Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri

Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri / Prof. Dr. Salim Cöhce


Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri / Prof. Dr. Salim Cöhce

Afganistan'ın kuzeyde Garcistan, batıda Herat, güneyde Germsir ve Nimruz ve doğuda Kabil-Kandahar ile sınırlanan dağlık Gur bölgesinde ortaya çıkan1 ve oraya nisbetle isimlendirilen Gurluların menşeleri hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Her ne kadar kendilerini efsanevî Şensâbânî Hanedanına2 bağlamak isteseler de, bu topluluğun Türk soyundan geldiğine dair kuvvetli belirtiler mevcuttur.3 Selçukluların Oğuz darbeleri altında dağılmasından istifade ile güçlenen Gurlular Türk memlûklardan kurulu ordularıyla kısa sürede İslâm dünyasında önemli bir güç haline geldi. Onikinci yüzyılın sonlarına doğru İran hariç, Gaznelilerin hakim oldukları bütün toprakları ele geçiren bu topluluk, biraz da kuzeydeki güçlü rakipleri Harezmşahlar Devleti sebebiyle güneye yönelmiş ve tamamen Türk memlûklardan teşekkül eden ordularla Hindistan'a seferler düzenlemiştir.4 Bu yöneliş özellikle Mu'izz ed-dîn Muhammed Gûrî'nin Gazne'ye hakim olmasından sonra daha belirgin bir hale gelecektir.5 Bu sırada Hindistan, feodal devletçikler halinde raca ve maharacalar tarafından yönetilmekteydi.6 Pencâb yöresinde ise Lahor merkez olmak üzere Gazneliler hakim bulunuyordu.

1176'da, daha çok Türklerden meydana gelen ordusu ile Karmatîlerden Multan'ı alan Mu'izz ed-dîn Muhammed, bir yıl sonra Ucc üzerine yürüyerek Raca'nın hanımının ihaneti sayesinde burayı zaptetti.7

1178'de Ucc ve Multan yoluyla Nahravala (Gucerat) yönünde harekete geçen Gur Sultanı'nın yolu Nadulu Kelhan'da kesildi. Bölgedeki racalar şiddetle direndi. Bunu değerlendiren tecrübeli Raca Bhim Div, Raçputlardan da destek alarak Gur Ordusunu mağlup etti.8 Bu olay Müslüman Türklerin Hindistan'da uğradıkları ilk önemli yenilgidir.

Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, 1180 yılında Gaznelilerin son temsilcisi, Lahor hakimi Husrev Melik'i hakimiyeti altına aldı.9 İki yıl sonra Gakhar arazisine girerek Sialkot'u (; Sakala) zapt etti ve burasını bir hareket üssü haline getirdi.10

Bundan rahatsızlık duyan Husrev Melik'in Gakharlar ile anlaşmasını önlemek üzere Lahor baskı altına alındı. Böylece Gazneli hükümdarına müstakil hareket etme imkan verilmemiş, O'da, bir fil ile birlikte oğlu Melikşâh'ı Sultan Mu'izz ed-dîn'in nezdine göndererek hiç değilse geçici bir süre için barışı sağlamıştı.11Ancak bu sonucu değiştirmeyecek ve 1186'da Lahor'u zapt eden Gurlular, son Gazneli topraklarına da el koyacaklardır.12

Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, Pencâb'a tamamen hakim olarak bölgede belirleyici bir konuma yükselirken Tomarasların elinde bulunan Dehli'yi13 zapt ederek Hayber geçidiyle Orta Hindistan ve Ganj düzlüklerini birbirine bağlayan stratejik bir mevkide bulunan bu şehri süratle tahkim eden14 Çauhanların (; Raçputlar) Ecmir Racası III. Prithvi (; Ray Pithora) önemli ölçüde güçlenmiş ve Lahor ile birlikte Kuzey Hindistan'daki Müslüman ahali için tehlikeli bir hale gelmiş bulunuyordu.15 Dolayısıyla Lahor'u zapt eden Gûrlular, Türk askerî ve idarî sistemine benzer bir teşkilatlanmaya sahip olup16 diğer Hindu hükümetlerine göre daha güçlü bir konumda bulunan Raçputlar ile karşı karşıya geldi.

A. Tarain Savaşları

1191 kışında Raçput arazisine giren Türklerden müteşekkil Gûrlu ordusu süratle Taberhinde'yi (; Bathinda) ele geçirerek, Hindistan'ın kapısı sayılan Pencâb'ı Delhi yaylasına bağlayan düzlük üzerinde yeralan Tarain'e (; Tirâorî) kadar ilerledi. 17 Burada, Müslümanlara karşı kazandığı başarılardan dolayı hakkında destanlar yazılan Raçputların cesur ve muharip Racası III. Prithvi ve müttefikleri ile karşılaştı. Seçme on iki bin atlıyı Taberhinde'de bırakmış olan Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, kendi kuvvetlerinden kat kat fazla olan ve ikiyüzbin süvari ile dönemin adeta canlı tankları sayılabilecek üçbinden fazla filden oluşan birleşik Hindu ordusuna hücum etmekten çekinmedi.18 Savaşın iyice şiddetlendiği bir sırada, merkez kuvvetlerinin başında bizzat ileri atılan Sultan omuzundan ağır şekilde yaralanmış ve atından düşmek üzere iken Kalaç Türklerinden bir piyadenin olağanüstü gayretiyle Hindu kuşatmasını yararak, mutlak bir ölümden kurtulmuştur.19

Gurlu ordusu büyük bir azimle ve kıyasıya vuruşmasına rağmen netice alamadı. Sonuçta Türkler geri çekilirken, Raçputlar takip etme cesaretini gösteremedi. Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, Gazne'ye dönerken süratle yeni bir seferin hazırlıklarını da başlattı.20 Bu arada savaşın yaralarını saran Çauhanlar, Taberhinde kalesini muhasara etti. Ancak, Kale muhafızı Melik Ziyâ ed-dîn Tulek burasını bir seneden fazla savunmayı başarırken, Sultan hazırlıklarını tamamlamış ve yüzyirmi bin atlı ile Gazne'den yola çıkmıştı.21

Gur Sultan'ı Lahor'a ulaştığında önde gelen komutanlarından Kıvvamü'l-Mülk Rükn ed-dîn Hamza'yı, Taberhinde önlerinden çekilip, Tarain'de kamp kurmuş olan Raca III. Prithvi'ye elçi göndererek, O'ndan Muhammed b. Kasım döneminden beri Müslümanlara ait olan bu bölgeleri geri vermesini veya İslâmiyet'i kabul edip hakimiyeti altına girmesini istedi.22 Bu talep, Mu'izz ed-dîn Muhammed'in yürüttüğü bir psikolojik harekâttı ve Raçput Racasından beklediği sert cevabı almakta gecikmedi. III. Prithvi, bir yandan Raçput ve Afgan atlılarından müteşekkil üç yüz bin kişilik kuvvetiyle harekete geçerken, öte yandan da Hindistan'ın diğer büyük raca ve raelerini yardıma çağırdı.23

Raçputları desteklemek üzere yeniden Tarain sahrasında toplanan yüzelliye yakın raca Sultan'a bir mektup göndererek çekilip gittiği takdirde hiç karışmayacaklarına yemin etmekte ve aksi halde ertesi gün kendisini ezeceklerini bildirmekteydi. Gur Sultan'ı buna Firûzkuhtaki ağabeyinin karar verebileceğini ifadeyle Raçputları oyalarken, ertesi sabah erkenden, hiç beklenmedik bir anda Sarsavati nehrini geçerek düşmanın üzerine atıldı. Onbin süvari dört yandan taarruza geçiyor, oklarını bıraktıktan sonra belirli bir düzen içerisinde geri çekiliyordu. Bu harb oyunu Hindu birliklerinin bütün düzenini alt üst etmiş ve diğer birliklerin kuşatmayı tamamlamasıyla sona ermişti.24 Çok bilinen bu Türk savaş taktiği neticesinde, müttefik kuvvetler tam bir bozguna uğratılırken, kazanılan başarı muhteşemdi. Sonuçta, bir yıl önceki savaşta Sultan'ı yaralayan Handay Rae başta olmak üzere pek çok raca öldürüldü veya esir alındı. Bunlardan birisi olan III. Prithvi'nin oğullarından Rainsi, Ecmir valiliğine tayin edilirken25 bölgedeki Sarsaty, Samana, Kuhram ve Hansi gibi pek çok şehir ve kale ele geçirilerek Raçput mevzilerinin büyük bir kısmı devre dışı bırakıldı.

1192 yılında kazanılan Tarain zaferi Hindistan Türk tarihi bakımından önemli bir dönüm noktası olup, sonuçları itibariyle Malazgirt zaferine benzer. Zira, bu muharebeyi müteakip Kuzey Hindistan'ın önemli şehir ve kasabaları art arda Gurlu hakimiyeti altına girdi.26 Bir başka deyişle Tarain zaferinden sonra Gurlular adına Kuzey Hindistan'ın fethini, önceleri tamamen Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed Gûrî adına hareket eden Türk kumandanlar üstlenmiş ve bu görevi de lâyıkıyla yerine getirmişlerdir.

B. Kuzey Hindistan'da Gerçekleştirilen Fetihler

Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, muzaffer bir şekilde Tarain'den Gazne'ye dönerken önemli miktarda bir kuvveti Hindistan'da bıraktı. Bunlar, bölgeye sadece akınlar yapmakla yetinilmeyeceğini dolayısıyla, Gazneli Mahmud'un aksine Sultan Mu'izz ed-dîn'in Hindistan'a hakim olmak istediğini göstermektedir.27 Ancak Gazne'ye ulaşıldıktan sonra Gurluların, Büyük Selçuklu devletinin mirasına konarak Doğu Müslümanlarının liderliğini ele geçirebilmek hususunda rekâbete girdikleri Harezmşâhların sebep olduğu meseleler ağır basacaktır. Zamanla tam bir kör dövüşü halini alacak olan bu meseleler28 sebebiyle Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, Hindistan ile yeterince ilgilenemeyecek, dolayısıyla Hindistan'ın bütün askerî ve siyâsî unsurları başta Aybeg olmak üzere muktedir ve güvenilir Türk kumandanların elinde toplanmaya başlayacaktır. Ona rağmen Gur Sultanı, Harezmşahlar ve bu arada yeni ortaya çıkan Karahıtaylar ile yaptığı mücadeleden fırsat buldukça Hindistan'a gelmiş ve bazı bölgeleri de feth etmiştir.

1. Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'in Fetihleri

1194'de Gazne'den harekete geçen Gur Sultan'ı Kannauç ve Benares üzerine yürüdü. Bu arada Gur ordusuna iltihak eden ve ellibin kişilik süvari birliğinin başına getirilen Aybeg29 ve Sipahsalar İzz ed-dîn Hüseyin Harmil ile birlikte Chandvar civarına ulaşan Sultan, burada yollarını kesmek isteyen Hindu kuvvetlerini mağlûp ederek, geri sürdü. Sonunda Cemne nehri kıyısında Chandvar yakınlarında sıkıştırılan Rae Jai Chand savaşa mecbur edildi ve gözüne isabet eden bir okla öldürülerek kuvvetleri dağıtıldı. Bol miktarda ganimet ve üçyüz fil alındıktan sonra Rae'nin hazinelerinin bulunduğu Asni kalesi de ele geçirilerek, Benares dahil Bengale sınırına kadar olan bütün bölge zapt edildi.30

Bir yıl sonra, 1195'de tekrar Hindistan'a giren Gur Sultan'ı Hansi'de Aybeg tarafından karşılandı ve birlikte Thankir üzerine yüründü. Rae Kunvar Pal'in hayatının bağışlanması dileği kabul edilmiş ise de toprakları geri verilmeyerek memlûk asıllı Türk kumandanlardan Bahâ ed-dîn Tuğrul'un yönetimine bırakıldı.31 Buradan hareketle, Hasan Nizâmî'nin Hindistan kalelerinin meydana getirdiği gerdanlıkta bir inci olarak tanımladığı Galyûr (Gwalior)32 üzerine yürüyen Türk ordusu karşısında dehşete düşen Rae Solankhpala'nın derhal on fil ve her yıl muntazam olarak vergi vermek kaydıyla yaptığı sulh teklifi kabul edildi. Buna karşılık Rae'nin topraklarına dokunulmayacaktı. Sonunda Sultan Gazne'ye, hareket ederken Aybeg de, Dehli'ye döndü.33

Galyûr seferinden sonra Türkistan'da ortaya çıkan gelişmeler34 yüzünden Gur Sultan'ı Mu'izz ed-dîn Muhammed, yaklaşık on sene Hindistan'a gelmeye fırsat bulamadı. Bu süre içerisinde Hindistan fetihlerini Aybeg, Bahâ ed-dîn Tuğrul ve Bahtiyâr Halaç yürüttü. Yine bu sırada Gur tahtında değişiklikler olmuş ve 1203'de, ağabeyi Gıyâs ed-dîn'in ölümü Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'i oldukça sarsmıştı. 35

1204 yılında Sultan Mehmed'i mağlup ederek Harezm şehrini kuşatan Mu'izz ed-dîn Muhammed, buradan herhangi bir sonuç alamadan geri dönerken, Belh yolunu kapatan Karahıtaylılar ile Andkhud kalesi36 önlerinde yaptığı savaşı da kaybetti.37 Bunun üzerine bütün Gur ülkesi karışmış ve bir kısım melikler müstakil hareket etmeye başlamıştı.38 Kısa sürede onları itaat altına alan ve bu arada Harezmliler ile de barış yapan Gur Sultan'ı tekrar Hindistan'a yöneldi.39 Ankdhud yenilgisini haber aldıktan sonra genel bir ayaklanma başlatarak Pencâb bölgesinin güvenliğini tehdit eden Gakharlar, 1205 yılında şiddetle ezildi. İkiyüz bin kişi kılıçtan geçirilirken Sultan, sadık adamlarını, bu arada Hindistan'da gittikçe yükselen Aybeg'i de cömertçe mükâfatlandırdı.40 Karahıtaylar üzerine yürümek için Lahor'dan hareket ettikten sonra Daniya'da (: Damyak) mola verildiği sırada, Gakhar fedaileri'nin ağır bir şekilde yaraladığı Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, 15 Mart 1206 tarihinde
öldü.41

2. Aybeg'in Fetihleri

Tarain zaferinden sonra Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, Kuhram ve Samana valiliğine atadığı Aybeg'i, Kuzey Hindistan'ın büyük bir bölümünü içine alan Çauhan memleketlerini de tamamen fethe memur etmişti.42 İlk anda kendisine havale edilen Kuhram ve Samana yöresini tam olarak itaat altına alan bu Türk Meliki, derin ve geniş hendeğiyle tanınan Merut kalesini feth ettikten sonra süratle Dehli üzerine yürümüş ve bu önemli merkezi zapt etmiştir.43

Eylül 1192'de Aybeg, Gücerât tarafları ve Nahravala meselesiyle ilgilendi. Bölge racalarından Jitwan isyan etmiş ve Hansi'yi kuşatmıştı. Aybeg'in süratle üzerine geldiğini öğrenen Raca kuşatmayı kaldırıp hızla kaçma çalıştı ise de, İndus nehri üzerindeki Bakar (; Bakhar) önlerinde savaşa mecbur edilerek ortadan kaldırıldı. Hansi tekrar tahkim edilerek ele geçen büyük ganimetle birlikte Kuhram'a dönüldüğü sırada zafer haberi de Gazne'ye ulaşmıştı. Aynı zamanda gönderilen önemli miktardaki hediye Gûr Sultanını ziyadesiyle memnun etmiş olmalı ki, Aybeg'e pek çok imtiyaz, bu arada çevredeki racalıklar üzerine de seferler düzenleme serbestisi verildi.44

Renthembur racası Rainsi'yi tehdit eden Hari Raca'yı etkisiz hale getiren Aybeg,45 Türkleri bu şehirden atmak üzere harekete geçen Dehli'nin eski racasını da ortadan kaldırdı. Bu arada, isyan etmiş bulunan Ecmir Racası tekrar hakimiyet altine alındı. Bağlılıktan ayrılmayan Rae Kolah'a hilat giydirilip iltifat edilirken, O da, karşılığında değerli hediyelerle birlikte üç altın kavun hediye etmiştir.46

Sultan'ın davetlisi olarak 1193 yılında Gazne'ye ulaşan Kutb ed-dîn Aybeg'e iltifat edilmiş, adeta hediye yağmuruna tutulmuştur. Kışı orada geçiren bu ünlü Kumandan, geri döneceği sırada tehlikeli bir hastalığa yakalandı ise de Sultan'ın tabiblerinin ihtimamı sayesinde kurtulmayı başardı. Hindistan'a dönerken uğradığı Kirman'da Mu'izzî meliklerinden Tac ed-dîn Yıldız tarafından fevkalâde bir törenle karşılanan bu Aybeg, Sultan'ın arzusu doğrultusunda Yıldız'ın kızıyla evlendi ve haremiyle birlikte Dehli'ye döndü.47

Aybeg, 1194 yılında, iki ay süren şiddetli bir muhasaradan sonra Koil'i (; Aligarh) fetheden Aybeg, Cemne nehri boyunca doğuya ilerlemiş ve pek çok gazada bulunmuştu.48 O sırada Hari Raca'nın Alvar tepelerinden inerek tekrar Ecmir üzerine yürüdüğü haberi geldi. Raca, yeğeni Rae Kolah'ı yenerek Renthembur'u tehdit etmeye başlamıştı. Bunun üzerine harekete geçen Aybeg, kaçmak isteyen Hari Raca'yı savaşa mecbur etmiş ve Ecmir kalesine sığınan Raca, kurtuluşunun olmadığını görüp, intihar ederken, Türk birlikleri bu kaleyi yeniden ele geçirmiştir49.

Kutb ed-din Aybeg, 1195 yılının sonlarında Ecmir'in düşüşü üzerine teessüre kapılan ve bir cephe oluşturmaya çalışan Raçputlara karşı harekete geçti. Hindular, böyle bir seferi beklediklerinden hazırlıklı idi. Onun için şiddetle direndiler. Ertesi gün Nahravala kuvvetlerinin yetişmesi iyice güçlenmelerini sağladı. Bunun üzerine Raçputlar taarruza geçti ve bazı Türk komutanları şehid ederek, Aybeg'in de atını yaraladı. Hiç hesapta olmayan bu sonuç karşısında Türk ordusu Ecmir'e kapanmak zorunda kaldı. Hindular kaleyi kuşatıp, çevreyi de tahrip etti iseler de bir kaç ay sonra Gazne'den gönderilen yardımcı kuvvetlerin yetişmesi üzerine hızla geri çekildiler.50

Ocak 1196'da Nahravala üzerine yürüyen Aybeg, 3 Şubat 1196'da, öğleye kadar süren zorlu bir savaş neticesinde Gücerat Raesinden intikamını aldı. Burada yetmişbin esir, yirmi fil ve muazzam bir ganimet elde edildi. İbret olması açısından ellibin esir hemen orada kılıçtan geçirildi.51 Ecmir yoluyla Dehli'ye dönen Aybeg, ganimetten büyük bir payı Gazne'ye yolladıktan sonra, başarılı komutanlarını da taltif etmiştir52.

1196-1202 yılları arasında Hindistan'da geçen olaylar hakkında Târih-i Fahir ed-dîn Mübârekşâh haricindeki kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Bu dönem, aynı zamanda Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'in Hindistan'dan uzak kaldığı yılları içerisine alır. Mübârekşâh'ın kayıtlarına göre ise, 1197'de Bedaun,53 1198'de Kannauç, 1199'da Malva ve civarı ile 1200'de Galyûr fethedilmiş, 1202 yılında Kalinca, Paramardi Deva'nın elinden alınıp Kalpi bölgesinin merkezi Mahoba'ya girilmiştir.54 Bütün bunlara rağmen 1201'de itaatını arz etmek üzere Gazne'ye hareket eden Aybeg'e izin verilmeyip, geriye dönmesinin emredilmiş olmasını izah etmek güçtür.55 Ama, bu ziyaret 1204'de gerçekleşmiş ve bu Türk komutanı yine fevkalâde bir törenle karşılanmıştır.

Andkhud kalesi önlerindeki mağlubiyetten sonra Gazne'de bırakılan Yıldız bile müstakil hareket etmeye başlamışken56 Sultan'a bağlı kalan Kutb ed-din Aybeg, 1205'de Gakharların büyük bir mağlubiyete uğratılmasında önemli rol oynamıştır. O sebeple kendisine, Gûr Sultanı adına Hindistan işlerini yürütme yetkisi ve "Çetr ile Melik (: Sultan)" ünvanı verilmiştir.57

3. Melik Baha ed-dîn Tuğrul'un Fetihleri

Disiplinli, adil ve cömert birisi olan Melik Baha ed-dîn Tuğrul, Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed Gurî'nin eski memlûklarındandı. İyi bir eğitim aldıktan sonra yükselmiş ve önemli mevkilerde bulunmuştu. 1195'de, yeni fethedilen Thankir'i yönetmekle görevlendirildi. Onun üzerine bu bölge Hindistan ile Horasan'ın çeşitli yörelerinden gelip, yerleşen sanatkar, esnaf ve tüccar sayesinde kısa sürede zengin ve müreffeh bir yer haline gelecektir.58 Ama, Thankir kalesi Baha ed-dîn Tuğrul ve birliklerinin beklentilerini karşılamıyordu. Zira, Onlar feth edilmesi çok zor olan Galyûr'u zapt etmek gayesinde idi. Bunun için Biyane bölgesinde Sultan-kut şehri ve kalesini kurdular. Ama bu çaba da bir netice vermedi. Sonuçta Galyûr'a çok yakın bir yerde inşa ettikleri kaleden akınlara başlamaları üzerine Aybeg'e müracaat Pariharalar, şehri ona teslim etti. Bu olay Aybeg ile Tuğrul arasında büyük bir gerginliğin doğmasına sebep oldu. Her iki tarafın da savaşa hazırlandığı bir sırada Tuğrul'un ölümü ile mesele kapanacaktır.59

4. Muhammed Bahtiyâr Kalaç'ın Fetihleri

Gur bölgesinde, Hilmend nehri boyunda yaşayan Kalaç Türklerinden olan Muhammed Bahtiyâr, Germsir'de dünyaya gelmiştir. Amcası Muhammed Mahmud, Hindistan'da Aybek'in maiyetinde bulunuyordu. O da, bu yolu takip ederek Gur Ordusuna girmek istedi. Ancak dikkati çeken bir özelliği olmadığı için Gazne ve Dehli'de iş bulamadı.60 Fakat, Bedaun muktisi Sipahsalar Hasan-ı Edib'in hizmetine girmeyi başardı. Burada bir müddet çalıştıktan sonra küçük bir birliğin başında Hindulardan alınan bir kalenin muhafızlığına atandı. Bu sırada Amcası Kaşmandî tımarının sahibi olmuştu. O'nun ölümü üzerine buraya el koyan Muhammed, çevreye yaptığı akınlar sonunda maiyetindekilere büyük malî kazançlar sağlamaya başladı. O yüzden, gün geçtikçe askeri ve itibarı arttı. Bunun üzerine Oudh hakimi Melik Hüsam ed-dîn Ağılbeg, Ganj ile Sun nehri arasında bir bölgeyi kendisine verdi.61 Burasını üss haline getiren Muhammed Bahtiyar, 1202'de çok cüretkâr bir sefere girişerek, Bihar'a kadar ilerledi ve orayı feth etti.62

Bihar'ın fethinden sonra şöhreti iyice artan Muhammed Bahtiyâr, Kutb ed-dîn Aybeg'e bağlılığını göstermek üzere yanında sayısız hediye ile Dehli'ye hareket etti. Burada müstesna bir şekilde karşılandı ve takdir edildi. Memlûk menşeli değildi. Muhtemelen iyi bir eğitim de görmemişti. Bu yüzden merkezdeki bazı emirlerin kendisini kıskandıkları anlaşılıyor. Ama O, Dehli'den Bihar ve Lakhnauti hakimiyetinin tanındığını bildiren ferman yanında Hilat ve Hutbe okutma izniyle yeni fetihlere başlaması emrini de almış olarak döndü.63

Hemen harekete geçen Muhammed Bahtiyâr, Hindistan'ın büyük siyasi unsurlarından biri olan Raca Lakhmaniah'ı (: Lakşman Sena) mağlup etti.64 Ertesi yıl, 1203'te asıl kuvvetlerden ayrılarak, onsekiz kişi ile Bengale'nin merkezi Nadia'yı (: Nudia) hazineleri, filleri ve pek çok ganimeti ile birlikte ele geçirdi ve yerle bir etti.65 Nadia'nın yerine bölgenin merkezi haline getirdiği Lakhnauti'yi66 kısa sürede okul cami ve mescidler ile süslediği gibi çevresini de imar etti. Onun üzerine çok sayıda Türk, ailesi ile birlikte gelerek buraya yerleşti.67

Muhammed Kalaç'ın maiyetindeki askerin sayısı artık on binlerle ifade edilmeye başlanmıştı. Bunların çoğunluğunu Afganistan taraflarından gelen ve Hindistan'da daha iyi imkanlara sahip olmak isteyen Kalaçlar teşkil etmekteydi. Bunlar kendi kabilelerinden birisinin, o zamana kadar hiçbir Türk melikinin cesaret edemediği bir işe girişerek doğuda açtığı bu "gaza uç"unda üst üste kazandığı başarıları duyuyor ve akın akın O'nun hizmetine koşarak etrafında toplanıyorlardı.68 Bu arada yakın akrabalarının da hizmete girdiği görülüyor. Muhammed Kalaç, hepsine tımarlar tevcih etmiş, bu arada bazı küçük seferlere de onları yollamıştı. Böylelikle Lakhnauti, kısa sürede İslamî bir çehre almış ve Tibet taraflarına yapılan akınlar için bir üss olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1205 yılında Lakhnauti Kalaç Sultanlığı'nın temellerini atan Muhammed Bahtiyâr, aynı zamanda büyük bir projeyi yürürlüğe sokabilmek için de bütün gücüyle hazırlanmaktaydı. Sonunda Kamrup meselesini hallederek, on bin atlı ile meşhur Tibet seferine çıktı.69 Bu Türk kumandanı Tibet'e çeken şeyin ne olduğu bilinmemektedir. Ayrıca bu kadar uzak bir ülkeye, çok az geçit veren bir araziden gitmek istemesinin sebebi ne idi? Bu soruya mevcut bilgilerle tatmin edici bir cevap bulmak mümkün olmuyor. Neticede O, bu maceradan her yönden yıpranmış bir şekilde ve sadece ikiyüz kişiyle dönebilecektir.70

Muhammed Bahtiyâr Kalaç, Lakhnauti'de fazla kalmadı ve ülkenin diğer büyük şehri olan Div-Kod'a geldi. Orada da rahat edemedi ve yüreğindeki acının ağırlığıyla hastalanarak yatağa düştü.

Başına gelen bütün bu felaketlerin bir sebebi olduğuna inanıyordu ve talihinin dönmesini Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'in başına gelen bir felâkete bağlamaktaydı. Halbuki, O'nun ölümü kendisine haber verilmemişti. Ama, çevresine söylediklerinden Gazi İhtiyâr ed-dîn Muhammed Bahtiyâr Kalaç'ın bunu hissettiği anlaşılıyor. Neticede, O da, efendisi gibi 1206'da son nefesini verdi.71

C. Mu'izzi Melikleri

Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, her ne kadar başlangıçta ağabeyi Sultan Gıyâs ed-dîn'e bağlı idiyse de, O'nun 1203'de ölümünden sonra tamamen müstakil hareket etmiştir. Aslında Hindistan, Mu'izz ed-dîn'in kendi adına fethedilen bir yer olması sebebiyle mülkü sayılıyordu. Bundan dolayı da kendisine varis olarak gösterdiği Memlûk kumandanlarına kalmıştır.72

Türkleri çok seven, onları hizmetine alıp yüksek mevkilere tayin eden Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'in yanılmadığı zamanla anlaşılmış, Gurluların hakim olduğu diğer bütün topraklar 1215'de Harezmşâhların eline geçmiştir.73 Ama, Hindistan'da hakim olunan yerler, siyâsî varlığı 1857'ye kadar devam eden ve tesirleri günümüze kadar ulaşan bir hakimiyetin temellerini teşkil edecektir. Bu sonuç, O'nun ölümünden sonra Kirman ve Gazne'de Yıldız, Sind'de Kabaca ve Dehli'de de Aybeg'in iktidarı ele almasıyla sağlanabilmiştir. Esasen Gurlular adına Kuzey Hindistan'ın fethi, daha sonra Babur'da görüleceği gibi sadece bir kişinin, yani Sultan Mu'izz ed-în Muhammed'in şahsî gayretine dayanmayıp, başlangıçta O'nun adına hareket ettikleri için kaynakların "Mu'izzî Melikleri" diye adlandırdığı74 Türk kumandanların ortak çabalarının bir neticesiydi.75 Dolayısıyla hanedana mensup diğer Gur melikleri bu topraklar üzerinde hiç bir hak iddia etmedi.

1. Tac ed Dîn Yıldız

Mu'izzî meliklerinden Yıldız, Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed tarafından küçük yaşta hizmete alınmış bir Türk idi. Dürüstlüğü ve güzel görünüşüyle dikkati çekmiş ve emir rütbesi ile şereflendirilerek Sankran ve Kirman valiliklerine atanmıştır. Sultan nezdinde büyük itibara sahip olan bu Türk Emir, iki kızından birini Aybeg'e, diğerini de Kabaca'ya vermişti.76

Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, 1205'te Hindistan'a son seferini yaparken mutad olduğu üzere yine Kirman'a uğramış ve Yıldız, kendisini her zaman olduğu gibi karşılayarak bin elbise takdim etmişti. Sultan, bunlardan birisini bizzat kendisine ayırırken Yıldız'a hil'at giydirmiş ve birliklerine siyah üniforma tahsis etmek suretiyle ölümünden sonra Gazne tahtına O'nun geçmesini arzu ettiğini belirtmişti. Sultan'ın suikasta uğramasından sonra, diğer Gur emir ve melikleri Firûzkuh'taki Sultan Mahmud'u Gazne'ye çağırmışlarsa da, O, bunlara iltifat etmemiştir.77 Sonuçta Yıldız, Tac ed-dîn ünvanını alarak Gazne'de Gur tahtına oturdu. Kısa sürede bütün bölgeyi hakimiyeti altına alarak bir karışıklığa fırsat vermedi.

Tac ed-dîn Yıldız, Gazne ve çevresinde işleri düzene koyduktan sonra aniden Lahor üzerine yürüdü. Pencâb'ı kaybetmek istemeyen Aybeg, 1206'da Yıldız'ı mağlub ederek Gazne'yi zapt etti. 78 Bu zaferi kutlamak üzere eğlenceye daldığı bir sırada Tac ed-dîn Yıldız'ın halkın desteğini alarak gerçekleştirdiği baskın Aybeg'e hatasını göstermiştir. Yapılacak bir şeyin kalmadığını gören Aybeg, Seng-i Surh yoluyla Lahor'a ulaşmak suretiyle canını kurtarabilmiştir79 ve bundan böyle Lahor ile Dehli'ye hakim olmakla yetinmiştir.

Gazne'yi tekrar ele geçiren Tac ed-dîn Yıldız, Firûzkuh Sultanı'na borcunu ödemekte gecikmedi. Zira, isyan ederek Harezmşâhların yanında yer alan Melik Hüseyin Harmil Gur ve Gazne ordusunun önünde tutunamayarak kaçtı. Bu arada Sicistan'a girilerek Sistan kuşatılmış, kalenin düşürülememesi üzerine Melik Tac ed-dîn Harb ile sulh yapılarak, bölgede sukûnet sağlanmıştır. O sırada isyan eden Emir-Şikâr Nasr ed-dîn Hüseyin mağlûb edilmiş ve Harezmşâhlara sığınmak zorunda bırakılmıştı. Fakat bir müddet sonra dönmüş ve Vezir Müyyedü'l-Mülk Mehmet Sancarî ile beraber bir suikast sonucu ortadan kaldırılmıştır. Bu olaydan kırk gün sonra da; 1215'te Harezmşâh Sultan Mehmet, Toharistan üzerinden Gazne'ye saldırmış ve Gerdiz, Kerahiye (; Kördü dere) bölgelerini zapt etmiştir. Bu beklenmedik gelişme karşısında başkenti terk eden Sultan Tac ed-dîn Yıldız Seng-i Surh yoluyla Lahor'a çekilmek zorunda kaldı.80

Gazne'yi Harezmşâhlara kaptırdıktan sonra Thanesar'a kadar olan Pencâb bölgesini kontrolü altına alarak önemli ölçüde güçlenen Tâc ed-dîn Yıldız'ın bir sınır tartışması yüzünden81 Dehli Türk Sultanı İltutmuş ile arası açılmış ve bu iki Türk hükümdarı Ocak 1216'da, Tarain düzlüklerinde karşı karşıya gelmiştir. Yapılan savaşta yenilen ve yaralı olarak esir alınan Yıldız, hapsedilmek üzere Bedaun'a gönderilmiş ise de, kısa bir süre sonra orada ölmüştür.82

2. Nasr Ed-Dîn Kabaca

Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'in memlûklarından birisi olan Kabaca, üstün zekâsı, basireti, etkinliği, kabiliyeti, uzak görüşlülüğü ve tecrübesiyle temayüz etmiştir. Uzun süre Sultanın yakın çevresi içerisinde görev yapmış, böylece sivil ve askerî işlerin inceliklerine vakıf olmuştu. Kutb ed-dîn Aybeg'in büyük kızından Şeyh Alâ ed-dîn Behram Şâh adlı bir oğlu vardı.83

Ucc ve Multan hakimi Melik Nasr ed-dîn Aytum'un 1205'de Andkhut savaşında öldürülmesi üzerine yerine Nasr ed-dîn Kabaca atanmıştı. Bölge aynı zamanda Aybeg'in kontrolünde idi. O yüzden Aybeg ile iyi geçinen Kabaca, birkaç kez Dehli'ye giderek sadakatını göstermişti. O'nun ölümünden sonra ise, tamamen bağımsız hareket etmiş hatta, bütün Sind ile birlikte Sivistan ve Dipal yöresini de ele geçirmişti. Bu arada Taberhinde, Sarsati ve Kuhram gibi Aybeg'e ait topraklara da el koymaktan çekinmemiş, dolayısıyla Sultan Şems ed-dîn İltutmuş ile Tac ed-dîn Yıldız'ın bir süre ittifak yapmasına sebep olmuştu.84 O arada Yıldız, birkaç kez Kabaca'nın hakim olduğu topraklara taarruz etmiş, fakat bir sonuç alamadığı gibi 1215'te Kabaca'nın Lahor'u istilâ etmesine sebep olmuştu. Kabaca da burada tutunamayacak ve Sind'e çekilmek zorunda kalacaktır.85

Tâc ed-dîn Yıldız'ın ortadan kaldırılmasıyla doğan boşluğu büyük ölçüde Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca dolduracaktır. Ayrıca Aybeg'e gönderilen vergilerde istenmesine rağmen gönderilmemişti. Sonuçta Dehli Türk Sultanı İltutmuş, Kabaca'nın üzerine yürümüş ve 24 Ocak 1217'de Lahor önlerinde O'nu bozguna uğratmıştır.86

Türkistan'da Moğolların yükselişi, oradan kaçan pekçok kişinin Sultan Nasr ed-dîn Kabaca'nın yanına sığınmasına sebep oldu. Kabaca hepsinin ihtiyaçlarını karşılayarak Multan'ı dönemin en ileri ilim ve kültür merkezlerinden birisi haline getirdi. Fakat aynı olay, Celâl ed-dîn Harezmşâh'ın bölgeye inmesine de sebep olacaktır. Dolayısıyla bir yandan Çingiz'in Indus kıyılarında görünmesi,87 öte yandan Celâl ed-dîn'in Dipal ve Mekran taraflarına yürümesi, 1221'de Kabaca'yı büyük bir tehlike ile karşı karşıya getirdi.

