TÜRK KOZMOLOJİSİ-DR. EMEL ESİN

TÜRK KOZMOLOJİSİ


DR. EMEL ESİN


Önsöz


Türklerin kâinat hakkındaki ilk düşünceleri üzerine yapılan bu araştırmalarda, en eski dönemler ile gök-yer ve atalar dinine bağlı çevreler söz konusu olmaktadır.
Bu sebepten, XI.-XII. Yüzyıllardan sonraki kaynaklar göz önünde tutulmakla beraber, eski dönemler için belge sayılamamaktadır. Böylece Türklerin sonradan kabul ettiği milletlerarası dinlerin, Türk kozmolojisine getirdiği sonraki kavramlar ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Şüphesiz ki, uygulanmak istenilen yöntem her alanda uygulanamadı.

Bazı konuların açığa çıkması, XI.-X1I. yüzyıllardan daha sonraya da uzanıyordu. Diğer taraftan, sözü edilecek birkaç Kök Türk dönemi kitabesinden anlaşıldığına göre, milletlerarası dinlerin özellikle Budizm'in Türkler üzerindeki etkileri, gök-yer ve atalar dini çevresine de çok erken nüfuz etmişti. Bu gibi durumlar dışında, seçilen yönteme sadık kalınmaya çalışıldı. Emel Esin, istanbul, 1 9 7 8

GÖK VE YER


İki Ana ilkeye İndirgenmiş Âlem Düzeni
ı. Yaruk ve Karang İlkeleri ile Unsurlar
Kâinatın bütün tezahürlerini gök ve yir-sub/v'un (yer-su: yeryüzü1)
temsil ettiği birbirine zıt, fakat birbirini tamamlayan iki evrensel 'nefes'ten oluşmuş olarak kabul eden sistem, proto-Türk ve Türklerin en eski, belki de öz kozmolojisiydi.
Eberhard'ın, çoğunluğunu proto-Türk saydığı Çulardan2 (MÖ 1059-249) önce, bugünkü Kuzey Çin'e hâkim olan Şang sülalesi döneminde. Ti denilen gök tanrısına, doğa güçlerine ve atalara ibadet ediliyordu. Fakat Şanglarınnkozmolojisi dağınık inançlardan ibaretti.3
Böylece, kâinatın çeşitli tezahürlerini, mekân ve zaman içinde tüm evreni kapsayan bir düzen olarak açıklama girişimi, proto-Türk sanılan Çulara atfedilmektedir ya da Çular bu kozmolojiyi anavatanları olan İç Asya'dan getirmişlerdi.
Evrensel olma iddiasında bulunduğundan, zamanımız araştırmacıları Çu kozmolojisine evrenselcilik veya evrencilik demektedir.
Çu kozmolojisi, 'gök' ve 'yer'in temsil ettiği iki ilkeye dayandığı için de dikotomi (iki ilkeli sistem) adını almaktadır.

Evrenselcilik, merkeziyetçi devlet dini tarzındaydı.* Gök tanrısının hükümdarın atası5 sayıl-masıyla, merkeziyetçi devlet dini kozmolojik bir açıklama bulmaktaydı.
Bu konudaki yazılı rivayetler, Çin'de Çu döneminden (hemen)
sonra başladığına göre, Çuların evrenselciliği ne dereceye kadar geliştirmiş olduğunu belirlemek güçtür. Ancak Çulardan sonra da, Çin ve Doğu Türk kültürleri iç içe geçmiş halde devam etti.

Türkler ve Çin arasında, evrenselciliğin ortak kökeninin dışında daha sonraki karşılıklı kültür etkileşimleri de söz konusudur. Ayrıca, Çuların icadı evrenselcilik Çin'de ortaya çıkarken, bir yandan da Çinlilerin Hu6 dediği ve Çin'in kuzeyi ile batısında yaşayan ve Çinli olmayan kavimler -bu arada Türkler de- Çuların diğer mirasçıları olarak aynı
kozmolojiye sahip bulunuyorlardı.

