Sacoğulları / Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız

Sacoğulları / Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız





1. Ebu's-Sac Divdad b. Divdest

Sacoğulları ailesi aslen Uşrusana menşelidir.1 Ailenin İslam devleti hizmetinde faaliyet gösteren ilk temsilcisi Ebu's-Sac Divdad b. "Yusuf Divdest2'in ne zaman memleketini terk ettiği bilinmemektedir. Muhtemelen Halife Me'mun zamanında Ahmed b. Ebi Halid'in 822-823 yılında Uşrusana'yı fethetmesi üzerine ülkesini terk etmek zorunda kaldığı sanılmaktadır. Ebu's-Sac'ın, Türk olduğuna dair kaynaklarda açık bir bilgiye rastlanmaz. Ancak bu aile hakkında bilgi veren çağdaş tarihçiler, kaynak göstermemelerine rağmen, onların Türk asıllı olduklarını tereddütsüz kabul etmektedirler.3 Maveraünnehir ve Batı Türkistan, VII. asrın sonlarından itibaren Türklerin elinde bulunuyordu. Taşkent, Semerkant, Fergana, Buhara ve Uşrusana bölgelerinde Göktürklere bağlı Türk beylikleri bulunuyordu. Bu siyasi hakimiyet yanında nüfus çoğunluğu da Türkler'den meydana geliyordu.4 Ebu's-Sac'ın memleketindeki mevkii bilinmemekle birlikte İslam devleti hizmetinde komutan olarak faaliyet göstermesi, onun memleketinin ileri gelenlerinden olduğunu göstermektedir. Zira bu devirde Abbasi ordusunda temayüz etmiş olan hemen hemen bütün Türk komutanları geldikleri bölgelerin önemli idarecilerinden idiler. Ayrıca Ebu's-Sac'ın oğlu Muhammed'in, Uşrusana hakimlerine verilen el-Afşin unvanını taşıması, Sacoğulları'nın Uşrusana'nın ileri gelen bir ailesi olduğunu teyit etmektedir. Ebu's-Sac'ın, Türkler'in siyasi ve askeri kadroları ellerinde bulundurdukları Samerra devrinde komutanlık ve valilik görevlerinde bulunması ve bu devrin meşhur Türk komutanlarından Afşin'in maiyetinde çalışması onun Türk asıllı olma ihtimalini daha da kuvvetlendirmektedir. Ancak burada dikkati çeken husus, isminin (Divdad) Farsça olmasıdır. Fakat İran kültürünün hakim olduğu bir sahada bu durum normal karşılanabilir. Bununla beraber yalnız isme bakarak bir kimsenin milliyeti hakkında kesin bir hüküm verilemeyeceği de açıktır. Bütün bu ihtimalleri göz önüne alarak Sacoğulları hanedanının Türk asıllı olduklarım kabulde hataya düşülmeyeceği kanaatindeyiz.

Halife Me'mun'un, Türkler'den askeri birlikler meydana getirdiği sıralarda5 hilafet ordusu saflarına katıldığı anlaşılan Ebu's-Sac'ın, bu halife zamanında ismini duyuracak bir faaliyetine rastlanmamaktadır. Ancak Halife Mu'tasım'ın Babek isyanını bastırmaya memur ettiği Afşin'in maiyetinde küçük bir birlik komutanı olarak bu harekata katıldığı, kaynaklarda onun ilk askeri faaliyeti olarak geçmektedir. Afşin komutasındaki birliklerin iki yıllık bir mücadeleden sonra Babek'in merkezi olan el-Bazz şehrini ele geçirmeleri üzerine artık kurtuluş ümidinin kalmadığını gören Babek; daha önce mektuplaştığı Bizans imparatorunun himayesine sığınmak maksadıyla el-Bazz'da sokak muharebelerinin bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada bu karışıklıklardan faydalanarak kaçmaya muvaffak oldu. Çarpışmaların sona erip Babek'in kaçtığını fark eden Afşin, Ebu's-Sac komutasında dörtyüz beşyüz kişilik bir birliği onu takibe memur etti. Ebu's-Sac, Ermeniye bölgesinde Babek'e yetişti ise de yapılan çarpışmada onu yakalayamadı. Ancak kardeşini, annesini, karısını ve komutanı Muaviye'yi esir alarak Afşin'e gönderdi. Bundan sonra da takibe devam eden Ebu's-Sac, nihayet 15

Eylül 837 tarihinde Babek'i yakalayarak bu kıymetli esiriyle beraber Berzend'de bulunan Afşin'in yanına geldi.6

Ebu's-Sac'ın, Halife Mûtasım zamanında katıldığı ikinci askeri harekat, Mazyar b. Karîn'in isyanının7 bastırılmasına bir birlik komutanı olarak iştirak etmesidir. 839 yılında Abbasi halifesine ödediği vergiyi keserek Taberistan'da isyan bayrağını açan ve kısa zamanda kuvvetlenen Mazyar üzerine Horasan valisi Abdullah b. Tahir gönderildi. İsyanın bütün Taberistan'a yayılması üzerine Abdullah b. Tahir komutasındaki birlikler bölgeyi doğu ve güneydoğu taraflarından muhasara altına aldı. Halife Mutasım da merkez ve diğer eyaletlerden topladığı kuvvetleri üç ayrı koldan Taberistan'a sevk etti. Halifenin gönderdiği birliklerden birisinin komutanı Ebu's-Sac olup el-Lariz ve Dunbavend cephesinden Taberistan'a girmesi emredilmişti.8 Ebu's-Sac'ın Mazyar'ın yakalanarak isyanın sona ermesine kadar askeri harekata katıldığı anlaşılmaktadır.

Babek isyanını bastırmaya memur edildiği zaman Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine de tayin edilen Afşin, isyanın bastırılmasından sonra Samerra'ya dönünce Azerbaycan'ın idaresini, vekili sıfatıyla akrabası Mengü-çur'a bırakmıştı. Fakat çok geçmeden Mengüçur, etrafına topladığı kuvvetlere güvenerek isyan etti (839). Halife Mutasım, Afşin'den isyanın bastırılmasını istedi. Afşin, asi üzerine Ebu's-Sac'ı gönderdi. Ebu's-Sac'ın Mengü-çur'a karşı bir başarı kazanamadığı, isyanın bastırılmasına başka komutanların gönderilmesinden anlaşılmaktadır. Ancak bu sırada halife nezdinde büyük bir itibar sahibi olan Afşin'in rakipleri, Ebu's-Sac'ın Afşin tarafından Mengü-çur'a yardıma gönderildiğini ileri sürerek onun halife nezdinde ki itibarını sarsmak istemişlerdir. Ancak Ebu's-Sac'ın yardıma gönderildiği hususu oldukça şüpheli olup Afşin'e karşı girişilen menfi propagandanın bir neticesidir.9

Ebu's-Sac'ın, Mengü-çur'a karşı uğradığı başarısızlıktan sonra uzun müddet askeri ve siyasi faaliyetine rastlanmamakta, daha doğrusu bu hususta kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ebu's-Sac'ın bir kenara itilmesi onun bu başarısızlığından ziyade Afşin'e olan yakınlığı ile ilgili olmalıdır. Bilindiği gibi Uşrusana hükümdar ailesinden olan Afşin, Halife Me'mun ve Mutasım devirlerinde büyük askeri başarılar kazanmış ve bunun neticesi olarak bilhassa ordu içinde büyük bir nüfuz sahibi olmuştu. Onun nüfuz ve itibarını çekemeyenler çeşitli bahaneler uydurarak neticede hapse atılmasını ve ölüme terk edilmesini sağlamışlardır.10 Aslen Uşrusanalı olması ve Afşin'in maiyetinde temayüz etmesi aynı zamanda Afşin'e olan yakınlığı sebebiyle Ebu's-Sac, Afşin'in bertaraf edilmesinden sonra herhangi bir göreve getirilmemiştir. Bu durum, Sacoğulları hakkında araştırma yapmış olan tarihçileri yanıltmış olmalıdır ki, bunlar Ebu's-Sac'ı Halife Mütevekkil'in komutanı olarak kabul etmişler ve onun Mutasım devrindeki askeri faaliyetlerinden hiç bahsetmemişlerdir.11

Halife Mütevekkil'in son yıllarına doğru Ebu's-Sac'ın idari kadrolarda görev aldığını görmekteyiz. 856-857 yılında Ebu's-Sac, Halife Mütevekkil tarafından Tarik Mekke valiliğine tayin edilmiştir. 12 Bu vazife muhtemelen Irak ile Mekke arasındaki hac yolunun bedevi Arap kabilelerinin baskınlarına karşı korunmasıdır.

865 yılında Samerra'da meydana gelen karışıklıklar sebebiyle Halife Müstain'in Vasıf et-Türki ve Boga es-Sagir ile birlikte Bağdat'a kaçması ve Samerra'da bulunan diğer Türk komutanlarının Mütezz'i halife ilan etmeleri üzerine her iki taraf da eyalet valilerini ve komutanları kendi taraflarına kazanmak için harekete geçmişlerdir.13 Hâlâ Tarik Mekke valiliğinde bulunan Ebu's-Sac, biri Bağdat'ta diğeri Samerra'da iki halifenin ortaya çıktığı ve aralarında iktidar mücadelelerinin devam ettiği sırada Müstain tarafını tutmuş ve hatta valisi bulunduğu bölgede çıkan karışıklıkları Bağdat'tan gönderilen yardımcı kuvvetlerin sayesinde bastırabilmiştir. Bu başarıyı müteakip yanında yedi yüz süvarisi ve bir miktar esirle birlikte 27 Nisan 865 tarihinde Bağdat'a gelmiştir. Halife Müstain ve Bağdat muhafızı Muhammed b. Abdullah b. Tahir tarafından iyi karşılandı ve hatta ona hil'at ve kılıç verildi. Bir müddet Bağdat'ta kaldıktan sonra tekrar vazife mahalline döndü.14

Müstain ile Mutezz'in birlikleri arasında çarpışmalar devam ederken Ebu's-Sac, İsmail b. Firâşe ve Yahya b. Hafs adlı iki komutanla birlikte Medain'e gönderilerek burasını Mutezz'in birliklerine karşı korumakla vazifelendirildi. Ebu'1 -Sac şehrin etrafına hendek kazdırarak savunma tedbirlerini arttırdı. Diğer taraftan Muhammed b. Abdullah onlara takviye kuvvetleri gönderiyordu.15 Aynı yılın Temmuz-Ağustos ayında Ebu's-Sac ile, Mutezz'in tarafını tutan Türk komutanlarından Bayık Bey arasında meydana gelen çarpışma da Ebu's-Sac galip gelerek karşı tarafa ağır kayıplar verdirdi.16 Ebu's-Sac ile Mutezz taraftarları arasındaki ikinci çarpışma Eylül-Ekim ayında Carcaraya kasabasında oldu ve yine Ebu's-Sac galip geldi. Ancak bu mağlubiyetten kısa bir zaman sonra Mutezz'in birlikleri Anbar'ı ele geçirerek Bağdat'ı batı tarafından sıkıştırmaya başladılar. Muhammed b. Abdullah bunlara karşı koymakta güçlük çekiyordu. Diğer taraftan Ebü Nasr Muhammed b. Boga el-Kebir komutasındaki birlikler fazla zorlanmadan Medain'i zapt ettiler.17

Müstain ile Mütezz arasındaki iktidar mücadelesi 25 Ocak 866 tarihinde Müstain'in hilafetten çekilmek zorunda kalmasıyla sona erdi. Yeni halife Mutezz, bu dahili mücadelede Müstain'i destekleyenlere karşı herhangi bir harekete geçecek güçte değildi. Müstain'i destekleyenlerin başında bulunan Muhammed b. Abdullah yine Bağdat muhafızlığı görevine devam ediyordu. Hatta kısa zaman sonra Türkler'e karşı Mutezz'in en sadık adamlarından birisi olmuştur. İç savaşın sona ermesinden sonra Ebu's-Sac, Muhammed b. Abdullah'ın vekili sıfatıyla Küfe ve çevresinin idaresine memur edildi.18

Ebu's-Sac'ın Kûfe'deki vazifesi fazla uzun sürmemiştir. Halife Mutezz'in, Vasıf ve Boga es-Sagir'in Samerra'ya dönmelerine müsaade etmesinden sonra, muhtemelen bu iki komutanın telkin ve istekleri neticesinde Ebu's-Sac tekrar eski vazifesine, hac yolu muhafızlığına (Tarik Mekke valiliğine) tayin edildi (866).19 Öyle anlaşılıyor ki, Ebu's-Sac, Muhammed'in maiyetinde bulunmaya Tarik Mekke valiliğini tercih etmiştir. Çünkü Türk komutanları ile halifeler arasındaki mücadeleler sırasında Tahiriler'in bütün fertleri gibi Muhammed de halifelerin cephesinde yer almıştır, Muhammed'in Türk komutanları hakkındaki düşüncelerini yakından öğrenme imkanına sahip olan Ebu's-Sac kendi emniyeti bakımından ona bağlı olmayan bir vazifede çalışmayı daha uygun bulmuş olmalıdır.

Müstain ile Mutezz arasındaki iktidar kavgaları ülke dahilinde asayişin daha da bozulmasına ve her tarafta isyanların patlak vermesine ortam hazırlamıştı. İktidar mücadelelerinin devamından faydalanan İsmail b. Yusuf el-Alevi adlı birisi Mekke'yi işgal etmiş ve onun ölümünden sonra da oğlu Muhammed aynı durumu devam ettirmiştir. Bu hal, Ebu's-Sac'ın Tarik Mekke valiliğine yeniden tayin edilmesine kadar devam etmiştir. Ebu's-Sac'ın, Halife Mutezz tarafından Hicaz'daki bu isyanı bastırmaya memur edildiğini haber alan Muhammed b. Yusuf el-Alevi, ona karşı koyamayacağını anlayarak kaçtı. Mekke'deki bu Alevi işgali kısa sürmüş, fakat şehir halkına çok zararı dokunmuştur.20

Ebu's-Sac, Mart 868 tarihinde Diyar-ı Mudar, Kınnesrin, Halep ve Avasım valiliğine tayin edildi.21 Bu devrin tarihçilerinden Yakubi, biraz daha tafsilat vererek Kelb kabilesinin Kınnesrin valisi Muhammed el-Müvellid'e karşı ayaklanıp onu mağlup etmeleri üzerine Muhammed'in azledildiğini ve onun yerine Ebu's-Sac'ın getirildiğini yazmakta, ancak tayin tarihi hakkında kesin bir rakam vermemektedir.22 Ebu's-Sac'ın, İslam devletinin Bizans'a karşı yaptığı gazaların merkezi durumunda olan bu askeri bölgedeki valiliğinin ne kadar devam ettiğini ve valiliği sırasında Bizans'a karşı herhangi bir sefere çıkıp çıkmadığını bilmiyoruz. Yakubi, Mutemid halife olduğu zaman her tarafa kendisine biat edilmesi için mektuplar yazdığını, bu sırada Diyar-ı Mudar, Diyar-ı Rebia ve Kınnesrin valisi olan Ebu's-Sac'ın ona biat ettiğini kaydetmektedir.23 Buna mukabil İbnü'1-Adim ise Ebu's-Sac'ın valiliğinin Halife Mühtedi zamanında (869-870) Ahmed b. İsa b. Şeyh'in Suriye'ye hakim olmasına kadar devam ettiğini belirtmektedir.24

870 yılında Basra civarında isyan eden Zenci köleler kısa zamanda Ubulla, Abadan ve Basra'yı zapt ederek Abbasi hilafeti için büyük bir tehlike oldular. On üç yıl kadar devam eden ve büyük tahribata sebebiyet veren bu isyanın bastırılması sırasında Ebu's-Sac'ın birlik komutanı olarak harekata katıldığı görülmektedir. 874-875'te Ahvaz valisi Abdurrahman b. Müflih'in Fars'a tayin edilmesi üzerine Ahvaz valiliğine Ebu's-Sac getirilmiş ve bu bölgede faaliyet gösteren Zenci komutanlarından Ali b. Eban ile savaşa memur edilmiştir. Derhal Ahvaz'a giden Ebu's-Sac, daha buradan ayrılmamış olan Abdurrahman ile birlikte Ahvaz yakınında ed-Dülab mevkiinde Zenciler ile savaşa tutuştular. Savaş sırasında Abdurrahman'ın ölmesi üzerine tek başına onlara karşı koyamayacağını fark eden Ebu's-Sac, Asker Mükrem'e çekildi. Zenciler Ahvaz'a girerek yağma ve katliamda bulundular. Kuvvetlerini takviye ettikten sonra tekrar Zenciler üzerine yürüyen Ebu's-Sac, onlarla yaptığı ikinci savaşı da kaybetti. Uğradığı mağlubiyetler onun azline sebep olmuş ve yerine İbrahim b. Sima et-Türki tayin edilmiştir.25 Böylece Ebu's-Sac'ın, Ahvaz valiliği bir yıl bile sürmemiştir.

Ebu's-Sac, Ahvaz valiliğinden azlinden kısa bir müddet sonra, Fars ve civarını ele geçirerek Bağdat'a doğru ilerlemekte olan Yakub b. Leys el-Saffar'ın yanına giderek onun hizmetine girdi.26 Öyle anlaşılıyor ki, bu azl, ona pek ağır gelmiş ve bu sebeple Abbasi Halifesini tehdit etmekte olan Saffariler'in safına geçmekte tereddüt etmemiştir. Ancak onun Saffariler hizmetinde askeri faaliyetine rastlamamaktayız. Bununla beraber Yakub b. Leys ile halife kuvvetleri arasında yapılan ve Yakub'un ağır mağlubiyeti ile son bulan Deyrü'1-Akûl yakınındaki savaşta 8 Mart 876 Ebu's-Sac'ın Yakub'un zamanında bulunduğu anlaşılıyor.27 Fakat savaşta faal bir rol alıp alnmadığını bilmiyoruz. Ebu's-Sac'ın, Yakub b. Leys'in tarafına geçmesi, Halife Mutemid'in naibi Ebû Ahmed el-Muvaffak'ı çok öfkelendirmiş ve bunun neticesi olarak mallan müsadere edilmiş ve ıktalan da Mesrür el-Belhi'ye verilmiştir.28

Ebu's-Sac'ın, Yakub B. Leys'in ölümünden Mayıs 879 sonra Saffariler'in hizmetinde kalmak istemediği anlaşılmaktadır. iunda Ebu Ahmed el-Muvaffak'ın davetinin de rolü olmuştur. Nitekim Amr b. Leys'in karargahından ayrılıp Bağdat'a dönerken Kasım-Aralık 879 tarihinde Cundişapur'da vefat etmiştir.29

Ebu's-Sac'ın İslam devleti hizmetindeki askeri ve idari faaliyetleri kırk yıl kadar devam etmiştir. Samerra devrinde halifeler ile Türk komuutanları arasında devam eden kanlı mücadelelere katılmamıştır. Vazifesi icabı daima merkezden uzakta bulunması onun, merkezde devam eden siyasi mücadelelere katılmasını önlemiştir. O, bu devir Türk komutanlarından Afşin, Aşnas, Boga el-Kebir, Vasıf et-Türki, Bogaes-Sagir vs. gibi birinci derecede bir komutan olmamakla birlikte devlet erkanı arasında nüfuz ve itibara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Zira ölümünü müteakip oğlu Muhammed el-Afşin, onun uzun müddet idaresini deruhte ettiği Tarik Mekke valiliğine getirilmiştir. Onun tarihi şahsiyet olarak ehemmiyeti Sacoğulları hanedanının kurucusu olmasıdır.

2. Ebü Ubeydullah Muhammed el-Afşin

Sacoğulları hanedanından, İslam devleti hizmetine girmiş ve hanedana ismini vermiş olan Ebu's-Sac'ın Kasım-Aralık 879 tarihinde Cundişapur'da vefat ettiği zaman geriye iki oğlu kalmıştı: Muhammed el-Afşin ve Yusuf.

Uzun müddet Tarik Mekke ve bu arada Kınnesrin, Halep, Avasım ve Ahvaz valiliklerinde bulunmuş olan Ebu's-Sac'ın, Zenciler'e karşı uğradığı mağlubiyet sebebiyle valilikten azledilmesi yüzünden Saffariler'in safına geçmesinden kısa bir müddet sonra tekrar Abbasi hali-fesinin hizmetine dönerken yolda ölümü30 üzerine Tarik Mekke valiliği Haremeyn valiliğiyle birlikte oğlu Muhammed el-Afşin'e verilmiştir 880.31

Muhammed el-Afşin'in ne zaman doğduğu, adı geçen valiliğe tayinine kadar ne gibi askeri ve idari faaliyetlerde bulunduğu hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanamamıştır. Ancak onun Samerra'da doğduğunu, babasının kırk yıl kadar İslam devleti hizme-tinde çalıştığını göz önüne alarak söyleyebiliriz. Ayrıca her zaman Bedevilerin baskınlarına maruz kalan hac yollarının, Mekke ve Medine gibi önemli şehirlerin valiliğine tayin edilmesi, onun daha önce buna benzer vazifelerde bulunduğunu, diğer bir ifade ile az da olsa tecrübe sahibi bir kimse olduğunu göstermektedir.

Muhammed el-Afşin'in Haremeyn valiliğine tayin edildiği sırada Mekke, 878-879 yılından itibaren bu şehirdeki birliklerin komutanlığını yapmakta olan ve daha sonra Basra civarında isyan etmiş bulunan Zencilerin safına katılan Ebu'l-Mugire İsa b. Muhammed el-Mahzumi'nin kontrolünde bulunuyordu. Muhammed, 20 Temmuz 880 tarihinde el-Mahzumi ile yaptığı savaşı kazanarak onun ağırlıklarını ele geçirdi ve Mekke'yi Zenciler'in tasallutundan kurtarmış oldu.32

881 yılı Mayıs-Haziran ayında Muhammed el-Afşin'in birlikleri, bir müddetten beri Kûfe'yi elinde bulunduran el-Heysem b. el-Ala b. Cumhur el-İcli'nin öncü kuvvetleriyle yaptıkları savaşı kazanarak karargahta bulunan mal ve silahları zapt ettiler.

