Türk Uygarlığının Oluşmasında ve Gelişmesinde Yazı Dilinin Rolü-Prof.Dr. Ahmet B. Ercilasun

Türk Uygarlığının Oluşmasında ve Gelişmesinde Yazı Dilinin Rolü


Batılı Türkolog ve tarihçilerin büyük çoğunluğu, Türk Kağanlığından önceki hanedanları Türk kökenli kabul etmeye yanaşmazlar. Onlara göre Sakalar İranî; Hunlar, Siyenpiler ve Avarlar Moğoldur. Eğer bize bıraktıkları Türkçe anıtlar olmasaydı Türk Kağanlığının Türk olduğundan da Batılı araştırıcıların şüphe edecekleri muhakkaktı. Demek ki yazı, tarihimizin büyük bir döneminin bize ait kabul edilmesinin en önemli delili olmuştur.

Aynı dil ve kültüre sahip insanların bağımsız bir devlet çatısı altında birkaç asır birlikte yaşamaları onlarda ortak bir şuur meydana getirir. Bu, aynı topluma ait olma şuurudur ki bunu “millet olma şuuru” terimiyle ifade edebiliriz. Asya Hunları döneminin Türkler için böyle bir şuur oluşturduğunu düşünüyorum. Özellikle M.Ö. 209’da Hun tahtına oturan Motun’un yaptıklarının unutulmaması ve Oğuz Kağan destanının yüzyıllarca sonra kaleme alınan varyantlarında dahi Motun’un yaptıklarının, bu destanın ana çekirdeğini oluşturması bunun en önemli delilidir. 13-15. asırlardakı Oğuz Kağan rivayetlerine göre Türkler Oğuz Kağan’ı efsanevî ataları kabul ediyorlardı. Oğuz Kağan ise Çin kaynaklarına “Mao-du(n)” şeklinde geçen büyük hükümdardı. Üstelik, yazıyı, Türk dili için yaygın şekilde kullanan Türk ve Uygur Kağanlıklarının her ikisinin de Hunlardan çıktığı Çin kaynaklarında kaydediliyordu.

Göktürk bengü taşlarında Hunlardan ve Motun’dan bahis yoktur. Bengü taşların tarih şuuru 180 yıl önceye, Bumın ve İstemi Kağan dönemine kadar uzanır. Bilge Kağan’ın “atalarım” olarak adını verdiği kağanlardan İstemi, Oğuz Kağan destanında geçen İnal Sir Yabgudur. Sir Yabgu, İstemi Kağan için Arap kaynaklarında geçen Sincibu, Bizans kaynaklarında geçen Sinzibul ile aynı unvandır. Fakat Oğuz Kağan destanının İnal Sir Yabgusu, yani İstemi Kağan en eski ata değildir. En eski ata, ondan çok önce yaşamış olan Oğuz Kağandır. Böylece yazılı tarih kaynağı olan Göktürk bengü taşlarının eksikliği destanla tamamlanmakta ve Türk Kağanlığı Oğuz Kağan’a, dolayısıyla Motun’un Hunlarına bağlanmaktadır.

Ben ortak yazı dilinin de Hunlar döneminde oluştuğunu düşünüyorum. Çin kaynakları Hunların yazısı olduğundan bahseder; ancak bu yazının türü ve mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Aslında Türk kağanlığından önce standart bir Türk yazı dilinin oluştuğunu kabul etmek için bu bilgilere de ihtiyacımız yoktur. 720’li, 730’lu yıllara ait olan Göktürk bengü taşlarındaki dil, soyut ve mecazî anlatımlarıyla, hukuka ve devlet yönetimine ait ifadeleriyle o kadar gelişmiş bir yapı arz etmektedir ki bu gelişmişliğin meydana çıkması için birkaç asır geçmesi gerektiği muhakkaktır. Türk yazı dilinin bilinen ilk örnekleri olan Göktürk bengü taşlarının bu açıdan incelenmesi, Türk uygarlığının o zamanki önemli bazı unsurlarını bize gösterecektir.