Celâl ed-dîn'in Doğu Anadolu'ya geçmesiyle bölge kısmen sükunete kavuştu. Fakat bir müddet sonra Moğollar Sind'e indiler. Nitekim 1224'te Nandana'nın zaptından sonra Tuluy Noyan kırk gün müddetle Multan'ı kuşattı.88 Sultan, büyük yiğitlik ve cömertlik gösterdi. Sonuçta Moğollar geri çekildi.89

Moğol akınlarının hafiflediği bir dönemde, 1226'da Kalaçların Sivistan'ın Mansura bölgesini istila etmesi, ortaya yeni bir mesele çıkarmıştı. Bundan sonra Kabaca, Kalaçlar ile mücadele etmek zorunda kalacaktır. Kalaç Melikini mağlup ederek öldüren Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca, aynı başarıyı Sultan İltutmuş'a karşı gösteremeyecek ve ileride anlatılacağı üzere onunla girdiği mücadelenin sonucunda 29 Mayıs 1228'de sahneden çekilecektir.90

D. Kutbî Melikleri

1206 yılında Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'in ölümü üzerine Kuzey Hindistan'ın orta kesimlerinde boy gösteren ve kurucusuna nisbetle "Kutbîler" şeklinde anılan91 hanedan (1206-1211) devam ettirilememiş, kısa sürede ortadan kalkmıştır. Ama, Dehli merkez olmak üzere tesis edilen devlet, 92 yakalaşık yüzyıllık bir dönem hariç tutulacak olursa sürekli, Türk asıllı haredanların yönetiminde XIX. yüzyılın ortalarına kadar varlığını sürdürecektir. Dehli tahtına yükselerek bu devleti kuran ve kalıcı bir şekilde Hindistan'da Türk hakimiyetinin temellerini atan hanedan'ın ilk hükümdarı da Kutb ed-dîn Aybeg'dir.

1. Kutb Ed-Dîn Aybeg

Türkistan'dan gelmiş, muhtemelen Kıpçaklara mensup bir Türk olan Kutb ed-dîn Aybeg, 93 küçük yaşta Nişabur'a getirilerek İmam Ebu Hanife soyundan Kadı Fahr ed-dîn bin Abdülaziz Kufî'ye satılmıştır. Bu zatın çocuklarıyla birlikte okuma-yazma öğrenip, ilk dinî terbiyeyi alan Aybeg'in atçılık, binicilik ve okçulukta mükemmel bir şekilde yetiştiği görülmektedir. Gazne'de Gur sarayına intikal ederek Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed Gûrî'ye takdim edilen Aybeg, burada ahlâkî meziyetleriyle de temayüz etmiş ve kısa sürede Sultan'ın yakınları arasında yerini almıştır.

Gur Sultanı'nın maiyetinde sıra ile Emir-i Ahurluğa kadar yükselen Aybeg,94 bu görevi esnasında müşterek Gûrlu ordusunun Horasan'da isyan eden Harezmli Sultan Şah'a95 karşı düzenlediği seferde pusuya düşerek esir oldu. Kurtarıldığında, Aybeg'in gönlü alınıp, teselli edildiği gibi, kendisine büyük ihsanlarda da bulunulmuştur96. Ancak onun talihi, Hindistan seferlerinde açılmaya namzetti ve 1191-1192'de yapılan Tarain savaşlarında gösterdiği başarılar üzerine Kuhram ve Samana valiliği verilerek Çauhan memleketlerini feth etmekle görevlendirildi. Aybeg, bu görevi başarıyla yerine getirip, daha önce anlatıldığı gibi Kuzey Hindistan'da geniş bir bölgeyi de feth etmiştir. O sırada, Bihar ve Bengale taraflarında yoktan bir Türk hakimiyeti yaratmaya çalışan Muhammed Bahtiyâr Kalaç'a da yakınlık göstererek desteklemiştir. O'nun için bu Türk komutan ölümüne kadar Aybeg'e bağlı kalacak ve her zaman tabiîlik hukukunun gereğini yerine getirecektir.

Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, 15 Mart 1206 tarihinde ölümü üzerine Dehli, Bedaun, Ecmir havalisi başta olmak üzere İndus'tan Ganj'a, Himalayalardan Vindhiya dağları eteklerine kadar Kuzey Hindistan'ın orta kesimlerine Aybeg'in hakim olduğu görülmektedir.97 Mu'izzî melikleri içerisinde en kuvvetlisi olup, sivil işlerin idaresindeki başarısı yanında askerî alanda da geniş bilgi ve cesaretiyle temayüz eden Aybeg, Kutb ed-dîn ismini alarak 17 Mart 1206'da Lahor'da müstakbel Hind-Türk imparatorluğu tahtına oturmuş ve sonra da esas merkezi olan Dehli'ye taşınarak, tesirleri günümüze kadar ulaşacak yeni bir Türk Sultanlığı kurmuştur.98

Kutb ed-dîn Aybeg'in 1206-1210 yılları arasındaki sultanlık döneminde önemli bir hadise görülmemektedir. Sadece diğer Mu'izzî Meliklerinden, kayınpederi Tac ed-dîn Yıldız ile Pencâb'ın hakimiyeti meselesinden dolayı arası açılmış ise de kısa sürede bunu halletmiş ve Yıldız'ın Kûhistan dağlarına kaçmasını sağladıktan99 sonra Peşaver'den Tibet dağlarının eteklerine kadar bütün Kuzey Hindistan'ı birleştirdiği gibi, bu toprakları dışa bağlı olmaktan da kurtarmıştır. Bir ara Gazne'ye de hakim olmuş ise de kırkıncı günün sonunda Lahor'a çekilmek zorunda kalacaktır.100

Kutb ed-din Aybeg'in sultan olduğu son dört yıllık dönemde ciddi bir akında bulunmaması ve bu dönemin sönük geçmesi dikkati çekmektedir. Ancak O, daha önce olduğu gibi sıkışık zamanlarda Gazne'den yardım alamayacağının şuurunda görünmektedir. Onun için gerçekçi bir politika ile hakimiyet alanında konumunu güçlendirmek istemiştir. Doğru olan da budur. Zira, kaybedilecek bir savaş, başarısızlıkla bitecek bir akın bütün emekleri boşa çıkarabilir, telâfisi imkansız sonuçlar verebilirdi.

Kutb ed-dîn Aybeg, sarsılmaz bir iradeye sahip, kudretli bir kumandandı. Hem ordu, hem de halkının kalbine girmeyi başarmış ve kendisini sevdirmişti. Onun bu özelliği çeşitli Türk uruğları ile beraber bir kısım yerli ahalinin de kendi emrinde toplanmasına vesile olmuştur. Maiyetindeki Kalaç, Horasan ve Gûrlu askerleri sıkı bir disiplin altında tutması yanında onlara gösterdiği cömertlik ve hoşgörü kazandığı başarılarının temelini teşkil eder. Gûrluların hakimiyet bölgesinde; kendi dışındaki seçkin Türk kumandanlarını akrabalık yoluyla kendisine bağlaması da döneminin diplomatik kuralları arasında geçerli bir yol olmasındandır.

Aybeg, devrinin kaynaklarından olan Târih-i Fahr ed-dîn Mübarekşâhî'de Sultan ve adamları için çok parlak sözler göze çarpar. Keza Hasan Nizâmî, Avfî ve diğerlerinin eserlerinde de aynı methiyeleri ve parlak tasvirleri görmek mümkündür.101 Kısacası O, devrin iyi bir hükümdarı için gerekli bütün özellikleri şahsında toplayabilen büyük Türk hükümdarlarından birisidir. Hakimiyeti altındaki topraklarda tesis ettiği düzen,102 şöhretini çağdaşı olan Türkiye Selçuklu Sultanı III. İzz ed-dîn Kılıçarslan ve Harezmşah Ala ed-dîn Muhammed gibi diğer Türk sultanlarının seviyesine çıkarmıştı. Doğuştan tükenmez azmi, maceracı fakat ihtiyatlı yapısı ne kadar güç olursa olsun onun başarıya ulaşmasına yetiyordu.

Cengâverliği yanında, alimlik yönü de bulunan Sultan Aybeg'in sağlam bir Türklük duygusuna sahip olduğu görülmektedir. O'nun, çağdaşlarının saraylarında konuşulması adet olan Farsçayı terk ederek, Türkçeye ehemmiyet vermesi ve etrafında daha çok Türk kumandan ve beyleri toplaması önemlidir. Bu tavrıyla o, Türk edebiyatının bu gün de önemli eserleri arasında yer alan ve Türkler hakkında verdiği bilgilerle adeta Kaşgar'lı Mahmud'un Divan-ı Lügat'it Türk adlı eserinin ilgili maddesini tamamlayan Fahr ed-dîn Mübarekşâh'ın yetişmesini sağlamıştır.103 Yine O'nun Dehli'yi fethettikten sonra yaptırmaya başladığı ancak halefi Sultan İltutmuş tarafından tamamlanan Kutup Camii ile İbn Battuta'nın dünyanın en eşsiz eserleri arasında gösterdiği104 seksensekiz metre yüksekliğindeki Kutup Minar, Hindistan'da günümüze kadar ulaşan ilk İslâmî eserler arasında olup, Türk'ün Hind toprakları üzerinde yükselen muhteşem abidelerindendir.

Sultan Kutb ed-dîn Aybeg, kendisinden önce hiç bir fatihin hayal bile edemediği Hindistan'ın fethini gerçekleştirmiş, harp sahalarında kazanılan zaferlere rağmen elde tutulamayan bu ülkeyi daimi olarak elde tutmanın temellerini atmış ve dışarıdaki bir başkentten değil bizzat Hindistan'ın içinden idare etmiş birisidir.105 Ne var ki, bu büyük fatih, zaferlerinin meyvelerini toplayacak kadar uzun yaşayamadan 4 Kasım 1210 tarihinde, Lahor'da o zamanın meşhur oyunlarından Gûy-ı Çevgân oynarken, talihsiz bir şekilde attan düşerek ölmüştür. Eğer O, zaferlerinin meyvelerini toplayabilecek kadar yaşasaydı, hiç şüphe yoktur ki, başarıları çok daha büyük olurdu. Ancak Kutb ed-dîn Aybeg ile iyi ve başarılı bir başlangıç yapılmış ve güçlü bir merkezî idare kurulmuştu. Halefleri de onu günümüze kadar uzanacak tesirler bırakacak bir hale getirmesini bilmiştir.106

2. Aram Şah

Dehli Türk Devleti'nin kurucusu Sultan Kutb ed-dîn Aybeg'in ani ölümü üzerine Türk emir ve meliklerin desteklediği Aram Şah, Sultan ilân edildi. Onun, Aybeg'in oğlu olup olmadığı pek açık değildir.107 Esasen Aram Şah'ın Aybeg'in oğlu, kardeşi veya bir Türk meliki olması108 da o kadar önemli görülmemelidir. Zira, kuruluşunu yeni tamamlayan Dehli Türk Devleti'nde tahta geçmeyi kesin kaidelere bağlayan herhangi bir sistem bulunmadığı gibi, Aram Şah'ın Sultan ilân edilmesi keyfiyetini ortaya çıkaran husus da İltutmuş'un Lahorda bulunmayışıdır.

Kutb ed-dîn Aybeg'in ölümü, onun kurduğu devleti ortadan kaldırmak isteyenlerin harekete geçmesine sebeb oldu. Dolayısıyla Mu'izzî Meliklerinden Sind Hakimi Nasır ed-dîn Kabaca, Uçç, Multan, Sicistan ve Dipal gibi bir kısım önemli şehir ve mevkileri ele geçirirken sınırdaki bazı müstakil Hindu rae ve racaların da tecavüzkâr bir tavır içerisine girdi. Ayrıca Sultan Kutb ed-dîn Aybeg'e bağlı olarak Bengal bölgesine hakim olan Kalaçlar Dehli ile mevcud bağları koparmakta gecikmedi ve Ali Merdan Kalaç, Lakhnauti Sultanı olarak istiklâlini ilân etti. 109 Bütün bunlar Aybeg'in kurduğu devletin henüz sağlam temeller üzerine oturmadığını gösterdiği gibi Dehli Türk Sultanlığına seçilen Aram Şah'ın şahsiyeti hakkında da bir fikir vermesi bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Devletin içine düştüğü bu durum karşısında başta Sipahsalar ve Emir-i Dad Ali İsmail olmak üzere bir kısım melikler Sultan Aram Şah'tan umduklarını bulamamış olmalılar ki, Sultan Kutb ed-dîn Aybeg'in damadı ve güvenilir komutanlarından olan Bedaun Muktisi İltutmuş'a haber yollayarak tahta geçmesini istedi. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen İltutmuş, bütün kuvvetiyle harekete geçerek Dehli şehri ve kalesini ele geçirdi. Bunun üzerine Aksungur ve Farukşâh gibi bazı melik ve emirlerin yardımıyla harekete geçen Sultan Aram Şah, Cemne nehri kıyısında, Dehli-Amroha arasında yapılan savaşta yenilerek katledildi.110 Onun, daha bir yılını bile doldurmayan hakimiyetine son verilirken Kutbî hanedenı da tarihe mal ediliyordu.

E. Şemsî Melikleri

I. Sultan Şems Ed-Dîn İltutmuş

Şems ed-dîn ünvanını alarak111 Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturan İltutmuş112 ile, Hindistan'daki Türk hakimiyetinde yeni bir dönem açılmıştır. Cüzcânî ve ondan iktibasla diğer kaynaklar Şems ed-dîn İltutmuş'un kurduğu hanedanı "Şemsiyan-ı Hind" veya "Selâtin-i Şemsî" olarak isimlendirirler.113 Ancak araştırma eserlerinin hemen hemen hepsi, Kutb ed-dîn Aybeg dönemi de dahil olmak üzere 1206-1290 yılları arasındaki iktidarları Memlûk veya Slav hanedanı olarak adlandırır. Bunun sebebi gerek Kutb ed-dîn Aybeg'in, gerekse İltutmuş ve Balaban'ın başlangıçta memlûk olmalarıdır.

Sultan Olmadan Önceki Hayatı

Türkistan'da Kıpçak Türklerinin Uluğ-Borlı kabilesinden114 kendisine bağlı olanlar ve akrabalarının çokluğuyla meşhur olan Aylam Han'ın115 oğludur. Küçük yaşta zekası ve becerikliliği ile dikkati çekmiş, o sebeple de öz kardeşleri veya amcası oğulları tarafından tıpkı Hz. Yusuf kıssasında116 olduğu gibi köle tüccarlarının eline düşürülerek o dönemde dünyanın sayılı şehirlerinden biri olan Buhara'ya getirilmiştir. Burada Sadr-ı Cihân'ın akrabalarından birisine satılan İltutmuş, o ailenin bir ferdi gibi yetişmiş,117 sonra da Hacı Buhara adlı bir tüccarın hizmetine girmiştir.

İltutmuş, bir müddet sonra Cemâl ed-dîn Muhammed Çust Kaba adlı bir köle tüccarı tarafından Gazne'ye getirildi. Onun zeki, faziletli ve yakışıklı birisi olduğunu duyan Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, Çust Kaba'nın verilen fiyatı az bulması üzerine İltutmuş ile birlikte getirilen Aybeg adlı diğer bir Türk memlûkun Gazne'de alınıp, satılmasını yasaklayarak, vakfedilmelerini uygun buldu.

Bir sene kadar Gazne'de kaldıktan sonra Buhara'ya geri götürülen İltutmuş, üç yıl kadar sonra tekrar Gazne'ye getirilmiş ise de, Sultan'ın yasağı kalkmadığından satılamamıştır. 1196 yılında Gucerat seferinden dönüldüğü sırada, Sultan Mu'izz ed-dîn'in gözde kumandanlarından Aybeg'de Gazne'de bulunmaktaydı. Sultan Mu'izz ed-dîn'in tavsiyesi118 ile Dehli'ye davet edilen Cemâl ed-dîn Çust Kaba'dan satın alınan İltutmuş, Ser-Candarlık görevine getirilmiştir.119

1200 yılında, Galyûr (Gwalior) kalesinin fethedildiği sırada gösterdiği cesaret sebebiyle Emir-i Şikâr yapılarak Bedaun ve Baran ıktaları kendisine verilen İltutmuş,120 1205 yılında Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'in de bizzat iştirak ettiği Gakhar seferinde isyancılara büyük bir darbe vurarak Celâm nehri kıyısında onlardan oniki bin kadarını kılıçtan geçirmiştir. Bunu bizzat müşahade eden Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed, savaş bitip, zafer kazanıldıktan sonra hil'at giydirerek şereflendirdiği İltutmuş'u azad ederek, ona iyi bakmasını Aybeg'e emrettiği gibi, onun ileride daha büyük işler yapabilecek birisi olduğunu belirtmekten de geri kalmamıştır.121 Bunun üzerine Emirü'l-Umeralığa yükseltilen İltutmuş, Aybeg'in kaynaklarda ismi geçmeyen bir kızıyla da evlendirilmiştir.122

Sultan Kutb ed-dîn Aybeg'in öldüğü sırada, Bedaun'da bulunan İltutmuş, akıllı ve ileriyi gören birisi olduğu için Aram Şah'ın tahta geçirilmesini önce sukûnetle karşılamış ve herhangi bir harekette bulunmamıştır. Ancak Dehli'den gelen davet üzerine orada da kendisine müttefik bulduğunu anlayınca, harekete geçmiş ve daha önce işaret edildiği gibi Dehli Türk Devleti tahtını ele geçirerek Şemsî Hanedanı'nın temellerini atmıştır.

Dehli Türk Sultanlığında Düzenin Sağlanması

Sultan Kutb ed-dîn Aybeg öldüğü sıralarda Hindistan'daki Türk hakimiyeti dört parçaya bölünmüş durumdaydı.123 Bunun yanında Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturan Aram Şah'ın, bu topraklarda sulh, sükûn ve istikrarı sağlaması mümkün görünmediği gibi, daha önce mağlup edilerek sindirilmiş olan Hindu raca ve ranaların onun silik şahsiyeti yüzünden tecavüzkâr bir tavır içerisine girdikleri görüldü.124 Türk melikler arasında da üstünlük mücadelesi hızlanmış ve Hindistan'da Türk varlığı kısa sürede tehlikeye düşmüştü.

Dehli tahtına oturduğunda Aybeg gibi Gurlu Devleti'nin desteğine de sahip bulunmayan Sultan İltutmuş, bir yandan uyguladığı akıllı politikalarla, büyük ihsan ve lütuflarda bulunarak bir kısım Türk emir ve meliği kendisine bağlarken, Ser-Candar Türkî gibi muhalefette ısrar eden güçlü melikleri de ezmiş,125diğer yandan orduyu hızla düzene sokarak, vaziyetten istifade etmek isteyeceklere karşı harekete geçmiştir. Bunun sonucunda Ser-Candar Türkî hadisesi sebebiyle isyana kalkışan Calor hakimi Çauhan Rae Udi Şah, kısa sürede tekrar itaat altına alınacaktır. 126

Tâc ed-dîn Yıldız ile Tarain Savaşı

Sultan Şems ed-dîn İltutmuş'un tahta geçtiği sırada Sind'e hakim bulunan Mucizzî Meliklerinden Nâsır ed-dîn Kabaca, Uçç ve Multan'ı ele geçirmişti. Onun bu şekilde güçlenmesi, Tâced-dîn Yıldız'ı rahatsız etmiş,127 dolayısıyla Yıldız ile İltutmuş arasında bir anlaşma zemini ortaya çıkmıştı. Ama, bir müddet sonra Yıldız'ın, tekrar Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'den intikal eden bir takım hakların peşine düştüğü anlaşılmaktadır.128 Nitekim, Sultan İltutmuş'a "çetr ve durbaş" göndermiş,129 O da, bu oldu bitti karşısında herhangi bir harekette bulunmamıştı.130

1215 yılında Harezmlilere yenilerek Lahor'a çekilen Tâc ed-dîn Yıldız'ın131Thanesar'a kadar olan Pencâb bölgesini kontrolü altına aldıktan sonra önemli ölçüde güçlenip, bütün Kuzey Hindistan'ı ele geçirmek istemesi üzerine bir sınır tartışması bahane olmuş ve iki Türk hükümdarı karşı karşıya gelmiştir.132 Neticede Samana civarında bütün hazırlıklarını tamamlayarak harekete geçen Sultan İltutmuş, Tarain düzlüklerinde karşılaştığı Tâc ed-dîn Yıldız'ı mağlub etmeyi başardı. Yaralı olarak esir alınan Yıldız, hapsedilmek üzere Bedaun'a gönderilmiş ise de, kısa bir süre sonra orada ölmüştür.133 Böylelikle Gazne'nin Dehli üzerindeki hakimiyet iddiaları da kesinlikle sona erdirilmiş olacaktır.134

Nâsır ed-dîn Kabaca'nın Mağlûb Edilmesi

Tâc ed-dîn Yıldız gibi önemli bir rakipten kurtulan Sultan İltutmuş, Biyah nehri ile Ganj arasındaki Oudh (Evad) Baneres ve Sivalık tepelerinde isyan halinde bulunan bir kısım emir ve melikleri tedib ederek, bölgede sulhu tesis etti. Ancak kısa süre sonra, Sind bölgesine hakim iken Tâc ed-dîn Yıldız'dan boşalan bölgeyi de ele geçirerek güçlenen Nâsır ed-dîn Kabaca ile uğraşmak zorunda kaldı. Esasen Lahor, Taberhinde ve Kuhram yüzünden Sultan İltutmuş ile Kabaca arasında devamlı bir savaş hali vardı. Bu sırada Nâsır ed-dîn Kabaca'nın istenilen vergiyi vermemekte direnmesi, bizzat Sultan İltutmuş'un harekete geçmesini gerektirmiştir. Dehli ordusu karşısında tutunamayacağını anlayan Kabaca'nın geri çekilmek için yaptığı manevralar netice vermemiş ve sıkı bir takipten sonra Lahor'a kapanması önlenip, 24 Ocak 1217'de Çenab nehri kıyısında Mansura civarında savaşa mecbur edilerek müthiş bir bozguna uğratılmıştır.135

Bu galibiyet sonrasında parlak bir törenle Dehli'ye dönen Sultan İltutmuş, Kabaca'dan istediği vergiyi almış olmalıdır. Ayrıca, Kabaca'nın tekrar güçlenmesini önlemek için bu sırada Gazne'den Sind'e akınlar yapmaya başlayan Kalaç Melikleri teşvik edilmiştir. Kabaca'nın bunları mağlup etmesi üzerine de, Kalaçlar bölgede bir denge unsuru olarak himaye altına alınacaktır.136

5. Moğol Tehlikesinin Önlenmesi

Dehli Türk Sultanlığı'nı büyük bir devlet haline getirmeye çalışan Sultan İltutmuş'un dış siyâsetini en çok meşgul eden konulardan birisi hiç şüphesiz Hindistan'a yönelen Moğol tehditinin bertaraf edilmesidir. Otrar hadisesi üzerine harekete geçen ve 1220 yılında üst üste kazandığı zaferlerle Harezmşahlar Devleti'ni ortadan kaldıran Çingiz, bir müddet sonra İslâm ülkelerini istilâya yöneldi.137 Bu arada Celâl ed-dîn Harezmşâh'ın 1221 yılında, Afganistan'ın Parvan mevkiinde Moğolları yenmesine138 rağmen, daha sonra yapılan muharebeleri kaybederek139 Sind bölgesine çekilmesi birden bire Hindistan'ı da ön plâna çıkarmıştır.140 Nitekim çok geçmeden Çingiz'in elçileri Dehli'ye ulaşmış ve Lakhnauti, Kamprup yoluyla Çin'e ulaşabilmek için izin verilmesini talep etmekteydi. Bu istek red edilmiş ve Çingiz, Lab yoluyla Tibet üzerinden Çin'e dönmek zorunda kalmıştır.141

Moğol tehlikesi yanında Celâl ed-dîn'in Pencâb bölgesinde tutunmaya çalışarak, Gakhar kabilelerinin yardımıyla giriştiği bir takım faaliyetler, bir başka önemli tehlikenin kaynağını teşkil etmekteydi.142 Zira, sürekli Moğol baskısı altında olmasına rağmen, onlara karşı gösterdiği mukavemet sayesinde bütün İslâm aleminin takdirini kazanan Celâl ed-dîn'in Dehli Türk Sultanlığı'nı ele geçirme ihtimali bulunmaktaydı. Dolayısıyla Hindistan'da yer edinmesine fırsat verilemezdi. Onun için, Moğollara karşı işbirliği teklif etmek üzere Dehli'ye yolladığı elçileri geri göndermeyen Sultan İltutmuş, değerli hediyelerle birlikte gönderdiği kendi elçileri vasıtasıyla, gerçekten çok manidar olan "sizin gibi asil bir şehzâdeye bu ülkenin iklimi yaramaz" cevabını vererek143 ona böyle bir imkan tanımayacağını bildirmiştir. Bu sırada Dehli ordusu da harekete geçmiş bulunuyordu. Sonunda Celâl ed-dîn, Mekran yoluyla Kirman üzerinden Hindistan'ı terk edecektir.144

6. Lakhnauti Kalaç Sultanlığı'nın Dehli'ye Bağlanması

Gazi İhtiyâr ed-dîn Muhammed Bahtiyâr Kalaç'ın tamamen şahsî gayretleri ve büyük kahramanlığı sayesinde kısa sürede meydana getirdiği Lakhnauti Kalaç Sultanlığı Aybeg'in öldüğü sıralarda müstakil hareket etmeye başlayan Kalaç Melikleri tarafından idare edilmekteydi. Harezmşâh ve Moğol meselesini soğukkanlı ve akıllı davranışlarla bertaraf eden Sultan İltutmuş, bu hadiselerden epeyce yıpranmış olan Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca'yı bir müddet kendi halinde bırakarak bütün dikkatini ülkenin doğu kesimlerine yöneltmiştir.145 Bunun sonucunda 1225 yılında Patna'yı geçerek Kalaç arazisine giren Dehli kuvvetleri Ganj nehri kıyısına ulaştıkları sırada taraflar arasında anlaşma sağlanarak bölgede İltutmuş'un yüksek hakimiyeti tanınmıştır.146 Bunun üzerine Kalaçları sürekli kontrol altında tutabilmek için Melik İzz ed-dîn Canî ile birlikte oğlu Nâsr ed-dîn Mahmud'u Bihar'a tayin eden Dehli Sultan'ı, kısa sürede bölgeyi terk ederek geri dönecektir.

7. Retenbûr (= Renthembhur) Seferi

Hind yaylasında sağlam bir kayalık üzerine, taştan inşa edilmiş önemli kalelerden birisi olan Retenbûr, XII. yüzyılda Çauhanlar'dan Prithvi Raca'nın elinde bulunmaktaydı.147 1226 yılında burayı zapt etmek için harekete geçen İltutmuş, kaleyi bir müddet kuşatmış ise de Raca Valanadeva'nın külliyetli miktarda haraç ve vergi vermeyi kabul etmesi üzerine muzaffer bir şekilde Dehli'ye dönmüştür.148 Aynı yıl Sivalık tepelerini işgal ettiren İltutmuş, 1227 yılında bölgedeki tarihî Mandor kalesini de Raca Kirtipala'nın elinden almıştır.149

8. Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca'nın Ortadan Kaldırılması

Celâl ed-dîn Harezmşâh'ın 1221-1224 yılları arasında Sind ve Pencâb bölgesinde kaldığı üç yıl içerisinde Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca'yı önemli ölçüde yıpratmış olması150 Sultan İltutmuş'un işine yaramış ve O'nun Hindistan Türklüğünü birleştirme çabalarını kolaylaştırmıştır. Dolayısıyla Lakhnauti ve Hindu Racaları ile ilgili meseleleri halleden İltutmuş, Kabaca meselesini de halletmek üzere harekete geçti.

1227 yılının sonlarına doğru bütün hazırlıklarını tamamlayan İltutmuş, muhtemelen Kabaca'nın oğlu Alaeddin Behramşah'ın bir takım faaliyetlerini bahane ederek 151 Sind, Uçç ve Multan bölgesini ele geçirmek üzere harekete geçti. Bu sırada donanmasıyla birlikte bütün kuvvetlerini Amrut kalesi girişinde toplamış bulunan Kabaca, Sultan İltutmuş'un üstün kuvvetleri karşısında tutunamayacağını anlayınca bütün askeri ve ağırlıklarıyla birlikte savunulması elverişli olan Bhakkar kalesine çekilirken Sultan İltutmuş Uçç kalesini kuşatmış,152 Nizâmü'1-mülk Muhammed Cüneydî'yi de önemli bir kuvvetle Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca'nın peşinden Bakkar kalesi üzerine göndermiştir.153

3 Mayıs 1228'de, üç aylık bir kuşatmadan sonra Uçç kalesi sulh yoluyla ele geçirilirken,154 Bhakkar'da iyice sıkışan ve iç kaleye çekilmek zorunda kalan Kabaca,155 oğlu Alaeddin Behramşah'ı değerli hediyeler ile birlikte İltutmuş'a göndermiş ve anlaşmak istemiştir.

Ancak bu heyetinin İltutmuş'a ulaşmasından üç gün önce, 26 Mayıs 1228'de, Bhakkar kalesi düşürülmüş ve Kabaca bir adaya sığınmak için bindiği kayığın ters dönmesi veya intihar etmek üzere atladığı Sind nehrinde boğularak ölmüştür. 156

Babasının akibetinden haberi olmayan Alaeddin Behramşah'ı gayet iyi karşılayan İltutmuş, onun dönüşüne izin vermeyerek Kabaca'nın hayatta kalan kuvvetlerinin de kendisine katılmasını sağlamıştır. Böylece Sind, Uçç ve Multan yöresindeki yirmiki yıllık bir saltanat sona ererken, Dipalpur ile Sind hâkimi Şihâbeddin Habeş'in Sultan İltutmuş'a bağlılığını bildirmesiyle,157, Okyanus'a kadar bütün bütün bölge Dehli'ye bağlanmıştır. Uçç'a Tâceddin Sencer Kazılık Han'ı, Multan'a da İzzeddin Kebir Han Ayaz'ı tayin eden Sultan Şemseddin İltutmuş, bu meliklere bütün Pencab'ı kontrol altına almalarını emrederek, muzaffer bir şekilde Ağustos 1228'de Dehli'ye dönmüştür.158

9. Kalaçlarla Mücadele ve Kalaç Hanedanı'nın Sonu

1225 yılında Lakhnauti'ye yaptığı seferden anlaşma sağlanması üzerine geri dönen İltutmuş'un Retenbûr seferi ile meşgul olduğu bir sırada Lakhnauti Kalaç Sultanı Gıyâs ed-dîn, harekete geçerek Bihar'ı işgal etti.159 Bunun üzerine Dehli'den önemli miktarda bir kuvveti bölgeye sevk ederken, o sırada Oudh havalisinde gaza seferinde bulunan Melik Nâsr ed-dîn Mahmud'a da derhal Kalaç sultanını cezalandırmasını emretti.160

Büyük bir orduyla Oudh'dan hareket eden Melik Nâsr ed-dîn Mahmud ile İzz ed-dîn Canî, 1227 yılı başlarında Bihar'ı tekrar ele geçirdiği gibi Lakhnauti ile Hasankot şehrini de kolaylıkla teslim aldı. Gıyâs ed-dîn, kendisine karşı bir hareketin yapılabileceğini düşünemediği için o sırada Kamprup ile Banga taraflarında seferle meşguldü. Bu durum karşısında çaresiz harekâtı yarıda keserek geri dönmüş ise de, mağlup edilerek esir alınmış ve akrabaları ile birlikte ortadan kaldırılmıştır.161 Lakhnauti doğrudan doğruya Dehli'ye bağlanarak, kendisine çetr, durbaş ve hil'at verilen Şehzade Nasr ed-dîn Mahmud'un tasarrufuna bırakılmıştır. 162

Nasr ed-dîn Mahmud, Kalaç beyleri ile iyi geçinerek, zeki, enerjik ve iyiliksever tavrıyla kısa sürede Lakhnauti'de mükemmel bir idare kurmayı başardı. Ancak, dağılmış olmasına rağmen Kalaç nüfuzu gerek Pencâb, gerekse Lakhnauti bölgesinde kendisini hissettirmekteydi. İşte böyle bir dönemde Kabaca meselesini hallederek başkente dönen Sultan İltutmuş, Abbasî halifesinin elçilerini büyük törenlerle karşıladığı sırada, Nisan 1229'da çok sevdiği ve herkesin kendisinden sonra tahtın sahibi olarak gördüğü, üstün meziyetlere sahip olan oğlu Melik Nâsr ed-dîn Mahmud'un bilinmeyen bir sebeple hayatını kaybettiğini öğrendi. Dehli'de hüküm süren bayram havası yerini mateme bıraktı.163

Melik Nâsr ed-dîn Mahmud'un ölümüyle ortaya çıkan boşluktan faydalanmak isteyen son Kalaç sultanı Gıyâseddin'in oğlu Bilge Melik ve diğer Kalaç beyleri isyan etmekte gecikmedi. Bu nun üzerine bizzat harekete geçen İltutmuş, vakit geçirmeden Lakhnauti üzerine yürüdü. Dehli ordusu sıkı bir takible, 1230 yılında İhtiyâr ed-dîn Bilge Kalaç başta olmak üzere bütün âsileri yakaladığı yerde yok etti. 164 Böylelikle Kalaçların Lakhnauti'deki hâkimiyeti kesin olarak ortadan kalkarken, bölgeye vali olarak Ala ed-dîn Canî'yi atayan İltutmuş, Mayıs 1230'da Dehli'ye dönmüştür. Bundan sonra Lakhnauti, daha çok merkezden atanan valiler tarafından yönetilecektir.165

10. Abbasi Halifesi'nin Elçi Göndermesi

Sultan İltutmuş döneminin önemli hâdiselerinden birisi de hiç şüphesiz Abbasî halifesinden gelen elçiler ve halifelik ile tesis edilen münasebetlerdir. Geliş sebebi kesin olarak belli olmamasına rağmen,166 Ağustos 1228'de Nagaur önlerine ulaşan Halife el-Mustansır'ın elçileri, 18 Şubat 1229'da Dehli'de parlak törenlerle karşılanırken, başkentte büyük şenlikler yapılmıştır.167 Bazı araştırmacılar, elçilerin İltutmuş'a hil'at ve menşur getirdiklerini, böylelikle onun "Hind sultanı ve ele geçirdiği bütün yerlerin hükümdarı olarak tanındığını" belirtirler.168 Bu hususta kaynaklarda herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak Ecmir'deki Arkai din Ka Chanpra Câmii'nin kuzey minaresindeki kitabeden anlaşıldığı kadarıyla, İltutmuş'a "Nasr Emirü'l-Mü'minîn" lâkabı verilmiş olmalıdır.169

Denli Türk Sultanlığı'nın Abbasî halifesi tarafından tanınması, daha önce tamamlanmış bir olayın tescilinden başka bir şey değildir.170 Ama, Hindistan'da yeni kurulan devletin İslâm dünyası içerisindeki politik yerini aldığını göstermesi bakımından önemlidir.171 Hindistan'daki Türk hâkimiyetini bir merkezde toplayarak, adeta bunu Abbasî halifesine de tasdik ettiren İltutmuş'un, 1231 yılından sonra, Hinduların ellerinde tuttukları önemli merkezleri zaptetmek için uğraştığı görülmektedir. Dolayısıyla onun ömrünün son zamanlarındaki faaliyetleri daha çok gaza seferleri niteliğini kazanacaktır.

