Türk Tarih Tezi

Türk Tarih Tezi



Türk Tarih Tezi, 1930'lu yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk'ün yönlendirmesiyle oluşturulan tarih yorumudur. 1930 yılında yüz adet basılan "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı yapıt Türk Tarih Tezi'nin bildirgesi sayılır. Bu yapıt doğrultusunda anıklanan ve 1931-1939 yılları arasında ortaöğretimde okutulan dört ciltlik tarih betiği de Türk tarih tezinin ana kaynaklarındandır. Müslüman ve Hristiyan çatışmasına dayalı Osmanlı tarih anlayışına ve Türkler kötüler nitelikte yazılan batılı tarih anlayışına tepki olarak ortaya konmuştur. Bilimsel çevrelerde Türk Tarih Tezi, siyasi amaçlar taşıdığı, düşçü ve ulusçu yönlerinin olduğu savlarıyla eleştirilmiştir.Mustafa Kemal, 1923 yılında İstanbul Üniversitesi Profesörler kuruluna "Ulusal bağımsızlığımızı bilim alanında da tamamlama" görevi verdi. Türk Tarih Tezi, Osmanlı tarih yazımının geleneği olan İslam özekli tarih yorumlarına ve Avrupa özekli tarih yorumlarına karşı almaşık bir ulusal yorum geliştirilmesi amacıyla 1930'larda ortaya atılmıştır. Atatürk batılı tarih tezlerinin doğru olduğu varsayılıp okullarda okutulması yerine ulusal bir tarih yazılması gerektiğine inanıyordu. On beşinci yüzyıldan beri, Batılı tarih yazarları uygarlığın başlangıç yeri olarak Yunan Uygarlığı'nı vermekteydi. Bu tarih görüşünde Türkler, Orta Asya'daki göçebe boylar olarak anlatılıyordu. Özellikle on dokuzuncu yüzyıldan beri bu tez soycu yalnıkbilimsel (ırkçı antropolojik) yaklaşımlarla bir soy ilişkinliğine (sarı soy, yuvarlak başlı-brakifesal beyaz soy vb.) oturtulmaya çalışılmıştı. Bir Fransız okulunda öğrenci olan Afet İnan, Fransızca tarih betiklerinde Türklerin uygarlık yapıtlarına yer vermediğini ve Türklerden "ikinci dereceden sarı ırktan, istilacı barbar kavim" olarak söz edildiğini Atatürk'e anlatır.

1931 - 1939 yılları arasında ortaöğretimde okutulan dört ciltlik tarih betiklerinin önsözünde çalışmanın amacı açıklanmıştı:

"Bu yapıtın amacı, yüzyıllarca çok haksız iftiralara uğratılmış, ilk uygarlıkların kuruluşundaki hizmet ve emekleri yadsınmış Büyük Türk Ulusuna, tarihsel gerçeklere dayanan şerefli geçmişini hatırlatmaktır." Türk Tarihinin Ana Hatları, Önsözünden, 1931.

Cumhuriyet kurulana dek medreselerde Türk kimliği üzerinde durulmaksızın, yalnızca padişahların eski seferleri abartılı bir öykü biçiminde veriliyordu. 20. yüzyıl başlarında bile bilimyurtlarında çağdaş ve bilimsel bir tarih öğretilmiyordu. Yalnıkbilim (antropoloji), dilbilim (filoloji), kazıbilim (arkeoloji) ve benzeri bilimler tarih araştırmalarında kullanılmıyordu. 19. yüzyıl sonunda Orta Asya'da Orhun Yazıtları yabancı bilim adamlarınca Türkçe olarak okunmuştu.

Atatürk, Türk ulusunu odak alarak Türk tarihini araştırmak, bu şekilde Cumhuriyet'in ana amacı olan ulus devlet yaratma sürecine tarihsel bir dayanak oluşturmak için tarih bilimcilerini yönlendirdi. Türklerin dünya uygarlıklarının gelişimindeki yeri ile ilgili araştırmalar yapılmasını sağlamak istiyordu.

Ülkenin eski uygarlıklarını ortaya çıkarmak, bugünkü Türkiye halkıyla Türk topluluklarının ilişkisini araştırmak, genel Türk tarihinin bilimsel tutarlılık ile yazılmasını sağlamak amaçlardan bazılarıdır.

