OĞUZ ADININ KÖKENLEMESİ (ETİMOLOJİSİ)

OĞUZ ADININ ETİMOLOJİSİ

Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN

Oğuz kelimesinin etimolojisi üzerinde dururken ilk olarak belirtmemiz gereken husus, kelimenin başlangıçta belli bir Türk boyunu ifade etmediği, doğrudan doğruya cins isim olarak kullanıldığı ve cins isim olarak da “kabile, boy” anlamına geldiği hususudur. Bu durum, kelimenin r’li biçiminin, Oğuzlar henüz teşekkül etmeden, Bulgar Türk boyları için kullanılmasından açıkça bellidir.

Bizans kaynaklarında geçen ve içinde (o)gur kelimesi bulunan başlıca boylar şunlardır:

Şaragur, Kutrigur, Utrigur, Onogur (Golden, 2002, ss. 78-81).

Bazıları için farklı düşünceler bulunmakla birlikte bu kelimelerin etimolojilerinin “Sarı (ak) Ogur,Tokur (dokuz) Ogur, Otur (otuz) Ogur, On Ogur” olduğu konusunda bilim adamları müttefiktir.

Genel Türkçe sarı kelimesi, Bulgar Türkçesinin devamı kabul edilen Çuvaşçada şură biçimindedir ve “beyaz” demektir (Golden, 2002, s. 78).

6. yüzyıl Bizans kaynaklarında bu kelimeler yer alırken Oğuzlar henüz teşekkül etmiş değildi; bunlar Bulgar Türk boylarıydı. Bu boy adlarından Şaragur, “ak boylar”, diğerleri “dokuz boy, otuz boy, on boy” anlamına geliyordu.

Köktürk bengü taşlarında geçen Tokuz Oguz (KT G 3, 4, KT D 14… BK D 1, 12, 29… T 9) ile Şine Usu Uygur yazıtında geçen Sekiz Oguz (ŞU D 1, 3) örneklerinde de oguz, “boy topluluğu” anlamında kullanılmaktadır. Bu durum, bu kelimelerin Çinceye “dokuz boy topluluğu, sekiz boy topluluğu” olarak çevrilmiş olmasından (Golden,2002, ss. 169-170) bellidir.

Oğuz kelimesini başlangıçta bir cins isim kabul ettiğimize ve anlamını da “boy, boylar topluluğu, kabile” olarak tespit ettiğimize göre etimolojisini de bu anlam üzerinden yapmamız gerekir. Konuyla ilgili pek çok görüş vardır; fakat yaygın olarak kabul edilen görüş Gyula Németh’in 1921 yılında ortaya koyduğu görüştür.

Ona göre kelime ok + z şeklinde tahlil edilebilir; ok, “kabile” demektir, “Z”de çokluk ekidir (Orkun, 1935, ss. 4-5).

Hüseyin Namık Orkun, Németh’in görüşünü naklettikten sonra Thomsen’e dayanarak ok kelimesinin “en eski zamanlarda kabile manasına” geldiğini, z’nin de biz ve siz zamirlerinde çokluk olarak kullanıldığını ilave eder (Orkun, 1935, s. 5).

Orkun, ok’un “kabile” anlamı için ayrıca Viyana Millî Kütüphanesi’nde bulunan Seyit Lokman Risalesi’nden bir anekdot nakleder ki o da şudur:

“Gazneli Mahmud kendisine tâbi olan Selçukîlerden asker iktiza ettiği vakit ne mikdar gönderebileceklerini sorunca şu cevabı almıştır: Bir ok gönderirseniz on bin asker göndeririz.” (Orkun, 1935, s. 5).

Vilhelm Thomsen, ok ile ilgili görüşlerini 1916’da yayımladığı Turcica’da on ok terimini açıklarken vermektedir. Ona göre oklara ayrılmak Türklerin bir örgütlenme biçimiydi ve Batı Türkleri 635 yılına doğru, hatta belki de daha önce on boya ayrılmıştı.

“Her boyun başkanı, kağandan bir ok alıyordu; dolayısıyla, ‘On Ok’ deyimi ‘On Boy’ ya da ‘On Ordu’ anlamına geliyordu. Bunlar da her biri beş ‘ok’tan oluşmuş iki kanata ya da iki tümene ayrılmıştı; biri sağdaki (yani batıdaki, Çinlilerin Nou-che-pi diye adlandırdıkları) kanat, diğeri ise soldaki (yani doğudaki, Çinlilerin Tou-lou dedikleri) kanat idi.” (Thomsen, 2002, ss. 319-320).