10. İltutmuş'un Son Faaliyetleri

Kutb ed-dîn Aybeg zamanında 1200 yılında bir ara Türklerin eline geçen, ama daha sonra Hindular tarafından tekrar zaptedilen Galyor kalesi'ni şiddetli bir mukavemete rağmen 12 Aralık 1232'de fetheden Sultan Şems ed-dîin İltutmuş,172 1234 yılında Malva bölgesine girdi. Parama racası Devapala'dan halen Betva nehri kıyısında bulunan ve İslâmî karakterini muhafaza eden Bhilse şehrini ve kalesini alarak buradaki, üç asırda yapılmış doksandörtbuçuk metre yüksekliğindeki bir puthaneyi yerle bir ettirdi. Oradan hareketle Ucceyn Nagori üzerine yürüyen İltutmuş, burayı da zapt ettikten sonra ünlü Mahakal Deo Puthanesini yıktırarak muzaffer bir şekilde Dehli'ye dönmüştür.173 Burada ele geçen ganimetler arasında 1200 yıl önce yapılmış ve ilk Hindu krallarından Bekrmacit'e ait olan önemli bir heykel de bulunmaktaydı. Bunların yanında daha pek çok heykel ile birlikte Mahakal Deo Puthanesinin taşları da başkente taşınmış ve Cuma Mescidi'nin kapısına gömülmüştür. Bu arada Sultan'ın emriyle Kalincar ve Çanderi, Galyûr Muhafızı Nusret ed-dîn Taisî tarafından müthiş bir baskı altına alınmış,174 bölge şiddetle yağmalanırken Acar Rane'si Çahar Deo da mağlup edilmiştir. 175

12. Ölümü ve Şahsiyeti

1234 yılında Şiîler'in Batınî kollarından birisini meydana getiren İsmailî fedailerinden bir grup, cuma namazını kıldığı bir sırada Sultanın öldürülmesi için harekete geçmişse de, başarılı olamamış ve yok edilmişti.176 1235 yılında Bamiyan üzerine yürümek için Sind bölgesine yöneldiği sırada hastalanıp, sıhhatinin gittikçe kötüleşmesi üzerine Başkente geri dönmek zorunda kalan Sultan İltutmuş, 30 Nisan 1236'da hayata gözlerine yumdu ve büyük bir törenle eski Dehli'deki Kutub Camii'nin kuzeybatı köşesindeki türbede toprağa verildi.177 Bu türbe Hindistan'daki Türk eserleri arasında zamanımıza kadar ulaşan ender yapılardan birisidir.

Şems ed-dîn İltutmuş, devrinin istisnasız en büyük sultanları arasında yer alır. 178 Ama bugün, Türk tarihinin az bilinen simalarından birisidir. Onun hayatı, Fahreddin Mübârekşah'ın Türkler hakkındaki sözlerine uygun olarak, başlangıçta ne kadar aciz olursa olsun bir Türk'ün, cesareti, yiğitliği ve zekâsı sayesinde neler yapabileceğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.179 Türk Devlet geleneğindeki "oğulluk Hukuku" nun kendisine verdiği hakla180 Aramşah'ı tahttan indirdikten sonra, yirmialtı yıl süren saltanatı esnasında Dehli Türk Devleti'nin sınırlarını; batıda Sind'e, doğuda Bengal'e ulaştıran İltutmuş, Gurlular ile Hindistan'da tekrar başlayan Türk fetihlerini sağlamlaştırmış ve bu ülkede Aybeg zamanında gerçekleştirilemeyen Türk hâkimiyetinin politik birliğini de tesis ederek müstakil bir devlet kurmayı başarmıştır.

Türk hâkimiyetinin yeni ve yabancı olduğu, yerli halkın gönlünde daha yer edinememiş bulunduğu bir dönemde İltutmuş'un, bir yandan tesis ettiği idarî sistemi devamlı ve dayanıklı bir temele oturtabilmek, öbür yandan da Dehli Türk sultanlığının varlığını bir bütün olarak sağlam bir şekilde sürdürmesini temin için bugünkü mânâda gerçekçi bir politika izlediği görülmektedir.181 Ayrıca O, yorulmak bilmez hareketlilik ve üstün bir askerî dehası yanında gerçekleri görebilen akıllı birisi olarak da karşımıza çıkar. Nitekim yeterince güçlü sayılamayacağı bir dönemde rakiplerinden ve bilhassa Moğollardan tebaasını koruduğu182 gibi, en kuvvetli zamanlarında da onları tehlikeye atacak hareketlerden itina ile kaçınmıştır. 183

İltutmuş, bir yerde Asya'daki Moğol yükselişini kendi lehine kullanmasını da bilmiştir. Kayıtlara göre Moğolların önünden kaçan pek çok idareci ile birlikte, sahip olduğu yetenekler bakımından bir emsali daha bulunmayan sanatkâr, emir, melik ve çeşitli hükümdarlık ailelerine mensup kişiler, hattâ bizzat hükümdarlık yapmış kişiler İltutmuş'un hizmetine girebilmek için yarışmıştır.184 Ayrıca bunlar Sultan'dan gördükleri itibara karşılık başarılı hizmetler vermiş, dolayısıyla İltutmuş'un meclisi her yönden Gazneli Mahmud ve Sultan Sencer'inkiler kadar muhteşem olmuştur.185 Hiç şüphesiz bu gelenlerin büyük çoğunluğu Türk idi. Bu durum, Hindistan'daki Türk kültürünün hayat kaynaklarını göstermesi bakımından önemlidir.186

Sultan İltutmuş, adalet hususunda da titiz davranan Türk hükümdarlarından birisidir. 187 Cüzcânî, onun alçak gönüllü, insaflı, iyiliksever, gazi, mücahid ve âlemi birleştirici nitelikleri yanında adaletli olduğu kadar adaletle hüküm sürenleri de takdir eden bir şahsiyete sahip olduğunu belirtirken, Sirhindî ondan Sultan-ı Adl olarak bahseder.188 Ibn Battuta ise, onun mazlumlara renkli elbise giymelerini emrettiğini, böylelikle haksızlığa uğrayanları tesbit ettiği gibi, her türlü adaletsizliği anında önleyebilmek için de sarayın kapısına iki tane çan astırdığını belirtir.189

Düzenli bir hayata sahip olan İltutmuş, samimi bir Müslümandı.190 Hindistan'ın daha küçük bir çocukken fakirlere, ilim ve hayır erbabına itibar göstermesi şartıyla bir derviş tarafından kendisine verildiğine inanırdı.191

O sebeple de halka ve ileri gelenlere karşı cömert olduğu kadar, âlimlere ve din adamlarına karşı da son derece hürmetkar birisiydi.192 Dolayısıyla İltutmuş'tan gördükleri büyük destekle etkili bir hâle gelen sufî tarikatlar, Gazneli akınları öncesinde Hindistan Müslümanlığının büyük bir kısmını teşkil eden İsmailîler'i önemli ölçüde silmiş ve bilhassa yeni fethedilen bölgelerde de hiç bir baskı olmaksızın İslâm dininin yayılıp gelişmesinde büyük rol oynamıştır.193

Sonuç olarak o, haremin zevkleri yerine devletin sağlam temeller üzerine oturtulması ve genişletilmesi için uğraşmış ve tesis ettiği düzen ile adetâ kendisinden yüzelli yıl önce eserini kaleme alan Yusuf Has Hâcib'in öğütlerini194 harfiyen yerine getirerek eski Türklerde bir çok kağan unvanının başına gelen "İltutmuş" unvanını almayı lâyıkıyla hak etmiş birisidir. Bundan dolayıdır ki, İltutmuş dönemi, Hindistan'da Türk hâkimiyetinin zirvelerinden birisini teşkil eder.

F. Sultan Şems Ed-Dîn İltutmuş'un Halefleri

Hindistan'da büyük bir Türk devleti meydana getirmiş olan Sultan İltutmuş'un halefleri kendisi gibi büyük şahsiyetler değildi. Gerçi Devlet, sınırlarını koruyabilmiş ise de iç karışıklıklar, art arda patlak veren isyanlar bu dönemin belirleyicisi olmuştur. İltutmuş'un birkaç oğlu bulunmasına rağmen ölümü üzerine en büyük oğlu Firuz Şâh tahta geçecektir.

I. Sultan Rükn Ed-Dîn Firûz Şâh

Sultan İltutmuş'un hareminin önde gelen Türk asıllı hanımlarından Terken Hatun'dan195 olan oğlu Firûz Şâh, 1228 senesinde Çetr-i Sebz (Yeşil Çetr)196 verilerek Bedaun muktisi yapılmış ve Sultan Nâsır ed-dîn Kabaca'nın, ölümünden sonra İltutmuş'un hizmetine giren veziri, tecrübeli devlet adamı Hüseyin Eş'arî de yanında görevlendirilmiştir. Galyûr'un fethinden sonra bu Şehzâde'ye, son Gazneli hükümdarı Melik Hüsrev'in başşehri olan Lahor ve çevresinin idareciliği verilerek itibarı artırıldı.197 İltutmuş'un Gakharlar üzerine yaptığı sefer esnasında hastalanarak Dehli'ye geri döndüğü sırada beraberinde getirdiği Firûz Şâh, O'nun ölümünden bir gün sonra melikler ve diğer ileri gelenlerin ittifakı ile Rükn ed-dîn lâkabını alarak Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturmuştur.198

Rükn ed-dîn Firûz Şâh, yakışıklı, nezaket sahibi, iyi huylu ve cömert birisi olmasına rağmen dirayetli bir kimse değildi. Tahta geçirilmesindeki başlıca sebeb de bu olmalıdır.199 Nitekim O, birkaç ay babasının kurduğu düzeni muhafaza etmiş ama, çok geçmeden eğlence, zevk ve safaya dalarak sorumsuzca yaptığı harcamalar neticesinde korkunç bir israfa sebep olmuştur.200 Rükn ed-dîn Firûz Şâh'ın biraz da gençlik gururu ile içerisine düştüğü kendisini beğenmişlik ve tecrübeli devlet adamlarının sözlerine önem vermemesi sebebiyle devlet işlerini bir kenara bırakarak haremin zevklerine sarılması, idarede kadınları da etkili hale getirmiş ve devlet idaresi tam bir kargaşa içerisine sürüklenmiştir. 201

İltutmuş'un vasiyetine rağmen202 Firûz Şâh'ı tahta geçiren Şemsî Melikleri (; Kırklar) bütün bu olup bitenleri bir müddet üzüntü ile takip etmişler ve O'nun hükümdarlığa lâyık birisi olmadığı kanaatına vardıktan sonra da harekete geçmişlerdir.203 Bu sırada Sultan İltutmuş'un Firûz Şâh'tan küçük olan bir diğer oğlu, Oudh muktisi Gıyâs ed-dîn Muhammed Şâh, Dehli'ye götürülmekte olan Lakhnauti hazinelerini ele geçirip civardaki bir kısım şehir ve kasabayı da yağmaladıktan sonra başkaldırmıştı.204 O'nu Bedaun muktisi Melik İzz ed-dîn Selarî, Lahor muktisi Melik Celâl ed-dîn Canî ve Multan hakimi, Kırklardan Melik Cizz ed-dîn Kebir Han Ayaz ile Hansi muktisi Seyf ed-dîn Kuçî'nin ayaklanmaları takip etti. Bu isyânların Melikler arasında bir işbirliği sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra Merkez'deki bir kısım emir ve melikler de bunlara katılmakta gecikmeyecektir.

Büyük bir ordu ile isyancıları bastırmak üzere harekete geçen Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh, Pencâb'a yönelerek Kilugharî'ye ulaştığı sırada Veziri Nizâmü'l-Mülk Muhammed Cüneydî tarafından da terkedildi. Koil'e giderek Bedaun muktisi İzz ed-dîn Salarî ile birleşen Muhammed Cüneydî ile Melik Canî ve Melik Küçî arasında bir ittifak meydana getirilmiştir.205

Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh'ın Kuhram'a yönelip Mansurpur ve Tarain civarına ulaştığı bir sırada Dehli ordusunda bulunan bir kısım memlûk kendi aralarında anlaşarak ayaklanmış ve Türk olmayan, Tacik asıllı bazı yüksek dereceli devlet görevlilerini katletmiştir.206 Türk meliklerin Sultan'ın içerisine düştüğü durumdan bunları sorumlu tuttukları anlaşılmaktadır.207 Gerçekte de,Türk meliklere düşmanlık ederken Sultan, söz konusu Tacik asıllı görevlilere dayanmak istemiştir. 208 Halbuki, Türk emir ve melikler bu dönemde Türk olmayanların yüksek mevkilere getirilmelerine tahammül edemedikleri gibi Türk olmayan devlet görevlileri de gerek bu emir ve melikler arasında, gerekse Sultan ile Türk çevresi arasında devamlı ikili oynayarak kendi hakimiyetlerini tesis etmeye çalışmakta ve zaman zaman kendilerinin sebeb oldukları buhranlar sırasında da katledilmekteydi.209

Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh'ın Kuhram civarına ulaştığı sırada Başkent'te meydana gelen hadiseler, onun hemen dönmesini gerektirmiş ise de, Kilugharî'ye geri geldiği sırada halkın ve bir kısım meliğin desteğiyle Raziye, Sultan olarak tahta geçmiş bulunuyordu. O sebeble Türk emir ve meliklerin hemen hepsi Rükn ed-dîn'i yalnız bırakarak Dehli'ye gelip Raziye'ye biat etmiştir. Daha sonra gönderilen kuvvetler tarafından Kilugahrî'de yakalanan Rükn ed-dîn, Sultan Raziye'nin "Katiller katledilmelidir."210 emri gereğince altı ay yirmisekiz günlük saltanatına son verilerek 29 Kasım 1236'da öldürülmüştür.211

II. Sultan Raziye

Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh'ın öldürüldüğü sırada Dehli Türk Sultanlığı tahtına geçirilen Sultan Raziye, Şems ed-dîn İltutmuş'un çok sevip, saydığı karısı ve hareminin başkadını olup Köşk-ü Firûzî'de oturan Terken Hatun'dan doğan kızıdır.212 Daha babasının sağlığında devlet işleriyle ilgilenmiş ve büyük bir nüfuza sahip olmuştu.


1. Tahta Geçişi

Sultan Şems ed-dîn İltutmuş, kızının yönetime olan ilgisi ve yeteneklerini değerlendirip, tavırlarındaki celâdet ve cesareti farketmişti. Onun için geleneklerin aksine Raziye'yi evlendirmeyerek, 1233 yılı başlarında Galyûr'un fethinden döndükten sonra onu veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazdırdı. Ancak bu davranışı, Sultan'a yakınlığı ile tanınan memlûk asıllı melikler tarafından hoş karşılanmamış ve bu husus bizzat İltutmuş'a iletilmişti.213

Devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar alarak askerî bir topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünebildiğini ortaya koyan İltutmuş'un, bu cesur ve ileriyi gören kararında yanılmadığını, aynı zamanda çok iyi bir eğitim görmüş olan Sultan Raziye hareketleriyle gösterecektir. Bunu Rükn ed-dîn Firûz'u tahta geçirdikten sonra bizzat yaşayarak Türk emir ve melikler de görmüştü. Bunun üzerine Raziye'nin, kendilerine babasının vasiyetini hatırlatarak, içine düştükleri durumdan ancak kendisini tahta oturtmak suretiyle kurtulabileceklerine inandırmış ve hükümdar olmayı başarmıştır.214


2. Ülkede İstikrarın Sağlanması;

Sultan Raziye, tahta geçişini izleyen günlerde ilk iş olarak Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar etkili hale getirdi.215 Böylece yeni bir sulh ve sükûn dönemi başlatmak üzere harekete geçtiği sırada Nur Türk adlı alim bir kişi216 Hindistan'ın değişik yörelerinden başına topladığı Karmati ve Mülâhidelerden teşekkül eden bir grup ile isyan etti. 4 Mart 1237 tarihinde silahlı bin kişiyle harekete geçen bu grup217 Cuma Mescidi ile yakınındaki Mucizzî Medresesi'ne saldırmış ve buralardaki ahaliyi katletmeye başlamıştı. O sırada çıkan kargaşada bir kısım halk da ezilerek öldü. Bunun üzerine Başkent'te bulunan Melik Nâsır ed-dîn Aytemür ve Emir Nâsırî Şair gibi ileri gelenler vakit kaybetmeden olay mahalline ulaşarak, bir kısım ahalinin de yardımıyla isyancıları tamamen yok etmiştir. 218

Başkent sükunete kavuşurken, Sultan Rükn ed-dîn döneminden beri isyan halinde bulunan Lakhnauti Valisi Melik İzz ed-dîn Togan Han Tuğrıl, Raziye'nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirmiş, kendisine muhtariyet alâmetlerinden olan Cetr ile kırmızı bayrak gönderilerek taltif edilmiştir.219 Bu arada başta Nizâmü'l-Mülk Muhammed Cüneydî olmak üzere bir kısım devlet ricali Raziye'nin hakimiyetini tanımamakta ısrar etti ve kuvvetleriyle beraber Dehli önlerine kadar geldi. 220 Bunun üzerine bizzat harekete geçen Sultan Raziye, bir kaç önemsiz çarpışmadan sonra büyük bir ustalıkla uyguladığı politika221 sayesinde muhaliflerin kısa sürede bölünmelerini sağladı. Bunlardan bir kısmını Sultan'ın tarafına geçerken geriye kalanlar yok edildi.

Muhalif emir ve meliklerin ortadan kaldırılmasıyla durumu iyice kuvvetlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek için harekete geçti ve önemli mevkilere kendi taraftarlarını tayin etti.222 Bu arada Sultan Şems ed-dîn İltutmuş'un ölümünden kısa bir süre sonra Hindûlar tarafından kuşatılan ve iç çekişmeler sebebiyle gerekli yardımın yapılamadığı Retenbur'a Melik Kutb ed-dîn Hüseyin komutasında kuvvetli bir ordu gönderildi. Bu ordu, kalede mahsur kalan ahaliyi kurtardıktan sonra civardaki istihkamlarla birlikte kaleyi de yerle bir ederek geri dönmüştür.223

3. Yeni İsyanlar ve Raziye'nin Tahttan İndirilmesi

Sultan Raziye kendisine yakın gördüğü kişileri devletin önemli mevkilerine getirirken Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin, Emir-i Hâciblik görevine atanmış, Emir-i Ahurluk görevini sürdürmekte olan Melik Cemâl ed-dîn Yakut da Sultan'ın yakınları arasında yer almıştı.224 Bu durum, diğer meliklerin Yakut'u kıskanmalarına sebeb oldu.225

Muhtemelen bu yüzden karışıklık baş göstermiş olmalı ki, Sultan Raziye, büyük lütûflarda bulunarak hükümdarlık ordusunu Galyûr üzerine sevketmiştir. Cüzcânî'nin kayıtlarından, bunun bir tedip seferi olduğu ve başarıyla sonuçlandığı anlaşılmaktadır.226

Galyûr yöresinin kısa sürede itaat altına alınmasından sonra Lahor Valisi İzz ed-dîn Kebir Han Ayaz'ın muhtemelen merkezden yapılan kışkırtmalarla ayaklandığı görüldü. Ancak üzerine yürüyen Sultan Raziye komutasındaki ordunun ısrarlı takibi karşısında anlaşma yoluna giderek tekrar eski ıktası Multan'a atanmıştır.227

16 Mart 1240'da Dehli'ye dönen Raziye'nin, babası gibi merkezî bir idare kurmak isterken ayaklanan bir meliki cezalandıracağı yerde onunla anlaşarak geri dönmesi o sırada gelişmekte olan muhalefetin boyutları ile ilgili olmalıdır. Nitekim, Başkent'e dönülmesinden yirmi gün sonra Taberhinde Meliki İhtiyâr ed-dîn Altuniye ayaklandı. Bu isyanları Emir-i Hâcib Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin'in teşvik ettiği daha sonraki gelişmelerle ortaya çıkacaktır.228

3 Nisan 1240'da büyük bir ordu ile Başkent'ten ayrılan Sultan Raziye, Taberhinde civarına ulaşıldığı sırada ayaklanıp Emir-i Ahur Cemâl ed-dîn Yakut'u öldüren Türk emir ve melikler tarafından tutuklanarak, hapsedilmek üzere adı geçen kaleye gönderildi.229 Bu hadisenin Başkent'te duyulması üzerine hall edilen Sultan Raziye'nin yerine Dehli Türk Sultanlığı tahtına İltutmuş'un oğullarından Behram Şah geçirilmiştir.


4. Raziye'nin İsyanı ve Ölümü

Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli'de önemli olaylar cereyan etmiş, Naibü'l-Mülk tayin edildikten sonra iktidarı ele geçiren Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin öldürülüp, Melik Bedr ed-dîn Sungur Rumî, Emir-i Hâcib olarak tayin edilmişti. O arada Raziye de, Melik İhtiyâr ed-dîn Altuniye ile evlenmiş bulunuyordu.230 O'nun askerleri ile birlikte Gakhar, Catvan vs. gibi kabilelerden toplanan kuvvetlerle Raziye Dehli üzerine yürüdü. Ancak, Behram Şah'ın gönderdiği birliklere mağlup olarak tekrar Taberhinde'ye dönmek zorunda kaldı.231 Başkent'te istikrarın sağlanamamış olmasından da cesaret alarak bir müddet sonra ikinci kere Dehli üzerine yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240'da mağlup oldu. 232 Çok az bir kuvvetle kaçmakta olan Raziye, Kaythal hududlarına ulaşıldığı sırada tamamen terkedilmiştir. 14 Ekim 1240 günü bir düzlükte tek başına ve yorgun olduğu halde, aç-susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden ekmek istemek zorunda kalmış, yorgunluğun tesiriyle uyuduğu sırada üzerindeki elbiselere göz koyan çiftçi tarafından öldürülerek233 bir tarlaya gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılacak ve teşhis edilen cesedi, dinî merasim yerine getirilerek aynı yere tekrar defnedilecektir.234

5. Sultan Raziye'nin Şahsiyeti

Dehli Türk Devleti'nin en büyük sultanlarından birisi olan Raziye aynı zamanda Hind-Türk tarihinin de en ilgi çekici şahsiyetlerindendir. Kaynaklarımızın ittifakla belirttikleri üzere akıllı, ferasetli ve olgun birisi olup, hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği şahsında toplamıştı. İyi bir eğitim almıştı.235 Bu haliyle kardeşlerinden üstün olduğu babası tarafından da takdir edilmekteydi.

Raziye, yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner, yüzünü de örtmezdi.236 Aslında Sultan Raziye, kaynaklarımızın hepsinin de belirttikleri gibi, iktidarının son zamanlarında tam bir erkek hüviyetine bürünerek, kadın elbiselerini atmış, file binerek halk arasına çıkmıştı.237 Bu hususlar tenkit edilmesine rağmen Raziye, adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürmeyi başardı. Ancak bu husus onun tahttan indirilmesi için önemli bir sebep sayılmıştır. 238 Halbuki O, harem entrikaları yerine halkın arasına girerek hükümdarlığı sırasında onlara ve Türk emir ve meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur.239

Sultan Raziye için Cüzcânî, her ne kadar "büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil, adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla donanmıştı. Fakat yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne fayda verir." demekte240 ise de, O'nun kendisinden altı yüzyıl sonra Hindistan İmparatoriçesi ilan edilecek II. Elizabet gibi kadınca davranışlar gösterdiğine dair en ufak bir imada dahi bulunmaz.

Sultan Raziye, aktif ve güçlü bir siyâset takip etmeye çalışırken babasından yadigar Türk emir ve meliklere dayanacağı yerde onların güçlerinden çekindiği için, biraz da merkezî idarelerin bir özelliği olarak kayıtsız şartsız kendisine bağlı bir grup meydana getirmeye çalışmıştır.

Türklerin karekterini bildiğinden bunun için Tacik ve habeşli zümreleri kullanmaya kalkışması241 onun tahtı ve hayatı ile ödeyeceği en büyük hatası olmuştur.242 Yaşadığı felâketlere rağmen yılmadan gösterdiği benzersiz cesaret ve yiğitlik yanında Sultan Raziye'nin şiire karşı da büyük bir istidadının olduğunu görmekteyiz. Zira "Şirin-i Dihlevî" veya "Şirin-i Gurî" mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örneklerindendir.243

III. Sultan Mu'izz Ed-Dîn Behram Şah

Sultan Raziye'nin tutuklanarak Taberhinde kalesine hapsedildiği haberinin Dehli'ye ulaşması üzerine harekete geçen Başkent'teki emir ve melikler, Sultan İltutmuş'un diğer oğlu Behram Şâh'ın, 21 Nisan 1240'da Mu'izz ed-dîn lâkabını alarak244 Dehli Türk Sultanlığı tahtına geçmesini sağladılar. Daha sonra, Taberhinde'den dönen emir ve meliklerile birlikte 9 Mayıs 1240 günü Devlethane'de toplanılarak Melik İhtiyâr ed-dîn'in, Sultan'ın naibi olması şartıyla günü umumî biatta bulunuldu.245

Behram Şâh bir müddet sessiz kaldıktan sonra, Nizâmü'l-Mülk Hoca Mühezzeb ed-dîn Ivaz ile birlikte Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin'in devlete tamamen hakim olmaya başlaması, hatta bunlardan ikincisinin o dönemin sultanlarına mahsus teşrifatı uygulamaya kalkışması üzerine harekete geçmiştir. Birkaç başarısız teşebbüsden sonra İsmailî fedaileri gibi davranan iki Türk gulâm düzenledikleri suikastta, 30 Temmuz 1240 günü Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin'i öldürmeyi başarırken, Vezir Mühezzeb ed-dîn'i de yaralamaştır.246

Bedaun'dan çağrılan Melik Bedr ed-dîn Sungur Rumî, Emir-i Hâcib olarak atandı. Fakat, o da öncekinden farklı bir tavır sergilemedi ve devleti kendi insiyatifi ile yönetmeye çalıştı. Bu sırada Sultan Raziye'nin bertaraf edilmiş olması Sultan Mu'izz ed-dîn'i rahatlatacaktır. Ama, bu seferde Nizâmü'l-Mülk ile yeni Emir-i Hâcib arasında nüfuz mücadelesi başlayacak ve hileye dayanan kurnaz bir politika takip etmeye çalışan Behram Şâh'ın saltanatı tam bir entrika ve kaos dönemi haline gelecektir.247

Başkentte bütün bu olaylar olurken Tayir komutasında bir Moğol ordusu da Lahor'u kuşatmış bulunuyordu. Bölgenin Valisi Melik İhtiyâr ed-dîn Karakaş Han Ay-Tigin şehri bir müddet başarıyla savunmuş ise de, halktan gerekli yardımı göremediğinden Moğolların sıkı takibine rağmen kaçarak Dehli'ye ulaşmayı başarmıştı. Lahor bir müddet sonra dayanmışsa da Kutval Aksungur'un ölümü üzerine idarecisiz kalmış ve 22 Aralık 1241'de kuşatma esnasında komutanları Tayir'i kaybeden kızgın Moğolların eline geçerek yağmalanmış, halkının bir kısmı esir alınırken, büyük bir kesimi de katledilmiştir.248

Lahor'un Moğolların eline geçtiği haberinin Dehli'ye ulaşması üzerine Cüzcânî'nin teklifi doğrultusunda ordunun başına getirilen Melik Kutb ed-dîn Hüseyin Gurî ile Nizâmü'l-Mülk Mühezzeb ed-dîn Moğollara karşı harekete geçti. Dehli Ordusu, Biyah nehri kıyısına ulaştığı sırada Sultan'dan intikam almak için harekete geçen Mühezzeb ed-dîn'in entrikaları neticesinde büyük bir infiale kapılan Melikler, düşmanı bir tarafa bırakarak kendi varlıklarına kasteden249 Sultan Mu'izz ed-dîn Behram Şâh üzerine yürümüştür. Bunun üzerine Sultan, Şeyhü'l-İslâm Seyid Kutb ed-dîn'i orduyu teskin için göndermiş ise de, o da gizlice isyancıları iyice tahrik ettikten sonra Dehli'ye dönecektir.

Sonuçta, 22 Şubat 1242'de Başkent'i kuşatan hükümdarlık ordusu yaklaşık üç ay kadar sürecek bir savaşı da başlatmış oluyordu. Bu mücadele esnasında Dehli'nin etrafı tahrip olurken her iki taraf da önemli ölçüde zayiat verdi. Muhasaranın bu kadar uzamasının sebebi Sultan'ı tamamen avucunun içine alan oda hizmetçilerinden Mübârek Şâh adlı birisinin hiç bir şekilde anlaşmaya yanaşmaması idi.250 Nihayet 10 Mayıs 1242 günü sabahın erken saatlerinde Dehli düşürüldü. Sultan Mu'izz ed-dîn Behram Şâh tutuklanarak birkaç gün sonra katledildi.

IV. Sultan Alâ Ed-İn Med'un Şâh

Sultan Mu'izz ed-dîn Behram Şâh'ın göz altına alındığı sırada bir oldu bitti ile Dehli tahtına oturan Şemsî meliklerinden Melik İzz ed-dîn Balaban Kişilü Han'ın sultanlığını tanımayan Türk emir ve melikler Sultan İltutmuş'un torunu Mes'ud Şâh üzerinde anlaşmaya vararak251 onun 11 Mayıs 1242'de, Alâ ed-dîn lâkabıyla252 Dehli Türk Sultanlığı tahtına geçmesini sağladı. Alâ ed-dîn, ilk anda devlet meselelerine yakın ilgi gösterdi ve işleri düzene koydu. Ayrıca halkı da yatıştırmayı başardı.253 Bu sırada Hoca Mühezzeb ed-dîn, Nizâmü'l-Mülk olarak vezirlik makamını korurken, önemli mevkiler ile çeşitli bölgelerin valiliklerine yeni atamalar yapıldı.

Gerçekleştirilen düzenlemelerle Vezir Mühezzeb ed-dîn, devletin kontrolünü tam olarak ele geçirmiş, sarayında növbet vurdurup, fil bekletmeye başlamıştı. Onun, bu faaliyetlerine karşı çıkan Türk emir ve melikleri görevlerinden almaya başlaması ve açıkça onlara karşı cephe alarak zulüm yapmaya kalkışması254 bardağı taşıran son damla oldu. Nitekim Melik Tâc ed-dîn Sencer Kurat Han ve Melik Bedr ed-dîn Sungur Sofî'nin başkanlığında bir araya gelen Türk emir ve melikler, Dehli yakınlarında su tanklarının bulunduğu ve Sultan İltutmuş tarafından mükemmel tesisler ile donatılmış olan Havz-ı Ranî255 civarındaki düzlükte, 28 Ekim 1242 günü kendilerine bir ders vermek için üzerlerine yürüyen Nizâmü'l-Mülk Mühezzeb ed-dîn'i mağlûb ederek katlettiler.

Yıllardır çevirdiği entrikalarla Dehli Türk Sultanlığı'nı sıkıntıya sokan Tacik asıllı Vezir Mühezzeb ed-dîn'in ortadan kaldırılmasından sonra çeşitli vilâyetlere ve devletin önemli kademelerine yeni atamalar yapıldı. Cüzcânî Uluğ Han Balaban'ın hayat hikâyesini verirken, onun 1242'de Ganj ve Cemne nehirleri arasındaki bölgede yaşayan Detveli/Çatroli ve Celâlî Hindularına karşı muhtemelen Sultan'ın da katıldığı seferden bahseder.256 Bu arada Lakhnauti'de hakim olan Melik İzz ed-dîn Togan Han Tuğrıl'ın Cacnagar Racası tarafından kuşatılması257 üzerine taleb ettiği yardım gönderilecek fakat, Hindu tehlikesi bertaraf edildikten sonra bölge Melik Temür Han'ın idaresine bırakılacaktır. Böylelikle, Sultan Alâ ed-dîn Mes'ud Şâh, Bengale meseleleriyle de yakından ilgilendiğini göstermiştir.258 Bu arada onun yapmış olduğu müsbet hareketlerden birisi de, amcaları Melik Nâsır ed-dîn Mahmud ile Melik Celâl ed-dîn'i serbest bırakarak, birinciye Bahraiç, diğerine de Kannauç'u ıkta olarak vermiş olmasıdır.259

Aralık 1245'de Mengûtay komutasında Sind bölgesine girip Uçç kalesini kuşatan Moğol ordusuna karşı Emir-i Hâcib Balaban'ın teşvikiyle harekete geçen Sultan Alâ ed-dîn Mes'ud Şâh, büyük bir ordu ile hızla Biyah nehri kıyısına ulaştı. Emir-i Hâcib Balaban'ın aldığı tedbirler kısa sürede Moğollar üzerinde tesirlerini gösterirken, Dehli kuvvetlerinden bir kısım birlikler Biyah nehrini geçerek Lahor önlerine ulaşmış ve Moğolların çekileceği yolları tehdit etmeye başlamıştı. Bunun üzerine Uçç kuşatmasını kaldıran Moğollar 15 Ocak 1246 günü aldıkları binlerce esiri de karargâhlarında bırakarak üç grup halinde Horasan'a doğru hızla geri çekilmiştir. Sultan, ordusunun gücünü düşmanlarına gösterebilmek için birliklerine Sudra nehri kıyısında bir yürüyüş yaptırdıktan sonra, 30 Mayıs 1246'da Başkent'e geri dönmüştür.260

Moğollara karşı kazanılan kolay zafer Sultan Alâ ed-dîn Mes'ud Şâh'ın Türk emir ve meliklere karşı tavrının değişmesine sebep olmuştur.261 Ayrıca O, daha önce sahip olduğu, cömertlik, iyi kalplilik ve olgunluk gibi birçok değerli özelliği de bir tarafa bırakarak, kendisini oyun, eğlence ve ava vermiş ve devlet işlerini ihmal ederek, idarenin kargaşa içine düşmesine sebeb olacaktır.262 Sonuçta Sultan'ın Türk emir ve meliklerin ıktalarını ellerinden almaya başlaması ve bir kısmını da öldürtmesi kendi sonunu da hazırlamıştır.263

Sultan Alâ ed-dîn Mes'ud Şâh'ın her geçen gün artan baskısı karşısında birer birer yok edilmeden harekete geçmeyi uygun bulan Türk emir ve melikler Bahreiç'de bulunan İltutmuş'un oğlu Nasr ed-dîn Mahmud ile temasa geçerek onu gizlice Dehli'ye davet ettiler. Bu davete uyan Nasr ed-dîn Mahmud'un Dehli'ye ulaştığı 10 Haziran 1246 günü de Alâ ed-dîn Mes'ud Şâh'ı tutuklayıp, bir müddet sonra da öldürdüler.264

V. Sultan Nasr Ed-Dîn Mahmud Şah

Nâsr ed-dîn Mahmud, Sultan İltutmuş'un oğludur.265 Onun çok sevdiği büyük oğlunun ölümünden hemen sonra dünyaya geldiği için kendisine ağabeyinin isim ve ünvanı birlikte verilmiştir.266 Dehli'nin iki üç kilometre kuzeyine düşen Levnî Sarayı'nda, annesinin nezaretinde büyük bir titizlikle yetiştirilen Nâsr ed-dîn Mahmud'a devlet idaresi ve hükümdarlığın şartları hakkında da dersler verildiği anlaşılmaktadır. Sultan Mu'izz ed-dîn Behramşah tahttan indirildiği sırada diğer şehzadelerle birlikte tutuklu bulunduğu Kasr-ı Sefid'den çıkarılarak, Türk emîr ve melikler tarafından Firûzî Sarayı'na getirilen Nâsr ed-dîn Mahmud, 1243 yılı başlarında Sultan Alâ ed-dîn Mesûd tarafından Bahraiç valisi olarak tayin edilmiştir.267 Çocuk denilebilecek yaşta olmasına rağmen buradaki başarılı yönetimiyle dikkatleri üzerinde topladığından Sultan Alâ ed-dîn Mesûd'u hall etmek isteyen Türk emîr ve melikler tarafından gizlice Dehli'ye davet edilerek tahta çıkarılmıştır.268

Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud'un yirmi yıllık saltanatı süresince üç önemli mesele görülmektedir. Bunlar; Moğol saldırıları, Hindu tecavüzleri ve hepsinden önemlisi melikler arasındaki gruplaşmalardan doğan iç çekişmelerdir. Nitekim tahta geçmesinden hemen sonra Moğolların Dehli Türk Sultanlığı sınırlarına tecavüz ettiklerinin bildirilmesi üzerine bizzat harekete geçen Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud Şâh, 10 Mart 1247'de Lahor yakınlarındaki Ravi nehrini geçtiği sırada Moğolların geri çekildiklerini öğrendi. Bunun üzerine, Aralık 1245 de Moğollar'a kılavuzluk yapan ve Nandana çevresindeki Cud tepelerine hâkim olan Rana'dan intikam alınarak, bölge tahrip edildikten sonra geri dönülmüştür.

Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, Emir-i Hâcib Melik Balaban'ın telkinleriyle Moğol akınları karşısında beklenilen mukavemeti gösteremeyen, hattâ zaman zaman Moğollarla işbirliği yapan yaşlı emirlerin tımarları ellerinden alındı, Yapılan yeni düzenlemelerle Pencâb bölgesinde merkezi idareyi güçlendirirken, bölgede Moğollara karşı mukavemeti de artırmıştır.269

Ekim 1247'de harekete geçen Sultan, Dehli'den onbeş, yirmi kilometre kuzeybatıdaki Panipat'a ulaştığı bir sırada Melik Balaban'ın teşvikiyle geri dönerek, doğuya yöneldi.270 Duâb bölgesine girerek Kannauç hudutlarındaki güçlü bir Hindu sığınağı durumunda olan Talsanda kalesini fethetti. Bu sırada Melik Balaban da, öncü birliklerinin başında çok güçlü kalelere sahip, kuvvetli Ranaların elinde bulunan Kalincar ile Kara arasındaki dağlık ve engebeli araziye yaptığı akını tamamlayarak hükümdarlık ordusuna katıldı. Bölgedeki Hindu hareketlerinin sindirilmesi üzerine geri dönülmüş ve 19 Mayıs 1248 günü Dehli'ye ulaşılmıştır.271

2 Ağustos 1249 günü Emîr-i Hâcip Melik Balaban'ın kızı Melike-i Cihan ile evlenen Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, kısa bir süre sonra yeni kayınpederini saltanat naibi olarak atamış, "Çetr" ve "Durbaş" ile birlikte "Uluğ Han" unvanını vererek, onu hükümdarlık orduları başkomutanlığına getirmiştir.272 Uluğ Han Balaban'ın devletin önemli mevkilerini tamamına yakını Türk olan, kendisine yakın kişilerle doldurarak yöretimi bütünüyle tamamen kontrol etmeye çalıştığı görülmektedir.273 Onun bu tavrı, kısa süre içerisinde birbirini takip eden bir dizi isyanın çıkmasına sebep olacaktır.274

12 Kasım 1252 günü Galyor, Çanderi, Narvâr, Kalincar ve Malva bölgelerini içerisine alan geniş çaplı bir sefer başlatan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, Malva hududunda bölgenin en güçlü ranası olan Çahar Deo'yu büyük bir yenilgiye uğratarak memleketini tamamen tahrip etmişti.275 Muhtemelen ülkenin batısında çıkan karışıklıklar sebebiyle, belki de istenilen sonuç alınmış olduğundan, Dehli'ye geri dönülmüş ve bir müddet sonra, Lahor yoluyla Uçç ve Multan taraflarına yönelik bir harekât başlatılmıştır.276 Bu seferin sebebi açık olarak bilinmemekle beraber muhtemelen Uluğ Han Balaban'ın kışkırtmasıyla ayaklanarak bölgeyi hakimiyeti altına alan Melik Nusret ed-dîn Şîr Han'ın tedibini amaçlamış olması ihtimal dahilindedir. Ancak bu gerçekleştirilemeden, ordunun Biyâh nehri kıyısına ulaşıp karargâhını kurduğu sırada, bir süre önce sarayda büyük bir mevki kazanan Hindu dönmesi İmâd ed-dîn Reyhan'ın entrikaları neticesinde Uluğ Han Balaban'ın kendi ıktasma gitmesi emredilerek, Mayıs 1253'de Dehli'ye dönülmüştür.277

Uluğ Han Balaban gibi güçlü birisini merkezden uzaklaştırıp, kendi ıktasına göndererek sıradan bir vali durumuna düşüren Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud'un, kendisinden öncekilerin de yapmak istedikleri gibi "daima saraya bağlı kalacak bir Türk olmayanlar gurubu" meydana getirebilme çabası içerisine girdiği görülmektedir. Onun için idarî kademelerde büyük değişiklikler yapılmış, Temmuz 1253'de İmâd ed-dîn Reyhan Vekil-i Dar olurken, Aynü'l-mülk Cüneydî vezirliğe getirilmiş ve Uluğ Han Balaban taraftarları kısa sürede görevlerinden atılmışır.278 Her halde, bu gelişmeler karşısında Balaban'ın harekete geçeceği düşünülmüştü. Buna fırsat vermek istemeyen İmâd ed-dîn'in kışkırtmasıyla harekete geçen Sultan, Hansi'ye Uluğ Han Balaban üzerine yürümüş, fakat onun hiçbir karşılık vermeden Nagaure taraflarına çekilmesi üzerine Kasım 1253 de Dehli'ye dönmek zorunda kalmıştır.

Başkentte fazla kalmayan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, bu sefer de, kısa bir süre önce Türkistan'a giderek Moğollara sığınan Melik Nusret ed-dîn Şîr Han'ın adamlanının elinden Uçç, Multan've Taberhinde kalelerini almak üzere harekete geçmiştir. 16 Şubat 1254'de Taberhinde'yi ele geçirip Melik Tâc ed-dîn Sencer Arslan Han'a veren sultan, Uçç ve Multan'a ikinci defa Melik İzzeddin Balaban Kişilü Han'ı tayin ederek Biyâh nehri kıyısından geri döndü.279

Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud Şâh'ın bundan sonraki saltanat yıllarında da pek çok hadise meydana geldi. Öncelikle ülkeyi tam bir sıkıyönetim ile idare etmeye başlayan İmâd ed-dîn'in ülkenin her yanında başlatılan ayaklanmalar ile Dehli'den uzaklaştırılmış ve Ocak 1255'de Uluğ Han Balaban'ın yeniden yönetimin başına geçmesi sağlanmıştır.280 Bu fiili durum karşısında Sultan Nasr ed-dîn Mahmud'un yapabileceği fazla bir şey bulunmamaktaydı. Ona rağmen başlangıçta bir saltanat değişikliği düşünen Türk emir ve melikler, sonra bundan vazgeçerek Sultan'a yeniden biat ettiler.281

Bu sırada, Annesi Melike-i Cihân'ın, Uluğ Han Balaban'ın rakiplerinden Kutluğ Han ile evlenmesi sarayda soğukluk yaratmış ve Melike-i Cihan ile yeni eşi, Oudh'a gönderilerek merkezden uzaklaştırılmıştır. Ama, bundan sonra Kutluğ Han'ın sebep olduğu olaylar bir türlü önlenemeyecek ve bölgedeki istikrarı epeyce sarsacaktır.282

Birkaç sefer kıstırılmasına ve birlikleri dağıtılmasına rağmen tekrar tekrar isyan eden Kutluğ Han, Bedaûn bölgesindeki Sihramu'da yapılan savaşı kazanacak283 ve bu arada ülkenin doğusu ve batısında sistemli bir isyan salgını başlayacaktır. Nihayet, başta Melike-i Cihân ve Kutluğ Han olmak üzere isyancılar, 21 Haziran 1257'de Dehli önlerine kadar geldi. Fakat, bir sonuç alamayacaklarını anlamaları uzun sürmedi ve bir gün sonra dağılıp gittiler.284 1258'de Pencab'da beliren yeni Moğol tehlikesi Dehli'den gönderilen kuvvetler ile bertaraf edildi. Moğolların Hindistan'daki olayları çok iyi takip ettikleri anlaşılmaktadır. Böylece melikler, Hindular ve Moğolların sebep olduğu meseleler sürüp giderken285 Sultan, akıllı bir politika uygulayarak bütün meseleleri kendi lehine halletmeye çalıştı.

Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, 24 Mart 1260'da Köşk ü Firûzî'ye taşınırken ikiyüzbin yaya ve ellibin atlıdan meydana gelen hükümdarlık ordusu Sultanı selâmladı. Moğol elçileri de, bu münasebetle onun gücünü görmek fırsatını elde etti.286

Nâsr ed-dîn Mahmud, Moğollar'dan korkmuyor ve onlara her fırsatta karşı koyacak güçte olduğunu gösteriyordu. Cüzcânî'nin naklettiğine göre, Sultan da Moğollar'a elçi göndermiş, Emîr Yuğruş'un oğlu, Salın Noyan'la yaptığı konuşmada, "Şayet atlarınızdan birinin tek nalı, Sultan Nâsr ed-dîn'in topraklarına basarsa, dört ayağı da kesilecektir" tehdidinde bulunmuştu.287

Mevat'taki Hindular, yağma hareketlerine devam etmekte, önlerine çıkan ahalinin mal ve canına zarar vermekteydi. O yüzden 6 Temmuz 1260'da Uluğ Han, Mevat seferine çıktı ve bölgede tedip harekâtı yapılarak oniki bin kişi kılıçtan geçirildi.288 Bu tarihten sonraki olaylar hakkında herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. 1264 yılında hastalanan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, bir müddet hasta yattıktan sonra, 18 Şubat 1266'da öldü.289

Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud Şâh, Cüzcânî ve İsemî'nin kayıtlarında babasından daha büyük bir hükümdar olarak karşımıza çıkmaktadır.290 Ancak olaylar bunun böyle olmadığını göstermektedir.291 Ancak cömert, kibar, merhametli ve dindar birisi olduğu ve geçimini bizzat kendisinin yazıp, sattığı Kur'an nushalarından sağladığı hususunda bütün kaynaklar birleşmektedir.292 Sultan'ın insanî açıdan mükemmel birisi olduğu anlaşılmaktadır. Ama idareciliği hususunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bir başka deyişle Sultan Nasr ed-dîn Mahmud, akıllı, belirgin bir siyâsî görüşe sahip, ama muktedir olamamış birisidir.

G. Balabanlılar

Dehli'de hüküm süren Türk Sultanlıklarının üçüncüsü Balabanlılardır. 1266 ile 1290 tarihleri arasında yirmidört yıl hâkimiyet süren bu hanedan, Kıpçakların Uluğ-Borlu kabilesine293 mensup Gıyâs ed-dîn Balaban tarafından kurulmuştur. Karahıtaylar ile komşu olan Uluğ-Borlular,294 yurtlarının muhtemelen 1218'de Moğollar tarafından istilâsı üzerine diğer Türk kabileleri gibi zayıflamıştır. Böyle karışık ve tehlikeli bir zamanda Moğolların eline esir düşerek Bağdat'a getirilen Balaban, memlûk olarak, Dehli Türk Sultanlığı hizmetine girmiş ve Şemsî Melikleri (= Kırklar)295 arasında yer almıştır. 296

Meliklikten hanlığa, hanlıktan hükümdarlığa yükselerek İltutmuş'tan sonra Dehli Türk Sultanları'nın en büyükleri arasında yer alan Balaban'ın297 kurduğu hanedan, 1266-1290 yılları arasında yirmidört yıl sürmüştür. Balaban dışında tahta çıkan iki hükümdardan biri yeteneksiz, diğeri çocuk yaşta ve devlet işlerinden habersiz bulunduğundan bu hanedan uzun ömürlü olamamıştır.

I. Gıyâs Ed-Dîn Balaban (1266-1287)

Uluğ-Borlu hanları neslinden ve Türkler arasında tanınan bir aileden gelen Balaban,298 onbin çadırlık bir "il"in299 başkanının oğluydu. Moğolların eline düştükten sonra kardeşi ve bir akrabasıyla birlikte300 Gucerat limanlarından birisinde Basralı Cemâl ed-dîn tarafından satın alınmıştır.301 Onun yanında eğitim gören Balaban, 1232'de Şemseddin İltutmuş'un hizmetine girdi. Çeşitli görevlerde bulunarak Hasse-Darlığa kadar yükseldi.302 Raziye döneminde bir ara tutuklandı303 ise de sonra Emir-i Şikâr yapıldı.304

1. Meliklik Dönemi ve Tahta Geçişi

Sultan Muizz ed-dîn Behram Şâh zamanında Emîr-i Âhurluğa yükselen Balaban,305 Sultan Raziye'nin mağlup edilmesinde önemli rol oynayacaktır.306 Ancak, bu sırada velinimeti Bedr ed-dîn Sungur Rumî'nin öldürülmesi, Onun, Dehli'yi kuşatan Türk emir ve meliklerle birlikte hareket etmesine sebep olmuştur.307 23 Ekim 1242'de Nizâmü'l-Mülk Hoca Mühezzeb ed-dîn'in öldürülmesinden sonra Emir-i Hacipliğe yükseltildi.308 Uçç'u kuşatan Moğollara karşı yapılan harekâtta baştan itibaren Sultan Alâ ed-dîn'i yönlendirmiş ve elde edilen başarıdan dolayı büyük bir nüfuz kazanmıştır.309 1246 yılında da Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud'un naibi oldu.310 Yirmi yıllık sürede Balaban, Şemsî Sultanlığı'nın en önde gelen melikleri arasına girdi ve her fırsatta Türk zümresini etrafına topladı.311

Dehli ve civarı ile Duâb ve Kannauç yörelerindeki Hindu unsurların yarattığı kargaşanın önlenmesinde etkili olan Balaban'ın312 kızı ile Sultan, 2 Ağustos 1249'da evlendi. Naipliği yanında Han-ı Âzam yâni Uluğ Hanlık gibi yüksek bir mevkii de ele geçiren Balaban,313 1252'de İmâd ed-dîn Reyhan'ın sebep olduğu olayların sonucunda orduda da üstünlüğü sağladı.314 Bundan sonra devlet idaresi rakip meliklerin entrikalarına rağmen tamamen Balaban'ın eline geçti. Halefi olmayan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud'un Şubat 1266'da ölümü üzerine hanlar, melikler ve emirlerin oybirliği ile tahta geçen Balaban, Gıyâs ed-dîn unvanını aldı.315

2. Hindu İsyancıların Sindirilmesi ve Ülkede İstikrarın sağlanması

Onun sultanlığını ilk tebrik edenler arasında Lakhnauti hakimi Arslan Han'ın oğlu Tatar Han vardı ve tâbiliğini bildirmek üzere hediye olarak altmışüç fil göndermişti.316 Şerefine büyük bir şenlik düzenlendi. Dehli donatılmış, halk arasında genel bir memnuniyet havası yaratılmıştı.317 1266 yılının sonlarına doğru Başkent civarındaki ormanlık sahada yaşayan ve her fırsatta isyan ederek çevre güvenliğini tehdit eden Meolar, şiddetle ezildi. Ormanlık arazi emniyet altına alınarak Gopalgir kalesi yaptırıldı ve şehrin yakınlarına kurulan karakollarla bölgenin güvenliği tam olarak sağlandı.318 Ertesi yıl sultanlığın tahıl ambarı olan Düâb'da meydana gelen karışıklıklar bastırılırken, çevre tahrip oldu. Ama, Jaunpur, Bihar ve Bengal'e giden yollar temizlenerek, emniyeti sağlayacak tedbirler alındı.319 Bu sırada Katherli eşkiyaların sebep olduğu Bedaun, Amroha, Sambal ve Gannaur bölgelerindeki asayişsizlik tamamen ortadan kaldırıldı.320 1268 yılında Cud tepelerinde başlatılan temizlik ertesi yıl da devam ettirilerek bölgede sukunet sağlandı.321

1271'de Pencab'da imar faaliyetlerine nezaret eden Gıyâs ed-dîn Balaban, Moğollar'ın tahrip ettiği Lahor kalesini tamir ve tahkim ettirdi. Dehli'ye döndükten sonra, Meliklik döneminde kısmen düzelttiği bölgenin tımar meselesine eğilen Balaban, yaşlı asker ve harp malullerine tahsis edilmiş arazilerin yeniden defterini tanzim ettirdi.322 Bu nitelikteki kişilerden toprakları alınarak kendilerine maaş bağlandı ise de bu, ordu içinde huzursuzluklara sebebiyet verdi. Bazı komutanların ısrarı ile Balaban nezdinde aracı olan Kutval Fahr ed-dîn'in sayesinde bu uygulama durdurularak, topraklar eski sahiplerine iade edildi.323


3. Moğol Tehdidini Önlemeye Yönelik Tedbirler

Balaban ülkede istikararı sağladıktan sonra dönemin en önemli meselelerinden birisi olan Moğol tehdidini ele aldı. Bu sırada Moğollar, İran ve Azerbaycan'ı istila ederek bir yandan Anadolu'ya girmiş, öte yandan Avrupa içlerine kadar ilerlemişti. Hindistan'a da hemen hemen her yıl akınlar düzenliyorlardı. Bunun sonucunda Lahor tahrip olmuş Uçç ve Multan yöresi sürekli yağmalanmıştı.324 Vaziyet böyle iken, komutanlarından Adil ve Temür Hanlar, Aybeg ve Şems ed-dîn İltutmuş zamanlarında Türklerin elinde bulunan Gucerat, Malva gibi yerlerin geri alınmasını tavsiye etmekte idi. Sultan Balaban, onlara da sıranın geleceğini ifade ile halihazırdaki Moğol tehlikesine dikkat çekerek Dehli'den ayrılmasının doğru olmayacağını bildirdi.325 Bu, gerçekçi ve yerinde bir düşünce idi. Nitekim Sultan'ın, Pencâb'tan Dehli'ye uzanan yollar üzerinde tedbirler aldığı, Uçç-Multan-Lahor çizgisinde güçlü bir savunma hattı oluşturup, Samana ile Sunam hattını da tahkim ettiği326 bir sırada, Moğolların tekrar kuzeybatı sınırlarını aşarak her yeri yağmaladıkları haberi geldi.327 Balaban bu sıkışık ve kritik zamanda Dehli'den ayrılmadı. Hakanü'1-mülk denilen ve halkın daha çok Han-ı Şehit diye isimlendirdiği oğlu Muhammed Han, Pencâb'ın yardımına gönderildi.328 Multan ve havalisinin Moğol tehlikesinden korunması ile görevli olan bu Şehzade, Sind-Pencâb işlerini düzene koymuş, zaman zaman başkente gelerek Sultana bilgi vermiştir. Son ziyaretinde veliaht ilân edilirken kardeşi Buğra Han da, Samana-Sunam hattının muhafazası ile görevlendirildi.329 Ayrıca her iki şehzadenin yanında tecrübeli danışmanlar bulunmaktaydı ve Kırklar'dan Timur Han ile Şîr Han gibi çok değerli melikler de bölgede görevliydi.330

4. Lakhnauti Valisi Toğrul'un İsyânı

Sultan Balaban'ın Moğol meselesi ile meşgul olduğu bir sırada, bu durumdan istifade etmek isteyen Lakhnauti valisi Toğrul, 1276'da, doğuda ayaklandı. Sultanlığını da ilân ederek kendi adına hutbe okuttu ve para kestirdi.331 Bunun üzerine Balaban, uzun saçlı lâkabı ile tanınan Emin Han Melik Alptigin'i Lakhnauti üzerine gönderdi. Toğrul Han, zeki ve askerin iç yüzünü iyi bilen bir kişiydi. Türlü yollarla Balabanlı ordusu içine soktuğu adamları vasıtasıyla para karşılığında, çoğunun saf değiştirmesini sağladı. Daha sonra gücü azalan Emîn Han Melik Alptigin'i savaşa zorlayarak onu mağlup etti. Geri çekiliş sırasında da, muhtemelen Toğrul'un kışkırtması ile Hindu kabileleri de isyan ederek Dehli kuvvetlerine saldırdı. Bu yenilgiyi öğrenen Gıyaseddin Balaban, Emîn Han Melik Alptigin'i Oudh kapısında astırırken,332 1280'de ikinci kez Lakhnauti üzerine gönderilen kuvvetlerin başına Melik Turmadı getirildi. Bu melik de, başarı sağlayamadan Oudh'a kaçtı. Oudh valisinden Melik Turmadı'yı asması ve mücadeleyi kendisinin devam ettirmesi istendi. Vali Şihâb ed-dîn emredilenleri yaptı ise de, Tuğrul'a yenilmekten O da kurtulamadı. Hâdiselerin bu şekilde gelişmesinden endişe eden Sultan, bizzat Toğrul'un üzerine yürüdü.333

Dehli ordusu hareket geçtiğinde Toğrul, hemen karşı tedbirler almağa başlamış ve Cacnagar taraflarına çekilmişti. Maksadı Sultan, Dehli'ye döndükten sonra gelip, hiç yıpranmamış bir halde tekrar bölgeye hakim olmaktı. Ama, Dehli kuvvetleri hiç bir mukavemet görmeden Lakhnauti'ye girdikten sonra burada oyalanmadan Toğrul'un peşine düşmüş ve bir tüccar kafilesinden bulunduğu yer öğrenilerek ani bir baskınla ortadan kaldırılmıştır.334

Balaban, Toğrul'u yakalayıp, öldüren Melik Şer Andaz ve Melik Mukadder'e hil'at ve hediyeler verdi.335 Lakhnauti'ye dönüldükten sonra suçlu görülen çok sayıda insan, ibret olmak üzere idam edildi. Sultan, Bengal'den ayrılmadan önce buranın idaresini oğlu Buğra Han'a bırakırken Ona nasihatlerde de bulundu. Dönüş emri verildiğinde baba-oğul son görüşmeleri yapmaktaydı.336

5. Balaban'ın Ölümü

Moğollara karşı Multan'da bırakılan Şehzade Muhammed, Dehli'ye gelerek babasını tebrik etmiş, Sultan da Moğollara karşı dikkatli olunmasını emretmişti. Bu şehzadenin Multan'a döndüğü sırada, 1285'de Moğolların Herat valisi Timur Han, bir intikam seferi düzenleyerek Kuzeybatı Hindistan'a girdi.337 Muhammed, Dipalpur civarında Moğol kuvvetlerini karşıladı ve taraflar Ravi nehri kıyısında, öğle vaktine doğru savaş nizamına geçmişti. Tam bu sırada Timur Han ani bir taarruz başlattı ise de şiddetli bir vuruşmadan sonra Moğollar mağlup edildi.338 Ama daha öğle namazını kılmamış olan Muhammed'in, küçük bir su birikintisi kenarında atından inerek, etraftaki birkaç kişi ile duaya başlamasıyla doğan fırsatı kaçırmayan bir Moğol birliği süratle O'un üzerine saldırarak ok ile yaralayıp öldürdü.339 Çok sevdiği Şehzadesi'nin bu şekilde öldürülmesi Sultan Balaban'ı manen yıktı. Günlerce oğlunun yasını tutan Sultan, gündüzleri normal devlet işlerini yürütürken geceleri bir köşeye çekilip, hıçkırıklarla ağlıyordu. O arada Dehli'ye çağırdığı küçük oğlu Buğra han da bir bahane ile Lakhnauti'ye geri dönmüş ve Sultan'ın iyice çökmesine sebep olmuştu.340 Bunun üzerine Han-ı Şehid Muhammed'in oğlu Keyhusrev'i veliaht tayin ettikten birkaç gün sonra, 1287'de, Kıpçak bozkırlarında başlayan hayatı Dehli'de acıklı bir şekilde sona erdi.341

El-Hakanü'l-Mu'azzamü'l-Hanü'l-'Azam Bahaü'l-Hakk ve'd-dîn, Uluğ Han Balaban es-Sultanî 342 akıllı, basiretli bir idareciydi. Bütün devlet kademelerinde görev yaptığı için yönetimde tecrübe sahibiydi. Adaleti devletin temeli sayan bir zihniyete sahip olup, bu hususta kim olursa olsun taviz vermemiştir.343 Gösteriş ve ihtişama büyük önem verir, neseb olarak düşük kimselerden hoşlanmazdı.344 Yirmi yıllık hükümdarlık döneminde sert tedbirler almak pahasına da olsa halkın can ve mal güvenliğini en iyi şekilde sağlamış ve sonraki dönemlerde hasretle yad edilen bir düzen kurmuştu. Öyle ki, hiçbir devlet adamı düzensizliğe karşı onun gibi bir zafer kazanmamıştır.345

II. Mu'izz Ed-Dîn Keykubat (1287-1290)

Balabanlılar'ın ikinci sultanı Keykubat'tır. Balaban'ın torunu ve Bengal valisi olup, tahttan feragat eden Nasr ed-dîn Buğra Han'ın oğludur. Onyedi yaşında Mu'izz ed-dîn ünvanıyla Dehli tahtına çıktı.346 İyi bir eğitim almış olmasına rağmen Balaban'ın yerini dolduracak birisi değildi. Büyükbabasının yasaklarını kaldırmış ve kendisini o zamana kadar bastırılmış gençlik arzularının, sefahat ile her türlü eğlencenin koynuna bırakmıştı.347 Onun için Dehli'deki Köşk-i Lâl'de ikamet geleneğini kaldırarak, Cemne nehri sahilindeki Kilughari'de yerleşti. Bir çok bina ve saray yaptırmış, yakın nedimlerini, meliklerini de teşvik etmiştir. Sıkı bir sosyal hayattan serbestliğe geçiş, cemiyette etkisini göstermiş, hissedilir değişiklikler meydana gelmiştir.348

Devlet kademelerinde yapılan düzenlemeler de etkisini göstermekte gecikmedi. Nitekim, hilekâr ve kurnaz birisi olan Nâibü'1-Mülk Melik Nizâm ed-dîn, kısa zamanda Sultan'ı etkisi altına alarak sarayda kontrolü eline geçirdi. Kendisine rakip olan diğer Türk beylerini çeşitli bahanelerle öldürttü veya uzak ıktalara sürdürdü.349 Bu arada kendisini tahta yükseltecek yolu iyice açabilmek için Şehzade Keyhüsrev'i safdışı bırakmak üzere plânlar yapmış ve Sultan'ı da bu yönde harekete geçirmişti. Neticede bir takım gelişmelerden şüphelenmesine rağmen Multan'dan ayrılan Keyhusrev, Rohkat civarında tuzağa düşürülerek öldürüldü.350

Kendi düşüncesine göre önemli bir rakibinden kurtulan Melik Nizâm ed-dîn, o arada Vezirü'l-Mülk Hoca Hatır'ı küçük düşürmüş, bazı melikleri de tutuklatmıştı.351 Ama esas darbe arkadan geldi. Multan yöresinde ortaya çıkan boşluğu değerlendirmek için tekrar Sind'e giren Moğollara karış büyük bir zafer kazanıldığı haberi yayılarak tebriklerini sunmak üzere gelen emir ve meliklerden büyük bir kısmı öldürüldü veya sürüldü. Bunların yerine yapılan atamalarla yönetimde tam bir temizlik harekâtı başarıyla tamamlandı.352 Fakat bu sırada Moğolların Lahor'dan Multan'a kadar bütün bölgeyi insafsızca yağmaladıkları haberi Dehli'ye ulaşmış ve Barbeg Han-ı Cihan onlara karşı gönderilmiştir. Bu defa tesadüfler sayesinde de olsa gerçekten çok sayıda Moğol öldürüldüğü gibi, külliyetli miktarda esir de Dehli'ye getirilerek idam edildi.353

Mu'izz ed-dîn Keykubat, Nâibü'1-Mülk'ün kışkırtmasıyla bazı Türk beylerine karşı düşmanca tutumunu devam ettirdi ve İslâmiyeti kabul ederek Dehli Türk Sultanlığı'nın hizmetine girmiş bulunan bir kısım değerli Moğol ümerasıyla birlikte Balaban devrinin iki önemli şahsiyeti olan, Melik Alâ ed-dîn Şahbek ile Melik Nasr ed-dîn Tuzkî (; Yüzkî?) de ortadan kaldırıldı.354 Bütün bunların sorumlusu olan Nizâm ed-dîn'e, Kayınpederi Fahr ed-dîn Kutval'ın nasihatleri de çare etmedi.355 Bunun üzerine Bengal'den harekete geçen Nasr ed-dîn Buğra Han, Dehli üzerine yürüdü.356 Baba-oğul Gogra nehri kenarında karşılaştıysa da savaş son anda önlendiği gibi duygusal bir ortam da oluşmuştur.357 Sonuçta Bengal valisi olan Buğra Han, oğluna nasihatte bulundu. Naibü'l-Mülk'ü değiştirmesini ve Kalaç ümerasına görev vermesini tembihledi.358

Mu'izz ed-dîn Keykubat, Dehli'ye döner dönmez babasının dediklerini aynen uygulamaya başladı.359 Önce Nâibü'1-Mülk'ü Multan yöresindeki meseleleri çözmekle görevlendirerek merkezden uzaklaştırmak istedi. Ancak O, gidişini geciktirince zehirlenerek öldürüldü.360 Kalaçların Yuğruş ailesinden Firuz Han, Samana'dan getirtilip arız-ı memâlik olarak atandı.361

Buğra Han'ın seferi Türk emir ve melikler'in tamamen yok edilmelerinin önüne geçmişti. Fakat, bu defa da Kalaçlar gittikçe güçlenmeye başladı. Üstelik Sultan, bir müddet ara verdiği eğlencelere yeniden başlamış ve bu arada sıhhati de bozulmuştu. Devletin en önemli makamlarına yapılan atamalar yönetimde bir düzelmeyi sağlamadığı gibi, göreve getirilen melikler arasındaki yarış, kargaşayı iyice artırdı. Sonuçta Sultan, Kilugarî sarayında hasta ve güçsüz bir vaziyette yatarken362 meliklerden bir grup, küçük yaştaki oğlu Keyûmers'i Şems ed-dîn ünvanıyla tahta çıkardı.

III. Şems Ed-Dîn Keyûmers (1290)

Kalaç ümerasının saray nezdinde gittikçe itibar kazanması üzerine onların aleyhinde olan Melik Aytımar Kaçan ile Melik Aytımar Surha, Keyümers'i tahta çıkarmışlardı.363 Dolayısıyla, 1290'da devletin başında aynı anda iki sultan ortaya çıktı. Bu arada Kalaçların devlet kademelerinden tamamen atılmak istenmesi Ârız-ı Memâlik Firuz Han'ın harekete geçmesine sebep oldu. Kalaçlar ve bir kısım Türk meliğin yardımı ile Melik Kaçan ve Melik Surha öldürüldü. O arada Mu'izz ed-dîn Keykubat, Kilughari'de bulunuyordu. Şems ed-dîn Keyümers'i bir müddet yanında tutan Firuz Han, önce onu, sonra da babasını öldürtüp, Kuzey Hindistan'da Balabanlı hakimiyetine son verdi.364

H. Kalaç Sultanlığı (1290-1320)

Bilinmeyen bir tarihte Türkistan'dan göç ederek bugünkü Afganistan'ın batısına; Ceyhun ile Sind nehirleri arasına yerleşen Kalaçlar365 Gazneli, Gurlu ve daha sonra bölgede kurulan diğer Türk devletlerinin tebaası olmuştur.366 Yine bu devletlerin Hindistan'a yaptıkları akınlarda yer alan bu grup,367 Dehli Türk Sultanlığının teşekkül ettiği sıralarda, özellikle Sind bölgesinde hatırı sayılır bir güce ulaşmıştı. Nitekim Harezmşâh Celâl ed-dîn'i bölgede etkili kılan da bu grup olmuştur.368 O dönemde Kalaçların Duâb bölgesinden doğuya, Bengal'e doğru yayılışları da Gazi İhtiyâr ed-dîn Muhammed Bahtiyâr Kalaç hakkında bilgi verilirken söz konusu edilmişti. Şemsîlerin son dönemlerinde, Moğol akınları sebebiyle yerleştirildikleri Dehli ve çevresinde de etkili olmaya başlayan Kalaçlar,369 Balabanlılar zamanında Türk emir ve melikler tarafından ısrarla devletin üst kademelerinden uzak tutulmuş,370 ancak Buğra Han'ın telkinlerinden sonra bu kademelerde kendilerine yer bulabilmişlerdir. Dehli Kalaç Sultanlığı'nın kurucusu Firûz Şâh da bunlardan birisidir.

I. Celâl Ed-Dîn Firûz Şâh

Kalaçlardan asil bir aileye mensup olduğu anlaşılan Firûz Şâh,371 Şemsî ve Balabanlı Sultanlarının hizmetinde bulunmuş ve askerî alanda önemli görevler yerine getirmiştir.372 Fakat, O'nun talihi Sultan Keykubât ile Buğra Han'ın Gogra nehri kıyısında yaptıkları görüşmeden sonra açılacaktır. O sırada Ser-i-Candar ünvanıyla Samana valiliğini yürütmekte olan Firûz Şâh, Dehli'ye davet edilerek Arız-ı Memâlik olarak atanacak ve Baran ıktası kendisine tahsi edilecektir. Bu arada Nâibü'1-Mülk Nizâm ed-dîn'in entrikalarından korunmak isteyen Türk emir ve meliklerin etrafında toplanması ile, kısa sürede önemli bir güç odağı haline gelecek ve Şayeste Han ünvanını da alacaktır.373 Ancak Firûz Şâh'ı baştan beri sevmeyen ve Kalaçların devlet kademelerinde yükselmelerini pek tasvip etmeyen bir kısım Türk komutan da bulunmaktaydı.374 Bunların Dehli'de yaptıkları hükümet darbesini Bahapûr'da birlikleri denetlediği sırada öğrenen ve sükunetle karşılayan Celâl ed-dîn Firûz Şâh, birkaç gün sonra harekete geçerek rakiplerini etkisiz hale getirdi. Devletin üst kademelerini yakın akrabalarını atamak suretiyle işgal ederken kendisi de Naibü'l-Mülk görevini üstlendi.375 İki ay sonra, 13 Haziran 1290'da Dehli Türk Sultanlığı tahtını ele geçirdi.376

Türklerin Balabanlı ailesine karşı hudutsuz bir sevgi ve bağlılığı bulunmaktaydı.377 Onun için, Celâl ed-dîn Firuz'u hoş karşılamayıp hemen şehir kapılarını kapatmak suretiyle Kalaçları istemediklerini gösterdiler. Olgun ve tedbirli bir insan olan Kalaç Sultan'ı bütün ısrarlara rağmen Başkent'e zorla girmek istemedi ve civardaki Kilughari kasabasında bir müddet ikamet etti.378 O, zamanla Dehli ahalisinin kendisini anlayacağını tahmin ediyordu. Olaylar beklediği gibi gelişti ve kısa süre içerisinde pek çok Türk kumandan'ı huzura gelerek yeni Sultan'a biat etti. Lakhnauti haricindeki bölgelerde de Celâl ed-dîn Firuz'un hakimiyetinin tanınması, çaresiz Başkent'in de kapılarını açmasını sağladı.379

Kalaç Sultanı'nı uğraştıran ilk mesele Melik Çahçu Kişili Han'ın isyanıdır.380 Sultan Balaban'ın yeğeni olan bu han, yeni atamalar yapılırken Kara gibi uzak bir eyalete vali tayin edilmişti.381 Tımar merkezine gelerek, kısa zamanda iç huzuru sağlayan Kişili Han'ın Buğra Han ile temas kurduğu Dehli'nin dikkatinden kaçmamıştı. Neticede bazı mahalli kuvvetlerin de desteğini alarak harekete geçen Kişili Han, bağımsızlığını ilan etti. Kendi adına para kestirip hutbe okuttu ve Mugis ed-dîn ünvanını aldı.382

Çahçu'nun eski hanedandan olması ve Kalaçlardan memnun olmayanların, çevresinde toplanması ihtimali bulunması bu isyanın önemini artırmıştır. Onun için Kalaç Sultan'ı hemen harekete geçti. Erkli Han'ın zamanında müdahalesiyle büyümeden bu isyanda "pirinç yiyen" Hindu askerlerinin bulunduğu Kişili Han kuvvetleri, ilk vuruşmalarda büyük bir bozguna uğratıldı.383 Daha sonra yapılan meydan muharebesini de asi melik yakalanarak Bedaun'da bekleyen Sultan'ın huzuruna çıkarıldı.384 Eski cenk arkadaşlarının zincirlere vurulmuş halini gören Kalaç Sultan'ı onları affetti.385 Kişili Han gözetim altında tutulmak üzere Multan'a gönderilirken, Kara valiliğine Alâ ed-dîn Kalaç tayin edildi.386

Celâl ed-dîn Firûz Şâh 2 Şubat 1291'de Dehli'ye döndükten sonra yeni bir ayaklanma ile karşılaştı. İran'dan Hindistan'a göç ederek, Balaban zamanında Dehli'ye yerleşen Seydi Mevla,387 Kalaçlardan memnun olmayan bazı kişilerle harekete geçerek Sultan'a bir suikast tertip etti. Sultan öldürüldükten hemen sonra Seydi Mevla tahta çıkacak, bu arada halifeliğini de ilan edecekti.

