KAMPÜS  GURUSU  MU  KAYISI  KURUSU  MU? Önder saatçi

KAMPÜS  GURUSU  MU  KAYISI  KURUSU  MU? Önder saatçi

         Çalıştığım üniversitenin eski rektörü bir gün bizleri toplantıya çağırmıştı. Toplantıda üniversitedeki çeşitli sorunlar masaya yatırılmış, çözüm önerileri sunulmuştu. Rektörün de bütün bu söylenenler üzerine elbet bir çift sözü olacaktı ki konuşmasının bir yerinde “Arkadaşlar, üniversitemizde kampüs gurusu yetiştirmeliyiz.” diye bir inci döktürdü. Salonun arka sıralarında oturan bu satırların yazarı fakir de “kampüs gurusu”nu “kayısı kurusu” diye anlayıvermişti. Ne yapmalı, insan ilk defa duyduğu bir kelimenin anlamını şıp diye çıkaramıyor. Rektörün sarf ettiği kelimenin  “kuru” değil “guru” olduğunu, hoca, rehber anlamına geldiğini daha sonra bir başka vesileyle öğrenince de doğrusu,  bir yaşıma daha girmiştim. Meğer Rektörümüz, kelimenin tam anlamıyla “hoca” yetiştirmeliyiz; veya dört dörtlük hocalarımız olmalı, demek istiyormuş.  

         Gördüğünüz gibi, sayın büyüklerimizi dinlemek ve onların engin bilgilerinden, tecrübelerinden yararlanmak için bir parça yabancı dil bilmek gerekliymiş. Hem artık İngilizce de tek başına idare etmiyormuş. Baksanız  a, Hintçe bile bilmeliymişiz. Hem de Hint kültüründen alınan ve Budizm’de “hoca, rehber” anlamına gelen “guru”yu bile öğrenmeliymişiz ki Türkçenin suyunun çıktığını(!), artık “aut” veya “off” olduğunu(!) iyice anlayalım.Anlayalım da kafamıza dank etsin(!) Dank etsin ki modern zamanlarda yaşadığımızın farkına varalım ve  artık ana dilimizle ulu orta konuşulamayacağını bilelim(!)

         - Doğru konuş, kardeşim.

Koçlara toslayan Türkçe:

         Yıllar yıllar önce, TRT’nin tek kanaldan yayınlarını gerçekleştirdiği bir çağda, henüz özel televizyon yayımcılığının hayalinin dahi kurulmadığı, zevklerimizin bugünkü kadar kirlenmemiş olduğu bir masal çağında, “Beyaz Gölge” adında bir Amerikan dizisi vardı. Los Encılıs’ın bir zenci mahallesindeki liseye eski bir profesyonel basketbolcu, parasızlık yüzünden antrenör (çalıştırıcı) olarak atanır.  Filmin dublajından da İngilizcede antrenörlere “coach” (okunuşu koç) dendiğini öğreniriz.

          Dizimizin koçu (Bu, Amerikan koçu) oldukça idealist biridir,   iyilikseverdir, öğrencilerin hem hocası hem babasıdır. Eğittiği çocukların zenci olduklarını asla aklına getirmeyen, onlara karşı oldukça müşfik bir kişidir. Bu yönleriyle de seyircinin gönlünü fethetmiş; ama bu fethin sınırları gel zaman git zaman seyircinin ana dilini de kapsamış ve Türkçeye bir “koç” daha katılmıştır. Artık, bütün antrenörler de koç! Yalnızca antrenörler mi? Baksanız a, üst üste gelen kültür şoklarından vurgun yemişe dönen insanlarımızın topluma yeniden kazandırılmasına çalışanlara, kişilerin toplumla sağlıklı ilişkiler kurmasına yardımcı olanlara, evliliği yıkılmak üzere olanlara da artık “yaşam koçu” denir olmuş. Sorun üstüne sorun üreten eğitim sistemimiz içinde öğrencilere yardımcı olan danışmanlara da “eğitim koçu” veya “öğrenci koçu” deniyormuş.  Bir de geçenlerde bir gazete haberi okudum. Adana’da bazı polisler sokak çocuklarıyla yakından ilgilenmek üzere görevlendirilmişler. Bunlar da o çocukların “yaşam koçu”ymuş. Sizin anlayacağınız dille, onlara ağabeylik edeceklermiş.

           - Yok ben “ağabey” almayayım, bana bir “koç” yeter!..

Bir de Arena :

Seksenli yıllarda futbolumuz sürünürken Avrupa takımlarından her maçta 4-5 gol yerken millî gururumuzun ne kadar rencide olduğunu hâlâ hatırlarım. O yıllarda bir gazetenin, İngiltere’yle oynadığımız iki maçın her birinde sekiz gol yiyen millî takımımız için “Bu takım Edirne’den öteye geçemez.” diye başlık attığını da…

Avrupa takımları karşısında o yıllarda dökülmemizin sebebini yeşil çimlerle kaplı stadlarımızın olmadığına bağlayanlar vardı. Nitekim, artık Avrupa’dakinden daha güzel stadlarımız var ve işte millî takımımız 2002’de dünya üçüncüsü. 2008’de de Avrupa Şampiyonasında yarı finalde. Ama, ne olduysa oldu bizim o yeşil çimlerle donattığımız stadlar gitti yerine “arena”lar geldi. Ne de olsa, Avrupa’yla rekabet eden Türk takımlarının sahalarına da onların söylediği gibi “arena” denmeliydi. Öyle ya, bu topraklarda da bir zamanlar arenalar vardı(!) Buralarda insanlar, daha doğrusu esirler aslanlara yem edilir, eğlenilirdi.

          - Arena’da inecek var.

        

Önder SAATÇİ              15 Nisan 2011

Yorumlar (0)