21.12.2023, 20:45

2) TÜRK'TEN TÜRKE

Anne, baba; dede, nine; hatta atalardan gelen kimlik, demeli değer yargılarını öğrenmeyen bireyler yaşamları boyunca bir kimlik bunalımı yaşayabilecekleri gibi bizim gibi ulus toplumlarda ulus olma sürecimize katkı yerine zarar, bu nedenle de yaşadıkları toplumda istenmeyen, sevilmeyen, bireyler olabilirler.

İşte burada kimliğin, dolayısıyla bizim kimliğimiz olan Türklüğün ve onun da en değerli yapı taşı olan Türkçenin ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Hadi anlatalım.

Evet Türkçe, Türk sözcüğüne gelen ekle türetilen bir sözcük. Her dilde olduğu gibi Türkçe de önce Türk’ün Türkle konuşması, anlaşması için Türk’ten Türk’e olacak biçimde oluştu. Dolayısıyla tarih, bilinç, eğitim, değer yargısı, insanlık... usunuza ne tür bir kimlik olgusu gelirse gelsin tümünü Türkçe'de taşır, aktarırız. Her ulusta olduğu gibi.

Burada belirtmek gerek. Bizim dil, Türkçe dediğimiz belirli bir tarih aralığında kullanılan dil/Türkçe değil. Böyle yapı ve kişiler var. Aman sakının.

Örneklendirelim: Kişi diyor ki tayyare, üstat, teşkilat, servis, lavabo bg. sözcükler bizimdir, Türkçedir, Türkçeleşmiştir. Bu gibi söylemler bilim, dolayısıyla tutar dışıdır. (Ayrıntılarıyla kimileyin anlattık yeri geldikçe yazılarımda işliyorum.)

Biz ise Türkçe derken bilimsel, dolayısıyla tutarlı, 100 yıl önceye 1000 yıl önceye göre değil. Her zaman, her yerde dahası tüm Türkleri kapsayacak biçimde olan Türkçeyi belirtiyoruz.

Böylece her dil yabancı sözcük alır, saf dil yoktur gibi söylemler dönemsel ya da toplumsal olarak kalıyor ve Türkçe için geçerli olmuyor. Bozulan, yabancı sözcük alan, saf olmayan sizin günlük ağzınız, diliniz. Türkçe değil!

Pekiyi Türkçe nasıl kimlik oluşumunda yer alıyor, kullanılıyor. (Tabi keşke bu soru, sorgulama bayrak ve vatan kavramları için de yapılsa)

Öncelikle dili korumak, bozulmasını önlemeye çalışmak, dolayısıyla yabancı etkilere karşı duyarlı olmak en üst ulusal bilinç gerektiriyor.

Örneklendirelim: Siz hiç alışveriş yaparken birinin aldığı üründen adı Türkçe değil diye vazgeçen duydunuz mu? Ya da açtığı işyerine adı Türkçe olmalı diye kaygı taşıyan kaç kişi tanıdınız? Çevrenizdeki bu gibi kişilerin kimlik ve kişiliklerini bir düşünün.

Kimlik dediğimiz, zamanla oluşan yaşantısal (kültürel) ortaklık ne denli kesintisiz ve eskiye dayanırsa o denli sağlam oluyor. Bakınız eski ve köklü uluslara.

Öyleyse kültürel değerlerimizi taşıyan her olguya sıkı sıkıya bağlı olmak koşul (şart). Örneğin bayrağımız bugünkü halini yalnızca 100 yıl önce aldı. Öncesinde bayrak diye bir kavram bile yoktu. Yurt (vatan) dediğimiz yer de böyle. Hele ki Türklerde kalıcı bir yeri kutsal bilmek dahası gittiği yeri yurt yapan bir ulusa sınır çizgisi olan bir bölgeyi kutsatmak (Özellikle burada tüm Türkleri düşünün) ne denli doğru?

Oysa dilimiz Türkçe tüm tarihsel süreçte yanımızda, tüm kültürel değerlerimizle yoğrularak oluştu. Kızdığımızda neye sövüyoruz? Sevindiğimizde nasıl sarılıyoruz? Ağlarken kimi anıyoruz? Yaşanmışlıklar, birikimler, öğütler...

Örneklendirelim; Fransızca prenses, prens sözcüğünden; İngilizce women, men sözcüğünden türeme. Ya da Araplar avrat der. Saklanılası, örtülesi bg. anlamlarında bir türeme. Onların bilinç altında, atalarının yaşantısında kadın erkekten sonra geliyor.

Oysa Türkçede kadın sözcüğü türetme değil üstelik devlet yöneten kadını da anlatıyor. Eş sözcüğü hem kadın hem erkek için kullanılıyor üstelik eşitim, eş değerim, dengim anlamlarını taşıyor. Ya da Ana; temel, esas, başlangıç, anlamlarına geliyor. Üstelik bu anlamda erkekte kullanılmayan bir tanımlama.

Örnekte kullandığım kadın olgusu tarihsel olarak ne denli geriye giderseniz gidin, hangi medeniyeti gözlemlerseniz gözlemleyin o toplumun medeni seviyesini gösteren özel bir örnek. Bugün de böyle...

Görüldüğü gibi Türkçesini bilmek, korumak, kullanmak böylece yaşamak, yaşatmak kültürel devamlılığı sağlıyor, aynı bilinç düzeyini, aynı dünya görüşünü, aynı yaşam biçimini öğretiyor.

İşte bu bilinç, olgunluk, yetkinlik kültürel mirasla büyüyen bir çocuk ne kimlik bunalımı yaşar ne topluma yabancı kalır ne kendisinin kim, ne olduğunu aramakla zaman kaybeder. Zamanı geldiğinde ve dünyanın neresinde olursa olsun örnek bir insan olarak yaşar ve yaşatır.

Sonrasında dilin kurumsal olarak demeli tepeden yapılacak düzenlemelerle önemsenmesi, önem verilmesi.

Örnelendirelim; İlk okul sınıflarımız denince ilk akla gelen, gözümüzün önünde ilk canlanan görüntülerden biri 4 mevsimi gösteren görsellerdir. Bu örnek görsel bellek (hafıza) denen olgudur. İşte kamusal alanlarda ve kamu kurumlarında gerek görsel gerekse yazınsal olarak Türkçe sözcük, söz öbeği ve tamlamalarının kullanılması gerekir ki bu zaten her devletin başlıca da görevidir. Söz gelimi sayrıevinde (hastane) ilk girişte bizleri yönlendirdikleri triyaj adlı alanın adını ilk bakı, ön tanı vb. adlar verilse nasıl olur? 

               

Kültürümüzü halı deseninde, ibrik lülüğünde, toprak altında aramak yetmez. Bayrak sevgimizle ulusal kimliğimiz sembolden öteye gitmez. Yurda bağlılığımız bizi sınırlar dışına taşımaz. Ama Türk doğmak da yetmez, yetmedi, yetmiyor. Türk'çe yaşamadıkça!

Türk demek Türkçe demektir. Ne mutlu Türküm diyene!

M. K. ATATÜRK

Büyük Türk Ulusuna olan umut, inanç ancak kaygılarımla...

Türkün yurdunu çizmek istedim, gördüm ki Türkçe

Türkün kim olduğunu anlatmak istedim yaşıyorsa Türk'çe

S. GökTöre ÇAM

Yorumlar (0)