Muhammed el-Afşin, 881-882 yılında Vasıt'a bağlı küçük bir kasaba olan el-Kariye'yi işgal eden Muhammed b. Ali b. Habib el-Yeşkuri adlı bir asi ile karşılaştı. Yapılan savaşta el-Yeşkuri mağlup oldu ve öldürüldü.33 Yine aynı yıl el-Harun adıyla bilinen bir Alevi'nin hac yollarında yağma ve çapul yapması üzerine Muhammed, bu asiyi bertaraf etmeye memur edildi. Onun hac yollarını emniyete almasından sonra hac yapılabilmiştir.34

el-Mahzumi'nin 266 yılında mağlup edilmesine rağmen, hâlâ Hicaz bölgesindeki nüfuzu devam ediyordu. Bilhassa Cidde limanını elinde bulundurmasının Mekke için her zaman tehlike arz edeceğini bilen Muhammed el-Afşin, 882 yılı başlarında Cidde'ye bir ordu gönderdi. Bu birlikler el-Mahzumi'ye ait içi silah ve diğer eşya ile dolu iki gemiyi zapt ettiler ve bu bölgedeki nüfuzunu tamamen kırdılar.35

Muhammed el-Afşin'in bu başarıları merkezde ona bir itibar sağlamış olacak ki, (Aralık 882-Ocak 883) tarihinde Tarik Mekke ve Haremeyn valiliğine ilaveten yine küçük çapta karışıklıkların hüküm sürdüğü Anbar, Tarik el-Fırat36 ve Rahba valiliği de uhdesine verildi.37 Muhammed, Rahba'ya hareket edeceği sıralarda Hicaz bölgesinde Bedeviler yağma ve çapulculuğa başladılar. Bu sebeple önce Bedeviler'e karşı harekete geçmek zorunda kaldı. Çarpışmanın ilk anlarında Muhammed'in birlikleri Bedeviler'in karşısında bir varlık gösteremediler. Fakat geceleyin Muhammed'in ani bir baskını sayesinde asiler mağlup oldular. Ancak Hicaz'da sükünet sağlandıktan sonra Muhammed, yeni tayin edildiği bölgeye gitme imkanım buldu. Ahmed b. Malik b. Tavk'ın işgalinde bulunan Rahba ona mukavemet etti. Yapılan çarpışmada mağlup olan Ahmed'in Şam'a kaçması üzerine Rahba, Muhammed'in eline geçmiş oldu. Buradan, daha önce bazı isyan hareketlerine karışan İbn Safvan el-Ukayli'nin kontrolünde bulunan Karkisiya üzerine yürüyerek burasını da itaat altına aldı.38

Mısır hükümdarı Ahmed b. Tolun'un Mart 884 tarihinde vefatı, 882-883 yılında Mısır valiliğine tayin edilmiş olan İshak b. Kundacık'a39 ismen valisi bulunduğu Mısır'a sahip olabilme fırsatını verdi. Bu sırada İbnü'l-Adim'e göre40 Diyar-ı Mudar valiliğini elinde bulunduran Muhammed el-Afşin, İshak ile müşterek hareket etme hususunda anlaştı. Bu iki muhteris komutan, Ahmed b. Tolun'un yerine Mısır tahtına geçen oğlu Humareveyh'in kendilerine karşı koyacak cesarete sahip olmadığı zannına kapılarak onun idaresindeki yerleri zapt etmek için hazırlıklara giriştiler. Bununla beraber Ahmed b. Tolun tarafından teşkil edilmiş kuvvetli bir ordunun varlığı onları, halifenin naibi el-Muvaffak'a yardım için müracaat zorunda bırakmış olmalıdır. el-Muvaffak'a yazdıkları mektupta Tolunoğulları'nın elinde bulunan Suriye ve Filistin'i zapt etmek istediklerini, bunun için de merkezden yardımcı kuvvetlerin gönderilmesinin lüzumunu belirttiler. Bu teklifi, Ahmed b. Tolun'un Mısır'a hakim olmasından itibaren ona karşı takip etmekte olduğu politikaya uygun bulan el-Muvaffak, yardımcı kuvvetler göndereceğini ve derhal Dımaşk üzerine yürümelerini emretti.41 İbnü'1-Adim, bu sırada Muhammed el-Afşin'in el-Muvaffak tarafından Halep ve civarının valiliğine tayin edildiğini bildirmekte,42 ancak bu husus diğer kaynaklarca teyit edilmemektedir. El-Muvaffak, Tolunoğullan'nın elinde bulunan Halep'e, Muhammed'i vali tayin etmekle, burasının zaptını çabuklaştırmayı ve böylece Tolunoğulları'na Suriye'de bir darbe vurmayı düşünüyor olmalıdır.

Muhammed el-Afşin ile İshak b. Kundacık, el-Muvaffak'tan gerekli izni ve yardım vadini alınca bu kuvvetleri beklemeden maiyetlerindeki birliklerle harekete geçtiler. Tolunoğulları'nın, Suriye şehirlerindeki valileri genç ve tecrübesiz yeni hükümdar Humareveyh'in nasıl hareket edeceğini bilmedikleri ve ona pek güvenmedikleri için tereddüt içinde idiler. Bu sebeple Muhammed ve İshak'ın kuvvetlerine karşı mukavemet etmediler. Dımaşk naibi, bu iki komutanla mektuplaşarak onların tarafına geçeceğini bildirdi ve Humareveyh'e isyan bayrağını açtı. Halep, Hıms ve Antakya valileri kurtuluşu kaçmakta buldular. Böylece İshak ve Muhammed hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın adı geçen şehirleri kolaylıkla zapt ettiler. Yalnız Şeyzer, Humareveyh'e bağlılığını devam ettiriyordu.43

Suriye'deki bu gelişmeler üzerine Humareveyh buraya bir ordu gönderdi. Mısırlı birlikler önce Suriye'nin merkezi Dımaşk üzerine yürüdüler. İshak ve Muhammed ile anlaşmış olan Dımaşk naibi bu kuvvetlere karşı koyamayarak kaçtı ve şehir tekrar Tolunoğulları'nın hakimiyetine geçti. Humareveyh'in ordusu buradan İshak b. Kundacıkın muhasara ettiği Şeyzer'i kurtarmaya gitti. İshak, Irak'tan gönderileceği vadedilmiş olan yardımcı birliklerin yetişmesini beklemek maksadıyla Mısırlı birlikleri oyalama taktiğine başvurdu ve bunda da başarılı oldu. Humareveyh'in ordusu kışın yaklaşması üzerine mevzilerini terk ederek kışı geçirmek için çevreye dağıldılar.44

El-Muvaffak, oğlu Ebu'l-Abbas Ahmed (daha sonra el-Mutezid unvanı ile halife olacak) komutasındaki bir orduyu Suriye'ye sevketti. Ebu'l-Abbas Halep'e geldiği zaman Muhammed el-Afşin vali sıfatıyla burada bulunuyordu.45 Onu da yanına alarak Mısır birliklerinin kalabalık bir halde bulunduğu Şeyzer'e hareket etti. Ani bir baskınla dağınık bir halde bulunan Humareveyh'in birliklerine ağır kayıplar verdirdi. Kurtulabilenler Dımaşk'a kaçtılar. Ebu'l-Abbas onları takip ederek Dımaşk önlerine geldiği zaman ona karşı koyamayacağını anlıyan Mısır ordusu Remle'ye çekilmek zorunda kaldı. Buradan Humareveyh'e durumu bildirerek yardım istediler. Ebu'l-Abbas da Ocak-Şubat 885 tarihinde Dımaşk'a girdi.46

Suriye'deki bu aleyhte gelişmeler karşısında Humareveyh bizzat Suriye'ye gitmek lüzumunu hissetti. 884 yılı ortalarında kalabalık bir ordu ile Mısır'dan hareket eden Humareveyh, Remle'ye gelerek karargah kurdu ve beklemeye başladı. Fakat bu sırada Ebu'l-Abbas Ahmed ile Muhammed ve İshak arasında kaynakların sebebini belirtmedikleri bir anlaşmazlık çıktı47 ve bu iki komutan ordudan ayrıldılar. Muhammed Halep'e,48 İshak ise Rakka'ya49 giderek buralarda durumlarını sağlamlaştırdılar.

Muhammed ile İshak'ın ayrılmasından sonra ordusunun oldukça zayıflamasına rağmen Ebu'l-Abbas Ahmed ilerlemesine devam ederek, sayıca kendisinden çok üstün olan Humareveyh'in ordusu ile Dımaşk ve Remle arasında Ebu Futrus suyu kenarında et-Tavvahin (buraya, değirmenler bulunduğu için et-Tavvahin- Değirmenler adı verilmektedir) mevkiinde karşılaştı. Humareveyh'in tecrübesizliği, Ebu'l-Abbas birliklerinin zayıflığı sebebiyle savaşmaktan çekiniyorlardı. Savaş başlar başlamaz Humareveyh korkuya kapılarak harp meydanını terk edip Mısır istikametinde kaçmaya başladı. Hiç beklemediği anda galibiyet kazanan Ebu'l-Abbas, Mısır ordugahına girdi ve birlikleri yağmaya başladılar. Bu sırada daha önce savaş taktiği icabı pusuda bekleyen Sa'd el-Aysar, Humareveyh'in çekildiğinden haberi olmadan pusudan çıkarak dağınık bir halde bulunan Irak birliklerine saldırdı. Ebu'l-Abbas, Humareveyh'in bir harp hilesi olarak geri çekildiğini ve sonra da taarruza geçtiğini zannederek kurtuluşu kaçmakta buldu. Birlikleri ağır kayıplar verdiler. Ebu'l-Abbas, Dımaşk'a sığınmak istedi ise de şehir, kapılarını açmadı. Buradan Halep'e gitti, fakat orada da Muhammed el-Afşin'in mukavemeti ile karşılaştı. Son çare olarak Bizans'a karşı başanlı akınlar yapmakta olan Yazman'ın idaresinde bulunan Tarsus'a iltica etmek kalmıştı. Ancak bu şehirde de umduğunu bulamayınca, Bağdat'a dönmek mecburiyetinde kaldı. Böylece Dımaşk, Musul ve diğer bazı Suriye şehirleri kısa bir müddet sonra tekrar Tolunoğulları'nın kontrolüne geçmiş oluyordu. Et-Tavvahin yenilgisi, yıllardan beri Tolunoğullarına karşı düşmanca bir politika takip etmekte olan el-Muvaffak'a, artık kuvvet yoluyla Mısır'ı ele geçiremeyeceği gerçeğini kabul ettirmişti. Çaresiz Humareveyh'in sulh teklifini kabul etti (886).50

Muhammed el-Afşin ile İshak b. Kundacık arasındaki iyi münasebetler Bağdat ile Mısır arasında sulh yapılmasını müteakip bozuldu. Suriye'nin büyük bir kısmını tekrar Tolunoğulları'na kaptıran bu iki muhteris komutan bu sefer de kendi ellerinde bulunan bölgelere göz diktiler. Muhammed el-Afşin, Ebu'l-Abbas Ahmed'in Bağdat'a dönmesinden sonra Halep ve civarında kendisinin iyice kuvvetlendiğini anlayınca İshak'ın idaresinde bulunan el-Cezire'yi de ele geçirmek arzusunda olduğunu açıkça ortaya koydu. Yıllardan beri bu bölgelerde valilik yapmış olan İshak'ın böyle bir teklife yanaşmayacağı açıktı. İshak ile el-Muvaffak arasındaki iyi münasebetleri bilen Muhammed, tek başına el-Cezire'yi kuvvet yoluyla zapt etmeye kalktığı takdirde Bağdat halifesinin İshak'ı destekleyeceği ihtimalini hesaba katarak kuvvet dengesini sağlamak maksadıyla Mısır'a yanaşmaya teşebbüs etmiş olmalıdır. Humareveyh'e yazdığı mektupta kendisine destek olduğu takdirde valisi bulunduğu bölgelerde onun adına hutbe okutacağını teklif ediyor ve fikrinde samimi olduğunu göstermek için de oğlu Divdad'ı rehine olarak Mısır'a gönderiyordu.51

Humareveyh, Muhammed'in teklifini, Suriye'de sarsılmış olan itibarını yeniden kazanmak için iyi bir fırsat addederek harekete geçti. Önce Muhammed ve maiyetine bol miktarda para ve hediyeler gönderdi ve ardından da kuvvetli bir orduyla Mısır'dan ayrıldı. Balis'te Muhammed ile buluştu. Hazırladıkları plan gereğince Muhammed, Fırat'ı geçerek İshak'ın bulunduğu Rakka üzerine yürüdü. Yapılan savaşta mağlup olan İshak, Rakka'yı terk ederek daha kuzeyde Mardin kalesine sığınmak zorunda kaldı. Bundan sonra Humareveyh de Fırat'ı geçerek er-Rafika'da Muhammed ile buluştu. Mısır hükümdarı, İshak'ın elinde bulunan Musul ve el-Cezire valiliklerini kendisine bağlı olmak şartıyla Muhammed'e verdi.52

Muhammed el-Afşin, İshak'ı takip ederek Mardin'e geldi ve şehri kuşattı. Fakat bu sırada Sincar'da Bedeviler'in isyan etmesi, onu, muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde bıraktı. Bu durumdan faydalanmak istiyen İshak, Musul üzerine yürüdü. Fakat Bedeviler'in isyanını süratle bastıran Muhammed, Musul önlerinde İshak'ı pusuya düşürerek mağlup etmeye muvaffak oldu. İshak yine Mardin kalesine sığındı.53 Muhammed el-Afşin İshak'ı ikinci defa mağlup edip Musul'a kesin olarak hakim olduktan sonra bölgenin haracını toplamaya başladı. Adamlarından Feth adlı birisini Musul yakınındaki el-Merc'in haracını toplamaya memur etmişti. Bu civarda oturan Yakubiler onun üzerine saldırdılarsa da mağlup oldular. Ancak kısa zaman sonra bütün Yakubiler'in saldırıya geçmesi karşısında tutunamadı. Birliğinden sekiz yüz kişiyi savaş meydanında kaybetti. Yanında kalan yüz kişi ile Musul'a döndü.54

İshak b. Kundacık, uğradığı bu mağlubiyetlere rağmen, kaybettiği yerleri geri almak için mücadeleye devam ediyordu. Kasım-Aralık 886 tarihinde Muhammed ile yaptığı savaşı kaybetmiş, bunu Nisan-Mayıs 887 uğradığı ikinci başarısızlık takip etmiştir.55

Muhammed el-Afşin ile Humareveyh arasındaki ittifak bir yıl kadar devam edebilmiştir. Kaynaklar bu ittifakın kısa zamanda ne sebeple bozulduğu hakkında açık bir bilgi vermemektedirler. Yalnız İbnü'1-Esir, İshak b. Kundacık'ın, uğradığı mağlubiyetler neticesinde Humareveyh'in desteklediği Muhammed'e kuvvet yoluyla bir şey yapamayacağını anlayarak Humareveyh'i kazanmak istediğini yazmaktadır.56 Öyle anlaşılıyor ki, İshak, başarısızlıklarının sebebini Humareveyh'in desteklememesine bağlayarak rakibinin daha önce başvurduğu yolu seçmiş ve Mısır hükümdarının maiyetine girmeyi kendisine daha uygun bulmuştur. Humareveyh için, şahıs değil Suriye'deki hakimiyeti önemli idi; aynca yardım sayesinde tehlikeli olabilecek bir şekilde kuvvetlenen Muhammed'den çekinmiş ve ona karşı İshak'ı desteklemeyi menfaatine daha uygun bulmuş olması düşünülebilir.

Humareveyh'in İshak ile anlaşma yapması üzerine Muhammed el-Afşin, Dımaşk'ı zapt etmek için harekete geçti. Bunu haber alan Humareveyh 3 Nisan 888 tarihinde Mısır'dan yola çıktı. İki ordu Mayıs-Haziran 888'de Dımaşk yakınında Seniyetu'1-Ukab mevkiinde karşılaştı. Savaşın ilk anlarında Mısır ordusunun sağ kanadı ağır kayıplar vererek geri çekildi. Fakat merkez ve sol kanat birlikleri Muhammed'in sayıca az olan kuvvetleri-ni çember içine alarak savaşın seyrini değiştirdiler. Muhammed silah ve ağırlıklannı terkederek Hıms istikametinde kaçmaya mecbur oldu. Humareveyh de onun Hıms'a girmesine engel olmak için bir birliği süratle yola çıkardı. Bu birlik Hıms'a daha evvel vararak Muhammed'in ağırlıklarını ele geçirdiği gibi onun da girmesine mani oldu. Bu vaziyet karşısında Muhammed Halep'e, oradan da Rakka'ya gitmek zorunda kaldı. Fakat Humareveyh de onun peşini bırakmıyordu. Rakka'da kalmanın da tehlikeli olacağını görünce Musul'a, Humareveyh'in Beled'e gelmesi üzerine el-Hadise'ye çekildi.57

Humareveyh, bundan sonra onun takibine kalabalık bir ordu ile İshak b. Kundacık'ı memur etti. Kovalamaca Tekrit'e kadar devam etti. Muhammed, Dicle'yi geçerek karşı tarafta İshak'ı beklemeye başladı. Sayılan yirmi bin civarında olan birliklerinin karşı tarafa geçmesini sağlamak maksadıyla kayıklardan bir köprü kurmaya çalışan İshak, karşı tarafın oklarına maruz kalıyor ve karşı tarafa geçemiyordu. Muhammed bir gece karşı tarafın tedbirsizliğinden faydalanarak iki bin kişilik bir süvari birliğiyle Musul'a hareket etti ve dördüncü gün buraya gelerek şehrin dışında Deyru'l-Ala'da karargah kurdu. İshak onun Musul'a çekildiğini fark edince tekrar takibe koyuldu. Nihayet iki ordu Musul yakınında Kasr Harp mevkiinde karşı karşıya geldi. Yapılan çetin savaşta Muhammed, İshak'ın birliklerinin sayıca çok üstün olmasına rağmen bütün gücüyle savaşa devam etmiş ve neticede galip gelmiştir. İshak Rakka'ya çekildi. Takip sırası bu sefer de Muhammed'e gelmişti. Diğer taraftan el-Muvaffak'a son gelişmeler hakkında bilgi vererek ondan Dımaşk üzerine yürümek için izin ve yardımcı kuvvetlerin gönderilmesini istemiştir. el-Muvaffak, verdiği cevapta başarılarına teşekkür ediyor ve merkezden gönderilecek kuvvetlerin gelmesine kadar beklemesini emrediyordu.58

İshak b. Kundacık, Humareveyh ile buluşmak için Rakka'dan ayrılınca Muhammed bu şehri işgal etti. Humareveyh ile İshak birlikte Rakka'yı kurtarmak maksadiyle yürüyüşe geçtiler. Fırat kenarına geldikleri zaman karşı tarafta Muhammed'in birliklerinin mevzilendiğini gördüler. Muhammed onları oyalayarak merkezden gönderilecek takviye kuvvetlerini bekliyordu. Bu durumda nehri geçmenin mümkün olmadığını gören Humareveyh, birkaç gün bekledikten sonra küçük bir birliği başka bir yerden Fırat'ı geçirerek Muhammed'i arkadan çevirmeğe teşebbüs etti ve bunda da başarılı oldu. Hiç beklemedikleri taraftan hücuma uğrayanlar mevzilerini terk ederek Rakka'ya çekildiler ve böylece Humareveyh ile İshak rahatça karşı tarafa geçtiler. Rakip kuvvetlerin ilerlemesi üzerine onlara karşı koyamayacağını bilen Muhammed el-Afşin, Musul'a çekilerek burada bir ay kadar el-Muvaffak'tan yardım bekledi. Fakat yardım gelmeyince Dicle yoluyla Bağdat'a gitmekten başka çaresi kalmamıştı. Temmuz 889 tarihinde Bağdat'a vardı ve el-Muvaffak tarafından karşılandı.59

Muhammed el-Afşin, Bağdat'ta büyük bir itibar gördü ve Humareveyh'e karşı mücadeleleri sebebiyle el-Muvaffak tarafından hil'atla taltif edildi. Hatta el-Muvaffak, el-Cebel bölgesindeki karışıklıkları bastırmak için adı geçen bölgeye gittiğinde onu da yanına almıştır.

Muhammed el-Afşin'in Bağdat'a kaçmasıyla daha önce valisi bulunduğu bütün vilayetlerini kaybetmiş oluyordu. Ancak bu sefer de el-Muvaffak tarafından Azerbaycan valiliğine getirildi. Onun Azerbaycan valiliğine tayin tarihi hakkında kaynaklarca muhtelif rakamlar verilmektedir. İbnü'1 -Esir ve muhtemelen ondan naklen İbn Haldun 889-890 tarihini vermektedirler.60 Bu devrin muasırlarından Taberi ise bahsedilen yılda böyle bir tayin keyfiyetinden bahsetmemekte, ancak 898 yılında Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine getirildiğini kaydetmektedir.61 Görüldüğü gibi iki tarih arasında do­kuz yıllık gibi büyük bir fark bulunmaktadır. İleride görüleceği gibi Muhammed el-Afşin, 897 yılında Halife el-Mutezid'e karşı kısa süren isyan teşebbüsünde bulunmuş, fakat tekrar itaat arz etmesi üzerine 898'de Yeniden Ermeniye valiliği de dahil eski vazifesine iade edilmiştir.62 Ayrıca Muhammed el-Afşin'in 898 yılına gelinceye kadar Azerbaycan'da askeri faaliyetlerini görmekteyiz. Öyle anlaşılıyor ki, Taberi ikinci tarihi ilk tayin tarihi olarak kabul etmiş ve hataya düşmüştür. Bu durumda Muhammed'in Azerbaycan valiliğine tayin tarihi olarak 276 yılını kabul etmek icap etmektedir.63

Muhammed el-Afşin, Azerbaycan valiliğine tayin edilip bu bölgeye geldiği zaman Meraga'yı elinde bulunduran Abdullah b. Hüseyin el-Hemedani'nin mukavemeti ile karşılaştı. Taberi'nin Meraga hakimi,64 İbni Haldun'un ise Meraga amili65 olarak belirttikleri bu şa-hıs şehir dışında onu karşılayarak durdurmaya çalıştı ise de başarılı olamadı ve şehre çekilmeye mecbur kaldı. Şehrin kuşatılmasına ve bu kuşatmanın uzun müddet devam etmesine rağmen netice alınamadı. Birkaç yıldan beri erzak bakımmdan büyük bir sıkıntı içinde olan Ab-dullah ve adamları, Muhammed'in eman vereceğini bildirmesi üzerine teslim oldular. Fakat Muhammed sozünde durmayarak mallarını zapt ve Abdullah'ı idam ettirdi.66 Meraga'nın, Muhammed tarafından zaptı tarihini İbnü'1-Esir 893-894 olarak vermekte,67 Taberi ise fetih haberinin Bağdat'a Mayıs-Haziran 893 tarihinde ulaştığını kaydetmektedir.68

Muhammed el-Afşin, Azerbaycan valiliğine tayin edildikten sonra bir taraftan valisi bulunduğu bölgede süküneti temin etmeye gayret sarf ederken diğer taraftan da bu sırada Ermeniye'deki gelişmeleri yakından takip ediyordu. Bilindiği gibi Ermeniye, Emevi hanedanı zamanında fethedilmiş ve merkez Dvin69 olmak üzere bir eyalet haline getirilmişti. Buraya gönderilen valiler daha ziyade vergi işleriyle meşgul oluyorlar ve eyaletin iç işlerini Ermeni asilzadelerine bırakıyorlardı. Abbasiler zamanında buraya gönderilen valilerin sert tutumları ve Ermeniler'in istiklal kazanma istekleri yüzünden isyanlar eksik olmuyordu. Bu isyanların en tehlikelisi Halife el-Mütevekkil zamanında patlak veren (852) ve Türk komutanlarından Boga el-Kebir'in uzun ve çetin mücadeleler neticesinde bastırabildiği isyandır.70

862 yılmda Ermeniye valiliğine tayin edilen meşhur İslam mücahidi Ali b. Yahya el-Ermeni, sık sık meydana gelen bu isyanları önlemek ve Ermeniler'in Bizans imparatorluğuna yaklaşmalarma mani olmak için Halife el-Müstain'in emri ile Ermeni hanedanları içinde en nüfüzlu ve bu isyanlarda rol oynamamış olan Bagratuni sülalesinden Aşot b. Simbat'ı bütün Ermeni naharar ve işhanlarının başı tayin ederek ona İşhanlar işhanı unvanını verdi ve hilyat giydirdi (862). Aşot'un uzun süren saltanatı esnasında İslam devleti ile ihtilafa düşmemesi, vergiyi zamanında ödemesi ve dahilde de karışıklığa meydan vermemesi halifeler tarafından iyi karşılanmış, bu yüzden de el-Mütemid tarafından 882-883 yılında kral unvanı verilmiştir. Bundan kısa bir müddet sonra Bizans imparatoru Basileios da ona aynı unvanı vermiştir. Böylece Aşot, ülkesini dilediği gibi yönetme imkanı bulabilmiştir.71

Aşot'un öldüğü ve yerine oğlu Simbat'ın geçtiği yıl (890), Muhammed el-Afşin de Azerbaycan valiliğine tayin edilmişti. Muhammed, Meraga'yı zapt etmek için mücadele ederken Simbat da tahtta hak iddia eden amcası Abbas ile uğraşıyordu. Simbat, 891 yılında Abbas gailesini bertaraf edip iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra 892'de halifeye elçi göndererek babasının ölümü sebebiyle onun yerine kendisinin geçtiğini bildiriyor ve kırallığının tasdikini rica ediyordu. Halife el-Mütemid, Simbat'ın bu şekilde hareket etmesinden memnun kalmış ve Azerbaycan valisi Muhammed el-Afşin'e bizzat Erazgavork'a (Şirakavan) giderek ona kendi adına taç giydirmesini emretmiştir. Muhammed'in, Kral Simbat'ın taç giyme merasiminde bizzat hazır bulunup bulunmadığını kesin olarak tespit edemiyoruz. Bu devir muasırlarından Ermeni tarihçisi Katolikos Hohannes VI., Muhammed'in halife adına Simbat'a taç ve diğer hediyeler gönderdiğini,72 çağdaş müelliflerden Saint Martin ise, kaynak göstermeksizin Muhammed'in bizzat Erazgavork'a giderek Simbat'a taç giydirdiğini kabul etmektedir.73 İslam kaynaklarında ise yalnız bu hadise için değil, daha son-raki yıllarda Muhammed ile Ermeniler arasındaki savaşlar hakkında da hiç bilgi verilmemektedir. Daha önce belirttiğimiz gibi bu sırada Meraga'yı kuşatmakta olan Muhammed'in taç giyme merasimine katılamayacağı ve bu sebeple Hohannes'in de belirttiği üzere taç ve diğer hediyeleri gönderdiği açıktır.