Thomsen, aynı görüşte olan Melioranskiy’nin de, “ok” anlamındaki tire’nin Türkmenlerde “kabile” anlamında kullanıldığını, ayrıca Ramstedt’ten alınan bir bilgiye göre yine “ok” anlamındaki sumun kelimesinin de Moğolcada 120-200 kişilik askerî birlikler için kullanılabildiğini bildirmektedir (Thomsen, 2002, ss. 321-322).

On Ok’un Batı Türklerini ifade ettiği ve bunların beş Nu-şe-pi ile beş Tu-lu boyundan oluştuğu bugün artık genel kabul gören bir bilgidir.

Şu hâlde ok+uz’un “oklar” yani “boylar, kabileler” anlamına geldiği rahatça kabul edilebilir.

Németh’ten önce Marquart da ok+uz etimolojisini yapmıştır; ancak o, ok kelimesine “ok”, uz kelimesine de “adam” anlamını vermiştir (Orkun, 1935, s. 4).

Denis Sinor, “uz kelimesi ‘adam’ mânâsında mevcut değildir” diyerek bu görüşe itiraz eder (Sinor, 1950, s. 4).

Aynı şekilde Faruk Sümer’in de belirttiği gibi Türkçede “adam” anlamında uz diye bir kelime yoktur ve bu sebeple “Marquart’ın bu görüşü ilim âlemince kabul görmemiştir.” (Sümer, 1992, s. 13).

Paul Pelliot tereddütle de olsa oguz kelimesiyle oguş arasında ilgi kurar: “… Orhon yazıtları bize oġuz diye sık kullanılan bir sözcük öğretti; bu sözcük, Uygurcadaki oġuş gibi, Çinlilerin sing [xing] ‘klan, boy’ sözcüğüne karşılıktır…

Dolayısıyla, Orhon Türkçesindeki oġuz’la Uygurca metinlerdeki oġuş’un kökensel özdeşliğini iddiaya kalkışmamakla birlikte, bu varsayımı meslektaşlarımın incelemelerine sunulacak kadar akla yakın (ve dikkate değer) buluyorum.(Hamilton, 1997, s. 189).

James R. Hamilton, Pelliot’nun “dikkate değer” bulduğu görüşünü benimser ve daha ileri götürerek şöyle der: “İmdi, ben burada Pelliot’nun, gerçekten Oġuz adının kökenindeki sözcüğü yakalamış olduğu kanısındayım. -ş’li okunuşu, özellikle Kaşgârlı’yla artık kesinleşmiş olan oġuş ‘boy’ sözcüğü, görünüşe göre, *oġ- ya da

*oġu- (‘döl vermek, doğurmak’?) gibi bir kökten, ad yapmağa yarayan -ş ekiyle türemiştir; aynı kök, -l ekiyle, oġul ‘ardıl, oğul’ sözcüğünü de vermiş olmalıdır.”

(Hamilton, 1997, s. 189).

Ancak Hamilton oguz ile oguş’u ayrı türevler olarak kabul etmemiş; oguz sözündeki z’nin oguş’taki ş’den dönüştüğünü ileri sürmüştür.

Ona göre başlangıçta ‘dokuz boy’, yani toķuz oġuş’tan oluşan bir konfederasyon vardı.

Bu deyim bir süre sonra özel ad gibi algılanır olunca, Türkçedeki genel uyumlulaştırma eğilimi ve ‘yankılı’ sözcüklere düşkünlük işe karışarak, başarısız bir yarım uyak

izlenimi veren *Toķuz-Oġuş’u tam uyaklı Toķuz-Oġuz ifadesine dönüştürmüş olmalıdır. (Hamilton, 1997, s. 189).

Bu görüş, hem “döl vermek, doğurmak” anlamında og- veya ogu- diye bir kökün Türkçede bulunmayışı hem de ş-z değişimi için ileri sürülen faraziyenin zayıflığı bakımından tenkide açıktır. Ayrıca Tokuz

Oguz kaydını, bütün diğer oguz ve ogur kayıtlarından önceki bir tarihe alması, ş-z değişmesi için geçmesi gereken zamanı da dikkate alırsak, kolayca kabul edilebilecek bir görüş olamaz.

Peter Golden de oguz için farazi bir kök tasarlamıştır: “Oğuz, akrabalık ifade eden Türkçe *oğ/uq kökünden türemiştir.” (Golden, 2002, s. 169).

Ancak Türkçede akrabalık ifade eden oğ/uq kökü de mevcut değildir.

Benim de katıldığım Németh’in oq+uz etimolojisine, iki ünlü arasındaki q sesinin o dönemde henüz tonlulaşmadığı şeklinde itirazlar bulunmaktadır. Faruk Sümer’in de belirttiği gibi “ok+uz’daki k, söylene söylene pekalâ g’ya dönebilir.” (Sümer, 1992, s.14).

