25.02.2022, 10:17

Türkçe Osmanlı Döneminde Gerçekten Bir İmparatorluk Dili Midir?

Türk Dil Devrimi Üzerine: Türkçe Osmanlı Döneminde Gerçekten Bir İmparatorluk Dili Midir?

Dil Devrimi savunucularının önüne ısıtılıp ısıtılıp getirilen bir savı daha çürütelim: Türkçe de İngilizce gibi bir imparatorluk dilidir ve söz varlığında birçok yabancı sözcük bulundurması doğaldır.

Bu sav da altı doldurulmayan ve hiçbir zaman doldurulamayacak saçmalıklar zincirinin başka bir halkasıdır.

Öncelikle Türkçe bir “Ana Dil” iken İngilizce bir “Melez Dil”dir.

İngilizce, adanın yerlisi Keltçenin dilbilgisi ve söz varlığı üzerine, ilk olarak Angıl ve Sakson dillerinin; ardından Roma döneminde Latincenin; Viking baskını ve egemenliği sırasında Nordik dillerin; Norman egemenliği çağında Normanca ve Fransızcanın dilbilgisi özellikleriyle sözcük dağarcığının binerek katmanlaşıp kaynaşması sonucu ortaya çıkmıştır.

Bu niteliğinden dolayı İngilizcenin sözcük türetme yeteneği sınırlıdır. “Öz” diyebileceğimiz İngilizce kök ve ekler kısıtlıdır. İngilizce bir “Ana Dil” özelliği taşımadığından kendi öz varlığına dayanarak bir başına var olamaz.

İngilizceden Latin, Fransız, İskandinav etkilerini sıyıracak olursanız bırakın günümüz İngilizcesini, Orta İngilizceden bile geriye hiçbir şey kalmaz.

Bir İngiliz, Fransızca yardımıyla Orta İngilizceyi anlasa bile, çok ciddi akademik bir eğitim almadan Eski İngilizceyi anlayamaz. Örneğin, Eski İngilizce dönemine bağlanan Beowulf’un dilbilgisi ve söz varlığı günümüz İngilizcesinden o kadar başkadır ki, ancak çeviri yoluyla anlaşılabilir.

Bu yüzden İngiliz dili tarihçileri Eski İngilizceyi yalnızca teknik bakımdan İngilizcenin bir parçası olarak değerlendirirler.

İngilizce sözcük türetiminde kısaltmalar sıklıkla kullanılır. Örneğin “laser” adını “Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation” sözcüklerinin baş harflerinden alır. Yine Amerikan İngilizcesinde “sanık, zanlı” anlamına gelen “unsub” sözcüğü “Unknown Subject” sözcüklerinin kısaltmasıdır.

Örneğin Covid-19 salgınına yakalanmayanlar için “Covid” ile “Virgin” sözcüklerinin kısaltmasıyla türetilen “Covirgin” sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır.

Dilbilim açısından buna benzer türetimler, bir dilin sözcük türetimi bakımından yeterli kök ve eklerinin bulunmadığını gösterir. Dolayısıyla İngilizce yabancı dillerden ödünçlediği sözcükleri kendi ses yapısına uyarlamak dışında hiç değiştirmeden oldukları gibi kullanmak durumundadır.

Oysa Türkçe en erken dönemlerinde bile, oldukça varsıl ve yeterli bir kök ve ek varlığına iyedir. Türkçede özellikle 15. yüzyıl ortalarından başlayarak, yoğun Arapça ve Farsça sözcük kullanımı Türkçenin yetersizliğinden değil, Osmanlı dönemi ozan ve yazarların dil konusundaki bilinçsizliklerinden kaynaklanır.

Eski Türkçe (Hun-Köktürk-Uygur); Orta Türkçe (Karahanlı-Harezm-Eski Anadolu-Kıpçak-Osmanlı-Çağatay) ve Çağdaş Türkçe ve Türk Dilceleri arasında yalnızca sözcüklerin seslendirilişi ve sınırlı sayıdaki kimi eklerin işlevi bakımından özgelikler vardır.

Dahası sözbaşı “k_//g_”; “t_//d_” yumuşamalarının yaşanmadığı Türk dilceleriyle Eski Türkçe arasındaki ses uygunluğu daha belirgindir.

Biçimbilim açısından kökleri ve ekleri değerlendirdiğimizde en eli sıkı sayımla bile Çağdaş Türk dilceleri (lehçeleri) ile Eski Türkçe arasındaki ortaklık en az %90’dır.

Söz varlığı ele alındığında ise, Türkçe sözcüklerdeki anlam değişimleri, genele vurulduğunda oldukça sınırlı bir orandadır. Bugün de Türk dilceleri çok yüksek bir oranda en eski Türkçe sözcükleri kullanırlar.

