DİLİMİZ KÜLTÜRÜMÜZ KİMLİĞİMİZ - Önder Saatçi
DİLİMİZ KÜLTÜRÜMÜZ KİMLİĞİMİZ - Önder Saatçi
DİLİMİZ KÜLTÜRÜMÜZ KİMLİĞİMİZ - Önder Saatçi
Bilmem farkında mısınız , çocuklarımız , artık büyüklerine ağabey , abla dememeye başladılar . Öyle ya , yıllarca bu ülkede insanlara dublajlı Amerika filmleri ve dizileri izletildi . Çocuklar babalarına bile isimleriyle hitap ediyorlardı o filmlerde . Gel zaman git zaman bu çirkinliğe yerli diziler de katıldı ve artık orada da ağabey , abla kelimeleri dışlandı . Bir başka deyişle , bizim olan dışlanıp yerine yabancısı geldi . Zaten biz eskiden beri hayran değil mi idik yabancı malına ! Ha bir eksik , ha bir fazla …
Şimdi bir düşünelim : Kendinden büyüğe saygıyla ağabey , abla demesini öğrenmemiş bir nesil , kendi akranlarından olan amca oğluna , dayı kızına ne diyecek ; Amerikalı onu da vermiş : Kuzen . Nedir öyle uzun uzun tamlamalarla konuşmak . Hem zaten biz eskiden beri tembelliğe alıştırılmadık mı ! …
İsimlerimiz de artık dedelerimizin , ninelerimizin isimleri değil . Acaba Yaprak , Damla , Yağmur , Bulut , Güneş , Su , Tan … gibi maddi kavramları karşılayan isimlerin , yeni doğan çocuklara konması , isim verme geleneğimizin iyice unutulduğunun bir göster -gesi midir ? Nerede o güzelim Mukaddes’ler , Nuran’lar, Nimet’ler , Hayri’ler , Şakir’ler… Peki , siz bilir misiniz eskiler neden çocuklarına Bekir Sıtkı , Ömer Faruk , Osman Nuri , Ali İhsan , Ali Haydar , Hatice Kübra gibi isimler vermişlerdi ? Bu isimlerin hepsi de Peygamber efendimizin sahabelerinin isim ve unvanlarının Türkçeleştirilmesi idi . Bilindiği gibi Hz. Hatice iki cihan güneşi efendimizin ilk ve en büyük eşi olmasıyla , Hz. Ebubekir Peygambere olan sadakatiyle , Hz Ömer adaletiyle , Hz. Osman peygamberimizin iki kızıyla evlenmesi yani nurlanmasıyla , Hz. Ali ise cömertliği ve yiğitliği ile öne çıkmış -lardırır . İşte bu isimler de İslâmla şereflenen bir milletin bugünkü nesillere aziz hâtırasıdır …
Bir de ata mirası yer adlarımız vardı ki biz onları bile unuttuk .
Daha düne kadar İstanbul’un öte yakasına ve Balkanlarda şehit kanlarıyla sulanmış bütün Osmanlı topraklarına Rumeli ( Rumelikavağı , Rumelihisarı ) derken , şimdilerde yeni nesilden bazı gençlere , İstanbul’un hangi yakasında oturuyorsun ? , diye sorduğunuzda , aldığınız cevap “ Avrupa yakasında . “ oluyor . Öyle ya , kırk yıldır Avrupa Birliği aşkıyla yanıp tutuşan bir milletin çocuklarından da bu beklenir ! … Peki , siz bilir misiniz , Bütün Avrupa dillerinde bizim “ Türk İstanbul ” umuz Türkçemizdeki gibi İstanbul biçiminde telaffuz edilirken , yalnızca Yunancada Konstantinapolis biçiminde söylenir ki bu da onların İstanbul’a hangi gözle baktıklarının bir işaretidir . Oysa bizim çocuklarımız , artık Kerkük’ü , Sivastopol’ü , Akmescit’i , Bahçesaray’ı , Üsküp’ü yani atalarının “ çil çil kubbeler serptiği “ yurtları hep unuttu . Semerkand’ı , Buhara’yı , Gence’yi ise hiç bilmiyorlar …
Hem biz artık , eskisi gibi kibarca da konuşmuyoruz . Eski İstanbul beyefendileri ve hanımefendileri , büyük küçük herkese , siz diye hitap ederlerken , bizim neslimiz , küfür ve argoyu ana dili haline getirmiş durumda .Oysa bilinmelidir ki Türkçede “ ben “ kendini beğenmişliği , “ sen” küçümsemeyi çağrıştırırken “ biz “ tevazu ( alçak gönüllülük) u , “siz” ise saygıyı ifade eder . Ama yeni nesillerimiz , dilimizin bu inceliklerini her halde televizyondaki kavga döğüş ve sataşmadan ibaret olan kadın programlarından , yarışma programlarından öğrenecek değiller .
