03.10.2018, 21:00

TÜRKÇEYE GÖZ KULAK OLMAK

TÜRKÇEYE GÖZ KULAK OLMAK

Dilbilimciler esasen bütün dillerin, konuşurlarının ihtiyacına cevap verecek düzeyde olduğunu belirtmekte, bugün bazı dillerin daha üstün görünmesinin sebebini, o dillerin doğasına değil, siyasal ya da ekonomik güce bağlamaktadır. Ancak kabul etmek gerekir ki her dilin kendine özgü özellikleri vardır.

Örneğin Arapçada deve ile ilgili yaş, tür ve cinsiyete bağlı onlarca farklı ad bulunmaktadır. Benzer biçimde Eskimo dilinde ‘kar’la ilgili sözcük sayısı oldukça fazladır. Aput ‘yerdeki kar, gana ‘yağmakta olan kara’, pigsirpog ‘rüzgârda savrulan yerdeki kar’, gimugsug ‘bir kar savruntusu’ anlamındadır. Bütün bunlar, Arapçanın ya da Eskimo dilinin, başka dillerden daha üstün olduğu anlamına gelmez.

Örneğin Türkçedeki kayınbirader ve enişte sözcükleri, İngilizcede ‘brodher in law’ ‘hukuksal erkek kardeş’ kelime grubuyla karşılanmaktadır. Baldız ve görümce sözcükleri ise ‘sister in law’ ‘hukuksal kız kardeş’. Benzer biçimde dayı ve amca sözcükleri ayırt etmek için İngilizcede başka bir kelimeye ihtiyaç vardır: ‘Paternal uncle’ (baba tarafından amca), ‘maternal uncle (anne tarafından amca)’.

Bana göre bir dilin anlatım gücü deyimlerinde saklıdır. Deyimler sayesinde onlarca sözcükle ifade edebileceğimiz bir duyguyu kısa ve etkili biçimde karşımızdakine aktarabiliriz. Anlama yüklemek istediğimiz derinliği, abartıyı, yoğunluğu ya da şiddeti deyimler sayesinde kolayca elde edebiliriz.

Örneğin kızmak, öfkelenmek ve küplere binmek biçimleri, kızgınlığın derecelerini gösterir. Şeyh Galip’in farklı bir bağlamda söylediği ‘Onlar ki kelama can verirler’ dizesi, bence deyimler için çok uygun. Hakikaten deyimler söze can katmaktadır.

Bir şeyi incelemek, için ‘alıcı gözüyle’; çaktırmadan bakmak istediğimizde, ‘göz ucuyla’ ya da ‘gözümüzün kuyruğuyla’; anlamsızlığı ifade etmek için, ‘boş gözlerle’; korkmadığımızda ya da korkutmak istediğimizde ‘gözünün içine’ bakarız.

Birinden hak etmediğimiz ağır sözler duyunca ‘açtı ağzını, yumdu gözünü’ deriz. ‘Gözümüz dönecek’ kadar kızdığımızda muhatabımızı ‘gözümüze kestirip’ ‘ona gözdağı vermek’ten geri durmaz; ‘gözünü yıldırmak’ ya da korkutmak için ‘gözümüzü devire devire bakarız’.

Hakkımıza ‘göz dikeni’, ‘gözümüz tutmaz’ ve alimallah ‘gözünün yaşına bakmadan’ cezalandırmayı ‘dört gözle’ bekleriz
Şöyle bir ‘göz atmak’ için ‘göz gezdirdiğimiz’ bir kitaba kapılıp ‘göz kesildiğimiz’ çok olmuştur.

Bir güzele ‘gözümüz takıldığında’ Ziya Paşa’ya ittiba ederek ‘Hüsn olur kim seyrederken ihtiyar elden gider.’ deyip ‘gözümüz başkasını görmez’ olur; görmez olur da sevdiğimizi hep ‘gözümüzün önünde’ isteriz. Dahası, sevgili ‘göze gelmesin’ diye ‘Elemtere fiş, kem gözlere şiş’ der, nazar duaları okuruz. ‘Gözden ırak’ sevgili, ‘gözümüzde tüter’. Ayrılık acısıyla ‘yüreğimiz göz göz olur.’

