TÜRKMENLERİN ZORUNLU İSKANI  (YURTLANDIRMA, YERLEŞTİRME-SÜRGÜN)


TÜRKMENLERİN ZORUNLU İSKANI
(YURTLANDIRMA, YERLEŞTİRME-SÜRGÜN)


Kalktı göç eyledi Avşar elleri

Ağır ağır giden eller bizimdir

Arap atlar yakın eyler yırağı

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

----------------

Belimizde kılıcımız Kirmani

Taşı deler mızrağımız temreni

Hakkımızda devlet etmiş fermanı

Ferman padişahın dağlar bizimdir.

----------------
Dadaloğlu'm yarın kavga kurulur

Öter tüfek davlumbazlar vurulur

Nice koç yiğitler yere serilir

Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.

DADALOĞLU


***
Osmanlılar'ın; Avşarlar'ı, Ceritler'i, Tecirliler'i ve öteki Türkmen guruplarını "iskan etme" adı altında cezalandırmaları eskiden beri süregelmiştir. Bu Türkmenler'i sürgüne göndermek, onları yaylalarından, mallarından etmek yöneticilerin gözünde iskan etmek oluyor. Oysa bilim dünyasının öngördüğü iskan hesaplı, kitaplı ve belli bir plana dayanmalıdır. Avrupalılar'ın zorlamasıyla ve devletin sıkışmasıyla yapılan iskanlar hep haksızlıklar, olumsuzluklar yaratmıştır.

Eldeki belgelere göre 1690 yılında çıkan bir fermanla, Padişah ikinci Süleyman zamanında bu Türkmen oymaklarının Halep'in Rakka yöresine sürgün edildiklerini biliyoruz. Fakat çok belalı bir sürgün yeri olarak bilinen Rakka'da bunların fazla kalmayarak Çukurova'ya ve Toroslar'a geri döndüklerini görüyoruz.

Bundan sonraki yıllarda sürgün için yeni fermanlar çıkmış, Avşarlar ve öteki Türkmenler bu fermanları dinlemeyerek tekrar Çukurova'ya dönmüşlerdir. Yeniden sürgün, yeniden kaçış... Yaklaşık iki yüz yıllık bir iskan mücadelesi. Buna iskan adı altında cezalandırma da diyebiliriz.

Belirtildiği gibi, taşradan İstanbul'a şikayetler geldikçe sürgün işi de başlamış oluyordu. Yine yukarılarda belirtildiği gibi binlerce hayvan besleyen bu insanları belli bir program dahilinde ama onları ikna ederek, incitmeden iskan etmek o tarihlerde mümkündü. Avşarlar birkaç kez Kuzey Suriye, Rakka yöresine, sonra Yozgat-Bozok eyaletine, Zamantı kıyılarına sürgün edilmişlerdir.

Fakat Avşarlar'ın her seferinde iskan adı altındaki bu sürgünlere karşı çıktıklarını görüyoruz.  Çünkü yüz binlerce hayvan besleyen bu Türkmenler için iskan demek, geniş otlaklardan, bin bir güzellikteki yaylalardan yoksun kalmak demektir. Onların ekonomik çıkarlarının baltalanması demektir. İskandan sonra Avşarlar'ın gittikçe yoksullaşması bunu gösterir.

Kimi Avşar kocalarının anlattıklarına göre Avşarlar yedi kez sürgüne gönderilmiştir.
Bu kitapta anlatılan iskan 1865 yılında yapılan son iskandır.
Avşarlar, Ceritler, Tecirliler, Bozdoğanlar ve o tarihte sayıları 26'ya varan öteki göçerlerin Osmanlılar tarafından iskan edilme nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. O tarihlerde asker azlığı nedeniyle sıkışık durumda bulunan devletin asker gereksinimini karşılamak.
2. İskan ederek devlete vergi vermelerini sağlamak.
3. İmparatorluk içinde huzursuzluk yaratmalarını ve halkın tarım ürünlerine yapılan zarar ziyanı önlemek.
4. Avşarlar'ında içinde bulunduğu Kozanoğulları'nın saltanatına son vermek.
5. Kozanoğulları'nın Kırım Seferi'ne katılmadığını bahane ederek Güney Türkmenlerini cezalandırmak.

Sayılan bu nedenlerden dolayı devlet yöneticileri Güney Türkmenleri'ni itaat altına almayı kararlaştırıyor. Artık siyasal ortam da bu konuyu halletmeye elverişlidir. Çünkü Kırım Savaşı sona ermiş, Paris Barış Antlaşması imzalanmıştır.

Nihayet Padişah Abdülaziz zamanında (1861- 1876) bir ordu kuruldu. Ordunun kısa adı fırka-i islahiyye'dir. Bu ordunun komutanlığına Dadaloğlu'nun şiirlerinde adı geçen Müşir (mareşal) Derviş Paşa, kurmay başkanlığına da tarihçi ve bilim adamı Ahmet Cevdet Paşa getirildi. (Gerçek görevi hükümet komiserliğidir.)

Bu fırkanın (tümenin) gücü de şunlardan kuruludur:
Yedi Balkan taburu, bir tabur Girit askeri, iki Hassa süvari alayı (yani padişahın muhafız alayı), Çerkez, Kürt, Gürcü, Arnavut atlıları da olmak üzere toplam:
On beş piyade alayı, iki alay süvari, beş kıta şeşhaneli dağ topu...