Bu teşebbüs bizzat Sultan tarafından öğrenildi ve ertesi gün büyük bir ayaklanma için hazırlıkları tamamladığını sanan Mevla'nın dergâhı ansızın Kalaç askerleri tarafından basıldı.

Başta Seydi Mevla olmak üzere herkes tevkif edildi.388 Yargılama esnasında, Sultan yeterli şahit gösteremedi. Yapılan işkenceler de sonuç vermeyince isyancılar ülkenin ücra köşelerine sürgün edildi. 389 Yalnız, Erkli Han, babasının rızasını almadan Seydi Mevla'yı fillerin altına attırarak çiğnetti.390

22 Mart 1291'de Orta Hindistan'ın kuzeyinde Biyane ve Galyûr civarında büyük bir kale olan Renthembur seferine çıkıldı. Birkaç kez feth edilmiş olan bu Şehir,1282'de Rana Hanmir'in eline geçmişti. O'nun çevresindeki racaları baskı altına alarak, gittikçe güçlenmesi Sultan Celâl ed-dîn'in dikkatinden kaçmamıştı. Çandaval, Revârî ve Raçputana yolunu takip eden Kalaç ordusuna karşı çıkan Rana Hanmir, başarılı savaşlar yaptı. Şiddetle kuşatılan Renthembur düşürülemedi. Bir sonuç elde edemeyen Kalaç ordusu, geçtiği yerleri tahrip ederek, 2 Haziran 1291'de Dehli'ye geri döndü.391

Renthembur kuşatmasının yarıda kalmasının sebebi, o sırada bir İlhanlı ordusunun Pencab'a girmesiydi.392 Hülegü Han'ın oğlu olduğu rivayet edilen Abdullah Han ellibin kişiyle girdiği Dehli Türk Sultanlığı arazisini yağmalamaya başladı. Ama Sind nehri kenarında Kalaç kuvvetlerine mağlup olarak sulh talebinde bulundu. Hayatı beklenmedik kararlarla dolu olan Celâl ed-dîn Firûz Şâh, pek çok kişinin karşı çıkmasına rağmen Oğlum diye hitab ettiği Abdullah Han ile birlikte barış şartlarını tesbit etti. Buna göre İlhanlı ordusu geri çekilecek, ama isteyenler bu ülkede kalabileceklerdi. Sonuçta İlhanlı kuvvetlerinden dört bin kadarı müslüman olarak Dehli civarında, Moğolpûr kasabasına yerleşti. Bu olay Celâl ed-dîn Firûz Şâh'ın halk nezdindeki itibarını artırdı.393

Yetmiş yaşında iken tahta geçen Kalaç Sultan'ı gün geçtikçe gücünü kaybediyordu. Bu arada Sultan'ın izni olmadan Alâ ed-dîn Kalaç, aylık bir mesafede bulunan Deogir'e (; Devletabad) cüretkâr bir akın yaparak büyük miktarda ganimet elde etti.394 Son derece kurnaz birisi olan bu Melik, olayın Sultan tarafından öğrenilmesi üzerine bir mektup ile af dilemiş ise de savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. Bizzat harekete geçen Sultan Celâl ed-dîn Firûz Şâh, kara civarında Ganj nehri kıyısında Alâ ed-dîn Kalaç ile karşı karşıya geldi.395 Sultan, tedbirsiz davranarak görüşmeler yoluyla meseleyi çözmek üzere 20 Temmuz 1296'da, yeğeni ile buluştuğu sırada öldürüldü.396 Hükümdarlık ordusu kargaşaya düşerek bir kısmı Kilighari'ye dönerken, geri kalanlar Alâ ed-dîn Kalaç'ın maiyetine girdi.

Kalaç hanedanının kurucusu Celâl ed-dîn Firûz Şâh sahneden çekilirken yerine oğlu Rükn ed-dîn İbrahim Dehli'de tahta oturdu.397 Fakat süratle harekete geçen Alâ ed-dîn Kalaç önce bunu, sonra da Multan ve Lahor taraflarına hakim bulunan Erkli Han'ı ortadan kaldırarak tahta geçecektir.398 Celâl ed-dîn Firûz Şâh, yumuşak huylu, dürüst bir insan ve alimleri de koruyan bir şahsiyetti. En büyük düşmanlarını dahi affetmesini bilmiştir.

I. Alâ Ed-Dîn Muhammed Şâh (Ekim 1296-Ocak 1316)

Kalaçların en büyük Sultanı ve Dehlide tahta çıkan dördüncü büyük hükümdar olarak kabul edilen Alâ ed-dîn Muhammed Şâh, muhtemelen 1266 yılında doğmuştur.399 Babası çok önce öldüğünden, Amcası Celâl ed-dîn Firûz Şâh'ın gözetiminde yetişti. Balabanlılar zamanında Moğollara karşı yapılan savaşlarda sertliği ve acımasızlığı ile tanınmış Celâl ed-dîn Firûz Şâh'ın tahta geçmesinden sonra da, O'nun kızı ile evlenerek Kara'ya vali atanmıştı.400

Alâ ed-dîn Kalaç, 20 Temmuz 1296'da hükümdarlığını ilan etmiş ise de, ancak dört ay sonra Dehli'de tahta oturabilmiştir.401 Hırslı bir insan olan Sultan, ilk iş olarak devlet kademelerine yeni tayinler yaptı. Bu sırada ülkenin sınırları doğuda Bengal'e, güneyde Malva ile Çitor'a, kuzeybatıda Çağatay arazisine ve kuzeyde Keşmir'den Himalaya eteklerini takip ederek Sıvalık'a kadar uzanmaktaydı.

A. Fetihleri

Alâ ed-dîn Muhammed Şâh iç ve dış meselelerin hallinde gerçekten iktidar sahibiydi. Hindistanın en zengin şehirlerinin toplandığı Gucerat'a402 arka arkaya ordu yolladı. Nihayet 1299'da burada büyük bir zafer ve bol miktarda ganimet elde edildi.403 Sultan'ın akrabalarından İkat Han'ın tertiplediği suikast önlendiği gibi, bir yıl sonra Moğol beylerinin düzenlediği ayaklanma da şiddetle bastırıldı.404 Bu arada Cayselmer ile Renthembur zapt edildi.405 Tam sükunet sağlanmış iken Hacı Mevlâ adlı bir Şeyh, Şemsî ailesini iktidara getirmek üzere baş kaldırdı. Zorlukla bastırılan bu ayaklanma sonucunda isyancıların tamamı katledildi.406 Sonraki sekiz yıl içerisinde bir yandan Moğol akınları durdurulmaya çalışılırken, diğer yandan Çitor, Malva, Savena ve Calor istilâ edildi.407 O arada Malva Ray'ı Mahlak Deva'nın kaçıp sığındığı Mandu kalesi de 23 Kasım 1305'de ele geçirildi.408 Büyük racaların boyun eğmesi, belli şartlarla diğer şehirlerin de teslim olmasını sağladı.Ucceyn, Dharnagari ve Çanderi bunlar arasındadır.

B. Çağatay-Kalaç Mücadelesi

Alâ ed-dîn Muhammed Şâh, gençliğinden beri Moğollara karşı takip ettiği acımasız siyaset ile şöhret bulmuştu.409 Tahtı ele geçirdikten sonra da Moğolpur'u yerle bir etmiş, Sultan Celâl ed-dîn Firûz Şâh'ın damadı olan Algu Han'ı da öldürtmüştü.410 O sırada Erkli Han'ın ortadan kaldırılmasıyla Multan bölgesinde zayıflayan Kalaç nüfuzuna karşılık, Çağataylılar'ın genişleyebilecekleri tek yer olarak da Hindistan kalmıştı. O yüzden Kadır Han, 1297'de kırkbin kişilik bir ordu ile Pencâb'a girdi.411 Lahor'a kadar ilerleyen Çağatay ordusu Câranmancur'da (; Cullandar) Kalaçlar tarafından durduruldu ve şiddetli bir savaşın sonucunda yirmibine yakın zayiat vererek geri çekilmek zorunda kaldı.412

1299'da Çağatay kumandanı Saldı Sivistan'ı istila ettiyse de Kalaç kuvvetleri tarafından büyük bir bozguna uğratıldı.413 Aynı yıl, Çağatay hükümdarı Duva Han'ın oğlu Kutluğ Hoca'nın düzenlediği intikam seferi gelişmiş, Lahor düşürülerek Dehli önlerine kadar ulaşılmıştı. 414 Başkent'e ilk defa bu kadar yaklaşan Moğollar, daha önceki başarısız oldukları iki seferi dikkate alarak, bu defa iyi bir hazırlıktan sonra Hindistan'a girmişlerdi. Uluğ ve Nusret han kumandasındaki Kalaç öncüleri harekete geçti. Zafer Han da, Kutluğ Hoca'ya sol koldan darbe indirecekti. Fakat savaşın en şiddetli anında gerekli desteği vermeyerek bu kuvvetlerin tamamen imha edilmesine415 göz yuman Sultan Alâ ed-dîn Muhammed Şâh, Dehli kuvvetlerinin tam bir ölüm-kalım mücadelesine girdikleri sırada bizzat ileri atılarak fillerin sağladığı üstünlükle Moğolları mağlup etti. Ama kendisi de çok zayiat verdiğinden onları takip edecek durumda değildi.416

1303'te, Çitor seferi sırasında Taragay isimli Çağatay kumandanı, Pencâb'ı yağmalayarak Dehli yakınlarına kadar ilerledi. Fakat, Siri ovasında durdurularak geri atıldı.417 Bu sırada Dehli'de yiyecek sıkıntısı baş göstermiş ve halk kötü günler yaşamıştı. Durmak bilmeyen Çağatay akınları 1305'te de devam etti. Ali ve Tartak isimli kumandanlar ile Taragay tekrar Kalaç arazisine girdi.418 Ama, Samana ile Dehli arasında Amroha yakınlarında yapılan savaşta mağlup oldular. Esir edilen Ali ve Tartak, zincirlere vurulmuş oldukları halde Dehli sokaklarında gezdirildikten sonra katledildiler.419

Bir türlü istediği sonucu alamayan Çağatay hükümdarı Duva Han gazaba gelmiş ve Kebek komutasında yeni bir orduyu Hindistan'a yollamıştı.420 1306'da yaklaşık ellibin kişilik bir ordu ile Sind'i yağmalayan Kebek, Ravi nehri kıyısında Dipalpûr valisi Gazi Tuğluk tarafından durduruldu. Melik Naib Kâfur komutasındaki Dehli ordusunun421 yetişmesi üzerine bozgun halinde geri çekilmeye çalışan Çağataylılar, o sırada yolları tutan Kalaçlar tarafından esir edildi.422 1308'de İkbalmend'in gerçekleştirğdiği son Çağatay istilası da Gazi Tuğluk'un aldığı yerinde tedbirler ile Nagaur önlerinde durduruldu.423 Bu yenilgiden sonra Moğollar Hindistan için bir tehdit olmaktan çıkacaktır.

Moğollar karşısında gösterdiği başarılar sebebiyle Pencâb ve Multan valiliklerine atanan Gazi Tuğluk emrine tahsis edilen güçlü bir ordu ile Kabil, Gazne, Kandahar ve Germsir yörelerine akınlara başladı. Her yıl, düzenli olarak yapılan bu seferler sonucunda büyük ganimet elde edilirken taarruzdan savunmaya geçen Moğollar da kendi sınırlarını korumanın çarelerini aramaktaydı. Dolayısıyla "korkunç kuzeyli" imajı Kalaçlar sayesinde Hind halkının hafızasından çıkmıştır.424

C. Güney Siyaseti

Alâ ed-dîn Muhammed Kalaç, büyük hayaller peşindeydi ve zamanın İskender'i olmak istiyordu.425 Çağatay tehlikesinin ortadan kalkması üzerine, o zaman kadar hiçbir Sultanın cüret edemediği bir işe, yani Güney Hindistan'ın fethine girişti. Melik Naib Kafur Hazar Dinarî, 1309 yılından itibaren Ganapati, Hoysala ve Pandya racalıklarını ele geçirmek üzere seferlere başladı.Bir yıl kadar önce zapt edilen Deogir'in Racası Ram Chandra Deva, en önemli müttefik idi.426 Mart 1310'da Kakatiya Racalığı'nın Başkenti Varangal şehri birkaç çarpışmadan sonra bizzat Raca Pratab tarafından Melik Naib'e teslim edildi. Savaş için terbiye edilmiş yüz kadar filin yanında, binlerce deve yükü ganimet ile çok miktarda mücevheratın Raca tarafından hemen takdimi Melik Naib'i şaşırtmıştı.427 Dehli'de sıkıntılı günler geçiren Alâ ed-dîn Muhammed, 23 Haziran 1310 günü, Varangal seferi galibi Melik Naib'i, Caputra-i Nasırî denilen düzlükte bizzat karşıladı ve ona en yüksek rütbelerden olan "İzzü'd-Devle" ünvanını verdi. 428

Kalaçlar, güneyin zenginliklerinin tahminlerinin de üstünde olduğunu anlamışlardı. O yüzden bu seferler artarak devam etti. Kalaç ordusu, önüne çıkan engelleri kolaylıkla berteraf edecek, o zamana kadar hiçbir yabancı gücün ayak basmadığı topraklara girerek, aylarca süren büyük seferler gerçekleştirecektir. Her akın bir diğerini takip edecek, geniş ülkeler ele geçirilirken Melik Naib, kararlaştırılan zamanda Dehli'ye dönmeyi bile unutacaktır.429 Bütün bunlara rağmen, ele geçirilen racalıkların her yıl belirli miktarda fil ve haraç göndermeleri şartıyla iç işlerinde tamamen serbest bırakılması, bu seferlerin siyasi mahiyetinden çok, mali yönünün önemli olduğunu göstermektedir.430

20 Kasım 1310'da Melik Naib, Hoysalar'ın merkezi olan Dvarasamudra seferine çıktı. 14 Şubat 1311 günü bölgeye ulaşan Kalaç ordusu, on gün kadar dinlenip, gerekli keşifleri yaptıktan sonra taarruza geçti. Raca Viraballala, şiddetli Türk hücumunu önleyemedi. Muhasara aletlerinin de kullanıldığı bu savaşta surlar kolaylıkla delindi. Esir edilen raca, Kalaçlar'ın yüksek hakimiyetini tanımak ve yıllık vergi göndermek şartıyla affedildi. Kalede bir miktar Kalaç askeri muhafız olarak bırakıldı.431 Dvarasamudra'da fazla oyalanmayan Hazar Dinarî, daha da güneye Pandya racalığı üzerine yürümekte bir sakınca görmedi.

Arap kaynaklarında Mabar diye geçen ve Hindistan'ın en zengin köşelerinden birisi olan Pandya bölgesi ele geçirildikten432 sonra Seylan adasının hemen karşısına düşen Raesvaran şehri de kuşatıldı. Böylece Türkler, tarihlerinde ilk defa Seylan kapılarına kadar ulaşmış oluyordu. Rivayete göre, Kalaç ordusundan bir grup boğazdaki adalara hücum etmişti. 25 Nisan 1311'de Racalığın Başkenti Madura işgal edilirken parlak bir zafer kazanıldı. Melik Naib Kafur Hazar Dinarî, sadece bu bölgede beşyüzoniki fil, beşbin civarında Yemen ve Suriye'den gelmiş at ile kıymeti katiplerce tesbit edilemeyen çok miktarda mücevher ele geçirdi. Nihayet, onbir aylık bir seferin sonunda, 18 Ekim 1311'de, Ganimetler ile birlikte ordu, muzaffer bir şekilde Dehli'ye döndü.433

D. İdarî Alanda Yaptığı Düzenlemeler

Alâ ed-dîn Muhammed, büyük bir lider olduğunu ekonomik ve idari düzenlemeleriyle de ortaya koymuştur. Onun dönemine kadar Hindistan'daki Türk hakimiyeti ordu gücüne dayalı, önemli kent ve kalelerin elde bulundurulması esasına dayanmakta idi. Buna bağlı olarak malî kaynaklar da ganimetler, tabi hükümdarlardan alınan haraçlar ve şehirlerden toplanan vergilerden ibaretti. Müslüman nüfus şehir ve kasabalarda yaşamakta, kırlık alan tamamına yakın bir şekilde Hinduların elinde bulunmaktaydı. Bu kesim ile yönetim arasındaki münasebet hut veya mukaddim denilen belirli kişiler eliyle yürütülmekte idi. Bunların ise görevlerini layıkıyla yaptıkları söylenemezdi.434

Kalaç sultanı iktisadî alanda devleti güçlendirmek için bir dizi tedbir aldı. Öncelikle denetimler artırıldı. Tarım alanlarının yeni baştan tahriri yapıldı.435 İçki satışı ve tüketimi engellendi.436 Gelir anlaşmaları iptal edildi ve gelirler bizzat yönetim tarafından toplandı. Özel toplantı, şenlik ve eğlenceler kaldırıldı. Kırlık kesimden alınan vergiler artırılmakla birlikte, bu bölgelerdeki yoksul zümreler vergi dışı bırakıldı. Tavizsiz bir ekonomi ve başarılı bir fiat kontrol sistemi kurmak suretiyle geliri artırdı. Orduyu güçlü tutacak ne tedbir gerekiyorsa onları almakta tereddüt etmedi. Üretim fazlası hububatı satın almak suretiyle Dehli'de döneminin mucizelerinden biri sayılabilecek ölçüde yiyecek depoladı.437 Bunun faydalarını da Moğol akınları sırasında yaşadı. Ücretler belirli bir seviyede tutuldu. Askerlere de hazineden makul ölçüde maaş ödedi. Atlar düzenli bir şekilde muayene edildi ve damgalandı. Böylece halk rahata kavuşmuş ve bu dönem "Devr-i Alâi" olarak anılmıştır.438

E. Son Zamanları ve Ölümü

Moğol tehlikesi atlatılmış, iki deniz arasındaki sınırlar ortadan kaldırılmıştı. Dehli'den binlerce kilometre uzaklıktaki bölgelere başarılı seferler yapılmış Kalaç akınları, Seylan boğazına kadar ulaşmıştı. Neticede, Hindistan'da hiçbir Fatih'in ulaşamadığı bölgeler Alâ ed-dîn Muhammed Şâh'ın hakimiyeti altına alınmıştı. Dehli'de elçilik misyonları bulunuyor ve bunlar Kalaç Sultanı ile görüşme çareleri arıyordu.439 1312 yılında Şehzade Hızır ve Sadi hanların düğünleri yapıldı.440 Bu senenin sonuna doğru Deogir'de baş gösteren isyan kanlı bir şekilde bastırılmış,441 1315 yılı başlarında gözden düşen Alp Han, Melik Naib'in entrikaları sonucunda ölüme mahkum edilmiştir.442 O sırada Alâ ed-dîn Muhammed Şâh'ın sıhhatı bozulmaya başladı. Sultan, asabî bir rahatsızlık geçirmekte, hatta delilik alametleri göstermekteydi.

Yakalandığı hastalıktan kurtulamayan Alâ ed-dîn Muhammed Şâh, 6 Ocak 1316 günü öldü.443 O'na büyük hizmetlerde bulunan Melik Hazar Dinarî, Sultan'ın komaya girdiği bir anda, daha çocuk yaşta olan Şehzade Ömer'i veliaht ilan ettirmişti.444 Dolayısıyla, muhteşem bir törenle Sultan'ın cenazesini kaldırdıktan445 sonra Şihâb ed-dîn ünvanı ile Ömer'i tahta çıkardı.

III. Kalaç Hanedanı'nın Yıkılışı

Alâ ed-dîn Muhammed'in ölümünden hemen sonra Sultan ilân edilen Ömer Han,446 1310'da dünyaya geldi. Döneminde idari yetkiler kayıtsız şartsız Naib'in elinde toplandı.447 Türk beylerinin buna uzun süre müsaade etmeyeceğini bildiğinden pek çoğu sürgüne gönderildi. Mübarek Han dışındaki şehzadelerin gözüne mil çekilerek, anneleri Melike-i cihan ile birlikte Galyur Kalesi'nde hapsedildi. Mübarek Han'ı da kör etmek üzere gönderilen birlikler, bu şehzade tarafından ikna edilerek Melik Naib Hazar Dinarî'nin üzerine sevkedildi. Türk emir ve meliklerin de desteğini alan bu grup, 11 Şubat 1316'da Melik Naib'i bıçaklayarak öldürdü.448 Ömer Han tutuklanarak Dehli'den uzaklaştırıldı ve saray kısa sürede kontrol altına alındı.

14 Nisan 1316 günü Mübârek Han, Kutb ed-dîn Ünvanı ile tahta geçti. İlk iş olarak devletin üst kademelerine yeni atamalar yaptı. Gucerat ve Deogir'deki karışıklıkları bastırmak için gayret sarf etti.449 Fakat, çok geçmeden dengesiz biri olduğunu gösterdi.Bütün şehzadeler Galyûr kalesinde boğularak öldürüldü. Babası zamanında konulan yasakların geçerliliğini kaybetmesi kargaşaya sebep oldu. Bunun üzerine Saraya kapanan Mübarek Şâh, babası gibi devlet idaresini naibi olan Hasan isminde birine bıraktı.450 Sultan 26 Nisan 1320'de esrarengiz bir suikast sonucunda öldürülürken gözdelerinden birisi olan ve o sırada Güney Hindistan'a yaptığı başarılı bir seferden dönmüş bulunan Hindu asıllı Hüsrev Han idareyi ele aldı.451

Nasr ed-dîn Hüsrev Şah pek çok Hindu'yu devlet dairelerine doldururken Kalaçlara rakip olan şahsiyetleri de önemli memuriyetlere atadı.452 Bir müddet sonra Hinduların mabedlerde serbestçe dua etmelerine izin verilirken Sarayda ve köşklerde et yenmesi arkasında da hayvan kesilmesi yasaklandı. Nihayet, Kur'ân-ı Kerim'e açıkça tavır alınması Nasr ed-dîn Hüsrev'in sonu oldu.453

Karaunas Türklerinden olan Gazi Tuğluk yakınlarının teşvikiyle hudud kalesi olan Dipalpur'dan hareketle Dehli üzerine yürüdü.454 Bir çok bey ve melik kendisiyle birleşti. Han-ı Hanân'ın kuvvetleri Dabhalî (; Dalili) köyü civarında Gazi Tuğluk tarafından mağlup edildi.455 Bu Türk kumandanı, bizzat Husrev Han'ın yönettiği birlikleri 5 Eylül 1320 Cuma günü akşama kadar devam eden bir savaşla mağlup etti. Ertesi gün yakalanan Husrev, Kutb ed-dîn Mübârek Şâhın katledildiği yerde öldürüldü. Kumandanların büyük ısrarı üzerine Gazil Melik Tuğluk tahta geçmeği kabul etti. Böylece Dehli tahtı, Eylül 1320'nin ilk haftasında el değiştirmiş456 ve bir başka Türk hanedânı iş başına geçmiştir.

I. Tuğluklar

Gazi Melik Tuğluk, Gıyâs ed-dîn ünvanıyla Dehli tahtına otururken, 1414'e kadar sürecek bir hanedan'ın da kurucusu olmuştur.457 Bu ailenin menşei kesinlikle belli değildir. Ama Gazi Tuğluk'un babasının Karaunas (; Karauna) Türklerinden olduğu bilinmektedir.458 Karaûnaslar hakkında henüz derli toplu bir araştırma yapılmış değil ise de bunların Horasan'dan geldikleri ve Sultan Balaban zamanında Hindistan'a yerleştikleri yönünde görüşler bulunmaktadır.459

1. Gıyâs Ed-Dîn Tuğluk Şâh (1320-1325)

Gazi Tuğluk, Alâ ed-dîn Muhammed Kalaç'ın kardeşi, Sind hakimi Uluğ Han'ın hizmetine girerek çişitli görevlerde bulunmuş ve göstermiş olduğu başarılar sayesinde, 1305'te Lahor ve Dipalpur valiliklerine atanmıştır.460 Bir müddet sonra Moğol akınlarının durdurulmasında gösterdiği gayret sebebiyle sınır güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiş,461 bu arada Kabil, Kandahar ve Gazne yörelerine akınlarda bulunarak Moğolları bunaltmıştı. Hindu Parvaların Başkent'te hakim olduğu sıralarda Pencâb ve Sind valisi bulunmaktaydı. 6 Eylül 1320'de Dehli tahtına çıktıktan sonra yakınlarının ısrarı ile Sultanlığını ilan etmiş ve kısa bir süre içerisinde düzeni sağlamıştı.462 Sultan Alâ ed-dîn Muhammed devrinde tatbik edilen sıkı tedbirleri tekrar gözden geçirerek, bazı ilavelerle birlikte yeniden uygulanmaya koydu.

Gazi Tuğluk, bir hafta gibi kısa bir zamanda Tuğluk hakimiyeti'ni bütün ülkede tanıttı. Kalaçların düştüğü karışıklık anından faydalanarak isyan etmiş bulunan Hindu racalarının üzerine oğlu Uluğ Han'ı gönderdi. Fakat O, Gazi Tuğluk'un öldüğü yolunda bir söylentinin yayılması üzerine geri döndü. Ancak bu haberin asılsız olduğu ortaya çıkınca Bidar'ı ele geçirdikten sonra Varangal üzerine yürüyerek burasını bütün çevresiyle birlikte yeniden itaat altına aldı.463 Diğer yandan Gazi Tuğluk, daha önceki Sultanlar tarafından genişletilen Dehli'ye yeni bir bölüm ilave ettirerek, Tuğlukabad denilen bu kısma taşındı.

Bengale bölgesi halâ Sultan Balaban'ın torunlarının hakimiyeti altındaydı. 1318'de Şems ed-dîn Firûz Şâh'ın ölümü üzerine iç savaş çıkmış ve Lakhnauti bölgesi tahrip olmuştu. Taraflardan Nasr ed-dîn'in yardım istemesi Gıyâs ed-dîn Tuğluk Şâh'a beklediği imkanı sağladı. Sultan, Doğu Bengale'yi ilhak ederken, Batı Bengale'yi Nasr ed-dîn'e bırakarak Tuğlukabad'a dönüş hazırlıklarına başladı. Oğlu Uluğ Han babasına tantanalı bir karşılama töreni yaptı. Bu arada meydana gelen bir kasr çökmesi sonucunda, Şubat 1325'te Sultan Gıyâs ed-dîn Tuğluk Şâh vefat etti464.

2. Muhammed Tuğluk Şâh (1325-1351)

Gıyâs ed-dîn Tuğluk Şâh'ın ölümü üzerine yerine Cuna Han olarak da bilinen oğlu Muhammed Şâh tahta geçti. İyi eğitim görmüş, çok zeki, fakat haris birisi olan bu hükümdarın garip tavırları vardı.465 Dekken bölgesinin kesin bir surette elde tutulması gerektiğine inandığı için 1327'de hükümet merkezini güneye, Yadavas bölgesindeki Deogir'e taşıdı. Dehli havalisindeki ahaliyi mecburi olarak bu şehre iskan ettirmesi ülke içinde huzursuzluklara sebebiyet verdi.466 Muhammed Tuğluk, Deogir'de düşündüğü büyük fetihler için bazı ekonomik tedbirlere başvurdu. Gümüş karşılığında bakır ve tunç para bastırdı.467 Fakat sözü edilen paralar Müslümanlarda, gümüş karşılıkları ise Hinduların elinde toplandı. Sonuçta devlet hazinesini mühim ölçüde sarsan bir ekonomik kriz ortaya çıktı.468 Bu arada, 1328'de Melik Behram Ayaba Kişilü Han'ın, Multan'da çıkardığı isyan bastırıldı.469 Fakat Düab'da başlayan kıtlığın sebep olduğu vergi artışıyla birlikte Sultanlığın genelinde bir karışıklık baş gösterdi.470

Muhammed Tuğluk bir taraftan kıtlık ve kargaşa ile uğraşırken öte taraftan Güney Hindistan'da büyük isyanlar çıktı.471 Ülkenin kuzeyinde ise yeniden Moğol istilacılar baş gösterdi. Muhammed Tuğluk'un sebep olduğu kargaşa Maveraünnehir'de güçlenerek Afganistan'ı da hakimiyeti altına almış bulunan Çağatay Han'ı Tarmaşirin tarafından büyük bir fırsat olarak değerlendirildi.472 Bunun üzerine Çağataylılar, 1328 yılına doğru Tatta asileriyle birleşerek Multan ve Lahor üzerinden Dehli önlerine kadar ilerledi. Tarmaşirin, Siri'den Cud Tepelerine kadar olan bölgeyi istila ettikten sonra Lahor ve Samana içlerinden Bedaun'a kadar ilerlemişti.473 Girdiği bölgeleri tamamen yağmalayan Çağatay ordusunun Hindistan'daki faaliyetleri ve geri çekilişleri hakkında farklı bilgiler bulunmaktadır.474

1335'de isyan eden Mabar valisi Seyyid Celâl ed-dîn Ahsen üzerine yapılan seferde Sultan, Varangel'e ulaştığı sırada baş gösteren kolera salgını askerin pek çoğunun kırılmasına sebep oldu.475 Bu sırada kendiside hastalanan Gıyâs ed-dîn Muhammed zorlukla kurtarıldı ve yarı yoldan dönülürken,476 Mabar bölgesi kaybedilmiş oldu.477 Dekken halkı ağır vergileri ödemekte zorluk çektiği için huzursuzluk çıkarırken, bu defa Pencâb bölgesi karışıktı. Sultan ülkede kaybolan istikrarı sağlayıp, bozulan iktisadi hayatı düzene sokacağı yerde anlaşılmaz bir cihangirlik hevesine tutulmuştu.478 O yüzden 1338'de Çin'i fethetmek üzere harekete geçti. Hazırlanan bir ordu Tibet'e gönderildi. Himalaya eteklerinde Karaçal (= Karaçhil) denilen bir yerde Tuğluk ordusu şiddetli bir mağlubiyete uğradı.479

Ordunun zayıfladığını gören Bengale ve Dekken hakimleri arka arkaya ayaklandılar.480 Büyük güçlüklerle bastırılan bu isyanlardan sonra Muhammed Tuğluk, Guceratta isyan eden Tagi üzerine yürüdü.481 Tatta'ya birkaç günlük mesafede mola verildi. Muharrem ayının ilk on gününü burada geçiren ve biraz rahatsızlanmış bulunan Sultan, 20 Mart 1351'de Tatta'ya birkaç kilometre kala vefat etti.482 O'nun saltanat dönemi tam bir başarısızlıklar dizisi meydana getirmektedir. Sahip olduğu meziyetlere rağmen sertliği, ölçüsüz ve ihtiyatsız davranışları muazzam bir devleti harap etmiştir.

3. Firûz Şâh (1351-1388)

Firûz Şâh, 1309'da doğmuştur. Babası, Gıyaseddin Tuğluk Şâh'ın küçük kardeşi Sipahsalar Melik Recep,483 Annesi Racput ileri gelenlerinden Dipalpur Racası Mal Bhatti'nin kızı idi484. Amcasının olağanüstü yardımlarını gören Firuz Şâh, önemli görevlerde bulunmuş birisi idi. Muhammed Tuğluk'un Sind'de ölümüyle başsız kalan ve karışıklık içerisine düşen orduda Firûz Şâh da bulunmaktaydı. Başlangıçta sorumluluk almak istememesine rağmen komutanlar ve saray mensuplarının ısrarı ile dört gün sonra tahta çıkması için yapılan daveti kabul etti. 485

Hiç bir ihtirası olmayan, geriye kalan ömrünü dünyadan elini çekerek, inzivada geçirmek isteyen Firûz Şâh Tuğluk, tahta geçtiği sırada Hacca gitmek kararındaydı. Tatta'dan Dehli'ye hareket eden Sultan beş ay sonra ulaştığı Dehli'de beş altı yaşlarındaki bir çocuğun tahta oturmuş olduğunu gördü. Bu hadisede baş rolü oynayan Melik Ahmed Ayaz, Tatta taraflarında bütün ordunun Moğollar tarafından yok edildiğini duydukları için böyle davrandıklarını ileri sürerek Firûz Şâh'tan özür diledi. Affedilen Melik Ahmed Ayaz bir müddet sonra gönderildiği Samana'ya giderken Şîr Han tarafından öldürülecektir.486

Sultanın ilk giriştiği sefer Bengale üzerine olmuştur. Zira, İlyas Hacı isimli bir bey Şems ed-dîn ünvanını alarak İgdala kalesinde istiklalini ilan etmişti.487 Bu hadise üzerine büyük bir ordu ile harekete geçen Firûz Şâh, uzun bir muhasaraya rağmen İgdala kalesini düşüremeyince, kış mevsiminin yaklaşmasını da bahane ederek bölgeyi terk etti. Aslında O, Bengale'yi Tuğluk hakimiyetinde tutmak gerektiğine inanmamıştı. Muhammed Tuğluk Şâh döneminde ortaya çıkan genel memnuniyetsizliğin giderilerek, isyanların bastırılması ve sahip olunan gücün devletin aslî bölgelerini elde tutmak üzere kullanılması taraftarıydı.488 Bu uygulama en azından belirli bir dönem için akılıca düşünülmüş, gerçekçi bir politika idi.

Firûz Şâh, tarımı iyileştirmek için bir dizi tedbir alırken, halkın ve bazı memurların devlete olan borçlarını af etmek suretiyle iyi bir başlangıç yaptı. Vergi kayıtlarının yeniden düzenlenmesi için Hoca Hüsâm ed-dîn Cüneyd'i görevlendirdi. Kötü yönetim sebebiyle konulan ve halkı bıktırıp, bezdirmiş olan vergilerin pek çoğu kaldırıldı. Bu, tarımda belirgin bir iyileşme sağaldı. Yeni alanlar ziraate açılırken üretimin artmasıyla fiatlarda düşüş başladı. Adeta, Alâ ed-dîn Muhammed Kalaç devrine geri dönülmüştü. Yalnız, Kalaç Sultanı'nın aksine Firûz Şâh, fiatları sabit tutabilmek için hiçbir zorlamaya girişmemiş, tamamen piyasa kurallarının işlemesini sağlamıştı. Bir de pek çok önemli kanal açtırarak sulamayı geliştirmiş olması gözle görülür bir iyileşmeyi beraberinde getirmiştir.489

1358 yılına gelindiğinde Bengale'deki gelişmeler beraberinde yeni meseleleri de getirdi. Doğu Bengal'in bağımsız hükümdarı Fahr ed-dîn Şâh'ın damadı olan Zafer Han, İlyas Han ile anlaşamamış ve Firûz Şâh'tan yardım istemişti. O sırada İlyas Han, Tuğluk hakimiyetindeki Tirhut'u da istila etmişti. Bunun üzerine yetmişbin kişilik bir ordu, dörtyüz yetmiş fil ve nehirde hızla hareket edebilen pek çok tekne ile Bengale seferine çıkıldı.

Bu sırada Şems ed-dîn İlyas Han ölmüş yerine geçen İskender barış talebinde bulunmuştu.490 O kadar hazırlık ve yoldan sonra bu meseleyi tamamen çözmek isteyen Firûz Şâh, İgdala kalesini kuşattı. Samargoan tekrar Zafer Han'a verildi. Fakat O, bunu istemeyerek Dehli'ye gitmek üzere yola çıktı. Bu sırada İskender de teslim olmuş ve barış yapılmıştı.491 Sonuçta Orissa üzerinden Başkent'e dönen Sultan, 1361'de isyan eden Nagarkot üzerine yürüyecektir.

