TÜRK DİLİNİN URAL-ALTAY DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

TÜRK DİLİNİN URAL-ALTAY DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Türk dili, dünya dilleri arasında Ural-Altay dil ailesine bağlı sayılmaktadır. Bu bağlılık dünya dillerinin tasnifinde ortak benzerlikler gösteren dillerin, bir aileden sayılmaları veya onları bir grup altında toplama zarureti ile izah edilebilir. Bu sahadaki araştırmaların

446

daha XVIII. asırda başladığı görülür. İsveçli Ph. J. Von Strahlenberg, Ural-Altay dillerini, bu dillerin yapı benzerliğine dayanarak Tatar Dilleri adı altında 6 gruba ayırmıştı. Strahlenberg’e göre bu dilleri konuşanlar: 1. Fin-ugorlar, 2. Türk ve Tatarlar, 3. Samoyedler, 4. Moğollar ve Mançular, 5. Tunguzlar, 6. Karadeniz ve Hazar denizi arasında yaşayan halklar.

Bu tasnif, elbette yanlış bir tasnifti. Nitekim Fransız Abel Rémusat ve Alman W. Schott, Ural-Altay dillerinin akrabalığı konusunda daha dikkatli görüşler ortaya atmışlar ve Ural-Altay dilleri için “Tatar dilleri” (Les Langues Tartares; Tatarische Sprachen) tabirini kullanmışlardır.

Kendisinden öncekilerden farklı bir metod takip eden W. Schott, Ural-Altay dilleri hakkındaki araştırma ve değerlendirmelerini, bu dillerin teknik ve morfolojik hususiyetlerine dayanarak yapmayı daha uygun görmüştür. Schott, Ural-Altay dillerini Çud dilleri (Fin-Ugor) ve Tatar dilleri (Türk, Moğol, Tunguz) diye iki gruba ayırmıştır. Ural-Altay filolojisinin kurucusu sayılan M. A. Castrèn (1813-1852) yaptığı ilmî gezilerle Ural-Altay dillerine ait halk ağzından yerinde malzemeler derlemiş ve bunları işleyerek Ural-Altay grubuna dahil olan ve olmayan dilleri ikiye ayırmak suretiyle konuya bir açıklık getirmiştir. Castrèn, genç yaşta (38 yaşında) ölmesine rağmen, yaptığı çalışmaları kendisinden önceki âlimlerinkinden daha sağlam metodlara dayandırması bakımından ilmî bir değer taşır.

Ural-Altay gruplarına ait diller arasındaki akrabalığa kesin bir gözle bakılmıyacağı kanaatinde olan Castrèn, bu dilleri başlıca beş gruba ayırmıştır: 1. Fin-Ugor, 2. Samoyed, 3. Türk-Tatar, 4. Moğol, 5. Tunguzca ve şiveleri.

Gerek Schott ve gerekse Castrèn’in çalışmaları sayesinde, geçen asrın ortalarından itibaren Ural-Altay dillerinin 1. Ural (Çud) dilleri, 2. Altay (Tatar) dilleri diye iki gruba ayrıldığı görüşü kesinlik kazanmıştır. Ural grubunu Fin-Ugor, Samoyed: Altay grubunu da Türk, Moğol, Mançu-Tunguz dillerinin teşkil ettiği kabul edilmiştir.


 

Fin-Ugor Samoyed Türk Moğol Mançu-Tunguz

Ural ve Altay dilleri arasında cümle kuruluşu bakımından bazı benzerlikler eskiden beri dikkati çekmiştir. Bunlar aslında Ural ve Altay dillerinin birbirleri ile akraba olduklarını ispat eden benzerlikler olmayıp, bu dilleri Hint-Avrupa dillerinden ayıran hususiyetler olması bakımından mühim sayılmalıdır.

