İslâmî adı idiğini beyan etmesi, Cemal Karşî'nin Buğra Han Harun b. Musa'nın şeceresi hakkında verdiği bilgiye ters düşmektedir. Kanaatimizce Pritsak bu ilk şahsiyeti birbirine karıştırmıştır. Biz, Cemal Karşî'ye bağlı kaldık. Z. V. Togan da (Karahanlılar, s. l 6) Satuk Buğra Han'dan sonra, Musa Tonga'nın hükümdar olduğunu kaydetmiştir.
18 Cemal Karşî'ye göre, Baytaş Arslan Han da Satuk Buğra Han'ın oğludur. Ancak A'mak-ı Buharî bunu Tonga İlig'in oğlu olarak göstermektedir (Togan, Karahanlılar, s. 11).
19 Bk. 15 numaralı notta gösterilen yerler. O. Pritsak, Baytaş Arslan Han zamanında komşu sahaların da İslâm bayrağı altına alınmaya başlandığını ve bu cümleden olarak Hotan'ın en az 971 yılından itibaren fethedilmiş olduğunu kaydediyorsa da, şimdilik bu hususu doğrulayacak bilgilerden mahrumuz ve bizim Hotan'ın fethine ait bilgilerimiz 1006'dan öteye gitmemektedir (bk. bir de Grenard, Menkıbe, 83, s. 429).
20 Pritsak, yukarıdaki (bk. not 17) kaydının bir sonucu olarak bunu Musa'nın oğlu olarak göstermektedir (Karahanlılar, s. 254), ki hatalıdır. Künyesi için bk. Mülhakat, s. 132; Yine, Karşî'ye göre bunun lakaplarından birinin de Tonga Han olduğu görülmektedir (s. 133). A'mak-ı Buharî'nin ondan "Ali İlig" olarak söz edişine bakılırsa (Togan, Karahanlılar, s. 11), bu unvanı (yani İlig) Ali Arslan Han'ın da kullandığı açıklık kazanır.
21 Pritsak, "Karahanlılar", s. 254.
22 Kaynaklar İsfıcab'ın Balasagun Han'ı tarafından fethedildiğini bildiriyorlarsa da (bk. Barthold, Turkestan, s. 257) bu fethin, başkenti Balasagun olan Ali Arslan Han adına Buğra Han Harun tarafından gerçekleştirildiği anlaşılıyor ki aşağıda işaret edilecektir.
23 Cemal Karşî, Buğra Han'ın künyesini "Harun Buğra Han b. Musa Tonga İlig" olarak verir ki (Mülhakat, s. 132); buna göre Ebu'l Hasan Ali'nin kardeşi değil amcasının oğlu olmaktadır. Biz, İbnü'l-Esîr'in kaydının daha doğru olduğu kanaatindeyiz. Bu Hususta ayrıca bk. Pritsak, Karahanlılar, s. 254; Merçil "Karahanlılar", s. 794; Togan, Karahanlılar, s. 17.
24 Ayrıntı için bk. Gerdizî, Zeynü'l-Ahbar, nşr. Barthold, Turkestan 1, s. 12; Grenard Menkıbe, 80, s. 159 160; Barthold, Turkestan, s. 257, 8. Gerdizî'ye göre o Buhara'yı Abdülaziz b. Nuh b. Nasr'a bırakmış ve ona hil'at giydirmişti.
25 el-Asârü'l-Bakiyye ani'l-Karni'l-Haliyye, nşr. C. Eduard Sachau, Berlin, 1878 (ofset, Harrassowitz, Leipzig, 1923).