1337'de Muhammed Tuğluk tarafından feth edilen Nagarkot Hindu hacıların uğradığı önemli bir merkez haline gelmişti. Altı ay müddetle kuşatılan Şehir, Racanın aman dilemesi üzerine Tuğluklu hakimiyeti altına alındı.492 Bunu 1371'de gerçekleştirilen Tatta seferi takip etti. Doksanbin süvari, dörtyüzseksen fil ve beşbin kadar yelkenli ile Tatta kuşatıldı. Sultan, bir önceki seferin öcünü almak istiyordu.493 Fakat, Sind'in istila edildiği sırada başgösteren salgın hastalık her iki tarafa da büyük kayıplar verdirdi. Firûz Şâh, toparlanabilmek için Gucerat'a çekilmek istiyordu, ama Hindli klavuzlar O'nu Ran çölüne çekerek iyici yıpranmasına sebep oldular. Her şeye rağmen Tuğluk ordusu Gucerat'a ulaştı.494 Türk ordusunun hareketlerini büyük bir dikkatle takip eden Tatta Racası Cam Babiniya, kendisi açısından durumun ümitsizliğini anlamış olmalı ki, Firûz Şâh'a teslim oldu. Yerine kardeşi atanan Raca, Dehli'ye götürülürken Sind havalisi tamamen Tuğluk hakimiyetine girmiş bulunuyordu.

Firûz Şâh'ın büyük askerî emelleri bulunmamaktaydı. O sebeple Sind'den dönüldükten sonra uzun süre ciddi bir sefer görülmeyecek ve ülkenin imarı için çalışılacaktır.495 Bir ara Dekken'de istiklal bulan Behmenilere karşı bir sefer yapması teklif edildi ise de, bu ülkenin Müslüman olması sebebi ile rıza göstermedi. Firûz Şâh Tuğluk, Ekim 1388'de seksenüç yaşında iken vefat etti. Aybeg, İltutmuş, Balaban ve Alâ ed-dîn Muhammed gibi büyük Türk sultanlarından sayılır. Ülkesinde refah, saadet ve adalet mefhumlarının gereğini büyük bir başarı ile yerine getirmiştir. İkiyüz kadar kasaba tesis etmiş bu yerlerde hayır kurumları, aş evleri ve medreseler yaptırmıştı. Kırk cami, otuz okul, yirmi saray, yüz hastane, bir o kadar kervansaray, hamam, yüzelli köprü, elli su bendi ve otuz su deposu yaptırmıştır496. Şeriati devlet idaresinde ve teşkilatında şiddetli bir şekilde takip ettirmiş, sünni inanışı bütün ülkede kuvvetli bir akım olarak korumaya özen göstermiştir.497

4. Tuğluk Hakimiyetinin Çöküş Dönemi

Firûz Şâh Tuğluk'un iyice yaşlandığı son dönemlerinde devlet yönetimi, büyük ölçüde vezirlerin elinde kalmıştı. Bunların çevirdiği entrikalar onun ölümünden sonra da devam edecek ve sonraki yedi yıl içerisinde beş hükümdar değişikliği yaşanacaktır. Önce Muhammed Tuğluk Şâh'ın torunu, Fetih Han'ın oğlu Gıyaseddin Tuğlukşah (1388-1389) tahta geçti.498 Bu hükümdar, iktidarda kaldığı beş ay boyunca amcasının çıkardığı karışıklıklarla uğraştı.499 19 Şubat 1389'da Melik Rükneddin Canda, Tuğluklu tahtını sarsan bir ihtilal yaptı. Sultan ve veziri Han-ı Cihan'ı öldürdü.

Rükneddin Canda'nın yardımıyla tahta geçen Ebubekir Tuğluk (1389-1390) bir yıl kadar iktidarda kalabildi. 24 Nisan 1389'da Kangra'dan Samana'ya hücum eden Nasr ed-dîn Muhammed, burayı ele geçirdi ve Sultanlığını ilan etti. Dehli'ye hareket eden bu Şehzâde Düab'da durduruldu ve Calesar Kalesine kapanmak zorunda bırakıldı. Temmuz 1389'da tekrar Dehli üzerine yürümüş ise de tekrar mağlup edildi. Ancak, bu sırada Multan, Lahor ve Samana civarında baş gösteren isyan O'na istediği imkanı sağladı. Hemen Dehli üzerine hareket eden Nasr ed-dîn Muhammed, 31 Ağustos 1390'da başkenti ele geçirerek, tahtın da sahibi oldu.500

Hakimiyetinin ilk yıllarında Başkentte yerleşmiş olan bazı Bengaleliler ile bir kısım yerli halkı acımasızca kılıçtan geçirten Nasr ed-dîn Muhammed, 1392'de Etave Hindularına karşı bir tedip harekatı yaptırdı ve reisleri Narsing Han'ı yakalatarak Dehli'ye getirtti.501 Ama bu defa da Duab'ta ortaya çıkan gaileler önem kazandı. Ayrıca Eteve, Kannauç ve Dalman yörelerindeki gelişmele de Sultanı meşgul ediyordu. Bu sırada sağlığı da bozulan Sultan, kendisi tarafından kurdurulmuş olan Muhaddebad'da istirahate çekilirken isyanların bastırılması için oğlu Hümayun'u görevlendirdi. Daha sefere çıkılmadan hastalığı ağırlaşan Nasr ed-dîn Muhammed, 20 Ocak 1394'te vefat etti.502 Yerine, iki gün sonra en küçük oğlu Mahmud,503 geçirildi. Diğer taraftan İskender adında bir başka Tuğluklu şehzade Alâ ed-dîn ünvanıyla kendisini sultan ilan etmişti.504

Ortaya çıkan Sultanlar ve yürütülen iktidar mücadelesi Hindistan'da Türk hakimiyetinin bölünmesine ve pek çok küçük devletin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Nitekim herbiri bulunduğu bölgede hükümdarlığını ilan eden Tuğluklulardan İskender'in ölümünden bir yıl sonra da Mahmud Şah vefat edecektir. Bunun yerine oğlu Nusret Şâh, tahta geçti.505 Ama devletin yönetim gücü Server Han adında bir hadım ağasının elinde toplandı. Bu arada Caunpur şehrine çekilen bir başka Bey, doğu sultanı ünvanını alarak istiklalini ilan etti. Sarang Han isminde bir diğeri de Pencab bölgesini nüfuzu altında tutarak bağımsız hareket etmekteydi.506 Bir müddet sonra bu şahsın kardeşi Mallu Han, İkbal Han ünvanını alarak sahip olduğu topraklarda müstakil hareket etmeye başladı.507

1399'da Tuğluk ailesinin temsilcisi olarak sadece Nasr ed-dîn Mahmudşah hayattaydı ve O'da güçlükle varlığını sürdürebilmekteydi. Hindistan'daki bu gelişmeler, o sırada cihân hakimiyeti peşinde koşan Timur'un dikkatini çekti. Esasen Afganistan'daki Timurlu şehzadesi de O'nu bu yönde harekete geçirmeye çalışıyordu.508 Sonuçta Timur, meşhur Hindistan seferine başlayacaktır.

5. Timur'un Hindistan Seferi

1397 kışını Semerkant ve Şehr-i Sebz'de geçiren Timur, Mart 1398'de Afganistan üzerinden güneye doğru ilerlemeye başladı. Ketur, İryab, Kelat bölgelerindeki Hinduları imha ederek Sind'e giden geçitleri emniyet altına aldı.509 13 Aralık 1398 günü Sind'e ulaşarak Çöl ü Celâlî'yi geçti. Bu arada Dehli istikametinde bazı önemli kaleler ele geçirildi.510 Arkasından Bhatnir, Firuzabad, Ahrani, Tohana ve Samara kaleleri zaptedildi.511 Tuğluk Sultanı ve Mallu Han, Timur'u Dehli haricinde bir düzlükte karşılamak imkanını araştırdılar. Ama O, Cemne nehri sahiline ulaştığı sırada Tuğluklu ordusunun yakınlarda olduğunu haber almıştı. Aynı haber Timur'un toplamış olduğu yüz bine yakın esir arasında da yayılmış, bunun üzerine onlar, aynı anda ve hep birlikte ıslık çalarak Dehli ordusunu uyarmaya kalkıştı. O sırada nehrin öbür yakasında, Timurlulardan habersiz yürüşüne devam eden Tuğluk ordusu durumdan haberdar olunca savaş nizamına girerek, hücuma hazırlandı.512

Esirlerin tavrından son derece rahatsız olan Timur, gazaba gelerek ordusunu geriye çevirdi ve onların üzerine hücum etti. Sonuçta bir saat içerisinde tarihin en büyük katliamlarından birisi burada sergilendi. Mallu Han ordusu nehrin sahiline iyice yaklaştığında Timur işini bitirmiş ve cephe vaziyeti almıştı. Tuğluk ve Timurlu kuvvetleri karşı karşıya geldiler.513 Fakat, Mallu Han mağlup oldu ve geriye kalan kuvvetleriyle Dehli Kalesine kapanmak üzere firar etti. Bunun üzerine cebrî yürüyüşe geçenTimur, kısa sürede Panipat ovasını aşarak Dehli önlerine ulaştı.514

Timur, Havz-ı Has denilen yerde arkasını dağ yamacına vererek son hazırlıklarını yaptı Kumandanlarını, çocuklarını ve torunlarını karargahta toplayarak bir toy tertip etti. Dehli savaşı için tarihî bir konuşma yaparak en küçük rütbeli askere kadar neler yapılması gerektiğini en ince teferruata kadar anlattı. Dehli önlerinde karşı karşıya gelen orduların kuvveti miktar açısından birbirine denk değildi. Ona rağmen Timur, Tuğluk Sultanının onbin süvari, kırkbin yayadan müteşekkil ordusundan ziyade her türlü şartlara alıştırılmış yüzyirmi filinden515 çekinmekteydi. Bu husus ilk anda Tuğluklulara bir üstünlük sağlamakta idi. Ancak Timur, bütün planlarını fillere göre yapmıştı. Savaştan biraz önce kayışlarla birbirine bağlanmış mandalarla suni bir set kurdu. Onların arkasına ve yanlarına develeri bağlattırdı. Askerine verdiği emirlerle istisnasız bütün hayvanların sırtlarının yağlanmasını emretti.

Mallu Han kuvvetleri hepsi birbirine zincirle bağlanmış filler önde olduğu halde savaşa başladı. Tam bu sırada Timur, ani bir emirle mandaların ve develerin sırtındaki neftleri ateşe verdirdi. Hayvanlar can havliyle fillerin üzerine gitti. Timur, isteğine ulaşmış ve ateşten ürken filler zincirlerini kırarak etrafa dağılmaya başlamışlardı.516 Bunun üzerine hücum anının geldiğini gören Timur, Tuğluk kuvvetlerine büyük bir darbe indirdi. Kaçan bir kısım birlikler Dehli kalesine sığındı. Ama, az sonra Dehli de tehdit edildi. Kuşatma için sabahın olması beklenirken Mallu ve Tuğluk Sultanı Nasr ed-dîn Muhammed gizlice firar etti.517 Onun üzerine ertesi gün savaşa lüzum kalmadığını gören Dehli halkı şehrin kapılarını açtı. Timur'un kuvvetleri Cemne nehrine kadar bütün havaliyi talan etti.518

Timur, Hindu tehdidine maruz kalmamak için Cemne nehrinin doğu sahilinde büyük bir harekata girişti. Merut havalisini yağma etti519. Takiben kuzeye Himalaya Dağlarına doğru yürüyerek Sivalik'deki Hindularışiddetle vurdu.520 Buradan çok miktarda ganimet ele geçirirken Keşmir Sultanı ile de Sulh yapıldı.

6. Tuğlukların Sonu

20 Mart 1399'da Pencâb üzerinden Hindistan'ı terk eden Timur'un bu seferi Tuğluk Devleti'nin büyük ölçüde sarsılmasına sebep oldu.521 Gerçi, Tuğluk Sultanı Nasr ed-dîn, devleti hakim olan mütegallibe Mallu Han'a rağmen tekrar iktidarı ele geçirmiş ise de uzun ömürlü bir saltanat tesis edememiştir.522 Nihayet 1413 yılında son Tuğluk hükümdarı ölürken ülkede en nüfuzlu kişi Devlet Han Ludi idi. Bunlar bir yıl kadar tahtın gerçek sahibi oldu. Ama, Tuğluk ailesinin geriye kalan fertlerine karşı gayet cömert ve saygılı davranan Hızır Han, 1414'te askerî bir ihtilal ile iktidarı ele geçirerek Seyyidîler Hanedanını kurdu.523

Tuğluklu devri kapanırken Dehli'ye hakim olan Seyyîdîler 1451 yılına kadar varlıklarını sürdürecek, sonra yerlerini Afganlı bir aile olan Lodîlere bırakacaktır. Lodilerin Dehli'deki hakimiyeti 1526 Panipat savaşıyla Zahireddin Babur Şah tarafından sona erdirilirken Dehli'de yeniden Türk idaresi kurulacak ve 1857'ye kadar devam edecektir.


1 V. V. Barthold, Moğol İstilâsına kadar Türkistan, (nşr. H. D. Yıldız), İstanbul 1981, s. 421.
2 Bu hanedan bir kaynakta "Dahhak'ın oğullarının kuvveti azalınca Gur'da Şensâb diye birisi büyük kuvvet kazandı ve Hanedan-ı Şensabâniyân olarak anıldı" şeklinde tanıtılmaktadır. [Bkz., Cüzcânî I, s. 319] Cüzcânî, Gurluların sarayında yetişmiş birisi olup efendilerine çok bağlı görünmektedir. [Bkz. S. Cöhce, Şemsî Melikleri, s. IX-XIII. ] O'nun bu durumu, dönemin teamüllerine uygun şekilde Gurlular'ı asil bir köke bağlayabilmek için büyük ölçüde İran destanlarından istifade etmeye yöneltmiş olmalıdır.
3 Geniş bilgi için bkz. Cüzcânî I, s. 319, 396 vd; M. Abdul Ghafur, The Gorids History, Culture and Administration 1148-1215, Hamburg 1960, (Basılmamış Doktora Tezi); M. A. Ahmed, Political History and Institutions of the Early Turkish Empire of Delhi, Lahor 1949, s. 37; K. M.
1 Panikkar, A Survey of Indian History, Benglora 1954, s. 71; A. K. Hilmi, Es-Selacika fi't-Tarih-i ve'l-Hadara, Kuveyt 1986, s. 122 vd; Gulam Mustafa Khan, "A History of Behram Shah of Ghaznin", Islamic Culture XXII, (Ocak-Nisan 1949), s. 199; E. Konukçu, Kuşan ve Akhunlar Tarihi, Ankara 1973, s. 115; Z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981, s. 44, 148 ve 452; S. Cöhce, Şemsî Melikleri, Elazığ 1986, (Basılmamış Doktora Tezi), s. 13 vd.
4 Bkz. N. Durak, Hindistan'a Kuzeyden Yapılan Seferler, Ankara 2000, s. 13-44; E. Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, Ankara 1989, s. 65-73,
5 Mu'izz ed-dîn Muhammed'in Gazne'ye atanmasından sonra [Bkz. Cüzcânî I. s. 396] Gur devleti iki ana grup halinde idare edilmeye başlandı. Bu ailede akrabalık bağları çok kuvvetli olduğu için bu husus sonuçta her hangi bir meseleye sebep olmamıştır. Dolayısıyla Sultanü'l-Azam Gıyâs ed-dîn, Gur bölgesinde, umumiyetle de Firûzkuh'da oturuyor ve kuzeyden gelebilecek tehditleri önlemeye çalışıyordu. Güneyde ise Gazne bir üs haline getirilmişti. Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 74 vd.
6 Kuzey Hindistan'da Dehli, Kannauç, Ecmir ve Kalincar racalıkları bunların belli başlılarını teşkil ediyordu. Bkz. T. W. Haig, "Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur.... ", s. 38; P. Saran-R. C. Majumdar, "The Turkish Conquest of Northern India", The Strugle for Empire, (nşr. R. C. Majumdar), Bombay 1957, s. 117.
7 Es-Sihrindî, Tarih-i Mübârek Şâhî, (nşr. M. H. Husain), Calcutta 1931, s. 6.
8 Cüzcânî I, s. 397; İsemî, s. 69.
9 Bkz. C. E. Bosworth, "The Early Islamic History of Ghur", The Medieval History of Iran, Afghanistan.s. 116 vd.
10 es-Sihrîndî, s. 7; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 77.
11 Cüzcânî I, s. 398; I. Prasad, A Short History of Muslim Rule in India, Allahabad 1931, s. 66.
12 Bkz. Cüzcânî I, s. 397 vd.; İsemî, The Fütuhu's-Salâtin or the Shahnama of Medieval India of Isemî, (A. M. Hüsain), Agra 1938, s. 69; H. Beveridge, History of India I, London, s. 57.
13 Hindistan'da hakimiyetlerini sürdürmüş olan bütün Türk sülâlelerinin, bu arada bugünkü Hindistan devletinin vazgeçilmez başkenti olan [Bkz. S. A. Haqqı, Hindistan'daki Türk Tesiri İlk Dönem, (nşr. Y. T. Kurat), Ankara 1984, s. 34] Dehli, Türk tarihinde bir Ötüken, bir Gazne, Rey, Hanbalık veya bir Konya ile İstanbul kadar büyük öneme sahiptir. VIII. yüzyılda Tomara tarafından kurulduğu kabul edilen [Bkz. A. C. Banerjee, "A Note in Provincial Government under the Sultanate of Delhi", JIH, V, (1938-1939), s. 237] bu şehir, XIII. yüzyılın başlarında, şimdiki Yeni Delhi'nin
12 güneyinde, Cemne nehrinin batı taraflarındaki düzlüklerde, bugünkü Muhammedpûr'un hemen batısında yükselen sıradağlara yakın bir yerde küçük bir yerleşim merkezinden ibaretti. Hindular tarafından "Dili" adıyla kurulup Müslümanlarca "Dehli" şeklinde anılan ve daha sonra İngilizlerin kendi telaffuzlarına uygun şekilde "Delhi" diye adlandırdıkları bu şehrin en eski tarihi İbni Battuta ve Emir Husrev Dihlevî tarafından yazılmıştır. Ama, Tarih-i Dihli adını taşıyan bahse konu eser şu anda kayıptır. Bkz., Wahid Mirza, The Life and Works of Amir Khusrau, Lahor 1962, s. l48.
14 Dehli'nin günümüzde de devam eden önemi kazanması Kutb ed-dîn Aybeg tarafından feth edilip, başşehir yapılmasından sonradır. Onun için bazı tarihçiler Türkler'in bu ülkedeki en büyük başarılarından birisi olarak Dehli'yi gösterirler. Bkz. S. A. Haqqı, a.g.m., s. 41; H. Kulke-D. Rothermund, H. Kulke-D. Rothermund, Hindistan Tarihi, (nşr. M. Günay) Ankara 2001, s. 245.
15 I. Prasad, a.g.e., s. 67; K. M. Panikkar, A Survey of Indian History, s. 118.
16 Raçputların Türkistan, hatta Türk menşeili olduklarına dair iddialar için bkz., I. Prasad, a.g.e., s. 11; V. Smith, The Early History of India from 600 B. C. to the Muhammadan Conquest, Oxford 1967, s. 425; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 145.
17 S. Laine-Poole, Medieval India Under Muhammedan Rule (712-1764), London 1903, s. 51; B. S. Nijjar, Penjâb Under the Sultans (1000-1526), Delhi 1968, s. 28; Hindistan tarihinde pek çok savaşın yapıldığı bir mevkii olan Tarain, [ Bkz., H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 243] bugün Azimabad denilen bölgede, Karnau kasabasının 20 km kadar kuzeyinde, Sarasvati nehri kıyısında Patravari denilen yerde bulunmaktaydı.
18 I. Prasad, a.g.e., s. 67; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 77vd.
19 Gur Sultanı savaşa bizzat katılmış ve Racalardan birisinin iki dişini mızrakla kırmıştı. O sırada bahse konu raca ve adamları da Sultan'ı yaraladı. Bkz., Cüzcânî I, s. 399; es-Sihrîndî, s. 9; Firişte, Tarih i Firişte I, Calcutta 1832, s. 103; İbnü'l Esir XI, s. 151.
20 Tarain'de gerekli gayreti göstermeyenler tesbit edilerek şerefsizlikle suçlanmış ve boyunlarına içi arpa dolu bir yem torbası geçirilmek suretiyle Gazne'de dolaştırılmışlardı. Bkz. T. W. Haig, "Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur.. ", s. 40; P. Saran-R. C. Majumdar, "The Turkish Conquest of Northern India", The Strugle for Empire, s. 117.
21 Peşaver'e geldiğinde Gurlu bir ihtiyar Sultan'a nereye gittiğini sorar. Verilen cevap ilginçtir; "Hindistan'daki yenilgimden beri ne karımın yanına uğradım. Ne de elbiselerimi değiştirdim. Bütün yılım hep öfke ve kızgınlık içerisinde geçti. Sadece Allah'a güveniyorum ve intikamımı almak için Hindistan'a gidiyorum" Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 78.
22 T. W. Haig, "Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur.... ", s. 41.
23 M. Aziz Ahmed. a.g.e., s. 78.
24 Bkz., Cüzcânî, s. 400; es-Sihrîndî, s. 9 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 38.
25 İbnü'l Esir XI, s. 152; S. Laine-Poole, a.g.e., s. 52 vd.
26 E. Konukçu, "Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri (1206-1414)", Tarihte Türk Devletleri I (Sempozyum Bildirileri, Ankara 20-25 Mayıs 1985), Ankara 1987, s. 348.
27 H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 243.
28 Bu mücadeleler için bkz., V. V. Barthold, a.g.e., s. 421-438; İ. Kafesoğlu, Harezmşâhlar Devleti Tarihi, Ankara 1984, s. 147-155.
29 Sultan'ı Hansi'de karşılayan Aybeg, O'na yüz at ile bir fil yükü altın ve gümüşten yapılmış hediye sunmuştu. Bkz., Cüzcânî I, s. 401; es-Sihrîndî, s. 11; A. L. Srivastava, The Sultanate of Delhi, Agra 1959, s. 83; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 137.
30 Cüzcânî, s. 414; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 133vd.
31 , s. 78 vd.
32 Bkz., Hasan Nizâmî, Tâcü'l-Measir, (Elliot-Dowson, a.g.e. II), s. 233.
33 es-Sihrîndî, s. 11; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 137 vd.
34 Harezmşâh Tekiş'in 1200 yılında ölümü Türkistan'daki bütün dengeleri alt üst etmişti. Gurlular bundan istifade etmek istedi. Ancak belirli bir üstünlük sağlayamadıkları gibi Karahıtaylıların da devreye girmesini önleyemediler. Bkz., Cüveynî, Tarih-i Cihângüşây II, (nşr. M. Muhammed Kazvinî), Leiden 1912, s. 55 vd.; V. V. Barthold, a.g.e., s. 435 vd.
35 Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 80 vd.
36 XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar ulaşan bu kale hakkında bkz., A. Vambery, Travels in Central Asia, London 1864, s. 239 vd.
37 Eylül 1204 sonlarında yapılan ve iki hafta süren bu savaş ile Gur Sultanı'nın kurtuluşu hakkında bkz., V. V. Barthold, a.g.e., s. 373; İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 159.
38 Bkz., Cüzcânî I, s. 402; Hasan Nizâmî, s. 233,; Nizâmed-dîn Ahmed, s. 40.
39 Cüveynî II, s. 58'de bu yönelişin esas sebebini "hazine ile ordu" olarak gösterir ki, yaklaşık on yıldır Maveraünnehr ve Horasan bölgesinde verilen mücadelenin Gurluları epeyce yıpratmış olması normaldir.
40 Bkz., Hasan Nizâmî, s. 235; Cüzcânî I, s. 417; Nizâm ed-din Ahmed, s. 42; Firişte I, s. 106; B. S. Nijjar, Panjâb under the Sultans (1000-1526 A. D. ), Delhi 1968, s. 31.
41 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 83 ve J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 210'da Sultan Mu'izz ed-dîn'i öldürenlerin "İsmailî Fedaileri" olduğu ifade edilmekte ise de kaynaklar katillerin Gakhar fedaileri olduğunda hem fikirdir. Bkz., Cüzcânî I, s. 403; Hasan Nizâmî, s. 236; Cüveynî II, s. 59; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 40; Firişte I, s. 104;.
42 Bkz., Cüzcani I, s. 401; İsemi, s. 71.
43 es-Sihrîndî, s. 14; İbnü'l Esir XI, s. 442; H. Beveridge, A Comprehensıve History Of India I, London 1858, s. 60; T. W. Haig, "Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur.. ", s. 42; A. L. Srıvastava, a.g.e., s. 80.
44 Cüzcânî I, s. 414.
45 Renthembur'da bulunan Kıvamü'l-mülk Rükn ed-din Hamza Sultana haber yollayarak eski Rae Pithora'nın kardeşi Hari Raca'nın Ecmir Racası ile birleşerek harekete geçtiğini ve bunların bir yandan Aybeg'e bağlı Pithora'nın oğlu Rainsi'yi tehdit ederlerken öte yandan Renthembur önlerine kadar geldiklerini bildirmişti. Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 129 vd.
46 A. L. Srıvastava, a.g.e., s. 82.
47 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 130 vd.
48 Cüzcânî I, s. 401; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 39,
49 Renthembur Racası Hari Raca kendisini ateşe atarak intihar etmiştir. "Jauhar töreni" adı verilen bu Hindu adetine göre herhangi bir savaş yenilgisinin ardından erkekler, çocuklarını ve kadınlarını çok büyük bir odun yığınının üzerine yerleştirip yakarak öldürdükten sonra düşmana karşı daha fazla direnemeyeceğini anladığı anda esir düşmek yerine kendisini de bu ateşe atıyordu. Bu tören hakkında bkz. H. Beveridge, a.g.e., s. 48; T. W. Haig, "Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur.", s. 20.
50 Cüzcânî, s. 417; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 138 vd.
51 Bkz. Firişte I, s. 106.
52 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 141.
53 Cüzcânî I, s. 444'de bu şehrin fetih tarihi olarak 1203 yılı gösterilir.
54 Bkz., Fahr ed-din Mübârek Şâh, Tarikh-i Fahru'd-din Mübârek Shah, (nşr. E. D. Ross), London 1927, s. 24; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 140-4; J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 210; M. Abdul Ghafur, a.g.e., s. 100.
55 Aybeg'in Gazne'ye gitmek isteyişi kendisine atılan iftira ve hakkında yapılan tezvirat ile ilgili olmalıdır. Bkz., İbn Battuta, Tuhfetü'n-Nezzar fî Garaibü'l-Emsâr ve Acâibü'l-Esfâr; Seyahâtnâme-i İbn Battuta, (nşr. M. Şerif Efendi), İstanbul 1335 H., s. 29 vd,
56 Cüzcânî I, s. 402; Hasan Nizâmî, s. 233; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 40.
57 Hasan Nizâmî, s. 235; Cüzcânî I, s. 417; Nizâm ed-din Ahmed, s. 42; Firişte I, s. 106; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 31.
58 Cüzcânî I, s. 421; Nizâm ed-dîn Ahmet, s. 46.
59 Bkz., Cüzcânî I, s. 442; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 105 vd.
60 Hasan Nizâmî, s. 87; İsemî, s. 94; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 46; O'nun tez canlı, uyanık, yılmaz, kahraman, cömert, basiretli ve akıllı birisi olduğunu kayd edilir ki, olaylar da bunu göstermektedir. Bkz., Cüzcânî I, s. 422.
61 Cüzcânî, s. 422; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 47.
62 Bölge ahalisinin dilinde Bihar, üniversite anlamına gelmektedir. Feth edildiğinde de pek çok okul ve kütüphaneye sahip olup, çok iyi korunan müstahkem bir mevki idi. Bunların bir kısmı tahrip edilmiştir. [ Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e. s, 109] Kitapların büyük bir kısmı ise alimlerin istifadesine sunulmak üzere Dehli'ye gönderilmiştir. Bkz. Cüzcânî, s. 423.
63 Cüzcânî I, s. 424; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 47; Hasan Nizâmî, s. 88; Ayrıca burada, Kutb ed-dîn Aybeg'in de bulunduğu bir meclisde Muhammed Bahtiyâr'a kurulan kumpas neticesinde Onun bir fil ile döğüşüp, yendiği ve kendisine verilen hediye, armağan vs. meclisteki hizmetlilere dağıttığı anlatılır.
64 Bu sülâle için bkz., V. Smith, a.g.e., s. 418 vd.; Ayrıca, Brahmanlar arasında yaşayan bir efsaneye göre Bengal bölgesini elleri dizlerine kadar inen bir kumandan ele geçirecektir. Bu kumandan aynı zamanda Turuşkalardan, yani Türklerden olacaktır. Bu efsane ve Savaş öncesi Muhammed Kalaç'ın fizikî şeklinin Brahmanlarca incelettirildiği hakkında bkz., Cüzcânî I, s. 425.
65 Geniş bilgi için bkz. A. H. Danî, "The Conquest of Nudia" Journal of Indian History XLII/1 (April 1964), s. 231-234; A. C. Banerjee, "The Date of the Fall of Nadia", Indian History Quartly XII/1 (1936), s. 148.
66 Hindistan'ın doğusunda, Ganj ve Brahmaputra nehirlerinin suladığı, şimdiki Bangladeş Devleti'nin kurulduğu düzlüklerin en eski ve önemli merkezlerinden birisi olan Lakhnauti hakkında bkz., H, Blochmann, Constributions to the Geography and History of Bengal, Calcutta, s. 1-38.
67 Cüzcânî I, s. 424 vd.
68 Bkz. Cüzcânî I, s. 425; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 48; E. Konukçu, Kalaç Sultanlığı, s. 54­74.
69 Cüzcânî I, s. 426 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 49; Ebu'l Gazî Bahadır Han, Şecere î Terakime, (nşr. M. Ergin), İstanbul, s. 37.
70 Kalaçlar, Kerem-Beten denilen bir bölgede çok iyi ok kullanan, görünüşte Kalaçlar gibi giyinen Hıristiyan Türkler tarafından durdurulacaktır. Dönüş yolunda ise bir yandan tabii afetler, öte yandan Kamprup Racasının taarruzları bu büyük teşebbüsü sonuçsuz bırakacaktır. Bkz. Cüzcânî I, s. 427; A. Z. V. Togan, "About the Campain of the Indian Kalach-Turks Against the Keraits of Mongolia in the Northern Tibet in the Years 1205-1206", Journal of the Pakistan Historical Society XII/3 (July 1964), s. 187-194.
71 Cüzcânî I, s. 432; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 50.
72 Cüzcânî I, s. 410'da yer alan kayda göre; bir meclisde nedimlerinden birisinin kendisine halef olacak bir şehzadesinin bulunmadığını hatırlatması üzerine erkek evlâdı bulunmayan Gur Sultan'ı "Diğer sultanların bir kaç çocuğu var. Benim oğullarımın sayısı ise binden fazladır. Ölümümden sonra ülkemi adıma yöneteceklerdir." demek suretiyle ülkesini Türk memlûklara vasiyet etmiştir.
73 Bkz., V. V. Barthold, a.g.e., s. 460; İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 193 vd.
74 İlk defa Cüzcânî'nin kayıtlarında yer alan [Bkz. Cüzcânî I, s. 415 vd; ] ve Gûr Sultanı Mu'izz ed-din Muhammed'in adına nisbetle ortaya çıkan bu tabir, daha sonraki kaynaklar tarafından da iktibas edilecektir.
75 S. Cöhce, a.g.e., s. 416.
76 Gur Sultan'ı Hindistan'a sefere çıktığında mutlaka Kirman'a uğrar ve Yıldız'a misafir olurdu. O da Sultan'ın maiyetine değerli elbise ve kıyafetler sunup, altın ve gümüş hediyeler vererek ağırlardı. Bkz. Cüzcânî I, s. 411; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 43; Firişte I, s. 110.
77 Kendisi için en değerli tahtın babasından kalan Firûzkuh tahtı olduğunu bildiren Sultan Mahmud, Yıldız'a hil'at ve bir azatlık belgesi göndermek suretiyle bu tür kışkırtmalara alet olmayacağını ve O'nun Gazne'deki hakimiyetini tanıdığını ortaya koymuştu. Bkz., Cüzcânî I, s. 412; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 44.
78 Hasan nizâmî, s. 236; İsemî, s. 100.
79 Cüzcânî I, s. 417; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 99.
80 Cüzcânî I, s. 413, 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 58; İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, s. 195.
81 Bkz., Cüzcânî I, s. 445; İsemî, s. 105'de ise Yıldız'ın iyice güçlenmesi ve bütün Kuzey Hindistan'a hakim olmak isteği bu savaşın sebebi olarak gösterilir.
82 Hasan Nizamî, s. 239; Firişte I, s. 114.
83 Cüzcânî I, s. 419; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 45.
84 İsemî, s. 91.
85 Bkz., Cüzcânî I, s. 419.
86 Hasan Nizâmî, s. 240; Firişte I, s. 114.
87 Bkz. Cüveynî II, s. 115; İbnü'l Esir, İslâm Tarihi, El Kâmil fi't-Târih Tercümesi XII, (nşr. A. Özaydın), İstanbul 1987, s. 351 vd.
88 Bkz. Cüzcânî II, s. 117; Hondmir, Habibü's-Siyer fi Ahbâr-ı Efrâd-ı Beşer III, (nşr. M. Debir Siyâkî), Tahran 1934, s. 656.
89 A. L. Srivastava, a.g.e., s. 319; Bazı rivayetlere göre Moğol kuşatması sırasında önde gelen bir kısım sufi Multan'ı ziyaret etmiş, Kabaca da onlardan yardım istemişti. Bunun üzerine onlar Sultan'a bir ok vermiş ve Küffar üzerine atmasını istemişlerdi. Okun atıldığının ertesi günü Moğollar çekilip gitmişti. Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 103.
90 Geniş bilgi için bkz., S. Cöhce, a.g.e., s. 52-57.
91 Bkz., Cüzcânî I, s. 415.
92 Fahr ed-dîn Mübârek Şâh, s. 31; Kaynaklar, Aybeg'in kurduğu devletten "Selâtin-i Hind" şeklinde bahseder. [Örnek olmak üzere bkz. Cüzcânî I, s. 415] Günümüz araştırmacıları ise umumiyetle "Delhi Sultanlığı" demekle yetinirler. Meselâ bkz. V. D. Mahajan, The Sultanate of Delhi, Delhi 1970; İ. H. Qureshi, The Administration of the Sultanate of Delhi, Karaçi l958.
93 Bu hususta bkz. Cüzcânî I, s. 416; es-Sihrîndî, s. 13; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 41; Firişte I, s. 105; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 74.
94 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 74; Ansar Zahid Khan, "The Sultanate of Delhi and the Regional States", Road the Pakistan, (nşr. M. Said vd. ), Karachi 1990, s. 82.
95 Kardeşi Tekiş ile iktidar mücadelesine giren Sultan Şah ve faaliyetleri hakkında bkz., İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 84-102.
96 Cüzcânî I, s. 416 vd.
97 Ansar Zahid Khan, a.g.m., s. 83; S. P. Nijjar, a.g.e., s. 33.
98 Bazı kaynaklar aceleyle Gazne tahtına geçirilen Sultan Mahmud'un Aybeg'e karşı eski Sultan'ın gösterdiği yakınlığı devam ettirerek, ona Sultan ünvanı ile asalet ve hükümdarlık alametleri hatta bir de azadlık belgesi gönderdiğini kaydeder. [Bkz. Cüzcânî I, s. 417. ] Günümüz araştırmacılarından bazılarının da Aybeg'in Dehli'de değil de Lahor'da tahta çıkmasını bu kayda bağlamasına [Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 146] katılmak mümkün değildir. Ayrıca, daha önce kendisine Çetr ile Meliklik ünvanı verilmiş birisine azadlık belgesinin gönderilmiş olacağını düşünmek de pek akla uygun gelmemektedir.
99 Hasan Nizâmî, s. 236; İsemî, s. 100.
100 Bkz., Cüzcânî I, s. 417.
101 Bkz. Hasan Nizamî, s. 237; "Onun yiğitliği, cesareti ve müteşebbisliği o kadardı ki, şayet Rüstem zamanında yaşamış olsaydı kâhyalığını yapmaktan büyük gurur duyardı" kaydının yanında "Aybeg hoşgörüsü, cömertliği ve eli açıklığıyla yüzlerce hür insanı kölesi haline getirdi" şeklindeki sözler için bkz., Fahr ed-dîn Mübarekşâh, s. 48 vd.
102 Bu konuda Hasan Nizâmî s. 237'de "Aybeg'in idaresi zamanında hazinelere muhafız koymaya gerek yoktu. Kurtla kuzu aynı kaynaktan birlikte su içiyordu" derken; Fahr ed-dîn Mübârekşâh s. 19 vd. da "Onun adaletinden dolayı dünya rahata kavuştu. Tehlikeli ve terkedilmiş yollar emin oldu...Emniyeti ve düzeni sayesinde dede, baba ve akraba evinde bir zelil Hindli köle ve bir merkeb bulunmayan kimseler.... çok çok köle, her cinsten ahır ahır ve sürü sürü at; katar katar deve ve katıra sahip oldular... Zulüm kapısı kapanmış, emniyet ve adalet yolu açılmıştı. " demektedir.
103 F. Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934, s. 123-154.
104 İbn Battuta, s. 30.
105 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 150 vd.
106 Bu tesirler hakkında bkz. S. Cöhce, a.g.e., s. 410 vd; A. Ayyubi, "Hindistan Türklere Neler Borçludur?", Tarih Araştırmaları Dergisi II/2-3 (1964), s. 277-284; A. Ayyubi, "Hind Kültürü Üzerinde Müslüman Türk Tesirleri", İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi III/3-4, (1966), s. 205-210.
107 Aram Şah'ın Aybeg'in oğlu olduğuna dair kayıtlar için bkz Cüzcânî I, s. 418; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 55; es-Sihrîndî, s. 16 Yalnız bunlardan Cüzcânî'de, yine aynı yerde Sultan'ın sadece üç kız evladına sahip olduğu belirtilir. Devrin çağdaş kaynaklarından Hasan Nizâmî Aram Şah'dan hiç söz etmez.
108 Bu hususta Bkz. Cüzcânî-Raverty, I, s. 529 nu. 4; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 152 nu. 1; T. W. Haig, "Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur...i", s. 51.
109 Cüzcânî I, s. 434.
110 Cüzcânî I, s. 418'de "Aram Şah'a kaza-ı ecel ulaştı" denilmektedir.
111 Hasan Nizamî, s. 237; es-Sihrîndî, s. 17; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 57; Firişte I, s. 113.
112 Şems ed-dîn İltutmuş'un ilk adı hakkında kaynaklarda herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Cüzcânî, İltutmuş ile birlikte Aybeg'in hizmetine giren bir başka Türk'ün isminin "Tamgaç" olarak değiştirildiğini belirtmesine rağmen İltutmuş'un isminden bahsetmez. [Bkz., Cüzcânî I, s. 443] Ancak bu adı o, Hindistan'a geldikten sonra fethettiği ülkelerden dolayı almış olmalıdır. [İltutmuş, Uygur Bögü Han'ın da (759-779) Hakanlık ünvanıdır. Bkz. S. Çağatay, "İl, Ulus ve Yönetenler", AÜDTCF. Cumhuriyetin 50. Yıldönümünü Anma Kitabı, s. 281-308; İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 113; B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları I, s. 115. ] Batılı araştırmacılar bu ismi "Altamiş, Altmaş, Altumuş, Altamaş, Iyaltmış, Iyaltamış vs" gibi değişik şekillerde kayd etmişlerdir. [Meselâ bkz., E. Thomas, The Cronicles of The Pathan Kings of Delhi, s. 44 nu. 1.] Ancak, V. V. Barthold sözkonusu ismin İltutmış-İletmiş şekilleri üzerinde ilk tartışmayı 1907 yılında başlatmıştır. [V. V. Barthold, "İltutmys", ZDMG, LXI (1907) s. 192 vd.] Bu tarihten itibaren Batılı araştırmalarda genellikle "İltutmuş" şeklinde kullanılmaya başlayan söz konusu isim bizde de Mübârek Galib ve Halil Edhem Beyler tarafından aynen kabul edilmiştir. [Bkz. Mübârek Galib, Hindistanda Türk Hükümdarları; Timurîlerin Hindistan'a Dahil Oldukları Zamana Kadar.... İstanbul 1341 (H. ) s. 15 vd.; Halil Edhem, Düvel-i İslâmiye, İstanbul 1927 s. 459-469.] Bunlardan ayrı olarak S. E. Denison Ross, 1930 yıllarında Tabakât-ı Nasırî'deki iki beyte[ Bkz. Cüzcânî I, s. 464 ve s. 472.] dayanarak "İltutmuş" şeklinin doğruluğunu Fars aruz tekniğine dayanarak isbatlamaya çalışmıştır. [S. E. Denison Ross'un söz konusu çalışması için bkz. Bulletin of the School Oriental Studies, VI (1930-32) s. 1101-2.] Ona rağmen Hindistan Tarihi hakkında hacimli bir eser yazan Y. H. Bayur'un bu adı "İletmiş" olarak göstermesi[Bkz. Y. H. Bayur, a.g.e., s. 27.] üzerine M. F. Köprülü'nin yaptığı tenkid, [ M. F. Köprülü, "Türk Onomastique'i Hakkında", İÜEF. TD, I/2, (1950) s. 231-35.] İltutmuş-İletmiş tartışmasını Türkiye'ye taşımış ve bu tenkide Y. H. Bayur, Belleten'de yazdığı bir makale ile cevap vermiştir. [ Y. H. Bayur, "Sultan İletmiş'in Adı Hakkında", Belleten, XIV/56 (Ekim 1950), s. 567-578. ] Halbuki, bu tartışmadan hemen önce 1949 yılında, yazdığı eserinde M. Aziz Ahmed, Sultan Şems ed-dîn'in isminin yazmalarda hangi imlâ ile gösterildiğini tek tek vererek "İltutmuş" şeklini kullanmış bulunuyordu. [Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 155 nu. 5]Son zamanlarda Simon Digby'da bu tartışmaya girmiş, eldeki bütün bilgileri tek tek değerlendirerek farklı şekilleri göstermiş, ayrıca Y. H. Bayur'un bazı meskukat ve kitabeti görmemezlikten gelerek hissî davrandığını ortaya koymuştur. [Bkz. S. Digby, "Iletmısh or Iltutmısh? A Reconsideration of The Name of The Dehli Sultan", JBIPS, VIII (1970), s. 57-64. ] Bu tartışma şu ana kadar kesin bir neticeye ulaştırılamamış olmasına rağmen bugün ilim aleminde "İltutmuş" şeklinin daha çok benimsenerek, yaygınlık kazandığı görülmektedir. Yalnız, gerek Türkiye'de, gerekse yurtdışında yapılan pek çok araştırmada halen "İletmiş" şeklinin de kullanıldığı görülmektedir. Bkz. K. Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1984, s. 613; C. E. Bosworth, The Islâmic Dynasties, s. 185 vd.; I. H. Sıddıquı, "Espionage System of The Sultans of Delhi" Studies in Islâm, I/2 (April 1964), s. 92vd.
113 Bkz. Cüzcânî I, s. 440 vd.
114 Bu kabile hakkında geniş bilgi için bkz., S. Cöhce, a.g.e., s. 284 vd.
115 Cüzcânî I, s. 441; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 56; Firişte, I, s. 112'de Baylam Han .
116 Bkz., Kur'an, Yusuf Suresi, 10, 11, 12 vd. ayetler.
117 İltutmuş bu ailenin yanında iken başından şöyle bir hadise geçmiştir. Kadı'ül-Kudat, köle İl-tutmuş'a para vermiş ve çarşıdan üzüm alması emredilmişti. İltutmuş, çarşıya giderken bu parayı kaybetmiş ve korkudan dolayı ağlamaya başlamıştır. Bu sırada bir derviş'in dikkatini çekmiş ve niçin ağladığı sorulmuştu. Bu küçük çocuğu dinleyen Alicenap derviş, kendisini elinden tutarak çarşıya götürmüş ve oradan en iyi üzümlerden satın alıp vermişti. Ayrılacakları vakit, küçük İltutmuş'a bu dervişi ileride kendisi gibi kimseleri korumasını da tembihlemiştir. Gerçekten İl-tutmuş sultan olduktan sonra din adamlarına ve dervişlere karşı büyük yakınlık gösterecektir. Bkz., Cüzcânî, s. 441 vd.
118 Sultan, Şöhretini duyduğu İltutmuş'u almak isteyen Aybeg'e verdiği cevapta "Yasaklandığına göre bu işi Gazne'de yapamazsın, fakat istersen kafileyi Dehli'ye davet et ve orada satın al" demekteydi. [Bkz. Cüzcânî I, s. 442; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 56. ] Bu cevap Gurlular Devletine bağlı olan Kuzey Hindistan'daki meliklerin statüsünü açıklamak için önemlidir. Zira Gazne'de yasaklanan herhangi bir şeyin Dehli'de yapılabilmesi, oranın yarı bağımsız durumuna (Vassallık) işaret eder.
119 Kendisine, Aybeg tarafından "oğlum" diye hitap edildiğine dair bkz., Cüzcânî I, s. 443; Belki de buradaki kayıda dayanarak A. Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 152'de İltutmuş'u Kutb ed-dîn Aybeg'in oğlu olarak gösterir.
120 Bkz., Fahr ed-dîn Mübârek Şah, s. 23.
121 Cüzcânî I, s. 444.
122 Cüzcânî I, s. 418; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 57; Firişte I, s. 113.
123 Sind, Multan ve Sivistan bölgesinde Nasır ed-dîn Kabaca (1205-1228), Bengale'deki Lakhnauti bölgesinde Kalaç Melikleri (1205-1227), Dehli başta olmak üzere Kuzey Hindistan'ın orta bölgelerinde Sultan Kutb ed-dîn Aybeg'e bağlı emir ve melikler, Lahor ve çevresinde ise Aram Şah
113 bulunmaktaydı. Bkz., K. A. Nizâmî, "The Early Turkish Sultans of Delhi", A Comprehensive History of India V, (nşr, M. Habib-K. A. Nizâmî) Delhi 1970, s. 213,
124 Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 183; R. C. Majumdar vd., a.g.e., s. 283; Y. Husain, Indo Muslim Polity, (Türko-Afgan Period), Simla 1971, s. 57.
125 Üstün zekası ve ileri görüşlülüğü ile daha ilk anda bir kısım Türk beylerini kendisine bağlayan Sultan İltutmuş, yine de Ser-Candar Türkî başkanlığında bir grubun muhalefetini önleyememiştir. Bazı Türk ve Mucizzî melikleri etrafında toplayan Ser-Candar Türkî, Dehli'yi terkederek kuvvetli bir ordu ile başkaldırdı. Bunun üzerine Sultan İltutmuş, Cizz ed-dîn Bahtiyâr, Nâsır ed-dîn Merdan Şah, Hizber ed-dîn Ahmed Sur ve İftihâr ed-dîn Ömer gibi değerli kumandanların da desteğini sağlayarak bu açıkça meydan okumaya karşılık verdi ve Dehli yakınındaki Cûd ovasında [Hasan Nizamî, s. 237.] yapılan savaşı kazanarak, muhaliflerinin büyük bir kısmını öldürttü. Ser-Candar Türkî ancak kaçarak canını kurtarabildi. Bkz., Cüzcânî I, s. 444; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 57.
126 Rae Udi Şah, isyan ederek, vermekte olduğu vergiyi bundan böyle göndermeyeceğini bildirmişti. Bunun üzerine hızla harekete geçen Sultan İltutmuş, af dileyen bu racayı bağışlamıştır. Calor kalesi tekrar Raca'ya bırakılırken, yıllık haraç sözleşmesi de eskisi gibi yenilenmiştir. Bkz., Hasan Nizâmî, s. 238; Firişte I, s. 114.
127 İsemî, s. 91.
128 Yıldız, aynı gerekçelerle Sultan Kutb ed-dîn Aybeg'e karşı da harekete geçmiş, fakat mağlup olduğu için bir sonuç alamamıştı. Bkz. Hasan Nizamî, s. 236; İsemî, s. 100.

