TÜRKÇE YERYÜZÜNDEKİ İLK DİLDİR!

TÜRKÇE YERYÜZÜNDEKİ İLK DİLDİR!

Atatürk'ün Türk Dili Çalışmaları ve Güneş Dil Teorisi
Araştırmaları arasında Atatürk'ü en çok etkileyen Sırp asıllı olup Viyana Üniversitesinde Doğu dilleri üzerine doktora yapmış olan Dr. Phil Herman F. Kvergic'in 1935 yılı Ocak ayında hazırlayıp Atatürk'e gönderdiği "La Psycologie de quelques elements des Langues Turques" (Türk dillerindeki bazı öğelerin psikolojisi) adlı 41 sayfalık basılmamış tezidir.

Bu tezin dayandığı ana görüş : Türkçe, yeryüzüdeki ilk dildir; sonradan oluşan dillerdeki sözcüklerin çoğu bu dilden türetilmiştir.

‘’BU DİL HARİÇTEN YURDA GETİRİLMEMİŞTİR. BİLAKİS BU DİL TÜM DÜNYA DİLLERİNE GÖTÜRÜLMÜŞTÜR.
BU DİLİN BİR ADI VARDIR: TÜRK DİLİ !...
DİLİNDE ÜSTÜNLÜĞE ERİŞEMEMİŞ BİR MİLLETİN KÜLTÜRÜ DE EĞRETİ BİR KÜLTÜR OLARAK KALIR.’’ AFET İNAN

Prof. Dr. Zeynep Korkmaz (Türk Dili Öğretim Üyesi), "Cumhuriyet döneminde Türk Dili" adlı yapıtında, I. Türk Dili Kurultayında sunulan tezlerle ilgili görüşünü şöyle kalem alır:

"Tezlerin bir kısmı, Türk dilinin öteki dillere birer anadil olarak tanıma eğilim ve iddiasında olan tezlerdir. Bu iddiaların temeli de, Türk tarih tezinin verdiği istidlale (yol göstericiliğine) dayanmaktadır. Türk tarih tezine göre, Türkler buzul devri sonunda Orta Asya'da beliren iklim değişikleri ve kuraklık yüzünden , Asya dışına göç etmişler ve yayıldıkları yerlere kültürlerini de götürmüşlerdir. Irak, Anadolu, Mısır, Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asya'lılardır. Şu halde buralarda kurulan kültürde Türk dilinin öncülüğünü ve izlerini aramak gerekecekti."

Wilhelm von Humboldt, "Bir ulusun manevi gücünü, o gücün en yüksek açıklama aracı olan dilde araştırmak gerekir", "Dilinde üstünlüğe erişememiş bir milletin kültürü de eğreti bir kültür olarak kalır" der.

Bu kurultaydan sonra Çankaya artık bir dil akademisine dönüşmüştür.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Hasan Cemil Çambel (pdf1), bir anısını şöyle yazar:
"Karatahta, gecelerinin geçtiği yemek salonuna geldi. (Atatürk) Hayret ve hayranlık verici bir ilim azmi, sebatı ve sabrıyla çalışıyor ve çalıştırıyordu. Köşke çağrıldığım bir akşam, O'nu , giriş kapısının yanındaki odada kendi kendine bilardo oynarken buldum.

Henüz misafirler gelmemişlerdi. Ben Dil Kurumunda çalışanlar arasında değildim. Fakat O, bu sırada bütün ruhuyla hep dilde yaşadığı için, bana dile dair bazı şeyler söylemekten kendini alamazdı.
Söz gelişi, ben: "Efendim, Büyük Fredrik, Racine'in Atalie'sini yazabilmek için Yedi Sene Muharebeleri'ni feda ederdim diyor. Galiba siz de Türk dilinin fethini, Dumlupınar Zaferi kadar hayati görüyorsunuz", dedim.

Bilardo masasından bana döndü, ıstakayı yere dayadı ve gözlerinden saçılan derin bir imanla :
"Bundan hiç şüphen olmasın!" dedi.
"Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. 
Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkışafında başlıca müessirdir. 
Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir, yeterki bu dil şuurla işlensin. 
Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, 
dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır."
Gazi. M. Kemal

2 Eylül 1930

GÜNEŞ DİL TEORİSİNE YÖNELİŞ (1)

Bir ulus ki, yüzyıllar öncesine kök salmış ve utkularla taçlanmış bir tarihe sahiptir; Onurludur.
Bir ulus ki diliyle, sanatıyla, tinsel ve özdeksel değerleriyle ekini (kültürü) başka ülkelere örnek olmuştur; Gururludur.
Mustafa Kemal Atatürk, geçmişiyle, diliyle yüzyıllarca küçük görülmüş Türk ulusunda var olduğund inandığı bu onuru ve gururu canlandırarak onu, Batı uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak istemişti.

