13 Mayıs Türk Dil Bayramı, Karamanoğlu Mehmet Bey kimdir?

13 Mayıs Türk Dil Bayramı, Karamanoğlu Mehmet Bey kimdir? Türkçe ile ilgili çalışmaları nelerdir, Karamanoğlu Mehmet Bey'in Türkçeyi resmi dil ilan etmesi, Karamanoğlu Mehmet Bey Türkçe ile ilgili sözü, Karamanoğlu Mehmet Bey nasıl oldu, Karamanoğlu Mehmet Bey eserleri, Karamanoğlu Mehmet Bey Fermanı Şiiri, Karamanoğlu Mehmet Türk dili için neler yapmıştır?

Türkçe 12.05.2020, 00:00 16.05.2020, 04:29
13 Mayıs Türk Dil Bayramı, Karamanoğlu Mehmet Bey kimdir?

13 Mayıs Türk Dil Bayramı, Karamanoğlu Mehmet Bey kimdir?

Türk tarihinde önemli bir yeri olan Karamanoğlu Mehmet Bey kimdir?

13 Mayıs 1277'de yayımladığı bir fermanla, unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkçenin kaderini değiştiren Karamanoğulları Beyliği hükümdarı Mehmet Bey, "Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya." fermanıyla Türk tarihine damgasını vurmuş bir önderimizdir. Atatürk ile birlikte, Türkçenin Diriliş Hareketi Derneğinin manevi kurucusudur.

İşte, Karamanoğlu Mehmet Bey hakkında tüm ayrıntılar...

KARAMANOĞLU MEHMET BEY'İN HAYATI

Tam doğum tarihi bilinmeyen Karamanoğlu Mehmet Bey, babası Kerimüttin Karaman Bey’in öldürülmesinden sonra 8 yıl kardeşleriyle birlikte gözden uzak yaşamış, 21 yaşında beyliği toparlayarak beyliğin başına geçmiştir. Kerimüttin Karaman Bey’in büyük oğludur. 1261-1277 yılları arasında beyliği idare etmiştir.

Karamanoğlu Mehmet Bey kendini çok iyi yetiştirmiştir. Niğde Emiri Hatiroğlu Şerafettin, Memluk sultanına güvenerek Moğollara karşı isyan ettiği sırada Karamanoğlu Mehmet Bey de onun tarafını tutmuştur. Bundan dolayı Şerafettin Bey Ermenek tarafı askeri kumandanlığını Karamanoğlu Mehmet Bey’e vermiştir. Bundan sonra Mehmet Bey her yıl Selçuk hazinesine göndermekte olduğu vergiyi kesmiştir. Ermenek kumandanlığının eski sahibi Bedrettin İbrahim, Karamanoğlu Mehmet Bey üzerine bir kuvvet göndermiştir. Bunun üzerine sarp yerlere çekilmiş olan Mehmet Bey, Göksu Derbendinde ani bir taarruzla Bedrettin kuvvetlerini bozguna uğratmıştır.

1276 yılında gerçekleşen bu olay Karamanoğullarının şöhretinin artmasına sebep olmuştur. Karamanoğlu Mehmet Bey kazandığı başarıları Memluk Sultanı Baybars’a bildirmiştir. Sultan Baybars’ın Elbistan sahrasında 15 Nisan 1277’de Moğol kuvvetlerini yenmesi Karamanoğlu Mehmet Bey’i cesaretlendirmiştir.

Mehmet Bey, Memluk sultanının Moğol ve Selçuklu kuvvetlerini yendiğini haber alınca Aksaray’a hücum etmiş ancak başarılı olamamıştır. Onun zamanında Niğde, Aksaray, Kayseri, Sivas, Ankara, Konya, Akşehir, Afyon ve Kütahya Karamanoğlu hâkimiyetine katılmıştır. Konya’yı zapt ederek, babası Karaman Bey’in intikamını almıştır. Mehmet Bey Konya’yı aldıktan sonra Selçuklu tahtına, Sultan II. İzettin Keykavus’un oğlu Gıyasettin Siyavuş’u (Cimri) 12 Mayıs 1277’de çıkartmıştır.

Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konya’da kalması Moğol baskısından dolayı uzun süreli olmamıştır. Kendisi ancak Konya’da 37 gün kalmıştır. Moğol baskısından dolayı Mut taraflarına gitmiştir. Konya önlerine gelen Sahip Ata ise Mehmet Bey’i takip etmeye başlamıştır. Mehmet Bey hükümdar ilan ettiği Siyavuş’u savaşa sokmayarak onu içerlerde müstahkem bir yere gönderdikten sonra kendisi iki kardeşi, amcaoğulları ve bir kısım kuvvetle Moğollara saldırmıştır. Moğollar Mehmet Bey ile kardeşlerini ve amcaoğullarını öldürmüşlerdir. Bu olay 1277 tarihinde gerçekleşmiştir.

Karamanoğlu Mehmet Bey, 1277 yılında Karadağ yakınlarındaki Kızıldağ’da Selçuklu sultanı ile birleşen Tatar Hasan Giray Han ve ordularıyla girdikleri savaşta kardeşleri Halil ve Kasım Beylerle birlikte şehit olmuştur. Bazı kaynaklarda yanındaki şehit olan kardeşleri Tanu ve Zekeriya olarak nakledilmiştir. Mezarı Karaman’ın Ermenek ilçesine bağlı Balkusan Köyü’nde bulunmaktadır.         

Karamanoğlu Mehmet Bey'in Türkçeyi resmi dil ilan etmesi

TÜRKÇENİN KADERİNİ DEĞİŞTİRDİ

Geçmişi binlerce yıl önceye dayanan, dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan tarafından konuşulan Türkçe, 13. yüzyılda halk arasında konuşulmasına karşın devlet yazışmalarında kullanılmamaya başlandı. Unutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkçenin kaderi, Konya çevresinde kurulan Karamanoğulları Beyliği hükümdarı Mehmet Bey'in 13 Mayıs 1277'de yayımladığı bir fermanla değişti. Türkçe, Mehmet Bey'in "Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya." fermanıyla resmi dil oldu ve itibar kazandı.

Karamanoğlu Mehmet Türk dili için neler yapmıştır?

Türk kültürünün korunması, gelecek nesillere aktarılması ve millet bilincinin sağlanmasında en temel miras olan Türkçenin öneminin vurgulandığı bu fermanla, Türkçe ilk defa resmi dil kabul edildi. Bu adımla yeniden hayat bulan Türkçe, devlet dilinde ağırlığı bulunan Arapça ve Farsça'ya karşı önemli bir ağırlık kazanmış oldu.

Türk kültürünün yaşatılması noktasında en önemli tarihi olaylar arasında sayılan Türkçenin resmi dil olarak kabulü, her yıl 13 Mayıs'ta "Türk Dil Bayramı" ismiyle kutlanıyor. Karaman, Ermenek ve Balkusan köyünde düzenlenen Türk Dil Bayramı ve Karamanoğlu Mehmet Bey'i anma etkinlikleriyle Türkçenin korunmasının önemine dikkat çekiliyor.

2007'de Karaman'da adını taşıyan üniversite açılan Karamanoğlu Mehmet Bey'in hayatı ve Türkçe için yaptığı büyük katkı günümüzde, okullarda öğrencilere anlatılmaya ve gelecek nesillere öğretilmeye devam ediyor.

Karamanoğlu Mehmet Bey'in Sözleri ve Düşünceleri

Dil” Yitirilirse; “İl” de Yitirilir… Dile ihanet, Ulusa da ihanettir…

Tarih, 1277…

Karamanoğlu Beyliği’ndeyiz…

Karamanoğlu Mehmet Bey, ünlü fermanını vermiş:

-“Bundan böyle dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmaya”…

Hay maşallah!