129 Bkz. İsemî, s. 105 vd.; Buradaki kayıtta, daha sonra harekete geçtiğinde Yıldız'a "miras yoluyla hakimiyet elde edilemeyeceği, hükümranlığın kuvvete dayandığı, esasen kandi topraklarını başkasına kaptıran birisinin bu tür iddialar ile harekete geçmesinin yakışık almadığı" nın hatırlatıldığı gayet edebî bir dille ifade edilir.
130 Bu durumun Yıldız'ın yüksek hakimiyetinin Dehli'de tanınması anlamına gelemeyeceği hakkında bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 164.
131 Bkz., İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, s. 195.
132 Cüzcânî I, s. 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 58.
133 Hasan Nizamî, s. 239; Firişte I, s. 114.
134 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 244.: K. A. Nizâmî, "The Early Turkish Sultans of Delhi", s. 214.
135 Hasan Nizamî, s. 240.
136 Bkz. Firişte I, s. 114.
137 Bkz. İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, s. 236-290; V. V. Barthold, a.g.e., s. 490­535.
138 V. V. Barthold, a.g.e., s. 50.
139 Parvan galibiyetinden sonra bizzat Çingiz Han tarafından takip edilen Celâl ed-dîn, Sind nehri kıyısında Gorâtrap mevkisinde, [Bkz. Cüzcânî-Raverty I, s. 292.] 24 Kasım 1221'de yaptığı savaşı kaybettikten sonra, düşmanı Çingiz Han'ın dahi övgüsüne mazhar olacak bir cesaretle, atıyla birlikte kendisini bıraktığı Sind nehrini yüzerek geçmeyi başaracaktır.
140 Bkz., S. Cöhce, a.g.e., s. 45 vd; V. D. Mahayan, a.g.e., s. 81 vd.
141 Cüzcânî II, s. 136; F. Grenard, Gengis Khan, Paris l955, s. 162.
142 Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 166; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 35 vd.
143 S. Cöhce, a.g.e., s. 48; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 37vd.; J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 212 vd.
144 Cüzcânî I, s. 416; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 59; Cüzcânî, buradaki kaydında Sultan İltutmuş'un daha pek çok tedbir aldığını ve bu sayede 1260 yılına kadar Moğollar'ın Hindistan hudutlarını aşamadıklarını kayd etmesine rağmen bu tedbirlerin neler olduğunu belirtmez. Ancak, İltutmuş ölünceye kadar Moğollar'ın Dehli Türk Sultanlığı'na karşı her hangi bir harekâta girişmemesi de dikkati çekmektedir.
145 Îltutmuşu harekete geçiren esas şeyin ne olduğu hususunda kaynaklarda her hangi bir kayıt bulunmmaktadır. Bkz. Cüzcânî I, s. 437; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 54.
146 Cüzcânî I, s. 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 59.
147 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 167 vd.
148 Cüzcânî I, s. 444 vd.; es-Sihrîndî, s. 18.
149 Cüzcânî I, s. 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 59; Firişte I, s. 115.
150 Bkz. Cüzcânî I, s419 vd.
151 Cüzcânî I, s. 420; Muhammed Avfî, Câmiül-Hikâyet, (nşr. Elliot-Dowson, a.g.e. II) s. 201.
152 Cüzcânî II, s. 3; Hasan Nizâmî, s. 242.
153 Cüzcânî I, s. 446 vd.
154 Cüzcânî I, s. 420.
155 Muhammed Avfî, s. 202; I Prasad, a.g.e., s. 86 vd.
156 İsemî, s. 108; Firişte I, s. 115; A. C. Banerjee, a.g.e., s. 244; M. A. Ahmed, a.g.e., s. 170.
157 Cüzcânî I, s. 447; S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 108.
158 Cüzcânî II, s. 4 vd; S. B. Nijjar, a.g.e., s. 37.
159 Cüzcânî I. s. 438; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 54.
160 Cüzcânî I, s. 453 .
161 Cüzcânî I, s. 438; İsemî, s. 119,
162 İsemî, s. 120; es-Sihrîndî, s. 18; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 54; Firişte I, s. 114.
163 Cüzcânî I, s. 447; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s, 173.
164 Cüzcânî I, s. 437; es-Sihrîndî, s. 19; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 55; S. P. B. Nigam, a.g.e., s. 199.
165 E. Konukçu, a.g.e., s. 90; V. D. Mahayan, a.g.e., s. 80; A. B. M. Habibullah, The Foundations of Muslim Rule in India, Allahabad 1961, s. 99 vd., Lakhnauti'nin sonraki tarihi için ayrıca bkz., J. N. Sarkar, The History of Bengal; Muslim Period 1200-1757, Patna 1973, s. 74 vd.
166 Bu hususta bazı bilgiler için bkz., Cüzcânî I, s. 34 ve48.
167 Cüzcânî I, s. 447.
168 Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 172; I. Prasad, a.g.e., s. 88 vd.; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 244.
169 Bu kitabede İltutmuş es-Sultanî Nasr emirü'l-Mü'minin halda..." kaydı görülmektedir. Bkz., J. Horovitz, Inscriptions of Muhammed Ibn Sam Qutb ed-dîn Aibeq and Iltutmush, EIM. 1908, s. 29 Levha. XXVI; Ayrıca bkz. R. C. Majumdar vd., a.g.e., s. 283.

170 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 246.
171 Y. Husain, a.g.e., s. 62.
172 Bkz., Cüzcânî I, s. 448; es-Sihrîndî, s. 20 .
173 Hasan Nizâmî, s. 243; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 60; Firişte I, s. 115; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 176.
174 Cüzcânî II, s. 10.
175 Cüzcânî II, s. 62.
176 İsemî, s. 117; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 63; Firişte I, s. 117.
177 Cüzcânî I, s. 449; İsemî, s. 123vd.; Bu türbe Hind-Türk sanatının mimarideki erken dönem eserlerinden birisi olup, aynı zamanda Türkler için bu ülkede dikilen türbeler zincirinin de ilk halkasını teşkil etmektedir. Bkz. H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 245.
178 Bkz., Baranî, Tarih-i Firûz Shaî, (nşr. S. A. Khan) Calcutta 1862, s. 25; es-Sihrîndî, s. 21.
179 Bkz. Fahr ed-dîn Mübârekşah, s. 36.
180 Oğulluk için bkz. B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 193, 253.
181 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 247.
182 Cüzcânî. s. 441; Y. Husain, a.g.e., s. 58; I. H. Sıddıqui, "Politics and Conditions in the Territories Under the Occupation of Central Asian Rulers in North-Western India, 13th-14th Centuries", Central Asiatic Journal XXVII/3-4 (1973), s. 289.
183 Bkz., İsemî, s. 116.
184 İsemî, s. 109; S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 106.
185 Baranî, s. 27.
186 C. E. Bosvorth, The Islâmic Dynasties, s. 189 vd.
187 Baranî, s. 44.
188 es-Sihrîndî, s. 21; Cüzcânî I, s. 440.
189 İbn Battuta, s. 35 vd.
190 Bkz. K. Ahmed Nizâmî, "Iltutmısh the Mystic", Islamic Culture, XX (1946), s. 165-180.
191 Bkz., Cüzcâni I, s. 442; İsemî, s. 113; Nizâm ed-dîn Ahmed. S. 62 vd.; Firişte I, s. 116.
192 Cüzcânî I, s. 440, 442.
193 Bugün Hindistan'ın en çok İslâm nüfusu barındıran dördüncü ülke olduğu hakkında bkz., S. A. H. Haqqı, Hindistan'daki Türk Tesiri İlk Dönem, s. 38.
194 Bkz., Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig II, (nşr. R. R. Arat), Ankara 1988, s. 146 vd.
195 Firişte I, s. 117'de Terken Hatun'un, cariyelikten yükselen, Türk asıllı ve İltutmuş'un nikahlı eşleri arasında yer alan birisi olduğunu belirtir. Bu ismin Karahanlılarda "melike" manasına gelen "Terken Hatun" ünvanından başka bir şey olmadığı hakkında Bkz. O. Turan, "Terken Ünvanı" THTD, S. 1 (1944), s. 67-73.
196 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 63 ve Firişte I, s. 117'de sadece"Çetr ve Durbaş" verildiğinden bahsedilir.
197 Bkz. Cüzcânî I, s. 454.; es-Sihrîndî, s. 21.
198 İsemî, s. 125.
199 Cüzcânî I, s. 455'de büyük oğul olması sebebiyle Firûz Şâh'ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiğinden bahsedilir. Ama İltutmuş, vefatından önce büyük bir ileri görüşlülük ve cesaretle yerine gelecek olanı belirleyerek ve ileri gelenlere kızı Raziye'yi tahta geçirmelerini vasiyet etmişti.
200 Bkz. Cüzcânî I, s. 457'de O'nun sarhoşken, fil üzerinde şehrin sokaklarından geçip babasının binbir güçlükle topladığı hazineyi nasıl etrafa saçtığını ve yaptığı daha başka pek çok rezil hareketi açıkca yazarak bu durumu saltanatının zevaline bir sebeb olarak gösterir.
201 İsemî, s. 125'deki kayıtta;. Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade etmek isteyen Terken Hatun'un, devlet idaresini eline geçirdiği gibi kocası zamanında haremdeki diğer kadınlarla arasındaki çeşitli çekememezlik ve kıskançlıkların acısını da çıkarmaya koyulduğu anlatılır. Sonuçta pek çok cariye sebepsiz yere öldürülürken, bir kısmı da çeşitli zulümlere maruz kaldı. Ayrıca, Raziye ile aynı anneden doğan Sultan İltutmuş'un küçük oğlu Kutb ed-dîn, bizzat Terken Hatun'un emriyle gözleri çıkarıldıktan sonra öldürülmüştü. Bkz., İbn Battuta II, s. 36.
202 Cüzcânî I, s. 458; İsemî, s. 126; es-Sihrîndî, s. 24; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65; Firişte I, s. 118.
203 Bkz. İsemî, s. 126'da "Onun gafletinden dolayı dünya harap oldu. Gündüz, gece şarap içen bir Şâh, kendi dostlarının alçalmasından üzüntü duymuyor. Çaresizlerin ve acizlerin durumundan haberi yok. Böyle bir kişi saraya Şâh olamaz. Böyle Şâh memlekete lâyık değildir. " kanaatına vararak, düzeni bozmuş ve yolunu şaşırmış kötü Hükümdar'a mani olmaya karar verdiklerinden bahseder.
204 Cüzcânî I, s. 455; es-Sihrîndî, s. 21; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 64; Firişte I, s. 117.
205 B. S. Nijjar, a.g.e., s. 38'de, isyancı meliklerin Sultan'ı tahttan indirmek için Lahor'da bir sözleşme imzaladıklarından bahseder. Ayrıca bkz, K. A. Nizâmî, "The Early Turkish Sultans of Delhi", s. 235.
206 Cüzcânî I, s. 456.
207 Bkz. Cüzcânî II, s. 30. ve s. 36 Bazı muahhar kaynaklar, Mansurpur ve Tarain civarında Cüzcânî'nin öldürüldüklerini bildirdiği kişilerin Sultan'ın hizmetinden ayrılıp, Dehli'ye dönerek Raziyeye biat edip, Terken Hatun'u tutukladıklarından bahseder. Bkz., es-Sihrîndî, s. 22 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65,; Firişte I, s. 118.
208 Bkz. İsemî, s. 126.; Y. Husain, a.g.e., s. 76.; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 190.
209 İsemî, s. 125'de Sultan'ın devletin kuruluşunda büyük emeği geçmiş "her biri fetihten dolayı bir başka Şâh olan" Türk emir ve meliklere değer vermeyerek tedirgin etmesi yanında ve "aynı cinsten olmayan kötü kişilerin sözlerine kanıp, onlarla birlikte oyun, eğlence ve safahata dalarak memleketin zevaline sebeb olmuş"tur. Bkz., Cüzcânî I, s. 457.
210 İbn Battuta II, s. 37. İsemî ve İbn Battuta, Sultan Rükn ed-dîn'in Pencâb üzerine yürüdüğünden bahsetmez. İsemî'nin kaydında Sultan, Dehli'de tahttan indirilerek Hansi kalesine sürgün edilmiştir. [İsemî, s. 126.] İbn Battuta ise Sultan'ın bir cuma günü namaz kılmak için Devlethane'den çıktığı sırada renkli elbise giyen Raziye'nin halkı kışkırtıp galeyana getirmesi neticesinde tutuklanarak katledildiğini belirtir. [İbn Battuta II, s. 36-37].
211 Cüzcânî I, s. 457; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65'de bu tarih kayıtlıdır. Ancak, es-Sihrîndî, s. 23'de Rükn ed-dîn'in 19 Kasım 1236'da öldürüldüğü belirtilmekte, Firişte I, s. 118'de ise gün verilmeyerek Kasım 1236 tarihinde katledildiği yazılmaktadır.
212 Cüzcânî I, s. 457. Bu bilgi, yine aynı kaynağın daha önce Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh'ın annesi hakkında verdiği bilgilerle çatışmaktadır. Zira Cüzcânî, o kadını da Terken Hatun olarak göstermekte ve onun da haremin başkadını olduğunu belirtmekte idi. [Bkz. Cüzcânî I, s. 454] Büyük ihtimalle Sultan Şems ed-dîn'in bazı kadınları için Karahanlılar zamanında "melike" manasına kullanıldığı bilinen, Türkçe "Terken Hatun" ünvanını kullanarak, onların haremin başkadını olarak gösterilmesi, Cüzcânî'nin bunları cariyelerden ayırt etmek, belki de nikâhlı olduklarını belirtmek arzusundan ileri gelmiş olmalıdır.
213 Cüzcânî I, s. 458'de Türk emir ve meliklerin "Saltanata lâyık yetişmiş oğulları varken bir kızın İslâm mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?" tarzında bir soruyla alınan karara karşı memnuniyetsizliklerini gösterdikleri ifade edilir. Ayrıca söz konusu melikler "bu durumun kendilerince münâsip görülmediğini" de açıkca Sultan'a bildirmişlerdi. Bunun üzerine İltutmuş, "Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldürler. Hiç birisinde memleket idare edecek kaabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiç birisi Raziye'den daha lâyık değildir. " "Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zekâ ve basireti erkekten farksızdır. "cevabını vermişti. Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65; Firişte I, s. 118.
214 İsemî, s. 126vd.; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 219; I. H. Qureshi, "Muslim India before the Mughals", The Cambridge History of Islam II, (nşr. P. M. Holt. vd. ) Cambridge 1970, s. 6.
215 Cüzcânî I, s. 458; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 66; Firişte I, s. 118.
216 Cüzcânî-Raverty I, s. 646.
217 es-Sihrîndî, s. 24'de bu grub "ikibin kişi" olarak gösterilir.
218 Cüzcânî I, s. 461.; S. Cöhce, a.g.e., s. 93 vd.
219 Cüzcânî II, s. 13 vd.
220 Dehli önlerine kadar gelen isyancı Melikler ile ile anlaşma sağlanamamış ve Oudh Valisi Melik Nusret ed-dîn Taisî bunların üzerine yürümüştü. Ne var ki, bu Melik, Ganj nehrini geçerken aniden saldıran Melik Seyf ed-dîn Kuçî'ye esir düşmüş ve bu zillete dayanamayarak kısa süre sonra vefat etmiştir. [Bkz., Cüzcânî I, s. 458; es-Sihrîndî, s. 25; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 66; Firişte I, s. 119.] İsyancı Melikler, üzerlerine gönderilen Melik İzz ed-dîn Balaban Kişilü Han'ı da esir almayı başarmış, ancak bir müddet sonra serbest bırakmışlardır. Sultan'ın huzuruna kabul edilen bu Melik, büyük bir şerefle karşılanmıştır. Bkz., Cüzcânî II, s. 36.
221 R. C. Majumdar, a.g.e., s. 286'da bu politika "süper diplomasi" olarak nitelendirilir. Ayrıca bu politikanın esasları hakkında bkz. K. A. Nizâmî, "The Early Turkish Sultans of Delhi", s. 237 vd.
222 Cüzcânî I, s. 459; es-Sihrîndî, s. 25 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 66; Firişte I, s. 119.
223 Cüzcânî I, s. 460; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67.
224 Firişte I, s. 119.
225 Cüzcânî I, s. 460; es-Sihrîndî, s. 26. Bu kayıtlarda Şemsî Meliklerinin bir araya gelerek "kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külâh örterek halkın arasında göründüğü ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı için" Sultan Raziye'yi tenkit ettikleri belirtilmektedir.
226 Bkz., Cüzcânî I, s. 460.
227 B. S. Nijjar, a.g.e., s. 39.
228 Cüzcânî II, s. 21; Firişte I, s. 119.
229 Cüzcânî I, s. 461; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67; Firişte I, s. 119; İsemî, s. 129 vd İsemî, bu seferden bahsetmeden Dehli'de tutuklanan Sultan'ın hapsedilmek üzere Taberhinde Kalesine gönderildiğini kaydeder.
230 Cüzcânî II, s. 21 vd.; İsemî, s. 133.
231 Cüzcânî I, s. 462; es-Sihrîndî, s. 29; İsemî, s. 134 vd.; Firişte I, s. 119; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67.
232 Firişte I, s. 120.
233 İsemî, s. 13.
234 Sonraları üzerine bir kubbe yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyâretgâh haline geldiğini İbn Battuta kaydetmektedir. Bkz., İbn Battuta II, s. 38.
235 Firişte I, s. 118.
236 İbni Battuta II, s. 37.; İsemî, s. 128 vd. 'da bu toplantıların tasviri yapılır. Raziye'yi böyle bir toplantıda tahtta otururken, tacı üzerinden omuzlarına ve sırtına inen başörtülü, ama yüzü açık şekliyle gösteren bir minayürü için bkz., B. Üçok, İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Ankara 1981 s. 49.
237 Cüzcânî I, s. 460; İsemî, s. 128; es-Sihrîndî, s. 26; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67; Bedâûnî, s. 84.
238 Kirman Selçuklularında da görülen [Bkz. E. Merçil, Kirman Selçukluları Tarihi, İstanbul 1980, s. 251] ve daha sonra Balaban'ın ifade ettiği gibi o dönemin telâkkisine göre "hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermemesi gerekir. Çünkü, bu husus onun heybetinin azalmasına sebeb olur. " inancı yaygındı. Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 79 vd.
239 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 195.
240 Cüzcânî I, s. 457.
241 Bkz. Y. Husain, a.g.e., s. 77; S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 186.
242 Bkz. S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 108.
243 B. Üçok, a.g.e., s. 51 vd.
244 İsemî, s. 131.
245 Y. Husain, a.g.e., s. 78.
246 Bkz., Cüzcânî I, s. 461; es-Sihrîndî, s. 28 vd. Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 68.; Firişte I, s. 120.
247 İsemî, s. 132'de ülkenin "Dahhâk" yerine döndüğünden bahsedilir. Ayrıca Sultan'ın katı yürekli, korkusuz ve kan dökücü birisi haline geldiği yönündeki kayıtlar için bkz., Cüzcânî I, s. 462.
248 Bkz. N. Durak, a.g.e., s. 87 vd.
249 Mühezeb ed-dîn bir yandan Sultan'a mektup yazarak Türk emir ve meliklerin itaatsizlikleri sebebiyle cezalandırılmalarını istemiş, öte yandan da, isteği doğrultusunda aldığı mektubu Türk emir
238 ve meliklere göstererek onları tahrik etmiştir. Bkz., Cüzcânî I, s. 466; es-Sihrîndî, s. 31; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 69; Firişte I, s. 121.
250 Cüzcânî I, s. 467; es-Sihrîndî, s. 32.
251 Cüzcânî I, s. 468; II, s. 36 vd.; Es-Sihrîndi, s. 33, Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 70 vd.; Firişte I, s. 121 vd.
252 İsemî, s. 138.
253 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 71.
254 Cüzcânî I, s. 469.
255 Havuz-ı Ranî'nin güzel bir tasviri için Bkz. İbn Battuta II, s. 32 vd.
256 Bkz. Cüzcânî II, s. 53.
257 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 72 ve Firişte I, s. 122.
258 Bkz. Cüzcânî II, s. 16; S. Cöhce, a.g.e., s. 387 vd.
259 Cüzcânî I, s. 470; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 71.
260 es-Sihrîndî, s. 34.
261 İsemî, s. 138.
262 Bazı kaynaklar, bu değişmeyi "Sultan Alâ ed-dîn'in yakınları arasına girmeyi başaran bir grup soysuz insanın marifetleri. " olarak görürken [Bkz., Cüzcânî I, s. 471.] bazıları da, bunları "Cema'at-ı Habeşiyân vü na-censân" olarak gösterir. Bkz., es-Sihrîndî, s. 34.
263 Bkz. Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 72; Firişte I, s. 123.
264 Cüzcânî I, s. 471.
265 Diğer kaynakların aksine, İsemî, s. 139'da Sultan İltutmuş'un torunu yani, Lakhnauti Valisi Nasr ed-dîn Mahmud'un oğlu olarak gösterilir.
266 Bkz. Cüzcânî I. s. 472; es-Sihrîndî, s. 34; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 72; Firişte I, s. 123.
267 Cüzcânî I, s. 478.
268 Çok akıllı ve zeki birisi olduğu anlaşılan annesinin aldığı tedbirlerle önce bir tahtırevanla, sonra da yüzü kapalı olduğu hâlde at üzerinde, tedavi olmak bahanesiyle Başkente hareket eden Nâsr ed-dîn Mahmud, kimsenin haberi olmadan çok kısa sürede Dehli'ye ulaşmış ve tahta
250 geçirilmiştir. İki gün sonra 12 Haziran 1246 günü Devlethâne'de yapılan bir toplantı sırasında halkın da kendisine bîat etmesi sağlanacaktır. Bkz., Cüzcânî I, s. 478; es-Sihrîndî, s. 35; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 73.
269 Cüzcânî I, s. 479; II, s. 60; Baranî, s. 26.
270 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 74; Firişte I, s. 124.
271 Cüzcânî I, s. 481; II, s. 58.
272 Cüzcânî II, s. 59.
273 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 251; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 230.
274 Bkz. Cüzcânî I, s. 483.
275 Cüzcânî I. s. 485; es-Sihrîndî, s. 36; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 74; Firişte I, s. 125.
276 Bkz. Cüzcânî I. s. 486.
277 Cüzcânî II, s. 63.
278 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 75; Firişte I, s. 126; İmâd ed-dîn'in bu çabaları Türkler'in hakimiyetini kırmak için Hindistan müslümanlarının ilk teşebbüsü olarak görülmektedir. Bkz., Y. Husain, a.g.e., s. 82.
279 Cüzcânî I, s. 487.
280 Bkz., Cüzcânî II, s. 68 vd.
281 Cüzcânî I, s. 488 vd.
282 Bu isyanlar için bkz., Cüzcânî I, s. 490 vd.; II, s. 71 vd; es-Sihrîndî, s. 37.
283 Cüzcânî II, s. 29; Firişte I, s. 127.
284 Cüzcânî I, s. 492 vd,; II. s. 39, 42, 73-75; es-Sihrîndî, s. 38 vd; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 76.
285 Bkz. Cüzcânî I, s. 494 vd,; II. s. 76.
286 Cüzcânî II, s. 83 vd; Firişte I, s. 128; A. C. Banerjee, a.g.e., s. 252.
287 Cüzcânî II, s. 88.
288 Cüzcânî II, s. 89.
285 289 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 77; Firişte I, s. 129; es-Sihrîndî, s. 39;.
290 Bkz. Cüzcânî I, s. 477 vd.; İsemî, s. 140vd,
291 Baranî, s. 26'da "kibarlığı, yumuşaklığı sebebiyle saltanatta kök tuturamadı"ğından bahsedilir.
292 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 77; Firişte I, s. 128 vd.; İsemî, s. 150; İbn Battuta II, s. 38.
293 Cüzcânî I, s. 440; II, s. 47; Firişte I, s. 129, .
294 Uluğ-Borlular için bkz., A. Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 153-180; S. Cöhce, a.g.e., s. 284 vd.; Bu kabilenin adının farklı imlâları ve yer aldığı kaynaklar hakkında bkz., A. Z. V. Togan, "On Mubarakshah Ghurî", Bulletin of the School of Oriental Studies, VI (1930-32), s847-858.
295 Kırklar hakkında geniş bilgi için bkz., S, Cöhce, a.g.e., s. 146-426.
296 Cüzcânî II, s. 48; Baranî, s. 25; Firişte I, s. 130.
297 Baranî, s. 28.
298 Kendisini Afrasyâb'a bağladığına dair bir kayıt için bkz., Baranî, s. 37.
299 XII. yy. 'da Kıpçaklarda en küçük bir aile bile başlı başına bir "İl" sayılırdı. Bkz. İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 211.
300 Kırklardan Melik Kişili Han Seyf ed-dîn Aybeg Balaban'ın kardeşi Melik Nusret ed-dîn Şîr Han ise amcaoğlu idi. Bkz. Cüzcânî II, s. 47; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 78; Firişte I, s. 129; İsemî, s. 117.
301 Cüzcânî II, s. 48; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 254.
302 İsemî, s. 124; Firişte I, s. 130; S. Cöhce, a.g.e., s. 307.
303 Cüzcânî II, s. 51.
304 Cüzcânî II, s. 49; İsemî, s. 124.
305 Balaban'ın hızlı yükselişinde Kırkların ileri gelenlerinden Emir-i Hacip Bedr ed-dîn Sungur Rumî'nin tesiri büyüktür. Bkz., Cüzcânî II, s. 52; Firişte I, s. 130; A. C. Banerjee, a.g.e., s. 249.
306 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 68; Firişte I, s. 119; İsemî, s. 134; İbn Battuta II, s. 37vd.
307 Cüzcânî I, s. 464; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 69; Y. Husain, a.g.e., s. 79.
308 Cüzcânî I, s. 449; II, s. 53; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 71.
309 Bkz., Cüzcânî I, s. 471; II, s. 54 vd.; es-Sihrîndî, s. 34; Firişte I, s. 122;.
310 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 72; Firişte I, s. 122.
311 Balaban'daki yüksek Türklük duygusu için bkz. Baranî, s. 34; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 81.
312 Bkz., S. Cöhce, a.g.e., s. 314 vd.
313 Bkz. Cüzcânî I, s. 483; II, s. 56 ve 59; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 73 vd.; Firişte I, s. 125; İsemî, s. 134; İbn Battuta II, s. 40vd.
314 Cüzcânî I, s. 489; II, s. 76 vd; es-Sihrîndî, s. 35; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 76 vd.; Firişte I, s. 126.
315 Baranî, s. 26; H. N. Wring, Sultans of Delhi; Their Coins and Metrology, Delhi 1936, s. 58; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 259.
316 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 83.; Firişte I, s. 134.
317 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 273.
318 es-Sihrîndî, s. 40; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 84.
319 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 85; Firişte I, s. 135; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 93.
320 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 274.; I. H. Qureshi, "Muslim India before the Mughals", The Cambridge History of Islam II, s. 7.
321 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 85; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 275.
322 K. A. Nizâmî, "The Early Turkish Sultans of Delhi", s. 288.
323 Kutval, bunların verdikleri hediyeleri de reddederek onların isteklerini Sultan'a "Duyduğuma göre, ânz-ı memâlik yaşlıları atıyormuş. Kendi kaderimi düşünüyorum da, şayet karar gününde Kâdir-i Mutlak Allah, lütfunu yaşlılardan esirgerse, hâlimiz nice olur diye üzülüyorum" sözleriyle iletti. Sultan Balaban, kutvalin sözlerindeki imâyı anlayarak daha önce verdiği kararı geri aldı. Bkz., Baranî, s. 61; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 86; Firişte I, s. 135.
324 Bkz., N. Durak, a.g.e., s. 100 vd.
325 Baranî, s. 50; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 145 vd.; S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 50.
326 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 87; H. Sıddıqui, "Politics and Conditions in the Territories.... ", s. 290 vd.
327 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 88; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 146.; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 279.
328 Firişte I, s. 136; H. Beveridge, a.g.e., s. 70; A. L. Srivastava, a.g.e., s. 322; I. H. Sıddıqui, "Politics and Conditions in the Territories.. " s. 292.
329 es-Sihrîndî, s. 43; Baranî, s. 85; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 91; İsemî, s. 166.; Firişte I, s. 137vd.