Çu kozmolojisi, Hu çevrelerinde değişik şekillerde sunuluyordu.
Evrenselcilik, Çin'de olduğu gibi Hularda da iki ayrı yönde gelişti:
merkeziyetçi devlet dinini uygulamaya yöneltilmiş Konfüçyüs felsefesi
ve evrenselci düşünceleri devlet idaresine yaymayan, bireyci bir
görüşteki Taoizm.7

Her iki eğilim de, Çinlilerin Hsiung-nu dediği Doğu Hunlarının8 siyasi ve kültürel geleneğini izleyen Kök Türk Kağanlığı çevresinde bulunuyordu. Tao dininin ilkeleri, bütün Hu çevrelerinde yaygındı. Kök Türklerin kağan soyu, Çinlilerin A-shi-na dediği boy, IV.-V. yüzyıllarda tarih sahnesine ilk çıktığı zaman, Yaşılögüz (Hoang-ho)9 Irmağı'nın batısındaki P'ing-liang'da, bir Taoist türbe olan dağın civarında yaşamaktaydı.10

Merkeziyetçi devlet felsefesi ise, gerek Hsiung-nular, gerekse Kök Türkler tarafından kabul edilmekte, fakat kendilerine göre yorumlanmaktaydı. Hsiungnular ve Kök Türkler bakımından, özellikle güçlü oldukları dönemlerinde dünyanın merkezi Çin'de değil, kendi hükümdarlarının Ordu'sunda11 bulunuyordu (hükümdar merkezi olarak ordu tabiri Hsiung-nular tarafından da kullanılıyordu).

Hsiung-nulara benzer şekilde, Kök Türk kağanları "Terigri-teg, tengride kut bulmış" (Orkun, I, s. 2.8), yani 'göksel hükümdarlar' olarak kabul ediliyordu.
Kök Türk metinlerinde de, terigri (gök) ile iduk (kutsal) olarak nitelendirilen yağız-yir (yer) (Orkun, I, s. zz) evrensel iki zıt ve tamamlayıcı ilke, yani dikotomi halinde belirmektedir.
Kök Türk kağanlarının orduörgin'i12 Ötüken-yış, dört yönün kavşağı, yani kâinatın merkezi sayılıyordu.13

Çu evrenselciliğine ait terimlerin çoğunun Türkçe karşılığının olması, aynı kavramların Türklerde de var olduğunun kanıtıdır.
Çinlilerin ve Türklerin dikotomik kozmolojisi, Iran dinlerindeki
iki ilke üzerine kurulu, ikici (dualist) görüşten büsbütün farklıydı.
İranlılar, iki ilkeyi birbirine düşman ve birini iyilik, diğerini kötülük simgesi sayıyordu. Zerdüşt ve Mani dinlerinde, ışık iyilik simgesi,karanlık ise kötülük simgesiydi. Çinliler ve Türkler ise bu iki ilkeye ahlaki bir anlam vermiyordu. Bu sebepten Mani rahipleri, Türklerin "cahillerine'' şöyle bir sitemde bulunuyorlardı: Bunlar, iyi ve kötü,göksel ve aşağı ruhlar arasında fark gözetmeden bütün ruhani varlıklara tapıyorlar.14

Gerçekte, evrenselci dikotomi denen evrensel iki ilke düşüncesi, doğanın her yönünü kutsal biliyor ve doğa güçleriyle uyum içinde yaşamak ve bu güçlerin feut'unu kazanmakla iyilik haline varılacağını sanıyordu. Km'un belirmesi ve verdiği ödül ise başarıydı.
15 Evrenselcilik Taoizm yönüyle, kutsal sayılan kâinatın genel ruhu kavramında, "bir tözlüg bolmak'16 (panteizm, vahdet-i vûcud) düşüncesine yakın bulunuyordu.
Gök ve yer-su dikotomisinin Türkler tarafından ne şekilde düşünüldüğünü ve bu iki ilkenin çeşitli oluşumlarını bir Türkçe metin anlatmaktadır.