Simbat, halife tarafından kral olarak tanınmasına rağmen ona fazla güvenemediği, babası gibi Bizans İmparatorluğu nezdinde bir destek arama teşebbüsüne girişmesinden anlaşılmaktadır. Nitekim halife tarafından kral unvanı verilmesinden bir yıl sonra, 893 yılında Bizans İmparatoru VI. Leon'a bir elçi heyeti göndererek babası zamanından beri devam eden iyi münasebetlerin sürdürülmesini ve Bizans İmparatorluğunun vasallığını arzu ettiğini bildirdi. Leon ile Simbat arasında görünüşte bir ticaret antlaşması imzalandı. Bu aslında Müslümanlara karşı siyasi bir ittifak idi. Bizans İmparatoru Simbat'a oğlum diye hitap ediyor ve ona kıymetli hediyeler gönderiyordu.74 VI. Leon'un Simbat'a karşı bu derece yakınlık göstermesi kendisinin de Ermeni asıllı olması75 yanında yıllardan beri Müslümanlar ile devam eden mücadelelerin de rolü büyüktür.

Simbat'ın Bizans İmparatoruna elçi göndermesi, onunla bir antlaşma imzalaması Muhammed el-Afşin'in dikkatinden kaçmıyor ve bu gelişmeleri endişe ile takip ediyordu. Makedonya sülalesinin iktidara geçmesinden sonra (867) Bizans İmparatorluğunun, yıllardır devam ettirdiği müdafaa harpleri yerine taarruzî bir siyaset takibine başlaması ve böyle bir devrede Ermeni kralı ile bir antlaşma yapılması Azerbaycan valisi olarak Muhammed'in tehdit edilmesi demekti.

Muhammed el-Afşin'in Simbat ile Bizans İmparatoru arasında antlaşma yapılması üzerine ani bir baskın karşısında gafil avlanmamak gayesiyle hazırlıklara giriştiği görülmektedir. Diğer taraftan Simbat da, Muhammed ile aralannda düşmanca bir hadise geçmemesine rağmen, onu yakından takip ediyordu. Muhammed'in bazı hazırlıklara giriştiğini haber alınca kendisine bağlı nahararlara, kuvvetleriyle birlikte maiyetine gelmelerini emretti. Otuz bin kişi kadar bir ordu teşkil ettikten sonra harekete geçti ve Azerbaycan hududunda yerini tespit edemediğimiz Rodagk bölgesine kadar ilerledi. Aynı zamanda Muhammed de Simbat'a karşı yürüyüşe geçmişti. İki ordu Azerbaycan ve Ermeniye hududunda karşılaştı. İkisinin de birbirinden çekindiği görülüyordu.

Kuvvetlerinin sayıca üstün olmasına rağmen, Simbat hücuma geçme yerine Muhammed ile sulh yapmayı tercih ederek ona bir mektup gönderdi. Mektupta: "Niçin benim üzerime yürüyorsun. Eğer ben Bizans İmparatoru ile dostluk kuruyor isem bu sizin de yararınızadır. Belki bu dostluğa halifenin de ihtiyacı vardır. Onlara bir zaman ihtiyacınız olabilir; dostluk elinizi uzatınız, kıymetli hediyeler gönderiniz. Tüccarlarınıza onların memleketine giden yolu açınız ve bu sayede onların zenginlikleriyle hazinelerinizi doldurunuz" diye yazıyordu. Simbat'ın üstün kuvvetleri karşısında savaşa girmekten çekindiği anlaşılan Muhammed, sulh teklifini kabul etmede tereddüt göstermedi. Her ikisi de atlarına binmiş olarak birbirlerine yaklaştılar, hediyeler verdiler ve ayrıldılar. Bu suretle çıkması muhtemel savaş önlenmiş oldu.76

Muhammed el-Afşin, muhtemelen Simbat ile antlaşma yaptıktan sonra Musul civarında isyan etmiş olan Hariciler üzerine kuvvetler sevk etmiş ve onlan mağlup ederek esir ettiği otuz kadar Harici ileri gelenini Bağdat'a gönderilmiştir. Bunlar Bağdat'ta idam edilmişlerdir.77

894- 895 yılında Muhammed'in adamlarından Vasıf el-Hadım ile Cibal valisi Ömer b. Abdülaziz b. Ebi Dulef arasında vuku bulan çarpışmada Ömer mağlup olmuştur. Vasıf, bu galibiyetine rağmen, Cibal bölgesini istila etmeyip Haziran-Temmuz ayında Muhammed'in yanına dönmüştür.78

895- 896'da Halife el-Mütezid, Muhammed el-Afşin'in kardeşi Yusuf'u, el-Muvaffak'ın gulamı Feth el-Kalanisi'ye yardım için Saymara'ya gönderdi. Fakat Yusuf, halifenin bu emrini dinlememiş, gönderildiği yere değil Meraga'ya kardeşinin yanına gitmiştir. Yolda halifeye ait bir kervana rastlamış ve bütün malları gasbetmiştir.79

Muhammed el-Afşin'in Azerbaycan'a vali tayin edildiği ve buraya hakim olduğu yıllar merkezi hükümetin iyice zayıfladığı ve mahalli hanedanların müstakil hareket etmeye başladıkları bir devreye rastlamaktadır. Bu durumu çok iyi bilen Muhammed'in de, bundan faydalanarak müstakil hareket etmeye başladığı görülmektedir. Kardeşi Yusuf'un halifenin emirlerini dinlememesi ve hatta ona ait malları ele geçirip Meraga'ya gelmesi ve Muhammed'in buna tepki göstermemesi halife ile olan bağların kopmak üzere olduğunu göstermektedir. Halifenin de, Yusuf'un bu davranışı karşısmda sessiz kalması da dikkati çekmektedir.

Charles Defremery, 897 yılında Muhammed el-Afşin'in halifeye karşı isyan ettiğini ve kısa zaman sonra isyandan vazgeçerek tekrar itaat arz ettiğini, İbn Haldun'a dayanarak ileri sürmektedir.80 Ancak İbn Haldun'da bu hususta açık bir bilgiye rastlamadığımızı be-lirtmeliyiz. İbn Haldun, Muhammed'in değil kardeşi Yusuf'un Feth el-Kalanisi'ye yardıma gönderildikten sonra isyan ettiğini, sonra da itaat arz ettiğini ve Halife el-Mutezid'in de ona hil'at gönderdiğini yazmaktadır.81 Diğer kaynaklarda bu isyanla ilgili haberler bulunmamaktadır. Yalnız başta Taberi olmak üzere bazı tarihçiler 898 yılında Muhammed el-Afşin'in Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine tayin edildiğini ve ertesi yıl onun, oğlu Ebu'l-Musafir'i Bağdat'a rehine olarak gönderdiğini ifade etmektedirler.82

Bilindiği gibi Muhammed el-Afşin 276 yılında Azerbaycan valiliğine tayin edilmiş ve daha sonraki yıllarda bu vazifeden azledilmemiştir. Hal böyle iken onun 285 yılında tekrar aynı bölgenin valiliğine tayin edilmesi anlaşılmamaktadır. Büyük bir ihtimalle yukarıda veri-len tarihler arasında halife ile Muhammed arasında kaynaklara aksetmemiş bazı tatsız hadiseler meydana gelmiş, bu hadiseler neticesinde Muhammed, merkezi hükümetin de zayıflığını fırsat bilerek halifeye başkaldırmış, fakat Ermeniye'deki gelişmeler üzerine halifeye itaat arz etmiş ve bağlılığını göstermek için oğlunu rehine olarak Bağdat'a göndermiştir. Yusuf'un, halifenin emirlerini dinlememesine Muhammed'in de buna ses çıkarmamasına bu noktadan bakacak olursak, durum daha açıklık kazanmış olur. İleride göreceğimiz gibi Simbat'ın faaliyetleri karşısında Muhammed'in, istiklal arzusuna rağmen, halifeye itaat etmek zorunda kalacağını fark etmiş olması düşünülebilir. Onun isyanı ve kısa zaman sonra halifeye bağlılığını bildirmesi üzerine Ermeniye valiliği de dahil, eski vazifesinde kalması kaynaklara adı geçen bölgelere yeniden vali tayin edildiği şeklinde aksetmiş olabileceği kuvvetle muhtemeldir.

Simbat, 893 yılında Muhammed ile sulh yaptıktan ve onun Azerbaycan'a dönmesinden sonra Ermeniye eyaletinin merkezi olan ve Müslüman emirleri ile bir askeri garnizonun bulunması sebebiyle huzursuzluk duyduğu Dvin üzerine yürüdü. Halife tarafından kral tayin edilmesine rağmen hâlâ İslam devletine vergi ödüyor ve Dvin'deki emirlerce kontrol ediliyordu. Simbat kral olduğunu ve bunun halifece de tanındığını ileri sürerek Dvin'in kendisine bağlanmasının gerektiğini ileri sürüyor ve vergi ödemekten şikayet ediyordu. İşte bu düşün-cesini gerçekleştirmek için Dvin önlerine geldi ve şehri muhasara etti.

Müslüman garnizonu onun bu isteğine kesinlikle karşı çıkarak müdafaa tedbirleri aldı. Simbat etrafta yağma ve tahribata başladı. Müslüman birliği gece vakti ani bir çıkış hareketi yaparak hücuma geçti, fakat hazırlıklı olan Simbat karşısında mağlup oldu. Şehir Simbat'ın eline geçti. Esir edilen Müslüman emirleri ise, sadakatini göstermek için İstanbul'a İmparator VI. Leon'a gönderildi.83 Simbat, bu başarısından kısa bir zaman sonra da Ermeniye'nin kuzeyindeki dağlık bölgede yaşayan Ermeni ve Gürcü kabilelerini kendisine bağlayarak daha da kuvvetlenmiştir (895).

Aralarındaki antlaşmaya rağmen, Simbat'ın Dvin'i zapt etmesi ve ülkesini genişletmesi onu yakından takip etmekte olan Muhammed'i Ermeniye'ye karşı yeniden sefer yapmaya mecbur etmiştir. Çok gizli bir şekilde hazırlıklarını tamamlayıp Nahcivan'a geldiği zaman Sim-bat onun düşmanca bir niyet beslediğini anlayabilmiştir. Derhal kendisine bağlı İşhan ve Nahararlara haberler göndererek birlikleriyle yardıma gelmelerini emretti. Ancak daha Ermeni kuvvetleri toplanamadan Muhammed, Dvin önlerine gelerek fazla mukavemetle karşılaş-maksızın şehri zapt etmişti. Simbat'ın çağrısını hemen hemen bütün Ermeni prensleri kabul ettiler. Yalnız Vaspurakan (Van ve çevresi) bölgesindeki Ardzruni hanedanı, Müslümanlar ile bozuşmamak için bu çağrıya katılmadılar. Simbat dağlık bölgeye çekildi. Ermeni kuvvetleri Aragadz (bugünkü Alagöz) dağı eteğindeki Vadzan kasabasında toplandılar.84

Ermeni Katolikos'u II. Georg, çıkması muhakkak gibi görünen savaşı önlemek maksadıyla Muhammed'in yanına gitmeye karar verdi. Muhammed, Katolikos'u çok iyi karşıladı ve ona dostça muamelede bulundu. Muhammed, sulh teklifini, Simbat'ın, karargahına gelip görüşme yapma şartıyla kabul edeceğini söyledi. Bunun teminini de Katolikos'a havale etti. Ermeni tarihçisi Hohannes, Muhammed'in bu teklifinde samimi olmadığını, ancak katolikosun ona inanarak Simbat'ın yanına gidip teklifi ilettiğini, fakat kendisine bir tuzak hazırlandığının farkına varan Simbat'ın, Muhammed'in karargahına gitmeyi reddettiğini yazmaktadır. II. Georg eli boş olarak Muhammed'in karargâhına dönünce başarısızlığı sebebiyle hapsedildi. İki ordu Alagöz dağı eteğinde karşılaştı. Yapılan savaşta mağlup olan Muhammed geri çe-kildi ve Simbat'a sulh teklifinde bulundu. Savaşı kazanmış olmasına rağmen Simbat, bu teklifi derhal kabul ederek Muhammed'e kıymetli hediyeler gönderdi. Muhammed, Katolikos II. Georg'u da yanına alarak Azerbaycan'a döndü. Katolikos ancak iki ay sonra serbest bırakıldı.85

Simbat'a karşı uğradığı mağlubiyetten sonra Muhammed, onun ordusuna katılmayı reddeden Vaspurakan'daki Ardzruni hanedanı ile temasa geçerek onların bu muhalif tutumlarından faydalanmak istedi. Vaspurakan prensi Grigor Derenik'in ölümünden sonra ülkesi daha çocuk yaşta olan oğulları Sergis Aşot, Haçik Gagik ve Gurgen arasında taksim edilmişti. Bu çocukların kuzenleri Gagik Abu-Morvan onların küçük yaşta olmaları sebebiyle Vaspurakan'ın idaresini eline geçirmek istiyordu. Ardzruni hanedanı arasında bu anlaşmazlıklar de-vam ederken, Muhammed ile Simbat arasında savaş cereyan etmiş ve Ardzruniler savaşa katılmamışlardır. Muhammed de onların Simbat'a karşı bu tutumlarını devam ettirmeleri için faaliyete geçti. Bu üç kardeşe birer mektupla, hediyeler göndererek gönüllerini kazanmak istiyordu. Sergis Aşot, memleketinin iç durumunu da göz önüne alarak bir Müslüman taarruzunun felaket olacağını gördüğü için Muhammed'in bu iyi tutumunu fırsat bilerek onun tabiiyetine girmeyi kabul etti. Şüphesiz Sergis Aşot'un bu kararı Simbat'ın hoşuna gitmemişti. Onu, kararından döndürmek için çok uğraştıysa da başarılı olamadı. Simbat'ın bu baskısı üzerine Sergis Aşot Siuni büyük işhanı ile birlikte tabilik antlaşmasmı imzalamak üzere Muhammed el-Afşin'in yanına gitti.86

Kral Simbat, Muhammed'e karşı kazandığı bu başarıdan cesaret alarak bu sefer de el-Cezire valisi Ahmed b. İsa b. Şeyh eş-Şeybani ile mücadeleye girişti. Fakat Ahmed ile yaptığı savaşı kaybetti.87 Simbat'ın bu yenilgisi Muhammed'e Ermeniye işlerine yeniden müdahale fırsatı verdi. Ardzruni hanedanını kendisine bağlamış, fakat bu sefer de Simbat Gürcistan kuropalatı II. Adarnase ile ittifak yapmıştı. Hem Simbat'a, uğradığı mağlubiyetten sonra toparlanma imkanı vermemek hem de onun Gürcistan ile olan irtibatını kesmek için kuzey Ermeniye'ye yürüdü. Fakat bu bölgedeki prenslerin Simbat'a bağlı kalmaları karşısında kralı merkezden vurmak arzusuyla Kars üzerine yöneldi. Simbat dağlık bölgede bir kaleye çekildi, Muhammed de Ermeniye'nin önemli merkezlerinden Kars'ı kuşattı. Simbat'ın karısı, gelini, diğer prensesler ve çevredeki manastırların keşişleri mahsurlar arasında bulunuyordu. Kars'taki Ermeni kuvvetlerinin komutanı Hasan Kentuni adlı birisi idi. Şehir kendisini çok iyi müdafaa etmesine rağmen kuşatmanın uzaması ve dışarıdan yardım alamaması sebebiyle teslim olmak zorunda kaldı. Muhammed, buraya iltica etmiş olan köylülerin ve bir çok ileri gelen kimsenin şehri serbestçe terk edebileceğini bildirdi. Simbat'ın karısı, gelini ve diğer bazı önemli şahsiyetleri esir aldı ve burada bulunan krallık hazinesine el koydu. Muhammed, Kars'ta fazla kalmayarak esir ve ganimetle Dvin'e döndü.88 Muhammed'in, bu seferiyle bir fetih değil Simbat'a gözdağı vermek istediği anlaşılmaktadır.

Muhammed'in ayrılmasından sonra Kars'a dönen Simbat, muhasara esnasında şehir fazla tahrip edilmiş olacak ki, burada kalamayıp kışı geçirmek için Kağzvan (bugünkü Kağızman) kalesine çekildi. Buradan Muhammed ile temasa geçerek karısı ve diğer esirleri kurtarma teşebbüsünde bulundu. Muhammed, verdiği cevapta esirleri, Simbat'ın yahut kardeşi Sahak'ın kızlarından biriyle değiştirebileceğini ve bu kızla evlenmek istediğini bildirdi. Yapılan görüşmeler sonunda Kral Simbat, oğlu Aşot Erkat ile yeğeni Simbat'ı rehine olarak, küçük kardeşi Şapuh'un kızını da evlenmek için Muhammed'e gönderdi. Ermeni prensesi ile Muhammed'in düğünü çok muhteşem oldu. İlk baharda da Muhammed'in kayınpederi Şapuh rehinelerle damadının yanına giderek esirleri geri getirdi (898).89

İki rakibin aralarında sıhri bağ kurulmasına rağmen hâlâ birbirlerine güvenemedikleri görülmektedir. Simbat, daha önce ittifak yapmış olduğu Bagratuni hanedanına mensup Gürcistan kuropalatı II. Adarnase ile ittifak bağlarını daha da kuvvetlendirmeye gayret sarf ediyor, buna mukabil Muhammed de bu ittifakı bozarak Simbat'ı yalnız bırakmaya çalışıyordu. Fakat Simbat ve Adarnase müşterek düşman addettikleri Muhammed karşısında daha sıkı iş birliği lüzumunu fark etmişler ve ona göre harekete başlamışlardır. Ermeni kralı, Adarnase'yi kendisine daha fazla bağlamak gayesiyle ona krallık unvanı vermiş ve taç giydirmiştir (899).90

Bu hadise Muhammed el-Afşin'in harekete geçmesi için kafi sebep teşkil ediyordu. Tiflis üzerinden yürüyüşe geçen Muhammed bu devirde Müslümanların hakimiyetinde bulunan bu şehri kontrolüne aldıktan sonra süratle Simbat'ın idaresinde bulunan Şirak (Ani çevresi) bölgesini istila etti. Bu ani hücüm karşısında gafil avlanan Simbat, Taik'e, oradan da müttefiki II. Adarnase'nin yanına kaçmak zorunda kaldı. Karşısına çıkacak bir kuvvetin olmadığını gören Muhammed, oğlu Divdad'ı Dvin'de vali ve güvendiği adamlarından Vasıf el-Hadım'ı91 da yardımcı bıraktıktan sonra Azerbaycan'a döndü.92

Bu gelişmeler sırasında veliaht prens Aşot Erkat ve diğer rehineler Muhammed'in yanında bulunuyor ve hatta sefere çıkarken bile onları yanına alıyordu. Kral Simbat, rehineleri kurtarmak için bizzat harekete geçmekten çekiniyordu. Bununla beraber rehineler arasında bulunan Simbat'ın annesi (Kral Simbat'ın kardeşi Sahak'ın karısı) oğlunu kurtarabilmek için Muhammed'ln yanına gitmeye karar verdi.

Bunda Kral Simbat'ın rolü vardır ve onu desteklemiştir. Muhammed'i yumuşatabilmek için bir annenin göz yaşlarının daha tesirli olacağı dikkate alınmış olabilir. Tarihçi Hohannes'in bildirdiğine göre Simbat'ın annesi altın ve gümüşten kıymetli hediyeler ve kalabalık bir mahiyet erkanı ile yola çıkmış, Muhammed'in yanına gelerek bizzat onunla görüşmüş, ağlayıp sızlamış ve neticede oğlunu kurtamaya muvaffak olmuştur.93

Muhammed'in çekilmesinden ve kısmen sükûnetin avdet etmesinden sonra Simbat, Gürcistan'dan ülkesine döndü. Ani yakınlarında Vasıf el-Hadım ile buluşup ona kıymetli hediyeler takdim etti. Bununla, Ermeniye'nin idaresini fiilen elinde bulunduran Vasf'i kazanmak istediği açıktır. Fakat istediği neticeyi elde edememiştir. Çünkü kısa bir zaman sonra Vasıf, mahiyetindeki birliklerle kuzey-batı Ermeniye'deki Sevordik bölgesine bir akın yapmıştır. Sevordik nahapeti Georg bütün gücüyle mukavemet etmeye çalıştı ise de esir olmaktan kurtulamadı. Georg, Divdad b. Muhammed'in karargâh kurmuş olduğu Paytarakan'a götürüldü ve İslam dinini kabul etmemesi üzerine idam edildi.94

Bu başarılarından sonra Vasıf'ın Muhammed ile arası açılmıştır. İslam kaynakları onun 900 yılında Muhammed'in yanından kaçtığını kaydetmekte,95 fakat sebebini bildirmemektedirler. Ermeni kaynakları ise Vasıf'ın efendisinden korkarak başta veliaht Prens Aşot Erkat olmak üzere diğer rehineleri de alarak Ermeniye'ye kaçtığını ve rehineleri Kral Simbat'a teslim ettiğini, kralın da ona kıymetli hediyeler verdiğini yazmaktadırlar.96 Bütün bu hadiseler cereyan ederken bile Simbat'ın yıllık vergiyi Dvin'de bulunan Divdad'a ödediği görülmektedir.

Muhammed el-Afşin, Simbat ile mücadele ederken Vaspurakan bölgesindeki Ardzruni hanedanıyla anlaşmış ve onları kendisine bağlamıştı. Fakat Kars'ın alınmasıyla biten seferden sonra Muhammed'in beklenmedik bir anda Vaspurakan'a karşı hücuma geçtiğini görmekteyiz. Onun kış ortasında kuvvetli bir orduyla taarruza geçerek Thor-navan (Maku'nım güneyi) bölgesine kadar ilerlemesi üzerine ona karşı koyamayacağını bilen Ardzruni prenslerinden Sergis Aşot, Müslüman karargâhına kadar giderek yeniden vasallık antlaşması yapmak zorunda kaldı. Antlaşmaya göre Sergis Aşot'un kardeşleri, Haçik Gagik yedi ay, Gurgen ise bir yıl müddetle Muhammed'in yanında rehine olarak kalacaktı. Haçik Gagik'in rehine kaldığı yedi aylık zaman zarfında herhangi bir olay olmadı. Fakat Gurgen, kendisine yapılan muamelelere tahammül edemeyerek arkadaşı Şapuh Amatuni ile birlikte ölümü dahi göze alarak kaçmayı ve Vaspurakan'a dönmeyi başardı.97

Bu firar hadisesine çok sinirlenen Muhammed el-Afşin, derhal Vaspurakan üzerine yürüdü. Ona karşı koyamayan Ardzruni prensleri Sergis Aşot, Haçik Gagik ve Gurgen güneye Küçük Aghbak (Hakkari bölgesi) dağlık bölgesine çekildiler. Van'ı zapt eden Muhammed, buraya adamlarından Rum asıllı muhtedi Safi'yi, Ostan'a98 ise başka bir adamını bırakarak Ardzruniler'i takibe koyuldu. Bu sırada Ardzruni hanedanı ile akrabalığı olan, fakat Müslümanlığı kabul etmiş bulunan Hasan b. Vasak adlı birisi Muhammed'in hizmetine girerek bölgedeki mukavemet yerlerinin ortaya çıkarılmasında Müslümanlara yardımcı olmuştur.

