Anadolu’nun sömürgeleştirilmesi Batı için neden bu kadar önemli ve gerekli?

Anadolu’nun sömürgeleştirilmesi Batı için neden bu kadar önemli ve gerekli?

1800’lü yıllar Avrupa’sı… Müthiş bir nüfus patlaması yaşanıyor. Yaşlı kıta aşırı nüfusu beslemekte zorlandığından, Yeni Dünya’ya, Avustralya’ya kitlesel göçler başlamış.

Almanya… En fazla göç veren ülkelerden biri … Amerika’ya ve Avustralya’ya yapılan göçlerin zorluğu, yeni göç rotaları aranmasını gerekli kılmakta.

Hem geç sanayileşmiş, ulusal birliğini geç kurmuş (1871), hem sömürge edinme yarışında gerilerde kalmış. Bunu telafi için pratik çözüm yolları arıyor.

Bulunan çözümlerden biri çok ilginç, bizleri çok yakından ilgilendiriyor: Anadolu’nun sömürgeleştirilmesi!…

Güneşi, ılıman iklimi, verimli toprakları ve olağanüstü seyrek nüfusu ile Anadolu; özellikle de Batı Anadolu’nun güney ve kuzey sahil şeritleri, bazı hırslı ve açgözlü Almanların hedefi haline gelmiş. Bir plan oluşuyor yavaş yavaş: Buralara Alman göçmenlerin iskân edilmesi!… Böyle bir planın varlığına pek çok kanıt gösterilebilir.  Bunlardan biri seyyahlardır, bunların seyahatnameleridir.

-Örneğin, D. F. Sarminento…

Anadolu’ya Alman sömürgeci göçmenlerin iskân edilmesini savunuyor. 1846’da yayınladığı “Alman Göçü ve Kolonizasyon” adlı kitabında şunları yazıyor: Karadeniz’in güney kıyısında Sinop ile Boğaziçi yakınlarına kadar olan alanlar Alman sömürgesi kurmak için son derecede elverişlidir. Orada, Kuzey Batı Anadolu’da, milyonlarca insan mutluluk ve refah bulabilir. Yıkılmakta olan Osmanlı, Anadolu’yu çölleştirmekte, bu toprakların hakkını verememektedir. Yeryüzünde hiçbir toprak Alman sömürgesi olmak için Anadolu kadar elverişli değildir.

İngiliz seyyah W. J. Hamilton da “Anadolu’nun bu kadar ıssız ve az nüfuslu kalamayacağını, Avrupa güçlerinin buraya yerleşmesi gerektiğini” kaydediyor.

-Bir diğer seyyah, Alman Ludwig Ross’tur. 1848’de yayınlanan “Anadolu ve Almanya Gezi Mektupları ve Anadolu’ya Almanların İskân Edilmesi İmkânlarına Dair Makaleler” adlı seyahatnamesinde, Ross; dolaştığı “Likya, Kayra ve İyonya bölgeleri”nin nüfus, arazi ve etnik yapısı hakkında bilgi sunar ve sık sık şu vurguyu yapar: Anadolu’nun bu verimli arazileri Alman göçmenlerinin elinde kısa sürede bir refah ve zenginlik unsuru haline gelecektir! Ülke adeta sahipsizdir. Bölgede çok az insan yaşamakta, nüfus yoğunluğu düşüktür. Bu topraklar çok sayıda Alman göçmeni barındırabilir. Bu ıssız yerler, Almanya’nın çeşitli bölgelerinden gelecek ‘çalışkan’ Alman göçmenleri beklemektedir.

Peki, istila nasıl gerçekleştirilecek? Ross bu soruyu “Fransız ve İngiliz sömürgecilerden farklı bir yol izleyerek” şeklinde yanıtlıyor ve devam ediyor: Göçmenlerimize, “para ve güzel sözler”le bir ayrıcalık sağlayacağız. Yani Ross Almanların Anadolu’ya satın alarak veya iyi ilişkiler yoluyla girmelerini tavsiye ediyor.

Ross Güneybatı Anadolu’nun son derecede uygun özellikleri olduğunu belirterek buralara yerleşmenin birçok makul sebebi olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. Bakın, hangi kanıtları ileri sürüyor:

-Bir Alman kolonisi için Anadolu’dan başka hiçbir toprak, doğal yapısı ve coğrafi yapısı itibariyle daha uygun değildir.