Söz konusu metin belki IX. yüzyıldan olup kısmen Çinceden çevrilmişti. Bu bir Budizm metni olmakla beraber, aktaracağımız kısım Burkan {Buda] dini kozmolojisiyle ilgili değildi; ÇinTürk kâinat düşüncesinden esinlenmişti:

Bu yırtınçüda üstün tengri yatuk titir, altın yağız yir
karang titir. Kün-tengriyaruk titir. Ay tengri karang titir.
Oolyaruk titir, suv karang titir. Er yaruk titir, tişi karang
titir. Bu yirli-tengrili, tişi/i-irkefeli bir gerü kavışıp kamag
tınhglı-tınsızh, iki türlü ed togar belgürer.... künli aylı
kansu-kavısu yonyor. Ötrü yaylı, kışlı, tört öd bolur. Tört
öd içinte yana ikirer öd adrılur, sekiz yangı kün bolur.

(Bang vd., Türkische Turfan Texte," VI, satır 3 1 8 vd.)

Bu kâinatta, üstteki gök parlaktır, altta yağız yer karanlıktır.
Güneş tanrısı parlaktır, ay tanrısı karanlıktır.
Ateş parlaktır, su karanlıktır. Er parlaktır, dişi karanlıktır.
Bu yerli-göklû, dişili-erkekli (ilkeler) kavuşursa, bütün canlı ve cansız, iki türlü varlık doğar, belirir....

Güneş ve ay karışıp, kavuşarak yol almaktadır. Bundan ötürü, yazlı-kışlı dört mevsim olur. Dört mevsim içinde (her mevsim) yine ikişer zamana ayrılıp sekiz 'yeni gün' doğar
('yeni gün'ler Çince chieh, dört mevsimin ilk günleri, ilkbahar ve sonbahar ekinoksu İgünler ve gecelerin aynı uzunlukta olduğu iki devir] ile yaz ve kış gündönümü günleridir |en uzun gün ve en uzun gece]). Çinceden çevrilmiş bu kozmolojik metnin sonuçlarını izleyebilmek için, ilgili yaratılış düşüncesini belki kısaca hatırlatmak gerekir:18

Başlangıçta, niteliği anlaşılamayan 'ilk neden' olarak ezeli Tao (yol,yöntem) bulunuyordu.
Bundan adem (yokluk) ve ademden ilk monad (tek varlık) belirdi. Vai-chi denen ilk monad da şekil, nefes ve madde olanakları bulunmaktaydı.

Bu ilkeler harekele geçince, yin (karang) ve yang (yaruk) ilkeleri oluşlu.
Tai-chi, yarısı siyah, yarısı beyaz bir daire olarak gösterilir.
Karang ve yaruk ilkelerinin ana ve ataya benzetilen nefesleri, sekiz yönden esen rüzgârlarla taşınarak birleşti ve beş unsur doğdu: su, ateş, ağaç, maden ve toprak. Çin'de ve Türklerde,unsurlar ve göksel cisimler, çeşitli ailelerin kökü sayılıyor ve bunlara kök. ruh veya aile anlamına gelen, Türkçe toz. oguş (veya uguş); veya kut gibi isimler veriliyordu.
Her tâ (canlı veya cansız varlık) bu ailelerden birine aitti. Eklerin kutunu (doga), bağlı olduğu unsur ve göksel cisim ailesi belirlemekteydi.

Türklerin unsurlara verdiği önemi, 598 sıralarında, Theophylatos Simokatta şöyle ifade etmekteydi:
Türkler ateşe olağanüstü saygı göstermektedir.
Rüzgâr suyu da sayar ve toprağın şerefine ilahiler söylerler. (Dieterich, 11, s. 1 4 )
Unsurların kâinattaki yerini temsil eden yönlü pusula düzenlenmekteydi.
Bu pusulada, karang ilkesi ve yer-su simgesi olarak toprak merkezde yer alıyordu. Diğer dört unsurdan su ve ateşin kuzey ve güneyde, agaç ve madenin dogu ve batıda olduğu düşünülüyordu.

Unsurlar, böylece yönlerle ilişkilendirildigi gibi, yönlerin simgesi sayılan bazı göksel cisimlerle de eş tutuluyordu.
En eski Çin astrolojisi,yıldızları yedili takımlardan oluşan dört büyük gruba ayırmakta ve bu dört grubu, baharda doğuda görünmeye başladığı zamana uygun olarak dört yönün simgesi saymaktaydı.