F. Wiedemann Ural ve Altay dillerinin Hint-Avrupa dillerinden ayıran bu benzerlikleri şöyle sıralamıştır: 1. Ural-Altay dillerinde ses uyumu müşterek bir esastır, 2. Ural-Altay dillerine kelime cinsiyeti ve, 3. Artikel (harf-i tarif) yoktur, 4. Tasrif ekerle yapılır, 5. İsim çekiminde iyelik eki kullanılır, 6. Fiil şekilleri zengindir, 7. Preozisyon değil, kelime sonuna konulan postozisyon kullanılır, 8. Sıfatlar isimden daha önce gelir, 9. Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz, 10. Mukayese “den hâli” (ablatfi) ile yapılır, 11. Yardımcı fiil olarak “habere” (malik olmak) değil, “esse” (imek) kullanılır, 12. Menfi hareket için hususa bir fiil bulunur, 13. Ayrı bir soru eki vardır, 14. Konjunktion (bağlaç) yerine fiil şekilleri kullanılır.

XIX. asrın sonlarına doğru dil araştırmalarında tenkidî metodun ön plâna geçmesi ve Ural-Altay dilleri hakkındaki araştırmaların daha sağlam bri yola girmesi neticesinde, bu dillerin akrabalığı konusunda da yeni görüşler ortaya atılmıştır.

Dillerin akrabalığını ispat için: 1. ses bilgisi (fonetik), 2. Şekil bilgisi (morfoloji), 3. Kelime hazinesi, 4. Cümle bilgisi vb. bakımından akraba diller arasında müşterek bir kaynağa götüren benzerliklerin olması gerektiği görüşü kuvvet kazanmış, bugün Ural ve Altay dil gruplarının akrabalığına şüphe ile bakılmaya başlanmıştır.

Ural-Altay dilleri nazariyesi bugüne kadar ispatlanmadığı gibi, isbata yarayacak herhangi bri müsbet neticeye ulaşılabileceği de pek muhtemel görünmemektedir. Bu bakımdan bu dil grubunun Ural dilleri ve Altay dilleri diye iki ayrı grup altında mütalaa edilmesi ve araştırmaların bu yönde yapılmasının bizi daha faydalı ve ilmî sonuçlara götüreceği artık ağırlık kazanmıştır. Nitekim son zamanlarda bu sahada yapılan neşriyatın istikameti bunu göstermektedir.

Bütün ilim dallarında olduğu gibi, dil ilminde de araştırmaların ilmi, kolay ve anlaşılır olması için, tasnif çok mühimdir. Dünya dillerini tasnif ederken her bir dili, ait olduğu veya birbirine en çok yakınlık ve benzerlik gösteren bir dil ailesi içine yerleştirmek gerekmektedir. Şimdiye kadar yapılagelen tasniflerde Türkçeyi, benzer tarafları olduğu kabul edilen Ural ve Altay dil gruplarından Altay grubu arasında saymak ve bu grubun en zengin dili olarak ön plânda tutmak âdet olmuştur. Türkçenin, Altay dilleri (Moğolca, Tunguzca) ile akraba olduğu konusunda şimdilik bir hüküm vermeye yetmediğini burada bilhassa betlirtmek gerekir.

ALTAY DİLLERİ:

Ural-Altay nazariyesinin “Altay dilleri” kolunu Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguz dilleri teşkil eder. Bazı âlimler bu çerçeveyi daha genişleterek Korece ve Japoncayı da Altay dillerinden sayarlar. Türk, Moğol, Tunguz (ve bazılarına göre Kore ve Japon) dillerini konuşan halkların dil, edebiyat, folklor ve her türlü kültür malzemelerinin, ilmî şekilde araştırılması ve incelenmesinin bir asırdan beri gelişmesiyle yeni bir ilim kolu olan “Altayistik” doğmuştur.

Mukayese Altay dil bilimi, ilmi manada Finlandiyalı âlim G. J. Ramstedt ile başlar. Ramstedt, Avrupa dillerinden başka araştırma yaptığı Fin-Ugor dilleri ile Altay dillerini de çok iyi bilen bir âlimdi. Bu bilgilerin ışığı altında Ural-Altay teorisinin yanlış bir teori olduğunu gördü. Önceleri Altay dillerinin, var olduğu sanılan en eski Ana Altay dilinden çıktıklarından şüphe etmekte idi. Fakat daha sonraları bu görüşünü değiştirerek Altay dillerinin bir kaynaktan geldiklerini benimsedi. Buna rağmen “Japoncanın Altay dilleriyle mukayese edilmesinden alınacak neticenin, boş bir iş” olduğunu da söylemek ihtiyacını duymuştur.

