Romalılar'ın Kibele Bayramı Anadolu'dan Batı'ya Nasıl Gitti? - Doç. Dr. Haluk Berkmen

Romalılar'ın Kibele Bayramı Anadolu'dan Batı'ya Nasıl Gitti?


Doç. Dr. Haluk Berkmen

Kadim Roma İmparatorluğunda 4 Nisan ile 9 Nisan arasında 6 gün boyunca Kybele Bayramı kutlanırdı. Kybele (Kibele) Anadolu’nun bolluk ve bereket tanrıçası iken, nasıl oluyor da Roma’da meşhur olmuştu ve onun şerefine bir bayram kutlanıyordu? Size bu yazıda bu ilginç olayı anlatacağım. M.Ö. 204 yılında Roma tüm Avrupa’ya hâkim olmadan, henüz bir şehir devleti iken büyük bir kıtlık dönemi yaşar. İnsanlar açlıktan ölmektedirler ve kıtlığa çare aramaktadırlar. Bu zor günlerden nasıl kurtulacaklarını kâhin Sybill’e sorarlar. İsim benzerliğinden de anlaşılacağı gibi, Kibele’den haberdar olan kadın kâhin Sybill, bolluk ve bereket tanrıçası olan Kibele’nin ancak bu kıtlığa son verebileceğini söyler. Altta ortada Kibele kabartmasını görüyoruz. Kibele’nin bir diğer adı da Kubabba idi ve Frig krallığı zamanında da önemli bir tanrıça olduğu kabul ediliyordu.

Bunun üzerine bir grup Romalı gemiye binerek Anadolu’ya gelirler. O dönemde batı Anadolu’da şehir devletleri bulunuyordu. Alttaki haritada görülen Lydia devletinin başşehri Sardis (Sart) idi. Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1200 yıllarında yıkılınca Anadolu’da bağımsızlığını ilan eden Lydia devletini Persler M.Ö. 504’te tarih sahnesinden sildiler. Lydia halkı Yunan değildi ve kendilerine has Hint-Avrupa dil grubuna ait olmayan bir dilleri vardı. Anadolu şehir devletlerinden 31 Mart 2018 tarihli “Hititlerden Sonra Anadolu” başlıklı yazımda söz ettim.

M.Ö. 204 yılında batı Anadolu halkı Pers, Yunan ve Lydia kültürlerinin etkisinde yaşamakta idi ve Kibele tanrıçasına önem vermeye devam ediyordu. Anadolu’ya gelen Romalılar Kibele heykelini kral Attalus’tan istediler. Attalus, Kibele heykeli yerine Kibele enerjisine sahip olduğunu söylediği birkaç tonluk iri bir kayayı Romalılara verdi. Romalılar da bu iri kayayı zor zahmet gemilerine taşıyıp denize açıldılar. Gemileri bugünkü batı İtalya kıyılarına ulaştığında bu iri kayayı Roma’ya nasıl taşıyacaklarını kara kara düşünmeye başladılar. Zira altta sağda görüldüğü gibi Roma şehri sahilde değildi. En kolay yol, kayayı gemiden indirmeden Tiber nehrin üzerinden Kibele’yi Roma’ya götürmekti. Fakat Tiber nehri denize doğru akıyordu ve akıntıya ters gitmeleri mümkün değildi. Bunun üzerine gemiye uzun halatlar bağladılar ve Tiber nehrinin iki yakasından gemiyi birkaç yüz kişi Roma’ya kadar çekti. Kibele kayası Roma’ya gelince, halk büyük sevinç içinde kayayı şehrin meydanına taşıdı.

Romalılar Kibeleye, “Büyük Anne” anlamına gelen Magna Mater adını verdiler ve onun şerefine 6 günlük bayram ilan ettiler. “Megalasia” adını verdikleri bu bayramda kadınlar başrolde idiler ve dans edip şarkı söylüyorlardı. Kibele kayasının Roma’ya gelişinden bir süre sonra kehanet gerçekleşti ve kıtlık sona erdi. Bu bolluk ve bereket bayramı yeni yıl kutlamalarından bir ay sonra, Nisan ayının başında kutlanmaya başladı. Jül Sezar zamanında oluşturulan Jülien takviminin ilk ayı Mart idi. Bu takvimden 14 Şubat tarihli “Şubat Neden 28 Gün” başlıklı yazımda söz ettim. Megalasia bayramında Kibele’ye süt ve arpa sunuluyor, kurbanlar kesiliyordu. Hatta rahipler erkeklik organlarını kesiyorlardı. Bu gelenek zamanla tepki ile karşılandı ve Megalasia bayramı terk edildi.