Bir Müslüman birliği, Van gölünün doğu sahilinde bulunan Hambairazan kalesini fethetti. Diğer küçük birlikler de çevredeki köy, kasaba ve kalelere akınlar yapıyorlardı. Ancak çok müstahkem kaleler bu hücumlardan kurtulabiliyordu. Muhammed ise Sergis Aşot ve iki kardeşini takibe koyulmuş, güneye Aghbak bölgesine kadar ilerlemiş ve burada Hatamakert (bugünkü Başkale) adlı yerde karargâh kurmuştu. Komutanlarından Hadım Hivor'u99 öncü kollarının başında Kakenik kalesinde bulunan Ardzruni prenslerini yakalamaya göndermiş, kendisi de onu takip etmiştir. Nihayet Kakenik'te onları sıkıştırdı. Yapılan savaş hakkında Ermeni tarihçilerinden Thomas Ardzruni şu bilgiyi vermektedir:

«Kış mevsiminde, üç yiğit kardeş az bir kuvvetle gelmişlerdi. Şafakla birlikte düşmanlarının üzerine saldırdılar ve onlardan epey adam öldürdüler. Ancak karın fazlalığı sebebiyle atları yürüyemeyecek halde yorulmuşlardı. Yorulmamış olan düşman onların üzerine görülmemiş bir şekilde ok ve mızrak yağdırmaya başladı. Ermeniler'den bir kısmı kaçtı, bir kısmı esir edildi ve bir kısmı da kılıçtan geçirildi. Esirler Berda'a'ya götürülerek burada idam edildiler. Yalnız Sergis Aşot'un karısı İseta'nın (Seda) yalvarmaları neticesinde Aşot Varajnuni idam edilmedi».100

Muhammed, Vaspurakan'a karşı kazandığı bu kesin zaferi müteakip buraya bir birlik bırakarak ülkesine döndü. Bundan sonra Vasıf el-Hadım'ın kaçmasına yardımcı olan Simbat'a bir ders vermek maksadıyla büyük hazırlıklara girişti. Fakat bu sırada Azerbaydan'da bir veba salgını başgösterdi. Muhammed bu salgın sırasında 901 yılında Azerbaycan'da öldü. Ölümünden önce yakınlarına, yerine oğlu Divdad'ı geçirmelerini vasiyet etmişti. 101

3. Ebu'l-Kasım Yusuf

Sacoğulları hanedanının ikinci temsilcisi, Ebu's-Sac Divdad'ın oğlu Muhammed el-Afşin, Azerbaycan ve Ermeniye'de on bir yıl süren yarı bağımsız bir valilikten sonra 901 yılında vefat ederken, yerine oğlu Divdad'ı geçirmelerini adamlarına vasiyet etmişti. Ancak Muhammed'in bu son arzusu yerine getirilemedi. Çünkü sahneye bu sefer Muhammed'in kardeşi Yusuf çıkmıştı.102 Divdad'ın, kendisini tanıtacak ve adamlarına sevdirecek ölçüde bir kişiliğe sahip olmadığı anlaşılıyor. Tarihi açıdan önemsiz bir çok kişiye eserlerinde yer ver-miş olan bu devre tarihçilerinin Divdad bakımmdan sükütu bu hükmü güçlendirecek mahiyettedir. Nitekim onun hakkında babasının Humareveyh b. Ahmed b. Tolun ile anlaşmaya çalıştığı 886-887 yılında rehine olarak Mısır hakiminin yanına gönderildiği ve ertesi yıl Humareveyh'in onu babasına iade ettiği haberinden başka bir bilgiye sahip bulunmuyoruz.103

Buna rağmen kaynaklarımız babasının adamlarından bir kısmının onun tarafını tuttuğu ve amcasının da onun kuvvetlerini bozup hakimiyetini sağladıktan sonra kendisine iş birliği teklifinde bulunduğunu bildirmektedirler.104 Bununla beraber Divdad amcasının, belki aile bağlılığına atfedilebilecek olan bu teklifini kabul etmemiş ve Taberi'nin kaydına göre105 ülkesinden ayrılarak Musul üzerinden 10 Eylül 901 Cuma günü Bağdat'a gelmiştir. Divdad, bundan sonra hiçbir tarihi kayıtta yer almamış ve böylece tarih sahnesinden çekilmiş görünmektedir.Böylece ve oldukça kolay bir şekilde ağabeyisi Muhammed el-Afşin'in mevkiine yükselmiş olan Yusuf b. Ebi's-Sac, Divdad b. Yusuf Divdest el-Uşrüsani'nin iktidara yükselişinden önceki hayatı hakkında kaynaklardan sağlanabilen bilgi pek yeterli olmasa da onun şah-sıyeti ve tutumunu belirleyecek niteliktedir.

Yusuf'un doğum tarihi hakkında bilinen kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanamamıştır. Buna mukabil onun 864 yılında doğmuş olduğu hakkında bir rivayetin mevcut olduğu anlaşılmaktadır.106 Bu tarihe göre onun babası Ebu's-Sac'ın Mekke valiliği sırasında dünyaya gelmiş olduğu düşünülebilir. Daha önce de belirtildiği gibi, hanedanın kurucusu ve Yusuf'un babası Ebu's-Sac Divdad, Halife Mütevekkil/847-861 zamanında 856-857 yılında el-Haremeyn (Mekke ve Medine) ve Tarik Mekke (Hac yolları) valliğine tayin olmuş, gerek Mütevekkil'in karışıklıklarla dolu, onun bütün karşı çabalarına rağmen Türk unsurunun devlet üzerindeki hakimiyetini geliştirdiği hilafeti esnasında107 ve gerekse onu takip eden beş halife devrinde, giriştiği çok yönlü siyasi faaliyet yanında bu görevini 880 yılındaki ölümüne kadar elinde tutmayı başardı.

Onu bu vazifede istihlaf eden Muhammed el-Afşin ise 880-883 yılları arasında bu bölgede kalmış ve Bedeviler'in hac yollarında ve Mekke civarında süregelen çapulculuklarını önlemeye çalışmış ve 883'te aynı bölge valiliği üzerinde kalmak üzere ayrıca el-Anbar, er-Rahba ve Tarık el-Fırat valiliği de kendisine verilmişti. Halife Mütemid'in/870-892 dirayetli naibi el-Muvaffak ile çok iyi ilişkiler kurduğu anlaşılan Muhammed el-Afşin, hemen bu sırada, el-Cezire valisi İshak b. Kundacık ile birlikte Suriye'yi Tolunoğullarının işgalinden kurtarma faaliyetine giriştiği için, anlaşıldığma göre Hicaz bölgesinde asayişi ve sükünu tesis görevini kardeşi Yusuf'a vermiş yani onu kendisine vekalet etmesi için Mekke'ye göndermiş olmalıdır. Taberi'nin Yusuf'u 884-885 yılında Mekke valisi olarak gösteren kaydı108 kanaatimizce böyle anlaşılmalıdır.

Aslında Taberi'nin iki ayrı yerde verdiği bilgiyi birleştirmek suretiyle daha anlaşılır bir şekilde ifade etmiş olan İbnü'l-Esir109 884-885 yılında Ahmed b. Muhammed et-Ta'i'nin110 Medine ve Tarık Mekke valiliğine tayin olunduğunu ve onun hac emiri olarak gönderdiği gulamı Bedr'in Mescidü'l-Haram kapıları önünde Yusuf b. Ebi's-Sac tarafından saldırıya uğrayarak esir düştüğünü kaydediyor. Yusuf'un, Bedr'in gelişini ağabeyisi Muhammed el-Arşin'e ait olan bütün bölge valiliğinin yetkisine müdahale saydığı için bu harekette bulunduğu kabul edilebilir. Ancak Yusuf, bu hareketin sonunu getirememiş ve işe karışan hacıların ve hac kafilesinde bulunan askerlerin saldırısı sonucıında bizzat esir düşmüş, Bedr ise kurtarılmıştır. Taberi, Yusuf'un zincire vurularak Bağdat'a gönderildiğini kaydetmektedir.111

Bundan sonra yağma ve çapulculuk hareketlerinin sürüp gittiği Hicaz bölgesinde meydana gelen olaylar hakkında kaynaklarda mevcut olan bilgilerde Yusuf'un adı hiç geçmiyor. Bu suretle onun 894-895 yılına kadar Mekke valiliğinde bulunduğunu kabul eden Zambaur'ın112 düşüncesine katılmak oldukça güçtür. Bu devre içinde Mekke'nin, adı geçen Ahmed b. Muhammed et-Ta'i'nin idaresinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Zambaur da Mekke ve Medine'nin valilerini kaydettiği listede 113271 yılında bu şehirlere onun hakim olduğunu, daha evvelki kayıtlarma rağmen belirtmektedir.

Ayrıca Taberi'nin 893-894 yılı olaylan arasında zikredilen bir kayıt doğru ise, bu tarihte, yani Zambaur'ın Yusuf'u Mekke valisi olarak gösterdiği bir yılda, onun bu bölgenin çok kuzeyinde bulunan el-Cezire'de faaliyette bulunduğu kabul edilebilir. Taberi bu yıl içinde Yusuf'un Musul yoluyla otuz iki Harici'yi Bağdat'a gönderdiğini, bunlardan yirmi beşinin idam ve geri kalan yedisinin de hapsedildiğini kaydetmiştir.114 Bununla beraber çok dikkatli bir tarih yazarı olduğu hiç bir zaman göz önünden uzak tutulmaması gereken İbnü'l-Esir'in aynı olayı Muhammed b. Ebi's-Sac'a atfetmiş olduğu da bir vakıadır.115

Yusuf hakkında Taberi'de iade edilip doğruluğu şüphe uyandıracak bundan sonraki ilk haber, onun 895-896 yılında Feth el-Kalanisi adında, yalnız İbnü'l-Esir'in, Taberi'nin metnine yaptığı bir ilave ile el-Muvaffak'ın gulamı olduğunu bildirdiği116 bir zata yardım etmek üzere es-Saymara'ya117 gönderildiğini ve fakat verilen görevi yapmaktan ise es-Saymara yerine ağabeyisinin bulunduğu Meraga'ya gitmeyi tercih ettiğini ve bu arada yolda önüne çıkan devlete ait bir kervanı da gasp ettiğini ifade eder.118 Bu arada esasen ağabeyisi Muhammed el-Afşin'in Azerbaycan'da halifenin emirlerini dinlemeyerek bağımsız hareket ettiği göz önüne alınırsa Yusuf'un da belki istemediği halde bir rehine gibi tutulduğu Bağdat'tan kurtulma fırsatını kaçırmadığı ve böylece ağabeyine katıldığı kolaylıkla düşünülebilir. Onun Azerbaycan'a gelişinden Muhammed el-Afşin'in ölümüne kadar ne gibi faaliyetlerde bulunduğunu, kaynaklarda bu hususta bir bilgi bulunmadığı cihetle, tespit etmek mümkün değildir. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere 901'de ağabeyisinin ölümünden sonra bölgede iktidarı nisepeten kolay ele geçirmiş ve yeğeni Divdad'ı saf dışı bırakmaya muvaffak olmuş bulunması, onun bu bölgede kalıp muharip ve idarecilerle iyi ilişkiler kurmuş ve bunlar üzerinde iyi intiba bırakmış olduğuna delil sayılabilir kanaatindeyiz.

Muhammed el-Afşin'in ölümünü müteakip Azerbaycan'da meydana gelen gelişmelere Bağdat halifesi seyirci kalmaktan Öteye gidemedi. Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine halife tarafından tayin edilmiş bulunan Muhammed'in ölümüyle Yusuf'un bu makamı zorla ele geçirmesine halifenin ses çıkaramaması, bir taraftan merkezi otoritenin eyaletlerde tamamen zayıfladığını, diğer taraftarı da Sacoğullarının Azerbaycan'da iyice kuvvetlenerek müstakil hareket etmeye başladıklarını göstermektedir. Nitekim Yusuf, Azerbaycan'da iktidarı ele geçirdikten çok kısa bir süre sonra 902 yılında Erdebil'de adına gümüş dirhem bastırmıştır. Her ne kadar bu sikkenin üzerinde Halife Mütezid'in ismi zikrediliyorsa da bu, Yusuf'un tam manasıyla halifeye bağlılığının ifadesi olarak değerlendirilmemelidir. Nitekim Mısır'da Tolunoğulları hanedanının kurucusu olan Ahmed b. Tolun ve oğlu Humareveyh de, Bağdat halifesi ile savaş halinde olmalarına rağmen, bastırdıkları sikkelerin üzerinde halifenin ismine yer vermekte idiler. Bu durumda sikke üzerindeki halifenin isminin, bir sembol olmaktan öteye geçmediği tabiidir.

Muhammed el-Afşin'in ölümünden sonra meydana gelen gelişmeleri yakından takip ettiği anlaşılan Ermeni kralı Simbat'ın, bu durumdan faydalanmak isteyerek Abbasi halifesi Muktefi ile siyasi münasebetlerini düzeltmek ve Sacoğulları tehlikesini uzaklaştırmak için harekete geçtiği görülüyor. Bağdat'a bir elçi göndererek halifeye bağlı kalacağını ve Yusuf karşısında kendisine yardım edilmesini istedi. Sacoğulları'nın ve bilhassa Yusuf'un müstakil hareket etmesini tehlikeli bulan Halife Muktefi, Simbat'm bu teklifini memnuniyetle kabul etti, hatta ona krallık tacı, hil'at, kıymetli taşlarla süslü altın kemer, murassa kılıç ve atlar gönderdi.119

Diğer taraftan Yusuf, halife ile Simbat arasındaki temaslardan haberdar olarak bu ittifakın gerçekleşmesini önlemek maksadıyla teşebbüse geçti ve Simbat'ı Erdebil'e davet ederek halifeye karşı birlikte hareket etme teklifinde bulundu. Ancak Ermeni kralı daha önceki acı tecrübeleri unutmadığından Yusuf'un davetini kabul etmedi.120 Yalnız başına Yusuf ile mücadele edemeyeceğini bilen Simbat'ı, halifenin yardım vaadi cesaretlendirmiş olmalıdır.

Simbat'ın, tekliflerini reddetmesine çok öfkelenen Yusuf, kalabalık bir ordu ile Erdebil'den hareketle alışılmış yol olan Phaytakaran121 ve Uti122 üzerinden Taşir (Lori'nin kuzeyinde ve Kür ırmağının kollarından Borçalı suyunun batısı)123 bölgesine geldi. Buradan Aşotz (Akbaba) ve Ahurean (Arpaçayı)124 vadisini takip ederek Bagratuni Ermeni krallığının merkez eyaleti olan Şirak'a inmek istiyordu. Fakat onun Erdebil'den hareket ettiğini haber alan Simbat, bölgedeki bütün geçitleri tutarak onun ilerlemesine engel oldu. Bunun üzerine Yusuf, yolunu değiştirerek daha batıdan, nehir vadilerini takip etmek suretiyle gizlice Şirak bölgesine gelmeye muvaffak oldu. Ancak mevsim ilerlemiş ve kış yaklaşmıştı. Kış mevsiminin son derece sert geçtiği bu dağlık bölgede kalmanın ve Ermeniler ile mücadele etmenin tehlikeli olacağını düşünen Yusuf, kışı geçirmek için Dvin'e dönmeye karar verdi. Bu sırada Simbat Aragadz (Alagöz)125 dağının eteğinde müstahkem Aruc kalesinde kalabalık bir ordu ile mevzilenmiş bulunuyordu.

Yusuf, Ermeni kralının kuvvetli bir ordu ile kendisini takip ettiğinin farkına varınca savaşı göze alamayarak, Simbat ile anlaşma teşebbüsünde bulundu. Adamlarından Süryani asıllı birisini elçi olarak kralın yanına gönderdi. Hiç ummadığı bir anda sulh teklifi ile karşı-laşan Simbat, bu teklifi memnuniyetle kabul ettiğini bildirdi. Bundan sonra 902-903 kışını geçirmek için Yusuf Dvin'e ve Simbat da Arşarunik bölgesindeki (Ani'nin güneybatısında).126 Eraskhadzor yakınındaki bir kaleye gittiler. İlkbahara kadar iki tarafta da bir hareket görülmedi. 903 ilkbaharında Yusuf, Simbat'a çeşitli hediyeler ile birlikte üzeri kıymetli taşlarla süslü altın bir taç gönderdi. Veliaht prens Aşot Erkat'a da (Demir Aşot) bir hil'at ve "işhanlar işhanı" unvanı verildi. Meşhur tarihçi ve katholikos Hohannes bile bu hediyelerden nasibini almıştı. Kral Simbat da Yusuf'a kıymetli hediyeler göndererek mukabelede bulundu.127

Yusuf ile Kral Simbat arasındaki ilk münasebetler tehlikeli bir şekilde başlamasma rağmen sulhla neticelendi. Yusuf bu ilk seferi sırasında askeri bakımdan bir başan kazanamadı. Fakat Simbat'ın halife ile kendisine karşı yapmış olduğu anlaşmayı işlemez hale getirdiği gibi ona taç göndererek kendisine tabi olmasını istemiş ve kral da bunu kabul etmişti.

Yusuf ile Abbasi halifesi arasındaki münasebetlerin daha başlangıçtan itibaren bozuk olduğunu yukarıda belirtmiştik. Azerbaycan ve Ermeniye valiliğinin ilk yıllarında aynı durumun devam ettiği, hatta daha kötüleştiği anlaşılmaktadır. Gerçi İslam kaynaklarında bu hu-susa açıklık getirecek haberlere rastlanamamaktadır. Fakat onların boşluğunu Ermeni kaynaklan dolduruyor. Ermeni kaynakları bu hususta şu bilgiyi vermektedirler: Yusuf, 905 yılında Halife Muktefi'ye karşı isyan etti. Bunun üzerine halife, Simbat da dahil kendisine bağ-lı olanlara mektuplar göndererek Yusuf'un tedibi için kendisine yardım etmelerini istedi. Bilhassa Yusuf'a komşu olan Ermeni Simbat'tan birlikleriyle harekete geçmesini istedi ve buna karşılık bir yıllık vergiyi almayacağını bildirdi.

Simbat, Yusuf ile aralarında anlaşma olmasına rağmen, ona fazla güvenemediğinden kuvvetlerini hazırlamaya başladı. Fakat kısa bir süre sonra halife ile Yusuf'un anlaşması Simbat'ı çok güç bir durumda bıraktı. Simbat'ın harekete geçmemesine rağmen hazırlıklara girişmesinden şüphelenen Yusuf, onu güç durumda bırakmak ve gözdağı vermek maksadıyla yıllık verginin bir defada ödenmesini istedi. Simbat, istenen meblağin büyük olmasına ve bunu bir defada ödeyecek durumda bulunmamasına rağmen kuvvete başvuracak cesareti kendinde bulamadığı için çaresiz ödeme cihetine gitti. Kendisine tabi Naharar ve İşhanlardan para istedi. İstenen para büyük zorluklarla toplanarak Yusuf'a ödendi, fakat Simbat'a karşı Ermeniler arasında bü-yük bir hoşnutsuzluk ortaya çıktı ve hatta onu bertaraf etmek için teşebbüse geçildi.128

Yusuf tehlikesini ağır vergiler ödeyerek önlemeye çalışan Kral Simbat, bu sefer de Vaspurakan bölgesinde hüküm sürmekte olan Ardzruni hanedanı ile ihtilafa düştü. Eskiden beri Ardzruni hanedanına bağlı olan Nahcıvan 902 yılında Simbat tarafından Doğu Siunik129 prensi Simbat'a verilmişti. 907-908 yılında Ardzruni prensi Haçik Gagik, Kral Simbat'ın içinde bulunduğu güç durumdan faydalanmak isteyerek Nahcıvan meselesini halletmeye, diğer bir ifade ile bu şehre tekrar sahip olmaya karar verdi. İsteğinin Simbat tarafından redde-dilmesi üzerine Haçik Gagik, daha önce kendisine hediyeler göndererek ittifak yapma teklifinde bulunmuş olan Yusuf'a başvurarak ondan yardım istedi. Bu isteği büyük bir memnuniyetle kabul eden Yusuf, onu Erdebil'e davet etti. Haçik Gagik de kıymetli hediyelerle yola çıktı.130

Ermeni prensleri arasındaki ihtilaf Yusuf'un işine geliyordu. Kral Simbat'a cephe alan ve kendisinden yardım isteyen Haçik Gagik'i Erdebil'de merasimle karşılayarak ona çok iyi davrandı. Hatta ona kral unvanı ve altın taç vererek Simbat ile aralarındaki ihtilafı daha da körükledi. Böylece Ermeniler arasında iki kral ortaya çıkmış oluyordu.131 Kuzeyde Bagratuni, güneyde ise Ardzruni krallıkları (908). Yusuf, Ermeniye'nin ikiye bölünmesinde baş rolü oynamasma rağmen, bu iki rakip arasında hakem rolünde görünmeye dikkat ediyordu. Simbat, aleyhine gelişen olayların farkında idi, ancak gerek Yusuf ve gerekse Haçik Gagik'e karşı askeri bir harekata girişecek kuvveti olmadığını da biliyordu. Bu sebeple Yusuf'u öfkelendirecek hareketlere girişmemeye bilhassa dikkat ediyordu. Haçik Gagik'in bizzat Erdebil'e gitmesine rağmen, Simbat buna cesaret edemeyerek elçi sıfatıyla bu devrin tarihini geniş olarak kaleme almış olan Katholikos VI. Hohannes'i Erdebil'e gönderdi. Hohannes eserinde, çok kıymetli hediyelerle emirin yanına gittiğini, onun tarafından iyi karşılandığını ve Yusuf'un hediyeleri büyük bir memnuniyetle aldığım canlı bir şekilde anlatır. Katholikos, Yusuf'u kazanmak için çok gayret sarfet-miş ise de kendi ifadesine göre rehine olarak hapsedilmekten kurtulamamıştır.132

Yusuf ile halife arasındaki münasebetlerin 905 yılındaki isyanı müteakip varılan anlaşmaya rağmen düzelmediği anlaşılmaktadır. Yusuf Ermeniler ile, halife de iç karışıklıklarla uğraştıkları için böyle bir anlaşmaya mecbur kalmış olmalıdırlar. Ermeniler'e karşı kazandığı başarılarla iyice kuvvetlenen ve ilerde kendisi için de büyük bir tehlike olacağını göz önüne alan Abbasi halifesi Azerbaycan üzerine asker sevketmeye karar vermiştir. 24 Mart 908 tarihinde Hakan el-Müflihi komutasındaki dört bin kişilik bir ordu Bağdat'tan hareket etti.133 Yusuf ile Hakan el-Müflihi arasında bir çarpışmanın olup olmadığını ve hatta Hakan'ın Azerbay-can'a gidip gitmediğini tespit edemiyoruz. Çünkü bu hususta İslam ve Ermeni kaynaklarında bir bilgiye rastlanamamıştır. Ayrıca kuvvetlenen Yusuf'un, halife ile askeri mücadeleye girişmesi Ermeniye'deki harekâtına kısa süre için bile olsa ara vermesini gerektirirdi. Halbuki Ermeni kaynaklan böyle bir duraklamadan bahsetmemektedirler. Bu durumda belki de, Hakan el-Müflihi, Yusuf'tan çekindiği için yanındaki zayıf kuvvetle Azerbaycan'a giremeden geri dönmüştür. İleride onun aynı Müflihi ile yaptığı çarpışmadan bahsedilecektir.

