Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Tahlili

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Tahlili

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Tahlili

Sis –Tevfik Fikret
Satrmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,    -id   tam kafiye
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid,  -id   tam kafiye
Tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh;    -âh zengin kafiye
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;  -âh zengin kafiye
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar     -ar tam kafiye
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar.   -ar tam kafiye
Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,   -lim  zengin kafiye
Lâyık bu tesettü sana, ey sahn-ı mezâlim;   ,-lim  zengin kafiye
Ey sahn-ı mezâlim… Evet, ey sahn-ı garrâ,   -ra tam kafiye
Ey sahne-i zî-şa’şaa-i hâile-pirâ!       -ra tam kafiye
Ey şâ’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;     -arı zengin kafiye
Şarkın ezeli hâkime-i câzibedârı                  -arı zengin kafiye
Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret    -et tam kafiye
Perverde eden sine-i meshûf-i sefâhet;    -et tam kafiye
Ey Marmara’nın mâi deragüşu içinde    - inde  zengin kafiye
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;  - inde  zengin kafiye
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir  -ir tam kafiye
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;      -ir tam kafiye

Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ;
Hâlâ titirer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâricden, uzakdan açılan gözlere süzgün,
Çeşmân-ı kebudunla ne mûnis görünüsün.
Mûnis, fakat eıı kirli kadınlar gibi mûnîs;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bi-his.
Te’sis olunurken daha, bir dest-i hıyânet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet.
Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffü
Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffü’.
Milyonla barındırdığın ecdâd arasından,
Kaç nasiye vardır çıkacak pâk ü dırahşan;
Örtün, evet, ey hâile.. örtün evet ey şehr;
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Katil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar;
Ey dahme-i mersûs-ı havâtır, ulu mâbed;
Ey gırra sütunlar ki birer dîv-i mukayyed.
Mâzîleri âtilere nakl etmeğe me’mur,
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
Ey doğruluğun mahmîl-i ezkârı minârât;
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
Te’min edebilmiş nice bin sâil-i sâbir,
Geçmişlere rahmet,. diyen elvâh-ı mekabir;
Ey tübeler, ey her biri pü-velvele bir yâd,
İkaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
Ey mâ’reke-i tıyn u gubâr eski sokaklar,
Ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar;
Virâneler, ey mekmen-i pü hâb-ı eşirrâ;
Ey kapkara damlarla. birer mâtem-i ber-pâ
Temsil eden âsüde ve fersûde mesâkin,
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
Gam-dide ocaklar ki merâretle somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne… unutmuş,
Ey mîdelerin zehr-i tekazâsı önünde
Her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı kadide,
Ey fazl-ı tabiatle en âmâde ve mün’im
Bir fıtrata makrün iken aç, âtıl u âkım,
Her nîmeti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı
Gökten dilenen züll-i tevekkül ki… müâyi!
Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz,
İnsanda şu nankörlüğü tel’in eden âvâz,
Ey girye-i bi-fâide, ey hande-i zehrin,
Ey nâtıka-i acz ü elem; nazra-i nefrîn:
Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra; nâmus,
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâbûs,
Ey havf-ı müsellâh, ki hasârâtına râci’
Öksüz, dul ağızlardaki her şekve-i tâli’;
Ey şahsa -masüniyet ü hürîyete makrun
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kanun,
Ey vâ’d-ı muhâl, ey ebedi kizb-i muhakkak ,
Ey mahkemelerden mütemâd süülen hak;
Ey savlet-i evhâm ile bîtâb-ı tahassüs
Vicdanlara temdid edilen gûş-ı tecessüs,
Ey bim-i tecessüsle kilitlenrniş ağızlar,
Ey şöhret-i milliye ki, mebguz u nıııhahkar;
Ey seyf ü kalam, ey iki mahıkum-ı siyâsi,
Ey behre-i fazl u edeb, ey çehre-i mensî;
Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeğe me’luf;
Eşrâf u tevabi’ koca bir unsur-ı mâ’ruf;
Ey re’s-i füübüde ki ak hak, fakat iğrenç;
Ey tâze kadın, ey onu tdkîbe koşan genç;
Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber,
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler!..
Hele sizler!
Örtün, evet ey hâile… örtün, evet ey şehr
Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Biçim Açıklaması

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Teması:

Ümitsizlik ve öfke

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Ölçüsü:

Şiirde aruz ölçüsü kullanılmıştır.