Kürşad BAYTOK'tan bir alıntı




Bu gördüğünüz İskit eseri bir ayna. Ayna gümüş çerçeveli ama altın yapraklı bir kapağa sahip. Bu kapakta 8 ayrı bölümde farklı hikayeler, destanlar anlatılmış. Bu hikayelerde tüm Türk bölgelerinde bilindik ve Türk için anlam taşıyan ongunlar kullanılmış. Arslan, At, Kurt, Koç, Geyik, Kartal, Kanatlı Arslanlar ki, Kun ve İskit Türkleri başta olmak üzere bu düşsel hayvanlara sonraki Türük devletlerinde de heykellerine sıkça rastlanır.

Genel olarak av sahnelerinin yer aldığı bu görsellerin, hem çizim hemde içerik olarak Anadolu ve Mezopotamya da yer alan eserler ile benzerlikleri dikkat çekmektedir. Kültürel bir devamlılığın delilleri açıktır. En üst kısımda yer alan kanatlı bir kadın ve ellerinde avladığı birer arslan görüntüsü yer alır. Anadolu devletlerindeki ve kökeni 11 bin yıl öncesine uzanan Çatalhöyük’te dahil olmak üzere; Kibele’nin de iki yanında iki arslanla veya koçla da betimlendiği görülmektedir.

Sümerlilerde (Kengerler) ise daha sonradan ilaheleştirilmiş olan kraliçe “Kug Bau” (Kubaba) adıyla benzer bir şekilde inanılmaktadır. İkinci bir ilahe olan Yunan Artemis’i de bir av ilahesi olarak MÖ 800 lerde görünmeye başlamıştır ve benzer özellikler taşır. İskitlerin MÖ 680 lerde (ki daha öncesi de eminim var) Kafkasları aştığı ve yüksek sosyal yapısı sayesinde bir çok yaşamın dip kültürünü etkileyerek baskın bir kültüre iye olduğu düşünülürse, konu daha açık anlaşılacaktır.

Bu görsel üzerinde yine benzer özellikler taşıyan ve kanatlı bir şekilde betimlenmiş bulunan; “iki aslan avlayarak bunları iki ayrı elinde tutan ilaheye rastlıyoruz.” İskit Türklerinde, hayvandan insana kadar kutsal canlılara verilen bu kanatlar aynı şekilde Sümerlilerde de görülmektedir. İskit Türklerinin madencilik ve Altın işçiliği konusundaki aşkın becerileri, kendi dönemlerinde çok ileri bir sosyal yapıya iye olduklarını da bize göstermektedir. Eserlerindeki düş gücü ve betimlemeler ise; hem köklerin derinliklerinin, hemde kültürel ve inanç zenginliklerinin bir yansımasıdır.

– Kürşad BAYTOK


KİBELE HAKKINDA KISA BİLGİ


KİBELE (KYBELE)

Kybele, Anadolu’da doğduğu ileri sürülen ilk dinin, dal budak salmış ilk kültün Ana Tanrıçasıdır. Çatalhöyük, Bo­ğazköy ve Hacılar kazılarında (İÖ 7.000-6.500) heykelleri ele geçti. Za­manla çok geniş bir uygarlık bölgesine yayılan Ana Tanrıça, çok çeşitli adlar­la anılır:

Kültepe tabletlerinde Kubaba, Lidya’da Kybebe, Friglerde Kybele, Hitit kaynaklarında Hepat, Kappadokia yöresinde Ma, Hitit’te Ârinna, Mısır’da İsi s, Girit’te Rhea, Efes’te Artemis, İtalya’nın bir bölgesinde Ve­nüs olarak karşımıza çıkar.

Hepsinin bildirdiği güç kaynağı, doğayı bütün canlılığı, verimliliğiyle simgeleyen evrensel bir niteliktedir. Toprak ve bereketin kaynağı, doğal ve evrensel anlamıyla anadır. Tutkun ol­duğu delikanlı Attis (Attes), bir kral kızıyla evleneceği sırada Ana Tanrıça karşısında dikilir, onu çıldırtır, kendini ha­dım etmeye götürür. Bu eylemden top­rak sulanır, bitkiler yeniden var olur.

Toprak-bereket ilişkisini açıklamaya çalışan bu söylence, bu ölüp dirilme motifi, Kybele kültünde kendinden ge­çerek sarhoş olup bir kurban töreniyle sonuçlanır. İlyada’da adı hiç geçmeyen Kybele’ye karşılık zamanla Troya, Frigya sözüyle özdeşleşir, bir göç yo­luyla da Frigya kültü Roma’ya geçer (Aineas) Magna Mater).

 
 

Yorumlar (0)