Aşık Veysel Dostlar Beni Hatırlasın Şiirinin Tahlili, Aşık Veysel

Aşık Veysel Dostlar Beni Hatırlasın Şiirinin Tahlili, Aşık Veysel, Dostlar Beni Hatırlasın

Aşık Veysel Dostlar Beni Hatırlasın Şiirinin Tahlili, Aşık Veysel, Dostlar Beni Hatırlasın

Aşık Veysel Dostlar Beni Hatırlasın

Ben giderim adım kalır

Dostlar beni hatırlasın.

Düğün olur bayram gelir

Dostlar beni hatırlasın

Can kafeste durmaz uçar

Dünya bir han, konan göçer

Ay dolanır yıllar geçer

Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak

Tütmez baca yanmaz ocak

Selam olsun kucak kucak

Dostlar beni hatırlasın

Ne gelsemdi, ne giderdim

Günden güne arttı derdim

Garip kalır yerim yurdum

Dostlar beni hatırlasın

Açar solar türlü çiçek

Kimler gülmüş kim gülecek

Murat yalan ölüm gerçek

Dostlar beni hatırlasın

Gün ikindi akşam olur

Gör ki başa neler gelir

Veysel gider adı kalır

Dostlar beni hatırlasın

Aşık Veysel ŞATIROĞLU

A. ŞİİRİN BİÇİM YÖNÜNDEN İNCELENMESİ

Ölçüsü: Aşık Veysel’in “Dostlar beni Hatırlasın” şiiri sekizli hece ölçüsüyle yazılmıştır.

Nazım Şekli: Aşık Tarzı Halk Edebiyatı nazım şekillerinden koşma nazım şekli ile yazılmıştır.

koşmanın ilk dörtlüğünde 1. ile 3., 2. ile 4. dizeler, kendi aralarında uyaklıdır. diğer dörtlüklerde, ilk üçer dize kendi aralarında, son dizeler, ilk dörtlüğün son dizesiyle uyaklıdır.

Nazım Birimi: dörtlüktür.

Birim Sayısı: Şiir altı dörtlükten oluşmaktadır.

Uyak düzeni: abab cccb dddb eeeb fffb gggb

Kafiye ve redifleri:

– kal– ır -ır redif, -l yarım kafiye

Dostlar beni hatırlasın. nakarat

-gel– ir

Dostlar beni hatırlasın nakarat

– uç– ar – ar redif, – ç yarım kafiye

-göç– er

-geç– er

Dostlar beni hatırlasın nakarat

-ayrıla-cak -cak zengin kafiye

-o-cak

– ku- cak

Dostlar beni hatırlasın nakarat

– gide-rdim -rdim zengin kafiye

– de- rdim

– yu- rdum

Dostlar beni hatırlasın nakarat

– çi- çek -çek zengin kafiye

– güle- cek

– ger- çek

Dostlar beni hatırlasın nakarat

– ol– ur -ur, ır redif: -l yarım kafiye

– gel– ir

– kal- ır

Dostlar beni hatırlasın nakarat

Söz sanatları:

İkinci kıtanın ilk mısraı olan can kafeste durmaz uçar da kapalı istiare kullanılmıştır. Veysel, benzeyen candan bahsederken, benzetilen kuştan bahsetmiyor.

Dünya bir han, konan göçer mısraında dünya hana benzetilmiş. Burada kullanılan sanatın adı teşbihtir çünkü teşbihte benzetilene de benzeyene de yer verilir.

Açar solar türlü çiçek mısraında ise çiçekle insan yaşamı arasında bir benzerlik kurulmuştur. Burada kullanılan sanat, açık istiaredir. Veysel, benzetilen çiçeği söylüyor ancak yaşamdan bahsetmiyor.

Açar solar türlü çiçek kelime grubunda tezat sanatı vardır. Aç, solmak sözcükleri burada zıt anlam ifade etmektedir.

“Ne gelsemdi, ne giderdim” gelmek ve gitmek sözcükleri arasında tezat sanatı vardır.