Peki , bizim kibar insanlarımız yalnız İstanbullular mıydı ? Hayır , Benim atala –
rım hep kibardı . Çünkü onlar , şimdiki gibi kendilerine bir bardak çay veya bir tabak yemek ikram edildiğinde “ Çay için teşekkürler .” , “ Yemek için teşekkürler . “ deme kabalığını göstermezlerdi . Zira onlar nimeti verenin yalnız Allah olduğunu bilir ve onu anmak , ona şükretmek için yeme içmeyi bile vesile kılarlar , kendilerini evde ağırlayanlara “ Allah sofranıza bereket versin . “ bir şeyi satın alıp ikram edenlere de “ Allah kesenize bereket
versin . “ derlerdi .
Peki ya , eşimiz dostumuz akrabalarımızla olan ilişkilerimiz … Onlarda eski tadı bulan var mı ? Bayram ziyaretlerinin yerine tatil yapmayı tercih eden , yaşlılarını huzurevi köşelerine bırakan , miras taksiminde kardeşiyle kanlı bıçaklı olanların akrabalıkları da artık sahte değil mi ! Halbuki biz , dilinde en çok akrabalık ve hısımlık adını barındıran bir milletin torunları değil miydik : Dayı , amca , teyze , hala ,… gibi akrabalık adlarından başka hısımlarımızı da yenge , enişte , bacanak , elti ,… gibi , yalnızca Türkçede görülen böylesine güzel kelimelerle adlandırmış , asırlarca bunlarla birbirimize hitap etmiş ; ruhumuza , benliğimize nakşettiğimiz bu kelimelerle saygıyı , sevgiyi , dayanışmayı hayatın içine katmışız . Oysa şimdi …
* * *
Atasözlerimiz de artık yeni neslin hafızasında barınamıyor . Halbuki benim bilge atalarım ne güzel söylemişler o sözleri … Acaba bizlerden biri allameicihan olsa , ilim deryasında kırk yıl yüzse o sözlerden kaç tane söyleyebilir :
Öfke gelir göz kararır , öfke geçer yüz kızarır .
Ağacın meyvesi olunca, başını aşağı eğer .
Akıllı bildiğini söylemez , deli söylediğini bilmez .
Bir edene, bir eden bulunur.
Borçlu güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir.
Cahilin dostluğundan âlimin düşmanlığı yeğdir .
Çiftçi yağmur ister, yolcu kurak .
Delik kapta su durmaz .
Dolu küpün sesi çıkmaz
İşte bu hikmet dolu sözler Türk’ün yoluna asırlarca ışık tutmuş , atalar dara düştüklerinde bunlara sarılmış , başları sıkıştığında torbalarındaki bu inciler onları düze çıkarmış .