Atatürk Tarih konusuna çok önem verdiği için Türk Tarih Kurulu'nun kurulmasına öncülük etmişti. 1930 yılında Afet İnan, Tevfik Bıyıklıoğlu, Samih Rıfat, Yusuf Akçura, Reşit Galip, Hasan Cemil Çambel, Sadri Maksudi Arsal, Şemsettin Günaltay, Vasıf Çınar ve Yusuf Ziya Özer "batılı yazarlar tarafından yazılmamış" Türk Tarihini araştırmak için çalışmalara başladılar. 1930 yılında "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı 606 betlik yapıtı anıkladılar. 606 betlik bu çalışma yalnızca bir ön derlemeydi. Yalnızca 100 adet bastırılarak ülke çapında bilim adamlarına dağıtılarak incelettirildi. İlk derleme kitabı ilim adamlarınca incelendi, tartışıldı ve değerlendirmeler ve düzeltmeler yapıldı. 1931 yılında 87 betlik ikinci betik "Türk Tarihinin Ana Çizgileri-Giriş Bölümü" hazırlandı. 4 ciltlik bu çalışma bu kez 30,000 adet bastırıldı. 4 ciltlik yapıt 1931-1939 döneminde liselerde tarih derslerinde okutuldu. 1935 yılında Atatürk; Afet İnan ve Hasan Cemil Çambel'e yeni bir araştırma izlencesi yazdırdı. Tarih konularında araştırma yapacak bilim adamlarının yetiştirilmesi amacıyla, 1935 yılında, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi kuruldu. 1937 yılında İkinci Türk Tarih Kongresi toplandı. Bu kongreye yabancı bilim adamları da katıldılar.

Önsözünden anlaşılacağı üzere dört ciltlik tarih, Türklerin uygarlığa katkılarını ortaya çıkarmayı açıklamak ister. Avrupa uygarlığının göçler sonucu Asya'dan gelen kişilerce oluşturulduğunu, Yunan bilim, sanat ve düşününün (felsefesinin) bütün pınarlarının da aslında Anadolu'da olduğunu savunur.

Türk Tarih Tezi, beyaz soyun kökeninin Orta Asya olduğu savından yola çıkmaktadır. Buna göre değişik çağlarda, çeşitli göç dalgaları halinde Orta Asya'dan dünyaya yayılan Türklerin de atası olan topluluklar, dünya uygarlıklarının önemli bir bölümünü kurmuştur. Soylardan söz ederken belirli bir soyun üstünlüğünü savunmaz. Göçler sonucu soyların belirli ölçülerde birbirlerine karıştığını anlatır. Nitekim, çağdaş bilim, Avrupa'ya Orta Asya'dan göçler olduğunu, Avrupalıların atalarının Asyalı olduğunu sonraları belirlemiştir.

Türk tarih tezinde 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başlarında yapılmış araştırmalara dayanılarak ulusal bir tarih yorumu ortaya konmuştu. Tarihte yaşamış büyük uygarlıklar kurmuş bazı toplulukların Türk olduklarına ilişkin kanıtlar ortaya sürülmüştü. Tarih öncesinde uygarlık izlerine rastlanmamış bölgelere uygarlığın, Türklerin de dünyaya yayılmış olduğu Orta Asya'dan yayıldığı düşüncesi savunulmuştur.

Türk tarih tezine göre M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1200 yılları arasında Orta Asya'dan yurtlarından ayrılıp Akdeniz kıyılarına yayılan yuvarlak başlılar (brakisefaller) Türklerin atalarıdır. Yeryüzü uygarlığının başlangıcını Yunan Uygarlığı'na bağlamak yanlıştır. Etiler (Hititler) Anadolu'da yaşamış Yunan Uygarlığı'ndan daha eski bir uygarlıktır. Onlardan da önce Hattiler, Luviler ve diğer Orta Asya kökenli topluluklar vardır. Etrüskler'in İtalya'ya Anadolu'dan gitmiş oldukları kesindir. Orta Asya'dan yayılan göç dalgaları Avrupa'ya da yayılmış ve vahşet ortamı süren kıtaya sırasıyla cilalı taş, bakır, tunç ve demir çağı sanatlarını götürmüşlerdi. Bir Asya topluluğu olan Keltler, göç yollarında önemli yapıtlar bırakmışlardı. Ligürler, Kimriler ise Keltlerden önce Avrupa kıtasında Kırım ve Danimarka'ya kadar gitmişlerdi. M.Ö. 2000 yılına kadar Avrupa'da bakır aletler dahi bulamamışken, bu tarihte tunç aletler birden bire çoğaldığı kazılarda bulunmuştu. Tuncun kaynaklarından kalay, Asya'da bol bulunurken Avrupa'da yalnızca ince bir damar olarak Fransa'da bulunmaktaydı. Benzer biçimde, Avrupa'daki buluntularda görülen ve dinsel törenlerde kullanıldığı anlaşılan yada taşı (Farsçası yeşim, İngilizcesi jade olan taş), Avrupa'da hiç çıkmıyordu. Yada taşının yeryüzünde neredeyse tek olan an büyük kaynağı Orta Asya idi. Bu taşın Türklerce kutsal sayılması da ayrı bir konu idi.

Mustafa Kemal Atatürk 1928-1930 yılları arasında Türk Tarih Tezi'nin oluşturulmasında tarihçilere önderlik etmiştir. Atatürk'ün, "Anadolu 7000 yıllık Türk beşiğidir" sözü onun Anadolu'daki Türk varlığının Malazgirt Savaşı'ndan çok öncelere dayandığına olan inancını yansıtmaktadır. Ortaya konulan bulgularda eski Orta Asya Türk tarzı yaşamın Anadolu'da da var olduğu ortaya çıkarılarak tarihi süreç içinde derinlemesine bir ortaklık gösteriliyordu.