Biz dil bilimine uygun bir ifade ile bu görüşü şöyle anlatalım.

Sık kullanılan kelimelerdeki ses olayları sık kullanılmayanlara göre daha hızlı meydana gelir. Söz gelişi kelime başı t’yi koruyan Türkistan ve Kıpçak lehçelerinde de- fiilinde t korunmayıp tonlulaşmıştır; çünkü de- çok sık kullanılan bir kelimedir.

Maamafih Faruk Sümer’in önemli bir tespitini nakletmekte de fayda vardır. Şöyle diyor:

“İlhanlılar devletinin ilk hükümdarı Hülagu’nun en büyük zevcesi Tokuz Hatun’un adının çok defa Toguz Hatun şeklinde yazılmış olduğu görülür.” (Sümer, 1992, s.14/dipnot)

Başlangıçta “boy, boylar” anlamına gelen ve etimolojisini ok+uz > oguz biçiminde yaptığımız kelime daha sonra belli bir boylar topluluğunun, yani Oğuz boyunun özel adı olmuştur. ''Ben Faruk Sümer (1999, s. 31) ve Hüseyin Salman (1998, s. 86) gibi Oğuzların atalarının Türgişler olduğunu ve “Türgişlerin, 760’larda Karlukların önünden batıya çekilerek Aşağı Seyhun boylarındaki Oğuzları oluşturduğunu”

(Ercilasun, 2008, s. 228) düşünüyorum.

İstemi Kağan’ın yönettiği Batı Türkleri de Türgişlerin ataları olduğuna göre onları Oğuzların ataları kabul edebiliriz.

Bu duruma göre Oğuzlar, başlangıçta beş Nu-şe-pi ve beş Tu-lu olmak üzere on kabile idiler. Seyhun boylarına göç sırasında Oğuz etnik teşekkülü devam etmiş ve kabileler 24’e çıkmıştır. Bazı araştırıcılar Nu-şe-pi kabilelerinden Pa-sai-kan boyunun adını Peçenek ile birleştirmişlerdir.

Ben de gerek Türk Dili Tarihi kitabımda gerek Oğuzlarla ilgili bir makalemde On Ok boylarından üçünü Oğuz boylarından üçü ile eşleştirmiştim:

Hu-lu-u = Üregir, Şu-ni-şe = Çepni, A-si-kie = Yazgır.

Türgiş boyunun itibarının artması dolayısıyla onlara ait alt boyların da Oğuz boylarını oluşturabileceğini düşünmüş ve şu eşleştirmeleri yapmıştım:

Sou-ko = Salgur, A-li-şe = Ala Ebçi, Kiu-pi-şe = Kara Ebçi,

Tu-hu-lo = Töger (Ercilasun, 2006, ss. 91, 358;Ercilasun, 2008, s. 232).

Oğuz teşekkülünün Seyhun boylarında tamamlandığı sonucunu, Kâşgarlı Mahmud’un Oğuz boylarının sayısını 22 olarak vermesinden ve iki Halaç boyunun katılmasıyla bu sayının 24’e ulaştığını belirtmesinden de çıkarabiliriz.

Demek ki Kâşgarlı’nın eserini yazdığı 11. yüzyılın ikinci yarısında bu bilgi henüz taze idi.

Buraya kadar, önce cins isim, sonra boy adı olan Oğuz kelimesi üzerinde durdum.

Bence destan kahramanı olan Oğuz Kağan’ın adındaki Oğuz’un etimolojisi farklıdır.

Araştırıcılar genellikle böyle bir fark gözetmemişler ve kelimenin etimolojisini yaparken Oğuz Kağan’ın adını da göz önünde bulundurmuşlardır.

Paul Pelliot, Oğuz’un doğduğu zaman annesinin sütünü içmesiyle ilgili uğuz-ni içib ibaresini açıklarken şöyle der:

“Eğer burada, gelecekteki Uğuz Han’ın, ilerde yalnızca etli yiyecekler ve sert içecekler isteyebilmek için ‘ilk süt’ uğuz’u içtiğinden söz ediliyorsa, bu, efsanenin Uğuz Han adını ‘ilk süt’ ile bağlantılı görmesinden ileri gelmektedir…

Uğuz Han, ad veren hükümdar olduğuna göre ve eğer Uğuz-qağan biçimi gerçekten eski bir biçim olarak kabul ediliyorsa, kuşkusuz, eskiden benimsenmiş olan Toquz-Oğuz biçiminin de artık Toquz-Uğuz (Toğuzğuz) biçiminde değiştirilmesi gerekecektir.” (Pelliot, 1995, s. 15).