Bir devlet için gerekli olan “bağımsızlık, millet ve millî birlik şuuru, ülke sınırları, millî hâkimiyet, devlet merkezi, ebedî devlet fikri, kanun, teşkilât, hiyerarşi, asayiş fikri, egemenliğin kaynağı, tarih şuuru, yöneticilerin nitelikleriyle ilgili düşünceler, sosyal devlet anlayışı ve yöneticilerin halk için çalışması fikri, devlet-millet ilişkisi, halka hesap verme, dış ilişkiler, ticaret” kavramlarının tamamı Bilge Kağan’ın sözlerinde vardır. Bunları birer birer göstermek, ilk yazılı eserlerde Türk uygarlığının unsurlarını göstermek demektir.

İşte bağımsızlık fikri: Göktürkler 50 yıl Çin tutsaklığında yaşıyorlar; işlerini güçlerini Çin kağanına veriyorlar; Çin için savaşıyorlar, toprak kazanıyorlar; ama sonunda Türk halkı şöyle diyor: İllig bodun ertim ilim amtı kanı – Devletli, ülkeli millet idim; devletim, ülkem şimdi nerede? Kimke ilig kazganur men – Kime ülke kazanıyorum? Kaganlıg bodun ertim k aganım kanı – Kağanlı millet idim; kağanım nerede? Ne kaganka işig küçüg birür men – Hangi kağana işi gücü veriyorum? Ança tip Tabgaç kaganka yagı bolmış – Böyle deyip Çin kağanına düşman olmuş (KT D9). Bunları söyleyerek Çinlilere isyan eden Göktürkler 682 yılında bağımsızlıklarını kazanıyorlar.

İşte millet ve millî birlik şuuru: Gök Tanrı, İlteriş Kağan’ı ve İlbilge Katun’u “Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye” yükseltiyor (KT D25). Sonra da Bilge Kağan ve Köl Tigin birlikte gece gündüz çalışarak dağılmış milleti topluyorlar; millî birliği sağlıyorlar. Bilge Kağan şöyle diyor: Ança kazganıp biriki bodunug ot sub kılmadım – Öylece kazanıp birlik hâlindeki milleti ateş ve su hâline getirmedim (KT D27). Milleti toplamak “kubratmak” fiiliyle, millî birliğin bozulması “ot-sub” yani ateşle su gibi olmak deyimiyle ifade ediliyor.

Şimdi de ülke sınırları, millî hâkimiyet, devlet merkezi, ebedî devlet kavramlarını görelim. Bengü taşın başlangıç kısmında ülke sınırları soyut ifadelerle belirlenir: Doğuda güneşin doğduğu, Batıda güneşin battığı yer; Güneyde gündüz ortası, Kuzeyde gece ortası (KT G2). Daha sonra sınırlar somutlaştırılır: Doğuda taluy (okyanus), Güneyde Töpüt (Tibet), Batıda Temir Kapıg, Kuzeyde Yir Bayırku yeri (KT G3-4). Böylece ülke sınırları çiziliyor ve millî hâkimiyet fikri şöyle ifade ediliyor: Anta içreki bodun kop ma_a körür – Bu sınırlar içindeki halk hep bana bakar (KT G2).

Göktürkçede “körmek” bir yönetim terimi olarak “bir devletin, bir hükümdarın egemenliği altında bulunmak” demektir. Nitekim bugün Türkmencede de “bağımsızlık” kavramı “garaşsızlık” yani “bakmamak” kelimesiyle ifade edilir. Sınırları açık bir şekilde belirtilen ve bu sınırlar içindeki halk üzerinde egemenlik sahibi olan devletin bir de merkezi vardır. Devlet merkezi “il tutsık yir – ülkeyi, devleti muhafaza edecek yer” kelimeleriyle anlatılmıştır (KT G4). Bilge Kağan diyor ki il tutsık yir, Ötükendir ve Ötüken’den iyisi yoktur; orada oturup Çin milletiyle anlaşmalar yaptım.