Abbası halifesi, başlangıçtan itibaren karşı çıkmasma rağmen, Mart 909 tarihinde Yusuf'un Azerbaycan ve Ermeniye valiliğini resmen kabul etmek zorunda kaldı ki, bunu da üzerine gönderilmiş olan Müflihi'nin hiçbir başarıya ulaşamaması, hatta mücadele etmemiş olmasıyla izah etmek mümkündür. Yusuf da yapılan anlaşmaya göre ona her yıl yüz yirmi bin dinar vergi ödemeyi taahhüt ediyordu.134 Böylece Yusuf sekiz yıldır fiilen elinde bulundurduğu bu iki bölgeye resmen sahip olmuş oluyordu. Halife ile Yusuf arasındaki anlaşmanın, uzun ömürlü olmadığı ve bir önem taşımadığı, birkaç yıl sonra çıkan ihtilaflardan anlaşılmaktadır.

Halife ile olan anlaşmazlığım kısmen halleden Yusuf, tekrar Ermeniye'ye döndü. Bu sırada Haçik Gagik'in kardeşi Gurgen Erdebil'e elerek Bagratuni hanedanınm elinde bulunan yerlere karşı müşterek bir sefer yapılması için teklifte bulundu. Onun dönmesinden birkaç ay sonra Haçik Gagik, daha önce tesbit edilmiş vergi ve hediyelerle birlikte Erdebil'e geldi. Yapılması kararlaştırılan ortak seferin hazır-lıklarım görüştüler. Haçik Gagik'e ikinci defa krallık tacı verildi. Bundan sonra ülkesine dönen Haçik Gagik hazırlıklara başladı. 135

909 yılı ilkbaharında büyük bir ordu ile Erdebil'den hareket eden Yusuf Nahcıvan'a gelerek burada Haçik Gagik ve Gurgen komutasındaki Ermeni birliklerinin gelmesini beklemeye başladı. Birkaç gün içinde Ermeni kuvvetleri Nahcivan'a vardılar. Yapılan sefer planı gereğince bir Müslüman birliği Doğu Siunik üzerine sevkedildi. Doğu Siunik hakimi Simbat ve kardeşleri kendilerine bağlı kuvvetlerle Müslümanlar'ı karşılamak için harekete geçtiler. Simbat, dağlık bölgedeki yol ve geçitleri tutmak suretiyle memleketini istiladan kurtarabileceğini düşünüyordu. Fakat gelen birliğin kalabalık olduğunu haber alınca emniyete alabilmek için annesi Şuşan, kansı Sofi (Haçik Gagik'in kız kardeşi) ve küçük yaştaki oğlunu Erencak136 kalesine gönderdi. Kendisi de maiyetindeki birliklerle Müslümanlar'ı durdurmak için mücadeleye girişti. Yapılan çarpışmalarda Ermeni kuvvetleri agır kayıplar vererek dağlık bölgedeki kalelere çekildiler. Müslümanlar bütün Doğu Siunik'i istila ettiler. Ancak sarp dağlardaki kalelere sığınanlar kendilerini kurtarabildiler. Böylece Doğu Siunik, Nisan 909 tarihinde Yusuf'un eline geçmiş oldu.137

Batı Siunik'in akıbeti de Doğu Siunik'in kaderinden farklı olmadı. Batı Siunik'in hükümdan II. Grigor Suphan (Kral Simbat'ın yeğeni), Yusuf'un bu bölgeye sevketmiş olduğu kuvvetlere karşı koy­maya çalıştı ise de mağlup olmaktan kurtulamadı. Bütün ümitlerini kaybetmiş olduğu halde bu sırada Dvin yakınına gelmiş olan Yusuf'un karargâhına giderek ona bağlılık arz etti. Batı Siunik de böylece fazla zorluk çekilmeden itaat altına alınmış oluyordu.138

Vaspurakan ve Siunik hakimlerinin Yusuf'a tabi olmalarından sonra Kral Simbat yalnız ve çok güç durumda kalmıştı. Onu bu kötü durumda yakalayan Yusuf, bir yıllık vergiyi hemen ödediği takdirde barışın devam edeceğini bildirdi. Yusufun, Ermeniler'e karşı takip etmekte olduğu politikanın çok çabuk değiştiğini gören ve ona hiç güvenemeyen Simbat, çaresiz istenilen büyük meblağı ödemek zorunda kaldı. Buna rağmen Yusuf, seferine devam ederek Bagratuni krallığının arazisine girdi. Bu sırada Bağratuni hanedanma mensup olan Gürcistan kralı II. Adarnase de, diğer Ermeni ileri gelenleri gibi Simbat'a cephe almıştı. Yusuf ile savaşacak kuvveti olmayan Simbat, tarihçi Hohannes'e göre çok sarp bir yerde bulunan Kelarck (Gelarck) kalesine,139 Asoghik'e göre de Taşir bölgesindeki Odsun (Otzun) köyüne ve oradan da Abhazlar'ın yanına kaçtı.140 Yusuf onu takip ederek bazı kaleleri fethetti ise de Simbat'ın sığındığı kaleyi ele geçiremedi. Bütün yaz boyunca dağlık bölgede askeri harekata devam etti. Kışın yaklaşması üzerine Tiflis üzerinden Dvin'e döndü.141

Yusuf'un Dvin'e dönmesini müteakip Kral Simbat da başşehri Erazgavor'a döndü. Kışın cok şiddetli geçmesine rağmen iki rakip birbirini devamlı kontrol altında tutuyorlardı. Bu sırada Simbat'ın kardeşi Şapuh'un oğlu büyük sparapet (komutan) Asot, kıymetli hediyeler ile birlikte Dvin'e giderek Yusuf'a bağlılık arz etti. 142 Simbat'ın maruz kaldığı tehlike ve Ermeni prensleri arasındaki rekabet üzerine Ermeni asilzadeleri Yusuf'un himayesine girerek bir mevki kapmak için adeta yarış halinde idiler. Vaspurakan ve Siunik prenslerinden sonra Bağratuni hanedanma mensup olanlar da aynı yolu takip etmeye başladılar. Bu durum Ermeniye'yi hakimiyeti altına almak için uğraşan Yusuf'un işini oldukça kolaylaştırıyordu.

Yusuf, 910 yılı ilkbaharında kalabalık bir ordu ile Simbat'a kesin darbeyi indirmek için Dvin'den hareket etti. Vaspurakan kralı Haçik Gagik de birlikleriyle ona katıldı. Diğer taraftan Simbat da, birliklerini oğullan Aşot Erkat ve Muşegh komutasında Yusuf'a karşı göndermiş ve bilhassa geçitleri tutmalannı emretmişti. İki kardeş Nig143 dağlık bölgesinde Yusuf'un birlikleriyle karşılaştılar ve Asoghik'in verdiği bilgiye göre,144 Dsknavacar145 adlı yerde savaşa tutuştular. Ermeni kaynakları, iki kardeşin, karşılarındaki kuvvetin sayıca çok üstün olmasına rağmen, savaş meydanını terketmeyerek cesurca dövüştüklerini kaydetmektedirler. Savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği bir sırada Uti dağlık bölgesinden gelmiş olan ve Sevordik146 adı verilen dağlı birliğin savaş meydanını terk etmesi Ermeni kuvvetlerinin yenilmesine sebep olmuştur.147 Aşot Erkat birlikleriyle geri çekilip kurtuldu ise de kardeşi Muşegh'in, Yusuf'un birlikleri tarafından sarılarak esir edildiği, bir müddet sonra da Dvin'e gönderilip hapiste zehirletilerek öldürüldüğü Ermeni tarihçiler tarafından belirtilir. 148

Dsknavacar zaferi, bütün kuzey-doğu Ermeniye'nin Yusuf'un eline geçmesini sağlamıştı. Bagratuni Ermeni krallığının kontrolünde, içinde yalnız Ani ve Erazgavor gibi şehirlerin bulunduğu Şirak bölgesi kalmıştı. Her taraftan sarılmış ve tek başına zayıf bir hale gelmiş olan Bagratuni krallığına kesin darbeyi indirmek an meselesi idi. Bu sırada Batı Siunik hakimi II. Grigor Suphan, Yusuf tarafından zehirletilerek öldürüldü. Kardeşleri Sahag ve Vasag ise bir gece hapisten kaçmayı başardılar. Yusuf onlan yakalamak için bir müfreze sevk etti. İki kardeş anneleri Mariam (Sımbat'ın kızkardeşi) ile birlikte Sevan (Gökçegöl) gölünde bir adaya sığındılar. Fakat Yusuf'un adamları onların peşini bırakmıyordu. Bu sebeple adayı da terkederek gölün batı tarafında yer alan Gardman bölgesine kaçtılar ve canlarını kurtarmayı başardılar.149

Emir Yusuf, Ermeniye'deki harekatına devam ediyordu. Artık karşısına çıkacak kuvvet kalmamıştı. Kral Simbat ise Kapuit-Berd (Mavi kale)150 kalesine sığınmıştı. Hohannes'e göre151 Yusuf, Vaspurakan kralı Haçik Gagik'i maiyetindeki kuvvetlerle beraber Va-gharşagerd (yahut Vagharşakert)152 kalesini zapta göndermişti. Kuşatmanın uzun müddet devam etmesine ve çetin çarpışmalarm olma-sına rağmen, kale bir türlü ele geçirilemiyordu. Asoghik ise Hohannes'in aksine 359 Ermeni yılında (13 Nisan 910-12 Nisan 911) Haçik Gagik'in adı geçen kaleyi zapt ettiğini bildirmektedir.153 Diğer kaynaklarda bu hususta bilgi bulunmaması sebebiyle bu haberlerden hangisinin doğru olduğunu kabul etmenin zorluğu ortadadır. Bununla beraber, hadiselere bizzat şahit olmuş olan Hohannes'in haberinin gerçeğe daha yakın olacağı kanaatindeyiz. Bu arada Yusuf'un birlikleri de Bagratuni arazisine girerek yağma ve tahribatta bulunuyorlardı.154

Ermeniye'deki olayların gittikçe Ermeniler aleyhine bir gelişme takip etmesi, 893 yılında Kral Simbat ile bir antlaşma yapmış olan Bizans imparatorluğunun gözünden kaçmıyordu. Ermeni tarihçisi Hohannes, Ermeniler'in maruz kaldıkları güç durumu öğrenen Bizans imparatoru VI. Leon'un,155 Simbat'a yardım göndermek için büyük bir kuvvet teşkil ettiğini ve bu birliği harekete geçireceği sırada öldüğünü (912) ifade etmektedir.156 Adı geçen kaynakta Ermeniler'in imparatordan yardım istedikleri hususunda bir bilgi bulunmamakla beraber büyük bir ihtimalle yardım isteğinin Ermenilerden geldiği düşünülebilir. Leon'dan sonra Bizans imparatoru olan Aleksandr, gerek dahili durumdaki zorluklar ve gerekse hudutlarda Müslümanlar ile devam eden mücadeleler sebebiyle böyle bir teşebbüse girişememiştir. Aynı zamanda onun imparatorluğunun bir yıl kadar devam etmesi de bu yardıma imkan vermemiştir.157

Simbat, ülkesinin adım adım istila edilmesi karşısında canını kurtarma çareleri arıyor ve sığınmış olduğu Kapuit-Berd kalesinde savunma tedbirlerini kuvvetlendirerek gelişmeleri beklemeyi tercih ediyordu. Muhasaranın bir yıl devam etmesine rağmen son derece sarp bir yerde bulunan kale, Müslümanlar'ın eline geçmedi. Onu teslim olmaya mecbur etmek maksadıyla civardaki köy ve kasabalara akınlar yapılarak her taraf yağma ve tahrip ediliyordu. Bir taraftan kuşatmanın uzaması sebebiyle kalede erzakın tükenmesi, diğer taraftan da Ermeniler ile meskun olan yerlerin tahribi Simbat'ı teslim olmak zorunda bıraktı. Simbat, Yusuf'un karargâhına elçi göndererek kalenin teslim edileceğini, buna karşılık onun da Ermeniler'e iyi muamele etmesini ve elindeki esirleri serbest bırakmasını istedi. Bir yıldan beri muhasara ettiği halde ele geçiremediği Simbat'ın kendi isteği ile teslim olmayı kabul etmesine çok memnun olan Yusuf, onun isteklerini kabul etti ve kendisine altın işlemeli bir hil'at gönderdi. Aralarında geçen bunca olaylara rağmen Yusuf'tan gördüğü yakın alaka ve dostluktan şüphelenen ve daha önce yaptıkları antlaşmaları istediği zaman ihlal etmiş olması sebebiyle ona güvenemeyen Simbat, bir fırsatını bularak Yusuf'un karargahı arasından kaçmaya muvaffak oldu ve Şirak bölgesinde küçük bir köyde saklandı. Muhtemelen Yusuf tarafından gönderilen Haçik Gagik onu bularak tekrar Yusuf'un karargâhına getirilmesini sağladı. Kışı geçirmek için Dvin'e dönen Yusuf, böylece beraberinde getirmiş olduğu Simbat'ı hapse attırdı (913).158

Emir Yusuf'un, muhtemelen bir yıllık bir aradan sonra Ermeniler üzerine tekrar bir sefere çıktığını görmekteyiz. Seferin hedefi, Siunik bölgesi büyük işhanı Simbat'ın annesi Şuşan, karısı Sofi ve bölgenin ileri gelenlerinin bulunduğu Erendcak kalesi idi. Yusuf'un teslim teklifi kaledekiler tarafından reddedilince muhasara başladı. Simbat da tutuklu olarak buraya getirilmişti. Bütün mücadelelere ve muhasaranın uzamasına rağmen kale zapt edemiyordu. Bu durum karşısında Yusuf, kral Simbat'a kalenin teslimi için aracılık yapmasını teklif etti ise de o buna yanaşmadı. Buna kızan Yusuf da kralı idam ettirdi.159 Tarihçi Hohannes, Yusuf'un, mahsurların dayanma gücünü kırmak ve kaleyi teslim etmelerini sağlamak gayesiyle kralı onların gözleri önünde öldürttüğünü belirtmektedir. 160 Bunlardan farklı olarak A-soghik ise, kalenin zaptından sonra Dvin'e dönen Yusuf'un. Kral Simbat'ı burada katlettirdiğini yazmaktadır.161

Verilen bu üç rivayetten ilk ikisi arasında büyük bir fark olmadığı görülmektedir. Hadiselerin gelişmesi ve ileriye sürülen görüşler dikkate alınınca, onlardan tamamen farklı olan Asoghik'in rivayetinin daha zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Başvurduğu bu son çare de bir netice vermeyince Yusuf, mahsurların çevre ile münasebetlerini tamamıyla keserek teslim olmalarını beklemeye başladı. Bu arada kaledekilerden birisi para ile elde edilerek kale kapısı açtırıldı ve Yusuf'un birlikleri kaleyi zapt ettiler. Kalede bulunanların büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi. Siunikli hanımlar Dvin'e götürülerek hapsedildiler.162 Kral Simbat'ın katliyle neticelenen bu seferin tarihi hakkında 913-916 yılları arasında çeşitli tahminler ileri sürülmekte ise de 914 yılının, olayların gelişmesi bakımından gerçeğe en yakın ihtimal olduğu anlaşılmaktadır.

Yusuf b. Ebi's-Sac'ın Ermeniye işleriyle meşgul olduğu sıralarda batıdan Erdebil ve çevresine Ruslar tarafından bir akın yapılmıştır. Bu hususta bilgi veren Mes'udi'ye göre163 912-913164 yılından sonra Ruslar beş yüz gemilik bir nehir donanmasıyla İtil (Volga) nehri üzerinden Hazar denizine inmişler ve bu denizin güney ve batı sahillerindeki Taberistan, Deylem ve Gilan sahillerini yağmalamışlar, hatta Bakû'da karaya çıkarak Azerbaycan'a girmişler ve Erdebil çevresine kadar ilerleyerek yağma ve tahribatta bulunmuşlar, kadın ve çocukları esir alarak geri çekilmişlerdir. Bu baskın sırasında Yusuf'un, başşehri Erdebil'de olmadığı anlaşılmaktadır. Büyük bir ihtimalle Erendcak kalesinin muhasarasında bulunuyordu. Erdebil'de Ruslar'ı karşılayacak bir kuvvetin olmaması onların daha cüretkar hareket etmelerine imkan hazırlamıştır. Yusuf'un komutanlanndan Ali b. Heysem, bölge halkının yardımı ve ticaret gemileriyle Ruslar'ı takip ederek onların çekildikleri Hazar denizindeki bir adaya hücum etti. Ancak büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Ruslar bir müddet daha Hazar sahillerinde yağma ve katliama devam ederek geldikleri yolla ülkelerine döndüler.

Kral Simbat'ın Erendcak kalesi önünde öldürülmesinden sonra Agratuni hanedanının başına oğlu Aşot Erkat (Demir Aşot) geçti. İkinci oğlu Abas, ağabeyisinin en büyük yardımcısı oldu. Aşot, kral olduğu zaman son derece güç durumda idi. Bir taraftan Ermeniye'nin büyük bir kısmı Yusuf tarafından zapt edilmiş, diğer taraftan da Bagratuni hanedanına mensup olan Gürcistan kralı II. Adarnase ile Taron hakimi Grigorigios başta olmak üzere bütün Ermeni işhan ve nahararları siyasi rekabetten dolayı Aşot'a cephe almışlardı. Diğer bir deyişle yeni hükümdar Aşot da, babası gibi Yusuf'un karşısında yalnız kalmıştı. İçinde bulunduğu güçlükler sebebiyle Yusuf ile başa çıkamayacağım anlayan Aşot Erkat, arazinin verdiği imkanlardan faydalanarak çete harbi yapmaya karar verdi ve kendisine bağlı az fakat sadık birlikleriyle bu kararını uygulamaya girişti.

Ermeniye'deki müstahkem mevkilerden sonuncusu olan Erendcak kalesinin zaptından ve Simbat'ın katlinden sonra bu tarafta hiçbir tehlike kalmadığına kanaat getiren Yusuf'un Rey taraflarındaki siyasi gelişmelere müdahale etmesinden ve esas kuvvetlerini bu cepheye sevk etmesinden faydalanan Aşot ani baskınlarla Ermeniye'deki Müslüman garnizonlarını sıkıştırmaya başladı. Küçük süvari kuvvetlerinin süratli ve ani baskınları bu garnizonların birleşmelerini önlüyor ve böylece Aşot, yavaş yavaş kale ve şehirleri geri almayı başarıyordu. Birbiri arkasından Bagrevand, Arşarunik, Şirak ve Gugark bölgeleri Aşot'un hakimiyetine girdi. Buralardaki Müslüman birlikleri esir veya katledildiler. Bagratuni hanedanının ülkesini böylece ve nispeten kolaylıkla Müslümanlar'dan geri alan ve önemli bir mukavemetle karşılaşmayan Aşot, kuzeye yönelerek Taşir bölgesini ve daha sonra da Tiflis şehrini zapt etti. 165

Sacoğulları ile Ermeniler arasındaki mücadeleleri yakından takip eden ve hatta Kral Simbat ile bir anlaşma yapmış olan Bizans imparatorluğunun, bu son gelişmeler yani Simbat'ın katli ve Ermeniye'nin Yusuf tarafından zaptı karşısında tekrar harekete geçtiği görülmektedir. İmparator Kostantinos Porphyrogennetos üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olduğu anlaşılan İstanbul patriği Nikolaos, Ermeni katholikosu VI. Hohannes'e yazdığı mektupta, imparatorun Ermeniler'e yardımcı kuvvetler göndereceğini, ancak bu kuvvetlerin gelmesinden önce bütün Ermeni işhan ve nahararlarının, Gürcistan kralının ve Abhaz ileri gelenlerinin Müslümanlar'a karşı birleşmelerinin lüzumunu belirtiyor ve bunu sağlamak için de Katholikos'un harekete geçerek Ermeni asilzadeleri ve bölgenin diğer Hıristiyan ileri gelen şahsiyetleri ile temasa geçmesinin icap ettiğini ve müşterek hareket sayesinde korkunç düşmanlarından kurtulabileceklerini ilave ediyordu.166

İstanbul patriği Nikolaos'ın mektubunun, Ermeniye'deki siyasi gelişmeler üzerinde büyük bir tesir uyandırdığı görülmektedir. Mektubu alan Katholikos Hohannes'in Ermeni reisleri arasındaki faaliyeti kısa zamanda meyvelerini vermeye ve Aşot'un etrafında Yusuf'a karşı bir birlik kurulmaya başladı. Gürcistan kralı II. Adarnase, yıllardan beri Bagratuni hanedanı ile aralarında devam eden rekabete son vererek Aşot'un yanına gitti ve onu kral olarak tanıyarak eski dostluk antlaşmasını yeniledi.167 Katholikos Hohannes Bagratuni ailesinden Taron hakimi Grigorigios'un yanına giderek ondan Aşot ile aralarındaki düşmanlığa son vermesini istedi. Aynı zamanda bölgedeki işhan ve nahararlar ile bir toplantı düzenleyerek onları da Aşot lehine kazanma cihetine gitti ve bunda da başarılı oldu.168 Bunların hepsinden önemlisi Bagratuni hanedanı ile Vaspurakan kralı Haçik Gagik arasındaki düşmanlığın sona ermesi idi.

Bilindiği gibi bu iki hanedan arasındaki münasebetler arazi ihtilafı sebebiyle son derecede bozulmuş ve Haçik Gagik Yusuf un saflarında Bagratuni hanedanı ile savaşmıştı. Haçik Gagik son gelişmelerden ve Yusuf'un Azerbaycan'a dönmesinden faydalanarak eskiden kendi ailesine ait bulunup şimdi kaybetmiş olduğu merkezi Dariunk (bugünkü Doğu Bayezit)169 olan Kogovit ile merkezi Maku olan Artaz bölgelerini zapt ederek ülkesinin hududunu Büyük Ağn'nın güneydoğusundaki Masiatsont bölgesine kadar genişletti. Kendisinin, doğuda meşgul bulunduğu sırada Ermeniye'de Aşot lehine vuku bulan gelişmeleri öğrenen Yusuf, Haçik Gagik'e haber göndererek Aşot'a karşı tekrar beraber harekete geçmelerini teklif etti. Ancak Haçik Gagik, Ermeniler lehine gelişen olayları dikkate alarak zaten pek güvenemediği Yusuf'un teklifini reddetti. Diğer taraftan ondan korktuğu için Mog dağlık bölgesine çekilerek Yusuf'un tepkisini beklemeye başladı.170

Katholikos Hohannes, Ermeniler arasında birlik fikrinin kuvvetlenmesine ve hatta bazı başarılar kazanılmasına rağmen, Yusuf'un dönmesi halinde Ermeniler'in onunla başa çıkamayacaklarını gayet iyi bildiği için İstanbul patriği Nikolaos'a, aslı kendi eserinde bulunan uzunca bir mektup yazdı.171 Hohannes mektubunda İmparator Kostantinos Porphyrogennetos'tan Ermenilere yardım edilmesini istiyor, Bizans imparatorluğunun Müslümanlar'a karşı kazandığı başarıları büyük bir heyecanla selamlıyor ve bu başarılar sayesinde memleketinin kurtulacağını ümit ettiğini belirtiyordu. Ayrıca Müslüman akınları sebebiyle Ermeniler'in maruz kaldıkları kötü durumu, Ermeniye'nin uğradığı zararları acıklı bir şekilde ifade ettikten sonra: "Allah'ın askeri, Hz. İsa tarafından taçlandırılmış Romalılar'ın kudretli imparatoru, bize yardım için birliklerinizi hazırlayımz, biz çok kötü durumdayız, bizi bu zor durumdan kurtarınız ve öcümüzü alınız" diyerek devrin Hıristiyan aleminin en büyük devletlerinden birisini adeta bir haçlı seferine davet ediyordu.