Kısa süren yaşamı boyunca bütün çabası,özellikle dil ve tarih denemeleri,hep bu amaca yönelikti.
O henüz öğrenciyken bile tarihi not almak için değil, ''ibret (ders) almak''için okumuştu.
1904 yılında Harp Akademisi'ni bitirdiği günlerde arkadaşlarına ''Her birimiz bir Osmanlı paşasının yanında görev alacağız.
Onların hepsi padişah ve halifeye bağlı olmanın gafleti içindedirler.
Ülkeyi kurtarmak için olanca kaynaklarımızı Türk Anadolu ortalarında toplamalıyız''derken kafasındaki başkent artık İstanbul değil,''Anadolu'nun ortasında Ankara'' idi.

Yunus Nadi'ye vediği ve 7 mayıs 1924 tarihli Cumhuriyet gzetesinde yayımlanan demecinde ''Ben Ankara'yı coğrafya kitaplarından değil,tarihten öğrendim; bir cumhuriyet merkezi olarak,Selçuklu idaresinin parçalanması üzerine Anadolu'da kurulan hkümetlerin isimlerini okurken birtakım beylikler yanında bir de 'ankara Cumhuriyeti' görmüştüm'' der.
O,gençlik yıllarında yalnız tarih ile değil,ekinsel gelişmeyi engelleyen Arap harfleri yerine yeni bir abece (alfabe) gereksinimi üzerinde de durur.
Mustafa Kemal Paşa,kongre için Erzurum'dadır.
Tarih 7-8 temmuz sabaha karşı, Mazhar Müfit Kansu'ya,'' gizli tutulup zamanı geldiğinde açıklanmak ''kaydıyla, Zaferden sonra yapacaklarına ilişkin beş madde yazdırır.Beşinci madde ; ''Latin harfleri kabul edilecek!...''
Bu karar hemen oracıkta alınmış bir karar değildir.

Bu kararın hazırlığı yıllar öncesinden başlar:

1911'de Tarablusgarp savaşı öncesi Kudüs'te bulunduğu günlerde Elizer Ben Yehuda ile tanışır. Bu Kudüslü musevi,ölü dil sayılan İbraniceyi yaşayan ve konuşulan dil haline getirmiştir.
Daha o günlerde İbranice, Filistin'de, Polonya'da, Newyork ve çevresinde, canlı bir dil olarak konuşulmaya başlanmıştır.

Bu dil bilginin oğlu Ben-Avi, anılarında, Mustafa Kemal ile babasının Latin alfabesi ve dil reformu üzerinde uzun süre durduklarını ve tartıştıklarını yazar.

Yıl 1917, Filistin Cephesi; asteğmen Agop Martayan (Atatürk'ün verdiği soyad ile Agop Dilaçar), Mustafa Kemal Paşa'nın komutasındaki 7. Ordunun Şamdaki karargahına atanır.

Mustafa Kemal Paşa ile karşılaştığında elinde bir kitap vardır: Macar Türkbilimcisi J. Nemeth'in, Osmanlı ordusunda görevli Alman subaylarının Türkçe öğrenmeleri için yazdığı ''Türkische Grammatik'',

Mustafa Kemal, Martayan'dan kitapla ilgili bilgileri aldıktan sonra onu incelemeye başlar.
Martayan, ''Paşa, Latin harflerinin Arap harflerine uyarlanışını ilk defa bu kitapta gördü; Türkçe, yani bugünkü harflerimiz değildi; ama yakın harflerdi,açıklamlar yaptım çok ilgilendi'' der.