Ramsted’den önce Schott, Çuvaşça r’nin Türk dilinin diğer lehçelerinde z’ye ve yine Çuvaşça l’nin Türk dilinde ş’ye denk düştüğünü keşfetmişti. Fakat Ramstedt, Türkçe z ve ş’nin yalnız Çuvaşçadaki değil, aynı zamanda Moğolcadaki r ile l’ye de denk düştüğünü görmüştür. Böylece Türkçenin bir lehçesi olan Çuvaşçadaki bu iki ses hadisesinin Moğolca ile bir muvazilik gösterdiği ve Çuvaşçanın Türkçe ile Moğolca arasında irtibat sağlayacak bir hususiyete sahip olduğu kanaatini uyandırmıştır. Ramstedt, önceleri Türkçe z ve ş’nin, Moğolca r ve l’den daha eski olduğuna inanıyordu; fakat sonraları bu fikrini değiştirdi ve Türkçe z’nin Moğolca r’den ve Türkçe ş’nin Moğolca l’den türediği görüşünü savundu. Kendi talebeleri ve bir çok Altayist de bu görüşü benimsediler. Ancak bazı Altayistler, bu görüşün aksinin daha doğru olduğunu savunurlar.

Ramstedt’in üzerinde dikkatle durduğu ses denkliklerinin en mühimlerinden biri de, Moğolca kelime başındaki n-, d-, j-, y-,’nin Çuvaşçada s-, Türkçede ise, y- olmasıdır.

Ramstedt’e göre Ana Altay dili diye en eski olduğu var sayılan bir dilin dört lehçesi bulunuyordu. Bunlar Moğolca, Türkçe, Tunguzca ve Korece idi. Bu lehçeler zamanla dil hâlini aldı ve bundan şöyle bir şema ortaya çıktı:

Ana Altay dili

Moğolca Türkçe Mançu-Tunguzca Korece

Bunlardan Moğolca ve Türkçe, Altay halklarının yurdu olarak düşünülen coğrafi sahanın garbında; Tunguzca ve Korece şarkında oturan halklar tarafından konuşuluyordu. Bu coğrafi yayılışı Ramstedt şöyle bir şema ile gösterir (Einführung. 1, 15):

Moğollar Şimal Tunguzlar

Garp Şark

Türkler Cenup Koreliler

Ramstedt, bu şemanın aynı zamanda şöyle olabileceğini de teklif ediyor:

Tunguzlar

Moğullar Koreliler Türkler

Önceki şemaya göre Ramstedt Ana Altay dil bölgesinin şimalinde Moğolların ve Tunguzların atalarının, cenubunda da Türklerin ve Korelilerin atalarının bulunduklarını kabul ediyor. Yine aynı şemaya göre Ramstedt, Ana Altay dil bölgesinin garbında Moğolların ve Türklerin atalarının, şarkında da Tunguzların ve Korelilerin atalarının bulunduklarını kabul ediyor. Sonraki şemaya göre Ramstedt, bu Ana Altay dil bölgesinin şimalinde Tunguzların, garbında Moğolların, cenubunda Türklerin, şarkında da Korelilerin atalarının yaşamış olduklarını kabul ediyor.

Ramstedt’in görüşlerini Rusya’daki mongolistlerden W. Kotwicz, V. Ya. Vladimirtsov vb. desteklediler. Kotwıcz, Altay dillerinin ana veya ortak bir Altay dilinden çıktığı konusunda mütereddit kaldı. Ona göre, milâdın başlarında Türkçe, Moğolca ve Tunguzca müstakil birer dil idiler. Bu diller arasındaki benzerlikler karşılıklı temas ile oluşmuştur. Vladimirtsov da, önceleri böyle düşünmüştü, ama daha sonraki yıllarda Altay dillerinin soyca akraba oldukları ve bir Ana Altay dilinden çıktıklarını hararetle savundu.