Tartışmalar ve Eleştiriler

Atatürk'ün ölümünden sonra bu tezin ortaya çıkmasında çalışan kişilerden bazıları düşünce değiştirmiş ve tezi eleştirmiştir. Türk Tarihinin Ana Hatları betiğinin yazarlarından olan Fuad Köprülü, 1940 yılında yazdığı bir yazıda kendisinin de katkıda bulunduğu yapıtı, "Avrupa tarihçiliğinin Türkler aleyhinde yazılmış temelsiz ve olumsuz düşüncelerine karşı bir tepki olarak ortaya çıkan Romantik Nasyonalist bir tarih anlayışı" olduğunu yazmıştır.

Zeki Velidi Togan 1932 yılında, I. Türk Tarih Kongresinde, tıp doktoru Reşit Galip'in sunduğu bildirgeyi Orta Asya'nın tarihte bir iç deniz olduğu savı nedeniyle eleştirdi. Ardından Türkiye'yi terk ederek Almanya'ya gitti, 1939 yılında tekrar Türk Milli Eğitim Bakanı tarafından Türkiye'ye davet edilinceye kadar yurda dönmedi, akademik çalışmalarına Almanya ve Avusturya'da devam etti. Oysa sonraki bilimsel çalışmalar, Orta Asya'da gerçekten bir iç deniz olduğunu ortaya koymuştu. Hatta Taklamakan Çölü'nün kuruyan bir iç deniz tabanı olduğu yerbilimsel bir bulgudur.

Turancı düşünceleri olan bazı kişiler de Türk tarih tezini eleştirmiştir. Onlar, o dönemde ırkların üstünde Türk soyu kavramını benimsemişlerdi. Türklük kavramını savaş, savaşçı, alp kavramları üzerinde geliştirdiler. Türklerin bilim ve uygarlığa katkılarını yok saydılar. Türk Tarih Tezi, bu görüşün savunduğu değerlerle uyuşmaz. Eski Anadolu uygarlıklarının Türkler ile bağlarını araştırmaya çalışan bir coşkunluk taşıyan savı, Turancılık akımının ileri gelenlerinden Nihal Atsız tarafından, ilmi gerçeklerden uzak olmakla eleştirilmiştir. Türk tarih savında Hititlerin, Sümerlerin, hatta Yunan Uygarlığının, Orta Asya'dan dünyaya yayılmış bir uygarlığın etkisiyle geliştiği açıklanmaya çalışılmıştı. Nihal Atsız'a göre ve Türkler Orta Asyalı bir soydur ve Anadolu uygarlıklarını Türkler ile bağdaştırma çabaları yanlıştır. Oysa aynı dönemde ve sonrasında eski Yunanca içinde çokça Türkçe öğe olduğu belirlenmiştir.

Türk Tarih Tezi'ne göre Anadolu, tarih boyunca göçler almıştır. Türkler de buraya gelen ilk topluluklardandır ve buradaki insan toplulukları içinde baskındılar. Bu topraklarda geçmişte yaşamış, Hititler, Urartular'ın yapıtlarının doğal mirasçılarıdır.

Türk Tarih Tezi'ne, bilimsel dayanaktan yoksunluk ve ulusçuluk suçlamaları üzerine gelişen eleştirilerin abartılması, Türklerin tarihi ile ilgilenen araştırmacıların ilkel ulusçuluk ve kafatasçılık gibi suçlamaları göğüslemeyi göze almalarını gerektirmiştir.

Bu süreçte, Anadolu uygarlıkları ile Türk tarihi arasında bağların araştırılmasını isteyen Atatürk'ün kazıbilimsel kazıları, tarihinin araştırılmasını desteklemiş, bu konuda bilim adamları yetiştirme çabaları, tarih konusunda önemli araştırmalar yapılmasına başlangıç dayanağı olmuştu. Atatürk 1 Kasım 1936 yılında TBMM açılış konuşmasında Alacahöyük'de yapılan kazılarda bulunan eserlerin 5500 yıllık Türk tarihinin aydınlatılmasına ışık tutacağını açıklar. Bunun sonucunda Türk kazıbilimcilerin yaptığı kazılardan elde edilen kazıbilimsel bulgular Hititler ile ilgili yeni bulguların ortaya çıkmasına neden oldu. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi kuruldu. Çiviyazısı okuyabilen bilim adamları yetişti. Binlerce Hitit tableti okundu. Kazıbilim müzeleri açıldı. Atatürk'ün bilime ilgisini gören A. Einstein, Nazilerin kovduğu bilim adamlarını Türkiye'ye yönlendirmiştir. Bunun sonucunda buraya gelip yaşayan yüzlerce kişi Türk Üniversiteleri'nin geliştirilmesi sürecine büyük katkılarda bulunmuşlardır.

Yorumlar (1)
Bukay İnce 5 yıl önce
Bir başka Büyük Türksün Atatürk'üm!