Gazneliler / Prof. Dr. Erdoğan Merçil

Gazneliler / Prof. Dr. Erdoğan Merçil


Türklerin tarih boyunca yayılıp devletler kurdukları ülkelerden biri de Afganistan'dır. Türkler bu bölgede M.Ö. II. yüzyıldan itibaren çeşitli devletler kurmuşlardır. Bu Türk devletlerinden biri olan Gazneliler, isimlerini başkentleri Gazne şehrinden almışlardı. Ancak bu devlet, tarihî kaynaklarda, Yemînîler ve Sebükteginîler olarak da geçmektedir.

Sâmânî Devleti'nin (819-1005) en parlak devrinde çok sayıda Türk, gruplar hâlinde Mâverâünnehir yoluyla İslâm dünyasına getirilmekteydi. Sâmânî Devleti'nin zayıflamaya başladığı sırada; Simcûrîler, Kara Tegin İsficâbî ve Baytuz gibi Türk aile ve komutanlar bazı bölgelerde hâkimiyet kurmuşlardı.

İşte bu Türk komutanlardan biri de Gazne Devleti'ni kuracak olan Alptegin'dir. Alptegin tahminen H. 277 (M. 890-891) yılında doğmuştur. O, Sâmânî Emîrî Ahmed b. İsmâil'e (907-914) köle olarak satılmış ve onun hassa askerleri arasına dahil edilmiştir.1 Netice olarak o, Sâmânîlerin takdir ettikleri bütün vasıflara sahipti. Bu sebeple, yavaş yavaş temâyüz eden Alptegin'i, Emîr Nasr b. Ahmed (914­943) azat etti. Daha sonra Sâmânîlerin başına geçen Nûh b. Nasr (943-954), ona bazı birliklerin komutasını vermişti. Bundan sonra Alptegin'in mevkiinin hâcibü'l-hüccâblığa (bütün saray idaresinin başı) yükseldiğini görüyoruz.2 Nûh'un ölümünden sonra Sâmânî emîri olan genç yaştaki oğlu Abdülmelik (954-961) üzerinde onun büyük nüfûzu vardı. Artık bu devrede Alptegin, Sâmânî siyasetinde aktif bir rol almaya başlamıştı.

Nitekim Emîr Abdülmelik'e her istediğini yaptırabilen Alptegin, bu sırada vezir olan Ebû Mansûr Yûsuf b. İshâk'ın devleti kötü idare ettiğini ileri sürdü. Emîr Abdülmelik, veziri azletti ve onun yerine Ebû Ali Muhammed b. Muhammed el-Bel'amî'yi bu göreve tayin etti. Ancak vezirliğe Bel'amî'nin tayininden sonra, Emîr Abdülmelik'in ileride Alptegin'den gelebilecek tehlikeleri sezdiği ve ona karşı davranışının değiştiği anlaşılıyor. Nitekim Abdülmelik, onu başkentten uzaklaştırmak maksadıyla, Belh Eyaleti âmilliğine (vergi memuru) tayin etti. Alptegin ise, hâcibü'l-hüccâblıktan sonra, daha aşağı seviyedeki bir görevi kabul etmeyerek, âmil olamayacağını ileri sürdü. Emîr Abdülmelik, teklifinin reddedilmesi karşısında onu devletin en yüksek askeri mevkii olan Horasan sipehsâlârlığına tayin etmeye mecbur kaldı. Fakat Alptegin'in yerine hâcib olarak yine onun bir kölesi (gulâmı) getirilmişti. Böylece onun saraydaki nüfuzu devam ediyordu. Alptegin, 20 Zilhicce 349 (10 Şubat 961) tarihinde, Nişâbûr'a gelerek yeni görevine başladı.3 Alptegin saraydaki nüfuzu sebebiyle, devlet merkezindeki gelişmelerden haberdardı. Ayrıca o, Vezir Bel'amî ile devlet işlerini birlikte yürütme hususunda anlaşmıştı. Bel'amî vezirliğe Alptegin sayesinde getirilmiş olduğundan, bu anlaşmaya tam manasıyla uymaya çalışıyordu.

Alptegin yeni görevine başladıktan bir müddet sonra, Emîr Abdülmelik attan düşerek öldü (Kasım 961). Vezir Bel'amî, derhal Alptegin'e bir mektup yazarak durumu bildirdi ve Sâmânî tahtı için en uygun adayın kim olduğunu sordu. Alptegin, ölen Abdülmelik'in oğullarından birinin tahta geçirilmesini tavsiye etti. Bel'amî buna uyarak Abdülmelik'in oğlu Nasr'ı tahta geçirdi ise de, o ancak bir gün emîr olarak kalabildi. Bu sırada Sâmânî sarayında, Alptegin'in hâkimiyetinden ve her işe müdahale edişinden kurtulmaya karar veren yeni bir grup ortaya çıkmıştı. Nitekim Sâmâni hanedan mensupları ve ordu, Mansûr b. Nûh'a sadâkat yemini ederek tahta geçirdiler. Alptegin ise, kendi adayını zorla tahta çıkarmaya karar verdi. Bu maksatla Alptegin'in Buhara'da kendisine karşı koyabilecek kuvvetleri hazırlıksız yakalamak için hızla harekete geçtiği anlaşılıyor. O, Ceyhun'un kenarına ulaştığı sırada, emrindeki bazı subaylara, Buhara'dan Alptegin'in bir gâsıb olduğu hakkında mektuplar geldi. Alptegin bunları görünce ordusunun içinde de kendisine karşı hareket olabileceğini sezdi ve Buhara üzerine yürümekten vazgeçerek kendi has gulâmları ile Belh'e çekilip bu şehri aldı.

Alptegin bir-iki ay orada ikâmet etmeye, ondan sonra da Hindistan'a doğru yola çıkmaya karar verdi. Ancak Alptegin'e karşı olanlar, Sâmânî Emîri Mansûr'u, onu yakalamak için bir ordu göndermeye ikna ettiler. Emîr Mansûr onun ardından Eş'as b. Muhammed komutasında on altı bin kişilik bir ordu gönderdi. Alptegin de harekete geçerek Belh ile Hulm arasındaki, Hulm geçidinde yer tuttu. Bu sırada onun emrinde iki bin iki yüz Türk gulamı ile gazâ için gelen sekiz yüz atlı vardı. Sâmânî ordusu ile Alptegin arasındaki savaşı, yanında az bir kuvvet bulunmasına rağmen, Hulm geçidini başarıyla tutan Alptegin kazandı (Rebîülevvel 351/Nisan-Mayıs 962). Alptegin, daha sonra Hindistan'a yapacağı seferler için uygun bir üs olan Gazne şehrine yürüdü.4

Bu yürüyüşü sırasında o, Bâmiyân Hâkimi Şîr Bârik'i ve Kâbil'in Hindûşâhî hükümdarını itaat altına alarak Gazne'ye geldi. Alptegin, buranın hâkimi Ebû Bekr Levîk (veya Enük)'i5 şehrin kalesinde dört ay süren bir muhasaradan sonra mağlûp ederek Gazne'yi ele geçirdi (13 Zilhicce 351/12 Ocak 963). O, bu şehirde kendi hâkimiyetini ilân etmekle, Gazneliler Devleti'nin de temelini atmış oldu. Gazne Hâkimi Ebû Bekr Levîk'in Hindû olması muhtemeldir. Ancak bu isim Türkçe "Enük" (hayvan yavrusu, arslan, sırtlan, kurt, köpek yavruları) manasına da okunmuş ve onun Türk olabileceği ihtimali de ileri sürülmüştür. Ebû Bekr Levîk, Gazne'yi kaybettikten sonra Kabûl Şâhları'nın yanına sığındı.

Gazneliler Devri'nden önce de Afganistan'da Türk toplulukları bulunmaktaydı ve Gazneliler Devleti büyük ölçüde bu topluluklara dayanıyordu. Nitekim Halaçlar, daha sonra Gazneliler ordusunda önemli bir kuvvet olarak yer almışlardı.

Alptegin'in Gazne'yi ele geçirmesinden hemen sonra Sâmânî Emîri Mansûr b. Nûh, Ebû Cafer komutasında yirmi beş bin kişilik bir orduyu ona karşı gönderdi. Alptegin, bu Sâmânî ordusunu Gazne kapıları önünde mağlup etti; Ebû Cafer çekilmeye mecbur kaldı. Emîr Mansûr, bundan sonra Alptegin ile arasını düzeltmek maksadıyla zapt ettiği ülkelerin idaresini ona veren bir fermân gönderdi. Alptegin, daha sonra Büst'ü ve Kabûl-Şâhlar'ın ülkesinin bir kısmını zapt etti ve Hindistan'a seferlere başladı ise de, kendi hükümdarlığında uzun boylu saltanat süremeden 13 Eylül 963 tarihinde öldü.6

Öte taraftan Levîk Hanedanı, Gazne'yi kolay kolay elden bırakmamış, Alptegin'e halef olan oğlu Ebû İshâk İbrâhim zamanında (963-966), bu şehri ele geçirmişti. Ebû İshâk, Sâmânî Emîri'nin yardımıyla Gazne'ye tekrar hâkim oldu. Böylece Sâmânîler de bu bölge üzerinde hiç olmazsa ismen hâkimiyet kurdular. Ebû İshâk İbrâhim'in oğlu olmadığından, ölümünden sonra devletin başına Türk komutanların geçtiğini görüyoruz. Bunlardan birincisi olan Bilge Tegin, Sâmânîlerin merkezi Buhara'ya elçi göndererek bağlılığını bildirdi ve Türklerin reyi ile seçilmiş olduğunu ifade etti. Ancak Buhara'daki Sâmânî komutanlarından Fâik, Gazne'de bağımsız bırakılmış olan bu Türk topluluğuna şiddetle karşı idi. Bu yüzden, doğrudan doğruya kontrolü ele geçirmek için Gazne üzerine bir ordu gönderdi. Bilge Tegin, bu Sâmânî ordusunu mağlup etti ve bir daha Buhara'dan Gazne'ye ordu gönderilmedi. On yıllık bir saltanattan sonra Bilge Tegin, Gerdîz Kalesi'ni kuşatırken öldü (975).

Bilge Tegin'in yerine Alptegin'in diğer bir kölesi Böritegin (veya Pîrî Tegin) başa geçti. Ancak çok geçmeden idare şekliyle halkı kendisinden nefret ettirdi. Bu sebepten Gazne halkı, Levîk'i kendilerine hükümdar olmak üzere davet ettiler. Levîk, Kabûl-Şâhlar'dan yardım alarak derhal Gazne'ye hareket etti. Sebüktegin, emrindeki beş yüz gulâm ile istilâcıları karşılayarak mağlup etti. Devleti yönetmekte başarısız kalan Böritegin ise görevinden uzaklaştırıldı. Onun yerine, yine Türklerin seçimiyle, Alptegin'in en çok güvendiği adamlarından Sebüktegin getirilmişti (977).

Sebüktegin, oğlu Mahmud'a nasihatlarda bulunduğu Pendnâme'sine göre,7 şimdi Kırgızistan hudutları içinde bulunan Issık Göl sahillerindeki Barshan bölgesinde dünyaya gelmişti. Onun Karluk Türklerine bağlı boylardan birinden olması muhtemeldir. Sebüktegin'in başa geçmesiyle Gazneliler Devleti, hükümdarlığın babadan oğula geçtiği bir hanedanın idaresi altına girmiş oldu. Bir diğer yönüyle Gazneliler Devleti'ni kuruluş yıllarında yöneten Türk komutanların yerini artık bir hanedan almış oluyordu. Sebüktegin, görünüşte Sâmânîlerin bir valisi olarak hareket etmesine rağmen, bağımsız Gazneliler Devleti'nin temeli onun zamanında atılmıştı. Çok geçmeden Türklerin nüfuzu, Gazne'den Doğu Afganistan'daki Zâbulistan bölgesine kadar yayıldı. Sebüktegin, Zâbulistan asillerinden birinin kızıyla evlenerek mahallî güçleri de kendi tarafına çekmeye çalıştı.

Sebüktegin, devletin devamlılığını emniyet altına almak için en iyi yolun dinamik bir genişleme siyaseti takip etmek olduğunu görmüş olmalıdır ki, iktidara geçtikten sonra, rakip Türk gulâm gruplarının bulunduğu Büst şehrine bir sefer düzenleyerek bu şehri ele geçirdi. Aynı zamanda Kuzeydoğu Belucistan'daki Kusdar bölgesini de topraklarına ilâve etti. Sebüktegin, hâkimiyetini Toharistan ve Zemindâver'e kadar genişletmiş ve daha sonra gözlerini Hindistan'a çevirmişti. Onuncu yüzyılda Lamgan ve Kâbul'e kadar aşağı Kâbul Vadisi, kudretli Vayhand Hinduşahî hükümdarlarının hâkimiyeti altında idi. Bu hükümdarlar, İslâm dininin kuzey Hindistan'da yayılmasına bir engel teşkil ediyorlardı. Neticede'de 367 (986-987) Kâbul-Lamgan bölgesindeki çetin savaşlardan sonra Hinduşahî Racası mağlup edildi ve Sebüktegin, Kâbul Nehri boyunca Peşâver'e kadar ilerlemeye ve orada İslâm dinini yaymaya muvaffak oldu. Bundan sonra Sebüktegin'in, Sâmânîlerin iç siyasetinde rol oynamaya başladığını görüyoruz. Türk komutanlarından Ebû Ali Simcûrî ve Fâik ittifakına karşı Sâmânî Emîri Nûh b. Mansûr, Sebüktegin'i yardıma çağırdı (994). Sebüktegin ve oğlu Mahmud, Horasan'a gelerek bu isyancıları mağlup ettiler (995). Bunun üzerine Sâmânî emîri, Mahmud'a "Seyfü'd-devle" lâkabı ve Horasan ordu komutanlığını vermişti.8 Sebüktegin, Gazneli Devleti'nin temellerini sağlam bir şekilde attıktan sonra Ağustos 997'de öldü.

Sebüktegin; ölmeden önce küçük oğlu İsmail'in tahta geçmesini vasiyyet etmiş, hattâ emîrler ve komutanlardan ona itaat edeceklerine dair sadâkat yemini almıştı. Nitekim Sebüktegin'in dediği yapıldı. İsmail babasının ölüm haberini duyar duymaz derhal Belh şehrine giderek kendi hükümdarlığını ilân etti. Bu sırada Nişâbur'da bulunan Mahmud, kudret ve tecrübe bakımından İsmail'den üstündü. Mahmud, zayıf yaratılışlı kardeşi İsmail'in hükümdarlığını tanımayarak kardeşine bir elçi gönderdi. Ona kendisinin yaşça daha büyük olduğunu ve bu hukukunun tanınması gerektiğini bildirdi. Ayrıca Gazne şehrinin de kendisine teslim edilmesini istiyordu. Buna karşılık Mahmud, kardeşine Belh ve Horasan eyâletlerini bırakıyordu. Ancak İsmail, bu teklifi kabul etmedi. Bu sebeple Mahmud, işini kuvvete başvurarak sonuçlandırmaya karar verdi ve mücadele için hazırlandı. İki kardeş arasında, Mart 998 tarihinde savaş başladı. Mahmud'un kuvvetleri karşısında bütün gün savaşan İsmail'in ordusu, akşama doğru dağılarak kaçmaya başladı. Bu savaşla beraber Mahmud, Gazneliler tahtını da kazanmış oldu. İsmail de Gazne Kalesi'ne sığındı, fakat mukavemetin faydasızlığını anlayarak teslim oldu. Onun saltanatı yedi-sekiz ay sürmüştü. Mahmud onu bir kaleye hapsettirdi. İsmail burada hareketlerinde serbest bırakılmış ve mevkii ile uygun her türlü davranışı hoşgörüyle karşılanmıştı.9

1. Sultan Mahmud

Sebüktegin'in en büyük oğlu olan Mahmud, 2 Kasım 971 tarihinde doğmuştur. Mahmud'un annesi, Zâbulistan bölgesinde asil bir ailenin kızı idi. Bu sebeple şâirler, Mahmud'a zaman zaman "Mahmud-ı Zâbulî" olarak hitap etmişlerdir.10 Mahmud, daha gençlik yıllarında devlet idaresinde görev almaya başlamış, babasının yanı sıra katıldığı savaşlarda cesaret ve zekâsıyla kendisine göstermişti. O, bu başarı ve kazandığı tecrübeyle kendisine ilerde Gazneli tahtını sağlayacak ortamı hazırlamıştı.

A. Sultan Mahmud'un Sâmânîler ile Münâsebeti

Sultan Mahmud, kardeşi ile taht mücadelesi yaptığı sırada, Sâmânîler Horasan'ı işgal etmiş, II. Nûh'un ölümü üzerine de yerine oğlu Ebû'l-Hâris II. Mansûr (997-999) geçmişti. Yeni Sâmânî emîrinin ileri görüşlü bir kimse olmadığı anlaşılıyor. O, Mahmud'un ayrılmış olduğu Horasan'a kendi komutanlarından Beytüzün'ü sipehsâlâr tayin etmişti. Beytüzün de tayin sonucu Nişabur'a yerleşmişti. Halbuki o sırada Sâmâni Devleti'nin yaşaması Mahmud'un yardım ve desteğine bağlıydı.

Sultan Mahmud, Gazneliler tahtına çıktıktan sonra Belh şehrine gelerek II. Mansur'a tahttaki değişikliği ve babası gibi tâbi olduğu hükümdara hizmet edeceğini bildirmek ve bu sebepten eski ülkesi Horasan'daki haklarının tanınmasını sağlamak için Buhara'ya bir elçi gönderdi. Emîr II. Mansur, cevabında Mahmud'u tebrik ediyor; Belh, Tirmiz, Hirat ve Büst vilâyetlerinin Gazne'ye bağlı bulunduğuna dair ferman gönderiyor, ancak Beytüzün'ün idaresine verilmiş bulunan Horasan'ın iadesinin mümkün olmadığını bildiriyordu. Ayrıca II. Mansur, Buhara'ya gelen Mahmud'un elçisini kendisine vezir yapmak üzere kandırmış, bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Mahmud, Horasan'ı barış yoluyla alamayacağını anlayınca, kuvvet kullanmaya karar vererek Nişâbur'a yürüdü. Beytüzün, sultana karşı koyamayacağını anlayınca Nesâ ve Bâverd'e çekilerek Buhara'dan yardım istedi. Emîr II. Mansur ve Semerkand Valisi Fâik, ona yardıma geldiler ve Serahs civarında ordugâh kurdular. Mahmud onların yardıma geldiğini haber alınca, II. Mansur ile savaşmadan geri çekildi. Belki de o, Sâmânîlere son darbeyi vurmak istemiyordu. Ayrıca onun asıl maksadı, bu sırada Maveraünnehir'e el atmaya çalışan Karahanlılara fırsat vermemekti. Bu sebepten Mahmud, geri çekilerek durumun gelişmesini bekledi. Beytüzün Serahs'a yürüdü. O ve Fâik, Emîr II. Mansur'un kendilerinden ziyâde Mahmud'a güvenmesinden ve kendilerini ona teslim etmesinden korktular. Bunun sonucu olarak Emîr II. Mansur'u yakalayıp gözlerine mil çektiler (2 Şubat 999). Onun yerine henüz çok küçük yaşta bulunan Abdülmelik b. Nûh'u tahta geçirdiler. Böylece Sâmânî Devleti içinde iktidara, perde arkasında Fâik ve Beytüzün hâkim olmuştu.11

Artık Mahmud'u savaştan alıkoyacak bir sebep kalmamıştı. O Fâik ve Beytüzün'e karşı, kör edilen emîrin intikamını almak için harekete geçti. Fâik ve Beytüzün, onun yaklaşması üzerine Merv şehrine kaçtılar. Mahmud da onları takip etti ve Merv önünde karargâh kurdu. Burada iki taraf arasında başlayan barış görüşmeleri sonunda, eski şartlar üzerine bir anlaşma yapıldı. Mahmud bu anlaşmayla Beytüzün'ün Horasan'da kalmasına razı oluyordu. Mahmud, kan dökülmeden barış yapıldığı için sadaka olarak iki bin dinar dağıttı. Onun böyle bir barış yapmasında, rakiplerinin Ebu'l-Kâsım Simcûrî'nin kuvvetleriyle birleşmesinin ve sayıca üstünlüklerinin etkili olduğu anlaşılıyor. Ancak bu anlaşma çok kısa bir süre içinde bozuldu. Mahmud ordusuna hareket emrini verdi, fakat rakiplerinin ordusunda bulunan Ziyarîler hanedanından Dârâ b. Kâbûs komutasındaki bir grup askerin bu anlaşmayı kabul etmeyerek Mahmud'un kardeşi Nasr idaresindeki Gazneli artçı birliklere saldırması savaşın patlamasına sebep oldu.

Gazneli ordusu; Emîr Abdülmelik, Beytüzün, Fâik ve Ebu'l-Kâsım Simcûrî'nin birleşik kuvvetlerini 16 Mayıs 999 tarihindeki savaşta mağlup etti. Emîr Abdülmelik, savaş meydanından Buhara'ya çekildi. Beytüzün önce Nişâbur'a sonra da Cürcan'a, Ebu'l-Kâsım Simcûrî ise Kuhistan'a kaçtılar. Sultan Mahmud, Tus şehrini, komutanlarından Arslan Câzib'in idaresine bıraktı ve ona Beytüzün'ü takip etmesi için emir verdi. Ebu'l-Kâsım Simcûrî de Arslan Câzib karşısında tutunamayarak Tabes'e kaçmaya mecbur kaldı.

Sultan Mahmud böylece Horasan'ı ele geçirdi. O burayı ele geçirmekle, zengin ve parlak bir eyaletin sahibi olmuştu, kardeşi Nasr'ı oraya vali tayin etti. 12 Mahmud daha sonra Bağdat'a bir elçi göndererek Abdülmelik'e karşı olan galibiyetini Abbasî Halifesi el-Kâdir Billâh'a (991-1031) bildirdi. Sâmânîler tarafından halife olarak tanınmamış bulunan el-Kâdir, Mahmud'un elçisini memnuniyetle karşıladı. Halife ayrıca ona hil'at, taç ve bayrak ile birlikte, hâkim olduğu ülkelerin fermanını gönderdi. Yine Mahmud'a Velî Emîrü'l-Mü'minîn ile Yemînü'd-Devle ve Emîrü'l-Mille lâkaplarını verdi (Kasım 999). Sultan, gönderilenleri aldıktan sonra "İslâm dinine yardım etmek ve İslâm düşmanlarını söküp atmak maksadıyla her yıl Hindistan'a sefer yapmayı vaad etti".

