Türkiye Türkçesi ve Özellikleri

Türkiye Türkçesi ve Özellikleri

Kuzey Türkçesi, Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi, Azeri Türkçesi, Osmanlı Türkçesi, Batı Türkçesinin Gelişmesi, Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlıca, Türkiye Türkçesi, Türk dilinin tarihi gelişimi, Türkçenin tarihi gelişimi, eski Türkçe, orta Türkçe

Kuzey Türkçesi, Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi, Azeri Türkçesi, Osmanlı Türkçesi, Batı Türkçesinin Gelişmesi, Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlıca, Türkiye Türkçesi, Türk dilinin tarihi gelişimi

Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin III. dönemini oluşturur. Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının konuşma dilinden yeni bir yazı dili oluşturmak amacıyla "Genç Kalemler" dergisinde başlattıkları "Yeni Lisan Hareketi" (1911) bu dönemin başlangıcı kabul edilir. Bu hareketin temsilcileri "Milli bir edebiyat meydana getirmek için önce millî bir dile ihtiyaç vardır." görüşünden hareketle şu ilkeleri benimsemişlerdir:

Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.

Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre düzenlenmelidir.

Yazı dili ile konuşma dili arasındaki büyük farklılıkları kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması yazı dili olmalıdır.

Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.

Türkiye Türkçesinin gelişimi içinde bu hareketten sonra en kapsamlı çalışma Dil Devrimi'dir. 1928'de Harf Devrimi'nin yapılması ve 1932'de Türk Dil Kurumu'nun kurulmasıyla Türkçe, çok yönlü ve sistemli bir şekilde ele alınarak sadeleştirilmiş ve olgunlaştırılmıştır.

Türkiye Türkçesi

Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugün de devam etmekte olan bu devre 1908 meşrutiyetinden sonra başlar. Bu yeni devrenin 1908 meşrutiyetinden sonra başlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden İlk safhası Türkiye Türkçesinin başlangıç devri mahiyetindedir. Bu kısa devirde çok sür'atli bir şekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlıca henüz tamamiyle sahneden çekilmiş değildir. Fakat tam mânasiyle son günlerini yaşamakta ve umumî dil olmaktan çıkarak muayyen kalemler tarafından tutulmağa çalışılan hususî bir dil durumuna düşmüş bulunmaktadır. Hâsılı bu devir, Osmanlıcanın son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana bulunduğu devirdir. Osmanlıcanın bu son örneklerine yeni dil gittikçe fazla sokulduğu gibi, yeni dilin ilk örneklerinde de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiş bazı kelimeler, bazı terkipler görülmektedir. Yukarıda da söylediğimiz gibi değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı için Osmanlıcadan yeni dilin ilk örneklerine bu şekilde ufak tefek taşmalar olmuştur. Fakat yeni dil bu küçük taşmalardan bu ilk devre içinde kendisini sür'atle kurtarmış, temiz Türkçenin sayısız örneklerini vererek Osmanlıcayı kısa zamanda gerilerde bırakmıştır, öyle ki Cumhuriyet devri başlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir dil hâline gelmiş ve yazı dilinin bütün ufukları Türkiye Türkçesine açılmış bulunuyordu.

Türkiye Türkçesini Osmanlıcadan ayıran başlıca hususiyet onun yabancı unsurlar karşısındaki durumudur. Dilin iç yapısı, yani Türkçe bakımından Batı Türkçesinin bu iki devresi arasında bir devre farkı olmadığını, bu iki devrenin yabancı unsurlar bakımından ayrı devreler teşkil ettiğini yukarıda da açıklamıştık. Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında gerçekten çok büyük bir fark vardır. Bu farkın en ehemmiyetli tarafı terkipler bakımından olan ayrılıktır. Türkiye Türkçesi ter-kipsiz Türkçedir. Türkiye Türkçesinin en belirli vasfı budur. Bu bakımdan Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin en temiz devridir. Az ve basit olmakla beraber Eski Anadolu Türkçesinde de yabancı terkipler vardı. Osmanlıca tam manasiyle terkipli dil demektir. Türkiye Türkçesi ise Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuş olduğu mes'ut devridir.

Bir dil yabancı bir dilin tesirinde kalabilir. Bu tesir lügat hazinesinde, yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aşın olursa olsun dil için bir tehlike teşkil etmez. Fakat kelime sahasını aşar ve kelime guruplarına, cümle sahasına el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer, dilin gidişi çığırından çıkar. Dilin, yapısını ayakta tutabilmek üzere bunlara mukavemet edebilmesi için çok sağlam bir bünyeye sahip bulunması lâzımdır. Osmanlıcada Türkçeye korkunç bir nisbette karışan Arapça ve Farsça terkipler de bu şekilde kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına giren yabancı unsurlardı. Türkçenin bünyesi çok sağlam olduğu için bunlara asırlarca mukavemet edebilmiş ve zamanı gelince onlardan kolaylıkla silkinerek kendi yapısı ile baş başa kalmıştır. Fakat bu yabancı unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok zararlı olmuşlar, onun gelişmesine asırlarca çelme takmışlardır, işte Türkiye Türkçesini Osmanhcadan ayıran en büyük vasıf onun bu şekilde terkipsiz Türkçe olmasıdır. Bu sebeple Osmanlıcanın sonlan ile Türkiye Türkçesinin başlannda karşımıza çıkacak örnekleri de bu kıstasa göre ayırmak icap eder. Elimizdeki örneğin dili, terkipli ise Osmanlıca, terkipsiz ise Türkiye Türkçesidir.