Sözdizimi açısından Eski Türkçe ile Çağdaş Türk Dilceleri arasında en ufak bir ayrım yoktur. Türkçenin Özne-Tümleç//Nesne-Yüklem sıralaması çağlar boyu milim değişmemiştir.

Dolayısıyla dilbilimin hangi alt koluna başvurursanız başvurun Türkçe dilbilgisinde çok uç değişimler yaşanmadığını kolaylıkla görürsünüz.

Bu yüzden Hint-Avrupa dilleri tarihlerini ve gelişimlerini dönemlendirirken dilbilgisi yapıları ve söz dağarcıklarındaki değişimleri temel alırken, Türk dilceleri ses yapısındaki başkalaşmaları ve incelenen yazın dilinin kullanıldığı coğrafyayla siyasi oluşumları eksen alır.

Türkçenin dönemlerini ayırmada kullandığımız ana olgu ise, bütün bu nedenlerden dolayı dilin işlekliği başka bir deyişle anlatım gücünün gelişmesiyle ilintilidir diyebiliriz.

Türkçeye egemen olan genel gelişim sürecinin dışındaki tek yazın dili Osmanlıcadır diyebiliriz. Çağataycada bile genel Arapça-Farsça etkisine karşın Türkçe sözcük kullanımı Osmanlıcaya göre çok daha yüksektir. Bunun ana nedeni ise Çağataycanın bir yazın dili olarak Türkçenin doğduğu coğrafyada gelişmesidir. Bu yüzden Çağatayca, 19. yüzyıl sonlarına doğru Türk dilceleri kendi yazın dillerini oluşturuncaya dek Türkeli’nin bir başına ortak yazın dili olarak kalmıştır. Oysa Osmanlıca, Çağatayca gibi elgüne (halka) inememiş ve yalnızca saray seçkinleriyle bürokratların dili olarak kalmıştır.

Dahası Anadolu Türkçesinin tarihini incelediğimizde 15. yüzyıl ortalarında Türk yazın dili üç ana kola ayrıldığını görürüz:

1) Arapça-Farsça dilbilgisi ve söz varlığının tartışılmaz etkisindeki Osmanlı Dîvan yazını

2) Arapça-Farsça ögeler bulundurmakla birlikte dili elgün (halk) diline yakın Tasavvuf yazını 3) Duru Türkçenin egemenliğindeki Türk Elgün (Halk) yazını

Dolayısıyla Türkçenin kendisinden özlenerek kaynaklanan yapısıyla İngilizcenin yapısı arasında uçurumlar vardır. Osmanlıcanın genel Türkçenin dışına çıkan olağan dışılığı Türkçenin bir imparatorluk dili olmasıyla açıklanamaz.

Latince bir imparatorluk dilidir. Latince üzerinden Latinleşen uluslar vardır: İtalya’da Latinleşen Etrüskler; İspanya’da Latinleşen Germen soylu Vandallar; Fransa’da Latinleşen Germen soylu Franklar gibi gibi…

Yunanca bir imparatorluk dilidir. Anadolu’nun ve Trakya’nın birçok yerli elgünü (halkı) İskender çağından bile önce İyonya Birliği döneminden başlayarak Yunanca üzerinden Yunanlaşmıştır. Yunan olarak tanıdığımız büyük Yunan düşünür ve bilimcileri Anadoluludur.

İngilizce bir sömürge imparatorluğu dilidir. İskoçlar Kelt soylu olmalarına karşın bugün İngilizce konuşurlar. İngilizlerin egemenlik kurdukları coğrafyalarda İngilizce ortak anlaşma dilidir. Bugün bile örneğin Hindistan’da İngilizce çok önemli bir yere iyedir.

Fransızca bir sömürge imparatorluğu dilidir. Bugün bile Fransızca Afrika’daki birçok devletin doğrudan doğruya anadilidir. Fransızca girdiği bölgelerde yerel dilleri ya yok etmiş ya da Fransızlaştırmıştır.

İspanyolca bir sömürge imparatorluğu dilidir. Bütün bir Orta ve Güney Amerika’da, Portekizce konuşan Brezilya dışında İspanyolca anadildir.

Rusça bir imparatorluk dilidir. Rusça üzerinden soyca Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Fin-Ugor olmasına karşın Ruslaşanlar vardır. Bugün bile bir soydan gelen ve aynı dili konuşan Türk toplulukları kendi aralarında Rusça anlaşırlar.

