'Türkçenin İnanç Alanındaki Sözcük Varsıllığı'-Muhammet Fatih Vergili

“Türkçenin İnanç Alanındaki Sözcük Varsıllığı”


 

“Bayat atı birle sözüg başladım…”

 

Türkler 10.yy civarı kitlesel olarak eski inanışları olan Göktanrıcılık’ı bırakıp İslam’ı benimsemeye başladılar. Kabul edilen bu yeni din, eski dinleri ile pek çok konuda benzeşmekteydi. Yaşamsonrası(ahiret)  inancı, tek tanrı inancı, cennet-cehennem inancı vb.

Yeni bir inanca girmiş olan Türk boyları, yakınlarında bulunan İslam toplulukları ile çeşitli ekinsel(kültürel)  alışverişlerde bulunuyorlardı . Yeni dinlerindeki pek çok kavramı da kendi düşünce dizgelerine göre yorumlayıp ortaya koyduğu sözcüklerle ifade ediyorlardı.  Ancak ne yazık ki o zamanlar ortaya çıkarılan yeni sözcüklerin öpöz “Türkçe” yorumları günümüze dek yaşayamadılar. Bu konu ile ilgili olarak 10-11. yy’de yazıldığı düşünülen Kuran çevirileri, Kutadgu Bilig ve Divanılügatittürk en değerli bilgi kaynakları arasında yer almaktadır. Söz konusu bu yapıtlardaki öz Türkçe sözcükleri incelemenin konumuz olan Türkçenin inanç adlamalığı(terminoloji)  alanındaki varsıllığını kavramada önemli yeri olduğunu düşünerek sizlerle paylaşmak istiyorum.

Örneğin “idi” sözcüğü dinsel metinlerde “Rab” sözcüğüne eşdeğer kullanılır. “Rab” Arapçada “sahip, terbiye edici, terbiyeci” demektir. “İdi” sözcüğü de aynı anlamı belirtir. Bugün kullandığımız eğit- eylemiyle kökendeştir. Demeli (yâni) “eğitici, eğiten, terbiye eden” anlamındadır.

Bir başka örnek olan “bağırsak” sözcüğü de Arapçadaki “Rahîm”in karşılığı olarak eski dinsel betiklerde(kitap)  kullanılmaktaydı. “Bağırsak” sözcüğünü 11.yy Türkleri “annenin bebeğini beslediği bağ, yaşam bağı” anlamında işletiyordu. Arapça “Rahîm” de bu tanıma eş bir anlam taşımaktadır. Günümüzde organ anlamında kullanılan “bağırsak” sözcüğüne o zamanlar “bağırsuk” deniliyordu.

Arapçada Tanrı’nın “her şeye gücü yetmesi” sıfatına “Kadîr” denilmektedir. (Kudret ile kökendeş.) Eski Türkler de Kadir sözcüğü yerine “Ugan”ı tercih etmişlerdi. Kutadgu Bilig’de bu sözcük şöyle geçmekte:

 

            “Üküş ögdi birle tümen min senâ./ Ugan bir Bayat’ka anar yok fenâ”

(Çok övgü ile binlerce senâ./ Kadîr, bir Tanrı’ya, ona yok fenâ)

 

Görüldüğü gibi Yusuf Has Hacîb, “Kadîr” yerine “Ugan”ı tercih etmiştir. Ugan sözcüğü u- eylem kökünden gelmektedir. Eski Türkçe) U- “yeterli olmak, muktedir olmak” anlamındadır. .( U- eylem kökü + -ken, -gen eki : Ugan) Günümüzde bu eylem kökünü ayırdında olmadan günlük yaşamımızda sıkça kullanmaktayız. Örneğin: “Seni unutamadım.” tümcesinde ‘unutamadım’ sözcüğü, unut- ve u- fiilinin olumsuzluk eki alarak çekimlenmiş durumudur.

Bugün yaygın biçimde kullandığımız bir sözcük olan “peygamber” sözcüğünün de pek çok Türkçe karşılığını bulabilmek mümkün. “Savçı, Yalvaç, Elçi” gibi sözcükleri örnek gösterebiliriz. “Savçı” “söz, haber taşıyan, sözü olan” anlamına gelerek Arapça “rasul”ün, Farsça “peygamber”in karşılığı olarak kullanılmaktaydı. “Yalvaç” sözcüğü de gerek Orhun Yazıtlarında olsun, gerek Irk Bitig’te olsun, pek çok yerde kullanılmıştır. Mesela Orhun Yazıtlarında:

“Yalabaçı edgü sabı edgü ötügi kelmez tiyin yayın süledim.”

[Yalvacı (habercisi), iyi sözü, niyazı gelmiyor diye yazın ordu sevk ettim.] şeklinde kullanılmakta, Irk Bitig’te ise:

 

“Sarıg atlıg sabçı, yazıg atlıg yalabaç(…)”

[Sarı atlı savcı(sözcü), yağız atlı yalvaç (…)] halinde kullanılmıştır. Görüldüğü gibi “Yalvaç” sözcüğü “haberci, haber getiren kişi, elçi” anlamına geliyor.  Verilen örneklerde her ne kadar dinsel bir anlam göze çarpmasa da sözcüklerin barındırdığı anlamları görmek bakımından önemlidir. Çünkü bu sözcükler sonraki dönemlerin eserlerinde anlamlarınca ilintili olarak dinsel bir kavramı ifade eden sözcük olmaya doğru evrim yaşayacaklardır.