Türkiye Türkçesi terkipler dışındaki yabancı unsurlar bakımından da Osmanhcadan çok farklıdır. Bir kere Türkiye Türkçesi Osmanhcadaki yabancı çekim edatlanndan, Arapça, Farsça çokluk yapmak gibi yabancı kaidelerden de kurtulmuştur. Sonra yabancı kelime sayısı büyük ölçüde azalmış ve azalmaktadır. Fakat, bir kısmı konuşma diline de yerleşmiş olduğu için, Türkiye Türkçesinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime vardır. Bu hususta Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin en temiz devri değildir. Osmanlıca ile mukayese edilemeyecek kadar temiz bir durumda olmakla beraber. Eski Anadolu Türkçesindrn daha çok yabancı kelime ihtiva etmektedir. Demek ki Türkiye Türkçesinde yabancı unsur olarak yalnız çok sayıda Arapça, Farsça kelime kalmıştır. Bu arada bazı terkipler de görülür, fakat bunlar tek kelime muamelesi gören klişeleşmiş şeyler olup sayılan da çok azdır. Türkiye Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı kelimeler almış olmasıdır.

Türkiye Türkçesinde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuşmuştur. Bu devrede Türk cümlesi eski devrelerdeki kanşık ve mânâsız uzunluğundan kurtulmuş, kısa, derli toplu, yanlışsız cümle hâline gelmiştir.

Osmanhcadan Türkiye Türkçesine geçiş, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak suretiyle olmuştur. Osmanlıca, konuşma dilinden çok uzaklaşmış son derece sun'i bir yazı dili idi. Türk yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla Türkçeyi bulmuş, ve sun'i Osmanlıca tarihe karışmıştır. Esasen Türkçeye sokulmuş olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek menşe, gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç bir ilgisi bulunmayan bir Sami, bir Hind-Avrupa dilinden gelme idi. Bu sebeple bu unsurlar Türkçenin bünyesi içinde daima yabancı kalmış ve büyük bir sun'iliğe dayanan iğreti durumları, yazı dili konuşma dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak üçüzlü sun'i dil en kısa zamanda yıkılıp gitmiştir. Yazı dili konuşma diline yaklaştırılırken tabii öteden beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı konuşma diline sahip bulunan muhitin dili, yani İstanbul Türkçesi esas alınmıştır. Bu sebeple bugün Türk yazı dili, yani Türkiye Türkçesi hemen hemen istanbul konuşma dilinin, İstanbul Türkçesinin aynidir. Yazı ve konuşma dili olarak ikisi arasındaki fark en aşağı bir derecededir.

Hülâsa, ana çizgileri ile başlıca vasıflarını belirttiğimiz Türkiye Türkçesi bugün tanı bir özleşme, güzelleşme ve gelişme halindedir. Batı Türkçesi bu son devre ile çok hayırlı bir yola girmiş ve Türk yazı dilinin bütün gelişme ufukları açılmıştır. Kuvvetli bir yazı dili olmak üzere gelişme yoluna giren Türkiye Türkçesinin yürüyüş hızı devre boyunca memnunluk verici bir seyir göstermiş, 1928 'de eski harflerin terkedilınesin-den sonra ise büsbütün artmıştır. Bu devirde son zamanlarda bile arada sırada Osmanlıca bazı şiirler yazıldığı da görülmektedir. Fakat ölü dille yazılmış olan bu bir kaç şiir şüphesiz ancak tarihî birer hatıradan ibarettir.

Bütün bu yukarıdan beri söylediklerimizi toparlayacak olursak, demek ki, Batı Türkçesi kendi içinde birbirini takip eden ve birbirine geçmiş bulunan üç devreye ayrılmaktadır. Bu devrelerin birincisi olan ve iki asır devam eden Eski Anadolu Türkçesi Selçuklular, Anadolu beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir, ikinci devre Istanbulun fethinden Osmanlı imparatorluğunun sonuna kadar imparatorluğun yazı dili olarak beş asra yakın bir ömür sürmüş bulunan Osmanlıcadır. Üçüncü devreyi teşkil eden Türkiye Türkçesinin hayatı ise henüz yarım asrı geçmemiştir. Yani, Osmanlıca Batı Türkçesinin en uzun devresidir. Bu uzun devre Batı Türkçesinin ayni zamanda en güç devresidir de. Bu devir metinleri üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçeden başka iki yabancı ortağın gerekli kaidelerini de bilmek lâzımdır. Türkçeye kendi kaideleri ile girmiş bulunan bu yabancı unsurlar, bir taraftan Eski Anadolu Türkçe'sinde görünmeğe başlamış olduğu, diğer taraftan, kelime hâlinde de olsa, Türkiye Türkçesine de taşmış bulunduğu için bir dereceye kadar Osmanlıcadan önceki ve sonraki devreleri de ilgilendirirler. Osmanlıca-daki Arapça, Farsça unsurların mahiyetini öğrenmek ilk ve son devrenin yabancı unsurlarını da yakından görüp bilmek demektir. Yani, Osman-lıcanın yabancı unsurlarını kavramakla bütün Batı Türkçesinin yabancı unsur durumu aydınlığa çıkmış olur. Türkçe bakımından ise Osmanlıca Türkiye Türkçesinden farklı olmadığı gibi, Eski Anadolu Türkçesine de bağlıdır. Bu yüzden onun Türkçe cephesini ele alırken Türkiye Türkçesi ile Eski Anadolu Türkçesini de ele almış oluruz. Hülâsa, Batı Türkçesinin en karışık ve güç devri olan Osmanlıcanın iç ve dış yapısını incelerken yalnız onun hudutları içinde kalmayarak bütün Batı Türkçesini göz önünde bulundurmak lâzımdır.

Prof.Dr.Muharrem Ergin

Yorumlar (0)