Ancak Türkçe hiçbir zaman Osmanlı İmparatorluğunun ortak dili olmamıştır. İmparatorluk sınırları içinde yaşayan Arap, Yahudi, Fars, Bulgar, Ermeni, Sırp, Makedon, Yunan, Çerkez, Laz, Gürcü, Boşnak, Romen, Arnavut birbirleriyle anlaşabilmek için hiçbir zaman Türkçe kullanmamış ve anadillerini olduğu gibi korumuşlardır.

Dillerini korudukları içindir ki, 1789 Fransız Devrimiyle birlikte yayılan uluslaşma akımıyla çok kısa sürede ulusal kimliklerine kavuşmuşlardır. Oysa Türkçe, imparatorlukta yaşayan ulusların anadili olacak ölçüde yerleşmiş olsaydı uluslaşma akımı Türkçeye toslar ve hiçbir biçimde dil üzerinden Türkleşmiş bu ulusları topraklarıyla birlikte imparatorluktan koparamazdı.

Türkçe bilen Ermeni, Rum, Yahudi yalnızca Türklerle bir arada yaşadıkları bölgelerde Türkçe öğrenmişlerdir. Ayrıca Osmanlıca da değil, duru elgün (halk) Türkçesini kullanmışlardır. Eğitimli olanları dışında Osmanlıca bilenleri de yoktur.

Türkçe ne yazık ki, hiçbir zaman Rusça örneğinde olduğu gibi aynı soydan gelen insanların bile ortak anlaşma dili olmamış, küçük toplulukları dil üzerinden Türkleştirmemiştir.

Ben özellikle Sovyet çağında yetişmiş Kırgızların kendi aralarında bile Kırgızca yerine Rusça konuştuklarına, dahası olgunluk yaşları diyebileceğimiz yaşlarda Kırgızca öğrenen Kırgızlara Bişkek’te yaşadığım dönemde çokça tanık olmuşumdur.

Dolayısıyla Türkçenin bir imparatorluk dili olduğu da, imparatorluk dili olduğu için Arapça ve Farsçaya boğulduğu da size söylenen koskoca bir yalandır. Göz boyamadır. Kandırmacadır.

Ayrıca bir gerçekten daha söz etmek gerekir.

İmparatorluk döneminde Yunanlar Yunan, Ermeniler Ermeni, Bulgarlar Kiril, Romenler Latin, Sırplar Latin ve Kiril, Boşnaklar Arap ve Latin, Süryaniler Süryani, Yahudiler İbrani, Makedonlar Kiril yazısını kullanmışlardır.

Arap yazısı yalnızca Türkler, doğal olarak Araplar ve Kürtlerce kullanılmıştır. Boşnaklar arasında bile Arap yazısının kullanımı sınırlı kalmıştır.

İmparatorlukta dilde birlik olmadığı gibi yazıda da birlik yoktur.

Türkçe, yazılı belgeler üzerinden anlaşma söz konusu olduğunda da ortak dil değildir.

Osmanlıca içerdiği yoğun Arapça ve Farsça söz varlığına karşın, ne Araplar ne de Farslar için anlaşılabilir durumdadır.

Bir Türk Osmanlıca anlamak istiyorsa Arapça ve Farsça; bir Arap Türkçe ve Farsça; bir Fars ise Arapça ve Türkçe bilmelidir. Türkçe köken olarak bir Altay dili; Arapça bir Sami dili ve Farsça ise bir Hint-Avrupa dilidir.

Dilbilimde birincil söz varlığı olarak nitelediğimiz adıllar, akrabalık adları, sayılar, dış vücut organ adları, başat eylem kökleri, ekler, ekin (kültür) ortamına bağlı en başat adlandırmalar arasında bir en ufak bir ortaklık yoktur.

Sayı adlarına bakalım:

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, yüz, bin

Yek, dü, se, çehar, penç, şeş, heft, heşt, neh , deh, sad, hezar

Vahid, isnan, selase, erbea, hamse, sitte, seba, semaniye, tisa, aşere, miat, elf

Akrabalık adlarını ele alalım:

Anne, baba, erkek kardeş, kız kardeş, teyze, dayı, hala, amca, oğul, kız…

Mader, peder, birader, haher, emmi, daye, hali, emu, piser, duhter…

Umm, eb, eh, uht, ammetun, ammi, ammetun, ammu, ibn, ibne…

Adıllara bakalım:

Ben, Sen, O, Biz, Siz, Onlar

Men, To, Vey/U, Mâ, Şomâ, Anha

Ene, Ent, Huve/Hiye, Nehnu, Entum, Humm

Gelişigüzel sözcükler seçelim:

Güneş, ay, balık, deniz, göl, ırmak, gece, gündüz, at, ağaç, çiçek, böcek, yılan, dağ, çöl…