Cumhuriyetin kabulünden sora Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimler arasında en önemli kültüür atılımı,hiç kuşkusuz,Harf Devrimi'dir 1 kasım 1928).
türk halkında ve özellikle gençlerde ulus bilinci yaratabilmek ve onurlu geçmişimizi onlara tanıtabilmek için tarih araştırmalarına yönelen Atatürk,Türk Ocaklarının VI.Kurultayında,bu kuruluş içinde,Türk Tarihi Tetkik Heyeti'ni kurdurur (Haziran 1930).
Bir süre sonra Türk Ocakları kapatılınca Heyet,Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti adıyla özel bir dernek olarak çalışmalarını sürdürür (12 nisan 1931).
Cemiyetin 2 Temmuz 1932 tarihinde toplanan I.Türk Tarih Kongresine bildiri sunan tarih öğretmeni Afet İnan konuşmasında şöyle der :
''Türkün anayurdu Orta Asya yaylasıdır !...Türkler bu beşikte en az milattan evvel,kültür sahibi bir ırk olmuş bulunuyor.''
''Ortasayadan ve orada yetişen,çoğalan ve başlı başına bir kültür yaratan insan kütlesinden bahsederken,tek bir ırk düşünüyorum ve onun adına Türk diyorum (...)''
''Ortaasyanın otokton (yerli) ahalisi...bir tek dil kullanıyordu.Bu dil,hariçten hiçbir devirde,hiçbir kavim tarafından yurda getirilmemiştir.
Bilakis,bu dil bütün dünya dillerine götürülmüştür; bu dilin bir adı vardır : Türk Dili !...
O halde bu dilin tabii beşiğinden beri sahibi olan insanların adı ne olabilir ? Elbette Türk'ten başka bir şey olamaz.'' (Alkışlar)
Aynı kururltayda konuşan Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'ın şu sözleri de gelecekteki araştırmalara ışık tutar niteliktedir :
''Dünya medeniyetinin Orta Asya'dan ve Türklerden diğer yerler ve milletlere geçtiğini ispat eden nühim ve kuvvetli delillerden biri de Türk Dilidir...''
Bu doğrultuda : '' Medeniyeti incelenen Türk kavimlerinin dil hazinesi ihmal edilemezdi'' diyen Atatürk,İkinci büyük kültür atılımı ile de Dil Devrimi'ne yönelir ; I.Türk Tarih Kongresi'nin tamamlandığı akşam Çankaya Köşkü'nde yapılan görüşmelerden sonra ''Dil İşlerini konuşacak zaman geldi'' der ve Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti'ne kardeş,Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin kurulmasını ister.
12 Temmuz 1932 tarihinde bu adla bir dernek kurulur.

26 Eylül 1932 'de I.Türk Dil Kurultayı toplanır.Kurultayda okunan bildirinin bir ksmı, I. Türk Tarih Kongresinde okunan bildirilerin bir kısmı I. Türk Tarih Kongresinde sunulan bildirileri destekler görünmektedir.

Örneğin,Kongrenin birinci oturumunda ;
Dr. Saim Ali Bey Türk dili ile Hint - Avrupa dilleri arasındaki ilşkileri; 
Ahmet Cevat Bey,Türkçe ile Sümerce arasındaki ilişkileri;
Agop Martayan Bey, Türk - Sümer ve Hint - Avrupa dilleri arasındaki ilişkileri açıklayan bildiriler sunmuşlardır.

Diğer oturumlarda ada bunlara benzer görüşleri dile getiren konuşmalar vardır.
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz (Türk Dili Öğretim Üyesi), ''Cumhuriyet Döneminde Türk Dili'' adlı yapıtında, I. Türk Dil Kurultayında sunulan tezlerle ilgili görüşünü şöyle kaleme alır:
''Tezlerin bir kısmı,Türk dilinin öteki dillere birer anadil olarak tanınma eğilim ve iddiasında olan tezlerdir.Bu tezlerin temeli de,Türk Tarih tezinin verdiği istidlale (yol göstericiliğe)dayanmaktadır.
Türk tarih tezine göre,Türkler buzul devri sonunda Orta Asya'da beliren iklim değişiklikleri ve kuraklık yüzünden, Asya dışına göç etmişler ve yayıldıkları yerlere kültürlerini de götürmüşlerdir.
Irak, Anadolu, Mısır, Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalılardır. Şu halde buralarda kurulan kültürde Türk dilinin öncülüğünü ve izlerini aramak gerekecekti.'' (s.65)

Wilhelm von Humboldt, ''Bir ulusun manevi gücünü, o gücün en yüksek açıklama aracı olan dilde araştırmak gerekir'', ''Dilinde üstünlüğe erişememiş bir milletin kültürüde eğreti bir kültür olarak kalır'' der. (s.41),

Bu kurultaydan sonra Çankaya bir dil akademisine dönüşmüştür.