Bu sırada Sâmânîlerin zayıf durumundan yararlanan Karahanlılardan Nasr b. Ali, Mâverâünnehr bilginlerini kendi tarafına çektikten sonra, mukavemet görmeksizin Buhara'ya girdi (23 Ekim 999). Daha sonra, Sâmânî sülâlesinin bütün mensuplarını Özkent'e gönderdi. Sâmânî Devleti'nin ortadan kalkmasıyla Mahmud, tam mânasıyla bağımsız bir hükümdar niteliğini kazanmış oldu ve halifenin gönderdiği hil'atleri ve tacı büyük bir merâsimle giydi. Bundan sonra da Gazneliler Devleti içinde Halife el-Kâdir adına hutbe okundu.13

B. Sistan Seferi

Saffârî hanedanından Halef b. Ahmed, Buğracuk'un idaresi altındaki Puşenc'i savunmasız bırakarak, İsmail ile mücadelesinde Mahmud'a yardıma gitmesinden yararlanmış ve oğlu Tâhir'i göndererek bu vilâyeti ve Kuhistan'ı işgal etmişti. Sultan Mahmud tahta çıktığı zaman Buğracuk'a yardımcı kuvvetler vererek onu, bu şehri geri almak için gönderdi. Tahir mağlup oldu ve kaçtı. Buğracuk ise zafer kazanmanın yanısıra fazla içkiden de sarhoş olmuştu, buna rağmen düşmanı takibe devam etti. Tahir onun bu durumundan yararlanarak geriye dönmüş ve Buğracuk'u tuzağa düşürerek öldürmüştü (998).

Sultan Mahmud, amcasının ölümüne sebep olmasından dolayı, Halef'i cezalandırmaya karar verdi ve bu maksatla Aralık 999 tarihinde büyük bir ordunun başında Sistan'a yürüdü. Halef, İspehbed Kalesi'ne çekilmiş, Mahmud da bu kaleyi kuşatmıştı. Ancak Halef'in yüzbin dînâr ödemeyi ve hutbeyi Mahmud adına okutmayı kabul etmesi üzerine, sultan barışa razı oldu ve anlaşma yaparak Gazne'ye döndü (1000).14

C. Hind Seferleri

Sultan Mahmud, Karahanlılar ile bir anlaşma yapıp kuzey cephesini emniyete aldıktan sonra, tahta çıkarken yaptığı yemine ve söze sâdık kalarak, Hint seferlerine başlamaya karar verdi. O daha önce de babasıyla Hindistan'a gitmişti. Hindistan seferlerinin en önemli sebebi ise, bu ülkede İslâm dinini yaymaktı. Ayrıca boş ve hareketsiz duran büyük bir orduyu çıkarabileceği isyan ve kargaşadan uzak tutmak için çarelerden biri de cihat idi. Bu bakımdan kalabalık Gazneliler ordusunu hareket hâlinde tutmak ve gaza yapmak da Hint seferlerinin sebeplerinden birisidir. Halk ve gönüllüler de ganimet getirdiği için bu seferleri desteklemekteydi.15

Sultan Mahmud, takriben Eylül 1000 tarihinde Birinci Hint Seferi'ne çıktı. O, Kabûl'un doğusunda Lamgan bölgesinde Hintlilerin elinde bulunan birkaç kaleyi zapt ettikten sonra Gazne'ye döndü.

Sultan Mahmud'un İkinci Hint Seferi, Vayhand Racası Caypal'a karşı olmuştur. O hazırlıklarını tamamladıktan sonra, Eylül 1001 tarihinde on beş bin atlı ile birlikte Gazne'den harekete geçti ve Peşâver yakınında ordugâh kurdu. İki tarafın kuvvetleri, 27 Kasım 1001 tarihinde Mahmud'un ordugâhı civarında karşılaştılar. Savaşı Gazneli ordusu kazanmış, Caypal, on beş kadar oğlu, torunu ve büyük komutanlarıyla esir düşmüştü. Sultan Mahmud'un eline bu savaştan sonra muazzam ganimet geçti. Caypal ise, elli fil ve iki yüz elli bin dînâr fidye karşılığında serbest bırakıldı. Bu zaferden sonra Hinduşahî hanedanının merkezi Vayhand (Und) şehrini zapt eden ve geri kalan kış aylarını burada geçiren Sultan Mahmud, büyük ganimet ve filler ile muazzam bir şekilde Gazne'ye geri döndü. Ayrıca o "Gâzî" lâkabını aldı (Nisan 1002). Caypal ise, o sıradaki Hint geleneklerine göre, Müslümanlara esareti sebebiyle halkın gözünden düşmüş ve bu nedenle kendisini ateşe atarak intihar etmiştir. Yerine oğlu Anandpal geçti (1002 yılı sonu).

Sultan Mahmud, 1004 yılının Ekim-Kasım aylarında Müslümanlar tarafından Bhâtiya (Bhatinda, Multân'ın doğusunda bugünkü Uch) bölgenin Racası Becî Rây'a karşı Üçüncü Hint Seferi'ne çıktı. Sultan, İkinci Hint Seferi'nde Becî Rây'ın kendisine yardım edeceğini ummuş, ancak bu düşüncesinden hüsrana uğrayınca onu cezalandırmak için Gazne'den ayrılmıştı. Sultan, İndus (Sind) Irmağı'nı Multan bölgesinden geçerek Bhâtiya önüne geldi. Becî Rây, Sultan Mahmud'un ordusuna mağlûp olup kaçmış, ancak daha sonra çaresiz kalarak esir düşmektense intihar etmişti. Sultan Mahmud bir süre orada kalarak Bhâtiya Racalığı'nın bütün bölgelerini itaat altına aldı. Bu bölgede mescitler ve minberler yaptırdı. Ayrıca sultan oraya İslâm'ın esaslarını öğretmek için âlimler tayin etti. Mahmud daha sonra Gazne'ye dönüş için harekete geçti. Ancak o Bhâtiya'da çok kalmıştı, bu yüzden dönüşü sırasında erken başlayan şiddetli yağmurlar yüzünden zorluklarla karşılaştı. Multan Hâkimi Ebu'l-Feth Dâvud'un ülkesinden geçerken dostça davranmaması Mahmud'un bu dönüşünü güçleştiren sebepler arasında idi. Sultan, tahminen Mayıs-Haziran 1005 tarihinde büyük bir zorlukla Gazne'ye dönebildi16.

Sultan Mahmud'un Hindistan'a yaptığı seferlerinin sebeplerinden biri de Sünnîliği koruma fikri idi. Multân o sıralarda Karmatî mezhebinde olan Ebu'l-Feth Dâvud'un idaresinde idi. Bu şahsın Bâtınî düşünceleri yayma gayreti Mahmud'un oraya bir sefer yapmasına sebep oldu. Bu Dördüncü Hint Seferi'nin sebeplerinden biri de bu emîrini Sultan Mahmud Bhâtiya bölgesinden dönerken Gazneli ordusuna karşı kötü davranışı idi. Sultan Mart-Nisan 1006 tarihinde Gazne'den harekete geçti. Mahmud bu sefer sırasında önce topraklarından geçiş izni vermeyen Pencap Racası Anandpal üzerine yürüyerek onu mağlûp etti. Sultan daha sonra Multân'a yürüdü. Ebu'l-Feth, şehri terk ederek İndus Nehri üzerindeki bir adaya kaçtı. Bir haftalık bir kuşatmadan sonra Multân'ı zapt etti ve buradaki Karmatîleri cezalandırdı. Sultan Mahmud Müslüman olan Nevasaşah adıyla meşhur Suhpal'i Multân ve civarının valiliğine getirdikten sonra Gazne'ye döndü.17

Sultanın kuzeyde Karahanlılar ile olan mücadelesinden yararlanan Multân Valisi Suhpal, Mahmud'a itaati reddederek tekrar Hindû dinine dönmüştü. Sultan Mahmud bu haberi Ocak 1008 tarihinde aldı. O kış mevsiminin şiddetine rağmen Beşinci Hint Seferi'ne çıkarak Multân'a yürüdü. Mahmud, bu şehir önünde gözüktüğü zaman, Suhpal mukavemete çalıştı ise de, başarılı olamayarak tutuklandı. Sultan, Multân ve çevresinin idaresini komutanlarından Tegin Hâzin'e bıraktıktan sonra Gazne'ye döndü.

Sultan Mahmud'un Altıncı Hint Seferi, Caypal'ın oğlu Anandpal'a karşı olmuştur. Anandpal Pencap bölgesinin gittikçe artan İslâm baskısı altında bulunması üzerine Kuzeybatı Hindistan'daki öteki racalardan yardım istemişti. Bu racalar da yaklaşan İslâm tehlikesini hissederek onunla anlaştılar ve ordu gönderdiler. Sultan Mahmud, Hintlilerin bu hareketinin haberini de kış ortasında almıştı, 31 Aralık 1008'de Gazne'den ayrıldı. O İndus Nehri'ni geçtikten sonra Hintliler ile Vayhand (Und) şehrinin karşısındaki ovada karşılaştı. İki taraf arasındaki savaşı zor da olsa Mahmud kazanmıştı. Bu savaşta Kuzey Hindistan'ın başlıca racalarının kuvvetlerinin ezilmesi, Pencap yolunun Müslüman-Türk orduları bakımından güvenini sağlamıştı. Sultan Mahmud savaş alanından kaçanları meşhur bir tapınağın bulunduğu sarp Nagarkot (Bhim Nagar) Kalesi'ne kadar takip etti. Gazneli ordusu üç günlük kuşatmadan sonra bu kaleyi de aldı (1009). Burada ele geçen ganimet son derece fazla idi. Sultan Mahmud bu kaleyi kendi adamlarının idaresine bıraktıktan sonra Gazne'ye döndü. Başkent Gazne'de ele geçirilen hazineler halka gösterildi (Ağustos-Eylül 1009).18

Sultan Mahmud, Ekim 1009 tarihinde büyük bir ticaret merkezi olan Narayan'a (Narayanpur) karşı yürüdü. Burasının racası mukavemete teşebbüs etti ise de, başarılı olamadı. Gazneli ordusu şehri ele geçirerek yağmaladı. Sultan Mahmud daha sonra Gazne'ye döndü. Narayan racası Gaznelilere karşı koyamayacağını anlayarak sultan ile barış yapmak istedi. Sultan Mahmud'un onun teklifini kabul etmesi üzerine iki taraf arasında anlaşma sağlandı. Bu barış Horasan ile Hindistan arasındaki yolların tüccarlara açılmasını ve ticaretin hız kazanmasına zemin hazırladı.19

Sultan Mahmud, yarım kalan Multân fetih hareketini tamamlamak için Ekim 1010 tarihinde Sekizinci Hint Seferi'ne çıktı. O bu seferinde hiçbir zorlukla karşılaşmayarak Multân'ı bütünüyle itaat altına aldı. Buradaki Karmatîlere ağır bir darbe indirildi. Mahmud, orada devamlı karışıklıklar çıkaran Ebu'l-Feth Dâvud'u yakalayarak beraberinde Gazne'ye getirdi.

Sultan Mahmud, Nandana'ya (Naradîn, bugünkü Salt Range bölgesinde) Dokuzuncu Hint Seferi'ni yaptı. Buranın racası Triloçanpal idi. Fakat esas idareye hâkim olan oğlu Bidar (Korkusuz) Bhimpal faal bir siyaset izleyerek Sultan Mahmud'a tâbi olmayı reddetmişti. Sultan, Mart 1014 tarihinde iyi hazırlanmış bir orduyla Nandana'ya yürüdü. Triloçanpal, Sultan Mahmud'un harekete geçtiğini haber aldığı zaman Nandana Kalesi'nin idaresini oğluna bırakarak yardım istemek üzere Keşmîr racasının yanına gitti. Bhimpal, Gazneli ordusu karşısında önce dar bir boğazda mevzilendi ise de, daha sonra Nandana Kalesi'ne çekilmek zorunda kaldı. Gazneli ordusu bu kaleyi kuşattı, kalenin duvarları altında kazılan lâğımlar ve özellikle keskin Türkmen nişancılarının okları karşısında kaledekiler kayıtsız şartsız teslim oldular. Sultan Mahmud, buradan Keşmîr'e doğru ilerledi ve önce Keşmîr kuvvetleri komutanı Tunga sonra da Triloçanpal'ı mağlup etti. Onun bu zaferinin Hindistan'daki yankıları büyük oldu ve en uzak yerlere kadar yayıldı. Bu ülkelerin sakinlerinden bir kısmı İslâm dinini kabul ettiler. Mahmud, Temmuz-Ağustos 1014 tarihinde Gazne'ye döndü.20

Sultan Mahmud, Hindistan'daki en önemli seferlerinden birisini Delhi'nin 150 km. kadar kuzeyinde bulunan Thanesar şehrine yapmıştır. Hintlilerce mukaddes bilinen bu şehirde birçok tapınak ve put vardı. Bu putlar arasında en meşhuru "Çakrasvamî" adında büyük bir put idi. Ayrıca Thanesar racası da Müslümanlara karşı direnmekteydi. Sultan Mahmud, hem o putu kırarak Hinduların mâneviyatını sarsmak hem de bu şehirde bulunan hazine ve filleri ele geçirmek için Ekim-Kasım 1014 tarihinde Onuncu Hint Seferi için Thanesar üzerine yürüdü. Buranın racası sultanın yaklaşması üzerine şehri terk etmişti. Mahmud herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan Thanesar şehrine girdi. Buradaki putlar kırıldı, ancak en meşhuru olan Çakrasvamî Gazne'ye götürülerek halka gösterildi.21

Sultan Mahmud, 1015 yılı sonlarına doğru On birinci Hint Seferi'ne çıktı. O Nandana Seferi sırasında Triloçanpal'a yardım etmiş bulunan Keşmîr racasını cezalandırmak istiyordu. Mahmud, Keşmîr yolu üzerinde önce zapt edilmez olarak meşhur Lokhot (bugünkü Boharin) Kalesi'ni kuşattı. Ancak Gazneli ordusu kış yüzünden bir ay sonra kuşatmayı kaldırmak ve çekilmek zorunda kaldı.

Sultan Mahmud'un on ikinci seferi zengin ve bayındır bir ülke olan Kanavc'a karşı idi. Sultan bu sefer için 27 Eylül 1018 tarihinde Gazne'den ayrıldı. Büst'te bulunduğu sırada Türkistan'dan gelen yirmi bin kişilik bir gönüllü grubunun katılmasıyla ordusu daha da kalabalıklaşmıştı. Hint dünyası Sultan Mahmud'dan o kadar yılmıştı ki, onun şöhreti kendisinden önce gitmekte ve birçok yerlerde fetihlerin daha kolay olmasını sağlamaktaydı. Nitekim bu seferinde de ona karşı önemli bir direnme olmamış ve başarılar birbirini takip etmişti. Sultan Mahmud Cumne Nehri'ni geçerek önce Agra'nın 170 km. kadar doğusunda bulunan Sirsava Kalesi'ni ele geçirdi, sonra da Beren'e (veya bugünkü Bülendşehr) yürüdü. Buranın Racası Hardat itaatini bildirdi ve onunla beraber on bin taraftarı İslâm dinini kabul ettiler. Cumne Nehri kenarındaki Mahaban Kalesi Racası Kulçend (Kul Çandra) ise Gazneli ordusu karşısında mağlup oldu. O esir olmaktansa ölümü seçti, önce karısını öldürdü, sonra da intihar etti.

Sultan Mahmud böylece Cumne ile Ganj Nehirleri arasındaki ülkeleri zapt ettikten sonra, Delhi ile Agra yolunun ortasında bir yerde bulunan Mathura (Muttra) şehri üzerine yürüdü. Burası da mukaddes Hint şehirlerinden biri idi. Sultanın yaklaşması üzerine Mathura'daki garnizon direnmeden teslim oldu. Mahmud daha sonra asıl hedefi olan Kanavc şehrine yürüyerek 20 Aralık 1018'de oraya ulaştı ve bir günde Kanavc Kalesi'ni aldı. Buradaki hazinelere el konuldu. Gazneli ordusu dönüş sırasında etraftaki bazı kaleleri de ele geçirmişti. Ayrıca Şarva Racası Candar Rây da mukavemete hazırlandı ise de bir başarı sağlayamayarak mağlûp oldu. Sultan Mahmud bu seferden rivayete göre tahminen üç milyon dirhem para, elli beş bin esir ve üç yüz elli fil ganimet ile Gazne'ye döndü. Gazne'nin ünlü Ulu Câmii, Kanavc'dan alınan ganimetler ile yapılmıştır.22

Sultan Mahmud Kanavc Seferi'nden döndükten sonra Kalincar Racası Ganda ortalığın karışmasına sebep olmuştu. Sultan Mahmud bu olayı haber aldığı zaman zorunlu bir yürüyüş ile Hindistan'a girdi. Onun On üçüncü Hint Seferi'nin gayesi Ganda ve müttefiklerini itaat altına almaktı. Sultanın harekete geçtiğini duyan Anandpal'ın oğlu Triloçanpal güneye doğru yürüyerek Ganda ile birleşmek istedi. Mahmud önce Triloçanpal'ın Ganda kuvvetleriyle birleşmesini önlemeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Sultan onu Ramga (veya Ruhut) Irmağı kenarında yakaladı ve mağlûp etti. Triloçanpal savaşta yaralanmış ve kaçmaya çalışırken kendi adamları tarafından öldürülmüştü. Öte taraftan müttefiklerin reisi Kalincar Racası Ganda rivayete göre; yüz kırk beş bin yaya, otuz beş bin atlı ve altı yüz kırk filden oluşan ordusuyla Sultan Mahmud'un askerlerine doğru ilerledi. İki ordu tam mânâsıyla savaşa girmeden önce, gece yapılan bir öncü çatışmasını Gaznelilerin kazanması Ganda'nın ürkmesine ve gece karanlığında kaçmasına sebep oldu. Sultan Mahmud bu galibiyetten sonra Gazne'ye döndü.23

Sultan Mahmud On dördüncü Hint Seferi'ni daha önce ele geçiremediği Keşmîr üzerine yaptı. O, Eylül-Ekim 1021 tarihinde Gazne'den ayrıldı. Fakat bundan önceki Keşmîr Seferi'nde olduğu gibi, kışın şiddetle bastırması sebebiyle, Lokhot Kalesi'nin zaptı bu kez de mümkün olmadı.

Daha önce Kalincar Racası Ganda mağlûp edilmişse de, kesin olarak itaat altına alınamamıştı. Bu sebepten Sultan Mahmud 1022 yılında Ganda'ya karşı harekete geçti ve önce ona bağlı olan Gvalior Racası Arcan'ın üzerine yürüdü. Gvalior (Gwalior) kayalar üzerinde inşa edilmiş, zapt edilmesi güç bir kale idi. Gazneli ordusu kaleyi kuşattığı zaman, Gvalior racası mukavemet edemeyeceğini anlayarak sultana tâbi olmak ve otuz beş fil vermek şartıyla barış teklifinde bulundu. Sultanın bu teklifi kabul etmesiyle iki taraf anlaştı. Gazneli ordusu bundan sonra Kalincar üzerine yürüdü. Bu şehir de çok sarp kayalar üzerine inşa edilmişti. Sultan Mahmud bu kaleyi kuşatarak öteki yerlere olan bağlantılarını kesti. Ganda da yıllık haraç, hediyeler ve üç yüz fil karşılığında barış istedi. Sultan bu şartları kabul ederek kuşatmayı kaldırdı. Ganda ayrıca Mahmud'u öven bir şiir yazarak göndermişti. Sultan bu şiiri çok beğendi ve ona on beş kalenin idaresini vererek Mart-Nisan 1023 tarihinde Gazne'ye döndü.24

Sultan Mahmud'un Hindistan'a yaptığı en önemli ve meşhur seferlerden biri, on altıncısı olan Somnat, Hindistan'ın batı sahilinde Kathiavar Yarımadası'nda bir şehirdi. Bu şehirde kendisine tapılan Şiva'ya ait kutsal bir putla, bir tapınak bulunmaktaydı. Orayı ziyarete gelen binlerce insan en kıymetli mücevherlerini bu meşhur puta sunarlardı. Hintlilerin inanışına göre, Somnat'taki put, Hint ülkelerindeki öteki putların en kudretlisi idi. Sultan Mahmud bunu işittiği zaman, bu sapık inançla beraber o putu da yıkmaya karar verdi. Bu sayede Hintliler arasında İslâm dininin yayılması hareketi de çabuklaşmış olacaktı. Sultan Mahmud otuz bin atlı ve yüzlerce gönüllüden oluşan ordusuyla 18 Ekim 1025 tarihinde Gazne'den harekete geçti. Multân'da Gazneli ordusunun geçeceği Büyük Tar (Thar) Çölü için hazırlıklarda bulunuldu. Tar Çölü'nde önemli ilk durak Lodorva Kalesi idi, Gazneli ordusu bu kaleyi aldıktan sonra ilerlemeye devam etti. Bir aylık bir yürüyüşten sonra çöl geçildi. Nihayet 6 Ocak 1026 tarihinde sultan ve ordusu Somnat'a ulaştı ve şehri kuşattı. Kaledeki garnizon;

Brahmanlar ve gönüllüler tarafından takviye edilmişti. Bunlar, Sultan Mahmud'un ordusuna karşı cesaretle direndilerse de, başarılı olamadılar. Gazneli ordusu 8 Ocak'ta Somnat'ı zapt etti. Sultan, meşhur tapınağa girdi ve müezzine tapınağın üzerine çıkarak ezan okumasını emretti. Tapınaktaki putların hepsini kırıp yok ettiler. O taştan büyük putu dört parçaya ayırdılar. Bu parçalardan ikisi Gazne'deki Ulu Câmi ve Sultan Sarayının kapıları önüne konulmuş, ötekisi de Mekke ve Medine'ye gönderilmişti. Bir tarihçiye göre, ganimetten sultanın payına düşen beşte bir malın değeri yirmi milyon dînâr idi.