Görüldüğü gibi Paul Pelliot, boy adı ile kağanın adını ilişkili görmekte ve “ilk süt” anlamındaki uğuz dolayısıyla kabile adının da Tokuz Uğuz olarak değiştirilmesini teklif etmektedir. Ancak burada kağanın adının, “ilk süt” anlamındaki uğuz ile ilişkilendirilmesinin bizzat Pelliot tarafından yapılmadığını, Pelliot’nun, “efsanenin Uğuz Han adını ‘ilk süt’ ile bağlantılı gördüğünü” belirttiğini ifade edelim.

Ayrıca, ölümünden sonra, 1949’da basılan bir çalışmasında Pelliot tekrar Oguz okuyuşuna dönmüştür (Hamilton, 1997, s. 189).

Denis Sinor, Pelliot’nun “ilk süt” ile bağlantılı görüşünü eleştirdikten sonra kendi görüşünü şöyle ifade eder:

“Benim fikrime göre, kahramanımızın adının mânası ‘boğa, öküz’dür ve Oğuz okunmalıdır. Öküz kelimesi bütün Türk dillerinde bulunmaktadır ve mânâsı bazen ‘öküz’, bazen ‘boğa’dır. Burada, bunun hakkındaki bütün bilgileri tekrarlamak faydasız olacaktır. Bununla beraber, Türkçe sâhâsında,her tarafta ince sesli şekillere müvâzî olarak biraz kalın sesli şekillerin bulunduğuna işaret edelim:

Yakutça oguz ‘öküz’, Osmanlıca (Kamûs-i Türkî) oguz ‘genç boğa’…İmdi, yukarıda söylediklerimizden açıkça şu netîce çıkmaktadır ki, Oguz kelimesinde, altaik öküz ~ ögüz ‘öküz, boğa’ kelimesinin kalın sâiteli, değişik bir şeklini görmek ve aynı zamanda benzer değişik şekillerin birçok Türk şivelerinde hakîkaten mevcut olduğu vâkıası aleyhinde olmak üzere, hiçbir lisâniyât delîli serdedilemez.” (Sinor, 1950, ss. 5-6).

Sinor dil dışı delil olarak da Uygur harfli Oğuz Kağan destanının ilk satırlarındaki öküz resmini ileri sürer. Ona göre bu resim ya Oğuz Kağan’ı ya da babasını (daha büyük ihtimalle babasını) temsil eder. Kimi temsil ederse etsin bu resim Oğuz adı ile öküz arazındaki münasebeti gösterir (Sinor, 1950, ss. 6-12).

Louis Bazin de “boğa” ile Oğuz arasında ilgi kuranlardandır. Bazin, Kamûs-ı Türkî’de “tosun” anlamında geçen oğuz ile Yakutçada “boğa” anlamında geçen oğus kelimelerinin Oğuz Kağan’daki Oğuz ile aynı olduğunu düşünür (Bazin, 1994, ss.173-174).

Faruk Sümer “Türkiye Türkçesinde ve hatta diğer Türk lehçelerinde tosun (jeune taureau de deux ans = iki yaşında genç boğa) manasına gelen Oğuz şeklinde bir kelime yoktur” diyerek Bazin’in görüşüne itiraz eder.

Sümer, ilgili dipnotta Şemseddin Sami’nin Ahmed Vefik Paşaya dayandığını ve Paşanın da “izahı mümkün olmayan bir yakıştırma”da bulunduğunu ileri sürer (Sümer, 1992, ss. 13-14).

Gerçekten de “tosun” anlamında bir oğuz/uğuz kelimesi ne Tarama Sözlüğünde ne de Derleme Sözlüğünde vardır. Yakutçada “boğa” anlamına gelen oğus biçimi ise öküz kelimesinin bu lehçede aldığı biçimdir.

Ben de destan kahramanının adı olan Oğuz’un öküz ile bir ve aynı olduğunu düşünüyorum. Bu konuda Sinor’un dil dışı delil olarak ileri sürdüğü resim önemlidir.

Uygur harfli Oğuz Kağan destanı şu cümlelerle başlamaktadır: “bolsun ğıl dep dediler. Anung angağu-su uşbu durur: (öküz resmi). Dakı mundın song sevinç dapdılar.” (Bang – Rahmeti, 1936, s. 10).

