26.06.2018, 20:10

Yunus’un izinde bir tekke şairi: KAYGUSUZ ABDAL

Yunus’un izinde bir tekke şairi: KAYGUSUZ ABDAL

Ali Alper ÇETİN

Ondördüncü yüzyılın başlarında Yunus; coşan, köpüren bir aşk çağlayanıdır. Sebil sebil Anadolu’ya dökülür. Yunus’un sesi, renk olur gönülleri süsler, ışık olur düşünceleri aydınlatır.

Yunus, sevgi doruğunda burcu burcu kokan bir aşktır. Yunus bu dünya’dan göçer ama, gerçek aşkı onu, ölümsüzlük tahtında, yılların yüzyılların Yunus’u yapar.

Yunus ölür, bir başka Yunus dünyaya gelir. Öyle ki, ondördüncü yüzyılın sonlarında onbeşinci yüzyılın başlarında yaşadığı, bazı araştırmacılar göre (1341-1444) yıllarında yaşadığı söylenen Kaygusuz Abdal adlı bir şair, Anadolu’da, kendi kişiliği içinde bir başka Yunus olur, açar gönül kitabını okur da okur…

1341 yılında Alaiye’de (Alanya) doğmuştur. Asıl adı Alaeddin Gaybi’dir. Babası Alaiye Beyi Hüsameddin Mahmud’dur. Padişah II. Murat döneminde yaşadığı söylenir. İyi bir öğrenim görmüştür. Döneminde geçerli bütün ilimleri öğrenmiştir. Hacı Bektaşi Veli‘den sonra Bektaşîlik tarikâtının başına geçen Abdal Musa’ya bağlanarak tasavvuf yoluna girdi. Genç yaşta Abdal Musa’ya derviş olarak Kaygusuz adını almıştır.

Yunus gibi, Kaygusuz Abdal’ın hayatı da söylentilerle doludur. Bir söylentiye göre, Karamanoğulları devrinde, Alanya (Alaiye) Beyi’nin Gaybî adında bir oğlu vardır. Ele avuca sığmayan, geçit vermez dağlarda at koşturan, cirit oynayan oğul bir gün ava çıkar. Şu dağ senin, bu ova benim derken bir alageyiğe rastlar, peşinden yıldırım gibi at sürer. Yakalayamayacağını anlayınca, yayını gerer, okunu fırlatır. Ok hedefini bulur ama, geyik bu kez can havliyle kanını akıta akıta rüzgâr gibi koşar. Gaybî ardından. Geyik önde, Bey oğlu arkada, dere-tepe aşarlar. Sonunda geyik Elmalı (Antalya) yakınlarındaki bir dergâh kapısında kaybolur gider. Bey oğlu Gaybî kan-ter içinde dergâhın kapısına dayanır. Birkaç derviş karşılayarak ne istediğini sorarlar. Gaybî olup biteni anlatır. Dervişler:

--Biz böyle bir geyik görmedik derler. Gaybî ısrar eder, çekişme büyür. Tam bu sırada dergâhın nur yüzlü, yaşlı Şeyhi Abdal Musa gelir, gürültünün sebebini sorar. Anlatırlar. Abdal Musa, cübbesinin önünü aralar, koltuğunun altına saplanmış oku göstererek:

--Oğlum, attığı ok bu mu dur? der. Bey oğlu oku görür görmez tanır.

--Evet bu… Benim okum. Onu, sapındaki gümüş halkasından tanıyorum. Böyle der ama, kendinden de geçer. Artık bundan sonra, kimse ayıramaz Abdal Musa’dan Gaybî’yi…

Bey, Teke (Antalya) beyine başvurarak oğlunun kurtarılmasını ister. Teke beyinin gönderdiği ordu Musa'ya yenilir, Gaybî tekkede kalır.

Gaybî adını, sarayını unutur, Abdal Musa’nın Kaygusuz Abdal adında bir dervişi, dervişlikten öte onun gerçek bir şairi olur:

Hind’den bezirgânlar gelir yayınır,
Pişer lokmaları açlar doyunur,
Ȃşıkları gelir bunda soyunur
Erler gelir şahım Abdal Musa’ya…

diye ona bağlılığını dile getirir. Yunus için Taptuk Emre neyse, Kaygusuz Abdal için de abdal Musa odur. Kırk yıl hizmetine koşar, kırk yıl ocağında pişer. Bu ocakta pişmeyenler, nasıl gelmişse kaskatı yine öyle giderler, ham ruhlular, gönül adamı, olgun adam olmayanlar da vardır. Kaygusuz Abdal bir taşlamasında bunlar için şöyle der:

Bir kaz aldım ben karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurudan
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar.
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaza verdik birçok akçe,
Eti kemiğinden pekçe
Ne kazan kaldı, ne kepçe
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaz değilmiş be bu, azmış!
Kırk yıl Kaf dağını gezmiş,
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk yıl oldu kaynatırım kaynamaz.