Mahmud, Somnat'ta on beş günden fazla kalmadı. Gazneli ordusunun dönüşünde rivâyete göre; deve, katır, at gibi iki yüz bin yük hayvanı bu zengin ganimetleri taşımakta idi. Sultan, bu ağır yüklere rağmen yine de fetihlerde bulunmaktan geri kalmadı. Karmatî olan Mansûre hâkimi Hafif, sultanın önünden kaçtı. Sultan, İndus nehri boyunca Multân'a doğru yürüyüşüne devam etti. Fakat bu bölgenin yerli halkı Catlar sürekli saldırılarla Gazneli ordusuna ağır kayıplar verdirdiler. Sultan Mahmud uzun ve yorucu bir yürüyüşten sonra Gazne'ye ulaştı (2 Nisan 1026). Onun Somnat seferi ve zafer kazanması haberi İslâm dünyasında büyük sevinç ve heyecan yarattı.25

Sultan Mahmûd son ve On yedinci Hint Seferi'ni Somnât dönüşü sırasında ordusuna saldıran Catları cezalandırmak için yaptı. Ordusunu hazırladıktan sonra Multân'a doğru ilerledi (Mart 1027). İndus Nehri'nin iki yakasına hâkim bulunan Catlar ile yapılan savaşta Sultan Mahmud'un intikamı müthiş oldu ve Catlar kesin bir mağlubiyete uğratıldı. Sultan Hint kuvvetlerinin başına Ahmed b. Yınal-tegin'i tayin ettikten sonra Gazne'ye döndü (Haziran-Temmuz 1027). Mahmud bu meşhur seferler ile Hint ülkesinde yüzyıllarca sürecek olan Türk hâkimiyetinin temellerini atmıştı.26

Sultan Mahmud Devri'nde Diğer Olaylar

A. Sistan'ın Zaptı

Saffârî Emîri Halef, kısa bir süre sonra, oğlu Tâhir ile anlaşmazlığa düşmüş ve onu bir hile ile ele geçirmeye ve öldürmeye muvaffak olmuştu (1002). Halef'in oğluna karşı zalimce davranışı onun etrafındakiler arasında bir korku ve nefret havası estirmişti. Bu sebepten Tâhir b. Zeyd başkanlığındaki emîrler ve komutanlar Sultan Mahmud'u kendi hükümdarları olması için Sistan'a davet ettiler.

Sultan Mahmud için bu kaçırılmaz bir fırsattı. Nitekim derhal Sistan'a yürüdü (Kasım 1002). Halef onun hareketini haber aldığı zaman, etrafı derin ve geniş bir hendekle çevrili müstahkem Tâk Kalesi'ne çekildi. Sultan bu kaleyi kuşattı. Kaleyi savunanlar Gazneli ordusuna karşı cesurca savaştılar. Fakat Halef, Gazneli ordusundaki fillerin ayakları altında kendi adamlarının ezilişini gördüğü zaman, sultana itaatini bildirerek kaleyi teslim etti (21 Aralık 1002). Halef, Mahmud'un huzuruna getirildiği zaman, pahalı hediyeler ve değerli inciler takdim etti. Sultan Mahmud, onun hayatını bağışladığı gibi, bütün servetini muhafaza etmesine izin verdi ve arzusu üzerine Cuzcân'a gönderdi.

Sultan Mahmud, bir süre sonra Sistanlıların Halef'in kız tarafından torunu olan Ebû Bekr Abdullah idaresinde kendisine karşı ayaklandıklarını haber alarak derhal bölgeye yürüdü. Mahmud, 393 yılı Kurban Bayramı'nda (10-11 Ekim 1003) Halefâbâd'a geldi. Âsîler onun geldiğini öğrendikleri zaman müstahkem Erk Kalesi'ne kapandılar. Sultan ve ordusu kaleyi kuşattı. Gazneli askerler âsîlerin birçoğunu yakaladılar ve bir kısmını da öldürdüler. Böylece Sistan tekrar Gazneliler tarafından itaat altına alınmış oldu. Sultan bu bölgeyi kardeşi Nasr'ın idaresine bırakarak, Gazne'ye dönmek üzere harekete geçti (1004 kışı).27

B. Şehzâde İsmail B. Nûh'un Sâmânî Devleti'ni İhyâ Teşebbüsü

Karahanlılardan Nasr b. Ali, 999 yılında Sâmânîlerin başkenti Buhara'ya girmiş ve bu hanedanın bütün mensuplarını Özkent'e götürmüştü. Sâmânî hânedanı mensuplarından Ebû İbrahim İsmail b. Nûh bir süre sonra tutuklu olduğu yerden kaçarak atalarının devletini yeniden kurmak için teşebbüse geçti. O "Muntasır" lâkabını alarak önce Hârezm'e gitti. Burada hâlâ Sâmânîlere sâdık olarak yaşayan birçok soylular ona katıldılar. İsmail el-Muntasır, Karahanlıların Buhara Valisi Cafer Tegin'i şehirden çıkartmaya ve esir almaya muvaffak olmuştu.

Öte taraftan İsmail'in Sultan Mahmud ve kardeşi Nasr ile mücadelesi önceleri başarılı gibi göründüyse de, çok geçmeden bu cephede de hüsrana uğradı. Ancak İsmail el-Muntasır'ın bütün bu yenilgi ve talihsizliğine rağmen devletini diriltme mücadelesini kolay bırakacak bir şahıs olmadığı anlaşılıyor. Nitekim o daha sonra Serahs'ı ele geçirmişti. Mahmud'un kardeşi Nasr, bu şehir civarında yapılan savaşta onu tekrar mağlup etti ve aralarında Ebu'l-Kâsım Simcurî de olmak üzere onun birçok kumandanlarını esir ederek Gazne'ye gönderdi (Ocak-Şubat 1002). İsmail el-Muntasır, bu yenilgiden sonra Oğuzların yanına sığındı ve onlardan yardım istedi. Onun yanına sığınmış olduğu Oğuzlar artık Selçuklu ailesinin idaresinde idi. İsmail, Oğuzların yardımıyla Karahanlılar ile birkaç kez savaştı ise de neticede mağlûp oldu. İsmail, kurtuluşu kaçmakta bulmuş ve Ceyhun Nehri'ni geçerek Horasan'a girmişti.

Fakat sürekli savaşmaktan ve dolaşmaktan usanmış olan askerleri zamanla onu terk ettiler. Böylece yanında sadece sekiz kişi kalan İsmail, Karahanlıların takibinden kurtulmak için Merv civarındaki çöle girdi ve İbn Buheyc'in reisi bulunduğu kabileye sığındı. Fakat yanına sığınmış olduğu İbn Buheyc, onu öldürdü28 (Ocak 1005). Bu suretle hanedanını diriltmeye çalışan son temsilcisinin ölümü üzerine Sâmânîler Devleti tarihten silinmiş oluyordu.

c. Sultan Mahmud ve Karahanlılar

Karahanlı Hükümdarı Nasrı b. Ali, Buhara'yı zapt ettikten sonra Sultan Mahmud ile birbirlerine dostluk mesajları gönderdiler. Daha sonra iki devlet arasında Ceyhun Nehri'nin hudut olması kabul edildi. Ayrıca aradaki dostluğu kuvvetlendirmek için de Sultan Mahmud, Nasr'ın kızı ile evlendi (1001).

Ancak Karahanlı Nasr ile Sultan Mahmud arasındaki bu dostluk kısa bir süre sonra sona erdi. Çünkü Nasr b. Ali, Sâmânîlerin bütün mirasına konmak istiyor ve Horasan'ı ele geçirmek için de fırsat bekliyordu. Sultan Mahmud'un Multân üzerine gitmesiyle bu fırsat kendiliğinden ortaya çıkmış oldu (396/1005-1006). Nasr b. Ali, Sultanın Hindistan'da bulunmasından yararlanarak iki koldan Horasan'a kuvvet gönderdi. Karahanlı kuvvetleri, Belh ve Nişâbur'u ele geçirdiler. Gazneliler komutanı Arslan Câzib, bu durumda Karahanlılar önünden çekilmiş ve Gazne'ye giden yolları tahkim ettirmişti.

Sultan Mahmud, bu durumu öğrendiği zaman Multân'ın uzak bölgelerinin itaat altına alınmasını komutanlarına bırakarak sür'atle Gazne'ye döndü. Ordusunu Halaçlar ve Afganlar ile takviye etti. Sultan Mahmud, 397 yılı başında (Eylül-Ekim 1006) Karahanlı kuvvetlerini Horasan'dan uzaklaştırmış oluyordu.

Fakat Nasr b. Ali, kolay kolay Horasan'dan vazgeçmek niyetinde değildi. Bu sebeple Karahanlılardan Hotan hâkimi olan Yusuf Kadır Hân'dan yardım istedi. Tahminen kırk-elli bin kişi civarında bulunan birleşik Karahanlı kuvvetleri, Sultan Mahmud idaresindeki Gazneli ordusuyla Belh'e yirmi km. kadar mesafedeki Katar (Keter) Ovası'nda karşılaştı (5 Ocak 1008). Bu savaşta Nasr b. Ali kahramanca döğüştü ve hattâ galibiyet ibresini kendi lehine çevirmek üzereydi. Fakat bizzat Mahmud'un Karahanlı ordusunun merkezine yönelttiği başarılı hücumlar, diğer Gazneli komutanların da maneviyatını yükseltmişti. Onlar da idareleri altındaki birliklerle şiddetle Karahanlılar üzerine saldırdılar. Bu savaşta Karahanlı ordusunu çökerten sebeplerden birisi de Sultan Mahmud'un ordusunun önünde bulunan beş yüz fil olmuştu. Maneviyatları bozulan Karahanlılar, artık yenilmiş ve kaçmaya başlamışlardı. Onların pek çoğu esir alındı veya öldürüldü. Hindistan'da Suhpal'in isyanı Sultan Mahmud'un daha ileriye gitmesi engellemişti. Bu yüzden derhal Gazne'ye döndü. Bu aynı zamanda Karahanlıların Horasan'ı ele geçirmek için yaptıkları son büyük teşebbüs olmuştu.

İlig Han Nasr b. Ali, bu yenilgi üzerine ülkesine çekilmesine rağmen yine de Mahmud ile mücadele için kendisine müttefik arıyordu. Nitekim bu maksatla kardeşi Büyük Kağan Togan Han Ahmed ve Yusuf Kadir Han'a müracaatta bulunmuştu. Ancak diğer taraftan o, bağımsızlığını da ilân etmek istiyordu. Bu sebepten Ahmed, kardeşi Nasr'a karşı Sultan Mahmud ile bir dostluk anlaşması yaptı. Buna çok kızan Nasr b. Ali'nin; kardeşinin ülkesi Kaşgar'a sefer teşebbüsü, şiddetli kış yüzünden sonuç vermemişti (402/1011-1012). Bundan sonra iki kardeş, aralarındaki anlaşmazlığı çözmesi için Sultan Mahmud'a elçiler gönderdiler. Gazneli Mahmud, iki kardeş arasında aracı olmakla beraber onların elçilerini kabul ettiği sırada kuvvet ve kudretini göstermekten de geri kalmadı.

İlig Han Nasr b. Ali, 403 (1012-1013) yılında öldü, onun yerine Ebû Mansûr Arslan Han geçti. O, Sultan Mahmud ile iyi komşuluk münasebetlerini devam ettirmek isteyerek bir anlaşma yaptı. Diğer taraftan Sultan Mahmud, Karahanlıların iç mücadelelerinden ve kendisine hakemlik başvurularından yararlanmak istedi. Nitekim, Halife el-Kâdir Billâh'tan bir Karahanlı şehri olan Semerkand'ın kendisine bağışlanması hususunda bir ferman istemiş, fakat, onun bu arzusunu şiddetle reddetmişti (404/1013­1014).

Ancak Karahanlılar arasındaki saltanat mücadelesi bitmiyordu. Yusuf Kadir Han, Mansûr'un büyük kağanlığını tanımayarak taht üzerinde hak iddia edip Sultan Mahmud'dan yardım istedi. Sultan Mahmud, Yusuf Kadir Han'a yardım etmek için sefere çıktı ve Ceyhun Nehri'ni geçti. Ancak daha ileriye gitmeden geri döndü. Bir gösterişten ileriye gitmeyen bu seferden de anlaşıldığına göre sultan, Hindistan ile meşgul olduğu bir sırada Karahanlıların birbirleri ile uğraşmalarını daha uygun bulmuştu. Yusuf Kadir Han, onun bu davranışından dolayı hayal kırıklığına uğramış, bu sebepten Mansûr ile müzakerelere girişerek onunla anlaşmıştı. Her iki Karahanlı hükümdarı, ordularını birleştirerek Mahmud'a karşı harekete geçtiler ve Horasan'a yürüdüler. Sultan Mahmud, bu birleşik Karahanlı ordusunu Belh civarında yenerek Mâverâünnehr'e geri döndü (410/1019-1020). Bu durumda Yusuf Kadir Han, yeniden Mahmud ile anlaşmayı tercih etti.

Öte taraftan Yusuf'un kardeşi Ali Tegin, 411'de (1020-1021) Buhara'yı ele geçirdi. Ali Tegin, ölümüne kadar Gazneliler'in Orta Asya'daki isteklerine inatla karşı koymuştu. Ancak Büyük Kağan Mansûr'un hükümdarlıktan vazgeçerek yerini Yusuf Kadır Han'a bırakması, yeni olaylara sebep oldu (415/1024-1025). Yusuf Kadır Han'a kardeşleri Ali Tegin ve Ahmed karşı çıktılar. Bu durumda Yusuf Kadır Han, Sultan Mahmud ile anlaşmak istedi. Sultan Mahmud, yeni komşusu Ali Tegin'e güvenmediğinden bu anlaşma kolaylıkla olmuştu. Sultan, ikinci kez Ceyhun Nehri'ni geçti ve Semerkand yakınlarına kadar ilerledi. Onun ikinci kez Mâverâünnehr'i geçmesinin başka bir sebebi de bölge halkının, Ali Tegin'in zulmünden kendisine şikâyette bulunmaları idi. Sultan Mahmud ve Yusuf Kadır Han, Semerkand civarında buluştular (Mart-Nisan 1025).

Bu iki hükümdarın görüşmesinde önemli kararlar alındı. Bu kararlara göre; Ali Tegin'in hâkim olduğu yerler, Yusuf Kadır Han'ın ikinci oğlu Yığan (Boğa) Tegin Muhammed'e verilecek ve iki hanedan arasında evlenme yoluyla akrabalık tesis edilecekti. Ayrıca Sultan Mahmud, Ali Tegin'in müttefiki olan Arslan Yabgu'yu Mâverâünnehr ve Türkistan'dan uzaklaştıracaktı.

Sultan Mahmud, önce Arslan Yabgu'ya karşı harekete geçti. Arslan Yabgu, sultanın geldiğini duyunca çöle kaçmıştı. Sultan Mahmud, bir elçiyle ona haber gönderdi ve kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi.

Semerkand civarındaki ordugâhtaki ziyafet meclisinde yapılan mülâkattan sonra, sultan onun önemli bir kuvvete sahip olduğunu anlamıştı. Mahmud, kendi ülkesine gelebilecek zararları önlemek için Yabgu'yu hileyle tutuklayarak Hindistan'da, Keşmîr'e giden geçitte bulunan Kalincar Kalesi'ne hapsettirdi. Arslan Yabgu, ölüm tarihi olan 1032 yılına kadar o kalede kalmıştı.

Öte taraftan Ali Tegin de sultanın hareketini öğrendiği zaman Semerkand ve Buhara'yı terk ederek çöle kaçmıştı. Ancak bu başarıya rağmen Sultan Mahmud, müttefiki Yusuf Kadır Han'ın çıkarını düşünmeden Belh üzerinden Gazne'ye döndü. Onun yine de Ali Tegin'i bütünüyle ortadan kaldırmayı düşünmediği sürekli bir Karahanlı saltanat mücadelesini tercih ettiği anlaşılıyor. Nitekim sultanın Somnat Seferi hazırlıkları için Mâverâünnehr'den ayrılmasından hemen sonra, Ali Tegin geri döndü. O Yusuf Kadır Han'ı mağlup ederek tekrar Semerkant ve Buhara'ya hâkim oldu. Bu fırsattan yararlanan Mahmud ise Huttal, Çaganiyan, Kubadiyan ve Tirmiz gibi şehirleri Gazneli Devleti'ne daha sıkı bağlamaya çalıştı. Bu suretle Sultan Mahmud, eski Sâmânî Devleti'nin mirasını içine alan topraklara bütünüyle hâkim oluyordu. Ancak daha sonra Yusuf Kadır Han ve oğullarının talihleri açılmıştı. Onlar önce Özkent'i sonra da Balasagun'u ele geçirdiler (1026-1027).

Sultan Mahmud, Somnat Seferi'nden döndükten sonra (1026), Yusuf Kadır Han ile görüşmek için fakih Ebû Bekr Husayrî'yi Merv'e gönderdi. Daha sonra da yardım için bir Gazneli ordusu gönderilmiş olduğu anlaşılıyor. Neticede Ali Tegin mağlup olmuş ve Sultan Mahmud ile bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmaya göre, Ali Tegin'in Mâverâünnehr'deki hükümdarlığı tanınıyordu. Yusuf Kadır Han ise Sultan Mahmud ile arasındaki dostça ilişkileri devam ettirdi.29

D. Hârezm'in Zaptı

Öte taraftan Sultan Mahmud her fırsatta Hârezm'i itaat altına almaya çalışmaktaydı. Buranın hâkimi Me'mûnîlerden Ebu'l-Abbas Me'mûn, sultanın kızkardeşi Hurrey-i Huttalî (veya Hurrey-i Kalçı) ile evlenmişse de Mahmud'dan korkmakta ve bu sebeple Gaznelilere karşı Karahanlılar ile ittifak yapmak istemekteydi. Fakat Karahanlılar, onunla görüşmelerde bulunmakla beraber bir askerî anlaşma yapmaya yanaşmıyorlar, daha çok Gazneliler ile onun arasında aracı olmayı tercih ediyorlardı. Me'mûn, bu aracılık teklifini kabul etti. Mahmud ise 1016-1017 kışında Karahanlılara elçi göndererek Hârezmşâh ile anlaşmazlığı olmadığını nazikâne bir şekilde bildirmişti. Ancak sultan, Me'mûn'a da bir mektup göndermiş ve Hârezmşâh'ı tehdit etmişti. Nihayet Karahanlıların aracılığı ile Sultan Mahmud ile Hârezmşâh arasında bir barış yapıldı. Bu barışa göre; Hârezmşâh, Sultan Mahmud'a tâbi olacaktı. Ebu'l-Abbas Me'mûn, Nesâ, Ferâve şehirlerinde hutbeyi sultan adına okuttu. Mahmud, buna memnun olarak Gazne'ye döndü. Öte taraftan hutbenin Sultan Mahmud adına okunmaya başlanması, Hârezm ordusu komutanları arasında bir anlaşmazlığa yol açmıştı. Hutbenin okunmasını istemeyenler bu durumun ülkenin itibarına gölge düşürdüğünü ileri sürdüler. Bu komutanlar arasında Buharalı Alptegin ve arkadaşları Me'mûn'u öldürerek (17 Mart 1017) yerine on yedi yaşındaki yeğeni Ebu'l-Hâris Muhammed b. Ali'yi geçirdiler. Bu sırada Karahanlılar arasında da bir saltanat mücadelesi başgöstermişti. Sultan Mahmud ise Karahanlıların bu iç mücadelesinden ve Yusuf Kadır Han'ın yardım istemesinden yararlanarak görünüşte eniştesi Me'mûn'un intikamını, hakikatte ise Hârezm'i almak için harekete geçmek istiyordu. Nitekim bu maksatla önce Hârezm'e bir elçi yollanarak Me'mûn'u öldürmüş olanların gönderilmesi ve hutbenin tekrar Mahmud adına okunması istendi. Hârezm'deki isyana önderlik edenler, sultanın kızkardeşi Hurrey-i Kalçı'yı geri gönderdiler, hattâ beş-altı kişiyi Me'mûn'un katilleri olarak yakaladılar. Ancak Sultan Mahmud'a itaat ve hutbeyi onun adına okutmak hususunda harekete geçmediler. Mahmud'un; Alptegin ve öteki önderleri, öldürülmek üzere kendisine teslimini istemesi, iki taraf arasında bir savaşı kaçınılmaz kılmıştı. İlk öncü savaşında; Hârezmliler, Gazneli öncülere ağır kayıplar verdirdiler. Fakat sultan zamanında yetişerek Gazneli öncü birliklerini bütünüyle yok olmaktan kurtardı. Nihayet 3 Temmuz 1017 tarihinde yapılan savaşta, Sultan Mahmud'un ordusu, Alptegin komutasındaki Hârezm ordusunu yenerek bu bölgenin başkenti Gürgenç'e girdi. Mahmud, bu suretle Hârezm bölgesine hâkim oldu ve buradaki Me'mûnîler hanedanına son verdi. Karahanlılar kendi iç mücadelelerinden dolayı bu durumu kabul etmek zorunda kaldılar. Sultan Mahmud, Hârezm'i Hâcib Altuntaş'ın idaresine vererek Gazne'ye döndü.30

E. Sultan Mahmud ve Oğuzlar

Arslan Yabgu'nun tutuklanmasına; Selçukluların bu sırada aralarında bir birlik bulunmaması ve Mahmud'a karşı koyacak kadar kuvvetli olmamalarından tepki gösteremedikleri anlaşılıyor. Buna karşılık Arslan Yabgu'ya bağlı dört bin çadırlık bir Oğuz grubunun ileri gelenleri, Sultan Mahmud'a, Selçuklulardan zulüm görmekte olduklarını ve Mâverâünnehr'de geçim darlığı içinde bulunduklarını bildirerek, Horasan'a geçmelerine müsaade edilmesini rica ettiler. Bir rivâyete göre de, onların Mâverâünnehr'den ayrılmalarına Selçuklu ailesi içindeki önderlik mücadelesi sebep olmuştu. Sultan Mahmud, onlardan özellikle askerî kuvvet olarak faydalanabileceğini düşünerek Tûs Valisi Arslan Câzib'in muhalefetine rağmen, Oğuzların Ceyhun Nehri'ni geçmelerine müsaade etti. Başlarında Yağmur, Buka, Göktaş ve Kızıl Beylerin bulunduğu bu Oğuz grubu, Serahs, Ebiverd ve Ferâve sahralarında yerleştiler. Arslan Câzib, Mahmûd'a ok atmamaları için onların başparmaklarının kesilmesini yahut da Ceyhun Nehri'ne atılmaları tavsiyesinde bulunmuştu. Sultan onun bu sözlerine hayret etmiş ve: "Sen merhametsiz, katı yürekli bir adam imişsin" cevabını vermişti.

Ancak olaylar Arslan Câzib'e hak verdirecek şekilde gelişti. Oğuzlar (Türkmenler) yerli halkı sıkıntıya düşürmeye başladılar. Nitekim 1028 yılı başında Nesâ, Bâverd ve Ferâve halkı Türkmenlerden Sultan Mahmud'a şikâyette bulundular. Sultan, Arslan Câzib'i Türkmenler üzerine gönderdi. Fakat Arslan Câzib birkaç kez Türkmenler ile karşılaştı ise de, bu mücadelede başarı kazanamadı. Halkın devam eden şikâyetleri üzerine Mahmud, Arslan Câzib'i beceriksizlikle itham etti. Arslan Câzib, bu hakikati kabul etti ve verdiği cevapta; Türkmenlerin bir eyalet ordusunun yeterli olamayacağı derecede kuvvetlendiğini bildirerek bizzat sultanı mücadeleye çağırdı.