Macar bilginlerden Gy. Nèmeth ve Z. Gombocz, Ramstedt’in görüşlerine kısmen katılırlar. Nèmeth, Ramstedt’ten daha farklı bir şema va bazı ara devir olarak gerekli gördüğü safhakar üzerinde durur. Gombocz ise, Türkçe z ve ş’nin Moğolca r ve l’den daha eski olduğunu savunur.

Altay dilleri nazariyesinin bugünkü durumuna bir göz atılacak olursa, bu konuda hâlâ bir birlik sağlanamadığı görülür. Ramstedt ile onun talebeleri ve taraftarları olan N. Poppe ve P. Aalto, Kore dilini de Altay dilleri nazariyesi içine katarak bu görüşü savunmaya devam ettiler. Bunlardan P. Aalto, Ramstedt’in ölümünden sonra onun Altay dilleri hakkındaki en önemli eseri olan “Einführung in die Altaische Spracjwissenschaft” (Latay dil bilimine giriş) adlı eserini yayımladı.

Poppe ise, Ramstedt’ten sonra Altay dilleri nazariyesinin en çalışkan araştırıcısı ve geliştiricisi olmuştur. Bu nazariyenin bugün en büyük temsilcisi Poppedir. Poppe, Moğol, Türk ve Mançu-Tunguz dillerinin akraba olduklarını, bu dil aileleri arasındaki fonetik ve morfolojik uygunlukların, tesadüfe ve alınma kelimelere dayanmayıp, aksine, bunların kök akrabalığını gösteren deliller olduğuna inanır. Bu üç dil ailesinin ortak adı olarak Altayca bir tabaka tabirini kullanır ve Kore dilinde de Altayca bir tabaka bulunduğunu söyler. Poppe’ye göre, Kore dilindeki Altayca unsurlar, daha çok Mançu-Tunguzcaya yakındır. Mançu-Tunguzca da, ses hususiyetleri bakımından Moğolca ve Türkçeye yakınlık gösterir. Koreceden, ses bakımından en uzak olan dil, Türkçedir. Bundan şu iki sonuç çıkarılabilir. Ana Türkçe, diğer Altay dillerinden ya çok erken ayrılmış veya çok hızlı bir ses gelişmesi geçirmiştir. Hem dil tarihi ile ilgili veriler, hem de tarihî hadiseler Türkçenin, Ana Altay dil birliğinden erken devirlerde ayrılmış bir dilim devamı olduğunu gösterir niteliktedirler. Kore dili ise, Ana Altay dil birliğinden dah önce ayrılmış olmalıdır. Çünkü Korecedeki bazı Çince kelimelerin çok eski şekillerini muhafaza etmiş olması, bu tahmini doğrular. Şu hâlde Korecenin eski şekli, Latay dil birliğinden ilk ayrılan dil olmalıdır. Bundan sonra Türk-Moğol-Mançu-Tunguz dil birliği uzun bir müddet devam etmiştir. Türkçenin eski şekli ayrıldıktan sonra, Moğol-Mançu-Tunguz dil birliği bir müddet devam etmiş ve en son olarak da Ana Moğolca ile Ana Tunguzca ayrılmış olmalıdır (Poppe, Vergleichende Grammatikde altaiscehn Sprachen, s. 6).

Poppe, Türk dillerinin (bize göre lehçelerinin) sınıflandırılması konusunda yapılan denemeler arasından bilhassa Rāsānenin yaptığı sınıflandırmayı tercih eder; fakat Rāsānen gibi, Türk dillerinin altı gruba değil, önce r- dilleri (Volga Bolgarcası ve bugünkü Çuvaşça) ve z- dilleri (diğer bütün lehçeler) olmak üzere iki gruba ayrılmasının daha doğru olacağını ileri sürer. Ancak bundan sonra z- grubunu Rāsānen’in yaptığı gibi altı gruba ayırır.

Altay dillerinin karşılıklı münasebetleri ve teşekülü hakkında Poppe’nin çizdiği şema şöyledir (Poppe, İntroduction..., s. 147)

Yorumlar (0)