Türk Tarih Kurumu Başkanı Hasan Cemil Çambel,bir anısını şöyle yazar :
''Karatahta,gecelerinin geçtiği yemek salonuna geldi. (Atatürk) Hayret ve hayranlık verici bir ilim azmi ,sebatı ve sabrıyla çalışıyor ve çalıştırıyordu.Köşke çağrıldığım bir akşam,O'nu,giriş kapısının yanındaki odada kendi kendine bilardo oynarken buldum. 
Henüz misafirler gelmemişlerdi.
Ben Dil Kurmunda çalışanlar arasında değildi, fakat o, bu sırada bütün ruhuyla hep dilde yaşadığı için, bana dile dair bazı şeyler söylemekten kendini alamazdı.
Söz gelişi ben: Efendim, Büyük Fredrik, Racine'in Atalie'sini yazabilmel için bütün Yedi Sene Muharabeleri'ni feda derdim diyor.
Galiba siz de Türk dilinin fethini Dumlupınar Zaferi kadar hayati görüyorsunuz,dedim.
Bilardo masasından bana döndü, ıstakayı yere dayadı ve gözlerinden saçılan derin bir imanla: ''Bundan hiç şüphen olmasın!'' dedi.
(Hasan Cemil Çambel ''Makaleler Hatıralar'' TTK Basımevi, Ankara 1964 s.56)
Orhan Velidedeoğlu

GÜNEŞ DİL TEORİSİNE YÖNELİŞ -2-

Dergimizin geçen sayısında Atatürk'ün Türk Tarihine ve diline verdiği önemi belirtip Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşu ile I.Tarih Kurultayı'na ; Türk Dil Kurumu'nun kuruluşu ile de I.Dil Kurultay'ında dile getirilen bazı görüşlerin Güneş - Dil kuramı'na gidişin temellerini oluşturuşuna değinmiştim.
Türk Dil Kurumu'nun 24 Eylül 1936'da toplanan ve yurt dışından 13 dilbilimcnin katıldığı III.cü Kurultayında da Güneş-Dil kuramının dayanaklarını açıklayan bildirilerin yoğuluğu dikkat çekicidir.
Güneş-Dil Kuramına göre tarih öncesi dönemlerde Orta Asya'da yaşayan Türklerin,taş ve maden devirlerinde geliştirdikleri ekin(kültür)dili,en eki dildir ve bu dil göçerle diğer bölge dillerine taşınmıştır.
O yıllarda bu kanı,Avrupa'da da yaygındır.Ünlü tarih ve dil bilimciler,görüşlerini kanıtlamak için araştırmalar yapıp bunları yayımlamışlardır.
Örneğin :
''A.V.Edlinger'in Türk dillerinin Hint-Avrupa dilleri ile olan eski bağlantılarını (1912);
Leon Cahun'un Fransa'da ari dillere takaddüm eden (Ari dillerden önceki) lehçenin Turani menşeli kaynaklı) olduğunu gösteren kitabı (1930);
L.Wolley'in Sümerliler konusundaki eserinde (1927) Sümerce ile Turanlı diller arasında gördüğü benzerlikler Sümerlerin ilk yurtları Sind bölgesine,oradan da Orta-Asya'ya çıkaran görüşler ;
Hilario de Barenton'un Sümerceyi dünya dilerine bir anadil olarak kabul etme eğilimi;
Will Durant tarafından Orta-Asya'yı uygarlığın kaynağı olarak göstermesi (1935),

Amerika'daki Mayalar ile Asya'daki Uygurların ve Moğolların buralara İsa'dan önce 12.000 yılında batan yüksek kültürlü Mu kıtasınan gelmiş oldukları yolundaki iddialar, Atatürk'ün düşünce ve görüşlerine ufuk açan iddialardı.

''Bu görüşler Türk Tarih ve Dil Tezleri ile de besleniyordu.'' (Prof. Dr. Zeynep Korkma, Cumhuriyet Döneminde Türk Dili DTCF yay.1974)
Araştırmaları arasında Atatürk'ü en çok etkileyen ,Sırp asıllı olup Viyana Üniversitesinde Doğu dilleri üzerinde doktora yapmış olan Dr.Phil Herman Kvergic'in 1935 yılı Ocak ayında hazırlayıp Atatürk'e gönderdiği '' La Psychologie quelques elements des Langues Turques'' (Türk Dillerindeki bazı öğelerin psikolojisi) adlı 41 sayfalık basılmamış tezidir.