Katholikos Hohannes'in mektubunun Bizans imparatoru üzerinde iyi bir tesir uyandırdığı anlaşılmaktadır. İmparator, kıymetli hediyeler ile birlikte Theodoros adlı bir elçiyi Ermeniye'ye gönderdi. Kostantinos Porphyrogennetos ile Bagratuni kralı Aşot arasındaki dostluk bağlarını kuvvetlendirmek ve kral ile Katholikos'u İstanbul'a davet etmekle vazifelendirilmiş olan Theodoros, önce Hohannes'in bulunduğu Taron'a geldi ve onunla birlikte Aşot'un yanına gitti. Ermeniye'deki gelişmelerin kendi lehine bir seyir takip etmesine hatta Yusuf' ile Abbasi halifesi arasındaki anlaşmazlıkların çatışmaya dönüşüp Yusuf'un esir edilmesine rağmen yine de en büyük tehlikenin Azerbaycan'dan geleceğini düşünen Aşot, Bizans'ın askeri desteğini sağ-lamak ümidiyle daveti kabul ederek hemen yola çıktı. Ancak Katholikos Hohannes, Bizans kilisesi ile Ermeni kilisesi arasındaki inanç ayrılıkları sebebiyle kendisine baskı yapılabileceğini göz önüne alarak çeşitli bahanelerle İstanbul'a gitmedi.172 Aşot, İstanbul'da büyük bir merasimle karşılandı. İmparator ona yakınlık gösterdi; kendisine ve maiyetine kıymetli hediyeler verildi. Bu gösterişli törenlerin arkasında önemli görüşmelerin yapıldığı şüphesizdir. Bizans imparatoru ile Ermeni kralı arasında yapılacak ittifakta, Ermeniye'yi Müslüman hakimiyetinden kurtarmak ve bu arada da İslam devletine karşı saldırgan bir siyaset takip etmekte olan Bizans imparatorluğuna bazı yeni fırsatlar sağlamak hedef alınmıştı. Diğer bir ifade ile Katholikos Ho-hannes'in arzu ettiği haçlı seferi böylece başlama imkanını bulacaktı.

Aşot'un Bizans imparatorunun davetini kabul ederek İstanbul'da ve Emir Yusuf'un da Bağdat'ta hapiste bulunmasından istifade cihetine giden Vaspurdkan kral Haçik Gagik, Zarevan (Urmiye gölünün kuzey-batısında şehir ve bölge) 173 ve Her (Hoy) 174 hudut bölgesinde, Merend istikametinde bir akın teşebbüsünde bulundu. Bu teşebbüs başarısızlıkla neticelendiği gibi Yusuf'un birlikleri karşı akına geçerek Van ve Mardastan (Van'ın kuzeyinde) 175 şehirlerine kadar ilerleyerek tahribatta bulundular.176 Diğer taraftan Aşot'un yokluğundan faydalanmak isteyen, amcası Şapuh'un oğlu Aşot Sparapet, isyan ederek Arpaçay ile Aras nehirlerinin birleştiği yerin kuzey ve güneyinde yer alan Goghb ve Bagaran bölgelerini177 eline geçirdi.178

Ermeniye'deki bu son gelişmeleri haber alan Aşot, imparatordan ülkesine dönmek için izin istedi. İmparator Kostantinos Porphyrogennetos onun bu isteğini yerinde buldu ve onu, yanına yardımcı kuvvet olarak verdiği bir Bizans birliğiyle İstanbul'dan merasimle uğurladı. Dönüşü sırasında Goghb bölgesinde Aşot Sparapet'in birliklerinin mukavemetini Bizanslı birliğin yardımıyla kırmayı başaran Aşot, büyük bir törenle başşehri Erazgavor'a döndü.179

Kral Simbat'ın katli ile Aşot Erkat'ın İstanbul'dan dönüşüne kadar cereyan eden olayların kronolojisini tespit etmek oldukça zordur. Hadiselerin bizzat şahidi olan Hohannes, bu olayları geniş olarak anlatmasına rağmen tarihi bildirmemektedir. Diğer Ermeni kaynaklarında da fazla birşey bulunamıyor. İslam kaynakları ise Yusuf ile Ermeniler arasında geçen mücadeleler hakkında hiç bir bilgi vermemektedirler. Kral Simbat'ın katli tarihinin 914 yılı olabileceğini yukarıda belirtmiştik. Yusuf'un Ermeni'ye'de kazandığı başanlar ve Ermenilerin maruz kaldıkları güç durum karşısında Bizans imparatorluğu harekete geçmiş ve İstanbul patriği Nikolaos yukarıda bahsettiğimiz mektubu yazmıştır. Mektup Simbat'ın ölümünden sonra Ermeniye'ye ulaşmıştır.

Aşot'un, çete harbine girişmesi ve Ermeni asilzadeleri arasında bir birliğin kurulmaya başlaması büyük bir ihtimalle 915 yılından itibaren vuku bulmuş olmalıdır. Bunlardan sonra Katholikos Hohannes'in, cevabi mektubunu yazmış olması düşünülebilir. Hohannes'in mektubunun tarihi hakkında da bazı görüşler ileri sürülmektedir. Saint Martin ve muhtemelen ondan naklen Rene Grousset, mektubun 920 yılında yazıldığını ve ertesi yıl da Aşot'un İstanbul'a gittiğini kabul etmektedirler.180 N. Adontz Aşot'un 914 yılında İstanbul'a gittiğini ileri sürmekte181 ise de bu tarihin kabul edilemeyeceği açıktır. Çünkü verilen yılda Aşot, Bagratuni tahtına yeni geçmiş ve muhtemelen ancak daha sonraki birkaç yıl içinde ülkesini kısmen Yusuf'un birliklerinden kurtardıktan sonra İstanbul'a gitmiştir. Bunların hepsinin aynı yıl içinde olması mümkün değildir.

Bu hususta verilen diğer tarihler şunlardır: İstanbul patriği Nikolaos 918 yılında Ermeni katholikos'u Hohannes'e mektup yazmıştır. Hohannes'in Bizans imparatorundan yardım isteyen mektubu 920 tarihini taşımaktadır. Aşot'un İstanbul'a gidişi 921 yılındadır. 182 Bu durum karşısında, Hohannes'in eserinde verilen tafsilattan faydalanarak ve olaylardaki veriliş sırasını göz önüne alarak Hohannes'in mektubunun 920 yılında yazılmış olabileceğini ve Kral Aşot'un da muhtemelen 921 yılında İstanbul'a gittiğini kabul etmek mümkündür.

Yusuf Bağdat'tan Erdebil'e döndüğü zaman Aşot'un Bizans'ın askeri desteği ile Ermeniye'de faaliyette bulunduğunu gördü. Ermeni azilzadelerinden Aşot Sparapet krala cephe almış ve onun İstanbul'dan dönmesi üzerine Dvin'e sığınmıştı. Katholikos Hohannes tarafından iyi bir insan olarak tanıtılan ve birçok kilise yaptırdığı ifade edilen Aşot Sparapet 909 yılında Yusuf'un yanına giderek onun tabiiyetini kabul etmiş ve çeşitli zamanlarda ona erzak ve zahire temin etmişti. Yusuf, kendisine karşı yapılmış olan Bizans-Bagratuni ittifakını tesirsiz hale getirmek ve biraz da kurulmuş olan birliği zayıflatmak gayesiyle iki Aşot arasındaki anlaşmazlıktan faydalanma cihetine gitti. Dvin'de bulunan Aşot Sparapet'e taç giydirdi ve Ermeniler'in kralı olarak onu tanıyacağını ilan etti. 183

Aşot Sparapet, Yusuf'un desteğini sağladıktan sonra Kral Aşot tarafından işgal edilmiş olan Koghb ve Bagaran'a döndü. Burada çok kötü bir manzara ile karşılaştı: Bütün evler ve kaleler tahrip edilmiş, taraftarlarından esir edilenler esir pazarlarında satılmıştı. Bunun üzerine iki Aşot arasında mücadele başladı. Fakat Ermeni asilzadeleri arasında büyük nüfuzu olduğu anlaşılan Katholikos Hohannes araya girerek onları barıştırdı.184 Ancak bu barışma uzun ömürlü olmadı. Aşot Sparapet, hakimiyet sahasını genişletmek maksadıyla Vagharşa-pat'ı (Ecmiazin)185 zapt etti. Derhal harekete geçen Kral Aşot, ani bir baskınla adı geçen şehri ele geçirdiği gibi bol miktarda esir ve ganimet almış, Aşot Sparapet yine Dvin'e sığınmak zorunda kalmıştı. Katholikos Hohannes harekete geçerek tekrar onları bir anlaşma yapmaya ikna etti. 186

Aşot Erkat, Bizans imparatorluğunun desteğine rağmen Ermeniye'nin tamamını hakimiyeti altına alamamış ve daha önceki yıllarda olduğu gibi Yusuf'un desteklediği yeni bir rakip kralla karşı karşıya kalmıştı. Rakibini bertaraf edebilmesi için Bizans desteğinin yetme-yeceğini anlayan Aşot, Yusuf'a başvurarak ona bağlılık arz etti. Yusuf ise, Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine geldiğinden beri bütün çabalarına rağmen Bagratuni hanedanını ortadan kaldıramamıştı. Bu sebeple Aşot'un teklifini kabul ederek onu Ermeni kralı olarak tanıyacağını ilan etmiş ve kıymetli hediyelerle birlikte bir de taç göndermiştir. Ayrıca ona yardımcı olması için bir Müslüman birliğini de yola çıkarmıştır. Kral Aşot merasimle Yusuf'un gönderdiği tacı giydikten ve onun askeri desteğini sağladıktan sonra Aşot Sparapet üzerine yürümüştür. Dvin yakınlarında yaptığı savaşı kaybederek geri çekilmek zorunda kalan Aşot, Abhaz prensi Gurgen (yahut Giorgi)'den temin ettiği yeni kuvvetlerle Vagharşapat'a geldiği zaman Katholikos Hohannes'i karşısında buldu. Katholikos dini otoritesi sayesinde bu iki rakibi üçüncü defa barıştırmayı başardı.187

Yusuf'un Abbasi halifesi ile ihtilafa düşmesi ve hatta esir edilerek Bağdat'ta hapsedilmesi, daha önceki yıllarda arazileri Yusuf tarafından zapt edilmiş olan Ermeni asilzadelerini harekete geçirmiştir. Bu cümleden olarak Doğu Siunik işhanı Simbat ve üç kardeşi, eskiden kendilerine ait Goghthan bölgesindeki (Nahcivan'ın güney doğusunda)188 Erendcak kalesini geri almak için harekete geçtiler. Yusuf'un birlikleriyle yapılan savaşta, Simbat'ın sol kanat kuvvetlerine komuta eden kardeşi Vasag'ın maiyetindeki birliklerin189 savaş meydanını terk etmeleri üzerine Ermeniler mağlup oldular.190

Yusuf hapisten kurtulup Azerbaycan'a dönerken, daha önceki yıllarda Bagratuni hanedanıyla yaptığı savaşlarda daima onu desteklemiş olan, fakat onun hapiste bulunduğu sırada Merend istikametinde bir akın teşebbüsünde bulunan Vaspurakan kralı Haçik Gagik ile komşusu Antzevatsik (Van gölünün doğusunda yer alan bölge) 191 hakimi Hetum, Yusuf'tan çekinerek dağlık bölgelere sığındılar ve gerekli tedbirleri aldılar. Buna rağmen birikmiş vergilerini ödemeyi ve tekrar itaat arzetmeyi de ihmal etmediler.

Yusuf b. Ebi's-Sac 901'de fiilen ve 909'da da halife tarafından resmen, Azerbaycan ve Ermeniye valisi tayin edildikten sonra bütün askeri gücünü Ermeniler ile yaptığı mücadelelere hasretmiş ve ancak 914 yılında Bagratuni kralı Simbat'a karşı kazandığı kesin zaferden sonra doğuya dönme fırsatını bulabilmiştir. İbn el-Furat'ın azledilerek onun yerine Ali b. İsa'nın vezir tayin edilmesi (913) üzerine Ermeniye'deki meseleleri halletmiş olan Yusuf, yeni vezire başvurarak Rey valiliğinin de kendisine verilmesini istedi. Ali b. İsa, Halife Muktedir'den bu hususta bir ferman almaya muvaffak oldu. Kaynaklar bu fermanın halifenin haberi olmadan gönderildiğini belirtmektedirler. Rey valiliğinin Yusuf'a verildiği sıralarda bu bölge Samaniler'den Nasr b. Ahmed b. İsmail'in elinde bulunuyordu. Yusuf, halifenin desteğini sağladıktan sonra kuvvetli bir ordu ile Rey üzerine hareket etti. Samani valisi Muhammed b. Ali Su'lük, Rey ve çevresini elinde bulundurmasına karşılık halifeye vergi ödemekte idi. Yusuf'un hareket ettiğini öğrenen Muhammed, ona karşı koyamayacağını bildiğinden Horasan'a çekilmek zorunda kaldı. Yusuf da hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın 916-917 yılında Rey'e girdi ve ardından da Kazvin, Zencan ve Ebher şehirlerini zapt etti. 192

Yusuf, Rey ve çevresini zapt ettiği sıralarda Bağdat'ta Ali b. İsa vezirlikten azledilmiş ve onun yerine tekrar İbnü'l-Purat tayin edilmişti/3 Haziran 917. Bu iktidar değişikliği üzerine İbnü'l-Furat'a müracaat eden Yusuf, Rey ve çevresi valiliğinin Ali b. İsa tarafından kendisine verildiğini ve bu sebeple adı geçen bölgeyi Samaniler'in işgalinden kurtardığını belirtiyor ve valiliğinin tasdikini istiyordu. İbnü'l-Furat, hapiste bulunan Ali b. İsa'dan, gerçekten bu valiliğin Yusuf'a verilip verilmediğini sordu. Ali b. İsa böyle, bir hususun kesinlikle olmadığını açıkladı. Zaten Yusuf'un İbnü'l-Furat'a müracaat ederek valiliğinin tasdikini istemesi daha önce bir ferman almadığı intibaını kuvvetlendirmektedir. Çünkü valiliğin ona vezir tarafından değil, halife tarafından verilmiş olması gerekiyordu. Öyle anlaşılıyor ki, Yusuf merkeze sormadan harekete geçmiş ve vezirin değişmesini fırsat bilerek valiliğe tayin edilmesini istemiştir. Bunun yanında merkeze ödemekte olduğu vergiyi de kesmesi halife ve İbnü'l-Furat'ı tamamıyla kendisine cephe almaya zorlamıştır. Halife Muktedir, Yusuf'un valilik isteğini kesinlikle reddederek, ona karşı Hakan el-Muflihi komutasında bir ordu gönderdi. İki ordu Rey yakınında karşılaştı. Yapılan savaşta Muflih mağlup oldu ve askerlerinden büyük bir kısmını kaybetti. Yusuf, esirlerle birlikte Rey'e döndü.193

Hakan el-Muflihi'nin mağlubiyet haberinin Bağdat'a ulaşması üzerine Halife Muktedir, kısa bir zaman önce Bizans hududundan dönmüş olan Münis el-Hadım'ı Azerbaycan'a göndermeye karar verdi. Aynca Münis'in geçeceği şehirlere haberler göndererek asker ve zahire bakımından ona yardımcı olmalarını emretti. Münis 918 yılı ilkbaharında194 Bağdat'tan hareket etti. Münis'in hareketini haber alan Yusuf, ona bir elçi göndererek Rey ve çevresinin valiliği kendisine verildiği takdirde Beytülmal'e yedi yüz bin dinar ödeyeceğini bildirdi. Yusuf'tan çekindiği anlaşılan Münis, halifeye müracaat ederek talimat beklemeyi uygun buldu. Ancak Halife Muktedir, Yusuf'un teklifine yanaşmayarak onun, önce Bağdat'a gelmesi şartıyla adı geçen bölgenin askeri işlerini uhdesine verebileceğini bildirdi. Bağdat'a gitmenin kendisi için tehlikeli neticeler doğurabileceğini düşünen Yusuf, on gün gibi kısa bir zamanda Rey şehrinin haracını toplayarak Erdebil'e döndü. Münis el-Hadım, Rey, Kazvin ve Ebher valiliğini Vasıf el-Begtemiri'ye verdi. Bu gelişmeler karşısında Yusuf tekrar Bağ-dat'a müracaat ederek Azerbaycan ve Ermeniye valiliğinin devam etmesi halinde Rey ve çevresinden vazgeçeceğini bildirdi. Vezir İbnü'l-Furat'ın bu teklifi kabul etmesine karşılık Halife Muktedir, onun Bağdat'a gelmemesi halinde askeri harekata girişileceğini kesinlikle ifade etti. 195

Yusuf, bütün tekliflerine karşılık Bağdat'a gelme şartıyla karşılaşınca bunun kendisi için kurulmuş bir tuzak olduğuna iyice kanaat getirdi ve Erdebil'de gerekli tedbirleri almaya başladı. Ondan bir cevap alamayan Münis de Henedan'dan hareket etti. İki ordu 21 Temmuz 919 tarihinde Tebriz'den Erdebil'e giden yol üzerinde bulunan Serat'ta196 karşılaştı. İlk hücum Yusuf'un öncü kuvvetlerinin komutanı Ali b. Vasıf tarafından yapıldı ve Münis'in komutanlarından Sima b. Büveyh esir alındı. Fakat daha sonra savaşın seyri süratle Yusuf'un aleyhine gelişmeye başladı.

Bu sırada Yusuf ve gulamı Sebük el-Müflihi,197 maiyetlerindeki süvari kuvvetleriyle hücuma geçtiler. Bu ani hücum karşısında neye uğradıklarını şaşıran Münis'in birlikleri savaş meydanını terk ederek kaçmaya başladılar. Münis'in karargahı ve ağırlıkları Yusuf'un eline geçti. Münis, Zencan'a çekildi. Sebük onu takip etmek istedi ise de Yusuf buna mani oldu. Birkaç gün savaşın cereyan ettiği yerde kalan Yusuf, daha sonra Erdebil'e döndü. Ele geçirilen esirlere iyi muamele edilmesini emretti ve hatta komutanlara karşı iyi davranarak onlara hil'at giydirdi.198 Bu davranışı ile Yusuf'un, ya bu komutanları kendi saflarına kazanmak veya halife ile tekrar anlaşmak ümidinde olduğu düşünülebilir.

Münis el-Hadım Zencan'dan halifeye mağlubiyet haberini bildirdi ve bundan sonra ne yapması gerektiği hakkında ondan talimat istediğini açıkladı. Halife Muktedir, yardımcı kuvvetler göndereceğini, bu kuvvetlerin gelmesine kadar Zencan'da beklemesini emretti. Bu sırada Münis, Yusuf'un sulh teklifini ihtiva eden bir mektubunu aldı. İkisi arasında elçiler gidip geldi. Münis, Yusuf'un sulh teklifini halifeye arz etti ise de tekrar red cevabı ile karşılaştı ve bütün kışı merkezden gönderilecek kuvvetlerin gelmesini bekleyerek Zencan'da geçirdi.

919 Haziran'ında Hamdaniler'den Ebu'l-Heyca Abdullah ve Ebu'1-Ala Sa'id199 komutasında yardımcı kuvvetler geldi. Bu sırada Yusuf'un bazı güçlüklerle karşı karşıya bulunduğu haberinin alınması üzerine derhal harekete geçildi. Erdebil yakınların da iki ordu karşılaştı. Yapılan savaşta Yusuf yenilerek Erdebil'e doğru kaçmaya başladı. Ebu'l-Heyca onu takibe koyuldu. Yusuf kaçarken attan düşüp yaralanması üzerine yakalandı ve Münis'in karargahına getirildi. Münis, bu mücadeleci rakibine çok iyi davrandı ve hatta yaralarının tedavi edilmesi için bir hekimi vazifelendirdi. Hususi bir çadır tahsis edilerek yaralanın iyileşmesine kadar beklenildi. Münis ayrıca Yusuf'a, halife nezdinde yardımcı olacağını ve ağır cezaya çarptırılmaması için çalışacağını vaadetti.200

Yusuf b. Ebi's-Sac'ın esir edilmesinden sonra onun idaresinde bulunan yerlere yeni valiler tayin edildi. Bu cümleden olarak Rey, Dunbavend, Kazvin, Ebher ve Zencan valiliği Ali b. Vehsuzan'a, İsfehan Kum, Kaşan ve Save Ahmed b. Ali Su'luk'a ve Azerbaycan'ın diğer şehirlerinin valiliği de muhtemelen Muhammed b. Ubeydullah el-Faruki'ye verildi. İdari tedbirlerin tamamlanmasından sonra Münis, Yusuf ile birlikte Azerbaycan'dan hareket ederek 9 Eylül 919 tarihinde Bağdat'a vardı. Başta vezir Hamid b. el-Abbas olmak üzere devlet erkanı onlar karşıladılar. Yusuf bir deve üzerine bindirilmiş olarak halkın arasından geçirilerek halife sarayına getirildi, huzura kabul edildi ve sarayda hapsedildi.201

Münis'in, Azerbaycan'dan ayrılmasından sonra Yusuf'un gulamı Sebük harekete geçerek dağılmış olan birlikleri topladı ve Azerbaycan'ın bir kısmına hakim oldu. Üzerine gönderilen Muhammed b. Ubeydullah el-Faruki'yi mağlup etti. Halifeye gönderdiği mektupta Azerbaycan valiliğinin kendisine verilmesini, buna karşılık her yıl iki yüz yirmi bin dinar vergi ödeyeceğini bildirdi. Halife Muktedir bu olup bittiyi kabul etmek zorunda kaldı.202

Yusuf hapiste üç yıl kadar kalmıştır. Bir taraftan Azerbaycan ve çevresindeki siyasi gelişmelerin tehlikeli bir hal alması, diğer taraftan Münis'in tavassut ve ricalar neticesinde halife, Mayıs 922 tarihinde onu hapisten çıkarttı, huzuruna kabul ederek hil'at giydirdi ve yılda beş yüz bin dinar vergi ödemek şartiyle Rey, Kazvin, Ebher, Zencan ve Azerbaycan valiliğine tayin etti. Maiyetine Vasıf el-Begtemiri komutasında bir birlik vererek Musul üzerinden Azerbaycan'a dönmesini ve Musul'daki karışıklıklara son vermesini emretti. Yusuf, halifenin emri gereğince Musul'a gelerek buradaki işleri yoluna koyduktan sonra Erdebil'e döndü. Erdebil'e geldiği zaman kendisinin hapiste bulunduğu sırada emaretini idare etmiş olan Sebük'ün kısa bir zaman önce öldüğünü öğrendi.203 Böylece 901 yılından beri idare ettiği ülkesine üç yıllık bir aradan sonra tekrar sahip oldu. Yusuf Erdebil'e döndüğü sırada Rey, Ahmed b. Ali Su'lük'un (daha önce Rey'i Samaniler adına idare etmekte olan Muhammed b. Ali Su'lük'un kardeşi) elinde bulunuyordu. Azerbaycan'daki işlerini düzene koyduktan sonra halife tarafından kendisine verilmiş olan Rey üzerine yürüdü. Ebher ile Zencan arasında yapılan savaşta Ahmed b. Ali mağlup oldu.204

Yusuf bir müddet Rey'de kaldıktan sonra yerine gulamı Müflih'i bırakarak 313 yılı başında (Mart-Nisan 925) Hemedan'a gitmek için bu şehirden ayrıldı. Fakat onun ayrılmasından sonra Rey halkı isyan ederek Müflih'i şehri terk etmeye mecbur etti. Bunun üzerine Yusuf geri dönerek Ağustos-Eylül 925 tarihinde Rey'e girerek şehri tekrar itaat altına aldı.205

IX. yüzyılın ikinci yarısında Basra bölgesinde çıkan Zenci isyanının büyük güçlüklerle bastırılmasından sonra Bahreyn'de yeni ve daha tehlikeli başka bir isyan, Karmatiler'in isyanı patlak vermişti.206 Karmatiler, Suriye'de başarısızlıkla neticelenen ayaklanmalarını müteakip Ebü Said Hasan b. Behram el-Cennabi'nin idaresinde 894 yılında Ahşa'da tekrar başkaldırdılar. Birkaç yıl içinde bütün Ahsa bölgesini ellerine geçirerek müstakil bir devlet kurdular/899. Hasan'ın oğlu Ebü Tahir Süleyman zamanında (914-943) Karmati isyanı bütün Irak'ı tehdit etmeye başladı. Hatta 924-925 yılından itibaren doğu bölgelerinden gelen hacılar Mekke'ye gidemedikleri gibi Karmati akınları Küfe'ye kadar uzanmaya başladı.207 Tehlikenin Bağdat'ı bile tehdit etmeye başlaması ve onlara karşı gönderilmiş olan kuvvetlerin bir netice alamamaları üzerine Vezir Ahmed el-Hasibi, Halife Muktedir'e Karmatiler'e karşı Azerbaycan valisi Yusuf'un gönderilmesini tavsiye etmiştir.