Görünüşe göre, sanki devlet Viyana Kuşatması'na ya da Mohaç Savaşı'na gidiyor.
Osmanlı yöneticilerinin fırka-i islahiyye'ye çok önem verdikleri anlaşılıyor. Fırka tümen demek olduğuna göre bu tümende Derviş Paşa gibi bir mareşal, Ahmet Cevdet Paşa gibi bir tarih ve bilim adamından başka; seçkin komutanlar ve seçkin erler de vardı. Ünlü Ahmet Muhtar Paşa, Sivas'tan Kurt İsmail Paşa, Halep'ten beşinci ordunun ünlü paşalar bile bu orduda görev almışlardı.

Cevdet Paşa'nın deyimiyle:
"Mükemmel bir fırka idi". Ayrıca fırka dönemin en güçlü silahlarıyla donatılmıştı.
Nihayet Fırka-i islahiyye İstanbul'dan hareketle deniz yoluyla 28 Mayıs 1281 (1856) yılında İskenderun'a geldi. Çukurova Türkmenler'ine hitaben yazılmış bir fermanı da yanlarında getirdiler.

Okuması ve yazması olmayan insanlara dağıtılan bu fermanda ıslahatın önemi ve devletin gücü vurgulandıktan sonra özetle şöyle deniyordu:
"Bir elde merhamet ve aman fermanı ve diğerinde adalet kılıcıyla gelindi. Hemşehrilerimizden bir ferdin bir damla kanının dökülmesi istenilmez. Lakin serkeşlik ve kötülük edenin dahi terbiyesi kanunların hükmündendir."
Önce Gavur Dağları'nda ve Kürt Dağları'nda, Amik ve Dumdum Ovası'ndan ıslahata başlandı. Bu yörelerde yapılan ıslahat başarılı da oldu. Buralarda yeni kasabalar ve köyler kuruldu Örnek vermek gerekirse, Padişahın hassa alayının çadır kurduğu yere "Hassa ilçesi", ıslahatın adından dolayı da bugünkü "İslahiye ilçesiyle" kuruldu. Ayrıca Cevdet Paşa'nın adına "Cevdetiye", Derviş Paşa adına da "Dervişiye" köyleri kuruldu. Bu köyler Osmaniye iline bağlıdır.

İslahiye ilçesinin bulunduğu yerden Gavur Dağları (Amanos) aşılarak Bulanık ilçesi (Bahçe), Osmaniye ve Hemite bölgesi iskan edildi. O zamanlar Çukurova tarıma kapalıydı. Pek öyle yerleşim merkezleri ve kasabalar yoktu. Koca ova hemen hemen ıpıssızdı. Sadece kış aylarında buraları şenlenirdi.

Osmaniye'nin bugünkü Hemite köyünün bulunduğu yerden Kozan'a (Sis'e) giderken bölgenin durumunu Cevdet Paşa şöyle anlatıyor:
"Temmuz ve ağustos içinde her yerin otları kurumuş iken yol boyu henüz solmaya yüz tutmuş ipek gibi otları kaldırdığımızda, altından taze otlar ve zümrüt gibi çimenler görünüyordu. Aşiretlerin gezinti yeri olduğundan hiçbir tarafta ziraat yok idi. Kışın aşiretlerin kışladıkları yerlerde çadır yerleri ve ocak taşları görülüp andan başka bir emare yok idi. Adım başında uçan durraç (turaç) kuşları, ca-beca (yer yer) seğirtip geçen ceylan sürüleri..."

Yaşı doksanın üzerinde bulunan, görüştüğümüz Avşar kocası Alişir Işık çocukluğundaki Çukurova'yı şöyle anlatıyor:
"Bizler sekiz-on yaşlarında vardık. Kışın Çukurova'ya hayvan otlatmaya giderdik. Oralarda öyle otlar vardı ki içine tavşan kaçınca çıkamazdı .Tavşanlar atıla atıla, sıçraya sıçraya bu otlar içinde yorulur, nihayet otlara dolaşır kalırdı. Rüzgar esip havalar soğuk olunca biz bu otları duldalık yapar, kendimize siper edinirdik."

Fırka-i İslahiye ordusu Kozan'a (Sis'e) bu ot deryası içinde kolay kolay varamaz. Önce, otların temizlenip yol açılması için bir tabur asker görevlendirilir. Otlar temizlendikten sonra ancak Kozan'a varılabilir. Fırka-i İslahiyye kuvvetleri gelinceye kadar Kozan'a devlet kuvvetleri girememişti.
Ermeniler, başta piskopazları Katogigas olduğu halde Fırka-i İslahiyye'yi neşeyle karşıladı, manastırda şenlikler yapıldı. Kozanoğlu ve Avşarlar Fırka-i İslahiyye'yi karşılamaya gelmediler. Zaten halk yaylada olduğundan Kozan'da birkaç bekçiden başka kimse yoktu.
Hemen belirtelim ki, Kozan denince sadece Adana'nın bugünkü Kozan ilçesi sınırları anlaşılmamalıdır. O zamanlar burasının adı Sis'ti.

Sis denince:
Kuzeyde Sivas hududu, Güneyde Adana, Doğuda Maraş ve Batıda Kayseri- Niğde illeriyle çevrili bölge anlaşılmalıdır.
O zamanlar Çukurova'nın büyük bir bölümü Sis, Feke, Saimbeyli, Tufanbeyli, Sarız, Pınarbaşı hatta Uzunyayla'ya kadar olan bölge Avşarlar'ın konup göçtükleri yerlerdi. Dolayısıyla buralarda Kozanoğulları'nın da hükmü geçerdi.

Kaynakça
Kitap: AVŞARLAR VE DADALOĞLU
Yazar: Ahmet Z. Özdemir













Yorumlar (0)