Ya mânilerimiz , son zamanlarda onlardan kulağınıza çalınan var mı hiç? Ramazan davulcuları da olmasa mânileri iyice unutacağız galiba . Oysa güzelim mânilerimiz ne hatıralarla doludur . Hafızanızda bu boncuklardan birkaçını taşısanız , gönlünüze siniverse manilerin tadı , ömür billah başka şiir ve şair aramazsınız :
KERKÜK ‘ten
1 2
Ağa düşmez Ağ ( ak ) olı ( olur )
Kul düşer Ağa düşmez Konca gül var ağ ( ak ) olı ( olur )
Felek he (hep) miskin avlar Nâmusın seven adam
Zalimler ağa düşmez Elbet üzi ağ olı ( olur )
3 4
Ahar ( akar ) çaydan Ağzın açma
Su geli ( gelir ) ahar çaydan Yaramın ağzın açma
Men yarçin ( yar için ) kan yığlaram Özin ( kendini ) bilmez kimsenin
Taşğındı ( taşkındır ) ahar çaydan Her yerde ağzın açma
ANADOLU’ dan
1 2
Bahçelerde saz olur Şu dağlar olmasaydı
Gül açılır yaz olur Çiçeği solmasaydı
Ben yârime gül demem Ölüm Allah’ın emri
Gülün ömrü az olur Ayrılık olmasaydı
3 4
Deli koyun Beyaz giyme toz olur
Deli kurt , deli koyun Sarı giyme söz olur
Yârinden ayrılanın Gel yeşiller giyelim
Adını deli koyun Muradımız tez olur
KIRIM’dan
1 1
Al gülim ümrim menim Al gülüm ömrüm benim
Kalmadı sabrım menim Kalmadı sabrım benim
Senin yürgen yulına Senin geçtiğin yola
Hazılsın kabrim menim Kazılsın kabrim benim
2 2
Al kaftan kara dügme Al kaftan kara düğme
Yene tüştin könlime Yine düştün gönlüme
Er künlime tüştikçe Her gönlüme düştükçe
Ot yanıyor künlime Od yanıyor gönlüme
3 3
Bağa bardım yüzüm’çün Bağa vardım üzüm için
Bir yar sevdim üzüm’çin Bir yar sevdim kendim için
Analar kız besliyir Analar kız besliyor
Delikanlılar içün Delikanlılar için
4 4
Bahar bolsa caz bolor Bahar olsa yaz olur
Yaş kızlarda naz bolor Genç kızlarda naz olur
Kel alayım kaçayım Gel alayım kaçayım
Külin ömrü az bolor Gülün ömrü az olur
Hem , bilir misiniz , eskiden gurbetteki kocasının hasretine dayanamayan veya aldatılan kadın , televizyon ekranlarından kocasına hakaretler savurmaz ona sitem dolu bir türkü yakardı :
Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun aman
Gördün güzelleri beni unuttun aman
Beni evinize köle mi tuttun aman
Gayri dayanacak özüm kalmadı aman
Mektuba yazacak sözüm kalmadı aman
Yarim sen gideli yedi yıl oldu aman
Diktiğin fidanlar meyveye döndü aman
Seninle gidenler sılacı oldu aman
Gayri dayanacak özüm kalmadı aman
Mektuba yazacak sözüm kalmadı aman
( halk türküsü)
Yârinden yüz bulmayan veya sevdiğine kavuşamayan gidip onu bıçaklamaz , o da bir türkü yakardı :
Çemberimde gül oya,
Gülmedim doya doya.
Dertlere karıyorum,
Günleri saya saya.
Al beni kıyamam seni.
Pembe gül idim soldum,
Ak güle ibret oldum.
Karşı karşı dururken,
Yüzüne hasret kaldım.
Al beni kıyamam seni.
Avlu dibi beklerim,
Vay benim emeklerim.
Dümbeleği çala çala,
Yoruldu bileklerim.
Al beni kıyamam seni .