“Murat yalan ölüm gerçek” yalan ve gerçek sözcükleri arasında tezat sanatı var.

“Tütmez baca yanmaz ocak” mecaz- Mürsel(ad aktarması) sanatı var.

B. ŞİİRİN ANLAM YÖNÜNDEN İNCELENMESİ


1.ANLAM AÇIKLAMASI

Halkla aydınlar arasında bir köprü kurmuş olan Veysel’in şiirleri konu bakımından epeyce zengin bir çeşitlilik göstermektedir. Yunus’un etkisi altında kalarak söylediği şiirlerinde halk kültürünün mayasına karışan yönleriyle tasavvuftan izler bulunur. Aşk şiirlerindeki deyişleriyle de Karacaoğlan’ı hatırlatır. Şiirlerinde yer yer yöresinin özellikleri de görülür.

Aşık ezgileri, güftenin mısralarında sayısıyla bağlantılıdır. Doldurma veya tekrar edilen kelimeler açık biçimde telaffuz edilmektedir. Ezgilerde belli motifler sık sık tekrarlanmakta, türkülerde sazın belli bir bölümü kullanılmaktadır. Türkülerde ani bitiş veya yavaşlayarak sona ulaşma büyük ölçüde sazı icra edenin arzusuna ve sanatına bağlıdır. Âşık ezgilerinde sol sesi ana ton olmakla beraber lâ ve mi seslerinin anases tonu olarak kullanıldığı örnekler vardır.

Âşık ezgileri, konuşma üslubunun ağır bastığı ezgiler ve ezgilerin ağız basıp konuşma üslubunun gerilediği iki gruptan oluşur. Konuşma üslubunun yaygın olarak benimsendiği örneklerde ezgi yavaşlar ve konuşma ritmine ayak uydurur. Ezgi çok kere güftenin arkasındadır, bu üslupta önemli olan sözlerin anlaşılması olduğu için ezgiden zaman zaman feragat edildiği olur. Sözlerden ziyade ezgilerin ağır bastığı tiplerde ise bir hece birden fazla nota ile seslendirilir, ezgilerin zenginlik kazandığı bu tipte işe güfteler bir ölçüde daha zor anlaşılır durumdadır


2. ŞİİRİN TEMASI Hayatın geçiciliği, hatırlanma arzusu.

3. METİN VE ZİHNİYET: Şiir cumhuriyet devri halk edebiyatının özelliklerini yansıtmaktadır. Aşık Veysel İçinde yaşadığı şartların zorluğunu bilen biridir. inaçn yönünden İslam dinine bağlı olan Aşık Veysel şiirde bu anlayışın bir yansıması olan dünya hayatının faniliğini dile getirmiştir.

4. ŞİİR VE GELENEK.

Şiir cumhuriyet Devri Halk edebiyatı şiir geleneğine göre oluşturulmuştur. Dili sade, halkın konuştuğu dildir. Yabancı kelime ve kavramlar kullanılmamış, günlük konuşma dili şiire yansıtılmıştır. Aşık tarzı halk edebiyatının şekil özellikleri kullanılmıştır.

5. DİL VE ANLATIM:

Aşık Veysel halk edebiyatı şairidir. Şiirlerinde sade, yabancı etkilerden uzak bir dil kullanmıştır. Akıcı bir dili vardır. Söz sanatlarına fazla yer vermemiş, genel olarak halk edebiyatında çok kullanılan, teşbih, istiare, tezat gibi sanatlara yer vermiştir. Şiirde coşkulu bir anlatım vardır.


6.METİN VE ŞAİR:
Aşık Veysel daha küçük yaşlarda çiçek hastalığına yakalanıp gözlerini kaybetmiştir. bu onun hayatını derinden etkilemiştir. buna rağmen hayata sıkı sıkı sarılan Aşık Veysel şiir yazmaya başlamış, duygularını, hayattan beklentilerini, hayattan ne anladığını şiir yoluyla dışa vurmuştur. Bu şiir de de Aşık Veysel Dünya görüşünü , hayat analyışını dile getirmektedir. ona göre önemli olan bu dünyadan giderken iyi bir namla gitmek, hayırla yad edilmektir.


C. ŞAİRİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ HAKKINDA BİLGİLER

AŞIK VEYSEL (Şatıroğlu)

Aşık Veysel Şatıroğlu, 1894’te bir Orta Anadolu kenti olan, Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün, özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır. Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiştir Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür.

Veysellere, yörede “Şatıroğulları” derler. Babası, “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir.

Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.

Yedi yaşına girdiği 1904’te Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor:

“Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeğe gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan”.[1]

Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler: Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu eşi Gülüzar Ana şöyle anlatıyor:

“Bilmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırlardı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı… Yeşili de elleriyle bulur ve severdi!”2

Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle. O sıralar yalnız yakınlardaki Akdağmadeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var” demişler. Sevinmiş babası.

Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in.

“Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece”3

Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce göz yaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı Elif elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel. Emlek yöresi olarak adlandırılan Sıvas’ın bu âşığı / ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış.

İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa (Âşık Alâ)dan almış. Kendini de iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dertli, Rühsati’nin dünyalarıyla tanışıyor böylece.

Âşık Veysel’in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün arkadaşları, emsali cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum… Böylece münvezi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır.”4

O günlerini Âşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe’ye:

“Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.”

Bunda biraz Anadolu’da ‘erkek oğlan’ olgusunun etkisi varsa, daha çok Veysel’in vatanseverliğinin, vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır.

Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından, bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor… Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üstüste gelmeye başlıyor. 1921’in 24 Şubat’ında annesi, 17 gün yattıktan sonra, ondan onsekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de birçok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır.

Ağabeyisi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride Veysel’in bağrında açılacak başka bir yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma. Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece.

Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış.

1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vaz geçiriyor. Veysel’i dinleyelim:

“Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, “ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme” diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyor vesselam diye bu seyahattan vazgeçtim.”

Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan Beleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman, Sıvas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar. Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sıvas’tan Sivralan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı” gurubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor.”5

1931 Yılında Sıvas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar. Ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenliyorlar. Böylece Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlıyor. Denebilir ki, Veysel için A. Kutsi Tecer’le tanışması hayatında yeni bir başlangıcın da işaretleyicisidir.

1933’e kadar usta ozanların şiirlerinden çalıp-söylüyor. Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer’in direktifiyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel’in günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”… dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin günyüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması oluyor.

O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağcakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye istiyor. Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor. Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar ana: “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur…”6 diyor. Ancak, Hâkimiyeti Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor. Seviliyor, saygı görüyor.

Köy enstitülerinin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla enstitülerde, sırasıyla, Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü”, 500 lira aylık bağlamıştır.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3:30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.

KAYNAKÇA

http://yeniedebiyat.net/?p=744

Turan, Metin. “Âşık Veysel”. Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi.

1 Aşık Veysel, Deyişler (Haz: A. Kutsi Tecer), Ülkü Yayınları, Ankara 1944: 86.

2 Tahir Kutsi, Aşık Veysel’in Dünyası, Bako Kültür Yayını, 2. Baskı, İstanbul 1992: 59.

3 Aşık Veysel, Dostlar Beni Hatırlasın, İş Bankası Yayınları, 1970. (Bu konuda Aşık Veysel, 16 Aralık 1969 tarihli Milliyet Gazatesinde ki yazısı

4 Enver Gökçe, (Aşık Veysel, Deyişler), Ülkü Yayınları, Ankara 1944: 87.

5 Enver Gökçe, a.g.e., s. 89

6 Tahir Kutsi, a.g.e. s. 69

7 Mustafa Ekmekçi, Yeni Ortam Gazetesi, 2 Ocak 1973.

8 Erdoğan Alkan, Kör Oldum Veysel Oldum, E Yayınları, İstanbul 1991: 9.

Yorumlar (0)