-Almanya uluslararası bir güç olmak istiyorsa, mutlaka sömürge sahibi olmalıdır. Diğer sömürgeci ülkeler; Rusya hemen bütün Kafkasya’yı ve İran’ı, Fransa Cezayir ve Fas’ı, İngiltere de Doğu Hindistan’ı sömürgeleştirirken, Almanlar bu başarıları seyretmekle mi yetinecek? Hayır, yakında parçalanacak olan Türk devletinin ganimetinden Almanların mutlaka pay alması gerekir.

-Toprak almak için üç şeye ihtiyaç vardır: Para, mürekkep ve kan!…

Almanya üçüne de fazlasıyla sahiptir.

-Yerli Türklerden çekinmeye gerek yoktur. Çünkü: Sayıca çok azlardır, cesaretleri ve onurları kırılmıştır, fakirdirler. Durumlarının iyileşmesini özlemle bekliyorlar. Bin veya daha fazla aileden oluşacak bir koloni, burada dağınık şekilde yaşayan Yörüklere karşı sayısal üstünlüğü de sağlayacaktır. Çalışkanlığın ve sebatın iyi örneği ve yerleşimcilerin refahı, Türklerin eğitilmesi; önce geleneklerde, daha sonra inançlarında sürdürülebilir ve hızlı etkiler yaratacaktır.

Ross’un Anadolu’ya Alman göçmen yerleştirilmesi düşüncesinin, XIX. Yüzyıl sonlarına doğru iyice benimsendiğini ve ilk uygulama adımlarının atıldığını görüyoruz: 1885 yılında, merkezi Berlin’de bulunan “Berlin Ticaret ve Endüstri Şirketi” coğrafyacı Kiepert’i, Anadolu’nun haritasını çıkarmakla görevlendirmiştir. 1888’den sonra da diğer bir Alman coğrafyacı Naumann ziraat sömürgeciliği hakkında propaganda yapmaya memur edilmiştir.

‘***’

Yukardaki uzunca açıklamayı Sayın Mehmet Uysal’ın “İki Seyahatnamede Anadolu’ya Alman Göçmenlerini Yerleştirme Düşüncesi” adlı makalesinden faydalanarak yaptım[1].   Peki, neden yaptım?  Yanıtımı vermeden önce “Yabancıya Toprak Satışının Ağır Maliyetleri” adlı bir yazıma[2] dayanarak yaptığım aşağıdaki açıklamaları okuyalım.

-Bir ülkeye topraklarını sattırma, Batı’nın, Emperyalizm’in tarihî bir sömürme aracıdır. Türkiye de de, uzun yıllardan bu yana, giderek artan bir hızla toprak satılıyor. Bunun anlamı şudur:  Silahla teslim alınamayan Türkiye’nin tapusu parayla, Dolar’la, Avro’yla ele geçiriliyor. “Efendim, toprağı alıp götürmüyorlar ya” savunmasının hiçbir geçerliliği yoktur. Tapuyu almak, bir bakıma toprağı alıp götürmek demektir. Aslında emperyalistin “toprağı götürme”ye de ihtiyacı yoktur, tersine –yukarda gördük- o ülkeye yerleşmek ister; ekonomik ve siyasal egemenliğini kurar, kolonileştirme yollarını arar. “Biz de oralarda toprak alıyoruz” gerekçesi de çürüktür. Bir Türk, Amerika’da ya da başka bir Batı ülkesinde yalnızca mülk sahibi olmak için gayrimenkul alır. Oysa bir Alman, bir Amerikalı, bir İngiliz,… öyle olmayabilir. Çünkü bunlar emperyalist, sömürgeci, dünyanın çeşitli bölgeleri hakkında politik hedefleri, gizli planları olan, tarihî açıdan sabıkalı milletlerdir. Almanya’daki işçilerin bu ülkede mülk sahibi olması da gerekçe olarak ileri sürülemez. Çünkü onların Alman toprakları üzerinde hiçbir ideolojik emelleri yoktur. Almanya öyle değildir. Bu devletin Ortadoğu’ya –yukarda gördüğümüz gibi- Türkiye’ye yönelik planları vardır. Üstelik oradaki Türkler üzerinde sıkı bir Almanlaştırma politikası uygulamaktadır.

– Toprak satışının bir maliyeti de yeni azınlıklar yaratmasıdır. İş mülkiyet devriyle bitmez, etnik yığınlar zamanla ülkede yeni azınlık nüfuslar oluşturur; belirli büyüklüklere ulaştıkça, her biri ekonomik ve siyasal taleplerde bulunmaya başlar. Belli bir bölgede nüfus çoğunluğunu elde eden yabancılar, yerel yönetimlerde ve ülke yönetiminde temsil edilme, seçme ve seçilme hakkı taleplerinde bulunabilir.