Sonuçta, Türklerin de kabul ettiği kendi inanışlarına dayanan bu kozmik yasalara göre unsurlar, yönler, dört büyük yıldız takımı ve onlara atfedilen renkler,bunlara ek olarak gezegenler, mevsimler ve günün evreleri, birbiriyle ilgili olarak kabul ediliyordu.
Mekân ve zamanla ilgili başlıca kavramlar,merkezde toprak olmak üzere, yönlü bir pusula içinde diziliyordu.

Türkçe isimleriyle özdeşleri şöyleydi: Toprak unsurunun konumu merkez, gezegeni Türkçe Sang orunguJug (Sarı Bayraklı) veya Sekentir denen Zuhal (Satürn), rengi sarı (Türklerde ayrıca yağız) idi.

Agaç (Igaç) unsurunun yönü gün doğusu, mevsimi bahar, saati sabah, rengi gök, göksel cisimleri Kök-luu (Gök-ejder) denen yıldız takımı, Igaç-yultuz (Agaç yıldızı) veya Ongay denen Müşteri (Jüpiter)gezegeni, Kuş (Niao) denen yıldızların zirvede görünüşüydü.
Ateş unsurunun yönü güney (eski Türkçe kûn-ortusi: güneşin tepede göründüğü yön), saati öğle, mevsimi yaz, rengi kızıl, göksel cisimleri Kızıl-sagızgan (Kızıl-saksagan) denen yıldız takımı ve Ooı yultuz denen Merih {Mars} ile yazın gökyüzünde tepede görülen Kökluu yıldızının 'kalbi' Sin yıldızı (Arapça Kalbul-akrab: Antares) idi.

Maden unsurunun yönü batı, saati aksam, mevsimi sonbahar, rengi ak (beyaz, veya beyaz lekeli), göksel cisimleri 'Ak-bars (pars)' denen yıldız takımı ve Erlig veya Erklig adı verilen (kuvvetli anlamında) ve bir alp olarak hayal edilen Zühre IVenüsl gezegeniyle sonbahar ekinoksunda göğün en tepesinde gözüken ve Kara-alp (Hü) denen yıldızdı.
Çin'de su unsurunun simgeleri, suyun zıddı sayılan ateş unsurunun tam tersiydi.
Yönü, yeraltında olduğu düşünülen su uçurumu ve alt yön; mevsimi kış; saati gece-yarısı; rengi karaydı.

Fakat Hsiung-nu ve Türkler, 'Kuzeyli' diye adlandırılmaları nedeniyle kuzey yönüne saygı gösteriyorlardı. Nitekim, Hsiung-nu shan-yû'sü (hükümdar), Çin hükümdarının tersine, güneşe değil, gök tanrısının makamı sayılan Kutupyıldızına önem verip, yüzünü gece göğü zirvesinin yönü sayılan kuzeye çevirerek tahtında oturmaktaydı.  Türkler de, kuzeye tün-or(usı (gece yarısı) deyiminden başka, yırgaru (Orkun'a göre, "yukarı")
demekteydiler. Olasılıkla, kuzeye saygı nedeniyle Türklerde su rengi (belki göksel su) yorum: (ak) idi.

Yeraltı sularına ise kara-su deniyordu
(Zieme, "Ein Uigurischer Ernisegen," s. 12.6).
Hem Çin'de hem Türklerde su unsurunun göksel cisimleri, Çince 'Yılan ve Kaplumbağa',
Türkçe Kara-yılan denen yıldız takımı; Suv-yultuz (Su yıldızı) adı verilen Utarit {Merkür} gezegeni ve kışın zirvede gözüken Ülker (Çince Maö) yıldızıydı.

z. Irklar (Kozmolojik ldeogramlar)
Evrensel iki ilkeli kâinat düşüncesinin14 kriptografisi (yazılı işaretleri) de vardı ve bunlara Çince kua ve Türkçe ırk denirdi. Her iki sistemde yaruk ilkesi tek sayı ve nokta (o) (Ho-t'u usulü) veya çizgi ( _ ) ile; karang ilkesi ise iki sayısı ve iki nokta (o o) veya yan yana iki kısa çizgi (—) ile temsil edilmekteydi.
Tek sayılar yanık ilkesine, çift sayılar karang ilkesine aitti. Noktalı ırfe'lann çoğaltılmasıyla, doğanın çeşitli tezahürlerinin simgeleri yapılıyordu.