Bu tezin dayandığı ana görüş: Türkçe,yeryüzündeki ilk dildir;
Sonradan oluşan dillerdeki sözcüklerin çoğu bu dilden türetilmiştir.

Atatürk bunlar ve daha başka yapıtlar üzerinde yaptığı incelemeler sonucu oluşturduğu ve Türk Dil Kurumu'nun III. Kurultayında benimsenen Güneş - Dil Teorisi ile Türk Dilinin tarihten önceki çağlara kadar uzanan eskiliğini ortaya koyarak yabancı dibilimcilerin dikkatini Türk dili üzerine çekmek ve bundan yararlanarak ulusa köklü tarihi kadar dili ile de öğünmesini sağlamak istiyordu.
İlgili kaynaklarda, Atatürk'ün notlar biçiminde hazırladığı ve Ulus gazetesi tarafından 1935'te ''Etimoloji Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili'' adıyla yayımlanan 68 sayfalık kitapçığa yer verilir. Ancak, belgeliğimde bulunan ve yine Ulus Gazetesinin 1935'te ''Ulus'un Dil Meraklılarına Armağanıdır'' notuyla yayımladığı Etimoloji,Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili Analiz Yolları adlı 14 sayfalık kitapçığa gönderme yapıldığını görmedim.
Konuya yakınlık duyan okurlarımın ilgisini çekeceğini umduğum bu kitapçığı,diline ve yazımına dokunmadan yayımlıyorum.

GÜNEŞ - DİL TEORİSİ 

- (A): ilk insanın bulunduğu yer: Buradan kendisini saran harici alemdeki (dış evrendeki)objeleri (nesneleri) temaşa ve tekik ediyor.(İlgiyle izliyor ve inceliyor.) 
(G) güneştir ; İlk insanların bütün dikkat ve alakasını üzerine çeken güneş oluyor.

II - Harici alemi teşkil eden (oluşturan)( objeler),güneşe göre büyüklük veya küçüklük,parlaklık veya sönüklük,yakınlık veya uzaklık itibariyle farklı bulunurlar.
Başka başka dairelerdeki noktalar bu objeleri gösterir.

III - İlk insanların herşeyin üstünde tanıdığı ve her şeyin üstünde tuttuğu ilk (obje) güneş olmuştur; 
Güneş onlar için herşeydi.
Güneşi tetkik ede ede onun vasıflarından (niteliklerinden) aldıkları başlıca mevhumlar (kavramlar) şunlar olmuştur :

1 - Güneşin kendisi ; Esas ,sahip,Allah,efendi,yükseklik,büyüklük,çokluk,kuvvet,kudret;
2 - Güneşin saçtığı ışık,aydımlık,parlaklık;
3 - Güneşin verdiği sıcaklık,ateş;
4 - Hareket,imtidat(uzun sürme),zaman,mesafe,yer,kara,toprak,gıda,hayat,büyüme,çoğalma;
5 - Renk,su;
6 - Ses,söz

IV - İlk insanlar bütün bu maddi ve fikri varlıkları güneşe verdikleri isim ile anlatırlardı.Sonraları kendilerini ve ''ben=ego'' mefhumundan çıkan bütün düşünceleri ve nihayet tespit ettikleri (saptadıkları) bütün (obje)leride ,taptıkarı güneşin ve güneşten çıkan mefhumların yerine koyarak bu ismin anlamını genişletmişlerdir.

Not - Bu kısa açıklamadan anlaşılıyor ki ilk insan dil denilen varlığı yaratabilmek için güneşi idrak kabiliyetinden başlıyor ve ondan aldığı mefhumları genişletme ve anlatma çabalamasına girişiyor.
Dil bu çabalamanın neticesi oluyor.

Onun için biz,Türk dilinin etimolojisini, fonetik tekamülünü izah eden filolojiye, (''Güneş-Dil''teorisi = La Theorie de Soleil- Langue'') diyoruz.

Türkçede Ana Kök ve Ondan Türeme Kökler 

1 - İlk insanların güneşe ilk verdikleri isim (ağ) dır.Bu da (a) vokalinin tekrarlanarak uzunca okunmasından başka bir şey değildir: a,aa,aaa...= ağ olmuştur.İlk ana kök (racine) budur.

