OĞUZ KAĞAN DESTANINDA 'Arabanın İcadı, İlk Geminin Yapılışı, Buz Dağı ve Buzul Çağı' Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL
OĞUZ KAĞAN DESTANINDA
“Arabanın İcadı, İlk Geminin Yapılışı, Buz Dağı ve Buzul Çağı”

Göktürklerin türeyişleri ile ilgili efsanelerde, ateş gibi insanlığa faydalı olan şeyleri icad eden atalardan, söz açılıyor ve bunlara büyük bir önem veriliyordu.
Zaten ateş, tuz, araba v.s. gibi, insanlığın gelişmesine yardım etmiş unsurlarla aletlerin icadları, bütün dünya mitolojilerinde, en eski ve öz kalıntılar olarak kabul edilmişlerdir.
Türklerin Kanglı boyu, tarih boyunca büyük bir şöhret yapmış ve Türk kavimleri arasında, önemli bir yer tutmuştu. İlk bakışta Kanglı sözü, bir nevi bizim kağnı, yani “kağnı arabası” deyimini andırıyordu. Bütün mitolojilerde olduğu gibi, Türk Mitolojisinde de, sözlerin dış görünüşlerine göre, bazı benzeştirmeler yapılmıştır.



Bu sebeple Oğuz Kağan destanında, kağnı arabasının icadından söz açılırken, Kanglı boyu ile bir ilgi kurulmuştu.



Uygur Türkçesi ile yazılan Oğuz destanında, Kağnı’nın icad edilişi, şöyle anlatılıyordu:
Çürced Kağan’ı aldı, halkıyla ulusunu,
Yoketmek için geldi, Oğuz-Han ulusunu.
Başgeldi Oğuz-Kağan, basdı Çürced Hanı’nı,
Ok ile kılıç ile, döktü düşman kanını.
Oğuz öldürdü onu, kesti hemen başını,
Böldü ganimetleri, t’bi kıldı halkını.
Oğuz’un askerleri, beyleri bütün halkı,
Düşmanda ne bulursa, toplayıp hep tüm aldı.
Atlar ile öküzler, katırlar az gelmişti.
Yığılmış yükler ise, ta dağları geçmişti.
Oğuz’un bir eri vardı, akıllı tecrübeli,
Barmaklığı-Çosun-Billig, yatkındı işe eli.
Bir kağnı arabası, yapıp koydu içine,
Oğuz’un bu ustası, devam etti işine.
Kağnıyı çekmek için, canlı öne koşuldu,
Cansız alıntılar da, üzerine konuldu.
Oğuz’un beyleriyle, halkı şaştılar buna,
Onlar da kağnı yaptı, özenmişlerdi ona.
Kağnılar yürür iken, derlerdi: “Kanğa! Kanğa!”
Bunun için de dendi, artık bu halka “Kanğa”.
Oğuz bunu görünce, güldü kahkaha ile,
Dedi: “- Cansızı çeksin, canlılar Kanğa ile!”
“Adınız Kanğaluğ olsun, belğeniz de araba!”
Bıraktı onları da, gitti başka tarafa.