Osmanlılarda “devlet-i ebed-müddet” terimiyle anlatılan ebedî devlet kavramı Bilge Kağan’ın ağzında “bengü il”dir (KT G8). Yani tam tamına “ebedî, sonsuz devlet”. Bilge Kağan diyor ki “Ötüken’de oturursan bengü il tutup oturacaksın.” Yine Bilge Kağan’a göre “üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe” Türk milletinin devleti ve töresi bozulamaz (KT D22). Burada ebedîlik kavramı, bugün kullandığımız “kıyamete kadar” ifadesine benzer şekilde üze tenri basmasar asra yir telinmeser – “üstte gök basmadıkça, altta yer delinmedikçe” şeklinde ifade edilmiştir.

Göktürk bengü taşlarında “kanun” kavramı “törü” terimiyle anlatılır. “Kanun yapmak” ise “törü itmek”tir (KT D1). Milletin bağımsızlığını kaybetmesi aynı zamanda töresini de yitirmesi demektir. İlteriş Kağan, ilsiremiş kagansıramış bodunug – devletsiz ve kağansız hâle gelmiş milleti; kü_edmiş kuladmış bodunug – kul ve cariye olmuş milleti; Türk törüsin ıçgınmış bodunug – Türk kanunlarını bırakmış milleti (ataları) törüsinçe yaratmış boşgurmış – (atalarının) kanunlarına göre yaratmış ve yetiştirmiştir (KT D13). Demek ki tutsaklıktan sonra devlet yeniden düzenlenirken Bumın ve İstemi kağanların koyduğu kanunlara göre düzenlenmiş.

Bu kanunlar şüphesiz Bumın ve İstemi’den önce de vardı. Kapgan Kağan’ın hükümdar olması da belli bir kanun gereğidir. İlteriş Kağan öldüğünde Bilge ve Köl Tigin sekiz ve yedi yaşlarında idiler. Ol törüde üze eçim kagan olurtı – o kanuna göre amcam kağan oldu, diyor Bilge Kağan (KT D16). Bütün ülke ve millet kanunlara (töreye) göre teşkilâtlandırılır; kağan seçilir; yabgu, şad unvanları verilir (yabgug şadıg anta birmiş KT D14). Böylece millet düzenlenir; bunun sonucunda da bütün ülkede dirlik düzenlik, asayiş olur. Milletin düzenlenip teşkilâtlanması bengü taşlarda “bodun itmek” terimiyle anlatılır. Bodun itildikten sonra asayişsizlik, düzensizlik, kötülük (a_ıg) ortadan kalkar (KT G2-3).

Milletin düzenlenmesi, unvanların verilmesi sonunda merasimlerde belli bir hiyerarşi de ortaya çıkar. Güneyde şadpıt begler, kuzeyde tarkanlar ve buyruk begler durur (KT G1).
Göktürk anıtlarında kağanlığın, hükümdarlığın kaynağı da belirtilmiştir; kağanlığın kaynağı kutsal güçlerdir. Bunlarsa Türk Tanrısı ve Türk kutsal yeri suyudur: Üze Türk Tenrisi Türk ıduk yiri subı – Üstte Türk Tanrısı, Türk kutsal yeri suyu, Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye İlteriş Kağan ile İlbilge Katun’u tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır (KT D10-11). Buna “kut” kavramını da ekleyebiliriz. Bilge Kağan, Tanrı bağışladığı için ve kutum olduğu için kağan oldum, diyor (KT G9).

Daha önce de belirttiğim gibi Göktürk bengü taşlarındaki tarih şuuru, Bumın ve İstemi Kağan’a, yani 180 yıl öncesine kadar gider. Bilge Kağan, Bumın ve İstemi’den itibaren devletin büyüyüp gelişmesini, sonra bozulmasını, Çin tutsaklığını, tutsaklıktan kurtuluşu ve İlteriş Kağan dönemini özet olarak, fakat veciz bir şekilde anlatır. Babası İlteriş Kağan öldüğünde Bilge sekiz yaşındadır. Ondan sonra anlatılan olayların içinde kendisi de vardır. O hâlde Bumın’ın kağan olduğu 552 yılından İlteriş Kağan’ın öldüğü 692 yılına kadar olan 140 yıllık dönemi Bilge Kağan için tarihî dönem olarak kabul edebiliriz. İşte bu tarihî dönem anıtlarda, kötü idarenin, bilgisiz, korkak ve adaletsiz yöneticilerin devleti çökerttiğini, düşmanın hilekârlığını ve sonunda milletin tutsak olduğunu, tutsaklığın fenalığını, bağımsızlığın önemini vurgulayacak keskin cümlelerle ve yüksek bir millî şuurla anlatılır.