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin  Kafiye Düzeni ve nazım birimi:

aa,bb,cc, dd …. Nazım birimi beyit

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin  Nazım Şekli:

Serbest müstezat

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Kafiye ve Redifleri :

Şiir bir tam kafiye bir zengin kafiye şeklinde dizilmiş. Genel olarak tam ve zengin kafiye üzerine yazılmıştır  denebilir.
Satrmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,    -id   tam kafiye
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid,  -id   tam kafiye
Tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh;    -âh zengin kafiye
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;  -âh zengin kafiye
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar     -ar tam kafiye
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar.   -ar tam kafiye
Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,   -lim  zengin kafiye
Lâyık bu tesettü sana, ey sahn-ı mezâlim;   ,-lim  zengin kafiye
Ey sahn-ı mezâlim… Evet, ey sahn-ı garrâ,   -ra tam kafiye
Ey sahne-i zî-şa’şaa-i hâile-pirâ!       -ra tam kafiye
Ey şâ’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;     -arı zengin kafiye
Şarkın ezeli hâkime-i câzibedârı                  -arı zengin kafiye
Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret    -et tam kafiye
Perverde eden sine-i meshûf-i sefâhet;    -et tam kafiye
Ey Marmara’nın mâi deragüşu içinde    - inde  zengin kafiye
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;  - inde  zengin kafiye
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir  -ir tam kafiye
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;      -ir tam kafiye


 