Halife Muktedir, 926-927 yılında Yusuf'u Azerbaycan ve Ermeniye valiliği de dahil olmak üzere geniş selahiyetlerle bütün doğu bölgelerinin valiliğine getiriyor, ayrıca idaresine verilen yerlerden topladığı vergileri merkeze göndermeyip kendi birliklerinin ihtiyaçlarına sarf etme selahiyetini veriyor ve Karmatiler ile savaşmak için Irak'a gelmesini emrediyordu. Böylece Yusuf yıllar önce babası ile kardeşi Muhammed el-Afşin'in görmüş oldukları aynı vazife ile görevlendirilmiş oluyordu. Halifenin isteği üzerine Yusuf gulamı Fatik'i vekil olarak Erdebil'de bırakıp ordusunun bir kısmıyla yola çıktı ve Karmatiler'e karşı sevk edilecek ordunun toplandığı Vasıt'a geldi. Onun gelmesinden kısa bir süre önce Vasıt'ta bulunan Münis Bağdat'a dönmüştü.208

927 yılı başlarında Vasıt'a varan Yusuf'un, hiçbir harekete girişmeden altı ay kadar beklediği görülmektedir. Bu bekleyişin sebepleri arasında, kaynaklarda belirtilmemekle beraber büyük bir ihtimalle ordunun ihtiyaçlarının sağlanamaması ve devlet er-kanı arasında Yusuf'a karşı bir güven duygusunun olmamasını sayabiliriz.

Uzun bir bekleyişten sonra Ebu Tahir Süleyman el-Karmati'nin Hacer'den hareketle Kûfe'ye doğru yürüdüğü haberi geldi. Halife Muktedir Vasıt'ta bulunan Yusuf'a derhal Karmatiler'i karşılama emrini verdi. 28 Kasım 927 tarihinde Vasıt'tan hareket eden Yusuf, Ebü Tahir'den bir gün sonra 6 Aralık Kûfe önlerine vardı. Vali şehri terketmiş ve Karmatiler Kûfe'yi zapt etmişlerdi. Yusuf, Ebû Tahir'e haber göndererek derhal şehri terk etmesini ve halifeye itaat arz etmesini istedi ise de bu teklifi kabul edilmedi. Karmati ordusunun sayıca kendi birliklerinden çok az olduğunu.209 gören Yusuf, daha savaş başlamadan etrafa zafer haberleri göndermeye başlamıştı. 7 Aralık'ta iki ordu savaşa tutuştu. Savaş, bütün gün hatta gece bile devam etti. Hiç ummadıkları bir mukavemetle karşılaşan Yusuf'un birlikleri gecenin karanlığından istifade ederek savaş meydanını terk ettiler. Ertesi gün mücadele yine şiddetlendi. Birkaç yüz kişilik sadık taraftarlarıyla bizzat hücuma geçen Ebü Tahir Süleyman, etrafında pek az bir kuvvet kalmış olan Yusuf'u esir almaya muvaffak oldu.210

Yusuf'un Karmatiler tarafından mağlup ve esir edilmesi haberi Bağdat'ta büyük bir paniğe sebep oldu. Hele Karmatiler önünden kaçan birliklerin perişan hali bu paniği daha da arttırdı. Halk, Hulvan ve Hemedan'a gitmek için şehri terk ediyordu. Münis el-Hadım bu paniği durdurmak ve Karmatiler'in merkeze yaklaşmalarını önlemek maksadıyla Kûfe'ye hareket etti. Karmatiler'in bu sırada Kûfe'yi terk ederek kuzeye Aynu't-Temr istikametinde ilerlediklerini öğrenince beş yüz kişilik bir birliği kayıklara bindirerek onların Fırat'ı geçmelerine engel olmak üzere yola çıkardı. Aynı zamanda bir birliği de Anbar'a sevk ederek yapılabilecek hücumlara karşı gerekli tedbirleri aldırttı. Bu suretle Fırat üzerindeki bütün geçit noktaları tutulmuş oluyordu. Fakat Karmatiler'den üç yüz kişi Anbar'daki birliklerin gafletinden faydalanarak nehri geçtiler ve şehri zapt ettiler. Fırat üzerine kurulan köprü vasıtasıyla Ebü Tahir ve ordusu nehrin doğusuna geçmeyi başardı. Bu sefer tehlike kuzeyden gelme istidadı gösteriyordu.

Halife Muktedir bu son gelişmeler karşısında Nasr el-Hacib komutasında bir orduyu Münis ile birleştikten sonra Karmatiler'in ilerlemesini durdurmak için harekete geçirdi. Münis ile Nasr el-Hacib'in birliklerinin sayısı kırk bine ulaşıyordu. Hamdaniler'den Ebu'l-Heyca ve kardeşleri de bu ordunun sallarında yer almışlardı. Münis, Bağdat'ın iki fersah kuzeyinde Akarkub yakınında Zubara kanalı üzerinde karargâh kurdu. Ebü Tahir Süleyman'ın öncü birlikleri Münis'in ordugâhına yaklaşınca bütün geçitlerin tutulduğunu gördüler ve şiddetli bir ok yağmuru ile karşılaşarak geri dönmek zorunda kaldılar. Bu sırada halife ordusunun büyük bir kısmı ordugâhlarını terk ederek Bağdat'a kaçmıştı. Münis çok kötü bir durumla karşı karşıya idi.

Ancak bu durumdan haberleri olmayan Karmatiler de karşılaştıkları mukavemet neticesinde Anbar'a doğru geri çekilmeye başlamışlardı. Münis, komutanlarından Yalbak'ı211 altı bin kişilik bir kuvvetle onları takip ederek Yusuf'u kurtarması için sevk etmişti. Ebu Tahir, Anbar'ı zapt edip güneye doğru inmeye başladığı zaman, ağırlıklarını ve Yusuf'u Fırat'ın batısında bırakmıştı. Yalbak'ın ilk hedefi bu ağırlıkları ele geçirmek ve Yusuf'u kurtarmak idi. Ebu Tahir Münis'in bu planını öğrenince süratle Anbar'a geldi ve nehri geçerek Yalbak'ı beklemeye başladı. Kısa zaman sonra Yalbak da geldi. Yapılan çarpışmada Yalbak ağır kayıplar vererek geri çekildi. Çarpışmanm devam ettiği sırada çadırından çıkan Yusuf, çarpışmaları seyrediyordu. Ebu Tahir onun kaçmak istediğini zannederek derhal yanına getirtti ve diğer esirlerle birlikte idam ettirdi.212

Yusuf b. Ebi's-Sac 901 yılından itibaren ölümüne kadar, Bağdat'ta hapiste bulunduğu üç yıl hariç, müstakil bir hükümdar gibi Azerbaycan ve Ermeniye'de hüküm sürmüştür. Abbasi halifesinin adı geçen bölgelerdeki valiliğini tanıyıp tanımaması onun durumunda bir değişiklik yapmamıştır. Bastırdığı sikkelerde halifenin adının zikredilmesi, onun her hususta halifeye bağlı olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Nitekim, çeşitli zamanlarda halifeye ödemekte olduğu vergiyi ödememiş ve ona karşı cephe almıştır. Ermeniler ile devam eden mücadeleler onun iyi bir asker olduğunu ortaya koymuştur. Gerek Ermeni hanedanlarının birbirleri arasındaki münasebetlerinin gelişmesinde ve gerekse Bagratuni krallığı ile Abbasi halifesi arasındaki münasebetlerde oynadığı rol, onun iyi bir siyasetçi olduğunu göstermektedir. Halifeyle aralarının iyi olmamasına rağmen, Bağdat'ta devlet erkanı arasında iyi bir muhiti olduğu dikkati çekmektedir. Onun hapisten kurtarılmasının, karşı karşıya savaştığı Münis sayesinde olması bu hususu teyit etmektedir. Hakimiyeti zamanında devamlı savaşlara rağmen, bölgenin iktisadi durumunun iyi olduğu, muhtelif tarihlerde bastırdığı çoğu altın olan sikkelerden anlaşılmaktadır.

Gençlik yıllarını Mekke'de geçiren Yusuf'un iyi bir tahsil gördüğü, Arap dil ve kültürüne vakıf olduğu ve devrin edebi çevreleri ile iyi münasebetler kurduğu anlaşılmaktadır. Nitekim devrin önde gelen şair ve ediplerinden es-Süli ile dost olduğu bizzat es-Süli tarafından ifade edilmektedir.213 Bir kumandanda aranması lazım gelen cesaret ve gözü peklikle beraber sakin bir karaktere sahip olduğu, yavaş ve güzel konuştuğu ve hatta şiir yazdığı rivayet edilmiştir.214

Yusuf b. Ebi's-Sac'ın ölümünden sonra yeğeni Ebu'1-Müsafir Feth b. Muhammed el-Afşin, Halife Muktedir tarafından Şubat 928 tarihinde Azerbaycan ve Ermeniye valiliğine tayin edildi. Bu zatın iki yıla yakın devam eden valiliği esnasında hiçbir siyasi ve askeri faaliyeti kaynaklara aksetmemiştir. Muhammed el-Afşin ve Yusuf hakkında geniş bilgi veren Ermeni kaynakları bile onun valiliği devresiyle ilgili herhangi bir haber vermemektedirler. Ölümü hakkında iki rivayet vardır: Bunlardan birincisinde birliklerinin isyanı üzerine Meraga'ya kaçtığı ve burada yakalanıp idam edildiği, ikincisinde ise kölelerinden birisi tarafından zehirlenerek Eylül-Ekim 929 tarihinde öldürüldüğü anlatılmaktadır.215

Ebu'l-Müsafir Feth'in öldürülmesinden sonra, 889-890 yılından beri Azerbaycan ve Ermeniye'de devam eden Sacoğulları hakimiyeti sona eriyordu. Gerçi Ebu'l-Musafir'in oğlu Ebu'l-Ferec, ilk emirülümera İbn Raik'in komutanları arasında zikrediliyorsa da216 onun Azerbaycan'a vali tayin edildiği hakkında kaynaklarda bir bilgiye rastlanılmamıştır. Üstelik Ebu'l-Musafir'in öldürülmesini müteakip Azerbaycan valiliğine Yusuf'un gulamlarından Vasıf es-Sirevani ve kısa bir müddet sonra da Muflih geçmiş ve bu keyfiyet Halife Muktedir tarafından tasdik edilmiştir.217

Sacoğulları'nın Azerbaycan'daki hakimiyetleri 890'dan 929 yılı sonlarına kadar devam etmiştir. İslam devleti sınırları içinde, fakat iç ve dış siyasetlerinde tamamen müstakil hareket edebilen Mısır'daki Tolunoğulları'ndan sonra ikinci Türk hanedanıdır. Sacoğulları'nın Azerbaycan'da bağımsız hareket etmeye başladıkları sıralarda Mısır'da Tolunoğulları, el-Cezire ve çevresinde Hamdaniler, Maveraünnehir'de Samaniler ve ülkenin çeşitli bölgelerinde diğer bazı hanedanlar hüküm sürmekte idiler.

Sacoğullan'nın İslam dünyası içinde siyasi, askeri ve kültürel bakımdan büyük bir varlık gösterdikleri iddia olunamaz. Nitekim yukarıda adlan geçen hanedanlar hakkında İslam kaynaklarında geniş bilgi bulunması, buna karşılık aynı kaynaklarda Sacoğulları üzerinde pek az ve hatta hiç durulmaması bu hususa açıklık kazandırmaktadır. İslam devletinin bir vilayeti olan Ermeniye'ye karşı yapılan seferler ve Ermeniler'e karşı kazanılan zaferler de kaynaklarda hiç akis bulamamıştır. Bu askeri başarılara rağmen Sacoğulları'nın, Tolunoğullarının Mısır'da gerçekleştirdikleri imar ve sosyal faaliyetleri, Samaniler'in Maveraünnehir'de başarı ile yürüttükleri dini ve kültürel faaliyetleri yanında sönük kaldıklarını söyleyebiliriz.

Bölgenin çok eskiden beri sürüp giden durumu da esasen bu çeşit faaliyetlere imkan verecek nitelikte değildi. Ermeniye, ilk Roma-İran münasebetlerinden beri İslam devrinde de hep sınır olmuş ve gelişmesi de hep bu çizgide oluşmuştur. Ancak iktisadi bakımdan Sacoğulları zamanında Azerbaycan'da bir canlılık olduğu, hanedan mensupları adına bastırılan altın sikkelerden anlaşılmaktadır. Yusuf un dört ve Ebu'l-Musafir Feth'in bir altın sikkesi elimize geçmiştir. Askeri sahada oldukça kuvvetli oldukları, Ermeniler'e karşı yaptıkları başarılı askeri harekattan, halifeye meydan okumalarından ve Karmatiler önünde acze düşen halifenin bunlardan yardım istemesinden anlaşılmaktadır.

Hanedanın merkezinin, Muhammed el-Afşin zamanında Meraga olduğu kaynaklarda açıkça belirtilmekte ise de, Yusuf b. Ebi's-Sac'ın iktidar sırasında Meraga'nın terk edilerek eyalet merkezinin daha merkezi durumdaki Erdebil'e nakledildiği anlaşılıyor.

Sacoğulları'nın Azerbaycan'ın Türkleşmesinde ne derece rol oynadıklarını tespit etmenin güçlüğü ortadadır. Hakimiyet kurdukları bölgede, burayı ele geçirdikleri zaman büyük bir Türk nüfusu olmadığı bellidir. Bunlar ile birlikte Azerbaycan'a kalabalık Türk nüfusunun yerleşmediğini de söyleyebiliriz. Maliyetlerindeki askeri birlikler arasında muayyen miktarda Türk askeri bulunduğunu kabul etsek bile, Azerbaycan içinde bunun büyük bir anlam taşıyamayacağı açıktır.

1 İbn Havkal (Kitab Suret el-Arz, ed. J. H. Kramers, Leiden-Leibzlg 1938-1939, s. 506) Sac Oğulları'mn Uşrusana'nın Cankakes kasabasına mensup olduklarım yazmaktadır.
2 İbn Hallikan, Vefeyat el-A'yan, nşr. Muhammed Muhyiddin Abdül-hamid, Mısır 1949, V, 457.
3 M. Defremery, «Memoire sur la Famille des Sadjides» Journal Asiatique, 410; Cl. Huart Saciler mad. Halil Edhem, Düv-el-i İsi-Uye, İstanbul 1927, s. 170, J. A.
4 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 1971, I, 66 vd.
5 Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul 1976, 61 vd.
6 Taberl, neşr. M. J. de Goeje, Leiden 1879-1898, m, 1222-1228, lbnü'1-Eslr, neşr. C. J. Tornberg, Beyrut 1965, VI, 472 vd.
7 Mazyar b. Karln ve isyanı hakkında bkz. V. Minorsky İslâm Ansik-lopedisi, Mazyar b. Karin mad.
8 Taberl, m, 1276; İbn Miskeveyh, Tecaribü'1-Ümem, neşr. M. J. de Goeje, Leide» 1869, 505; İbnü'1-Esir, VI, 496.
9 Bu hususta bkz. Hakkı Dursun Yıldız, Abbasîler Devrinde Türk Kumandanları; el-Afşın Haydar b. Kavüs, Tarih Enstitüsü Dergisi, sa-yı 4-5, 1-22.
10 Hakkı Dursun Yıldız, Aynı makale.
11 M. Defremery, Aynı makale, tome IX, 410; Cl. Huart, Saciler mad. İslam Ansiklopedisi; Halil Edhem, Düvel-i İslamiye, 170.
12 Taberl IH, 1436; İbnü'1-Esir, VII, 85.
13 Bu hususta daha geniş bilgi için bkz. Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, 114 vd.
14 Taberl, III, 1559, 1594; İbnü'l-Eslr, VII, 151.
15 Taberİ, III, 1599; İbnü'l-Esir, VII, 152.
16 Taberi, III, 1616.
17 Taberi, III, 1624 vd.; İbnü'l-Esir, VII, 157.
18 Taberi, III, 1656 vd.; İbnü'l-Esir, VII, 168.
19 Taberi, III, 1685. E. de Zambaur (Manuel de Genealogie et de Chro-nologrie pour l'Histoire de l'Islam, Hannover 1927, 43) Ebu's-Sac'ı 252-257 yılları arasında Kûfe valisi olarak göstermiştir. Her şeyden önce onun Kûfe valiliğinden pek bahsedilemez. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi Ebu's-Sac, Kûfe'yi Muhammed'in vekili sıfatıyla kısa bir müddet idare etmiştir. Diğer taraftan onun 257 (870-871) yılına kadar Kûfe'de valilik yaptığı hiçbir kaynak tarafından teyit edilmediği gibi 257 yılında Ebu's-Sac'ın Kınnesrin, Halep ve Avasun valisi olduğunu bizzat E. de Zambaur kaydederek (s. 383) tenakuza düşmektedir. Oriun Kûfe'deki vazifesi muhtemelen bir yıl kadar sürmüştür.

20 Mes'ûdi, Murücü'z-Zeheb, neşr, C. Barbier de Meynard ve Pavet de Courteille, Paris 1861-1877, VII, 395.
21 İbnü'1-Adim, Kemaleddin. Zübdetü'l-Haleb mtn Tarihi Haleb, nşr. Sam! Dehhan, Dımaşk 1951, I, 74; İbnü'1-Esir, VII, 179.
22 Ya'kubl, Tarih, II, 497.
23 Ya'kubİ, Tarih, II, 507.
24 İbnü'1-Adim, A.e., I, 74. E. de Zambaur (A.e., 32) kaynak belirtmeden 258 (871-872) yılını vermektedir.
25 Taberi, III, 1888 vd.; lbnü'1-Esir, VII, 276; Kitabu'1-Uyûn, IV, cildi nşr. Ömer es-Saidi, Dımaşk 1972-1973, IV/1, 29.
26 Taberi, III, 1892; lbnü'1-Esir, VII, 290; Uyûn, IV/1. 31.
27 İbn Hallikan, A.e., V, 457.
28 Taberi, III, 1896; İbnü'l-Esir VII 292; Uyûn, Iv/1, 32.
29 Taberi, III, 1937; İbnü'l-Esir, VII, 333.
30 Ebu's-Sac hakkında bkz. Hakkı Dursun Yıldız, Azerbaycan'da Hü-küm Sürmüş Bir Türk Hanedanı, Sac Oğulları I, Ebu's-Sac Divdad b. Divdest, İ. Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı 30, tstanbul 1976.
31 Taberi, III, 1942; lbnü'1-Esir, VII, 336.
32 Taberi, III, 1996; İbnü'1-Esir, VH, 362.
33 Taberi, III, 2025; İbnti'1-Esir, VII, 372.
34 Taberi, III, 2025 vd.
35 Taberl. III, 2027; İbnü'1-Esir, VII, 396.
36 Tarik el-Fırat, Hadisa ile Rahba arasında Habur'un Fırat'a karıştığı yerin biraz kuzeyindeki bölge, bu hususta bkz, Marius Canard, Histoire de la Dynastie des Hamdanides, Paris 1953, 94 vd.

37 Taberi, III. 2039; İbnü'1-Esİr, VII, 397.
38 Taberi, III, 2048; İbnü'1-Esir, VII, 398.
39 Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, 176.
40 İbnü'1-Adim, Zubdetü'l-Haleb, I, 80.
41 tbnü'1-EsIr, VH, 409 vd.; lbnü'1-Adim, I, 80.
42 İbnü'1-Adim, I, 80.
43 İbnü'1-Esir, VII, 409 vd.
44 İbnü'l-Esir, VII, 410.
45 İbnü'1-Adim, I, 81. İbnü'1-Esir (VII, 410) Mısırlılar'ın Dımaşk'tan Şeyzer üzerine yürüdüklerini, Muhammed ve İshak ile savaşacaklarını kaydederek Muhammed'in de Şahzer'de olduğunu ifade etmektedir. Ancak haberin devamında Mısırlılar'ın karşısına yalnız İshak'ın çıktığını söylemekle bir önceki haberin doğruluk derecesini şüpheye düşürmektedir. Halbuki İbnü'1-Adim, Muhammed'in bu sırada Halep'te olduğunu açıkça beyan etmektedlr. Bu durumda İbnü'l-Adim'e inanmak daha doğru olur kanaatindeylz. Ayrıca Muhammed'in, Ebu'l-Abbas Ahmed'in Haleb'e geleceğini öğrenmesi üzerine oraya dönmüş olması da mümkündür.
46 İbnü'1-Eslr, VII, 410; el-Kindi, Kitabu'l-Vulat, Leiden, 1917.
47 İbnü'1-Adim, I, 81; İbnü'1-Esir, VH, 414.
48 İbnü'1-Adım, I, 81.
49 İbn Haldun, m, 332.
50 Zeky Mohamed Hassan, Les Tulunides, Paris 1933, 111 vd.; Şinasi Altundağ, İslam Ansiklopedisi, Tolunlular Md.
51 İbnü'1-Esir, VII, 422; İbnü'1-Adim, I, 82; İbn Haldun, III, 333. Ay-rıca bkz. Zeky Mohamed Hassan, Les Tulımides, 115 vd.
52 İbnü'1-Esir, VII, 422 vd.; İbnü'1-Adim, I, 82; İbn Haldun, III, 333.
53 İbnü'1-Esir, VH, 422 vd.; Kitabu'1-Uyün, IV/1, 61; İbn Haldun, m, 33.
54 İbnü'1-Esir, VH, 423; İbn Haldun, IH, 333.
55 İbnü'1-Eslr, VH, 424.
56 İbnü'l-EsIr VH, 427.
57 İbnü'1-Eslr, vn, 428 vd.; el-Kindi, Vulat, 239; İbn Tagribirdl, Nücüm, m, 52; İbn Haldun, m, 333. Aynca bkz. Zeky Mohamed Hassan, Les Tulunides, 116.