 

Eski Türkler de şimdilerde kullandığımız Arapça kökenli “Rasul”, Farsça kökenli “Peygamber” yerine öpöz Türkçe olan “Yalvaç” sözcüğünü tercih etmişlerdir. Bunun yanı sıra “Savcı” ve “Elçi” sözcüklerini de kullanmışlardır..

Kutadgu Bilig’den bir örnek daha vermek istiyorum. Yapıtın “Tengri azze ve celle ögdisin ayur” bölümünün ilk beytinde Yusuf Has Hacîb şöyle der:

 

“Bayat atı birle sözüg başladım Törütgen, İgidgen, Keçürgen İdim.”

(Bayat adıyla sözü başlattım/ Hâlık, Rezzâk, Gâfur Rabbim) (‘Bayat atı birle’ ifadesi “Tanrı’nın adıyla başlattım.” anlamını taşır ki bu bize “Bismillah” ifadesini çağrıştırmaktadır.)

 

“Bayat” sözcüğü Divanılügatittürk’te yaklaşık 300 kez geçmekte olup genel olarak “tanrı” anlamını karşılamaktadır. “Törütgen” ise türe- eyleminden ortaya çıkmıştır. (Türe-, türet-,               türet- + -gen: Törütgen) Arapça “ḫalaka” yaratmak, “ḫalık” ise “yaratan” anlamındadır. Törütgen de Arapça “ḫalık”ın karşılığıdır. İgidgen ise “köleyi veya hayvanı beslemek” anlamı taşıyan igid- eyleminden –gen eki alarak türemiştir. Arapça “rızık veren” anlamında olan “rezzak”a eşdeğer bir Türkçe sözcüktür. “Keçürgen” ise keçür- (geçirmek, affetmek) fiilinden türeyen bir sözcüğümüzdür. Arapça “gafur”un karşılığıdır. Bu kelimeleri günümüzdeki ses evirilmelerine uyarlarsak “Türetgen, Yiyitgen, Geçirgen” biçiminde düşünebiliriz.

 

Görüldüğü gibi güzel Türkçemiz her konuda yeterli donanıma iye olduğu gibi dinsel adlamalar konusunda da yeterli düzeye iyedir. Atalarımız bu dili din alanında işlevsel olarak hiçbir eksikliğe düşmeden kullanabilmiştir. Yeri geldiğinde sözcük türetmiş, yeri geldiğinde var olan sözcükte küçük oynamalar yaparak anlamını değiştirip kastedilen dinsel kavramı karşılamak için kullanmıştır. Fakat milletimiz, kendi öz benliğinden koptuğu vakitler, bazı konular hakkında şuursuzca davranıp kendi malı sözcüklerini heba etmiştir.

 

Eski Kuran çevirilerindeki Türkçe sözcük oranı %95leri bulabiliyorken şimdilerde yayımlanan Kuran çevirilerindeki öz Türkçe sözcük oranı neredeyse %20lere düşmüştür. Bunun sorumlusu elbette ki bu dili konuşan bizim ulusumuzdur. Bugün içimizden bazı aydın kimseler (!), Türkçenin çeşitli konularda yeterli donanıma iye olmadığı yönünde görüş bildirmekteler. Türkçeye adeta ağızlarından salyalarını akıtarak saldırmaktalar. Bu durumun düşman askerinin cephede bize kurşun sıkmasından bir farkı yoktur. Çünkü “Dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkûmdur.” Dilini aşağı görüp, hakaret eden bir millet de konuştuğu dile olan sevgi ve saygısını yitirmiş, dilini kaybetmiş demektir. Bu ise milletin doğrudan doğruya kendisine saldırması demektir.
Geçmişte, günümüzde de olduğu gibi dilimizi çeşitli konularda yeterli görmeyip, aşağılayan bir takım öbekler ortaya çıkmıştır. Sözde aydınlar dilimizi aşağılamayı bir kıvanç addetmişcesine(!) yergiler savurmuştur. Fakat Türkçe yine onlara karşı “varlık savaşımı”nı şerefine leke sürmeden devam ettirmeyi başarmıştır, başaracaktır da. Dilimizdeki Türkçe sözcüklerin zamanla yitirilmesi olayı az önce bahsettiğimiz Türkçeyi yetersiz bulan kişiler yüzündendir. Dilimize hak ettiği değeri verip onu yüksek konumlara çıkarmalıyız. Bu görev her Türk’ün ulusal bir ödevidir. Bu yolda çalışmalı, ter dökmeliyiz. Önce ulusal bilinci uyandırmalı sonrasında da eylem aşamasına geçmeliyiz. Türkçenin hak ettiği yerlerde olduğunu görmek dileğiyle… Esen kalın…

Muhammet Fatih Vergili



Kaynakça

1.“Irk Bitig”, Türkçesi Varken Topluluğu Yayınları, 2014, Bakü.
2.ÖZAKINCI Cengiz, “Dil ve Din”, Payel Yayınevi, 1998, İstanbul.
3.“Kutadgu Bilig’de Türkçe İslami Terimlerin Kaynakları”  adlı makale, Yar. Doç.Dr. Süer Eker
4.Nişanyan Etimoloji Sözlüğü

Yorumlar (0)