Evet, böyle söylemiş ünlü Türk Beyi…

O günlerde artık Selçuklu Devleti yıkılmaya yüz tutmuştu.

Anadolu’da çok sayıda beylikler ortaya çıkmaktaydı.

Anadolu Selçuklu Devleti’nde bilim dili Arapça, sanat dili Farsçaydı.

Örneğin Asaf Bey, Asafname’yi Arapça yazmıştı…

Gönüller sultanı Mevlana da ünlü rubailerini Farsça yazıyordu……

Bir derviş olan Yunus Emre ise şiirlerini arı duru Türkçe okuyordu…

Ya elim al kaldır beni

Ya vaslına erdir beni

Çok ağlattın, güldür beni

Gel gör beni aşk n’eyledi?

***

Ben yürürüm ilden ile

Şeyh sorarım dilden dile

Gurbette hâlim kim bile?

Gel gör beni aşk n’eyledi?

Kentleri Farsça ve Arapça tutmuştu…

Ancak Anadolu’da kırsalda yaşayan Türk, ne Arapçadan anlıyordu, ne Farsçadan…

O Türkülerini Türkçe söylüyor, halk öykülerini Türkçe anlatıyor, ağıtlarını Türkçe yakıyordu…

Arapça bilim yapan ilim ehli, Sultan’a sunuyordu yapıtını, kese kese altın umarak…

Şairler de feodal beylere ve seçkin aristokrat zümreye…

Halk ozanları ve dervişleri de kırsalda, obalar arasında, köylerde; düğünlerde, toylarda okuyorlardı…


Ne paranın, ne pulun peşindeydiler… Yarı aç yarı tok, halkın vicdanı, dili olmuşlardı.

Seçkinlerin bulunduğu saraylardan ve konaklardan Türkçe kovulmuştu…

Ama Türkçe, dipdiri halkın yüreğinde, onun gönlündeydi…

Anadolu’da yaşayan azınlıklar ise kendi dillerini konuşuyorlardı:

Ermenice, Rumca ve daha niceleri…

Anadolu Selçuklu Devleti’nin çökmeye yüz tuttuğu ve Moğol akınlarına karşı koyamadığı, Anadolu’da büyük iç kargaşaların ve taht kavgalarının ortaya çıktığı bir dönem yaşanıyordu.


Memluk Sultanı Baybars ile Moğolların karşı karşıya geldiği bu ortamda, Karamanoğlu Mehmet Bey bir aykırı ve “asi” ilan edilmişti bu dönemde… Ancak onun bu sözleri, karanlığın ortasına atılmış gür bir ışık topuydu…

Görmüştü ki, Türkçe kendi evinde tutsaktır…

Anadolu’yu kendine yurt yapma uğraşısı içindeki Türk, bu kez kendi içinden kendini saran bu kültür emperyalizmine karşı, iç dürtüleriyle karşı durmuş ve var gücüyle haykırmıştı:


– “Artık Yeter!”

Türk, kendi ilinde, kendi töresini bile yaşayamaz duruma gelmişti. Onu yıkılmanın eşiğine düşmanın kılıcı değil; işte bu aymazlık getirmişti…

Dil olmadan töre, töre olmadan dil mi olurdu?

O’nun bu fermanıyla birlikte, Anadolu’yu saran koyu karanlık, bir anda aydınlanmaya başlamış; adım adım yurt yüzeyini sarmıştı…

Bu çok eski Türk atalarının, ozanlarının; Dedem Korkutların ve Yunus Emrelerin utkusuydu aslında…

Türkçe koyu bir çamur yığının içinden başını çıkarmış; binlerce yıllık gelenek, bir anda uç vermişti…

Dönemin ünlü Fars tarihçilerinden İbn-i Bibi, o döneme ilişkin notlarını tutarken, Karamanoğlu Mehmet Bey’in bu çıkışını özenle kaleme almış ve bu büyük uyanışı tarih babanın defterine kaydetmişti…