Resimden sonra Oğuz’un annesi Ay Kağan hamile kalıyor. Şu hâlde Sinor’un düşündüğü gibi bu resim ya Oğuz’u ya babasını temsil ediyor ve bence de Oğuz adıyla öküz arasındaki ilişkiyi açıkça gösteriyor. Daha önce yazdığım bir yazıda bu konuda iki delilden daha bahsetmiştim (Ercilasun, 2008, ss. 230-231). Bunlardan birincisi Şecere-i Terâkime’de geçen “Oğuz Han Keyûmers zamânında irdi” (Ölmez,1996, s. 166) ibaresidir.

İran efsanelerine göre Keyûmers ilk insandır ve onun baş düşmanı da öküzdür. İkinci delil Boğaç Han adıdır. Dede Korkut Kitabı’nın ilk boyunun kahramanı olan Boğaç ile Oğuz Han arasında, başta Ziya Gökalp olmak üzere (Gökalp, 1339, ss. 70-71; 1976, ss. 104-105) birçok araştırıcı ilgi kurmaktadır;

yani Boğaç, Oğuz Kağan’ın Dede Korkut’taki yansımasıdır. Boğaç ile öküz arasındaki anlam paralelliği de açıktır.

Sonuç olarak ben şu ana kadarki görüşlerden Németh ve Sinor’un görüşlerine katılmakla birlikte farklı olarak şunu ifade ediyorum:

“Kabile” anlamına gelen ve sonradan bir Türk boyunun adı olan Oğuz ile destan kahramanı Oğuz farklı kelimelerdir ve dolayısıyla etimolojileri de farklıdır.

“Kabile” anlamındaki oğuz, “oklar, boylar” anlamındaki ok+uz’dan gelir. Destan kahramanının adı ise öküz kelimesi ile aynıdır.

Ve ilave olarak şunu söylüyorum: Destan kahramanının adı olan öküz kelimesi, boy adı olan Oguz kelimesi ile bulaşmaya

(kontaminasyona) uğramış ve bu sebeple Oguz biçimini almıştır.

KAYNAKÇA

Bang, W. ve G. R. Rahmeti. (1936). Oğuz Kağan Destanı. Makaleler – Cilt I (O. F.

Sertkaya, Yay. Haz.). Ankara, (1987). Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.

Bazin, L. (1994). Les Turcs, Des Mots, Des Hommes. Budapest: Akadémiai Kiadó.

Ercilasun, A. B. (2006). Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi. Ankara: Akçağ

Yayınları.

Ercilasun, A. B. (2008). Oğuzlar ve Oğuz Adı Üzerine. Türk Kültürü. 2008/2, Ankara:

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.

Ergin, M. (1970). Orhun Âbideleri. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı.

Golden, P. (2002). Türk Halkları Tarihine Giriş. (O. Karatay, Çev.). Ankara: KaraM

Yayınları.

Gökalp, Z. (1339). Türk Töresi. İstanbul.

Gökalp, Z. (1976). Türk Medeniyeti Tarihi. İstanbul.

Hamilton, J. (1997). Toķuz-Oġuz ve On-Uyġur. Journal Asiatique. sayı CCL -1962-‘den

çevirenler: Yunus Koç, İsmet Birkan), Türk Dilleri Araştırmaları, Cilt 7,Ankara: Simurg.

Orkun, H. N. (1935). Oğuzlara Dair. Ankara: Ulus Basımevi.

Orkun, H. N. (1936). Eski Türk Yazıtları I. İstanbul: Türk Dil Kurumu.

Ölmez, Z. K. (1996). Şecere-i Terâkime (Türkmenlerin Soykütüğü). Ankara: Simurg

Kitapçılık ve Yayıncılık.

Pelliot, P. (1995). Uygur Yazısıyla Yazılmış Uğuz Han Destanı Üzerine (T’oung Pao, cilt

XXVII -1930-‘dan çeviren: Vedat Köken), Ankara: Türk Dil Kurumu.

Salman, H. (1998). Türgişler. Ankara: Kültür Bakanlığı.

Sinor, D. (1950). Oğuz Kağan Destanı Üzerinde Bazı Mülâhazalar. (A. Ateş, Çev.).

Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt IV, sayı: 1-2, İstanbul: İstanbulNÜniversitesi Edebiyat Fakültesi.

Sümer, F. (1992, 1999). Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri – Boy Teşkilatı – Destanları.

İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.

Thomsen, V. (2002). Orhon Yazıtları Araştırmaları (V. Köken, Çev. ve Yay. Haz.).

Ankara: Türk Dil Kurumu.

5. ULUSLARARASI TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU

OĞUZLAR: DİLLERİ , T ARİHLERİ VE KÜLTÜRLERİ -BİLDİRİLER

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ENSTİTÜSÜ

Yorumlar (0)