Ak veya kızıl noktalar yanık ilkelere, kara noktalar karang ilkelere işaret ediyordu.
Çizgili ırh'lar üst üste ikişer, üçer veya altışar olarak diziliyordu ve bunlarla da doğanın 8 ve 64 tezahürü ifade edilebiliyordu.
Yaruk ilkesinin gökten sonraki başlıca temsilcisi güneşti (ırk'ı: = ) .
Karang ilkesinin yer-su'dan sonra başlıca temsilcisi aydı (trfe'ı: ==).
Birbirinin zıddı sayılan su unsurunun ırk'ı H ve ateş unsurunun ırfe'ı ss idi.
Üçlü ırfe'ları bir pusula şeklinde dizebilmek amacıyla gök ve yer nefesleri ile doğanın bazı tezahürlerine de üçlü ırfe'lar atfetme yolunda gidilmişti:

gök nefesi ( • ) , yer nefesi (••), gök gürültüsü ve ejder (a»), rüzgâr (••), dag (•»). Yine ata ile anaya benzetilen yaruk (gök) ve karang (yer-su) nefeslerin, her yıl boyunca sekiz yönden (dört yön ve ara yönler) eserek, yıl boyunca tekrar birleşip doğanın üçlü ırfe'la temsil edilen diğer alo tezahürünü doğurduğu farz ediliyordu.
Yıl boyu çerçevesinde gözlenince, üçlü ırklar yalnız unsurları ve doğanın tezahürlerini değil, sekiz yön, rüzgâr ve yangı feün'e de (mevsim başları ve ortaları) karşılık gelmiş sayılıyordu.
Ancak üçlü ırfe'lar,yönlü bir pusula şeklinde dizilmek istenince uyumsuzluklar ortaya çıkmıştı. İki ayrı pusula dizilişi denenmiş, ancak yine de üçlü ırfe'ların zaman ve mekân içindeki sırası arasında özdeşliğe varılamamıştı.
Aksine iki ayrı pusulanın varlığı daha fazla karışıklığa neden olmuştu.
Üçüncü cins bazı karışıklıklar da şu sebeplen meydana geldi:

Sabit sayılan yeryüzü etrafında gök kubbenin gece ve gündüz ile mevsimler boyunca durmadan döndüğü sanıldığından,20 üst yön ve alt yön kavramları da, gece farklı, gündüz farklı oluyordu.
Genellikle, kullanılan pusulada güneşin zirvede gözüktüğü güney tarafı yukarı yönle ve kuzey tarafı aşağı yönle ilişkilendirilmekte, fakat diğer pusulada yukarı taraf (gök) kuzeybatıya denk gelmekteydi.
Bu son pusula Türklerde kabul edilmiş olsa gerek; çünkü gök kapısı kuzeybatıda düşünülüyordu.21

Fakat sistemlere önem verme eğiliminde olan Çinliler
pusulaları dizmekte ısrar ederken, eldeki belgelere bakılacak
olursa, Türklerin pusula dizme girişiminde pek bulunmadıkları ve ırh'ları, pusulaya uymayan tarzlarda açıkladıkları anlaşılmaktadır.
Aslında hem Çinliler, hem Türkler ırfe'ları daha çok fala bakmak için kullanıyorlardı, /rfe'ların şekli, doga güçlerinin gerilemekte ve ilerlemekte oluşlarını ifade ediyordu (üst çizgiler görünürde hâkim olan kavramı, alt çizgiler ilerlemekte bulunan ve galip gelecek kavramı gösteriyordu).