Oysa Türkçe, çok eski devirlerde Türk Ulusu’nun kültür beşiğiydi…

Türk hakanları Türkçeye özel bir önem vermişlerdi. Orhun ve Göktürk anıtları; binlerce yıllık Türkçe sözcükleri tarihin bağrına kazımıştı…

Türkçe, Türk’ü kucağına almış; onun kulağına Oğuznamelerden; Dede Korkutlardan; Kutadgu Bilig (Bilginin Kutsallığı) adlı yapıtlardan nice Türkçe sözcükleri, örfü ve Türklüğe ait değerleri esintiler halinde fısıldayıp duruyordu.

Türkçe Türkün kimliğiydi…

Türkçe yaşarsa; Türk yaşardı.

Bu bağ, binlerce yıllık süreç içinde, dün ve bugün; bütün Türk Milleti’ni bağlayan en yüce değerdi.

Dili; Türk'ün tarihi ve o tarihin şekillendiği coğrafya tamamlıyordu.

Ya sonra ne oldu?

Karamanoğlu Mehmet Bey’in açtığı bu ışıklı yol; Osmanlı Devleti kurulunca da sürdürüldü…

İlk Osmanlı sultanları; törenin bir parçası olarak Türkçe konuşuyor ve Türkçe fermanlar yazıyorlardı…


Örneğin Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde, bu muştuyu Türkçe “fetihnameler”i Uygur ve Göktürk alfabeleri ile yazdırarak duyurmuştu…

Halkla yönetenler arasında bir kopukluk yoktu…

Derken 15. Yüzyılın sonlarında bu durum değişmeye başladı.

Türkçe yeniden Farsça ve Arapça sözcüklerin istilasına uğradı.

Ve bu zamanla öyle bir noktaya geldi ki; sarayda ve yönetici elit zümre arasında konuşulan dil kendi içinde kalarak halka inemedi. Çünkü dilin içinde artık, Türkçeden çok Arapça ve Farsça sözcükler yer alıyordu.


Türkçe yeniden öz yurdunda öksüz kalmıştı.

Anadolu’da Türk, yine Türkçe konuşuyordu; ancak başında kendine hükmedenlerin dilinden hiçbir şey anladığı yoktu.

Yönetenler; Türkçe konuşan Türk’ü “avamdan” görerek küçümsemeye; onu kaba bir taşralı gibi görmeye başladı. Türk ise; Anadolu bozkırlarında, kendi geleneğini ve dilini yaşayışının ve töresinin bir parçası olarak korumayı sürdürdü…

Böylece halkın içinden Karacaoğlanlar, Pir Sultan Abdallar, Köroğlular ortaya çıktı…

Onlar, Anadolu’da küçümsenen Türklerin yürekli ozanlarıydı…

Şöyle diyordu Karacaoğlan:

Ala gözlüm benim ile gidersen,

Bahar ayları gelsin de gidelim.

Dağlar almış ılgımını, karını,

Yollar çamur, kurusun da gidelim.

***

Erisin dağların karı erisin,

İniş seli düz ovayı bürüsün.

Türkmen ili yaylasına yürüsün,

Ak kuzular melesin de gidelim.

Saraydan ise Nef’iler çıkıyordu:

Bir dolu nûş et, şarab-ı nab gelsün çeşmine

Mest olursan nâza başla hab gelsün çeşmine,

Gamzene pür-tâb iken takat getirmez âftâb

Bade aklı var ise bitâb gelsün çeşmine.

İş burada kaldı mı?

Hayır…

Zaman içinde halkın konuştuğu Türkçe yalın biçimini korurken; sarayın konuştuğu Türkçe, bütünüyle Arapça ve Farsça sözcüklerin istilasına uğradı…


Sarayla halk arasındaki kopukluğun dilden kaynaklandığını İkinci Meşrutiyet öncesinde Türk aydını açık olarak gördü…

Onların ön ayak olmasıyla dilde sadeleşme çabaları başladı.