Kaygusuz Abdal n’idelim,
Ahd ile vefa güdelim.
Kaldır postu biz gidelim,
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz…

Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinde çekici bir sadelik vardır. Engelsiz akan ırmaklar gibi düzüye çağlar gider. Yunus Emre’nin yolunda yürüyen şairlerdendir. Özellikle hece ile yazdığı şiirlerde ve nesirlerinde güzel bir Türkçe kullanır. Hem aruz ölçüsü, hem de hece ölçüsünde şiirler yazmıştır. Mensur eserleri, mesnevileri ve ilahîleri vardır. Nesri sâde Türkçe ile yazılmıştır. Eserleri:

Divân
Sarây-nâme
Minber-nâme
Dil-güsâ
Gevher-nâme
Budala- nâme
Mesnevî-i Baba Kaygusuz
( I, II, III )
Muglâta-nâme
Esrâr-ı Hurȗf
Vücȗd-nâme
Risâle-i Kaygusuz Abdal
(Tercüme)
Gülistan
Cefriyye-i Kaygusuz

Cefriyye, gelecekte olup bitecek olayları anlatan bir fal kitabıdır. Diğerleri tasavvufla ilgili konuları işler.

Kaygusuz Abdal, Bektaşî erkannâmesi üzerinde bazı düzenlemeler yaparak Bektaşîliğin ilk "erkannâmesini" hazırladı. Böylece Bektaşîlik Tarikatı’nın ilk “tüzük yapıcısı” “Kaygusuz Abdal” olmuş oldu. Bektaşiler arasında büyük saygı ile anılır ve Bektaşi uluları arasına girer. Hemen bütün Bektaşi tekkelerinde bulunan ve Kaygusuz Abdal’a ait olduğu kabul edilen bir resimde, bir yılan, bir akrep ve bir arslan, ayakları dibine yatarak ona boyun eğmiş görünürmüş.

Kaygusuz Abdal, Abdal Musa’nın yanar ocağı, tüter bacasına kapılanmasından sonra ne yaptığı, nerelere gittiği pek bilinmez. Bazı araştırmacılar onun, Anadolu’yu karış karış gezdiğini sonunda Mısıra giderek oraya yerleştiğini, bir süre sonra da, orada öldüğünü yazarlar. Bilinen şu ki, Kaygusuz Abdal, uzun süren çilesini doldurduktan sonra başına buyruk Anadolu’yu dolaşmış, kendisini, gerçek yolunda Anadolu’yu aydınlatan bir görevli saymıştır. Onun nerede, ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemekle birlikte, şiirlerinden, Osmanlı Padişahı II. Murat devrini yaşadığı, onun ordusuyla Rumeli’ye gittiğini, bu bölgede geziler yaptığı anlaşılmaktadır. Onun gerçek üstü, sembolik şiirlerinin birinde:

Kaplu kaplu bağalar
Kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş
Kırım suyunu geçmeğe

Bir karınca devenin
Tepmiş oyluğunu ezmiş
Bir budunu götürmüş
Dönüp ister kaçmağa


Kelebek buğday ekmiş
Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş
Irgat olup biçmeğe

Ergene’nin köprüsü
Susuzluktan kurumuş
Edirne minaresi
Eğilmiş su içmeğe

deyişleriyle, bu gezinin izlerini, hatıralarını taşınır.

Kaygusuz Abdal’ın gerçek hayatı, ölüm yeri ve yılı bilinmiyorsa da şiirleri ve eserleri biliniyor. Ancak (1341-1444) yıllarına yaşadığı söyleniyor. Mısır'da ölür. Türbesi, vasiyeti üzerine, Kahire yakınlarında bulunan Mukattam dağında bir mağaradadır. Ancak, Mezarının Ankara-Beypazarı Kabaca köyünde ve Antalya-Elmalı Tekke köyde Musa Abdal Türbesinde olduğu da ileri sürülmektedir. 

Onun Divânı, Dolapnâme adlı Mesnevîsi ve Budalanâme adındaki mensur eseri çok bilinen eserleridir. Bütün eserler ise; İstanbul Nuruosmaniye Kütüphanesinde yazma bir ciltte toplanmıştır.

Kaygusuz Abdal’ı, onbeşinci yüzyıl Anadolu’sunu aydınlatan, ana diline bağlı şairlerimiz arasında en başta saymak gerek…
Kaygusuz Abdal, devrinin açık sözlü Yunus’udur.

Ali Alper ÇETİN
Araştırmacı
[email protected]

Kaynakça:
1-Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırmalar Genel Müdürlüğü / kulturturizm.gov.tr
2-www.biyografi.net.tr (Kaygusuz Abdal)
3-Önder Mehmet: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel
Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara

Yorumlar (0)