2 - Ses cihazı tekamül ettikçe (ağ)ın ilk söylenebilmiş olan tipleri sırasıyla (ay,ag,ak,ah) olmuştur.(ağ ) ana kökünün anlattığı bütün anlamlar,zamanla bu ''birinci derece radikal kökler''le de anılmıştır.

3 - Ana kökteki (ğ) konsonunu fonetik icap yapmıştır; (v) konsonu da,yumuşak ve keskin olmak üzere şu seslere dönüşmüştür:(b,m,p,f).
Bu konsonlar bir kategori teşkil ediyor.Bu ikinci konson kategorisiyle birinci konson kategorisi arasında müşterek bir had(sınır) vardır: (v= ğ) İşte bundan dolayıdır ki birinci ve ikinci konson kategorisine dahil olan işaretler kök (racine) olmakta birbirinin yerine kaim olurlar(yerine geçerler) ve hepsi bir vokalle birlikte 'birinci derece radikal kök' teşkil ederler.

4 - Dilimizde bulnan 21 konsondan ana kökü yaratan(ğ) ile birinci derece radikal kök teşkiline yarayan (y,g,k,v,b,m,p,f) çıkınca,daha 11 konson kalır ki,bunlarda üçüncü ve dördüncü konson kategorisini teşkil ederler.
Üçüncü konson kategorisi : d,t,n,r,l, ;
Dördüncü konson kategorisi : c,ç,s,ş,z,j,
Bu 11 konson dahi ana kök olan (ağ) a bir vokalle yapışarak kaynaşır ve ana kökün (ğ) si ile onu bu konsonlara yapıştıran vokal düşerek ''ikinci derece radikal kökler''i teşkil eder.

Yani:
Ağ+v (d, t, n, r, l, c, ç, s, ş, z, j) formüllerinden çıkan :
Ad,at,ac, aç, as, aş, az, aj kökleri de ana kök yerinde ve onun verdiği anlamlarda görülebilirler.
Ancak bir Türk kelimesinin orijinal etimolojik şeklini ve onun esasi(temel,kök) anlamını ararken,bu ikinci derece radikal köklerin asıl olmadıklarını düşünmek ve lüzum görüldükçe onların asaletini (köklerini) gösteren ana kökü başlarına dikmek gerektir.

5 - Yukarıda (a9 vokaliyle başlayan ana kök (racine) ve birinci ve ikinci derecedeki radikal kökler,ses cihazının tekamülüyle ( ı,i,e,o,ö,u,ü) vokalleriyle de söylenmiştir.
Türk dili köklerinin genel formülü -(v.) vokal ve 21 konson bulunduğuna göre 
Türk dili kökleri 8 x 21 = 168 olur.

Bunları şöyle gösterebiliriz 
I - Anakök (racine) = V.+ğ
II - Birinci derece radikal kökler = v.+(y, g, k, h, v, b, m, p, f) 
III - İkinci derece radikal kökler = v. + (d, t, n, c, ç, s, ş, z, j)

Türk Dilinde Ekler

Buraya kadar ana kök ile birinci ve ikinci derece radikal kökleri izah ettik.Türk sözleri,etimolojik kuruluşunda bu ana veya radikal kökle başlar.Kelimelerin teşekkülü şu yollardan biriyle olur :
1 -Ya ana veya radikal köke,müstakil mefhumu olan diğer bir kök ulaşır;
2 - Veyahut köke ek mahiyetinde bir takım yapışmalar olur.
3 - Nazen bir Türk sözünde iki veya üç asıl kök durum alır. Onların arasına bir takım ekler gelir.Onları birleştirerek bir takım anlamlar yaratır.
Türk kelimelerini tetkik derken onda ana veya radikal kökleri sezmek en önemli analiz yoludur.
Ana köke veya radikal köke yapışmakla onda bir takım mana ve mefhumlar yaratan Türk ekleri basittir.
Sonradan kolaylık olmak için kurulmuş olan mürekkep ekleri anlayabilmek,onları basit şekillerine getirmekle mümkündür.