( halk türküsü)
Seven de sevdiğine dağların ardından yine türkülerle seslenirdi :
Karahisar kalesi yıkılır gelir
Karahisar kalesi yıkılır gelir
Kakülü boynuna dökülür gelir ,dökülür gelir
Kakülü boynuna dökülür gelir ,dökülür gelir
Yayladan gel allı gelin yayladan
Kesme ümidini kadir Mevlâ’dan , Kâdir Mevlâdan
Ver elini karlı dağlar aşalım , bayramlaşalım
Ben bir koyun olsam sen de bir kuzu
Ben bir koyun olsam sen de bir kuzu
Meleye meleye getirek yazı , getirek yazı
Meleye meleye getirek yazı , getirek yazı
Yayladan gel allı gelin yayladan
Kesme ümidini kadir Mevlâ’dan
Ver elini karlı dağlar aşalım , bayramlaşalım
Yayladan gel allı gelin yayladan
Kesme ümidini Kâdir Mevla’dan , Kâdir Mevla’dan
Ver elini karlı dağlar aşalım , bayramlaşalım
Ver elini karlı dağlar aşalım , bayramlaşalım
( halk türküsü)
Ya evlâdını , memleketin öbür ucuna , Yemen’e askere gönderen analar , vatana feda ettikleri koçyiğitleri nasıl uğurlarlardı ? O da türküyle olurdu :
HAVADA BULUT YOK BU NE DUMANDIR
MAHLEDE ÖLÜM YOK BU NE ŞİVANDIR
ŞU YEMEN ELLERİ NE DE YAMANDIR
ANO YEMENDİR GÜLÜ ÇEMENDİR
GİDEN GELMİYOR ACEP NEDENDİR
BURASI HUŞTUR YOLU YOKUŞTUR
GİDEN GELMİYOR ACEP NE İŞTİR
KIŞLANIN ÖNÜNDE REDİF SESİ VAR
BAKIN ÇANTASINDA ACEP NESİ VAR
BİR ÇİFT PABUÇ İLE BİR DE FESİ VAR
KIŞLANIN ÖNÜNDE ÜÇ AĞAÇ İNCİR
KOLUMDA KELEPÇE BOYNUMDA ZİNCİR
ZİNCİRİN YERLERİ NE YAMAN SANCIR
KIŞLANIN ÖNÜNDE SIRA SÖĞÜTLER
ZABİTLER OTURMUŞ ASKER ÖĞÜTLER
YEMEN’E GİDECEK BU KOÇYİĞİTLER
KIŞLANIN ARDINI DUMAN BAĞLADI
ANALAR BABALAR KARA BAĞLADI
YEMENE GİDENE HERKES AĞLADI
KIŞLANIN ARDINDA YÜZÜYOR KAZLAR
AYAĞIM AĞRIYOR YÜREĞİM SIZLAR
YEMEN’E GİDENE AĞLIYOR KIZLAR
KIŞLANIN ARDINDA BİR KIRIK TESTİ
ASKERİN ÜSTÜNE SAM YELİ ESTİ
GELİNLİK TAZELER ÜMİDİ KESTİ
( halk türküsü)
Ama ne yazık ki son yıllarda , “ Yemen’de , Hicaz’da ne işimiz vardı . “ diyen bazı zihniyet sahiplerini bile gördü bu memleket . Sormak lâzım : Yemen , Hicaz , Şam , Kudüs gibi diyarlar bugün de elimizde olsaydı , biz Türk vatandaşları oralarda askerlik yapmayacak mıydık ? Ataları , bu mukaddes İslâm diyarlarını asırlarca hem de şerefle müdafaa etmiş bir milletin torunlarından bu hezeyanları duymak ne acı değil mi ! …
Söz türküden açılmışken , rahmeti Rahmana kavuşmuş Muzaffer SARISÖZEN , Nidâ TÜFEKÇİ , Ahmet Gazi AYHAN , Ali Ekber ÇİÇEK , Muharrem ERTAŞ , Özay GÖNLÜM, Abdülvahit KÜZECİOĞLU gibi türkü derleyicilerimize ve kaynak kişilerimize de Allah’tan gani gani rahmet niyaz eder , TRT kurumunun da bugüne kadarki katkılarının takdire değer olduğunu yazmayı borç bilirim . .