Sultan Mahmud, hastalığına rağmen harekete geçti (1028). Önce Tûs'a yürüdü ve Arslan Câzib'i gerekli yardımcı kuvvetler ile takviye ederek Türkmenler üzerine gönderdi. Ferâve Kervansarayı (Rıbât-ı Ferâve) yakınında yapılan savaşta, Arslan Câzib idaresindeki Gazneli kuvvetleri, Türkmenleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Türkmenlerden bu savaşta dört bin kişi öldürüldü, geri kalanları Balhan Dağlarına, Dihistan ve bir kısmı da Kirman'a kaçtılar. Kirman'a kaçanlar orada da çok kalamayarak İsfahan'a geldiler. İsfahan Hâkimi Kakuyîler hanedanından Alâüddevle Muhammed b. Düşmenziyâr (1008-1041) onları kendi ordusuna asker kaydetti. Ancak Türkmenlerin buradaki rahat hayatları çok kısa sürdü. Sultan Mahmud'dan gelen bir emir üzerine İsfahan Hâkimi Alâüddevle, Türkmenlere bir tuzak kurdu ise de onun Türk hizmetkârlarından biri durumu soydaşlarına bildirdi. Bu durumu öğrenen Türkmenler, adı geçen yerden ayrıldılar ve yollarını kesmeye çalışan Alâüddevle'nin bir birliğini yenerek Âzerbaycan'a ve Balhan Dağlarına kaçtılar. Sultan Mahmud, ölünceye kadar içte ve dışta Türkmenleri takip ettirerek ülkesini onlardan temizledi.31

F. Sultan Mahmud'un Gur'u Zaptı

Afganistan'ın Helmend Vadisi ile Herat arasında bulunan dağlık bölgeye Gur veya Guristan denilir. Bu bölgeye bazan Mendiş adı da verilir. Başarısız kalan bazı teşebbüslere rağmen Sebüktegin etki sahasını Gur'un doğusuna kadar yaymış ve Gur Hâkimi Muhammed b. Sûrî ona tâbi olmuştu. Sebüktegin'in ölümünden sonra İbn Sûrî, Gaznelilere karşı düşmanca davranmaya başladı. Onun idaresindeki Gurlular yol kesmekte ve türlü kötülükler yaparak Sultan Mahmud'u rahatsız etmekte idiler.

Bu eyaletin Gazneli valileri, İbn Sûrî üzerine yürüdükleri zaman o, ulaşılmaz dağlık bölgelere sığınarak kurtulmaya muvaffak oluyordu. Nihayet Sultan Mahmud H. 401 (M. 1011) yılında bizzat harekete geçti. Gazneli ordusunun geldiğini öğrenen Gurlular sür'atle dağlara çekilerek, kendilerini savunmaya çalıştılar ve bunda da başarılı oldular. Sultan Mahmud, ordusunun güç duruma düştüğünü öğrenince sür'atle ilerledi. Gurlular onun karşısında aynı başarıyı gösteremediler. Gazneli ordusu, Gur bölgesinin başkenti Âhengerân şehrine yürüdü. Muhammed b. Sûrî on bin kişilik ordusuyla sultana karşı koymaya çalıştı. İki taraf arasında öğleye kadar devam eden savaş sırasında, Sultan Mahmud, sahte bir geri çekilme hareketi yaparak Gurluları dağlık bölgeden ovaya çekmeyi başardı. Burada devam eden savaşta Gazneli ordusu, Gurluları mağlûp etti. İbn Sûrî ve oğlu Şîs, Sultan Mahmud'un eline esir düştüler ve Gazne'ye gönderildiler. Ancak İbn Sûrî esir olmaktansa ölmeyi tercih etti ve yüzüğünde gizlediği zehiri içerek intihar etti. Sultan Mahmud, Gur bölgesini İbn Sûrî'nin, Müslüman olan diğer bir oğlu Ebû Ali'ye bıraktı. Ayrıca bu bölgede İslâmiyet'i yaymak için din adamları görevlendirildi.

Sonraki yıllarda Gur bölgesine birkaç sefer daha yapıldı. Sultan Mahmud 1015 yılında, muhtemelen Gur bölgesinin güneybatısında bulunan Hvabin'e yürüdü ve bazı kaleleri ele geçirdikten sonra Gazne'ye döndü. Birkaç yıl sonra Sultan Mahmud, oğlu Mesud'u Gur'un Teb adı ile meşhur kuzeybatı bölgesini itaat altına almakla görevlendirdi. Mesud, 1 Eylül 1020 tarihinde bu bölgeye gitmek için Herat'tan ayrıldı. Teb bölgesinde birçok kaleyi zapt ettikten sonra buranın hâkimi de itaatini bildirdi, ayrıca Garcistan tarafında ele geçirdiği bütün kaleleri teslim etmeye söz verdi. Mesud, Tur adındaki başka bir kaleyi de bir hafta süren şiddetli çarpışmalardan sonra zapt ederek Herat'a döndü. Bu suretle bütün Gur bölgesi, Sultan Mahmud'un idaresi altına girmiş oldu.32

G. Kusdar Bölgesinin İtaat Altına Alınması

Bugünkü Belucistan'ın kuzeydoğusuna düşen Kusdar bölgesi hükümdarı, Sebüktegin zamanında Gazneliler Devleti'ne bağlanmıştı. Sebüktegin, 977-978 tarihinde Kusdar şehrini zapt etmiş ve buranın hükümdarı yıllık haraç vermek ve hutbeyi kendi adına okutmak şartıyla serbest bırakılmıştı. Ancak bu bölge hükümdarı 401 (1009-1011) yılında ülkesinin dağlık oluşuna güvenerek Sultan Mahmud aleyhine Karahanlılar ile irtibat kurmuş ve yıllık haracı göndermemişti. Mahmud, Aralık 1011 yılında onun üzerine yürüdü. Sultan, önce Herat'a gidiyormuş gibi yaparak aniden Kusdar bölgesine döndü ve bu şehri kuşattı Buranın hâkimi sultana itaat etmeyi kabul ettiği gibi, yıllık haraca ilâve olarak on beş fil ve yüklü bir tazminat ödemeye söz verdi. Sultan bu şartları ve onun hükümdarlıkta kalmasını kabul ettikten sonra Gazne'ye döndü.33

H. Garcistan'ın Zaptı

Garcistan, Afgan Türkistanı içinde, Murgab'ın yukarı vadisinde bir ülkedir. Sultan Mahmud, 999 yılında bu bölgenin Şîr (veya Şar) denilen hâkimi Ebû Nasr'a el-Utbî'yi elçi olarak gönderdi ve itaat etmesini istedi. Şîr de bunu kabul ederek hutbeyi Sultan Mahmud adına okuttu. Ancak bir süre babasının yerine geçen Şîr Muhammed, sultanın bir seferine katılmadığı gibi, Horasan'ı zapt etmeleri için de Karahanlıları gizlice teşvik etmişti. Sultan Mahmud, bu durumu haber aldığı zaman komutanlarından Altuntaş, Arslan Câzib ve Mervrud şehri Valisi Ebu'l-Hasan el-Meniî'yi Garcistan üzerine gönderdi. Gazneli kuvvetler, yolun bütün güçlüklerine rağmen bölgenin başkentine girmeye muvaffak oldular. Şîr Muhammed, zaptı güç bir dağ kalesine çekildiyse de burada tutunamayarak sonuçta Gazneli kuvvetlerin eline esir düştü. Belucistan'daki Mesteng şehrine gönderildi ve birkaç yıl sonra orada öldü. Bu suretle Garcistan 1012 yılında Gazneli Devleti sınırları içine alınmış oldu. Sultan Mahmud, bu bölgeyi Ebu'l-Hasan el-Meniî'nin idaresine verdi. Yaşlı Şîr Ebû Nasr Muhammed ise Gazne'ye getirildi, kendisine büyük hürmet gösterildi ve 406 (1015-1016) yılında adı geçen şehirde
öldü.34

Sultan Mahmud'un Dış Münasebetleri A. Ziyârîler ile Münasebeti

Gaznelilerin özellikle Cürcan ve Taberistan'a hâkim olan Ziyârîler Devleti ile yakın münasebetleri vardı. 403 (1012-1013) tarihinde bu hanedanın başında bulunan Kabûs b. Vuşmgîr, zalimliği yüzünden ordusunun isyanıyla karşılaşmış ve tahtından uzaklaştırılarak yerine oğlu Felekü'l-Meâlî Menuçehr geçirilmişti.

Sultan Mahmud ise Kabûs'un diğer oğlu Dârâ'yı desteklemekteydi. Dârâ daha önce babasıyla anlaşmazlığa düşmüş ve Gazne'ye sultanın yanına sığınmıştı. Mahmud, bu sebeple onu desteklemeye karar vermiş ve Arslan Câzib komutasındaki bir orduyu Dârâ'yı Ziyârîler tahtına çıkarmak için göndermişti. Fakat Menuçehr, Sultan Mahmud'a tâbi olmak ve yıllık elli bin dînâr haraç ödemeyi vaadetmek suretiyle tahtında kalabildi ve öteki vasaller gibi zaman zaman Mahmud'un seferlerine asker gönderdi. Bu seferlerden birinde 404 (1013-1014) yılında Sultan Mahmud, Hindistan'da Naradin'e yürüdüğü sırada Menûçehr, Deylemli askerlerden yardımcı bir birlik yollamıştı. Sultan Mahmud, batıya; Rey şehrine doğru yürüdüğü zaman, Menuçehr onu kendi toprakları içinde karşılamış, dört yüz bin dînâr para ödemeye ve Gazneli ordusunun erzak ihtiyacını gidermeye zorlanmıştı nuçehr, sultanın Gazneli ordusunu kendi ülkesini ele geçirmek için kullanabileceğini düşünerek korkmuş ve Gazne'ye giden yolları kapatmıştı. Sultan Mahmud, onun yaptıklarını öğrendiği zaman çok kızdı ve Menuçehr'e bir ders vermek istedi. Menuçehr, sultanın kendi ülkesine doğru ilerlemesinden çok korkmuş, onu önleyebilmek ve yerinde kalabilmek için af dileyerek beş yüz bin dînâr ödemiştir. Mahmud, onun itaatini sağlayarak Gazne'ye döndü (1029). Bundan birkaç ay sonra da 420 yılının sonunda (1029 yılı sonu/1030 yılı başı) Menuçehr öldü. Onun yerine geçen oğlu Anûşirvan da Gazneliler tarafından emîrliğinin tanınabilmesi için beş yüz bin dînâr para ödemeye mecbur olmuştu.35

B. Büveyhîler ile Münasebeti

Sultan Mahmud'un ilk saltanat yıllarında Kirman bölgesinde Büveyhî hanedanından Bahâüddevle, Ebû Nasr Fîrûz (990-1012) hâkimdi. Sultanın kudretli şahsiyeti ve faaliyetleri karşısında tutunamayacağını anlayan ve bu sebepten korku içinde yaşayan Bahâüddevle, hediyeler ve elçiler göndererek onunla dostluk kurmuş böylece bir ittifak tesis etmişti. Bu yakınlaşmayı gözönüne alan Sultan Mahmud'un Büveyhîlere karşı siyaseti bundan sonra tam bir müdahale şeklinde olmadı. Ancak onun Kirman'da hâkimiyetini tesis için bir fırsat beklediği görülmektedir. Mahmud'un eline bu fırsat Bahâüddevle'nin ölümüyle geçti. Bahâüddevle'nin ölümünden sonra (1012) yerini, Halife el-Kâdir Billâh tarafından "Sultânü'd-Devle" unvânı verilen ve hükümdarlığı tasdik olunan oğlu Ebû Şücâ (1012-1021) almıştı. Ancak bir müddet sonra Ebû Şücâ'ya Kirman valisi olan kardeşi Ebu'l-Fevâris isyan etti (407/1016-1017). Şiraz civarında, iki kardeş arasında yapılan savaşta Ebu'l-Fevâris mağlup olduğu zaman yardım istemek için Sultan Mahmud'un yanına gitmekten başka çaresi kalmamıştı.

Böylece Sultan Mahmud için Kirman'a müdahale etmek fırsatı doğmuştu. Nihayet Ebu'l-Fevâris, sultandan hükümdarlığı ve Kirman'ı tekrar ele geçirebilmek için yardım istedi. Sultan Mahmud da komutanlarından ve devletin ileri gelenlerinden Ebû Said b. Muhammed et-Tâî komutasındaki bir orduyu Ebu'l-Fevâris'in emrine verdiği gibi, para yardımında da bulundu.

Gazneli kuvvetlerin desteğiyle yeniden Kirman'a hâkim oldu, oradan Fars bölgesine geçerek Şiraz'ı da aldı. Bir süre sonra Ebu'l-Fevâris ile Gazneli kumandan Ebû Said'in arasının açıldığı o devrin kaynakları tarafından da belirtilmiştir. Çünkü, Ebû Said onun yanında daha fazla durmayarak geri dönmüş ve Sultan Mahmud'a onu şikâyet etmiştir.

Böylece kısa bir süre için Sultan Mahmud'un himayesine girmiş olan Ebu'l-Fevâris, Ebû Said idaresindeki Gazneli kuvvetlerin yanından ayrılmasından sonra, biraz da kendi endişeli davranışı yüzünden Gazneli hükümdarının yardımından uzak kalmış bulunuyordu. Nitekim Ebu'l-Fevâris 408 (1017-1018) tarihinde Sultânü'd-Devle'ye yenilmiş ve hâkim olduğu vilâyetleri bırakıp kaçmıştı. Sultan Mahmud ise daha çok Hindistan ile meşgul olduğundan Kirman üzerine bir ordu göndermemişti. Kirman, daha sonra oğlu Sultan Mesud zamanında Gazneliler tarafından zapt edilecektir.36

Öte taraftan Büveyhîlerden Rey Hâkimi Mecdüddevle b. Fahrüddevle ise idareyi annesi Seyyide'ye bırakmak zorunda kalmıştı. Çünkü devlet işlerinden çok vaktini, harem zevkleri ve ilimle uğraşmakla geçirmekteydi.

Seyyide, 1028 tarihinde öldüğü zaman oğlu Mecdüddevle idareyi tekrar eline aldı. Ancak o devlet idaresinde tecrübesizdi. Bu bakımdan ordusu kendisinden memnun değildi. Hattâ Mecdüddevle'yi dahi tehdit ettiler. Bu durumda Mecdüddevle'nin Sultan Mahmud'dan yardım istemekten başka çaresi kalmamıştı. Diğer bir rivayete göre bu daveti, Mecdüddevle'nin ordusu yapmıştı. Hangi taraftan gelirse gelsin, Sultan Mahmud böyle bir fırsatı sabırsızlıkla bekliyordu. Nitekim, Hâcib Ali Karîb idaresinde sekiz bin kişilik bir kuvveti derhal Rey üzerine göndermiş ve bu komutanına Mecdüddevle'yi tutuklamasını emretmişti. Sultan Mahmud gittikçe bozulan sağlığına rağmen kendisi de harekete geçti ve önce Cürcan'a gitti. Belki de o önce buraya gelmekle Mecdüddevle'ye Selçuklulardan ulaşması mümkün bir yardımı önlemek istiyordu. Hâcib Ali Karîb, Mayıs 1029 tarihinde Rey şehrine geldi. Hâcib Ali Mecdüddevle'yi ve yanındakileri tutuklayıp Gazneli ordugâhına gönderdi. Sonra da Gazneli subayları yollayarak Rey şehrinin kapılarını ele geçirdi. Bu muvaffakiyet haberini alan sultan, Cürcan'dan ayrılarak 26 Mayıs 1029 tarihinde hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Rey şehrine girdi. Mecdüddevle ve oğlu Ebû Dülef ise hapsedilmek üzere Hindistan'a gönderildi.

Sultan Mahmud, Rey'de bulunduğu sırada komşu ülkelerin hükümdarları, itaatlerini bildirmek için onun huzuruna geldiler. Ancak genellikle Sallar ismi ile meşhur olan Müsâfirî hanedanından II. Merzubân'ın oğlu II. İbrahim bu görevi yapmamıştı. Mahmud, II. İbrahim'i cezalandırmak için onun eski rakibi Cüstânî hanedanından el-Merzubân'ı büyük bir orduyla harekete geçirdi.

el-Merzubân, Müsâfirîlere ait Kazvin'i aldı ise de Sultan, Gazne'ye döndüğü zaman II. İbrahim, bu şehre tekrar sahip oldu. Mahmud, Rey ve civarındaki bölgenin idaresini oğlu Mesud'a bırakarak Nişâbur'a döndü.

Mesud beraberinde el-Merzubân olduğu halde II. İbrahim'e karşı harekete geçti. II. İbrahim, önce Sercihan Kalesi'ne çekildi ise de daha sonra Gazneli kuvvetleri ile savaşı kabul etmek zorunda kaldı. Mesud, II. İbrahim'in bazı adamlarını rüşvet ile kandırarak onu esir almaya muvaffak oldu (13 Eylül 1029). II. İbrahim'in oğlu ise Gaznelilere itaati ve yıllık vergi ödemeyi kabul etti. Mesud daha sonra Kâkuyî hanedanından Hemedan'ı ve 421 yılı başında da (Ocak 1030) İsfahan'ı zapt ederek Gazneli toprakları içine kattı.37

C. Sultan Mahmud'un Afganlar ile Münasebeti

İndus ile Gazne arasındaki dağlık bölgede yaşayan Afganlar, Sultan Mahmud'un ülkesinin hudut bölgelerine zaman zaman yağma akınları yapmakta ve Horasan ile Hindistan arasındaki kervanları vurmaktaydılar. Afganlar ayrıca Kanavc Seferi dönüşü (1019) sultanın, birliklerine dağ geçitlerinde hücum etmişlerdi. Bu sebepten sultan, aynı yılın sonlarında onlara karşı bir sefer tertipledi. Bu sefer sonucunda Afganlar cezalandırıldı.

Sultan Mahmud, daha sonra Kâbil'in doğusundaki Nur ve Kirat Vadilerini putperest Afganlıları üzerine hücum etti. Nur ve Kirat, Kâfiristan (bugünkü Nuristan) Lamgan'ın kuzeyindeki iki nehrin ismidir. Sultan Mahmud, arslana taptıklarını öğrendiği bu bölge halkı arasında İslâm dinini yaymak istiyordu. Nitekim 411 yılı başında (Mayıs-Haziran 1020) bu bölgeye yürüdü ve sarp dağlardan ordusunu geçirebilmek için yollar yaptırdı. Kirat Hâkimi, Mahmud'a itaat ve taraftarlarından büyük kısmıyla İslâm dinini kabul etti. Sultan, ona hürmetle muamelede bulunmuş ve vasalı olarak yerinde bırakmıştı.

Nur Vadisi halkı ise, Kirat Vadisi'ndekilerin aksine hareket ederek sultana karşı düşmanca davrandılar. Sultan, komutanlarından Ali Karîb'i o bölgeye gönderdi. Ali Karîb, bu bölgeyi itaat altına alarak bir kale yaptırdı ve bir Gazneli garnizonu bırakarak oradan ayrıldı. Sultan Mahmud da bu bölgenin İslâmlaşması için hocalar tayin ettikten sonra Gazne'ye döndü.38

D. Sultan Mahmud ve Mekran Hâkimleri

Mekran, Uman Körfezi'nin kenarından itibaren Sind, Kirman ve Belucistan'ın bir kısmını içine alan bir ülke olup, buranın emirleri önceleri Büveyhîlere tâbi idiler. Ancak Büveyhîler çökmeye yüz tuttuğu sırada Mekran emîri Ma'dân, önce Sebüktegin'e, onun ölümünden sonra da Mahmud'a itaat etmişti. Ma'dân 416 (1025-1026) yılında ölmüş ve iki oğlu; İsa ve Ebu'l-Muasker, taht için mücadeleye girişmişlerdi. Bu mücadeleyi kaybedenEbu'l-Muasker, ülkeyi terkederek Sistan'a kaçmaya muvaffak olmuştu.

Sultan Mahmud'un Somnat Seferi'nden dönüşünde (1026) Ebu'l-Muasker, Gazne'ye gitti ve burada iyi karşılandı. İsa ise kardeşine yardım edileceğini anlayınca sultana bağımlı olmak zorunda kaldı. Fakat bir süre sonra 1029 yılında, Sultan Mahmud'un Selçuklular ile meşgul olduğunu gören İsa, Gaznelilere karşı düşmanca bir tavır takınarak bağımsızlığını ilân etti. Sultan, bu durumu haber aldığı zaman İsa'nın üzerine yürümek ve tahta Ebu'l-Muasker'i yerleştirmek istedi ise de ecel bunu gerçekleştirmesine müsaade etmedi.39

E. Abbasî Halifeleri ile Münasebetleri

Sultan Mahmud, başlangıçta Abbasî Devleti ile iyi münasebetler içinde bulunmuş, Sâmânîler tarafından halife olarak tanınmamış bulunan el-K#dir Billâh'ı halife tanımıştı. K#dir Billâh, sultanın bu davranışından memnun olmuş, ona hil'at ve hediyeler göndermişti. Yine halife, İslâm dinini yaymak için Mahmud'un putperest Hintlilere karşı yaptığı gazâları memnunlukla izlemiş ve Mahmud'a gayretinden dolayı unvanlar vermişti. Sultan, buna karşılık Şiî inançlı Fâtımî halifelerine hiç yüz vermemişti. Gazneli ülkesinde Fâtımî halifesi ile haberleşen gizli bir teşkilât yakalanmış ve birçok kişi öldürülmüştü. Hattâ Sultan Mahmud'a Fâtımî elçisi olarak gönderilen Tahartî de idam edilmişti. Bu olaydan sonra Abbasî halifesi, Mahmud'a "Nizâmü'd-Dîn ve "Nâsırü'l-Hakk" lâkaplarını vermişti.

Sultan Mahmud'un Abbasî halifesi ile arası, Karahanlılara ait Semerkand şehrinin fermanının kendisine verilmesini istediği zaman açılmıştı. Halife cevabında; "Bunu yapamam ve eğer bu işi benim fermanım olmadan yapmaya kalkışırsan bütün dünyayı sana karşı ayaklandırırım" demişti. Sultan Mahmud, daima desteklediği Abbasî halifesinden böyle bir cevap alınca kızmış ve K#dir Billâh'ın elçisine; "Bin fil ile Bağdat'ı yok etmek isteğinde olduğunu söylemişti". Ancak bir müddet sonra halifeden gelen üç harfli bir mektubun tefsir edilmesiyle Mahmud, bu davranışından dolayı mahcup olmuştu (1014).