Falcılar, bu şekilde ırfe'lardan insani planda anlamlar da çıkarıyorlardı.
Türkçe Irk-bitig denen yazmalardan anlaşıldığı gibi, noktalı ve çizgili ırk sistemlerinin ikisi de Türklerde yaygındı. Osmanlı dönemindeki noktalı Damgalı ırkları22 da, Eski Çin-Türk ırklarının Ortadoğu kozmolojisine eklenmiş bir türü olarak ortaya çıkacaktı.
Ûçlû sekiz ırfe'ı, Çin kozmolojisinde ki alışılmış usullerden birinde dizerek, her birinin Türk metinlerine göre anlamlarının da ilave edilmesiyle aşağıdaki özdeşliklere varılmaktadır.
G ö k " eski Türkçe kok, veya tengri, Çince chum (t'ien). Sayılan: ı.
3, 5, 7, 9. İlkesi: yaruk. /rfe'lan: bir aydınlık nokta (o) veya tek çizgi (—); ya da ûç ( m » ) veya akı (H) çizgi. Yönü: üze (yukarıda) ve daha genel anlamıyla güney (yaz gündönümü: en uzun gün ve öğle saati) veya kuzeybatı.

Türkçe metinlerde,24 hidin-tagtın tengri kapıgt (batıkuzey
arası gök kapısı) ve yırgaru, tün ortası (yukarı (?), gece yarısı)
tabirleri, belki gök tanrısının mekânı sayılan Kutupyıldızı'nın gece gögündeki yerine işaret ediyordu. Göksel cisimleri: gök tanrısının mekânı sayılan ve Türkçe adı Altun (veya Temür)-kazguk" olan Kutupyıldızı ile Kutupyıldızı'nın etrafında yıl boyunca dönerek, 20
evre ile takvime işaret eden, eski Türkçe adıyla Yitiken26 (yedi hanlar) yıldız takımı (Büyükayı); gök zirvesindeki yönüyle (yaz gündönümü) Kök-luu takımının göğün zirvesinde görünüşü.

Unsurları: göksel ateş (Türkçe bağır feözngû27 denen parlatılmış bakır aynayla yakılan ateş);28 göksel su (madeni bir kap ile elde edildiği rivayet edilen ay usaresi:
belki şebnem),29 yağmur, bulut, buz; maden ve mücevherler. Türklerde yürûng kaş (yıldızlar, ak yeşim taşındanmış gibi resmediliyordu);
yasıl çeş (gök kubbe yeşil-gûk firuzeye benzetilmekteydi); Alton (veya Temûr)-kazguk (Kutupyıldızı) ilişkisinden, bu mücevher ve madenlerin de gök unsurları sayıldığı anlaşılmaktadır.

Renkleri:
koyu kızıl (gökyüzünün güneyi);
lacivert ve gök (gökyüzünün doğusu);
ak (gökyüzünün batısı);
kara (gökyüzünün kuzeyi) (dört yönün şemalarının,
yönlerin temsili renklerinde olduğu varsayımı ifade edilmişti). Biçimsel simgeleri: som yuvarlak haçvari dört ok (Resim 2 ) ; şemsiye, Türklerde hükümdar otağı, dag gölü ortasında toparlak set, kubbe;
yemiş ağacı. Hayvan biçimli şekilleri:10 yabani at, dişleriyle her şeyiparça laya bilen efsanevi at, alaca at; uçan ejder; Türklerde, göğün zirvesinde gün ve geceye hâkim sayılan Müşteri (Jüpiter} gezegeninin simgesi Kara-kuş (kartal), kuzgun, sıgun-feiyife.

Somut simgelerden (ata, gökten kut alan hükümdar) III. Bölüm'de, ayinlerden ise IV.
Bölüm'de söz edilecektir.Çince K'un" tnVl, yeryüzünün merkezi ile yeryüzü ve yeraltı
sularına, eski Türkçe ifadeyle yir-suvil çift unsurlarına; fakat aynınzamanda1' kuzeye (ün-ortusı (gece yarısı) dendiğine göre, belki Çin'de olduğu gibi karanlık göge, yani gece göğüne de karşılık geliyordu.
Sayıları; z, 4, 6, 12.. irfe'ları: z veya 4 veya 6 kara nokıa; ya da 11 kara, lek ak nokıa; veya iki çizgi (•—); veya üçlü olarak dizilmiş ikişer çizgi (••); veya akılı olarak dizilmiş ikişer çizgi (11). Unsurları: toprak ve su.
Olasılıkla yeraltı pınarlarından kaynaklanan ve kara-su denen
sular (Zieme, "Ein Uigurischcr Erntsegen," s. 1 2 6 ).