Oğuz-Kağan, Mançurya Bölgesindeki kavimlere akın yaptığında, çok mal elde etmiş; fakat bunları, atlarla taşıyamamıştı. Bunun üzerine, Oğuz-Kağan’ın akıllı beylerinden birisi, bir araba yaparak, malların hepsini arabalara doldurmuş ve Oğuz-Kağan’ın yurduna kadar taşımıştı. Oğuz-Kağan, böyle yeni bir icadı görünce, çok sevinmiş ve bu beyinin soyundan gelen boylara da “Kangalı” yani “Kağnılı” adını vermişti. Tabiî olarak bu, nihayet bir efsane ile sözlerin benzeştirilmesinden başka bir şey değildi. Türkler çok eski çağlarda, tekerlek ile arabayı icad ederek kullanmışlardı. Çok eski çağlarda herhalde, “Kanglı” kavim adı da vardı. Fakat kendileri, henüz daha ortada yok idiler. Çünkü Türk boyları, zaman zaman çoğaldıkça bölünüyorlar ve eski adlar alarak, yeniden ortaya çıkıyorlardı. M.S.V. yüzyılda, Ortaasya tarihinde önemli bir rol oynayan bazı Türk kavimlerine Çinliler, “Yüksek arabalı kavimler” adını veriyorlardı. Çinlilerin bunlara, Yüksek arabalı” demelerinin sebebi, herhalde onların arabalarının yüksek, yani tekerleklerinin büyük olmasından ileri geliyordu.
Çin tarihleri, kendilerine benzeyen kavimlerden ve eşyalardan söz açmazlardı.
Öyle anlaşılıyor ki, Türklerin bu arabaları, Çin’de kullanılan arabalara nazaran, çok daha büyük ve yüksek idiler. “Büyük tekerlekli arabalar birçok bakımlardan faydalı ve elverişli idiler“. Çamurlu bölgelerde ve engebeli arazilerde, büyük tekerlekli arabaları kullanmak, daha kolay oluyordu.

Eski Türkler çadırlarını yalnızca yere kurmaz, aynı zamanda arabalar üzerine de oturturlardı. Bu arabalar, akınlarda da orduların peşinden ayrılmazlardı. Oğuz-Kağan destanında da görüldüğü gibi, harbe giden Türk ordularının arkasından, aileleri taşıyan arabalar ve kervanlar da yürürlerdi. Oğuz-Kağan destanına göre böyle ordu düzenleri, yalnızca çok eski çağlarda görülüyordu. Bununla beraber, daha sonraki çağlarda, meselâ Göktürk ve hatta Cengiz-Han akınlarında bile hatunlar, Hakanlar ile beylerin arkalarından gelirlerdi.
“Türkler ilk geminin yapılışı”

Oğuz-Han’ın bir beyi, İtil, yani Volga nehrini geçerken kendisine bir kayık yapmıştı. Bu kayık veya gemi sayesinde, Oğuz-Han’ın orduları nehrin karşı kıyısına geçerek, düşmanı mağlûp etmişlerdi. Kayığı icad etme motifi de, her halde Türk mitolojisinin, en eski kalınıtılarından biri olsa gerektir. Eski Türkler, denizci bir millet değillerdi. Bununla beraber kendi ülkelerinde de, birçok geniş nehirler ile göller bulunuyordu. Uygur Türkçesi ile yazılmış Oğuz Kağan destanı, Türklerin gemi veya salı icad etmelerini şöyle anlatıyordu:

İdil adlı bu ırmak, çok çok büyük bir suydu,
Oğuz baktı bir suya, bir de beylere sordu: “-
Bu İdil sularını, nasıl geçeceğiz, biz?”
Orduda bir bey vardı, Oğuz Han’a çöktü diz.
Uluğ-Ordu-Beğ derler, çok akıllı bir erdi,
Bu yönde Oğuz Han’a yerince akıl verdi.
Baktı ki yerde bu beğ, çok ağaç var çok da dal,
Kesti biçti dalları, kendine yaptı bir Sal.
Ağaç sala yatarak, geçti İdil nehrini,
Çok sevindi Oğuz-Han, buyurdu şu emrini:
“- Kalıver sen burada, halkına oluver bey!
“Ben dedim öyle olsun, densin sana Kıpçak-Beğ!”


Tabiî olarak diğer Oğuz destanlarında, Kıpçak-Beğ’in doğuşu ve bey oluşu daha başka türlü anlatılmaktadır.
“Dünyamıza soğuk rüzgârlar gönderen ‘Buz-Dağı’ motifi, Oğuz destanında da görülüyordu”:

Karluk Türklerinin meydana gelişleri ile ilgili bölüm de, bazı önemli meselelerle karşılaşıyoruz. Uygur Türkçesi ile yazılmış Oğuz destanında, Karluk Türklerinin ortaya çıkışları şöyle anlatılıyordu:

Oğuz-Kağan baktı ki, erkek kurt önler gider,
Ordunun öncüleri, Gökkurt’u gözler gider,
Görünce Oğuz bunu, ne çok sevinmiş idi,
Alaca aygırını, çabucak binmiş idi.
Apalaca aygırı, Oğuz severdi özden,
Ama at dağa kaçtı, kaybolup gitti gözden,

Bu dağ buzlarla kaplı, çok büyük bir dağ idi,
Soğuğun şiddetinden, başı da ap ağ idi.
Çok cesur çok alp bir bey, ordu içinde vardı,
Ne Tanrı ne Şeytandan, korku içinde vardı.
Ne yorgunluk ne soğuk, erişmez idi ona,
Bu bey dağlara girdi, dokuz gün erdi sona.
Aygırı yakaladı, memnun etti Oğuz’u,

Atamadı üstünden, dağlardaki soğuğu.
Olmuştu kardan adam, kar ile sarılmıştı,
Oğuz onu görünce, gülerek katılmıştı.
Dedi: “Baş ol beylere, artık sende burda kal!
“Sana Karluk diyeyim, ölümsüz adını al!
Çok mücevher, çok altın, hediye etti ona,
Bir bey yaptı Karluk’u, devam etti yoluna.


Eski Türk Kağanlarının atları, büyük bir önem taşırlardı.
Türk tarihinde, 60 veya 100 kilometre koşan, Mete’nin atı gibi efsanelemiş birçok atlara da rastlıyoruz. Elbette ki Oğuz-Kağan, kaçak atını orada bırakıp gidemezdi. Ama, o nasıl bir attı ki, buzlarla örtülü büyük bir dağ içine kaçmış ve peşindekileri de günlerce uğraştırmıştı. Onu yakalayıp getiren insanlar bile, baştan aşağıya kadar kardan bir adama dönmüşlerdi. Oğuz-Kağan destanlarında bu dağa, “Muz-Tak”, yani “Buz-Dağı” adı veriliyordu. Atı dağda bulup getiren bey de, kardan bir adam şekline girdiği için, Oğuz Kağan tarafından “Karluk yani Karlık” adı ile adlandırılmıştı. Sonraki güçlü ve şöhretli Karluk kabileleri, bu adamın soyundan geleceklerdi.

Eski Altay efsanelerine bir göz attığımız zaman da, böyle Buz dağlarını Türk Mitolojisi içinde görebiliyoruz. Altay Türklerine göre, Kuzeyden esen soğuk ve buzlu rüzgârlarının geldikleri bir dağ vardı. Altay Türkleri, soğuk kuzey rüzgârlarının, “Muz-Tak“adlı buzlarla kaplı bir “Buz-Dağı” ndan geldiğine inanıyorlardı. Bu Buz Dağı dünyanın kuzeyini baştan başa kaplamıştı.

Buz dağının üzerinde de, yine “Buz” adı ile adlandırılan, büyük devler yaşıyorlardı. İlk bakışta, Altay efsanelerindeki Buz Dağı motifleri, Himalaya dağları ile kar adamları efsaneleri hatırlatır gibi idiler.

Ama Türk Mitolojisindeki Buz Dağları herhalde yerli olarak, Türklerin zihinlerinden doğmuş ve nihayet insan düşüncesinin, bir gereği gibi oluşmuş ve gelişmiş olmalıydılar. Bunları söylemekle, Oğuz-Kağan destanındaki, “Buz-Dağ” ın Altay efsanelerindeki Buz-Dağı ile aynı olduğunu ifade etmek istemiyoruz. Gerçi daha sonraki “Boz-Ok” Oğuzlarının yurtlarında da, “Buz-Dağ” adını taşıyan bazı dağlar vardı. Ama mitoloji incelemeleri yapan bir kimsenin, diğer efsaneleri de gözönünde tutarak, karşılaştırmalar yapması, zorunlu görünmelidir.
Eski Oğuz yurdunda da Buz-Dağları olabilirdi. Fakat bu dağlar, ne de olsa insanların zihinlerinde, efsaneleşmiş ve gerçek mahiyetlerini kaybetmişlerdi.

Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL -Türk Mitolojisi

Yorumlar (0)