58 İbnü'l-Eslr, VH, 430 vd.; İbnü'1-Adlm, I, 84; İbn Haldun, m, 333.
59 Taberi, m, 2116; İbnü'1-Esir, vn, 431 vd.
60 İbnü'1-Esir, VH, 436; İbn Haldun, m, 333.
61 Taberi, III, 2185.
62 İbnü'1-Esir, VII, 491.
63 Çağdaş müellifler de 276 tarihini kabul etmektedirler. Bkz. Ch. Def-remery, Aynı makale, 428; E. de Zambaur, 179.
64 Taberi, III, 2137.
65 İbn Haldün, III, 333.
66 Taberi, III, 2137; İbnü'1-Esir, VII, 464.
67 İbnü'1-Esir, VII, 464.
68 Taberi, III, 2137.
69 Uzun müddet Ermeniye'nin merkezi olan bu şehir Süryanice Devin, Arapça, Dabil ve Ermenice Dvin olarak isimlendirilmektedir. Erme niye'nin fethinden sonra Müslüman valileri bu şehirde oturmakta idiler. Ayrıca bir de askeri garnizon bulunuyordu. Bkz. M. Streck. İslam Ansiklopedisi, Dvin Mad.
70 Hakkı Dursun Yıldız, Abbasiler Devrinde Türk Kumandanlar, I, Bo-ga el-Kebir el-Türki, Türk Kültürü Araştırmaları, II, Ankara 1969; Ren6 Grousset, Histoire de l'Armenie, Paris 1947, 355 vd.
71 Ren6 Grousset, A.e., 379 vd.; A. A. Vasiliev, La Dynastie Mac£-donienne, II/l, Bruxelles 1968, 104 vd.
72 Jean VI. Katholikos, Histoire d'Armenie, Fransızca terc. M. J. Saint Martin, Paris 1841,
73 M. J. Saint Martin, M6moires Historiques et Geographiques sur l'Ar-menie, Paris, 1818, I,

74 Jean Katholikos, A.e., 144; Saint Martin, A.e., I, 351 vd.; Ren6 Grousset, A.e., 399; A. A. Vasiliev, A.e., 116 vd.
75 Etienne Asaghik de roron Historie Universelle, Fransızca terc. Frederic Macler, Paris 1917, 10. ayrıca bkz. A. A. Vasiliev, A.e., 1 vd.
76 Jean Katholikos, A.e., 145 vd.; ayrıca bkz. Rene Grousset, A.e., 400.
77 İbnü'1-Esir, VII, 464.
78 Taberi, m, 2140; lbnü'1-Esir, VII, 467; el-Mes'üdi, Murücu'z-Zeheb, VII, 145.
79 Taberi, III, 2146; İbnü'1-Esir, VII, 473.
80 Ch. Defrenery, Aynı makale, 435.
81 İbn Haldun, III, 350.
82 Taberi, III, 2185: lbnü'1-Esir, VII, 491; Kitabu'1-Uyûn".
83 Jean Katholikos, A.e., 146; ayrıca bkz. Rene Grousset, A.e., 400 vd.; Saint Martin, A.e., I, 352.
84 Jean Katholikos, A.e., 153 vd.; Rene Grousset, A.e., 402.
85 Jean Katholikos, A.e., 154 vd.; Rene Grousset, A.e., 403.
86 Thomas Ardzruni, Histoire Ardzruni, Fransızca terc. M. Brosset, St. Petersburg 1874, 187; Jean Katholikos, A.e., 159 vd. Karş. Re-ne Grousset. A.e., 403 vd.
87 Bu hususta tafsilat için bkz. Rene Grousset, A.e., 409 vd.; Saint Martin, A.e., I, 353.
88 Jean Katholikos, A.e., 167 vd.; Etienne Asoghik de Taron, A.e., 14: ayrıca bkz. M. Brosset, Additions et eclairicissements a l'Histoire de la Georgie, St. Petesburg 1851, 163: Rene Grousset, A.e., 413.
89 Jean Katholikos, A.e., 168; Etienne Asoghik de Taron, A.e., 14: Rene Grousset, A.e., 414.
90 Jean Katholikos, A.e., 169 vd.; M. Brosset, A.e., 16: Rene Grousset, A.e., 414.
91 Thomas Ardzruni (A.e., 195)'de Hovsep olarak geçen bu ismin Vasıf veya Yusuf olma ihtimali oldukça kuvvetlidir. Bilindiği gibi Vasıf el-Hadım, Muhammed el-Afşin'm güvenilir komutanlamdan biri, Yusuf ise kardeşidir. Adı geçen kaynağın bu şahsın hadra olduğunu tasrih ettiğine göre onun Vasıf el-Hadım olduğunu kabul etmemiz mümkündür.

92 Jean Katholikos, A.e., 173 vd.
93 Jean Katholikos, A.e., 174; ayrıca bkz. Rene Grousset. A.e., 415.
94 Jean Katholikos, A.e., 175 vd.
95 Taberi, III, 2195; lbnü'1-Esir, VII, 487.
96 Jean Katholikos, A.e., 176; Rene Grousset, A.e., 416.
97 Thomas Ardzruni, A.e., 193 vd.; Rene Grousset, A.e., 416.
98 Ostan, her türlü vergiden muaf, bir hükümdarın veya prensin imtiyazında olan şehir demektir. Ermeniye'de bu adı taşıyan muhtelif şehirler vardır. Burada bahsedilen şehir muhtemelen Van Gölü'nün kuzey sahilinde bulunmaktadır. Bu hususta bkz. Urfalı Mateos Vakayı-namesi, Türk. çev. Hrant D. Andreasyan, Ank. 1962, 49 n. 126.
99 Ermeni kaynaklarında Hivor şeklinde verilen bu ismin doğrusunun ne olduğunu tespit edemedik. Çünkü İslam kaynakları Muhammed el-Afşin'in Ermeniler ile olan münasebetleri hakkında en küçük bir bilgi bile vermemektedirler.
100 Thomas Ardzruni, A.e., 194 vd.; Rene Grousset, A.e., 416 vd.
101 Taberi III, 2202; İbnü'1-Eslr, VII, 509.
102 Taberi, II, 2203, 2204 vd.: lbnü'1-Eslr. VII, 417; ayrıca krş. Mes'ûdi, Murucu'z-Zeheb, VIII, 200.
103 lbnü'1-Esir, VH, 422 ve 428.
104 Taberi, III, 2205; ondan naklen lbnü'1-Esir, VII. 509.
105 Taberi, III, 2205.
106 Yusuf'un doğum tarihi yalnız Cemaleddin Ebu'l-Hasan Ali el-Ezdi (Brockelmann bu zatın 15 Şaban 613 yılında öldüğünü belirtmekte ise de Geschichte der Arabischen Litteratur, Supplement, I, 553, aynı zatın yazdığı eserin 622 yılma kadar devam ettiğini söyleyerek, A.e., I, 321 tezada düşmektedir. Halbuki Katib Çelebi onun ölümünü 623 olarak vermektedir. Keşfü'z-Zünün, nşr. Şerefettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge, İstanbul 1971, I, sütun 762) nin Ahbaru'l-Duvel el-Munkati'a (nşr. Freytag, Bonn 1823, 39 vd.) adlı eserinde bulunmaktadır.
107 Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, İstanbul 1976. 105 vd.
109 lbnü'1 -Esir, VII, 417; krş. Taberi, III, 2106-2107.
110 Bu zat 269 (882-883) yılında Muhammed el-Afşin'in er-Rahba, Ta-rık el-Furat'a tayin edildiği sırada Kûfe ve Sevad valiliğine getiril-mişti. bkz. Taberi, III, 2039 vd. Bağdat, Samerra ve Kûfe olaylarında önemli roller oynamış olan bu şahıs 281 (894-895) yılında Kûfe'de ölmüştür, bkz. Taberi, III, 2140.
111 Taberi, III, 2107. İbnü'1-Esir, VII, 417.

112 E. de Zambaur, A.e., 21 ve 179, n. 3.
113 E. de Zambaur, A.e., 114, n. 2.
114 Taberi, III, 2138.
115 lbnü'1 -Esir, VII, 464.
116 İbnü'1 -Esir, VII, 473.
117 el-Cebel ile Huzistan arasında bir şehir, bkz. Yakut, Mu'cemu'1-Bul-
dan, Beyrut 1955. m, 439 vd.
118 Taberi, III, 2146.
119 Jean VI. Katholikos, A.e., 181 vd.; Etienne Asoghik de Taron, A.e., 15.
120 Jean Katholikos, A.e., 183 vd.
121 Kur ile Aras nehirlerinin birleştiği yerin çevresindeki bölge, bkz. J. Laurent, L'Armenie entre Byzance et l'Islam, Paris 1919, 306 ve harita H-4; S. Martin, Menoires Historiques et Geographiques sur l'Armenie, I, 153.
122 Kur nehrinin sağ sahili boyunca Sevan (Gökçegöl) gölüne kadar uzanan ve Berda'a'yı da içine alan bölge, bkz. J. Laurent, A.e., 13 ve harita GH-3. S. Martln, A.e., I, 86 vd.
123 J. Laurent, A.e., 13, 306 ve harita FG-3, Asoghik de Taron, Ay-nı eser, 15 n. 8.
124 Asoghik de Taron, A.e., 46, n. 11; Ernst Honigmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, Türkçeye çeviren Fikret Işıltan, Istanbul 1970, indeks; S. Martin, A.e., I, 39.
125 R. Grousset, A.e., 431.
126 J. Laurent, harita F-3; S. Martin, A.e., I, 108 vd.

127 Jean Katholikos, A.e., 184 vd.; Asoghik de Taron, A.e., 15 vd.; krş. Rene Grousset, Histoire de 1'Armenie, 430 vd.
128 Jean Katholikos, A.e., 192 vd.; Etienne Orbelian, Histoire de la Sioun, Fransızcaya tercüme Brosset. Petersburg 1864, 113: krş. R. Grousset. A.e., 431 vd.
129 Gökçegöl-Nahçivan ve Akera nehirleri arasında kalan bölge, bkz. J. Laurent, A.e., 13. harita G-4; S. Martin, A.e., I, 142.
130 Jean Katholikos. A.e., 199 vd.
131 Jean Katholikos, A.e., 200; Thomas Ardzrouni, Histoire des Ardzrounis, Fransızcaya tercüme Brosset. Petersburg 1874. 227 vd.
132 Jean Katholikos. A.e., 200 vd.
133 Taberi. III, 2280.
134 Taberi, III, 2280; Arib b. Sa'd, Sılat Tarih et-Taberi, ed. M. J. de Goeje Leyden 1897, 31; Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedani. Tekmile Tarih et-Taberi, neşr. A. Yusuf Ken'an, Beyrut 1961, 7; İbn Miskeveyh, I, 45; lbnü'1-Esir, VIII, 54.
135 Jean Kathollkos. A.e., 202 vd.
136 Nahcivan'ın kuzey-batısında, Alinca çayı üzerindeki bugünkü Alinca kalesi, bkz. R. Grousset, A.e., 435, 439; Asoghik de Taron, A.e., 18 n. 9.
137 Jean Katholikos, A.e., 204; Etienne Orbelian, A.e., 113 vd Bu son kaynakta, Doğu Siunik Prensi Simbat'ın, Yusuf'a karşı koyamayacağını anlaması üzerine kayınbiraderi Haçik Gagik'in yanına kaçtığı belirtilmektedir; ayrıca bkz. B. Grousset, A.e., 435.
138 Jean Katholikos, A.e., 205; Etienne Orbelian, A.e., 114.
139 Gökçegöl'ün güney-doğusunda ve Siunik tarafında yer almaktadır, bkz. R. Grusset. A.e., 436: S. Martin. A.e., I, 146.
140 Jean Katholikos. A.e., 205: Asoghik de Taron. A.e., 17. Hohannes'in ismini verdiği Kelarck kalesi Sevan gölünün güney-batısında ve Siunik bölgesinin hududunda bulunmaktadır. Slunik'in bu sırada Yusuf'un hakimiyeti altında bulunduğunu dikkate alarak Simbat'ın buraya sığınmakla bizzat tehlikeye yaklaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda Asoghik'in verdiği Odsun (Lori'nin hemen kuzeyinde) kalesine sığınmış olması akla daha uygun gelmektedir. Krş. R. Grousset. A.e., 436.
141 Jean Katholikos. A.e.,. 206: Asogrhik de Taron. A.e.,. 17.
142 Jean Katholikos, A.e., 206 vd.
143 Erivan'ın kuzeyinde ve Alagöz dağı eteklerinde yer almaktadır: bkz. Asoghik de Taron. A.e., 18. n. I: R. Grousset. A.e., 437.
144 Asoghik de Taron, A.e., 18.
145 Bu kelimenin manası Asoghik'de verilen nota göre (A.e., 18, n. 2) Balık pazarıdır ve yeri tespit edilemedi
146 Honigmann (A.e., 146 n. 19) bu dağlıları Güney Kafkas Macarları olarak vermektedir.
147 Jean Katholikos, A.e., 210.
148 Jean Katholikos, A.e., 210 vd., 217; Asoghik de Taron, A.e., 17.
149 Jean Katholikos, A.e., 220 vd.; Etienne Orbelian, A.e., 116.
150 Ermeniye'de bu ismi taşıyan birkaç kale bulunmaktadır. Bunların en meşhurlarından birisi Erzurum'un kuzey-doğusunda, diğeri ise Siunik bölgesinde yer almaktadır. Ancak burada zikredilen Kapuit-Berd'in Şirak ve Vanand bölgelerinin güneyinde Arşarunig yakınında bulunması muhtemeldir, fakat kesin olarak mevkii tayin edilememektedir. Bkz. R. Grousset, A.e., 438, n. 7.; Asoghik de Taron, A.e., 18, n. 5.

151 Jean Katholikos, A.e., 222 vd.
152 Bugünkü Eleşkirt, bkz. R. Grousset, A.e., 438.
153 Asoghik de Taron, A.e., 18.
154 Jean Katholikos, A.e., 223.
155 Hohannes Bizans imparatorunun adını Basil olarak vermekte ise de yanlış olup, burada bahsi geçen imparatorun, VI Leon'dan başkası olamayacağı açıktır.
156 Jean Kathollkos, A.e., 225.
157 A. A. Vasiliev, Byzance et les Arabes, tome II, la Dynastie Macedonienne, Fransızca edisyonunu hazırhyan Marius Canard, Bruxelles 1968, 119.
158 Jean Katholikos, A.e., 226 vd.; Asoghik de Taron, A.e., 18; Etienne Orbelian, A.e., 116. N. Adontz, Simbat'ın Kapuit kalesine sığınmasın 910 ve Dvin'e getirilmesini de 911 yılında gösteriyorsa da bu görüştü kabul etmek oldukça zordur, bkz. N. Adontz, Les Taronites en ArmSnie et & Byzance, Byzantion. IX. sayı 2, Bruxelles 1934. 732.
159 Etienne Orbelian, A.e., 116.
160 Jean Katholikos, A.e., 231.
161 Asoghik de Taron, A.e., 19.
162 Jean Katholikos, A.e., 235; Etienne Orbe1ian. A.e., 117; ayrıca bkz. R. Grousset, A.e., 439 vd.
163 Mes'ûdi, Murüc, II. 18 vd.

164 Akdes Nimet Kurat (Rusya Tarihi, Ankara 1948, 22 vd.). 912 yılında Kiyef knezi olan İgor'un ganimet elde etmek için Hazar denizinin güney sahillerine bir akın yaptığını, Bakü civarında karaya çıkarak bol miktarda esir ve ganimet elde ettiğini, daha sonra geri döndüğünü, fakat Hazarlar'm hizmetindeki Müslüman kıtalarınm onlara hücum ederek büyük bir kısmını kılıçtan geçirdiklerini yazmakta ve bu Rus akınını 301 (913-914) yılında yapıldığını ifade etmek-tedir. Bu bilgi Mes'ûdi'nin verdiği rivayete uymaktadır. Rusların buna benzer akınları daha önceki yıllarda da olmuştur; bu hususta bkz. Abdu'r-Rafi' Hakikat, Tarih-i Neyzadhay-ı Milli İran, Tahran Hicri-şemsi
1354 (1976), 82 vd.
165 Jean Katholikos, A.e., 237 vd.; krş. R. Grousset, A.e., 441 vd.; Brosset, A.e., 165.
166 Bu mektubun tamamı Hohannes'in eserinde bulunmaktadır, 263 vd.
167 Jean Katholikos, A.e., 239.
168 Jean Katholikos, A.e., 267; N. Adontz, a.g.m., 732, R. Grousset, A.e., 443.
169 R. Grousset, A.e., 443 n. 5.
170 Thomas Ardzruni, A.e., 230; Jean Katholikos. A.e., 268: krş. R. Grousset, A.e., 443 vd.
171 Mektubun tam metni için bkz. Jean Katholikos. A.e., 270-282.
172 Jean Katholikos, A.e., 282 vd.
173 J. Laurent, A.e., 22 ve harita G-4; S. Martin, A.e., I, 125.
174 Bkz. E. Honigmann, A.e., indeks.
175 R. Grousset, A.e., 146.
176 Jean Katholikos, A.e., 287 vd.; ayrıca bkz. R. Grousset, A.e., 445 vd.
177 R. Grousset, A.e., 446; J. Laurent, A.e., indeks ve harita F-3; Asoghik de Taron, A.e., 18 n. 4.
178 R. Grousset, A.e., 447.

179 Jean Katholikos, A.e., 292 vd.; Etienne Orbelian, A.e., 117 vd.
180 Saint Martin, A.e., I, 361: R. Grousset, A.e., 444.
181 N. Adontz. Aşot Erkat ou de fer roi d'Armenie de 913 a 929, Annuaire de l'Inst. de Phil. et d'Hist. Orient, Bruxelles 1935, III, 24.
182 A. A. Vasiliev, A.e., II, 233 n. 4; ayrıca bkz. Marius Canard, Histoire de la Dynastie des Hamdanides de Jazira et de Syrie, Paris 1953, I, 725, n. 15.
183 Jean Katholikos, A.e., 293. R. Grousset (A.e., 447) Yusuf tarafından Aşot Sparapet'e taç giydirilmesinl 921 yılında göstermekte ise de, bu sırada Yusuf'un Bağdat'ta hapiste olduğunu ve 922 yılında Azerbaycan'a döndüğünü kesin olarak tesbit ettiğimize göre verilen tarihi bir yıl sonraya almamız gerekmektedir.
184 Jean Katholikos, A.e., 295.
185 Burası uzun müddet Ermeni katolikosluğunun merkezi olmuştur; bkz. S. Martin, A.e., I, 115; Asoghik de Taron, A.e., 18 n. 7.
186 Jean Katholikos, A.e., 299 vd.
187 Jean Katholikos, A.e., 301 vd.; krş. Brosset, A.e., 167.
188 J. Laurent, A.e., 86 ve harita G-4.
189 Etienne Orbelian (A.e., 119, n. 3), Vasag'ın maiyetindeki bir-liklerin İskit Türkleri olduğunu belirtiyor.
190 Etienne Orbelian, A.e., 119; Jean Katholikos, A.e., 311 vd.
191 S. Martin, A.e., I, 131; J, Laurent, harita G-4.
192 İbn Miskeveyh, I, 44 vd.; Hemedani, 18; İbnü'1-Esir, VHI, 99 vd.
193 Hakan el-Muflihi ile Yusuf arasında yapılan bu savaşın tarihi İbn Miskeveyh'te (I, 45 vd.) 304 (916-917), Arib (67) ile İbnü'l-Esir'de (VIII. 100 vd.) ise 305 (917-918) yılında gösterilmiştir.
194 Cemaleddin Ali el-Ezdi, (35) Mûnis'in Mart Nisan 918; tarihinde Bağdat'tan hareket ettiğini, Arib ise (67) aynı tarihte Münis'in Rey'e girdiğini belirtmektedirler. Kış mevsiminde Bağdat'tan Rey'e gitmenin zorluğunu dikkate alarak birinci tarihin daha doğru olduğu kanaatindeyiz.

195 İbn Miskeveyh; I, 46 vd.; lbnü'1-Esir, VIII, 101.
196 İlk İslam coğrafyacılarının Serat olarak isimlendirdikleri bu şehir, Hamdullah Müstevfi ve Yakut'ta Serav, Serab ve Serv şeklinde geçmektedir. Serat'ın Tebriz'den üç, Erdebil'den iki günlük yolda olduğu yine aynı coğrafyacılar tarafından ifade edilmektedir; bkz. G. le Strange, The Lands of the Eastern Caliphates, Cambridge 1930, 163.
197 Arib'de (71) Nasr es-Sebüki olarak geçmektedir.
198 Arib, 70 vd.; İbn Miskeveyh, 47; lbnü'1-Esir, VIII, 101 vd.; Uyûn, IV/1, 199.
199 Bazı kaynaklar Münis'in Ebul-Heyca ve Ebu'1-Ala Said'in yardımcı olarak gönderilmemesi halinde Yusuf ile harp edemeyeceğini bildir-mesi üzerine halifenin onları gönderdiğini bildirmektedirler, bkz. M. Canard, A.e., I. 347.
200 Uyûn, IV/1, 200 vd.; İbn Miskeveyh, I. 48; Mes'udi, Muruc, VIII. 284 vd.; lbnü'1-Eslr. VHI, 102; Arib. 77.
201 İbn Miskeveyh, I. 48 vd.; Mes'udi, Muruc, Vin, 284 vd.; Arib, 77; İbnü'1-Esir, Vin. 102.
202 İbn Miskeveyh, I, 50; İbnü'1-Esir. VIII, 103. Arib'in kaydettiği bir rivayete göre (77) Münis'in baskısı ile Yusuf'un, Sebük'e bir mektup yazarak halifeye itaat etmesini istemesine rağmen, Sebük bunu ka-bul etmemiş ve bundan sonra kuvvete başvurulmuştur.
203 İbn Miskeveyh, I, 82 vd.; İbnü'1-Esir, VHI, 136 vd.; Hemedani, 29; üyün, IV/1, 219.
204 lbnü'1-Esir, VIII, 144; Hemedani, 43.
205 lbnü'1-Esir, Vin, 145.
206 Karmatiler'in ortaya çıkışları, siyasi ve dini faaliyetleri hakkında geniş bilgi için bkz. M. J. de Goeje, MSmoire sur les Cannathes du Bahrain et les Fatİmidcs, T, jiden 1886.
207 M. J. de Goeje, A.e., &< vd.
208 İbn Miskeveyh, 147 vd.: Mes'udi. Murüc. VIII. 285: Arib. 128: Hemedani. 49. De Goeje (88) Yusuf'un ReyMen yirmi bin kişilik bir kuvvetle Irak'a hareket ettiğini İbn Miskeveyh ve İbnü'l-Esir'e dayanarak ileri sürmektedir. Ancak kaynaklarda böyle bir rakama rastlanmamıştır. Diğer taraftan Yusuf'un Azerbaycan'dan ayrılırken ordusunun bir kısmını orada bırakacağı tabiidir. Bu sebeple de Goeje'nin verdiği rakam mübalağalıdır.
209 Kitabu'l-Uyûn'da (IV/1. 237) Ebü Tahir'in ikibin savaşcısına karşılık Yusuf'un ordusunun otuz bin süvari ve piyadeden meydana geldiği belirtilmekte ise de diğer kaynaklarda bu rakamları teyit edecek bir bilgiye rastlanamadığı için kesin bir sayının verilemeyeceği açıktır.

210 İbn Miskeveyh, I. 162 vd.; İbnü'l-Esir, VIII, 170 vd.; Arîb, 132 vd.; Hemedânî, 52; Uyûn, IV/1, 237 vd.; Krş. De Goeje, A.e., 90 vd.
211 Bu isim İbn Miskeveyh (I, 178), Hemedani (54) ve Arib (133)'de Yalbak; Mes'udi (VIII, 286) ve lbnü'1-Esir (VIII, 173)'de ise Bulayk olarak geçmektedir. Kitabu'l-Uyûn'da bu hadise sırasında olmamakla beraber Mûnis'i gulâmı Yalbak ismine rastlanmamaktadır. Bkz. IV/1, 200.
212 İbn Miskeveyh, I, 175 vd.; lbnü'1-Esir, VIII, 171 vd.: Arib, 133.
213 Muhammed b. Yahya es-Suli, Akhbar ar-Radl billah va'1 -Muttagi billah, Fransızcaya tercüme Marlus Canard, Alger 1946-1950, I, 32, 77.
214 Arib (78) onun Bağdat'ta hapiste bulunduğu sırada yazdığı bir şiirini vermektedir. Ayrıca bkz. as-Süli, 77; Defremery, Aynı makale, 435 vd.
215 Arib, 145; Cemaleddin Ebu'l-Hasan Ali el-Ezdi, A.e., 39; Zam-baur, A.e., 179.
216 as-Süli, II, 30; Cemaleddin Ebu'l-Hasan Ali el-Ezdi, A.e., 40.
217 Arib, 145; Cemaleddin Ebu'l-Hasan Ali el-Ezdl, A.e.,. 40.


Yorumlar (0)