Türkçede ekler 16 türlü olabilir:

1 - v.+b-p
2 - v.+c-ç
3 - v.+d-t
4 - v.+v-f
5 - v.+ğ-g
6 - v.+h
7 - v.+k
8 - v.+l
9 - v.+m
10 - v.+n
11 - v.+r
12 - v.+s
13 - v.+ş
14 - v.+v
15 - v.+y
16 - v.+z

Bunların başlarında (v.) ile işaret edilen vokaller 8 türlü olabileceğine göre ekler 8 x 16 = 128 şekil alır demektir.
Bu 16 ek, şöylece birbiri içine girerek, 7'ye irca olunur:

1 - (M):Herhangi bir obje veya süjenin kendisini,mülkiyeti gösterir.
(Yukarda ek bahsinde birinci ve ikinci kategorilerde bahsettiğimiz bütün konsonlar bu ''m',nin yerinde göründükleri zaman aynı anlamın gösterişidirler.Mesela ''b,p,v,f,ğ,y'' v.s. gibi.)
2 - (N) : Birinci olarak işaret ve izah ettiğimiz ''m''nin ,yani obje ve süjenin bitişiği demektir.Obje veya süjenin bitişiğinde herhangi bir mevcudiyeti,hareketi işaret eder.
3 - (S) : (ş,c,ç,j,z): -oldukça geniş bir sahada bulunan obje veya süjeyi,süje ve obje ile bir şeyin münasebetini gösterir.
Not: Ancak bu takımda bulunan konsonlardan c ve ç konsonları ,radikal kök gibi alndığı zaman ana kök yerine kaim olur (geçer).
4 - (L) : Uzak,geniş,belli olmayan gayri şahsi,her sahada bulunur,herşey ,engin,şümul gibi genellik ve bellisizlik mefhumu ile oje veya süjeyi vasıflandırır bir gösteriştir.
5 - (T-D) : Ek olarak umumiyetle yapıcılık,yaptırıcılık,yapılmış olmaklık,yani kelimenin anlamının tamamiyetini ve müsbet olduğunu anlatır.
6 - (K) (g,h,ğ, ve bu sonuncu ''ğ''den türeme ''v' ve onun kategorisi) : Ek olarak,objeyi ve panseyi (düşünceyi)tamamlar,tayin eder bir işarettir.
7 - (R) : Herhangi bir süje,obje veya pansenin belli,kesin bir nokta veya sahada tekarrur ve temerküz ederek (durağanlaşıp birikerek ) oluşunu,bulunuşunu,hereketini fark ve temyiz ettirmeye yarayan keskin bir işarettir.Bu işaret istenilen,düşünülen şeyin olduğunu da ifade eder.

Etimoloji, Morfoloji ve Fonetiğin Söz Kurumunda Rolleri

Bugün kullandığımız sözler ağzımızda değişmişse bunu yapan,morfolojik teşekküller ve fonetik icaplarıdır.
Etimolojinin verdiği ana şekiller morfoloji ve fonetik kaidelere göre kısaltılır.Köke ekler yapştıkça sözün uzamaması için başta ve ortadaki vokallerin bir takımı düşer.
Semek oluyor ki;

1 - Etimoloji, bize dilin ana kökünü,ondan doğan radikal kökleri,bunlara ekler katışını,böylece kelimenin ilk ve tam kuruluşunu gösterir.
2 - Morfoloji, ilk ve tam kuruluştaki kelimenin türlü şekiller alışını anlatır.
3 - Fonetik, kelimeleri kulağa hoş gelecek yolda tam ve toplu şekle sokar.
4 - Türkçe kelimelerin etimolojik şekillerinde yan yana gelmiş aynı cinsten konson yoktur. Morfolojik şekillerde görülen bu halin sebebi şudur:

Kelimenin içinde fazla bir uzatmayı icabettiren ek veya kök bulunduğu zaman,fonetik icabı,bundan evvelki veya sonraki konson bu uzatma yerine geçer.

Mesela:
(elli) sözünün etimolojik şekli,(beğeliğ) dir; bu orjin şekildeki (ğe) yerine kendinden sonraki konson kaim lmuştur. Rol uzatmadır.
aynı suretle (kuvvet) kelimesinin orijin şekli (kuveğet) tir. Burada (eğ) yerine kendinden evvelki (v) kaim olmuştur.
Bir de şunu hatırdan çıkarmamalıdır ki başlarında vokaller olarak birbirine yapışan konsonlardan ikincisinin vokali düşünce,yine aynı cinsten iki konson birbirine yapışmış bulunur.
Şu izahlardan sonra (Ulusun) dil yazılarındaki analiz metodu kolayca anlaşılır, sanırız."

 TARİH VE ARKEOLOJİ

#Güneş Dil Teorisi  #Atatürk  #Türk  #Türkçe  #Türk Dili Çalışmaları #Etimoloji #Morfoloji #Fonetik

Yorumlar (0)