Bundan sonra halife ile Sultan Mahmud'un arasını açacak bir olay daha olmuştu. Mekke'ye 414 (1023-1024) yılında gönderilen Horasan hacılarının başında, Emîr-i Hacc olarak, Nişâbur'un ileri gelen ailesi Mikâiloğullarından Hasenek, dönüşte çöl yolunu tehlikeli bulduğundan Fâtımî bölgesi içinde olan Suriye ve Filistin yolunu takip etmişti. Mısır Fâtımî Halifesi ez-Zâhir, onu ve öteki hacıları hararetle karşılamış, bunun Sultan Mahmud'un bir tertibi olmasından ve bir Gazneli-Fâtımî yakınlaşmasından şüphelenmişti. Nitekim Abbasî halifesi bu sebeple Hasenek'in Karmatî olduğunu öne sürerek idamını istedi. Mahmud, bu iddiaya son derece kızmış ve saçma bulmuştu. Ancak elçilerin gidip gelmesinden sonra, Abbasî halifesini tatmin etmek için Fâtımî halifesinin Hasenek'e verdiği hediye ve hil'atler Bağdat'a yollanmış ve halkın önünde yakılmıştır (1025). Bu olaya son derece canı sıkılan Sultan Mahmud "ölünceye kadar Halife'ye karşı içinde gizli bir nefret beslemiştir". Sultan belki de bu nefretin tesiriyle bir müddet sonra Hasenek'i vezir yaptı. Bu olay gizliden gizliye bile olsa, halife ile Mahmud'un arasını daha da çok açacak nitelikteydi. Bütün bu olaylara rağmen Sünnîliğin tam bir koruyucusu olan Mahmud, daima halifenin ismini paralarının üstüne bastırmaya, seferlerinden sonra elde edilen ganimetten Bağdat'a hediyeler göndermeye ve fetihnâmelerinde kendisini bu inancın bir savaşçısı olarak göstermeye dikkat etmişti.40

F. Sultan Mahmud'un Ölümü ve Şahsiyeti

Sultan Mahmud, hayatının büyük bir kısmını savaş meydanlarında geçirmiş, özellikle Hindistan'a yaptığı seferler onu çok yormuş ve hastalanmasına sebep olmuştu. Doktorların tavsiyelerine rağmen hiç dinlenmiyor ve bir hükümdarın yapması gereken bütün vazifelerini yerine getiriyordu. Genellikle tarihçiler, Sultan Mahmud'un verem hastalığından öldüğünü kabul ederler.

Mahmud, 1029-1030 kışını Belh'de geçirdi. Fakat bu şehrin havası ona hiç iyi gelmedi. Bu nedenle Gazne'ye döndü (22 Nisan 1030). Burada da sağlığına kavuşamayan Sultan Mahmud, 30 Nisan 1030 tarihinde ellidokuz yaşında iken öldü.41

Türk-İslâm dünyasının müstesna devlet adamlarından biri olan Sultan Mahmud öldüğü zaman Gazneli Devleti; batıda Azerbaycan hudutlarından, doğuda Hindistan'ın Yukarı Ganj Vadisi'ne, Orta Asya'ya Hârezm'den Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniş bir sahaya yayılmıştı. O, Hindistan'a yaptığı seferler sebebiyle "gazi" lâkabıyla anılmış ve putperest Hinduların çekici olarak şöhret kazanmıştı. Sultan Mahmud; Allah'tan korkan, zeki, cesur, ileri görüşlü, ihtiyatlı ve âdil bir hükümdardı. Nitekim onun bu özellikleriyle ilgili birçok hikâye tarih kitaplarında geçmiştir. Nizâmülmülk'ün Siyasetnâmesi'ndeki bir hikâyede de geçtiği üzere42 o, oğlunu dahi yargılamaktan çekinmemiştir.

Nizâmülmülk'ün Siyasetnâmesi'ne göre;43 Sultan Mahmud, güzel yüzlü ve yakışıklı değildi. Çekik gözlü, uzun boylu, kalkık burunlu ve köse idi. Toprak yemesi sebebiyle kırmızı yüzlü idi.

Târihçi İbnü'l-Esîr'e göre44 ise, Sultan Mahmud orta boylu, yakışıklı bir insandı. Güzel bir simaya sahip, küçük gözlü ve kızıl saçlıydı. Halkına çok iyi davranır, onlara şefkatle muamele ederdi.

Sultan Mahmud, özel hayatında gûy (bir çeşit top oyunu) oynamayı sever, sık sık ava gider ve eğlence meclisleri tertip ederdi. Sultan aynı zamanda gösterişe meraklı idi. Nitekim debdebeli bir şekilde sürdürdüğü saray hayatının ihtişam ve büyüklüğünü, yabancı devlet elçileri geldiği zaman göstermekten geri kalmaz, bu maksatla resmî geçitler ve ziyafetler tertip eder, misafirlere zengin hediyeler verirdi.

2. Sultan Muhammed B. Mahmud Devri

Sultan Mahmud, ölmeden önce hâkim olduğu ülkeleri, beş erkek çocuğundan45 büyük olan ikisi arasında taksim etmişti. Buna göre; Gazne, Horasan, Belh ve Kuzey Hindistan Muhammed'e, yeni zapt edilmiş ve geleceği meçhul olan Rey, İsfahan ve Cibâl ise büyük oğlu Mesud'a verilmişti. Sultan Mahmud, her iki oğluna da bu taksime uyacaklarına dair yemin ettirmişti.46

Sultan Mahmud, 30 Nisan 1030 tarihinde öldüğü zaman Gazne'de duruma akrabalarından Emîr Ali b. İlarslan Hâcib (Karîb) hâkim olmuş ve şehirde çıkması muhtemel kargaşalığı önlemişti. Bundan sonra başta Sultan Mahmud'un kardeşi Yusuf ve Emîr Ali Daye'nin de dahil olduğu Gazneli devlet büyükleri, bu sırada otuüç yaşındaki Muhammed'e biat ettiler.47

Muhammed tahta geçer geçmez Mesud'un isyan ihtimalini gözönüne alarak hiçbir masraftan kaçınmamış ve tedbir almıştı. Ancak bu sırada Muhammed'in taraftarları arasında anlaşmazlık çıkmış, bazı komutan ve köleler, Mesud'un yanına kaçmayı başarmışlardı.

Mesud'un Tahtı Ele Geçirme Hazırlıkları

Muhammed, tahta çıktığı zaman ağabeyi Mesud devletin batısında İsfahan'da bulunuyordu. Mesud'a babasının ölüm haberi 26 Mayıs 1030 tarihinde gelmişti. Bu durumda Mesud batı bölgesini kardeşi Muhammed ile yapacağı taht mücadelesi için terketmek zorunda idi.

Bu bakımdan kardeşi ile yapacağı mücadele sırasında batıda kendisine bağlı birisini bırakmayı düşünmüş ve sâbık İsfahan Hâkimi Kakuyîler'den Alâüddevle Muhammed b. Düşmenziyâr'ı (1008­1041) İsfahan'da vekil olarak bırakmıştı.48 Mesud, 29 Haziran 1030 tarihinde İsfahan'dan ayrılarak Rey'e hareket etti. Bu arada bir elçisini kardeşi Muhammed'in huzuruna Gazne'ye gönderdi. Onun gayesi kardeşini tebrik edip başsağlığı dilerken miras meselesini de ortaya koymak idi. Mesud, yazdığı mektupta babasının taksimine razı olduğunu ve birlikte olup aralarındaki anlaşmazlığa son verecek olurlarsa, bütün engelleri aşabileceklerini belirtiyordu. Ancak bu arada kardeşinin vekili gibi kalmasında, hutbelerde ve sikkede önce kendi adının zikredilmesinde ısrar ediyordu.

Muhammed, ağabeyine gönderdiği cevapta kendisinin veliaht olduğunu, babalarının ölmeden önce ona verdiği Rey ile yetinmesini, ayrıca hiçbir şekilde onun vekili olamayacağını bildirmişti.49

Mesud, kardeşinden aldığı cevap üzerine Bağdat'a halifenin yanına gitmek istedi. Fakat Nişâbur'da bulunan Horasan orduları komutanı Hâcib Asıgtegin Gazî'nin kendisini sultan tanıdığını ve hutbeyi adına çevirdiğini, civardaki devlet büyükleri ile halkın da aynı şekilde hareket ettiğini öğrendi. Mesud'u rahatlatan ikinci olay ise Abbasî Halifesi el-K#dir'in onu Mahmud'un veliahtı olarak tanıması idi. Halife tarafından babasının veliahtı olarak tanınması kardeşiyle yapacağı mücadelede kendisine büyük bir destek idi. Bundan sonra Mesud'a, başta amcası Yusuf olmak üzere Gazneli devlet adamlarından kendisini destekleyen ve saltanat tahtına geçmesini isteyen mektuplar geldi. Mesud bu mektupları aldığı zaman yakın adamlarını toplayıp durumu onlarla görüştü. Neticede onlar acele hareket etmeyi ve asıl gayeye ulaşmayı kararlaştırdılar. Mesud, Beyhak köylerinden birisine geldiği zaman Horasan sipehsâlârı Gazî'yi kalabalık bir orduyla onu karşılayarak hizmetinde olduğunu belirtti. Mesud onu ordusuna başkomutan tayin etti. Daha sonra Nişâbur'a gitti ve burada halk tarafından büyük bir merâsimle karşılandı. Bu sırada Nişâbur'a Abbasî halifesinin elçisi de geliyordu. Halifenin menşuruyla Mesud, babasından kalan bütün ülkelere sahip oluyor, ayrıca ele geçirdiği ve bundan sonra zapt edeceği yerlerde de onun hâkimiyeti kabul ediliyordu.50

Mesud, halifeden aldığı bu destekle kardeşine karşı yeni müttefik aramaktaydı. Nitekim Karahanlı hanedanından Buhara'ya hâkim olan Ali Tegin'e bir elçi göndererek yardım istemiş, karşılığında Huttal vilâyetini vereceğini bildirmişti.51 Mesud, bu sırada Balhan Dağlarındaki Türkmenlerin Horasan'a dönmelerine müsaade etmiş; Kızıl, Göktaş ve Buka adındaki reislerin idaresindeki bu Türkmenleri hizmetine almıştı. Bu iki olay Mesud'un başına ilerde iş açacak iki hata idi.52 Gazne'den devamlı mektuplar alması ve bir kısım kuvvetlerin de kendi tarafına geçmesiyle Mesud, artık devletin merkezine yürümeye karar vermiş ve bu maksatla da 16 Eylül 1030 tarihinde Nişâbur'dan ayrılmıştı.

Öte taraftan Muhammed, sultan oluşundan dört ay sonra Mesud'un üzerine yürümeye karar vererek harekete geçti. Teginâbâd denilen yere geldiği zaman, bütün ordu komutanları ve büyükleri bir araya toplanarak Muhammed'e, artık Mesud'a tâbi olduklarını bildirdiler. Sultan Muhammed, onlara bir şey yapamayacağını anlamış ve çaresiz bu oldu-bittiyi kabul etmek zorunda kalmıştı. Neticede Muhammed, sultanlıktan uzaklaştırılarak Teginâbâd'ın Kuhtiz Kalesi'ne hapsedilmişti.53

3. Sultan Mesud Devri

Muhammed'in tutuklanmasından sonra Gazneli komutanlar ve devlet büyükleri Tekinâbâd'da Mesud adına hutbe okutarak sultanlığını ilân ettiler. Gazne şehrinde de Mesud'un sultanlığı sevinçle karşılandı. Öte taraftan Hâcib Ali Karîb ve Hârezm'i idare eden devlet büyükleri Herat'ta bulunan Sultan Mesud'un huzuruna gittiler. Sultan Mesud burada Hâcib Ali Karîb ve kardeşini öldürterek onların servetlerine el koymuştu. "Kavm-i Mahmûdî" veya "Mahmûdiyân" denilen, yani eskiden Mahmud'a hizmet edenler Mesud'un bu davranışı sebebiyle korkuya kapıldılar. Ayrıca Mesud, kardeşi Muhammed'i Mendiş Kalesi'ne göndererek gözlerine mil çektirmişti.54

Mesud, tahta çıktığı zaman Mekran bölgesinde hâkim olan âsi İsa'nın yerine kardeşi Ebu'l-Muasker'i geçirmek için oraya bir ordu göndermeye karar verdi ve bu ordunun komutanlığına Yaruk-Toğmuş'u tayin etti. Yaruk-Toğmuş, İsa'yı mağlûp edip Ebu'l-Muasker'i Mekran'da tahta geçirdikten sonra geri döndü (Kasım-Aralık 1030).55

Sultan Mesud'un aldığı başka bir karar ise amcası Yusuf'u Kusdâr valisi tayin etmesi idi. Hattâ o Yusuf'tan çekindiğinden kontrol etmeleri için peşine adamlar tayin etmişti.

Sultan Mesud, Herat'ta iken Kalincâr Kalesi'nde tutuklu bulunan sâbık Vezir Hâce Ahmed b. el-Hasan el-Meymendî'yi serbest bıraktırmış ve Gazne'ye getirtmişti. Onun maksadı Hâce Ahmed'i vezirliğe tayin etmekti. Hâce Ahmed bu görevi kabul ederken şartları olduğunu söylemiş, sultan da onun isteklerini kabul ederek vezirliğe tayin etmişti. Öte taraftan sultanın babasının başka bir veziri Hasenek denilen Ebû Ali Hasan b. Muhammed ile de görülecek bir hesabı vardı. Çünkü Hasenek, Sultan Mahmud'un veliaht seçimi sırasında Muhammed'in tarafını tutmuştu. Nitekim Hasenek, Karmatî mezhebinden olduğu ileri sürülerek, muhâkeme ve idam edildi (1031).56

Sultan Mesud, Belh'te bulunduğu sırada Kirman'dan gelen casuslar, bu bölgenin karışıklık içinde olduğunu, buranın hâkimi Büveyhîlerden Ebû Kâlicar'ın akrabaları ile uğraştığından düzen ve adaleti sağlayamadığını bildirdiler. Mesud, hâkimiyeti altındaki Sistan bölgesine komşu olan Kirman'ı mevkiinin önemi dolayısıyla zapt etmek istemekteydi. Nitekim oraya gönderilecek ordunun komutanlığına ve müstakbel Kirman valiliğine Ahmed b. Ali Nuştegin tayin edildi. Bu Gazneli ordusu oradaki Deylemlileri mağlup ederek dört ay içinde Kirman'a hâkim oldu (1031).57

A. Sultan Mesud'un Gazne'ye Gelmesi ve Buradaki Faaliyetleri

Sultan Mesud nihayet 8 Mayıs 1031 tarihinde Belh şehrinden ayrılarak Gazne'ye doğru ilerledi. Ayrıca amcası Yusuf'a bir mektup göndererek Gazne'ye gelmesini istedi. O daha babasının sağlığında kızını kendisine vermediği için amcasına kırgındı. Ayrıca amcasının peşine taktığı casusların, Yusuf'un Karahanlılar ile mektuplaştığını bildirmeleri bardağı taşıran son damla oldu. Mesud ile amcası Gazne'ye yakın bir yerde buluştular. Sultan, amcasını tutuklatarak bir kalede hapsettirdi. Yusuf burada çok yaşamadı ve 1032 yılında öldü. Böylece Mesud, korktuğu kişilerin birinden daha kurtulmuş oluyordu.58

Sultan Mesud 2 Haziran 1031 tarihinde devletin merkezi Gazne'ye ulaştı ve halk tarafından büyük bir coşku ile karşılandı, gündüz ve gece şehirde eğlenceler yapıldı, pazarlar süslendi. Ertesi günü sultan büyük bir kabul resmi düzenledi ve hakiki olarak babasının tahtına oturdu. Sultan Mesud daha sonra iki önemli göreve tayinler yaptı. Bunlardan birincisine Taş Ferrâş adında bir komutanını Irak ordusu başkomutanlığına tayin etti. Ayrıca Yağmur, Buka, Göktaş ve Kızıl adlı beylere de bütün Türkmenler ile Taş'ın yanında toplanmaları için emir verildi. Fakat Taş Ferrâş'tan bu Türkmen reislerini yakalaması istenmişti. Vezir Ahmed Meymendî sultanın bu kararına yerinde bir görüşle itiraz etmişti. Sultanın ikinci olarak görev verdiği kişi Ahmed Yınaltegin olmuştu. Mesud bir süredir boş bulunan Hindistan başkomutanlığına Sultan Mahmud'un hazinedârı olan Ahmed Yınaltegin'i tayin etmişti. O, emrindeki kuvvetler ile Sultan Mesud'un önünde bir geçit resmi yaptıktan sonra Hindistan'a hareket etti (17 Ağustos 1031).59

B. Debusiye Savaşı

Buhara'daki Gazneli casuslar Ali Tegin'in rahat durmadığını ve askerî hazırlıklar yaptığını haber vermişlerdi. Belh'te iken bu durumu haber alan Sultan Mesud devlet ileri gelenleriyle görüşmüş ve Ali Tegin ile savaşma görevini Altuntaş'a vermeyi kararlaştırmıştı. Hârezmşâh Altuntaş, verilen bu görevi kabul ederek harekete geçti. Sultan Mesud da on beş bin kişilik bir orduyu Altuntaş'a yardımcı kuvvet olarak gönderdi. Altuntaş idaresindeki orduyla Ali Tegin'in askerleri, Buhara-Semerkant yolunun aşağı-yukarı ortasında bir yerde bulunan, Debusiye Kasabası'nda karşılaştılar. Her iki taraf sabahtan akşama kadar savaştılarsa da üstünlük sağlayamadılar. Altuntaş'ın bizzat savaşa girmesi muhtemel bir yenilgiyi önlemiş, ancak kendisi de ağır yaralanmıştı. Neticede iki taraf arasında geri çekilmek üzere antlaşmaya varıldı. Altuntaş bu antlaşmadan hemen sonra öldü. Ali Tegin Semerkant'a çekildi. Gazneli ordusu Belh'e dönerken, Altuntaş'ın kuvvetleri de Kethüdası Ahmed'in başarılı idaresiyle Hârezm'e gittiler (1032).

Sultan Mesud, Altuntaş'ın yerine Hârezm'e oğlu Hârun'u tayin etti. Fakat bu tayin o bölgenin doğrudan doğruya Hârun'un idaresinde olması demek değildi. Mesud da artık Hârezm'i kontrol altına almak istiyor ve bu sebeple de oğlu Saîd'e "Hârezmşâh" unvânı veriyordu. Hârun ise Saîd'in vekili oluyordu. Hârun daha sonra sultanın yanından ayrılarak Hârezm'e gitti.60

C. Batıdaki Olaylar

Öte taraftan Sultan Mesud'a tâbi olan Kakuyîlerden Alâüddevle Muhammed, 1032-1033 kışında Gaznelilere isyan etti. Alâüddevle önce bir başarı kazanamadı ise de, daha sonra Hemedan, Kerec ve İsfahan'ı ele geçirmeye muvaffak oldu. Hindistan'daki Ahmed Yınaltegin'in isyanı Sultan Mesud'u Alâüddevle ile bir barış yapmaya mecbur etti. Alâüddevle, Sultan Mesud'a tâbi olacak ve yıllık haraç verecekti.61

Bu olaylar sırasında Gazneli veziri Ahmed el-Meymendî Herat'ta öldü (31 Aralık 1032). Daha sonra Sultan Mesud birkaç adayı gözden geçirmiş, bunlar içinde Hârezmşâh Altuntaş'ın kethüdâsı Ahmed Abdüssamed'i tercih etmiş ve vezir olarak atamıştı.62

Irak sipehsâlârı Taş Ferrâş, sultandan aldığı emirle, Türkmen reislerine karşı harekete geçmiş ve Rey yolunda onlardan Yağmur ve ileri gelenlerinden elli kadarını öldürmüştü. Buna rağmen Humartaş idaresindeki Türkmenler Gazneli ordusundaki görevlerine devam ederek Rey şehrine gelmişlerdi. Ancak Yağmur'un oğlu ve öldürülen öteki Türkmen reislerinin oğulları babalarının intikamını almak için bulundukları Balhan Dağı'dan inerek etrafa akınlara başladılar. Sultan Mesud aldığı tedbirler ile bu akınları engelledi. Fakat bu hareket öteki Türkmenlere de sirayet etmiş ve önce Gazneli ordusunda bulunan Türkmenlerde kıpırdanmalar başlamıştı.63

D. Hârun'un Hârzem'de İstiklâlini İlan Etmesi

1034 yılı İlkbaharında Hârezm hâkimi Hârun'da da birtakım itaatsizlik işaretleri görülüyordu. İsyan için görünürdeki sebep, onun Sultan Mesud'un sarayında rehine olarak bulunan kardeşinin ölümü idi. Hakikî sebep ise, Horasan'da Türkmenlerin çıkardığı karışıklıklardan istifadeyle onun istiklâlini ilân etmek istemesiydi. Hârun, Gazne'ye giden yolları tutmuş ve hükümdarlık alâmetleri kullanmaya başlamıştı. Ayrıca o Karahanlılardan Ali Tegin ve Selçuklular ile de ittifak yapmıştı. Bu ittifaka göre, Hârun Merv şehrine, Ali Tegin de Tirmiz ve Belh üzerine yürüyecekti. Sultan Mesud Hârezm'deki bu durumdan 29 Temmuz 1034'te haberdar olabildi. O Hârezm ileri gelenlerine, Hârun'a nasihat etmeleri ve bir karışıklık çıkarmadan sakinleştirilmesi için mektuplar yazdırdı, fakat bu bir netice sağlamadı. Hârun Ağustos ayında hutbeyi, Mesud'un ismini çıkarmak suretiyle kendi adına okuttu ve bu suretle istiklâlini ilân etmiş oldu.