Baba oğlunun, ‘gözünü budaktan sakınmayacak’ kadar ‘gözü kara’ oluşuyla övünür; anne ‘gözü açılmamış’ kız arar, ‘gözü gibi sevdiği’ erkek çocuğuna. ‘Gözü dışarıda olmasın’ diye oğlunu ‘baş göz etmek’ için ‘gözlerine uyku girmeyen’ anne, ‘göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman geçtikten sonra ‘anasının gözü’ bir gelinin kendine ‘başım gözüm üstüne’ demediğinden yakınır; ‘sözün başını gözünü yaran uğursuz gelinin ‘gözünü oymaktan’ aciz olmadığını; ama her şeye oğlunun mutluluğu için ‘göz yumduğunu’, ‘iki gözü iki çeşme ağlayarak’ anlatır konu komşuya.

Şansı dönüp kâr sağlayan, ‘turnayı gözünden vurur’; ancak bununla ‘gözü doymaz’, ‘açgözlü’ olur ve ‘başının gözünün sadakasını’ vermezse, ‘gözünü toprak doyursun’ bedduasına müstahak olur.

‘Gözümüzde büyüttüğümüz’ nice ‘gözü yüksekte’ sahte kahraman, insanların ‘gözünü boyadığı’ için ‘gözümüzden düşmüştür’.

‘Yüz göz olmamak’ için ağır, ‘yüzüne gözüne bulaştırmamak için’ dikkatli davranmak akıllı adam işidir.
Duymanın, dinlemenin farklı yönleriyle ilgili ‘kulak’ sözünü kullanarak oluşturulmuş deyim sayısı da çoktur dilimizde.
Bize pek ‘kulak asmayan’, ‘kulak vermeyen’ ya da isteklerimizi ‘kulak ardı’ eden çocuğumuzu, ‘kulağını büküp’ ya da ‘çekip’ uyarır; söylediklerimizi ‘can kulağıyla’ ya da ‘kulak kesilip’ dinlemesini isteriz.

Azımsadığımızda ‘devede kulak’; aza kanaat etmeyip elindekini yitirene ‘boynuz isterken kulaktan oldu.’ deriz.
‘Kulaktan kulağa’ yayılan ve nihayet bizim ‘kulağımıza çalınan’ bir söylentiye inanıp kızgınlıkla hakkında ileri geri ettiğimiz lafın, dostumuzun ‘kulağına gitmesinden’ korkar; hakkında söylediklerimizi duyunca ‘kulaklarına inanmamasını’ ümit ederiz.

Eski kulağı kesiklerden’ birinin öğütlerine ‘kulak tıkamak’ akıl kârı değildir.
Bazen, ‘kulağına küpe olsun’ diye bir sevdiğimizi toplum içinde bozar, ‘kulaklarına kadar kızarmasını’ uygun buluruz. Bazen ‘kulak misafiri’ olarak dinlediğimiz bir olay, eski bir dostu hatırlatır ve ‘kulağını çınlatarak’ güzel günlerden bahsederiz.

Acaba, başka hangi dilde vardır, bu kadar zengin ve canlı, bu kadar anlam yükü taşıyan deyim...

Türkçe böylesine güçlü bir anlatıma sahipken, onu yetersiz görmek kimin haddine!

Bilinmelidir ki mesele, Türkçenin bizatihi kendine ait değildir; mesele dilimizin zenginliklerinin yeni kuşaklara aktarılamamasındadır.

Deyimleriyle bu kadar canlı ve bu kadar diri olan Türkçeye ‘göz kulak olacağını’ iddia eden varsa beri gelsin!

Mustafa Sarı

Yorumlar (0)