1901 yılında Şemsettin Sami’nin yazmış olduğu Kamus-i Türki adlı Türkçe sözlük önemli bir adımdı.

Sonra edebiyatta “Yeni Lisan” akımı başladı…

Ömer Seyfettin gibi, o dönemin ölçülerine göre son derece yalın dille Türkçe öyküler ve şiirler yazan aydınlar ortaya çıktı…

Ünlü kültür bilimcisi Ziya Gökalp’in görüşleri ve araştırmaları sürece büyük bir ivme kazandırdı.

Bunu, ulusal kurtuluş savaşının sonunda Atatürk’ün öncülük ettiği Büyük Türk Aydınlanması izledi…

Halk yöneteni, yöneten de halkı anlamıyorsa; bunun aydınlanmanın önündeki en büyük sorun olduğunu düşünen Gazi Mustafa Kemal Atatürk; şu ünlü sözünü söyledi:

-“Yurdunu emperyalist saldırılardan korumasını bilen Türk Ulusu; dilini de bu sömürgeciliğin elinden kurtaracaktır!”

Atatürk’ün bu sözü; ta 1277 tarihinde Karamanoğlu Mehmet Bey’in ünlü fermanıyla birleşmiş; büyük Türk Milleti’nin ruh dünyasıyla bütünleşilmişti…

Evet:

Dil yitirilirse il de yitirilirdi…

Dile ihanet, ulusa ihanetti…

Artık yeni algı buydu.

Ve 1931 yılında Türk Dil Kurumu kuruldu…

Başta Halkevleri ve öğretmenler başta olmak üzere, Anadolu’nun geneline dağılmış olan Türkçe sözcükler tek tek toparlanarak önce Derleme, ardından da Tarama sözlüklerinde yayınlandı…

Öğretmenler arı gibi çalışıyor; halkın arasında gezerek, türküleri, ağıtları, öyküleri derliyorlardı. Sonra da bunları Halkevlerine ve Türk Dil Kurumuna iletiyorlardı.


Böylece Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan ilk Türkçe Sözlük ortaya çıktı…

Geldik bugüne

Bugün neredeyiz?

“Türkçe bilim dili olur mu?” tartışmaları bile yaşadık, yaşıyoruz...

Olur, aslan gibi olur.

Oldu, daha da iyi olacak...

TDH Derneği olarak yılmadan savaşıyoruz ve savaşacağız. Hem batı dillerine hem doğu dillerine karşı dilimizi koruyacak ve yücelteceğiz...

Kimliğimizi unutmuyacak ve unutturmayacağız.

Biliyoruz ki;

"Dili elinden alınmış bir ulus, usu (aklı) elinden alınmış bir ulustur!"

Suat Özer 

TDH DERNEĞİ 

Gn. Bşk. Yrd.


DİPÇE:

Karaman'da yaşayan değerli üyelerimiz, sizlerden destek istiyoruz.

Karamanoğlu Mehmet Bey anıtındaki fermanda birçok yazım yanlışı var. Bunu kesinlikle düzelttirmemiz gerekir.

Karaman Valisi Fahri Meral, Belediye Başkanı Savaş Kalaycı, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Akgül ve diğer yöneticilere durumu ileterek bu sorunu çözebilir miyiz? 

Anıtın bu durumu Karamanoğlu Mehmet Bey'e hiç yakışmıyor.  

Saygılarımızla.
TDH DERNEĞİ 

Dipçe: 
Anıt düzeltilirse TDH derneği yöneticileri olarak açılışa topluca katılacağız. Söz.

Yorumlar (1)
Rahim GÜR 4 yıl önce
Kutlarım. Gerçi Türk Dil Devrimi günü de kutluyoruz ama bazen karışıyor, birini unutuyoruz. Birlik sağlanamaz mı?