Öte taraftan Hârun'un müttefikleri olan Selçuklulardan Tuğrul ve Çağrı Beyler birçok asker, çadırlar ve sürüleriyle ona yardım için Hârezm hududuna geldiler. Hârun, onlara otlaklar ve konaklayabilecekleri yerler verdikten sonra Horasan'ın fethinde öncülük yapacaklarını bildirdi. Bu sırada Ali Tegin öldü (muhtemelen Aralık 1034/Ocak 1035). Sultan Mesud bu haberi duyduğu zaman bazı tedbirler aldı, Ali Tegin'in yerine geçen oğlu Yusuf'a lâkaplar vererek mektuplar gönderdi. Ancak bu mektuplar bir fayda sağlamadı. Yusuf, Hârun ile yapılan antlaşmaya sadık kaldı. Ali Teginoğulları, Hârun ile üzerinde anlaştıkları plânı tatbik ettiler ve Çaganiyan bölgesini yağmaladılar, sonra da Tirmiz önüne geldiler, buraya birkaç kez taarruz ettilerse de bir netice sağlayamadılar, Hârun'un öldürülmesi üzerine bu seferden vazgeçtiler.64

E. Harun'un Öldürülmesi

Sultan Mesud, Hârun'un Hârezm'de istiklâlini ilan etmesine, Karahanlılar ve Selçuklular ile işbirliği yapmasına üzülmekteydi. Ancak Gazneli Abdüssamed daha önce görev yaptığı bu bölgede adamları olduğu için boş durmuyor, bazı tedbirler alıyordu. Hârun da, Ali Teginoğulları ile harekete geçmek için hazırlıklarını tamamlamış ve ordugâhını şehir dışında kurmuştu. Bu ordugâhta Gazneli vezirinin satın aldığı adamlar bir fırsatını bularak Hârun'u ağır yaraladılar. Hârun bu olaydan sonra üç gün yaşadı ve 18 Nisan 1035 tarihinde öldü. Hârezm'in merkezi Gürgenç'te çıkan karışıklıklar Altuntaş'ın adamları tarafından önlendi. Nihayet Hârun'un Handan lâkaplı kardeşi İsmail emîrlik tahtına oturdu. Ordu ve devlet ileri gelenleri ona biat ettiler. Sultan Mesud kendi tarafına çekebilmek için İsmail'e ve devlet ileri gelenlerine mektuplar gönderdi ise de, bu bir fayda sağlamadı. Gazneliler Devleti için Horasan, Rey, Hindistan'da birçok önemli işler dururken, bir de Hârezm meselesi ortaya çıkmıştı.65

F. Ahmed Yınaltegin'in İsyanı

Hindistan başkomutanı Ahmed Yınaltegin görev yerine geldiği zaman burada kendi işlerine karışmaya hazır birisini buldu. Bu Hindistan'daki sivil yönetimin başı olan Kadı Ebu'l-Hasan Şirazî idi. Ayrıca Ahmed'in Sultan Mahmud'un oğullarından biri olduğu ve ona çok benzediği rivayet edilmekte idi. Ahmed Lâhor'daki Hindistan ordusuyla harekete geçmiş ve yerli prenslerden yıllık haraçları aldığı gibi, sonra da Benares şehrine akın yaparak yağmalamıştı (1032-1033). Ahmed'in başarılı işler yapmasına rağmen, Kadı Gazne'ye devamlı olumsuz mektuplar gönderiyordu. Nihayet bu mektuplar Sultan Mesud'a tesir etti. Ahmed'in, Mahmud'un oğlu olduğunu ileri sürmesi, her zaman şüpheci olmuş Mesud için yeni bir rakibin doğuşu demekti. Sultan Mesud, Hintli Tilek'i başkomutan tayin ederek Hindistan'a gönderdi. Ahmed Yınaltegin de etrafına topladığı kuvvetlerle harekete geçti. Tilek'in âsilere şiddetle davranması sonucu Ahmed Yınaltegin'in isyanı bastırıldı. Onun kesik başı ve esir edilen oğlu Sultan Mesud'un huzuruna gönderildi (Eylül-Ekim 1034).66

Öte taraftan 1034 yılı içinde Gaznelilerin Kirman'daki hâkimiyetleri sona erdi ve burası tekrar Büveyhîlerin eline geçti.

G. Sultan Mesud'un Seferleri

Sultan Mesud Hârezm meselesinin, Horasan ve Rey civarındaki Türkmen isyanlarının merkezden çözümlenemeyeceğini anlayınca harekete geçmeye karar verdi. Ayrıca Horasan Dîvânı Reisi Sûrî de yazdığı mektupta sultanın acele Horasan'a gelmesini istiyordu. Türkmenler de Tirmiz hududundaki Kubadiyan Kasabası'na gelerek yağmaya ve etrafı tahribe başladılar. Tirmiz Emîri Hâcib Begtegin, bunların üzerine yürüdü. İki taraf arasındaki savaş sonunda bozulan Türkmenleri takip eden Begtegin atılan bir ok ile yaralandı ve aldığı bu yara ölümüne sebep oldu (Aralık 1034). Begtegin'in ölümünden sonra faaliyetlerini daha da arttıran ve Serahs etrafına sarkmış olan Türkmenler, Gazneli ordusunun önünden çekilerek Merv tarafına gitmişlerdi. Bunu haber alan Nuştegin Hâdim, kendi gulâm ve askerleri ile Merv'den onları, üzerine yürüdü. İki taraf arasındaki savaşta bozguna uğrayan ve çöllere kaçan Türkmenler olmuştu.

1. Dihistan ve Taberistan Seferi

Sultan Mesud bu olaylardan sonra Horasan'da karışıklıklar çıkaran Türkmenler için alınan tedbirleri yeterli bularak Dihistan'a bir sefer düzenledi ve 25 Ocak 1035 tarihinde Nişâbur'dan ayrılarak Cürcan'a ulaştı. Buranın hâkimiyetini elinde tutan Ebû Kâlicar ve öteki Cürcan reisleri sultanın geldiğini duyunca korkularından kaçmayı tercih ettiler. Sultan daha sonra Cürcan'dan ayrılarak Esterâbâd ve Sari şehirlerine uğradı ve oradan Âmül'e ilerledi. Âmül reisleri ve halk temsilcileri sultanın huzuruna gelerek itaatlerini bildirdiler. Sultan bu itaatten memnun kalarak Âmül'ün haracının bağışlandığını bildirdi. Mesud daha sonra Nâtıl şehrini şiddetli bir savaştan sonra zapt etti. Ancak o Nâtıl'dan gördüğü mukavemetin karşılığını talihsiz Âmül halkından çıkarmak istedi. Bu haracı ödemeyen Âmül şehri, Gazneli askerler tarafından yağmalandı. Sultan, Âmül'e yaptığı bu seferden dolayı pişman olmuştu. Çünkü o bu seferden bir kâr sağlamamış ve ayrıca bölge halkı da zarar görmüştü.

2. Nesâ Yenilgisi

Sultan, Cürcan'a ulaştığı zaman Horasan dîvânı reisi Sûrî'den haberciler geldi. Bu haberciler Selçukluların Sûrî'ye göndermiş oldukları mektupları getirdiler. Selçuklular bu mektupta Horasan'a gelmelerinin sebeplerini belirttikten sonra Nesâ ve Ferâve vilâyetinin kendilerine verilmesini istiyorlardı. Sultan Mesud bu istekleri reddettiği gibi, iyi teçhiz edilmiş bir ordu da gönderdi. Bu ordunun komutanlığına Hâcib Beytoğdı tayin edildi. Nihayet on beş bin atlı ve iki bin de saray gulâmından oluşan ve fillerin de yer aldığı Gazneli ordusu Nesâ tarafına hareket etti. Selçuklular bu Gazneli ordusunu Nesâ yöresinde ağır bir yenilgiye uğrattılar (29 Haziran 1035). Bu sırada Nişâbur'da bulunan Sultan Mesud'a önce galibiyet müjdesi gelmiş o da şenlikler yapılmasını emretmişti. Ancak ardından gelen mağlubiyet haberi sultanın neşesini kaçırdı. Daha sonra iki taraf arasındaki görüşmeler neticesi, Gazneliler Devleti, Musa Yabgu'ya Ferâve'yi, Çağrı Bey'e Dihistan'ı ve Tuğrul Bey'e de Nesâ'yı veriyordu.67

Gaznelilerin bu mağlubiyet haberi üzerine Karahanlılardan Ali Teginoğulları harekete geçerek Çaganiyan ve Tirmiz'e doğru ilerlediler. Gaznelilerin bu harekete karşı asker toplamaları ve tedbir almaları, Karahanlıların geriye dönmelerine sebep oldu. Öte taraftan Selçukluların yanından Nişâbur'a dönen Gazneli elçisinin kanaati onlara güvenilemeyeceği şeklinde idi. Sultan Mesud, Selçukluların hemen harekete geçeceğini tahmin etmemekle beraber, bazı tedbirler almayı faydalı gördü. Ancak o, hayvanlara ot bulmanın zorluğu yüzünden Nişâbur'da kalmanın mümkün olmadığını belirtti. Mesud 25 Eylül 1035 tarihinde Nişâbur'dan ayrıldı ve Herat yoluyla Belh'e gitti. Sultan, Belh şehrinde iken Ali Teginoğullarının başında bulunan Yusuf'un bir elçi heyeti geldi. Yusuf'un elçileri olaylar sebebiyle özür dilediler. Sultan, vezirin de teşvikiyle onların özürlerini kabul etmiş ve böylece iki hanedan arasında bir barış yapılmıştı.68

3. Türkmenlere Karşı Tedbirler Alınması

Sultan Mesud, Belh'te iken yaptığı işlerden birisi de başta vezir olmak üzere Gazneli devlet büyüklerine hil'atler dağıtması olmuştu. Onun bu hil'atleri dağıtmaktaki gayesinin devlet büyüklerini kendisine bağlamak ve daha iyi iş görmelerini sağlamak olduğu anlaşılıyor. Bu işler görüldüğü sırada Horasan bölgesi, Büst, Serahs ve Cüzcan şehirlerinden gelen mektuplarda; Selçukluların tekrar faaliyete geçtikleri, her yerde halkı incittikleri ve birçok kötülükler yaptıkları, eğer bu hususta yeterli tedbirler alınmadığı takdirde Horasan'ın harap olacağı bildiriliyordu. Sultan Mesud bu haber üzerine vezir ve öteki devlet büyükleriyle bu konuyu görüştü. Neticede Hâcib-i Buzurg Sübaşı'nın on bin atlı ve beşbin piyadeyle Horasan'a gitmesi ve bu bölgenin acele temizlenmesi kararlaştırıldı. Sultan Mesud bu orduyu Türkmenler üzerine gönderdikten sonra Belh'ten ayrılarak başkent Gazne'ye döndü (20 Mayıs 1036). O, oğlu şehzâde Mecdûd'u da Hindistan emiri tayin ederek Lâhor'a göndermişti.

Selçukluların başarılarından cesaretlenen Irak'taki Türkmenler de harekete geçtiler ve Rey şehrine yürüdüler. İki taraf arasında Rey civarında vuku bulan savaşı Türkmenler kazandılar. Türkmenler, Taş Ferrâş'ı esir ettiler ve daha önce kendilerinden öldürülenlerin intikamını almak maksadıyla onu parçaladılar. Bu başarıdan sonra Türkmenler Rey şehri önünde göründüler. Buradaki Gazneli görevli Ebû Sehl Hamduy yardım almak ümidi kalmayınca şehri kaderiyle başbaşa bırakarak Horasan'a çekildi. Onun gidişiyle Gaznelilerin batıdaki hâkimiyetleri de kesin olarak sona eriyordu (Şubat-Mart 1038). Alâüddevle Muhammed Kakuyî, Ebû Sehl'in ayrılışından hemen sonra, emrindeki bazı Türkmen yardımcı kuvvetleriyle, Rey şehrini işgal etti.69

4. Selçukluların Harekete Geçmesi ve Alınan Tedbirler

Selçukluların Gazneliler ile yaptıkları antlaşmadan sonraki sakin devreleri çok uzun sürmemiş, dört-beş ay geçtikten sonra onlar yeniden Gazneli topraklarına akınlara başlamışlardı. Bir müddet sonra Horasan'dan Sultan Mesud'a gelen mektuplarda (13 Ocak 1037). Türkmenler'in muhtelif yerlere dağılarak akınlar yaptıkları bildiriliyordu. Bu haber Sultan Mesud'u çok üzdü, derhal veziri çağırarak Herat'a gitmesini Hâcib Sübaşı ve Horasan ordusuyla birleşmesini ve hazırlıklar tamamlandıktan sonra Türkmenlerin Horasan'dan çıkarılmasını emretti. Vezir, emrindeki bin atlıyla Herat'a doğru yola çıktı. Bir müddet sonra vezirden gelen bir mektupta (19 Nisan 1037), Horasan'ı Türkmenlerden temizlemek için sultanın, yazı Herat'ta geçirmesi teklif ediliyordu. Sultan bu fikri kabul etmemiş ve Büst'ten Gazne'ye dönmüştü (28 Mayıs 1037). Daha sonra vezir Gazneli ordusunun hazırlıklarını tamamlayarak ciddî tedbirler almış, Hâcib Sübaşı da Merv'e giderek her tarafa bir şahne göndermişti. Bu alınan tedbirler neticesi Selçuklular, Nesâ ve Ferâve tarafına çekildiler. Sultan Mesud bu haberlerden memnun kalarak son durumu görüşmek üzere veziri Gazne'ye çağırdı.70

Öte taraftan Karahanlılar, Gazneliler aleyhine Selçukluları teşvike devam ediyorlardı. Sultan Mesud ileri gelen devlet adamları ile görüştükten sonra Karahanlılara elçi göndermeye karar verdi. Ebû Sâdık isimli bir şahsın başkanlığındaki elçi heyeti 22 Ağustos 1037 tarihinde Gazne'den ayrıldı. Bu elçi heyeti Arslan Han Süleyman ve Buğra Han Muhammed ile bir buçuk yıl kadar süren görüşmelerden sonra görevini başarıyla tamamlamış ve Karahanlılar ile Sultan Mesud arasındaki dostluğu sağlamıştı.71

5. Sultan Mesud'un Hansi Kalesi'ne Seferi

Sultan Mesud, Karahanlılara elçi gönderdikten sonra Hindistan'a bir sefer yapmak istediğini açıkladı. Vezir ve öteki devlet ileri gelenleri Horasan ve Irak-ı Acem'in karışıklık içinde bulunduğu bir sırada Hindistan'a sefer yapmasının doğru olmayacağını belirttiler. Ancak sultan bu fikirleri ve tavsiyeleri dinlemeyerek Hindistan'a gitmekte kararlı olduğunu gösterdi. Bundan sonra hazırlıklarını tamamlayan Mesud, Kâbil yoluyla Hindistan'daki Hansi Kalesi'ne gitmek üzere Gazne'den ayrıldı (6 Ekim 1037). Gazneli ordusu Hansi'ye ulaştı ve Çavhanların elinde bulunan bu müstahkem kalenin eteğinde ordugâh kurdu. Burası şimdiye kadar zapt edilmemiş olması nedeniyle "Bâkire" Kalesi adını taşıyordu. Gazneli ordusu bu kaleyi kuşattıktan sonra savaşa başladı, fakat kaledekiler şiddetle mukavemet ediyorlardı. Sultan kendi hassa kuvvetlerine bahşiş vererek daha gayretli savaşmalarını sağladı. Nitekim bunun faydası görüldü. Gazneli ordusu tarafından beş tünel kazılması sonucu kale duvarı yıkıldı. Bu suretle içeri giren Gazneli ordusu Hansi Kalesi'ni zaptetti (31 Aralık 1037).

Sultan Mesud'un bu seferi sırasında Gazneliler tarafından başka kaleler de zapt edilmiş ve itaat altına alınmıştır. Hansi'den sonra Gazneli ordusu Delhi'nin yirmi üç mil (37 km.) kuzeyinde bulunan Sunipat Kalesi'ne yöneldi. Buranın Hâkimi Cay Dibay kurtuluşu kaçmakta buldu. Sultanın emriyle kale yağmalandı ve içinde putların bulunduğu mabetler yakıldı. Gazneliler ordusu daha sonra Delhi'nin yüz mil (yaklaşık 161 km.) kadar doğusundaki Rampur olması muhtemel şehre doğru ilerledi. Buranın hâkimi de sultana itaat etti. Sultan onun itaatini ve hediyeleri kabul ederek geriye döndü ve 11 Şubat 1038'de Gazne'ye ulaştı.72

6. Talhâb Bozgunu

Sultan Mesud'un Hindistan gazasında kazandığı başarının sevinci, Horasan'dan gelen haberler nedeniyle çok kısa sürmüştü. Sultanın yokluğu sırasında Türkmenler Talekan ve Faryab'ı yağma etmişlerdi. Zarara uğrayan başka yerler de vardı. Belh'te bulunan Gazne ordusunun kış mevsiminde Türkmenlere karşı harekete geçmesi mümkün olmamıştı.

Selçuklular ile savaşacak olan Gazneli Komutan Sübaşı, bu sırada Nişâbur'da idi. Ancak bu komutan Selçuklular ile kesin bir savaşa cesaret edemiyor, aynı zamanda işi ticarete dökerek askerlere sattığı buğdaydan kazandığı paralarla kesesini dolduruyordu. Sultan Mesud bu durumu öğrendiği zaman onu azarlayan ve ihtarda bulunan mektuplar göndererek savaşa teşvik ediyordu. Nihayet bu tazyiklere dayanamayan Sübaşı, Selçuklular ile bir meydan savaşı yapmak için sultandan izin istedi. Sultan Mesud, Selçukluların durumu hakkında bilgi aldıktan sonra Hâcib Sübaşı'ya bir meydan savaşı yapmak için gerekli izni verdi. Sübaşı, sultandan aldığı emir üzerine Nişâbur'dan harekete geçerek Selçuklular ile Serahs civarındaki Talhâb denilen yerde karşılaştı. İki taraf arasında sabahtan öğleye kadar devam eden şiddetli savaşta Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı ve bütün ağırlıkları Selçukluların eline geçti (Muhtemelen 24 Mayıs1038).73

Selçuklular, Sübaşı idaresindeki Gazneli ordusuna karşı zafer kazandıktan sonra Nişâbur'a sahip oldular. Sultan Mesud bu durumu öğrenince Nişâbur ileri gelenlerine harekete geçtiğini bildiren ve onların mâneviyatlarını yükselten mektuplar gönderdi. Mesud daha sonra vezirden Velvalic şehrine gelerek ordunun ve özellikle hayvanların ot ihtiyacını karşılayacak hazırlıklar yapmasını istedi. Sultan da hazırlıklarını tamamladıktan sonra ellibin kişiye yaklaşan ordusuyla 6 Ekim 1038'de Gazne'den ayrıldı.74

7. Böri Tegin Üzerine Sefer

Karahanlılardan Ebû İshak İbrahim b. Nasr, Ali Teginoğullarının eline esir düşmüş, fakat buradan kaçmayı başararak Özkent'te bulunan kardeşi Aynüddevle Muhammed'in yanına sığınmıştı. Bu sırada Böri Tegin unvanını taşıyan İbrahim orada da kalamayacağını anlamış, muhtemelen kendisine sığınacak yeni bir yer bulmak maksadıyla Gazneli Veziri Ahmed b. Abdüssamed'e bir mektup yazmıştı. Ancak Böri Tegin, Mesud'un verdiği cevaptan memnun kalmıyor, Ali Teginoğullarının eline esir düşerse Gaznelilerden bir yardım göremeyeceğini anlayarak bir Türk kabilesi olan Kümecilerin yanına sığınıyordu. Daha sonra o etrafına üç bin kadar atlı toplayarak, Gazneliler toprakları üzerindeki halka zarar vermeye başladı. Sultan Mesud bu haberler üzerine Selçuklulara karşı yürütülen seferden vazgeçerek önce Böri Tegin üzerine bizzat yürümekte kararlı idi. Nihayet öteki devlet ileri gelenlerinin ve komutanların tepkisi üzerine Mesud, Sipehsâlâr Ali Dâye'yi on bin kişilik bir kuvvetle Böri Tegin üzerine Huttelan tarafına gönderdi (26 Ekim 1038).

Sultan Mesud da Cüzcan'dan hareket ederek Belh'e gelmiş, fikrini değiştirerek Böri Tegin üzerine kendisi sefere çıkmaya karar vermişti. Nitekim o bu maksatla hazırlıklara girişti ve kış mevsiminin başladığı bir sırada Böri Tegin'in bulunduğu istikamette yürüyüşe başladı. Gazneli askerlerin soğuk ve kardan bu seferde çektiği zahmet ve zorluk her türlü tasvirin üstünde idi. Buna rağmen sultan inadından vazgeçmeyerek yürüyüşe devam ediyor ve iradesiyle her türlü zorluğu yeneceğini düşünüyordu. Fakat bu sırada gelen başka bir haber sultanı daha ileri gitmekten ve bütün askerlerin ölümüne sebep olmaktan vazgeçirdi. Bu habere göre, Çağrı Bey kuvvetli bir orduyla Cüzcan üzerine yürümüştür ve Ceyhun kenarına ulaşarak muhtemelen bu nehir üzerindeki köprüyü yıkacaktır. Sultan bu haberden son derece telaşa düşerek izlemekte olduğu hareketi değiştirdi. Ayrıca Böri Tegin de bulunduğu yerden ayrılarak başka bir tarafa gitmişti. Sultan onu yakalamaktan ümidini kesti ve Ceyhun üzerindeki köprünün de yıkılmasından korkarak acele geri döndü ve Tirmiz'e geldi (25 Ocak 1039). Sultanın geri döndüğünü işiten Böri Tegin, fırsatı kaçırmamış, Gazneli ordusunun ağırlıklarının bir kısmını ele geçirmişti. Bu sırada Çağrı Bey ise Faryab ve Şuburkan'a gitmiş ve etrafı yağmalamıştı.75

8. Ulya-âbâd Savaşı

Bu olaylardan sonra Çağrı Bey'in hâcibi olan Altı adındaki bir Türkmen, emrindeki iki bin atlıyla Belh civarındaki iki köyü yağmalamıştı. Sultan Mesud'un gönderdiği Gazneli kuvvetler karşısında Altı ve emrindekiler Ulya-âbâd'a çekildiler. Bu durumdan haberdar olan Çağrı Bey cesaretlenmiş ve Şuburkan'dan Ulya-âbâd'a gelmişti. Sultan Mesud otuz filin yer aldığı ordusunu hazırlayarak harekete geçti. İki taraf arasında 6 Nisan 1039 tarihinde şiddetli bir savaş başladı. Gruplar halinde yapılan savaşta Sultan Mesud'un, bin gulâm ile Çağrı Bey'in emrindeki Türkmenler üzerine hücum etmesi savaşın seyrini değiştirdi. Türkmenler bozguna uğradılar ve çöllere çekildiler. Gazneli askerler bu kaçanları takip etmek istedilerse de sultan çölde takibin tehlikeli olacağını söyleyerek onları engelledi. Ayrıca o, esirlere iyi davranmış ve serbest bırakmıştı. Sultan 14 Nisan 1039'da Belh şehrine döndü.76

9. Serahs Savaşı

Sultan Mesud 12 Mayıs 1039 tarihinde Serahs'a gitmek üzere Belh şehrinden ayrıldı. Onun emrindeki kırk-elli bin kişilik ordu teçhizat bakımından mükemmeldi. Öyle ki, Gazneli ordusunun karşısına çıkacak bütün Türkistan ordularını yenebilecek güçte olduğu söyleniyordu. Sultan, Ramazan ayının başında (27 Mayıs 1039) Talekan şehrine geldi ve orada iki gün kaldıktan sonra ordusunu düzene sokarak yürüyüşe devam etti. Bu sırada haberciler, Tuğrul Bey'in Nişâbur'dan, Musa Yabgu'nun da Merv'den Serahs'a geldiğini bildirdiler. Çağrı Bey de zaten orada idi. Söylendiğine göre Selçukluların yirmi bin atlısı vardı. Öte taraftan Sultan Mesud, daha önce Selçuklular tarafına kaçan askerlere de güvenmekte idi. O, savaş sırasında bu kaçak askerlerin kendi sancağını görünce geri döneceğini sanıyordu. Çünkü bunun için para sarfetmişti. Ancak o, çok geçmeden yanıldığını gördü.