Yönü: yeryüzünün allı (eski Türkçede altın veya asra) ile kuzey (eski Türkçe yırgaru veya tagtm dag yönü).34
Bir pusulada, bu ırfe'ın yönü güneybatıydı. Saat ve mevsimi: kuzeye göre, gece yarısı ve kış yang feûn'û (gündönümü)
(en uzun gece: 22 aralık); güneybatıya göre ise, ikindi vakıi ve akşam arası, mevsim sonbahar başı olmaktaydı.
Göksel cisimleri:1* Kara-yılan yıldız takımı; kış gündönümünde zirvede gözüken Ülker yıldızı; ay (ırfc'ı wm —) ve Toprak yuîtuz denilen, dünyanın merkezini temsil eden Zuhal (Satürn) gezegeni.

Biçimsel simgeleri: toprak tümsekleri,dag (Türkçede tagnn," kuzey anlamına gelmekteydi), dağın gölgeli tarafı (fcuz);*9 su hazneleri; kazan, torba, serilmiş örtü, dört ve sekiz köşe; araba; sütun (yeri destekleyen ve sırufe39 denen merkezi sütun);
agaç, koruluk ve ormanlar; Çin'de terazi. Renkleri: sarı, Türklerde bazen yağız (yer), kara.
Hayvan biçimli simgeler ve kurbanlar: Kara renkli hayvanlar, kara-yılan (Çin'de kaplumbağa ve yılan), toprakrengi ejder, kısrak, inek ve buzağı.

Somul simgeleri: ana ve halk kalabalığı (Türkçe: kara bodun).40
Diğer somul simgeler 111. Bölüm'de,ayinler ise IV. Bölüm'de anlatılacaktır.
Bundan sonraki gök ve yer nefeslerinden doğan altı tane ırk'ın
sırası için -Türkçe metinlerin açıklamalarına daima uymadığını kaydetmekle beraber- şu eski Çin metnini takip edeceğiz:

Hayatın aslı Chen'dir (M); çünkü Oıen 'dogu'nun
karşılığıdır. Sun ile (Türkçe adı Inç Kelmek: Barış içinde
gelmek)41 ( = ) hayat uyuma ulaşır; çünkü Sun dogu ve
güney arasındadır. U (Türkçe: Kün=Güneş, güney) (mm)
parlaktır ve onunla her şey belirir ve bu ırk, güneyi
temsil eder.... Tui (••) güz mevsiminin ortastdır... K'an
(mm) sudur ve kuzeyin tam karşılığı olarak felakete ve
hayatın sonuna işaret eder. Ken, (Türkçe: Jağ * Dag)
(mm) kuzey ve dogu arasındadır ve hayat orada bitip,
orada başlar." (De Groot, The Religious System of China,
s. 963-64)


II. MEKÂN VE ZAMAN HAKKINDA DÜŞÜNCELER


ı. Gök
Eski Çular1 göçebe kökenli olmaları nedeniyle, kâinatı silindir
gövdeli ve kubbeli bir otağa ya da üstünde otağ veya semsiye bulunan iki tekerlekli bir arabaya benzetmişlerdi. Şemsiyenin 28 dilimi, Çin astrolojisinin dört yöne göre yedişer gruba ayrılan 28 burcu, arabanın iki tekerleği ise güneş ve ayı temsil ediyordu.
Çin'de gök, bir kubbe, yeryüzü ise denizler içinde yüzen dört veya sekiz köşeli bir düzlük sanılıyordu.2

Dört yön ve merkezdeki dağlar göksel kubbeyi taşımaktaydı.
Gök kubbe, Kutupyıldızı (gök tanrısının sarayı) merkezde,
dördü dört yönde ve diğer dördü ara yönlerde olmak üzere dokuz saraya bölünmüş sayılmaktaydı.