Aftab, mah, mahi, derya, deryaçe, rud, şeb, ruz, esb, deraht, gol, haşere, mar, kuh, beyaban…

Şems, kamer, semeketu, bahr, bahire, nehr, leyl, nehar, hil, şecere, zehre, haşere, saben, cebel, sahra

Dış vücut organ adlarına da bakalım:

Baş, el, parmak, yüz, göz, burun, alın, yanak, diş, dudak, saç, kaş, kirpik, bacak, ayak, gövde

Ser, dest, engeşt, suret, çeşm, bini, pişani, gune, leb, dendan, mu, ebr, muje, pa, pişpa, tene

Res, kef, esba, vech, ayn, enf, cebhe, vecne, senn, şefe, şar, hacibu ayn; remş, tarfu sefla, kadem, cezu

Görüldüğü gibi Türkçe, Farsça ve Arapça arasında en ufak bir benzerlik ya da ortaklık yoktur. Hangi sözcük kümesini ele alırsanız alın varacağınız tek sonuç düş kırıklığı olacaktır.

Türkçe, Arapça ve Farsça konuşurlarının, anadillerinin birbirlerinden ödünçledikleri sözcüklerle anlaşabileceklerini düşünmek yalnızca ve yalnızca bilgisizlerin öne süreceği türden bir sayıklama saçmalıktır.

Kaldı ki, Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça sözcüklerin büyük bir bölümü Osmanlı yazar ve ozanlarınca türetilen, Araplarla Farsların varlığını bile bilmedikleri türdendir. Dahası ortak sanılan, varsayalım Arapça, sözcüklerin Arapçadaki birincil ve yan anlamları ile Türkçede ve Farsçada kazandığı anlam birbirinden çok başkadır.

Daha önce Türk Farsçası olarak anılan bir Farsçanın varlığından söz etmiştim. Türklerle özdeşleştirilen bu Farsçada kullanılan Farsça sözcüklerin anlamı bile Farsçadakinden başkadır.

Sözgelimi “bayrak” anlamına gelen Farsça “perçem” sözcüğü, Türkçede “yele” ve “kâkül” anlamında kullanılır. Yine “yalnız” demek olan Farsça “tenha”, Türkçede “ıssız” demektir. Buna benzer nice örnek vardır.

Arapçadan örnekleyelim.

Türkçe “ulus” kavramının Arapça karşılığı “ümmet”tir. Millet sözcüğü Türklerce Arapça kökten, Arapçanın kurallarına göre türetilmiş Osmanlıca bir sözcüktür. Ulusal sözcüğünün karşılığı ise Arapçada “vatanî”dir. “Millî” ya da “milliyet” Arapçada kullanılmaz.

Örnekler saymakla bitmez.

Hangi sözcüğe başvurursanız başvurun söz varlığı üzerinden Türkler, Araplar ve Farslar arasında bir ortaklaşmadan, duygudaşlaşmadan ya da düşündaşlaşmadan söz edemezsiniz.

Haydi diyelim ki, söz varlığını ortaklaştırdınız zaman çekimlerinde ve tümce kuruluşunda hangi dilin dilbilgisini kullanacaksınız?

İşte bütün bu nedenlerden dolayı Osmanlıca denen sayıklama Türkler, Araplar ve Farslar arasında ortak anlaşma diline dönüşmediği gibi, Türklerin gündelik dili bile olmamış, olamamıştır.

Başa dönersek, Osmanlıca ne Türkün dili olabilmiştir ne de imparatorluk sınırları içinde yaşayan başka başka ulusların ortak anlaşma diline dönüşebilmiştir. Bu yüzden de bugün unutulup gitmiştir.

Bir kez daha belirtmek isterim ki, Osmanlıca yalnızca içinde Türkçeden birtakım öğeler bulundurduğu ve Osmanlıca Dîvan yazını birikimini ağırlıklı olarak Türkler oluşturduğu için yalnızca “teknik” bakımdan Türkçe içinde değerlendirilip incelenebilir. Ancak uygulamada görülecektir ki, Osmanlıca ile Türkçe birbirinden özge bambaşka iki dildir.

Türkçe bir ana dil iken Osmanlıca kaynak dillerinden biri Türkçe olan doğal kaynaşma yoluyla bile oluşmamış yapay bir melez dildir.

Osmanlıca ve Türk Yazı ve Dil Devrimi üzerine kesinleştirdiğim yargılarımı sizinle yazı diziminin Sonuç bölümünde paylaşacağım.

Yorumlar (1)
Tan Uyar 4 ay önce
Yaşam ve var olmanın dil ile kalıcılığının önemini belirten önemli bir yazı.Tek yapılacak şey sizi kutlamak.