Kağanların, beylerin, buyrukların (bakanların) kısaca devleti yönetenlerin üç niteliğe sahip olması gerekir: bilgelik (bilgi ve derin görüş -vizyon- sahibi olmak), alplık (yiğitlik, korkak olmamak), tüzlük (adalet ve dürüstlük). Tüzlük, yalnız yöneticilerde değil millette de aranan bir niteliktir (KT D3). Bu vasıflara sahip yöneticiler, milleti yoksulluktan ve azlıktan kurtarmak için ölüp bitesiye, gece gündüz çalışmalıdırlar. Bu, tam bir sosyal devlet, refah devleti anlayışıdır.

Bengü taşlarda bu anlayış, çıga_ bodunug bay kılmak (yoksul milleti zenginleştirmek) ve az bodunug üküş kılmak (az milleti çoğaltmak) ifadeleriyle yer alır (KT G10). Bilge Kağan tahta oturduğunda millet aşsız, giyeceksiz, yayan ve çıplak, perişan bir vaziyetteydi. Kardeşi Köl Tigin’le gece uyumadan, gündüz oturmadan, ölüp yiterek uğraştılar ve milleti bu durumdan kurtardılar (KT D26-27). Demek ki yöneticilerin görevi millete aş, giyecek ve bugünün arabasına karşılık olan at temin etmektir. Yöneticiler millete karşı sorumlu olduklarının farkındadırlar; âdeta millete hesap vermektedirler. Bilge Kağan şöyle diyor: Men tokuz yigirmi yıl şad olurtum – ben on dokuz yıl şadlık yaptım. Tokuz yigirmi yıl kagan olurtum – on dokuz yıl kağanlık yaptım. İl tutdum – ülkeyi, devleti muhafaza ettim. Otuz artukı bir (yıl) Türküme bodunuma yigin ança kazganu birtim – Otuz bir yıl Türküme, milletime en iyisini kazandım (BK G9-10).

Bengü taşın bir yerinde hesap verme şuurunun dozu iyice artar ve Bilge Kağan sorar: Azu bu sabımda igid bar gu – yoksa bu sözümde yalan var mı? Devam eder: Türk begler bodun bunı eşidi_ – Türk beyleri, millet, bunu işitin! Türk bodun tirip il tutsıkı_ın bunta urtum – Türk milletini toplayıp il tutacağını buraya yazdım. Ya_ılıp ölsiki_in yime bunta urtum – yanılıp öleceğini de buraya yazdım. Ne_ ne_ sabım erser be_gü taşka urtum – ne kadar sözüm varsa bengü taşa yazdım (KT G10). Demek ki bengü taş diktirmenin ve millet için yaptıklarını yazdırmanın sebebi de hesap vermekmiş. Ancak bengü taşların bir işlevi daha var: Geleceğe mesaj bırakmak. Ben herkesin ulaşacağı yere bengü taş diktirdim; On Ok oğlundan yabancısına kadar herkes ona baksın ve öyle bilsin, diyor Bilge Kağan (KT G12-13). Şu hâlde anıtlarda yalnız geçmiş şuuru yok, gelecek şuuru da var.

Uluslar arası ilişkiler ve ticaret kavramları da bengü taşlarda yeterince vardır. Bilge Kağan şöyle diyor: Bu yirde olurup Tabgaç bodun birle tüzültüm – Burada (Ötüken’de) oturup Çin milletiyle anlaşmalar yaptım (KT G4-5). Bu anlaşmalara göre Çinliler Türklere altın, gümüş ve ipekli gönderecektir (KT G5). Ancak Çin hile yoluna başvurmakta; tatlı sözü, yumuşak armağanları ile Türkleri aldatıp kendisine yakınlaştırmakta; sonra da aralarına fitne sokup onları yok etmektedir. Bu yüzden Bilge Kağan milletine Ötüken’de oturup oradan kervan göndermesini tavsiye etmektedir (KT G5-8).