- Bugün, yabancıya satılan toprakların bazı düzenlemelerle koloniye dönüştürülmesine izin verilince, yarın o toprağın Türkiye Cumhuriyeti topraklarıyla çevrilmiş “bir başka devlete ait toprak” yani “anklav” halini alabileceğini unutmamak gerekir. Öte yandan, Akdeniz sahilleri bugün kendiliğinden kolonileşme yolundadır. Kolonileşme olgusu misyonerlik faaliyetlerini de kolaylaştıracak ve artıracaktır.

‘***’

Şimdi, yukarda sorduğum sorunun yanıtını verebilirim.

Topraklarımızın tapusu, 2012 sonlarından bu yana, giderek artan bir hızla yabancıların eline geçiyor. Peki, kimlerdir bu tapuları ele geçirenler? Çoğunlukla kapitalistler, İngilizler, Fransızlar, Almanlardır. Bu, sadece basit bir ticarî satıştan mı ibarettir? Elbette hayır, işin başka önemli yönleri, örneğin siyasal yönleri, tarihî boyutları vardır. 1800’lerin Alman seyyahlarından sağladığımız bilgilerle, günümüz Türkiye’sinde yapılmakta olan toprak satışlarının, tarihi boyutuyla bir değerlendirmesini yapma imkânı bulduk, birtakım anlamlı ipuçlarına ulaştık.

Batılı insanın yüzyıllardır değişmeyen güçlü bir eğilimi var: Zenginleşmenin bir yolunun, Doğu insanlarını sömürmek olduğuna inanıyorlar. Örneğin, doğuluların kaynaklarını, topraklarını ele geçirmeyi mübah görüyorlar. Yukarda verdiğim kaynaklardan amaçlarını ve araçlarını öğrendik. Bu amaç ve araçlar Türkiye örneğinde bize çok şey anlatıyor:

-Türkiye topraklarını ele geçirmek için kullanılacak araçlar, “para, mürekkep ve kan” üçlüsü ile formülleştiriliyor. Bunun açılımı, sanırım şöyle: Topraklar para konulup satın alınacak. İkinci olarak propaganda, anlaşma, ikna yoluna gidilecek. Gerekirse, zor kullanılacak. Başka bir ifade ile, Anadolu’ya para ile, satın alarak, “iyi ilişkiler”, koloniler kurularak girilecektir.

-Alman seyyah Ross’un toprak avcılığına çıktığı yıllardan bugüne, neredeyse 150 yıl geçti; peki, hedef ve araçlar değişti mi? Bence hayır: Bugün de gizli planlar yapılıyor. Örnek olarak BOP’u vermem yeterli olacaktır. Toprak satışlarının, bu ve benzeri projelerde bir araç olarak yer almış olması yüksek bir olasılıktır. Örneğin koloniler tesisi, yeni azınlıklar oluşturulması… Nitekim Akdeniz sahillerimizde kolonileşme olduğuna dair iddialar var. Alman Ross’un da hayali ve hedefi bu değil miydi?

-Peki, Batılılar bu cesareti nereden alıyorlar? Zayıflığımızdan alıyorlar, ezikliğimizden ve yoksulluğumuzdan alıyorlar. Toprak avcısı Ross’un zamanında Osmanlı dış saldırılar ve kötü yönetim altında çöküşe gidiyordu; bugünkü Türkiye hakkında böyle olmadığı söylenebilir mi? Geçmişle kıyaslarsak, çok üzücü benzerlikler bulunması zor olmayacaktır.

Demek ki durum bugün de değişmemiştir. Toprak avcıları; planlarında, yöntemlerinde olsa olsa geçen zamanın gerektirdiği değişiklikleri yapmışlardır. Yalnız Almanlar mı? Elbette hayır, İngilizler de, Fransızlar da,  Amerikalılar da!…

Cihan Dura

[1] Mehmet Uysal, “İki Seyahatnamede Anadolu’ya Alman Göçmenlerini Yerleştirme Düşüncesi”, Türk Yurdu, S. 310, Haziran 2013, ss. 308-315.

[2] Cihan Dura, “Yabancıya Toprak Satışının Ağır Maliyetleri”, http://cihandura.com/diger-yazilar/204-yabanciya-toprak-satiinin-air-malyetler.html

Yorumlar (0)