Tevfik Fikret’in Sis Şirinin Tahlili

Realiteden nefret eden Servet-i Fünün’cular, ruhlarını tabiat, aşk ve hayal ile avutmaya alışırlar. Fikret ”SİS” adlı şiirini derin bir ümitsizlik ve yalnızlık ruh hali içerisinde kaleme almıştır. ”SİS” şiirinde Fikret’in kötümserliği, İstanbul’un maddi, manevi bütün varlığına karşı duyulmuş kuvvetli bir nefret halinde kendini gösteriyor. Tük edebiyatında İstanbul ilk defa SİS ile menfur ve mel’un bir şehir olarak ele alınmıştır. Eski Tük edebiyatında Nedim ve Nabi İstanbul’u yüksek bir medeniyet ülkesi olarak tasvif etmişlerdi. Fikret’in bu ”mel’un şehir” görüşünü, batılı yazarlardan almış olması çok muhtemeldir. Galatasaray ve Kolej muhitinde yabancılarla yakın temasta bulunan Fikret’in onların umumiyetle Şarka, Osmanlı İmparatorluğuna ve İstanbul’a bakış tarzını benimsemiş olması da mümkündü.
Fikret’in İstanbul’a bakış tarzı, kendisinden sonra, Meşrutiyet ve ilk Cumhuriyet devirlerinde Tük edebiyatına çok tesir etmiştir.
”SİS” şiirinin kuvvetli, sadece Fikret’in nefret duygusunun şiddetinden değil, aynı zamanda sanatının hususiyetinden ileri gelir. Fikret’in şiiri de resmin tesiri altındadır. Servet-i Fünün’cular gibi o da bir manzarayı, bütün teferruatına kadar tasvir etmekten ve ona bir ruh hali vermekten hoşlanıyor.
”SİS”, Servet-i Fünün edebiyatının başlıca ifade mekanizmasını teşkil eden şu esasa dayanıyor: dış dünya ile ruh hallerini birleştirmek; başka bir deyişle maddiyi manevi maneviyi d maddi kılmak. Fikret ”SİS” te İstanbul’un maddi unsurlarını şehrin ruhunun dış görünüşü olarak tefsir ediyor. Başta sis ve arkasından hayal meyal seçilen şehir tasvir olunmuştur. Daha sonra şehrin şairde bıraktığı umumi intiba, maddi güzellik ile ”ahlak çöküşünü” birleştiren ”güzel fahişe” imajıyla anlatılıyor. Bunu şehrin mimarisinin tasvir ve tefsiri takip ediyor. Nihayet, onun bozulmuş ruhundan ve insanlarından bahsolunuyor. Bu geniş, kasvetli, karanlık, köhne, kokuşmuş manzaranın üzerinde sis tekrar edilen ”örtün…” beyti ile nefret ve lanet dolu bulutlar gibi dolaşır. Gözlerimiz bu korkunç tabloyu izlerken kulaklarımız şairin nefret ve merhamet dolu ”ey” nidalarıyla doluyor. Fantastik bir maceraya ağır ve boğucu bir musiki refakat ediyor. ”SİS” şiiri, bir tek hakim duygunun tesiri altında kaynaşan ve aynı duyguya iştirak eden bir sürü teferruattan müekkeptir. Şairin teferruatı şiirde nasıl işlediğini inceleyelim;
1 Şiirin başında sisin anlatıldığını söylemiştik. Fikret burada sisin maddi görünüşü ile manevi tesirlerini tasvir ediyor.
2 İkinci kısımda konu şehrin bıraktığı genel intibadır. Şehir on üç mısra devam eden ”güzel fahişe” imajı ile tasvir ediliyor. Servet-i fünün’cularda güzellik ve ahlak kavramlarından güzellik ön plana çıkarken, Fikret’te ahlak kavramı ön planda yer almaktadır. Üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri de Fikret’in İstanbul’un kendisinden değil, içerisindeki ahlaki çöküşten nefret ettiği gerçeğidir.
3 Üçüncü kısımda, her mısrada şehrin mimarisini oluşturan unsurlardan biri ele alınıyor. Fikret’in bu noktada tasvir tarzı korkunçtur. ona göre kuleler kanlı, surlar dişleri düşmüş sırıtan kafile gibidir
İstanbul’u bu yönleriyle ele alan Fikret’i tarihe ve dine büyük bir sevgi beslememesine bağlayabiliriz.
4 Bu şehri sukut ettiren amiller nelerdir?”SİS”in son kısmında şair bu soruya cevap vermiştir. Bu şehri dolduran insanların ruh çürümüş, ahlakı bozulmuştur. Bu şehirde açlık korkusu ile her alçaklığı yutan insanlar yaşar. Onları bu yaşayışa iten ”tevekkül” anlayışlarıdır. Allah’a inanan ve güvenen insan fikrine karşı, kendine ve tabiata inanan ve güvenen insan fikrini ortaya koydu. Ona göre istikbali yaratacak olan Haluk böyle bir tip olacaktı.
Fikret’e göre Abdülhamit korktuğu için milleti sindirmiş, anayasayı ortadan kaldırmış, ordu ve memur sınıfı siyasi mahkum derecesine düşmüştü. Memleket meselelerine kayıtsız olan gençlik ise kadın peşinde koşmaktadır. Baştan sona kadar nefret hissi içinde olan ”SİS” hicranlı annelere, kimsesiz ve avare çocuklara karşı olan merhamet hissi ile sona erer. ”SİS” şiirinde Fikret, Meşrutiyet’ten önceki sanatının doruk noktasına erişir. SİS” in üslubu Servet-i Fünun’cuların ”pitoresk ve müzikal üslup” ideallerine tamamıyla uygundur. Onların yabancı kelime ve terkiplere düşkünlükleri bundandır. Varlıkları ayrı ayrı tas ve tasvir endişesi, onları sıfat ve isim tamlamalarına götürüyor. Farsça terkip mekanizması, küçük imajlara bir bütünlük veriyordu. Dil musikisi de onlara yabancı kelimeleri sevdirmiştir.”SİS”in mısraları ayrı ayrı incelenirse, burada bir sürü fonetik oyunları görülü. Namık Kemal ve Ziya Paşa’da , mücerret fikirlerin vezin ve kafiyeye sokulmasından ibaret olan sosyal şiir, Fikret’te çok sanatkarane bir şekil alır. Onda bahis konusu olan artık ‘prensipler’ ve ‘hikmetler’ değil, hayattan alınma sahneler ve manzaralardır. Sonuç olarak Fikret düşünce ve duygularını Canlı tablolar haline koydu ve onlara hitabete elverişli, heyecanlı bir sentaks ve musiki verdi.