Çin'de VII. yüzyılda ise, gökyüzü üç katlı bir yapı şeklinde düşünülüyordu.
Gök kapısı, Çin'in batısındaki K'un-lun Dagı'nda veya doğudaki T'ai-shan'da sanılıyordu.
Jrfc'ların dizilişinde kullanılan iki pusulanın birinde gök feua'sı kuzeybatıda, diğerinde güneyde yer alıyordu. Çu dönemi ve sonrasındaki bazı Çin inançları kısmen yeni şekil-ve kubbeli hükümdar otağına benzetiliyordu.4

Gök kubbenin yasıl çoslan (yesil-mavi firuze), yıldızların ûning feas"tan (beyaz yeşim taşından) olduğu anlatılıyordu. Gökyüzünün, çok katlı ve çeşitli Ordu'ların (hükümdar ikametgahı), üfeefe'Ierin (kule) ve kapı eşiklerinin bulunduğu
bir yapı olarak Uygur metinlerinde geçen resmi de, Çin etkisine ve Budist veya Manyat (Maniheist) astrolojisinin nüfuzuna bağlanabilir. Yeryüzü ise, Çin'de olduğu gibi. denizler içinde yüzen dön köşe bir düzlük olarak anlatılıyordu ("Tört taluy ügûz içinteki yer").5

Hsiungnularda olduğu gibi Türklerde de kutsal (ıdufc) sayılan ve gök ve yer tanrılarına ibadet edilen dağlar hakkındaki düşünceler çok eskiydi.6

Fakat Çin'deki sistematik biçime girip, dön yön dağlarının gökkubbesinin sütunları sanıldığı hakkında bir kayda rastlamadım. Ancak, 'înç kelmek' adlı ırfe'ta, Çin'de olduğu gibi gök kapısının yeri kuzeybatı yönünde tarif edilmektedir.' Bir Uygur metninde8 ise, kâinat otağ şeklinde düşünülüp, otağın ortasındaki agaç sütuna benzeyen, fakat sekiz köseli oluşuyla dört ana yön ve dön ara yön kavramına da işaret eden, yiti crdinilig (yedi cevherli) bir sıruh'un (sırık,sütun) sular üstündeki yeryüzünü desteklediği ifade ediliyordu.

Kâinatın ekseni sekiz köşeli sütun. Hint kozmolojisinin eski bir düşüncesiydi.
Çin'de9 ve Türklerde, göğün kutbu sayılan Kuiupyıldızı, Türkçe adıyla Ahun (veya Temûr)-kazguk (Altın veya Demir Kazık),10 Çin astrolojisinde gök hükûmdarı denen göksel tanrının sarayı sanılıyordu.

Kutupyıldızının etrafındaki yıldızlar hükümdarın ailesi ve etrafındakilere benzetiliyordu. Türkçede Yitiken," (yedi hanlar) denen Büyükayı yıldız takımının, hükümdarın arabası sayılıp, Kutupyıldızına bağlı olarak mevsimler boyunca gökyüzünde dairesel şekilde hareket ettiği ve yıllık takvimi belirlediği kaydedilmişti.

Böylece gök tanrısının veya arabasının yıllık bir hareketi olduğu farz ediliyordu.
Aynı düşüncenin,Türklerde on iki yıllık bir zaman aralığı şeklini de aldığı, şu Kök Türk kitabesini akla getirmektedir: ~Ûze kök-terigri han lui yıîka'12
(Üstle gök tannsı han ejder yılında).

Türkler de, göğün Altun (veya Temûr)-kazguk etrafında döndüğünü sanıyorlardı.
Türklerde, Yitikcn'in yıllık hareketi boyunca da, her 12 ayın belirli bir gününde bin mum yakarak ayin yapma geleneği vardı1 (bkz. IV. Bölüm).
Çin'de milat sırasında mezarlarda yapılan taş kabartmalarda M Yetiken, bir tanrının bindiği araba şeklinde resmedilirdi. Güneş ve ay tanrılarının da arabayla döndüğü sanılırdı.
Böyle düşünceleri temsil eden bir kaya resmi, bir Kök Türk mezarı yanında bulunmuştur. 13

Kök Türk kağanları da, Çin'de hükümdar ve tanrılara özgü sayılan ve Türkçe karigh (kağnı) denen, iki tekerlekli arabalara binerdi.

Dr. Emel ESİN-TÜRK KOZMOLOJİSİNE GİRİŞ

Yorumlar (0)