Ayrıca şunu da söylemeden geçemeyeceğim : Son yıllarda kirlenen toplum hayatımıza en iyi direnen türkülerimiz oldu . Ticari kaygılarla da olsa türküler yeniden yorumlanıyor …Bazıları ustaca , bazıları acemice … Ama ne olursa olsun , türkülerimiz , kendisine uzatılan taslara abıhayat sunmaya devam ediyor .
Peki ya şarkılarımız . Nazlı nihâvendler , ağırbaşlı hicazlar , zarif kürdîlihicazkârlar ve hüzün dolu hüzzamlar ... Onlar da Itrî’nin kayıp şarkıları gibi “ gemiler geçmeyen bir ummân”a sürüklenmiş ve orada saklanmış sanki … Ne dersiniz , dostlukların eski tadını kaybetmesi , samimiyetin eriyip gitmesi hep bundan değil mi …
” Gözlerini gözlerimden
ayırma hiç
ayırma hiç
ayırma hiç
ne olur
Düşsün üstümüze karlar
Yaksın yüzünü rüzgârlar
Damla damla
aksın yaşlar
Gözlerini gözlerimden
ayırma hiç
ayırma hiç
ayırma hiç
ne olur
Ellerini ellerimden
alma sakın
alma sakın
alma sakın
ne olur
Ayrılmak olmaz hiç senden
rüyâmızı bitirmeden
Hasretini
bildirmeden
sen de beni ellerinden
alma sakın
alma sakın
alma sakın
ne olur
Kanat çırpar kuşlar sana
Koş gel bana
koş gel bana
koş gel bana
ne olur
Sensiz bitmiyor günlerim
Beklemek oldu kederim
Uzaklarda
durma derim
Kanat çırpar kuşlar sana
koş gel bana
koş gel bana
koş gel bana
ne olur “ diye seslenirdi seven sevdiğine ve kalpler aşkın sıcaklığını tadardı .
Sitem de kibarcaydı :
Ayrılmak ne kadar zor, unutulmak çok acı
Dün gülen bakışların bugün bana yabancı
Bu kadar zâlim olma bu mahzun kalbe karşı
Dün gülen bakışların bugün bana yabancı
Makam: Nihâvend
Beste: Ekrem Güyer
Aşkın gücü ve derinliği de şu şarkıyla anlatılırdı :
Bana nasıl vazgeç dersin , gönül senden vazgeçer mi ?
Güneşsiz bir gök altında kış geçer mi , yaz geçer mi ?
Okuduğum duâ sensin, kalb ağrıma devâ sensin
Kokladığım hava sensin, gönül senden vazgeçer mi?
Makam: Rast
Beste: Dr. Alâeddin Yavaşça
Güfte: Fikri Akurgal
Biliyor musunuz dostlar , bu güzelim şarkılara da yan gözle bakıldı bu memleket –
te . 1930’ların başında , Devletin radyosunda , Türk müziğini, yani kültürümüzün en değerli eserlerini , o büyük sanatkârların , asırlarca bir ömür vererek , ince ince işlediği o güzel nağmelerini 1,5 yıl kadar çalmadılar . Çağdaşlaşma adına , modernleşme adına ve daha bilmem ne adına . Neyse ki güneşin balçıkla sıvanamayacağı çabuk fark edildi de bu hatadan dönüldü .
Bugün üniversitelerimizin çoğunda sanat müziği koroları gençlerimize kapılarını açmış durumda , ayrıca şehirlerimizde ve büyük ilçelerimizde bile Türk musıkisi cemiyetleri faaliyet göstermektedir ki bunlar fevkalade ümit verici ve sevindiricidir .