26 Kaynaklarda bu adın yazılışı pek açık değildir ve bu yüzden Barthold bunu Arslan Yalu olarak almıştır (Turkestan, s. 269).
27 Ayrıntılı bilgi için bk. F. Sümer, Oğuzlar, s. 62-64.
28 Utbî, Târîh-i Yemînî, I, Kahire 1286, s. 76-82; O. Pritsak, "Karahanlılar", s. 255; Barthold, Turkestan, s. 272-273; Merçil; "Karahanlılar", s. 795.
29 Pritsak, "Karahanlılar", s. 255; Merçil, "Karahanlılar", 795.
30 Barthold, Turkestan, s. 279.
31 Barthold, Turkestan, s. 281.
32 Müneccimbaşı, Türk. trc. (Karahanlılar kısmı) Necati Lügal, İstanbul, 1940, s. 6.
33 Bk. F. Sümer, Oğuzlar, s. 66. Pritsak, Buhara hakimi Ali Tegin'in Yusuf Kadır Han'ın kardeşi Ali Tegin değil, Ali b. el-Hasan adlı başka bir hanedan mensubu olduğunu söylüyorsa da, biz ikisinin de aynı şahıs olduğu kanaatindeyiz.
34 Barthold, Turkestan, s. 285; Pritsak, "Karahanlılar", s. 257.
35 Bu hususta bk. Barthold, "Börü Tigin", İA, C. II, s. 740, 741.
36 Tafsilat için bk. Barthold, Turkestan, s. 303 vd.
37 Aynı eser, s. 311; Pritsak, "Karahanlılar", s. 262.
38 Onun bu ilk meşhur eseri hakkında bk. E. Esin, "Börü Tigin Tamgaç Buğra Kara Hakan İbrahim'in (H. 444-60/1052-68) Semarkand'da yaptırdığı Abideler", Sanat Tarihi Yıllığı, VIII, İstanbul, 1979, s. 37-55.
39 Ayrıntılı bilgi için bk. İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Bü yük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. l6; Sıbt İbnü'1-Cevzî, Mir'âtü'z-Zamân fî Târîhi'1-Âyân, nşr. Ali Sevim, Ankara, 1968, s. 164 vd.
40 Bk. Kafesoğlu, Melikşah, s. 19, 20.
41 Onun türbesinin Ak-Kütel'de yaptırdığı ribatta bulunduğuna dair bk. Ahmed b. Muhammed, Kitâb-ı Mollazâde, nşr. Barthold, Turkestan I, s. 168. Harceng'deki Ribat-ı Melîkî için bk. Mülhakat, s. 132.
42 Şemsâbâd hakkında geniş bilgi için bk. Nerşahî, Târîh-i Buhâra, Arapça trc. E. A. Bedevî - N. M. et-Tırâzî s. 49.
43 Barthold, Turkestan, s. 315, 316; Togan, Karahanlılar, s. 59 vd.
44 Nizâmî-i Arûzî-i Semerkandî, Çehar Makale, neşr. Muhammed Mu'în, Tahran 1341, s. 73, 74, Z. V. Togan, Çehar Makale'nin bu husustaki kaydını "ardın-dan 700 atlı gidiyordu ve bunların tolgaları ve gürzleri altın ve gümüştendi" şeklinde kaydetmiştir (Karahanlılar, s. 61), ki doğru değildir.
45 İbnü'l-Esir, Aynü'd-devle'yi kumandan olarak değil, "mııkaddemü'l-Çigiliyye" olarak vasıflandırmaktadır (el-Kâmil, C. X, s. 173).
46 Barthold, Turkestan, s. 317. İ. Kafesoğlu. Aynü'd-devle'nin halk tarafından öldürüldüğünü ifade etmişse de (Melikşah. s. 122), bizce doğru değildir.
47 Barthold'a göre (Turkestan, s. 318) Tuğrul Yınal Beğ.
48 Bu hususta bk. Kafesoğlu, Melikşah, s. 122, 123.
49 Bk. Barthold, Turkestan, s. 317; Pritsak, "Karahanlılar", s. 263.
50 Bk. el-Bundârî, Zubdetu'n-Nusra ve Nuhbetu'l-Usra, Türk. terc. Kıvameddin Burslan, Ankara. 1943, s. 235.

51 el-Kâmil, C. IX, s. 310.
52 Bu son olaylar hakkında geniş bilgi için bk. M. Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, II, Ankara, 1954, s. 158 vd.
53 Bk. Barthold, Turkestan, s. 319, 320.
54 İnşâ, nşr. Barthold, Turkestan 1, s. 24.
55 Bk. Kilisli I, 377, 382, III, 172, 263-Atalay I, 452, 459, III, 227, 355.
56 Bk. Togan, Karahanlılar, s. 43.
57 Bu hususta bir de bk. R. R. Arat, Kutadgu Bilig I, (Metin), Giriş, s. XVII. vd.
58 "Karahanlılar", s. 261.
59 Bu hususta bk. Barthold, Kutadgu Bilig'in Zikrettiği Buğra Han Kimdir?, Türk. terc. Ragıp Hulusi, TM, C. 1 (1925), s. 221-226.
60 bk. Z. V. Togan. "Karahanlılar Tarihine Ait Bazı Kayıtlar", Türk Yurdu. V/11, s. 9-10; Pritsak, "Karahanlılar", s. 261. Togan'ın Manisa Genel Kitaplığında bulduğunu daha önce ifade ettiğimiz tıb kitabı, Karahanlı şehzadelerinden Togan Tegin Ebü'l-Muzaffer Memun b. Harun Kısıgsız (?) Kadır Hakan b. Süleyman Arslan Han b. Yusuf Kadır Han'a ithaf edilmiştir. Şehzadenin künyesinden de anlaşılacağı gibi, onun babası Harun Kısıgsız Kadır Hakan'dır. Halbuki biz Ebû Ali'nin adlan arasında "Hârun"a ve unvanları arasında da"Kadır Hakan"a rastlamıyoruz. Bu durumda adı geçen şehzadenin, Süleyman Arslan Han'ın bir başka oğlundan torunu olması gerekir. Mamafih ne Harun Kadır Hakan ne de oğlu Togan Tegin'in hangi yıllarda ve nerelerde hüküm sürdükleri hakkında hiçbir şey bilemiyoruz.
61 el-Kâmil, C. IX. s. 307; Pritsak, "Karahanlılar", s. 261.


Yorumlar (0)