Buna rağmen Sultan Mesud, Ramazan ayı münasebetiyle kan dökmemek için savaşmıyor, Bayramdan sonra bir meydan savaşı yapmak istiyordu. Bu sebepten iki taraf arasındaki çarpışmalar Ramazan ayının sonuna kadar sürdü. Bayramın ertesi günü Sultan Mesud ordusunu tekrar savaş düzenine sokarak Selçuklulara saldırdı ve onları Serahs çölündeki savaşta bozguna uğrattı (27 Haziran 1039). Mesud, çekilen Selçuklu kuvvetlerini yarım fersah kadar izledi. Daha sonra da Pirî adında bir komutan idaresinde bir miktar asker Selçukluların peşinden gönderildi. Ancak Pirî ve emrindekiler korkuya kapılarak görevlerini yerine getirmediler.

Sultan Mesud 30 Haziran günü Serahs'a ulaşarak bir su kenarında konakladı. İşte bu sırada Selçuklu öncüleri tekrar göründü, bunlar daha sonra Gaznelilerin, kenarında konakladıkları suyun yönünü değiştirdiler. Şimdi Gazneli ordusunu meşgul eden en önemli mesele su bulmak olmuştu. Gazneli kuvvetleri Selçuklular üzerine yürüdü. İki taraf arasındaki savaş ikindi vaktine kadar sürdü, gerek Gazneli ve gerekse Selçuklu ordusundan çok sayıda ölü ve yaralı vardı.77

Gazneliler ile Selçuklular Arasında Mütareke

Bu olaylardan sonra Gazneli veziri, Selçuklular ile bir antlaşma yapmak fikrini ileri sürmüş, devlet ileri gelenlerinin de katıldığı bir toplantıda uzun görüşmelerden sonra bu fikir kabul edilmişti. Gazneli elçisi olarak Ebû Nasr Mutavvî Zevzenî seçildi. Vezirden gerekli talimatı alan Ebû Nasr, Selçukluların yanına gitti. Selçuklu reisleri elçinin gelişinden sonra toplanarak durumu görüştüler. Neticede onlar da Gazneli vezirinin barış teklifini kabule karar verdiler. Selçuklular bu şartları kabul ettikten sonra kendilerine verilmiş olan yerlere doğru çekildiler. Gazneli elçisi ordugâhına döndüğü zaman vezire Selçuklular hakkındaki görüşlerini açıklamış, onların bu fırsattan yararlanarak hazırlık yapmayı uygun gördüklerini, Gazne ordusu Herat'a döndüğü zaman eski hareketlerini tekrarlayacaklarını ve Selçuklulara güvenilmemesi gerektiğini belirtmişti. Gazneli veziri de kendisine güvenmekle birlikte, o da hazırlık yapacağını ve tedbirler alacağını, Selçuklular rahat durursa üzerlerine gidilmeyeceğini ifade etmişti. Gazneli ordusu bu geçici barıştan sonra Herat'a ulaştı (Temmuz-Ağustos 1039).

Sultan Mesud Herat'ta iken Tuğrul Bey'in Nişâbur'a döndüğünü, Çağrı Bey'in Serahs'ta kaldığını öteki Türkmenlerin Nesâve Bâverd'e gittiklerini öğrendi. Bu durum Selçukluların antlaşma şartlarına uymayarak işgal ettikleri yerlerden çekilmediklerini gösteriyordu. Sultan Mesud, hazırlıkların yanı sıra Kurban Bayramı'nı büyük bir törenle Herat'ta kutladı (2 Eylül 1039).78

10. Sultan Mesud'un Nişâbur Üzerine Yürümesi

Sultan Mesud, Gazne'den istediği teçhizat ve askerler geldikten sonra 9 Kasım 1039'da Herat'tan ayrılarak Buşenc'e doğru ilerledi. Onun emrindeki ordu, savaş filleriyle ağırlığı hafif çok sayıda piyade ve atlılardan oluşuyordu. Sultanın ordusu, Buşenc sahrasında savaş düzeni aldı. Tuğrul Bey bu sırada Nişâbur'da idi. Buradan hareket eden Sultan Mesud, doğrudan Nişâbur'a gidecek olursa, Tuğrul Bey'in kaçacağını bildiği için önce Tus şehrine yürüyüp onu şaşırtmak istiyordu.

Fakat sultan, Tuğrul Bey'i yakalayamadı. Gazneli öncüleri Habuşan Kasabası'na geldiği zaman, Tuğrul Bey'in buradan biraz önce ayrılmış olduğunu anladılar. Sultan Mesud, ordusunu Habuşan'da iki gün dinlendirdi ve bu sırada yanına gelen Ebû Sehl Hamduy ve Sûrî'ye derhal Tuğrul Bey'in ayrıldığı Nişâbur'a gitmelerini ve bu şehri zapt etmelerini buyurdu. Onlar gittikten sonra sultan da atlılar ile Baverd'e bir akın yaptı. Bu sırada Tuğrul Bey Baverd'e gelmiş ve kendisinden önce oraya ulaşmış olan Çağrı Bey ve öteki Türkmeleri bulmuştu. Selçuklular henüz şehri terk etmişti ki, Sultan Mesud Baverd sahrasına ulaştı. Eğer Gazneli kuvvetleri biraz daha süratli hareket etselerdi, Selçukluları yakalamaları işten bile değildi. Selçuklular bu devamlı takip sebebiyle çok güç durumlara düşmüşlerdi. Bu durumda sultan, Nesâ'dan ayrılarak 16 Ocak 1040 tarihinde Nişâbur'a girdi.

Bu sırada Nişâbur tamamiyle harap olmuş, sadece birkaç bina ayakta kalmıştı. Şehirde yiyecek namına bir şey bulunmuyordu. Sıkıntı çeken yalnız halk değildi, Gazneli ordusu da yiyecek ve binek hayvanları için ot sıkıntısı çekiyordu. Sultan Mesud da bizzat ordunun ihtiyacını sağlamakla uğraşıyordu. Ot kıtlığının gittikçe artması üzerine Damgan'a kadar develer yollanarak oradan ot getirildi.79

Sultan Mesud'un Serahs'a Hareketi

Sultan Mesud 16 Mart 1040 tarihinde Tus şehrine doğru yola çıktı. O, müsait bir sahrada konakladığı sırada; çevredeki yol başlarına öncü kıtaları gönderdi. Öte taraftan Selçuklular da harekete geçerek Serahs'a gelmişler ve onlar da öncü birlikleri çıkarmışlardı. Her iki taraf da dikkatli idiler. Sultan Mesud'un ordusu savaş durumu almış, ancak sultan, askerin büyük kısmıyla Selçukluların üzerine yürümüyor, buğdayın gelmesini bekliyordu. Zira kıtlık hâlâ sürmekte idi. Gazneli komutanlar ot bulunamadığı için ordunun isyan etmesinden korktular ve durumu Sultan Mesud'a bildirerek harekete geçilmesini istediler. Sultan bu teklifi kabul ederek Serahs'a doğru yürüyüş emri verdi (5 Mayıs 1040). Fakat Gazneliler bu şehirde de umduklarını bulamadılar, yiyecek ve su sıkıntısı burada da devam etti. Serahs'a geldiği zaman sıkıntıların biteceğini sanan Sultan Mesud, ordunun perişanlığını görünce çok şaşırmıştı. O daha sonra Merv şehrine gitmeye karar verdi ve bu fikrine çıkacakların boynunu vurduracağını söyledi.

Öte taraftan devlet ileri gelenlerinin bütün dikkatine rağmen Gazneli ordusunda çözülmeler başlamış, sultan ile komutanlar arasında da bir huzursuzluk ortaya çıkmıştı.

Selçuklular ile Karşılaşma

Gazneli ordusu 17 Mayıs 1040 tarihinde Serahs'tan Merv'e doğru yürüyüşe başladı. Fakat ordunun bütün fertlerinin maddî ve manevî kuvvetleri tamamen bozulmuştu, hemen hepsi şaşkın ve perişan bir halde idi. Ayrıca yollarda su bulunamadı. Yürüyüşün sürdüğü 22 Mayıs günü birdenbire karşıdan bir Türkmen atlısı ile Gazne ordusundan Selçuklular tarafına geçenlerden oluşan beş yüz atlı göründü. Bunlar ile Gazneliler arasında şiddetli bir savaş başladı. Selçuklu öncüleri Gaznelileri konak yerine kadar izlediler. Sultan Mesud, Selçukluların savaştaki cesaretini gördüğü zaman bu yürüyüşü yaptığına pişman oldu. O, devlet ileri gelenleri ve komutanlar ile görüşerek bundan sonra ne yapılacağı hususunda karar almak istedi, fakat komutanlar onun inatçı karakterini bildiklerinden söz söylemeye cesaret edemediler. Sultanın ısrarı üzerine söz alan vezir, iş bu duruma geldikten sonra geri dönülemeyeceğini, yoksa neticenin hezimet olacağını ve Merv'e ulaşıldığı zaman işlerin düzeleceğini belirtti. Toplantıda bulunanlar vezirin bu fikrini beğendiler, fakat orduda düzensizlik belirtileri bulunduğunu söylediler.

Sultan Mesud 23 Mayıs günü ordusunu savaş düzeninde harekete geçirdi. Gazneli ordusu henüz bir fersah mesafe yol almıştı ki, sağdan-soldan büyük gruplar hâlinde Selçuklular göründüler ve savaşa başladılar. Gazneli ordusu Selçukluların bu saldırısı karşısında çok yavaş ilerleyebiliyordu. Daha önce Selçukluların yanına geçmiş olan Gazneli askerler sultana ait gulâmlar ile konuşarak kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlardı. Sultan Mesud ve öteki komutanlar iyi çalışıp, savaşarak o gün olması muhtemel büyük bir hezimetin önünü almışlardı. Gazneli ordusu yürüyüşe devam ederek su kenarına ulaştı. Artık hiç kimsede bu savaşın kazanılacağı hususunda ümit kalmamıştı, büyük bir bozgun olacağı anlaşılmıştı.80

11. Dandanakan Savaşı

Ertesi günü 24 Mayıs 1040'ta Gazne ordusu Dandanakan Kalesi'ne doğru ilerlerken Selçuklu ordusu hücuma geçti. Gazneli ordusu bu hücuma rağmen öğleye doğru Dandanakan Kalesi'ne ulaşabildi. Sultan Mesud kalenin yanında konaklanması teklifini kabul etmeyerek ordusunun su sıkıntısını önlemek için beş fersah ilerdeki havuza gidilmesini emretti. Bu, Gazne ordusunun düzeninin bozulmasına ve savaşın kaybedilmesine yol açan bir emirdi. Bu sırada üç yüz yetmiş beş saray gulâmı Gazne ordusundan ayrılarak Selçukluların tarafına geçtiler ve daha önce kaçmış olanlar ile birleştiler. Onlar daha sonra şiddetle hücuma geçtiler. Bu hücum; zaten bitik, yorgun ve moralsiz Gazneli ordusunun çökmesine ve etrafa dağılmasına sebep oldu. Sultan Mesud, emrindeki birkaç komutan ve kendisine sâdık birkaç gulâm ile hemen hemen yalnız kalmıştı. Hâcib Beytoğdı ve emrindeki gulâmlar çöllere kaçarken, Gazneli ordusunda bulunan öteki askerler de her biri bir tarafa dağılmışlardı. Sultan Mesud kahramanca savaştı ise de, beraberinde neticeyi değiştirecek sayıda asker yoktu. Neticede yanında kalanların ısrarıyla Sultan Mesud da savaş alanını terketti.

Sultan Mesud önce Merv Ovası'nda bulunan Berkdiz Kalesi'ne, daha sonra da Garcistan tarafına kaçtı. Beraberinde kardeşi Abdürreşid, oğlu Mevdud ve devlet ileri gelenlerinden bazıları bulunuyordu. Sultan nihayet 21 Haziran 1040 tarihinde Gazne'ye geldi. Herkes onu teselli ediyor, Dandanakan mağlubiyetinin nâdir olaylardan biri olduğunu söylüyordu.

Öte taraftan Çağrı Bey Belh'e gitmiş ve buranın valisi Altuntak Hâcib'den kendisine itaat etmesini istemişti. Sultan Mesud, Belh'den yardım isteyen mektup ulaştığı zaman, Hâcib Altuntaş'ın bin atlı ile gönderilmesini kararlaştırdı. Ancak bu Gazneli kuvveti de Selçuklular tarafından mağlûp edilmişti. Bu olaylar olurken Sultan Mesud; Hâcib Sübaşı, Beytoğdı ve Ali Dâye gibi komutanları tutuklatarak onların mallarına el koymuştu. Sultan, Altuntaş'ın mağlubiyet haberini aldığı zaman, artık gönlü Gazne'den geçmişti. O Çağrı Bey'in Belh'i aldıktan sonra Gazne'ye gelmesinden korkmakta ve bu sebeple Hindistan'a gitmeyi düşünmekte idi. Sultan yine de oğlu Mevdud ve Veziri Ahmed b. Abdüssamed'i Selçuklular ile mücadele için görevlendirdi. Bu Gazneli ordusu 22 Eylül 1040 tarihinde Belh'e gitmek üzere Gazne'den ayrıldı.

H. Sultan Mesud'un Hindistan'a Hareketi ve Ölümü

Sultan Mesud Selçuklulardan korktuğu için Hindistan'a gitmeyi aklına koymuştu. Bu maksatla hazırlıklara başlayarak kardeşi Muhammed ve dört oğlunu Nagar Kalesi'nden Gazne'ye getirtti (11 Ekim 1040). Sultan, kardeşi Muhammed ve oğullarından kendisine muhalefet etmeyecekleri hususunda yeminler aldı. O daha sonra Gazne'deki hazinenin götürülmek üzere hazırlanmasını istedi. Sultan Mesud başta annesi, vezir, devlet ileri gelenleri ve komutanların Hindistan'a gitmekten vazgeçilmesi hususundaki bütün itiraz ve başvurularını kabul etmedi. Ayrıca o oğlu Mecdûd'u iki bin atlı ile bölgeyi emniyet altına alması için Multân'a gönderdi. Bundan sonra Mesud, babası Mahmud'un muhtelif kalelere yerleştirilmiş olan hazinelerinin Gazne'de toplanmasını emretti. Sultan, beraberinde bu hazineler ve harem mensupları olduğu halde muhtemelen 15 Kasım 1040'ta Hindistan'a gitmek üzere Gazne'den ayrıldı.

Sultan Mesud Sind Nehri'ni geçtikten sonra Marikale denilen yerde hazineye göz koymuş olan Türk ve Hintli gulâmların ayaklanmasıyla karşılaştı. Sultanın hazineyi beraberine almasıyla doğacak tehlike ortaya çıkmış oldu. İsyan eden, Gazneli ordusu Mesud'un kardeşi Muhammed'in etrafında toplanarak onu ikinci kez sultan ilân ettiler (21 Aralık 1040). Mesud ise Rıbat-ı Marikale'ye gitti ve ertesi günü kendisine sadık kalanlar ile isyanı bastırmaya çalıştı. İki taraf arasındaki savaş sırasında Mesud'un bütün gayretleri sonuç vermeyince, Muhammed'in taraftarları onu esir almaya muvaffak oldular. Mesud zincire vuruldu ve beraberinde, eşi Sare Hatun olduğu halde Girî Kalesi'ne gönderilerek hapsedildi. Sâbık sultan daha sonra o kalede öldürüldü (17 Ocak 1041).81

Sultan Muhammed'in İkinci Saltanatı

Sultan Muhammed ikinci kez tahta çıkarıldıktan sonra hemen başkent Gazne'ye dönmemiş ve kışı Peşâver taraflarında geçirmişti. Şehzâde Mevdud ise babası Mesud tarafından Selçuklular ile mücadele için Belh tarafına gönderilmişti. Mevdud, Selçuklular ile yaptığı mücadelede başarılı olamayarak Hupyan Kasabası'na çekildi. O burada iken babasının ölümünü ve amcası Muhammed'in tahta geçtiğini haber almıştı. Mevdud bu durumu öğrendikten sonra intikam almak için derhal amcasının üzerine yürümek istedi. Fakat veziri olan Ahmed b. Abdüssamed onun bu hareketini engelledi ve; "Önce Gazne'yi zapt etmek doğrudur. Eğer Gazne'yi ele geçirirsek ordu çabucak itaat eder" dedi. Vezirin bu sözlerini doğru bulan Mevdud, beraberindeki askerler ile Gazne'ye geldi. Bütün Gazne halkı onu karşılayarak önce başsağlığı dilediler, sonra da ona tâbi olduklarını bildirdiler. Mevdud bütün kış aylarını, saltanatı amcası Muhammed'in elinden alabilmek için hazırlıklar yaparak geçirdi. Nihayet bahar geldiği zaman, o hazırladığı orduyla gayesini gerçekleştirebilmek maksadıyla amcasının üzerine yürüdü.

Öte taraftan Mesud'un öldürülmesinden sonra ordu ve halk nazarında davranışları sebebiyle Sultan Muhammed ve oğullarının itibarı kalmamıştı. Onların askerleri tarafından Peşâver bölgesi yağma edilmişti. Sultan Muhammed kış sonunda, bulunduğu Peşâver şehrinden Gazne'yi almak için harekete geçti. Muhammed ve Mevdud'un orduları Kabul Nehri vadisindeki Nangrahar bölgesinde bulunan Dunpûr mevkiinde (bugünkü Celalâbad) karşılaştılar. İki taraf arasındaki savaş bütün gün sürmüş, fakat bir netice alınamamıştı. Ertesi gün iki ordu tekrar çarpışmaya başladılar. Neticede hezimete uğrayan Muhammed'in ordusu dağıldı (8 Nisan 1041). Muhammed taraftarlarından birçoğu öldürüldü ve esir alındı. Sultan Muhammed ve oğulları da esirler arasında bulunuyordu. Muhammed ve oğulları ile Mesud'a isyan edenlerin elebaşıları cezalandırıldılar. Bunların bir kısmı ok yağmuruna tutularak, bir kısmı da atların arkalarına bağlanarak öldürüldüler. Bu intikam fırtınasından sadece Muhammed'in oğlu Abdürrahim, isyan sırasında amcası Mesud'a gösterdiği hürmet sebebiyle, kurtulabilmişti. Mevdud, bu savaşı kazandığı yere bir köy ve rıbât yaptırarak ona Fethâbâd ismini verdi, daha sonra muzaffer bir şekilde Gazne'ye döndü (28 Nisan 1041). Bu suretle Muhammed'in üç ay on sekiz gün sürmüş olan ikinci saltanat devresi de sona ermiş oluyordu.82

4. Sultan Mevdud'un Saltanatı

Mevdud Gazne'ye döndükten ve saltanat tahtına oturduktan sonra vezirliği yine Ahmed b. Abdüssamed'e verdi. Ancak Mevdud, henüz Gazneliler Devleti üzerinde kesin olarak hâkimiyet kuramamıştı. Daha önce babası zamanında Multân'a gönderilen kardeşi Mecdûd'un yanında da kuvvetli bir ordu bulunuyordu. Mecdûd da babasının öldürüldüğünü öğrendiği zaman sultanlığını ilân etmiş, büyük bir orduyla Lâhor yolunu takip ederek Gazne'ye ilerliyordu. O, Kurban Bayramı'nı (11 Ağustos 1041) Lâhor'da kutladıktan üç gün sonra esrarengiz bir şekilde çadırında ölü bulundu. Mecdûd'un ölüm sebebi anlaşılamadı. Böylece Hint ülkelerinin idaresi de Mevdud'un eline geçiyor ve o tek başına Gazneli sultanı oluyordu.83

A. Devrindeki Olaylar

1. Sistan Olayları

Selçukluların Sistan'a hâkim oldukları sırada, Gaznelilere taraftar bazı şahısların Sultan Mevdud'dan yardım istedikleri anlaşılıyor. Onlar Sultan Mevdud'dan aldıkları orduyla Sistan şehri önüne gelerek konakladılar. Bu Gazneli ordusunun başında Kaymaz el-Hâcib bulunuyordu.