Uluslar arası ilişkilerin bir tezahürü de Türk devlet adamlarının cenaze törenlerine diğer ülkelerin temsilci göndermeleridir. Bumın (belki Mukan) ve İstemi Kağanların yoğ törenlerine Kore, Çin, Tibet, İran, Bizans, Kırgız ülkesi, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtan ve Tatabı’dan temsilciler katılmıştır (KT D4). Köl Tigin’in yoğ töreninde ise Kıtan, Tatabı, Çin ve Tibet’ten, Soğdaklardan, Buhara halkından, On Oklardan (Türgişlerden) ve Kırgız kağanından temsilciler bulunmuştur. Bu yoğ, Bilge Kağan’ın kendi zamanında olduğu için gönderilen temsilcilerin adları ve hatta getirdikleri armağanlar da yazılmıştır (KT K11-13).

Görüldüğü gibi bir devlet hayatı ve gelişmiş bir uygarlık için gerekli olan hemen hemen bütün kavramlar Göktürk bengü taşlarında vardır. Türk yazı dilinin bilinen ilk eserlerinde devlet ve uygarlıkla ilgili kavramların bu kadar çok ve açık şekilde yer alması şaşırtıcıdır. Kaldı ki bu eserler devlet ve hukuk düzenini anlatmak üzere, yani bir siyasetname olarak yazılmamış, devlet adamlarının yaptıklarını anlatmak için yazılmıştır. Türklerin bilinen ilk siyasetnamesi bengü taşlardan 335 yıl sonra yazılan Kutadgu Biligdir. Bu eser üzerinde yapılan incelemeler de devlet anlayışı bakımından bengü taşlarla birçok benzerliklere sahip olduğunu göstermektedir. Bence önemli ve şaşırtıcı olan Türkçenin ilk yazılı eserlerindeki yüksek uygarlık ve devlet anlayışı seviyesidir. Daha önce yazılı eserleri olmayan bir millet için bu seviyeye ulaşmak mümkün değildir. Bağımsızlıktan sosyal devlete, kanun yapmaktan hiyerarşik düzene kadar birçok kavramı ifade eden bu metinlerin mutlaka uzun bir geçmişi olmalıdır.

Esasen Göktürk yazısının yaygınlığı da onun eskiliğini düşündürmektedir. Göktürk yazısıyla yazılmış metinler, Moğolistan’dan başka Güney Sibirya, Kırgızistan, Kazakistan, İdil-Ural, Kuzey Kafkasya, Kırım, Romanya ve Bulgaristan’a dek yayılmış bir alanda bulunmaktadır. Değirmen taşları, kemer tokaları, su kapları, mızrak uçları, halkın görebileceği düz kayalar üzerinde Göktürk yazılarının bulunuşu halk içinde de hatırı sayılır bir okur yazar kitlesinin varlığına işaret etmektedir. Gerek coğrafyada gerek halk katmanlarında yaygınlığıyla doğrudan doğruya yazının kendisi bir uygarlık göstergesi durumundadır. Türk Kağanlığından sonra Türkler Uygur ve Arap yazılarını da çok geniş coğrafyalarda ve geniş halk kitlelerine ulaştığını gösterecek şekilde kullanılmıştır.

Dinden siyaset bilimine, falcılıktan tıbba, botanikten metalurjiye, coğrafyadan tarihe, dilden edebiyata kadar pek çok alanda binlerce eser verilmiş ve milyonlarca insan tarafından okunan bu eserler hem Türk uygarlığının bir göstergesi olmuş, hem de uygarlık unsurlarının yayılma ve aktarılmasını sağlayarak onun gelişmesinde doğrudan doğruya rol oynamıştır.

 

Prof.Dr. Ahmet B. Ercilasun

 

Yorumlar (0)