330 Bkz., Baranî, s. 65; Kırklardan olan Şîr Han kısa bir süre sonra zehirletilerek öldürülecek ve bölgede önemli bir güç boşluğu meydana gelecektir. Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 86vd.
331 es-Sihrîndî, s. 40; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s279; İsemî, s. 160. Firişte I, s. 138.
332 es-Sihrîndî, s. 41; Baranî, s. 82; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 92.
333 es-Sihrîndî, s. 42; İsemî, s. 163. Firişte I, s. 139.
334 Bkz., Baranî, s. 86; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 93; J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 216vd.
335 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 93.; Firişte I, s. 140.
336 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 94; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 284; İsemî, s. 165vd.; Firişte I, s. 141.
337 İsemî, s. 167; Baranî, s. 109; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 97.
338 H. Beveridge, a.g.e., s. 71; J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 217.
339 İsemî, s. 174 vd; Baranî, s. 108; es-Sihrîndî, s. 43; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 98; Firişte I s. 143vd.; A. L. Srivastava, a.g.e., s. 126;.
340 İsemî, s. 177; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 102 vd.; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 287.
341 Bkz., Baranî, s. 109; Firişte I, s. 144; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 103; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 287.
342 Cüzcânî II, s. 47.
343 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 81; Firişte I, s. 145.
344 Bkz., Baranî, s. 44.
345 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 289.
346 es-Sihrîndî, s. 52; İsemî, s. 179 vd; H. N. VVright, a.g.e., s. 63; Keykubat'ın annesi Sultan Nasr ed-dîn Mahmud Şâh'ın, babaannesi ise Sultan Şems ed-dîn'in İltutmuş'un kızıydı. Bkz. Emir Hüsrev Dihlevî, Kıranü's-Sa'deyn, (nşr. M. M. İsmail), Aligarh 1918, s. 22.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 88.
347 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 103vd.; M. Aziz Ahmed, s. 296; A. L. Srivastava, a.g.e., s129.
348 Bkz. Baranî, s. 128vd., Buradaki kayıtta Keykubat'ın döneminde "camiler boşaldı, meyhaneler doldu" denilmektedir.
349 İsemî, s. 181; Baranî, s. 131; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 104.; Firişte I, s. 146.
350 Baranî, s. 132; M. Aziz Ahmed, s. 301vd.; İsemî, s. 192'de bu olay Buğra Han ile görüşmeden döndükten sonraki bir dönemde gösterilir.
351 Emir Hüsrev Dihlevî, s. 65; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 105.
352 es-Sihrîndî, s. 53; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 105.
353 Emir Hüsrev Dihlevî, s. 65; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 99.
354 es-Sihrîndî, s. 54; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 105.
355 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 106; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 306 vd.
356 İsemî, s. 174; Emir Hüsrev Dihlevî, s. 100; Baranî, s. 141; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 107.
357 Emir Hüsrev Dihlevî, s. 123 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 108; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 311.
358 Emir Hüsrev Dihlevî, s. 204; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 109vd.; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 315.
359 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 112.; Firişte I, s. 149vd.
360 İsemî, s. 192; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 114.
361 es-Sihrîndî, s. 56; Firişte I, s. 152; K. S. Lal, History of the Khaljis, London 1967, s. 5.
362 Bkz., Firişte I, s. 153; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 317.
363 Bkz. İsemî, s. 199; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 115.
364 İsemî, s. 201; es-Sihrîndî, s. 59; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 116; K. S. Lal, a.g.e., s. 7; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 8 vd.
365 Oğuznâmelerde yer alan Kalaç adı için bkz., B. Ögel, Türk Mitolojisi I, Ankara 1989, s. 123, 177.; A. Z. V. Togan, Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili, İstanbul 1972, s. 45 vd. Kalaç adının değişik kaynaklardaki imlâsı ve anlamı için bkz. E. Konukçu, a.g.e., s. 5-14; Kalaçların Ceyhun'u geçen ilk Türk boylarından birisi olduğu hakkında bkz., R. Frye-A. Sayılı, "Selçuklular'dan Evvel Orta Şarkta Türkler", Belleten X/37 (Ocak 1946), s. 97-131.
366 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 114; Ayrıca bkz., E. Esin, "Butan-ı Halaç", Türkiyat Mecmuası XVII (1972), s. 45-60.
367 Reşîd ed-dîn, Câmiü't-Tevârîh II/4. Cüz, (nşr. A. Ateş) Ankara 1967, s. 149; Gurlu Sultan Mu'izz ed-dîn Muhammed'i, 1191 yılındaki Tarin savaşında bir Kalaç piyadesi kurtarmıştı. Bkz., Cüzcânî I, s. 399.
368 Bkz., Firişte I, s. 154; V. D. Mahajan. a.g.e., s. 113; V. V. Barthold, a.g.e., s. 538;.
369 Bkz. E. Konukçu, "Dehli Türk Sultanlığı Hizmetindeki Kalaç Beyleri", Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi. VI (1976), s. 181-193.
370 Bkz., İsemî, s. 196 vd.; Firişte I, s. 153.
371 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 114 ve Firişte I, s. 154'de Firûz Şâh'ın neslinin Çingiz'in damadı Kalaç Han'a dayandığı ifade edilir. Yalnız bu kayıdı ihtiyatla ele almak gerekir. Zira, es-Sihrîndî, s. 61ve yine Firişte I, s. 152'de "Yuğruş Halacî" ismi geçer ki, A. Z. V. Togan'ın Hindistan'da, Rampur şehrindeki Rızaiye Kütüphanesi'nde 2055 numarada kayıtlı bir yazmada tesbit ettiği "Celâl ed-dîn Firûz Şâh b. Yuğruş Kasım Han Halacî-i Türk" ifadesi bu bilgiyi teyid etmektedir. [Bkz., A. Z. V. Togan, "Heftalit Devletini Teşkil Eden Kabileler" (Teksir edilmiş ayrı basım), s. 10] Türkçede sultan veya hakandan sonraki mevkiyi ifade eden Yuğruş ünvanı ile ilgili olarak bkz., F. Köprülü, "Eski Türk Ünvanlarına Ait Notlar", Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası II, (1932-1939), s. 27.
372 E. Konukçu, a.g.e., s. 93.
373 Baranî, s. 171; Firişte I, s. 153,
374 Bkz. İsemî, s. 196 vd; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 115.
375 Baranî, s. 172; Ayrıca bkz., S. Roy, "The Khalji Dynasty" The Delhi Sultanate (nşr. R. C. Majumdar), s. 12; A. B. M. Habibullah, "Jalaluttin Khalji", A Comprehensive History of India V, s. 311.
376 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 117; K. S. Lal, a.g.e., s. 15.
377 Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 322.
378 Firişte I, s. 154; K. S. Lal, a.g.e., s. 15.
379 Baranî, s. 176; es-Sihrîndî, s. 62; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 6 vd.
380 es-Sihrîndî, s. 63; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 117.
381 Yeni Melikler tayinlerle daha güzel ve verimli tımarlara sahip olurken, bazı Balabanlı asilzadeleri zarara uğramışdı. Zira bunlar, adet yerini bulsun diye uzak mesafelerdeki verimsiz ıktalarda görivlendirilmişti. Bkz., E. Konukçu, a.g.e., s. 99.
382 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 119; S. Roy, a.g.m., s. 13; A. B. M. Habibullah, s. 313.
383 Firişte I, s. 155; K. S. Lal, a.g.e., s. 19.
384 İsemî, s. 216; Firişte I, s. 156.
385 es-Sihrîndi, s. 63; Baranî, s. 210; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 120; S. Roy, a.g.m., s. 13.
386 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 121; Firişte I, s. 157; A. B. M. Habibullah, a.g.m., s. 313.
387 Bkz., K. A. Nizâmî, The Life and Times of Farid-ud-dîn Ganj-ı Şakar, Delhi 1975, s. 127.
388 İsemî, s. 209.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 12vd.; K. S. Lal, a.g.e., s. 23; A. B. M. Habibullah, a.g.m., s. 320.
389 Hadisenin tek şahidi olan Sultan, muhakeme safhasında Seydi Mevla ve müridlerini suikast planlamakla itham etti. Kadı ise, bir başka şahidin olup olmadığını sordu. İkinci bir şahid olmadığı gibi ne Seydi Mevla, ne de diğerleri herhangi bir ifşaatta bulundu. O yüzden kadı, bir kişinin şehadeti ile karar verilemeyeceğini ileri sürerek davadan çekildi. Adalete son derece saygılı olan Celâl ed-dîn Firûz Şâh bir netice elde edilemeyeceğini anlayınca Mültan'dan oğlu Erkli Han'ı davet etti. Sert mizaçlı olan bu şehzade babasının haklı olduğuna yüzde yüz inandığından Baharpur düzlüğünde Seydi Mevla ve arkadaşlarını işkenceye koyuldu. Büyük ateşler yakıldı ve özellikle Hinduların ifşatta bulunması için baskı yapıldı. Ateş hindular için kutsal bir unsur idi. Onun üzerinden yanmadan atlayacak olurlarsa günahsız olduklarına karar verilecekti. Celâl ed-dîn Firûz Şâh gibi Erkli Han'da hayal kırıklığına uğradı. Hindu müridler, büyük ateş yığınlarından pek zarar görmeden atladı. Müslüman müridleri ise Şeyhlerinin uğrunda can vermeğe zaten hazırdı. Bkz., E. Konukçu, a.g.e., s.
104 vd.
390 es-Sihrîndî, s. 67; Baranî, s. 209 vd.
391 Baranî, s. 213; İsemî, s. 216 vd; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 127; K. S. Lal, a.g.e., s. 28vd.
392 İsemî, s. 203; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 47 vd.; K. S. Lal, a.g.e., s. 30.; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 107.
393 Baranî, s. 218; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 128,
394 İsemî, s. 222.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 129vd. Firişte I, s. 157,
395 İsemî, s. 229 vd.; Baranî, s. 222; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 133vd.
396 es-Sihrîndî, s. 65; İsemî, s. 232vd.; Baranî, s. 234 vd. Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 136,
397 İsemî, s. 237; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 137 vd; Firişte I, s. 165; K. S. Lal, a.g.e., s. 58.
398 Baranî, s. 248 vd. İbn Battuta II, s. 46 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 140,; Firişte I, s. 166.
399 Bkz., K. S. Lal, a.g.e., s. 33; S. Roy, a.g.m., s. 18.
400 İsemî, s. 231; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 121,
401 İsemî, s. 239 vd.; S. Roy, a.g.m., s18.
402 Bkz., S. C. Misra, The Rise of Muslim Power in Gucerat, London 1963,
403 es-Sihrîndî, s. 76; İsemî, s. 242.; Baranî, s. 251; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 141vd.; K. S. Lal, a.g.e., s. 67.
404 Baranî, s. 273 vd.; Firişte I, s. 186; K. S. Lal, a.g.e., s. 89 vd.
405 İsemî, s. 261, 264 vd.; es-Sihrîndî, s. 77;.
406 İsemî, s. 268.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 150; K. S. Lal, a.g.e., s. 90, nu. 27'de bu şahsın Dehli Şahnesi olduğuna işaret edilir. .
407 İsemî, s. 269 vd.; Firişte I, s. 204-208; K. S. Lal, a.g.e., s. 98 vd.; S. Roy, a.g.m., s. 25 vd.
408 H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 247.
409 Bkz., D. Pal, "Alauddin Khiljis Mongol Policy", Islâmic Culture XX/3 (Temmuz 1947), s. 255-263.
410 İsemî, s. 265; Baranî, s. 253; Nizâm edîn Ahmed, s. 140; Firişte I, s. 177; K. S. Lal, a.g.e., s. 31.
411 İsemî, s. 240. Baranî, s. 250; Firişte I, s. 175.
412 İsemî, s. 241.; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 49; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 113,
413 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 142; S. Roy, a.g.m., s20.
414 İsemî, s. 246 vd; Baranî, s. 254 vd.; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 49; V. D. Mahajan, a.g.e., s.
415 İsemî, s. 254 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 143 vd.
416 Baranî, s. 261.
417 İsemî, s. 276.; Baranî, s. 300; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 147; Firişte I, s. 201.
418 İsemî, s. 283.
419 İsemî, s. 294; Baranî, s. 320; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 162; I. H. Sıddıqui, "Politics and Conditions in the Territories.... ", s. 294.
420 İsemî, s. 310; Firişte I, s. 202.
421 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 162; İsemî, s. 288de bu akın sebebiyle Melik Naib'in Mabar'dan geri döndüğü kaydediliyor ise de, bu mümkün görünmemektedir.
422 İsemî, s. 311.; K. s. Lal, a.g.e., s. 146 vd.
423 Baranî, s. 322 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 163; Firişte I, s. 202.
424 Bkz. U. N. Day, "The North-west Frontier under the Khalji Sultans of Delhi" Indian History Quartly, XXXIX/1-2 (Mart-Haziran 1963), s. 98-108.
425 Alâ ed-dîn'in özendiği iki kişi bulunmaktaydı. Bunlardan birisi Makedonyalı İskender, ikincisi Hz. Muhammed (S. A. V. ) idi. Tarihçi Baranî'nin amcası Alâü'l-Mülk, İskender olmak isteyen Sultan'ın "Aristo"su rolünü üstlenmişti. Ona, İskender gibi güçlü olmasını öğütlemiş ve Sultan da kabul etmişti. Peygambere benzemek isteğine ise karşı çıkmıştı. [Sultan ile Alâü'l-Mülk arasındaki konuşma için bkz., Baranî, s. 264-271] Onun için, dört Halifeyi yaşatmak istedi. Halifelerin yerini tutacak olan Uluğ, Zafer, Nusret ve Alp Hanlıklar teşkil edildi. Bu teşkilat veya memuriyetler Cengiz Han'ın dört sadık kebek'ini hatırlatmaktadır. Uluğ ve Zafer Hanlar ordunun komutanlığını ellerinde tutuyorlar, gerektiğinde Sultan adına seferlere çıkıyorlardı. Ancak siyasi rakip gördüğü bu hanlardan herhangi birini bir savaşta yalnız bırakarak mağlub olmasını temin ediyor ve harp suçlusu olarak itham etmekten de geri kalmıyordu. Bkz., E. Konukçu, a.g.e., s. 144 vd; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 11.
426 İsemî, s. 273vd. 277; Baranî, s. 326; Firişte I, s. 205.
427 Baranî, s. 327 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 164 vd.; İsemî, s. 281vd.; E. Konukçu, a.g.e., s. 178.
428 İsemî, s. 283; Nizâm ed-dîn Ahmed, s 166; Firişte I, s. 208vd.; E. Konukçu, a.g.e., s. 181.
429 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 166; Bkz. E. Konukçu, a.g.e., s. 180.
430 Ganimetlerin bin deve ile taşındığı ve ünlü Koh-i Nur elmasının bu ganimetler arasında bulunduğuna dair bilgi için bkz., H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 247.
431 İsemî, s. 316; Baranî, s. 333.; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 124.
432 İsemî, s. 285, 287vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 167.
433 E. Konukçu, a.g.e., s183 vd.
434 İbn Battuta II, s. 46: H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 249.
435 Nizâm ed-dîn Ahmed, s 153; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 250;.
436 İsemî, s. 305. Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 152.
437 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 158 vd; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 254.
438İsemî, s. 331; Nizâm ed-dîn Ahmed, s156.
439 Meselâ, İran'dan, İlhanlı sarayından gelen bir grup, güçlükle saraya kabul edilmişti. Kalaç sultanının şöhretini ve zenginliğini duyan, İlhanlı hükümdarı iyi münasebetler kurmak istiyordu. Bkz., E. Konukçu, a.g.e., s. 186 vd.
440 Bkz., İsemî, s. 314vd.
441 İsemî, s. 325; Nizâm ed-dîn Ahmed, s155.
442 İsemî, s. 328 İbn Battuta II, s. 48; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 173; Firişte I, s. 214.
443 Bazı kitabe ve paralardan öğrenildiğine göre Sultanü'l-Azam, Ebû'l-Muzaffer, Adil, Skenderü's-Sani, Sultanü'l-Dünya, Yeminü'l-Hilâfet, Emirü'l-Mü'minin, Gavsü'l-İslâm, Sefarih sultan, Muiz el-Mülûk, Esselâtinü'l-Kâim, Maharacadhiraca Srimad Alavadina gibi pek çok ünvana sahipti. Bkz., E. Konukçu, a.g.e., s. 194.
444 İsemî, s. 335; Alâ ed-dîn Muhammed Kalaç, Şemsü'l-Hak Hızır, Mübarek, Sadî, Ömer, Ferit, Osman ve Ebubekir Han isimlerinde yedi oğlu bulunmaktaydı. Kızlarının sayısı bilinemiyor ve hepsi de Hüdavende-i Cihan olarak anılmaktadır. Bkz. K. S. Lal, a.g.e., s58.
445 Bugün, Alâ ed-dîn Muhammed Kalaç'tan kalan iki maddi unsur göze çarpıyor. Biri eski Dehli'deki Mescid-î Cuma yanındaki harabe olmaya yüz tutmuş türbe, ikincisi ise sonraki sultanların şerefle kullanmak istedikleri kılıcıdır. Üzerinde Besmele-i Şerif ile farsça yazılmış "Zafer benim elimdedir" cümlesi bulunan kılıç, Bombay'da Prens Vales Müzesindedir. Bkz. E. Konukçu, a.g.e., s. 194.
446 İsemî, s. 337; Firişte I, s. 217; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 173 vd.
447 İsemî, s. 339 vd.; Baranî, s. 372; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 175; E. Konukçu, a.g.e., s. 191
448 İsemî, s. 342; Baranî, s. 377; Firişte I, s. 218,
449 İsemî, s. 347-356; Baranî, s. 380 vd; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 177vd; I. H. Qureshi, a.g.e., s. 12.
450 İsemî, s. 339 vd. Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 176; Firişte I, s. 221vd.
451 İsemî, s. 364; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 182; I. H. Qureshi, a.g.e., s. 11; T. W. Haig, "The Khalji Dynasty and the First Conquest of the Deccan" The Cambridge History of India III, s. 120 vd.
452 es-Sihrîndî, s. 83; Baranî, s. 397; Firişte I, s. 223.
453 M. Habib, "Nasırudin Khusrau Khan", A Compherensive History of India V, s. 245 vd.
454 İsemî, s. 369; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 187 vd.
455 İsemî, s. 370; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 188; Firişte I, s. 229
456 İsemî, s. 373 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s191; Firişte I, s. 230.
457 Bkz. A. Zahid Khan, "The Sultanate of Delhi and Regional States", Road to Pakistan, s. 98; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 13.
458 İbn Battuta, II, s. 55; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 151; R. C. Jauhri, Firoz Tughluq, Agra 1968, s. 1; B. P. Saksena, "Sultan Ghıyasuddin Tughluq", A Compherensive History of India V, s. 460 vd.;.
459 Bkz. I. Prasad, History of the Qaraunah Turks in India, Allahabad 1936, s. 2-6; The Travels of Marco Polo, New York, s. 39'da ". Yağmacı bir kabiledir. Bulundukları bölgenin zenginliklerine sahip olan Karaunaların hakimiyeti Büyük Han'ın (; Ögedey) kardeşi Çağatay ulusunun idaresine girmiş. Onlar Çağatay sarayında yaşamışlar. Daha sonra Hindistan'da Malabar vilâyetine kadar inmişler ve hakimiyet tesis etmişler." denilmektedir.
460 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 192V. D. Mahajan, a.g.e., s. 154 vd.; R. C. Majumdar, a.g.e., s. 55 vd.
461 B. S. Nijjar, a.g.e., s. 50; Mahmud Husain, A Short History of Hind-Pakistan, Karachi 1960, s. 145; S. F. Mahmud, A Concise History of Indo-Pakistan, s. 102; T. Keigtley, A History of India, from the Earliest Times to the Present Day, London 1847, s. 15; I. H. Sıddıqui, "Politics and
461 Conditions in the Territories.. ", s. 294; H. Beveridge, a.g.e., s. 84; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 254.
462 İbn Battuta II, s. 56; Firişte I, s. 230-236; Devletin üst düzey görevlilerinin hemen değiştirilişi ve bunların nitelikleri ile düzeni sağlamaları hususunda geniş bilgi için bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 192vd.
463 İsemî, s. 383vd; İbn Battuta, II, s. 59: Nizâm ed-dîn Ahmed, s 194; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 13; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 153; T. W. Haig, "The Reigns of Ghıyas-ud-din Tughluq and Muhammed Tughluq and the Second Conquest and Revolt of the Deccan", The Cambridge History of India III s. 130 vd.
464 İsemî, s. 406; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 196 vd; Gıyâs ed-din Tuğluk Şâh'ın ölümüyle ilgili farklı rivayetler vardır. Kaynakların bir kısmında kaza ile öldüğü belirtilirken bir kısmı kendisinden sonra başa geçecek olan oğlu Muhammed Tuğluk tarafından öldürüldüğünü belirtmektedirler. Bkz. İbn Battuta II, s. 61; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 152 vd.; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 254; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 13 vd.
465 İsemî, s. 408; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 199; Muhammed Tuğluk, geometri, matematik, astronomi, Yunan felsefesi gibi çok geniş konularda eğitim almıştı. Bkz. H. Beveridge, a.g.e., s. 88; Mahmud Husain, a.g.e., s. 147; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 32.
466 İsemî, s. 430, 436vd., 479; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 202, 204vd. Bu Müellif, s. 206'daki kaydında Deogir'e güzel bir yolla bağlanan Dehli'nin zorla göç ettirmeden dolayı harap olduğu belirtilir. Ayrıca bkz., R. C. Majumdar, "Muhammad Bin Tughluq", The Delhi Sultanate, (nşr. R. C. Majumdar), Bombay 1960, s. 62 vd.; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 255; A. Zahid Khan, a.g.m., s. 100; T. W. Haig, "The Reigns of Ghıyas-ud-din Tughluq and.... ", s. 140.
467 Firişte, s. 410; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 169.
468 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 202; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 256,
469 İsemî, s. 420-426; Sultan'ın Abohar'a ulaştığı ve tarafların savaş nizâmına geçtiği sırada araya giren Şeyh Rükn ed-dîn'in barışı sağladığı hususunda bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 204: T. W. Haig, "The Reigns of Ghıyas-ud-din Tughluq and.... ", s. 142, İbn Battuta II, s. 112'de, Kişilü Han'ın öldürüldüğü kayıtlıdır.
470 İbn Battuta II. s. 137; Firişte I, s. 249; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 15; K. A. Nizâmî, "Sultan Muhammad bin Tughluq", A Compherensive History of India V, s. 496.
471 Bkz., İsemî, s. 430vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 200.
472 Bkz. İsemî, s. 444.; Firişte I, s. 251,
473 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 207; K. A. Nizâmî, "Sultan Muhammad bin Tughluq", s. 498.
474 Bkz. N. Durak. a.g.e., s. 123; T. W. Haig, "The Reigns of Ghıyas-uddin Tughluq and...", s. 143; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 171; H. Beveridge, a.g.e., s. 88.
475 İsemî, s. 449; İbn Battuta II, s. 118.
476 İsemî, s. 451; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 207 vd.
477 İsemî, s. 495; Bkz. S. A. Q. Husaini, "The Sultanat of Madura", A Compherensive History of India V, s. 1009 vd.
478 Irak, Horasan ve Çin'i zapt etmek isteğine dair bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 203 vd.
479 İsemî, s. 447; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 204; İbn Battuta II, s. 114 vd; Mahmud Husain, a.g.e., s. 148; H. Beveridge, a.g.e., s. 89 vd; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 17; K. A. Nizâmî, "Sultan Muhammad bin Tughluq", s. 526.
480 Zaferabad, Oudh Kara ve Lakhnauti Hakimi Ainü'l-Mülk b. Mahir'in isyanı için bkz., İsemî, s. 406; İbn Battuta II, s. 122; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 208, 210 vd.
481 İsemî, s. 511vd.; Firişte I, s. 255.
482 Firişte I, s. 257; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 223; Mahmud Husain, a.g.e., s. 153.
483 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 181.
484 R. C. Jauhri, a.g.e., 13 vd.; B. P. Saksena, "Firuz Shah Tughluq", s. 567.
485 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 225; Mahmud Husain, a.g.e., s. 154; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 158 vd.; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 34.
486 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 226vd.; B. P. Saksena, "Firuz Shah Tughluq", s. 570.
487 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 229; R. C. Jauhri, a.g.e., s. 56.
488 Bkz., T. W. Haig, "The Reigns of Ghıyas-uddin Tughluq and.", s. 176.
489 Firişte I, s. 259; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 19.
490 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 230.
491 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 231.
492 K. A. Nizâmî, "Sultan Muhammad bin Tughluq", s. 532.
493 B. P. Saksena, "Firuz Shah Tughluq", s. 595 vd.
494 T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline and Extinction of the Dynasty and the Invasion of India by Timur", The Cambridge History of India III, s. 181.
495 S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 35.
496 Geniş bilgi için bkz. R C. Jauhri, a.g.e., s. 153 vd.; I. H. Qureshi, a.g.m., s. 20; H. Beveridge, a.g.e., s. 92.
497 Firişte I, s. 259vd.
498 Firişte I, s. 273; M. Habib, "Successors of Firuz Shah Tughluq", A Compherensive History of India V, s. 620.
499 H. Beveridge, a.g.e., s. 92.
500 Firişte I, s. 274.
501 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 199.
502 E. Konukçu, a.g.m. 438 vd.
503 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 200.
504 T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.... ", s. 192.
505 Firişte I, s. 278; E. Konukçu, a.g.m., s. 439; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 36. , s. 199.
502 E. Konukçu, a.g.m. 438 vd.
503 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 200.
504 T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.... ", s. 192.
505 Firişte I, s. 278; E. Konukçu, a.g.m., s. 439; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 36. . Konukçu, a.g.m. 438 vd.
503 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 200.
504 T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.... ", s. 192.
505 Firişte I, s. 278; E. Konukçu, a.g.m., s. 439; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 36.
Konukçu, a.g.m. 438 vd.
503 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 200.
504 T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.... ", s. 192.
505 Firişte I, s. 278; E. Konukçu, a.g.m., s. 439; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 36. 438 vd.
503 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 200.
504 T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.... ", s. 192.
505 Firişte I, s. 278; E. Konukçu, a.g.m., s. 439; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 36. , s. 200.
504 T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.... ", s. 192.
505 Firişte I, s. 278; E. Konukçu, a.g.m., s. 439; S. A. H. Haqqı, a.g.e., s. 36.
506 Firişte I, s. 280; B. P. Saksena, "Firuz Shah Tughluq", s. 623 vd.
507 B. P. Saksena, "Firuz Shah Tughluq", s. 626 vd.
508 I. H. Sıddıqui, "Politics and Conditions in the Territories.... ", s. 116; J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 251; A. L. Srivastava, a.g.e., s. 228; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 201.
509 Nizâmüddin Şami, Zafername, (nşr, N. Lugal), Ankara 1987, s. 209 vd; Hondmir III, s. 470; Şerafeddin Ali Yezdi, Zafername I-II, (nşr. Muhammed Abbas), Tahran 1958, s. 40 vd.
510 Nizamüddin Şami, s. 214; Şerafeddin Ali Yezdi, s. 41; R. C. Majumdar, a.g.m., s. 117.
511 Nizamüddin Şami, s. 220; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 64; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 203 vd.
512 Nizâmüddin Şami, s. 227.; Firişte I, s. 287.
513 B. S. Nijjar, a.g.e., s. 64; R. C. Majumdar, a.g.m., s. 119; T. Keightley, a.g.e., s. 16.
514 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 201 vd.; A. L. Srivasta, a.g.e., s. 229; T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.. ", s. 200,
515 H. Beveridge, a.g.e., s. 95; R. C. Majumdar, a.g.m., s. 119; M. İgnatiyeviç, Cengiz Han ve Timurlenk Devirlerinde Moğol-Tatar ve Orta Asya Milletlerinin Harp Sanatı ve Fütuhatları, (nşr. B. Kuban, S. F. Gökçaylı), Ankara 1953, s. 138.

516 İbn Arabşah, Tarih-i Timur, (nşr. Nazmizâde Hüseyin Murtaza Ef.), İstanbul 1861, s. 79; İbn Arabşah, Acaibu'l Makdur fi Nevâibi'd Timur, (nşr. A. F. el-Hamisî), Beyrut 1986, s. 166; R. G. de Clavijo, Anadolu Orta Asya ve Timur, (nşr. A. R. Doğrul), İstanbul 1993, s. 159.
517 Nizâmüddin Şami, s. 231; M. İgnatiyeviç, a.g.e., s. 139; H. Beveridge, a.g.e., s. 95; A. L. Srivastava, a.g.e., s. 229.
518 İbn Arabşah, Acaibu'l Makdur, s. 169; S. F. Mahmud, A Concise History of Indo Pakistan,
s. 107.
519 Hondmir III, s. 477; J. Allan vd., a.g.e., s. 252; T. Keigtley, a.g.e., s. 17; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 206;.
520 Bkz., Firişte I, s. 290; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 64.
521 Bkz., T. W. Haig, "The Reing Fîrûz Tughluq the Decline.. ", s. 201,
522 Bkz., Firişte I, s. 292 vd.
523 Bkz., T. W. Haig, "The Sayyıd Dynasty", The Cambridge History of India III, s. 206 vd,; K. A. Nizâmî, "The Saiyyids (1414-51)", s. 630 vd.


Abdul Ghafur, M., The Gorids History, Culture and Administration 1148-1215, Hamburg 1960, (Basılmamış Doktora Tezi).

Ahmed Nizâmî, "Iltutmısh the Mystic", Islamic Culture, XX (1946), s. 165-180.

Akbulut, D. A., Arap Fütuhatına Kadar Maveraünnehr ve Horasan'da Türkler (M. Ö. II-M. S. VII. yy. ), Erzurum 1984, (Basılmamış Doktora Tezi),
Allan, J. -Haig, T. W., -Dodwell, H. H., The Cambridge Shorter History of India, (nşr. H. H. Dodwell), Delhi 1969.

Ansar Zahid Khan, "The Sultanate of Delhi and Regional States", Road to Pakistan, (nşr. M. Said, S. M. Haq, S. Mujahid, A. Zahid Khan), Karachi 1990, s. 81-120.

Arnold, T. W., İntişar-ı İslâm Tarihi, (nşr. H. Gündüzler) Ankara 1982.

Arsebük, G., İnsan ve Evrim, Ankara 1990,

Asrar, N. A., "Hind-Pakistan Uyuşmazlığının Menşe'leri ve Bangladeş'in Doğuşunun Tarihçesi", İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi VI/1-2 (l975), s. 49.

Atay, F. R., Hind, İstanbul 1943.

Ayyubi, A., "Hindistan Türklere Neler Borçludur?", Tarih Araştırmaları Dergisi II/2-3 (1964), s. 277-284;.

Ayyubi, A., "Hind Kültürü Üzerinde Müslüman Türk Tesirleri", İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi III/3-4, (1966), s. 205-210.

Baluch, N. A., "The Perspective: The Sout-Asian Subcontinet before the Advent of Islam", Road to Pakistan, (nşr. H. M. Said vd. ), Karachi 1990, s. 28-45.

Banerjee, A. C., "The Date of the Fall of Nadia", Indian History Quartly XII/1 (1936), s. 148.

Banerjee, A. C., "A Note in Provincial Government under the Sultanate of Delhi", Journal Indian History V, (1938-1939), s. 225-260.

Baranî, Tarih-i Firûz Shaî, (nşr. S. A. Khan) Calcutta 1862,
 

Yorumlar (0)