Tevfik Fikret’in Hayatı Edebi kişiliği ve Eserleri

24 Aralık 1867’de İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmet Tevfik’tir. Çocuk yaşta annesinin ölümü onu hayatı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesi’nde, sonra da Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Ekrem’in öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşlarda şiire yöneltti.
1888’de Galatasaray’ı bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası’nda (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başladı. Yeterince çalışmadan para aldığı gerekçesiyle buradan ayrıldı. Daha sonra tekrar çeşitli memurluklarda bulundu. Ek iş olarak Ticaret Mekteb-i Alisi’nde hat ve Fransızca öğretmenliği yaptı. 1891’de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini üstüne çekti. 1892’de Galatasaray Sultanisi’nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni atandı. 1894’te Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934) ve Ali Ekrem Bolayır’la (1867-1937) birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başladı.
Önce İnziva Sonra Robert Kolej 
1895’te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak Galatasaray’daki görevinden istifa etti ve inzivaya çekildi.1896’da, eski öğretmeni Recaizade Ekrem’in aracılığıyla Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri yönetmenliğine getirildi. Aynı yıl Robert Kolej’e Türkçe öğretmeni olarak tayin edildi.
Toplum’dan Kaçış ve Yeni Zellanda Hayali Sultan Abdülhamid  Han yönetimine muhalif olan Batıcılar, muhalefetlerinde uzun süre başarı sağlayamayınca bu durum onları toplumdan kaçış düşüncelerine sürükledi.Ve Tevfik Fikret’teki “inziva” düşüncesini daha da derinleşti. Bu düşünce, Servet-i Fünun öbür yazarlarınca da benimseniyordu. Bir ara hepsi birlikte Yeni Zelanda’ya gitmeyi, daha sonra Hüseyin Kâzım’ın Manisa’nın bir köyündeki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler. Ama Fikret’in “Yeşil Yurt” şiirinde de açıkça görülen bu sıla ütopyası ve birlikte yaşama özlemi bir türlü gerçekleşmedi. Servet-i Fünun’cular arasında görüş ayrılıkları başlamıştı. Bazıları dergiden ayrıldılar. Bir süre sonra Fikret de derginin sahibi ile anlaşamayarak yazı işleri yönetmeliğini bıraktı.
Robert Kolej ve Aşiyan 
Bütün zamanını Robert Kolej’de geçirmeye başladı. 1901’de “inziva” düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Rumelihisarı’nda Robert Kolej’in yamacında, planlarını kendisinin çizdiği Aşiyan adlı evi yaptırmaya başladı. Bugün Tevfik Fikret Müzesi olan Aşiyan 1905’de tamamlandı. Fikret, eşi ve oğlu Haluk’la birlikte buraya yerleşti. Çok az insanla görüşüyordu. “Sis”, “Sabah Olursa”, “Bir Lahza-i Taahhur” bu dönemin ürünleridir. Bu arada babasının, arkasından da, kız kardeşinin hayatlarını kaybetmesi onu çok etkiledi. Bu döneminde, özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki’yi destekliyordu. 1908’de de, II.Meşrutiyet’in ateşli savunucuları arasına katıldı.
İttihad ve Terakki’ye de Muhalif Oldu
Meşrutiyet’ten sonra “inziva”sından çıktı, eski arkadaşlarıyla barışarak, Hüseyin Kâzım ve Hüseyin Cahid’le birlikte Tanin gazetesini kurdu. Ama, gazete İttihad ve Terakki’nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıkıp, Hüseyin Cahid’le kavga ederek oradan da ayrıldı. Yeni Yönetimin önerdiği maarif nazırlığı görevini de geri çevirdi. Bu göreve getirilen Abdurrahman Şeref’in çağrısıyla, Galatasaray Sultanisi’nin müdürü oldu bir süre önce yanmış olan okulun onarımını üstlendi. Bu arada, toplantı salonunu mescitin üstüne yaptırdığı gerekçesiyle ağır eleştirilere uğradı. O günlerde 31 Mart Olayı patlak verdi. Fikret olayı protesto amacıyla önce kendini okulun kapısına zincirle bağlattı, ertesi gün de istifa etti. Ancak öğrencilerin ve maarif nazırı Nail Bey’in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve döndü. Ama sekiz ay sonra, yeni maarif nazırı Emrullah Efendi’yle anlaşamayarak bir daha dönmemek üzere Galatasaray’dan ayrıldı. Darülmuallimin ve Darülfünun’daki görevlerinden de istifa etti ve yeniden Aşiyan’a çekildi. Artık, İttihad ve Terakki İktidarına da muhalif olmuştu. 1912’de meclisin kapatılması üzerine, bu olayı meclisin 1878’de (Hicri tarihle 1295’te) kapatılmasına benzeterek “Doksan Beşe Doğru” şiirini yazdı. Bunu “Han-ı Yağma”, “Sancak- Şerif Huzurunda” gibi şiirler izledi. İttihad ve Teraki’nin fedailerince izlenmeye başlandı. Modern pedagoji ilkelerine uygun bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkartmak gibi tasarıları olduysa da bunları gerçekleştiremedi. O günlerde, ağır şeker hastalığına yakalanmış olduğu anlaşıldı. 1914’te kolu şiştiği için bir ameliyat geçirdi. Tedaviye yanaşmaması sonucunda hastalığı iyice artarak ölümüne neden oldu. 19 Ağustos 1915’te İstanbul’da öldü.
ESERLERİ:
Ribab-ı Şikeste,
Haluk’un Defteri,
Rübab’ın Cevabı,
Şermin,
Tarih-i Kadim

Yorumlar (0)