Bu arada yeri gelmişken , rahmetiilâhîye kavuşmuş Itri , Dede Efendi , Hacı Ârif Bey , Pâdişah 3. Selim , Sadettin Kaynak , Fehmi Tokay , Emin Ongan ve daha nice bestekârlarımızı da anmadan geçemeyeceğim . Ruhunuz şâd , mekânınız cennet olsun …
* * *
Şiirin sıcaklığını da duymuyor artık yüreklerimiz . Cahit Sıtkılar , Ziya Osmanlar , Yahya Kemaller , Ahmet Muhibler ve daha niceleri aranıyor biliyor musunuz . Bir nesil bu şairleri okuyarak , kitaplarını elden ele dolaştırarak yetişti . Şimdiyse gençler internetten bile o güzel şiirleri okumuyorlar .
Ne dersiniz , şiir deryasında biraz olsun gezinelim mi , bin bir türlü inciyi kapalı kalmış sedeflerinden çıkaralım mı :
Bakın Cahit Sıtkı orta yaşı nasıl karşılıyor iç dünyasında :
Otuz Beş Yaş
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nâfile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hâtırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış .
Ayva sarı , nar kırmızı , sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm târumar.
N'eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
A. Muhip Dıranas da Geçmiş zaman aşklarını , hüsranları , ruhundaki acıları mısralara şöyle dökmüş :
Olvido
Hoyrattır bur akşamüstüler dâima.
Gün, saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lâvanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler dâima.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden,
Yolunu gözlüyor lâmba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor bir beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...
Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar, bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.
Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kol kola .
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyar ağaçlı kuytu bahçelerden
Ay ışığı gibi sürüklenip giden
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.
Ebedi aşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin şahidi çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, gelmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen aşığın serptiği çiçekler.
Ya sen! ey sen! esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.
Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş; kurtar bu gamlardan beni.
Ahmet Muhip Dıranas
Üstad Yahya Kemal ise mazideki bir aşkın hatırasını , şu şiirde bakın nasıl yad ediyor :
Geçmiş Yaz
Rü’ya gibi bir yazdı , yarattın hevesinle
Her anını , her rengini , her şi'rini hazdan .
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle !
Bir gün, bir uzak hâtıra özlersen o yazdan
Körfezdeki dalgın suya bir bak , göreceksin :
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde ;
Mehtap... iri güller... Ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rûya duruyor yerli yerinde! Yahya Kemal Beyatlı
* * *
İnsanın aklına gelebilir : Peki , Biz bu engin kültür hazinesine sahipken neden böyle basiretsiz , böyle unutkan , böyle kendini bilmez ; ama bir o kadar da şımarık ve sonunda acınası bir hale geldik ?
Cevabı basit :
Yıllarca bu ülkenin okullarında tarih derslerinde kültür tarihi ni ihmal ederseniz , milli şuur kazandırma gayretleriniz savaş kahramanları ve vatan hainleri üretmekten ibaret kalırsa , atalarınızın insanlığa örnek olacak hayat tarzını , meselâ vakıflarını , ahilik teşkilâtı -nı , mimarideki insanî kaygılarını , eğlence kültüründeki , güldürürken düşündüren o eşsiz asaletini ve daha bunun gibi hazinelerinizi elinizin tersiyle iterseniz ; Mevlâna’yı , eserlerini Türkçe yazmamış diye okutmaz ; Yunus’u bir hümanist , Nasreddin Hoca’yı ise basit bir fıkra kahramanı olarak tanıtırsanız bu günlere kalırsınız : Sırtında , İngilizce ile ne yazdığı belli olmayan giyeceklerle ortada dolaşan , marka düşkünü , 200 – 300 kelimeyle konuşmaya çalışan , uyuşturucu ve alkol bağımlısı nesillere ulaşır , sonra da bu çocuklara , bu kaybedilmiş nesillere oturup ağlarsınız . Ticaretiniz hile , devlet hizmetleriniz yolsuzluk , siyasetiniz de çirkeflikten geçilmez …
Ne kadar bedbahtız değil mi !…
Önder SAATÇİ