Sistan'da Selçuklular adına hüküm süren Ebu'l-Fazl kendisine bağlı askerler ile oraya gitti ve Kaymaz ile savaşa girerek Gaznelileri mağlûp etmeyi başardı. Yenilen Gazneli kuvvetleri Gazne'ye döndüler (1041). Sultan Mevdud, Sistan'ı tekrar ele geçirmekten ümidini kaybetmemişti. Sultan bu maksatla oradaki taraftarlarına gizlice mektuplar gönderiyordu. Bu durumu öğrenen Ebu'l-Fazl, Sistan'daki Gazneli taraftarlarının ileri gelenlerinden bazılarını tutuklattı. Gazneli taraftarların tutuklanması, Sultan Mevdud'u Sistan'a yeni bir ordu göndermeye mecbur etti. Yine Kaymaz'ın komuta ettiği bu Gazneli ordusu iki bin atlı ile on bin yayadan oluşmaktaydı. Gazneli kuvvetleri 20 Mart 1042 tarihinde Sistan önüne gelerek Ebu'l-Fazl ile savaşa başladılar. İki taraf arasındaki bu savaşı Gazneliler kazandı. Ebu'l-Fazl bu durumda Zerenc Kalesi'ne çekilmek zorunda kaldı. Gazneliler, adı geçen kaleyi kuşattılar ve bu kuşatma dört ay sürdü. Ebu'l-Fazl, Gaznelilere karşı mukavemet edemeyeceğini anladığı zaman, Horasan'da bulunan Ertaş'tan yardım istedi. O bir sabah vakti ansızın şehrin önünde bulunan Gazneli askerlere saldırdı (Ağustos 1042). Selçuklu ve Gazneli kuvvetleri tahminen bir saat kadar savaştılar. Ebu'l-Fazl'ın da beraberinde şehir halkı olduğu halde dışarı çıkarak Selçuklulara yardım etmesi, savaşın gidişini değiştirdi. Gazneli kuvvetleri bu mücadelede başarılı olamamış ve çok sayıda kayıp vermişti. Sultan Mevdud'un daha sonra komutanlarından Tuğrul'u Sistan'a gönderdiğini görüyoruz. Tuğrul emrindeki iki bin atlıyla Sistan'a geldi (1043 yılı başı) ve halktan birçok kimseyi öldürerek etrafı yağmaladı. Neticede Ebu'l-Fazl onunla mahiyeti kesin olarak anlaşılamayan bir barış yaptı. Böylece Sistan, Sultan Mevdud devrinde Selçuklulara tâbi olarak kalmıştı.84

2. Hindistan Olayları

Sultan Mevdud Devri'nde Hindistan'da da bazı olaylar oldu. Bunlardan birincisinde; 435 (1043­144) tarihinde bazı Hintli racalar birleşerek Gaznelilere karşı harekete geçtiler ve Müslümanların elinde bulunan Hansi, Thanesar, Nagarkot ve öteki bazı yerleri geri aldılar. Bu birleşik Hintli ordusu daha sonra Lâhor'u muhasara etti. Sultan Mevdud, Lâhor'a yardım için bir ordu gönderdi. Hintlilerin kuşatması yedi ay sürdü, ancak Hintli liderlerden birinin ölmesi, racaların birbirine girmesine ve kuşatmanın kaldırılmasına sebep oldu. Racalardan bazıları tekrar Mevdud'a itaat ederken, büyük bir kısmı da ülkelerine çekildiler. Daha sonra 1048 yılında Sultan Mevdud, Pencap'taki Hintli asiller arasındaki geçimsizliği ortadan kaldırmak için iki büyük oğlu Mahmud ve Mansûr'u Lâhor ve Peşâver şehirlerine vali tayin etti. Aynı zamanda Hintlilerin saldırılarını önlemek için komutanlardan Ebû Ali Kûtvâl de Hindistan'a gönderildi. Ebû Ali bu görevinde başarılı oldu. Mevdud Devri'ndeki bu başarılar, Gaznelilerin Hindistan'da sona ermek üzere olan nüfuzlarını yeniden sağlamlaştırmış ve racaların itaatini sağlamıştı.85

3. Gazneli-Selçuklu Münasebetleri

Sultan Mevdud'un bütün arzusu, Selçukluların aldıkları yerleri tekrar ele geçirerek Gazneli Devleti'nin ihtişamını yeniden diriltmekti. Nitekim o güneybatı hudutlarının korunmasını sağlar sağlamaz, Kuzeybatı Afganistan'da Selçukluları durdurmaya ve geçici olarak geri çekilmeye mecbur etmişti. Sultan Mevdud Herat şehrini kurtarmış, Ceyhun Nehri üzerinde önemli bir köprübaşı olan Tirmiz şehri de birkaç yıl daha onun elinde kalmıştı. O, Çağrı Bey'in kızı ile de evlenmişti. Selçuklular ile evlilik bağı olmasına rağmen, Sultan Mevdud, Çağrı Bey'in hastalanmasını fırsat bilerek Horasan'ı alabilmek için bu bölgeye bir ordu sevk etmişti. Çağrı Bey, Gazneliler ile mücadele için oğlu Alp Arslan'ı gönderdi. Bu sırada Belh şehrinde üslenmiş olan Alp Arslan, Gazneli ordusuna hücum ederek birçok kişiyi öldürdü. Ayrıca o Gaznelilerden bin kişiyi esir edip, birçok ganimet ele geçirerek babasının yanına döndü (Ağustos-Eylül 1043). Bir süre sonra iyileşen Çağrı Bey beraberinde Alp Arslan olduğu halde Tirmiz Kalesi üzerine yürüyerek burasını teslim aldı.

Öte taraftan Sistan'da bulunan Ertaş da 1045-1046 tarihinde Gazne'yi almak için büyük bir orduyla harekete geçti. Sultan Mevdud da onunla mücadele için bir ordu gönderdi. İki taraf arasındaki savaşı kazanan Gazneliler olmuş, Ertaş hezimete uğrayarak Sistan'a dönmüştü.86

B. Sultan Mevdud'un Ölümü

Sultan Mevdud tek başına Selçuklulara karşı kesin netice elde edemeyeceğini anladığı zaman, çevredeki öteki hükümdarlar ile bir ittifak meydana getirmeye çalıştı. Birçok müzakerelerden sonra İsfahan'da bulunan Hemedan'ın sâbık Hâkimi Kakuyî ailesinden Ebû Kalicâr Gerşasp b. Alâüddevle Muhammed ve Karahanlılardan muhtemelen İbrahim b. Nasr ile ittifak yaptı. Sultan Mevdud, onlarla birleşmek üzere Gazne'den ayrıldı ise de, az sonra kulunç hastalığına yakalanması onu tekrar adı geçen şehre dönmek zorunda bıraktı. Daha sonra hastalığı şiddetlenen Mevdud 18 Aralık 1049 tarihinde Gazne'de yirmi dokuz yaşında öldü. Böylece Mevdud'un tatbik etmek istediği plân ölümüyle sonuçsuz kalmış oldu.87

5. Sultan II. Mesud

Sultan Mevdud öldüğü zaman küçük yaştaki oğlu Mesud tahta oturtuldu. Bir rivâyete göre II. Mesud bu sırada henüz beş yaşında idi. II. Mesud; Mevdud'un, Çağrı Bey'in kızıyla olan evliliğinden dünyaya gelmişti. O babasının vasiyeti olduğu ileri sürülerek tahta çıkarıldı. Aslında devlet idaresi Selçuklu prensesi olan annesinin elinde idi. Ancak devlet ileri gelenleri birleşip küçük yaştaki II. Mesud'u tahttan indirerek Şehzade Ali'yi sultan ilân ettiler (29 Aralık 1049). II. Mesud'un saltanat müddeti beş gün sürmüştü.

6. Sultan Ali B. Mesud

Ali b. Mesud, muhtemelen yerini sağlamlaştırmak için, devlet idaresinde söz sahibi olduğu anlaşılan Çağrı Bey'in kızı olan yengesiyle evlendi. Öte taraftan Sultan Mevdud, saltanatı ele geçirdikten sonra amcası Abdürreşid b. Mahmud'u hapsetmişti. Yine Mevdud Veziri Abdürrezzâk'ı orduyla Sistan'a göndermişti. Vezir, onun ölüm haberini aldığı zaman ailenin en yaşlı kişisi olan Abdürreşid'i tutuklu bulunduğu yerden çıkarmış ve askeri de ona itaate davet etmişti. Askerler bu davete uyduğu için Abdürreşid'in sultanlığı ilân edilmişti. Daha sonra Abdürreşid, vezir ve beraberindeki askerler Gazne'ye yürüdüler. Güçsüz bir şahıs olan Sultan Ali, Abdürreşid karşısında tutunamayacağını anlayarak kaçmıştı. Bu suretle rakipsiz kalan Abdürreşid Gazneli Devleti sultanı oldu. Sâbık Sultan Ali ise yakalanarak bir kalede hapsedildi, onun saltanatı kırk beş gün sürmüştü.88

7. Sultan Abdürreşîd B. Mahmud

Sultan Abdürreşid bir rivayete göre, 24 Ocak 1050 tarihinde Gazneliler tahtına oturdu. Kendisini tahta çıkarmış olan Nûştegin'i Hindistan ordusuna komutan tayin ederek Lâhor'a yolladı. Nûştegin, Kangra Kalesi'ni Hintlilerden alarak Gaznelilerin Hindistan'daki durumunu sağlamlaştırdı.

Tuğrul Bozan'ın Gazneli Tahtını Ele Geçirmesi

Gazne Devleti'nin bu sıradaki başarılı komutanlarından birisi de daha önce Sistan'a gönderilen Hâcib Tuğrul Bozan idi. Sultan Abdürreşid, Tuğrul'u başkomutan tayin ederek Selçukluları durdurma görevini verdi. Tuğrul 1051 tarihinde Selçukluları mağlûp ettikten sonra Sistan'a yürüyerek onları bu bölgeden de çıkarmak istedi ve bunda da başarılı oldu.

Tuğrul Sistan'a hâkim olduktan sonra durumu Sultan Abdürreşid'e bildirerek Horasan'a gitmek ve Selçuklulardan burayı almak için yardım istedi. Sultan da bir grup atlıyı Tuğrul'a yardımcı olarak gönderdi. Tuğrul bu gelen atlılar ile durumunu sağlamlaştırdıktan sonra Gazneliler tahtını ele geçirmek için Gazne'ye yürüdü ve şehre yaklaştığı zaman Sultan Abdürreşid'e bir elçi göndererek durumu bildirdi. Abdürreşid yakınları ile Gazne Kalesi'ne çekilmekten başka bir şey yapamadı. Tuğrul Gazne'ye girerek Sultan Abdürreşid ve on bir şehzâdeyi öldürttü ve böylece Gazneli hanedanında kanlı bir katliâm yapmış oldu. Bu katliâmdan bir kalede tutuklu bulunan üç şehzâde; Ferruhzad, İbrahim ve Şücâ kurtulabilmişti. Tutuklananlar arasında meşhur tarihçi Ebu'l-Fazl Beyhakî de bulunuyordu. Tuğrul, Sultan I. Mesud'un kızı ile de zorla evlenerek Gazneli tahtına oturdu. Ayrıca tarihçiler Tuğrul'u, Gaznelilerden gördüğü iyiliklere ihanet etmesi sebebiyle "Kâfir-i nimet" ve "Tuğrul el-Mel'ûn" gibi lâkaplarla kaydediyorlar. Nihayet Sultan Mesud'un Türk gulâmlarından Nûştegin, beraberinde iki gulâm daha olduğu hâlde, bir fırsattan yararlanarak Tuğrul'u kılıçla öldürdüler. Bu suretle ölüm sırası gelen üç şehzâde de kurtulmuş oldu. Tuğrul'un başı bir sopanın ucuna takılarak Gazne'de dolaştırıldı. Böylece halk onun öldüğüne inandı. Tuğrul'un Gazneli tahtını ele geçirdiği süre, tarihçiler tarafından kırk ilâ elli gün olarak verilmektedir.

Bu olaylardan kısa bir süre sonra Gaznelilerin Hindistan Başkomutanı Hırhiz Gazne'ye geldi. O, komutanlar ve şehrin ileri gelenlerini bir araya topladı. Bu toplantının konusu Sebüktegin ailesinden hayatta kalan üç kişiden saltanata en lâyık olanı seçmekti. Neticede Sultan Mesud'un oğlu Ferruhzad üzerinde karar kılındı. Ferruhzad tutuklu bulunduğu kaleden Gazne'ye getirtilerek saltanat ona yardımcı olacaktı. Ayrıca bir soruşturmadan sonra Sultan Abdürreşid'in katledilmesinde rol oynayanların hepsi öldürüldü.89

8. Sultan Ferruhzad

Ferruhzad tahta çıkar çıkmaz bir tehlikeyle karşılaştı. Selçuklulardan Çağrı Bey, Abdürreşid'in ölümü ve saltanat değişikliğini öğrendiği zaman durumdan yararlanarak Gazne'yi zapt etmek üzere ordusuyla harekete geçmişti. Ancak Hırhiz idaresindeki Gazneli ordusu Büst şehrine kadar ilerleyen Selçuklu kuvvetlerini bozguna uğrattı. Çağrı Bey bu yenilgi sonucu Horasan'a dönmek zorunda kaldı. Sultan Ferruhzad'ın, durumunu sağlamlaştırdıktan sonra tekrar Horasan'a sahip olmak istediği anlaşılıyor. Nitekim o, bu maksatla büyük bir Gazneli ordusunu Toharistan'daki Selçuklular üzerine gönderdi. Emîr Kutbeddîn Gülsarıg idaresindeki Selçuklu kuvvetleri bu Gazneli ordusunu karşıladı. İki taraf arasındaki savaşı kazanan Gazneliler olmuş, Selçuklu ordusundan birçok komutan ve asker esir düşmüştü. Bu yenilgi Alp Arslan'ın babası Çağrı Bey'den Gazneliler üzerine yürümek için izin istemesine sebep oldu. Çağrı Bey, oğlunun bu arzusunu yerine getirerek onu hareketinde serbest bıraktı. Gazneliler, Alp Arslan idaresindeki Selçuklu kuvvetleri karşısında yenilgiye uğradılar ve aralarında komutanların da bulunduğu birçok esir verdiler. Bu savaşın ardından iki taraf arasında bir antlaşma oldu. Sultan Ferruhzad elindeki Selçuklu esirlerini ve Gülsarıg'ı, Selçuklularda Gazneli esirleri serbest bıraktılar (1053).

Sultan Ferruhzad halkına gayet iyi davranmış ve altı yıl hüküm sürdükten sonra 4 Nisan 1059 tarihinde otuz dört yaşında kulunç hastalığından ölmüştür. "Sultânü'l-Mu'azzam" şeklindeki unvân ilk defa Ferruhzad'ın sikkeleri üzerinde görülmektedir.90

9. Sultan İbrahim B. Mesud

Sultan Ferruhzad'ın ölümünden sonra yerine kardeşi İbrahim geçti. İbrahim 6 Nisan'da Gazne'de tahta oturmuştu. Onun sultan olmasıyla, uzun bir süre devam eden Gazneli-Selçuklu mücadelesi sona erdi. Bu iki Türk devleti arasındaki savaşlara son verilmesine Çağrı Bey de razı olmuş ve iki taraf arasında barış antlaşması yapılmıştı (1059). Bu antlaşma gereğince; iki devlet hâkimiyetleri altındaki ülkeleri muhafaza ediyor ve birbirlerine saldırmamayı yükümleniyorlardı. İki taraf arasındaki hudut ise, Afganistan'ın kuzeyindeki Hindukuş Dağları oluyordu.

Sultan İbrahim bu sâkin devreden yararlanarak, ülkesini yeniden düzene soktu ve bir dereceye kadar halka refah getirdi. Öte taraftan bir rivayete göre, Sultan Alp Arslan tahta geçtiği zaman Gazne'ye elçiler göndererek Sultan İbrahim ile dostluğunu sağlamlaştırmış ve Gazneli topraklarına sefer yapmamıştı. İki devlet arasındaki bu iyi münasebetlere rağmen, Alp Arslan'ın ölümü ve yerine oğlu Melikşah'ın sultan ilân edilmesiyle (24 Kasım 1072) meydana gelen taht değişikliğinden Karahanlılar kadar Gazneliler de faydalanmak istedi. Nitekim çok sayıda Gazne askeri Melikşah'ın amcası ve emîrü'l-ümerâ unvânıyla meşhur olan Osman'ın idaresindeki Çiğilkent (veya Sakalkent) şehrine hücum etti. Osman, Gaznelilerin bu saldırısına karşı koyamadığı gibi esir edilerek maiyyetiyle birlikte Gazne'ye götürüldü. Selçukluların bu saldırıya cevap vermek için harekete geçmesiyle, Gazneliler Çiğilkent'i yağmalayarak geri çekildiler.

Öte taraftan Sultan Melikşah amcası Kavurd'un isyanını bastırdıktan sonra ve Herat'ın güneyindeki İsfizar'da konakladı. Sultan İbrahim bu durumu haber aldığı zaman, Melikşah'ı önlemek için, Selçuklu emîrlerini kendi tarafında göstermek gibi, psikolojik bir savaş plânı düşündü ve bunun tatbikinde de başarılı oldu. Sultan Melikşah eline geçen bu sahte mektupları okuduğu zaman, emîrlerinin gerçekten Sultan İbrahim ile ittifak ettiğini sandı ve seferden vazgeçerek İsfahan'a döndü.

Sultan Melikşah'ın yarıda kalan bu seferinin yine de faydalı olduğu anlaşılıyor. Sultan İbrahim bu seferden sonra emîrü'l-ümerâ Osman'ı serbest bıraktı. Ayrıca iki hanedan arasındaki dostluk, evlilik bağları ile de kuvvetlendirildi.91

Hindistan Seferleri

Sultan İbrahim de ataları gibi Hindistan'a seferler yaptı. O önce güney Pencap bölgesinde Sütlec Nehri üzerindeki şimdi Pak-Patan adıyla bilinen Sufî Baba Ferîd'in makamının bulunduğu meşhur Acudhan Kalesi üzerine yürüyerek kuşatmadan sonra zapt etti (13 Ağustos 1079). Bu sefer sırasında sultan, Rupal denilen bir kaleyi de ele geçirmişti. Onun bu sefer sırasında zapt ettiği başka bir kalenin de dağlık mıntıkada bulunan Derâ Dun olması muhtemeldir. Sultan İbrahim'in Hindistan'da zapt ettiği son kale muhtemelen Kuzeydoğu Pencap'ta idi. O, Kasım 1079'da bu kalenin önüne gelerek orada üç ay kaldı. Gazneli askerler kış mevsiminin şiddetli geçmesi sebebiyle zorlandılar. Neticede bu çekilenler mutlu bir şekilde sona erdi. Sultan İbrahim bu kaleyi zapt ederek muzaffer bir şekilde Gazne'ye döndü (muhtemelen 1080 yılı baharı).

Sultan İbrahim'in saltanatı sırasında Gur bölgesinde Abbas b. Şîs hüküm sürüyordu. Ancak Abbas'ın Gur halkına zulüm ve işkence yapması üzerine ileri gelenler Gazne'ye mektuplar göndererek yardım istediler. Sultan İbrahim de bu çağrıya uyarak kalabalık bir orduyla Gazne'den hareket etti ve Gur'a ulaştı. Gur ordusu da sultanın hizmetine girerek Emîr Abbas'ı ona teslim etti. Sultan İbrahim, Emîr Abbas'ı Gazne'ye götürerek yerine oğlu Muhammed'i tayin etti. Emîr Muhammed zamanında Gur halkı rahatladı, o Gazneli sultanlarına hizmet ve itaat ediyor, söz verilmiş olan malı ve hediyeleri de gönderiyordu.

Sultan İbrahim'in uzun süreli hükümdarlığı zamanında Gazneliler Devleti, Doğu Afganistan ve Kuzey Hindistan'da parlak günler yaşamıştı. İbrahim âdil ve cömert bir sultandı, Eylül-Ekim 1099'da öldü, bu durumda onun kırk yıl gibi uzun bir süre saltanat sürdüğü anlaşılıyor.92

10. Sultan III. Mesud

Sultan İbrahim'in yerine oğullarından III. Mesud geçti. O Selçuklu Sultanı Melikşah'ın kızıyla evliydi. Mesud iyi ahlaklı, adâlet ve insaf sahibi bir hükümdardı. Ülke onun zamanında barış ve güven içinde idi. Sultan III. Mesud, oğlu Adududdevle Şirzad idaresinde bir orduyu Lâhor'a gönderdi. Hindistan'daki askerî hareket sırasında Hâcib Togan Tegin idaresindeki Gazneli ordusu Sultan Mahmud zamanından beri kimsenin ulaşamadığı Ganj Nehri'nden ileriye geçerek birçok ganimet ile geri döndü.

Sultan III. Mesud on altı yıllık bir saltanattan sonra Şubat-Mart 1115 tarihinde ellidört yaşında öldü. Onun zamanında Gazneliler Devleti; Gazne, Kâbil, Büst, Kusdar, Mekran ve Kuzey Hindistan bölgelerini içine almaktaydı. Gazneli Devleti birinci derecede Hindistan kıtasında yükselirken, bu hanedan İslâm dünyasında dinin öncüsü olarak hürmet görmeye devam ediyordu.93

11. Sultan Şirzad

Sultan III. Mesud'dan sonra Gazneli tahtına oğlu Şirzad geçti. Bu hükümdarın hayatı hakkında kaynaklarda çok az bilgi vardır. O, bir yıl saltanat sürdükten sonra kardeşi Arslanşah tarafından tahttan uzaklaştırıldı (Şubat 1116). Şirzad daha sonra Taberistan'da hüküm süren Bavendîler hanedanına sığındı ve hacca gitmek istedi. Bu hanedanın reisi Alâüddevle Ali b. Şehriyâr onun bir hac seferi için gerekli bütün ihtiyaçlarını sağlamıştı. Şirzad hacca gittikten sonra tekrar tahtı ele geçirmek istedi ise de kardeşi Arslanşah tarafından öldürüldü.94

12. Sultan Arslanşah

Şirzad'dan sonra Gazneli tahtına geçen Arslanşah'ın babası Sultan III. Mesud, annesi ise Selçuklu Sultanı Melikşah'ın kızı Mehdü'l-Irak idi. Arslanşah'ın tahta geçerken verdiği mücadele sırasında Şirzad'dan başka, kardeşlerinden bazıları öldürüldü, bazıları da tutuklandı. Bunlardan sadece Germsîr bölgesindeki Teginabad şehrinde bulunan Behramşah kurtulmuştu. Arslanşah 22 Şubat 1116 tarihinde Gazne'de tahta çıkmıştı. Behramşah ise Teginabad'da Arslanşah kuvvetlerine mukavemet etmiş, fakat yenilerek kaçmak zorunda kalmıştı. O daha sonra Melik Sencer'in huzuruna Merv şehrine giderek yardım istemişti. Behramşah bu sırada Horasan meliki olan Sencer'e kendisini sevdirmesini bildi. Melik Sencer bu durumda bizzat Gazne'ye yürümeye ve Behramşah'ı tahta oturtmaya karar verdi. Sencer hazırlıklarını sürdürürken, Sultan Arslanşah bu haberi duyduğu zaman kalabalık bir orduyla harekete geçti. İki taraf arasında muhtemelen Büst civarında yapılan savaşta, Selçuklu ordusu galip gelmiş ve Arslanşah Gazne'ye dönmüştü.

Öte taraftan Melik Sencer de hazırlıklarını tamamlayarak Gazne'ye doğru ilerledi. Arslanşah otuz bin atlı ve pek çok yaya asker ve yüzyirmi filden meydana gelen bir orduya sahipti. Selçuklu ve Gazneli kuvvetleri şehirden bir fersah uzaklıktaki Şehrabad sahrasında karşılaştılar. Neticede Gazneli ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Sultan Arslanşah, Hindistan'a çekilmekten başka çare bulamamıştı. Melik Sencer, 25 Şubat 1117 tarihinde Gazne'ye girdi ve Behramşah'ı vassali olarak Gazneliler Devleti tahtına oturttu. Daha sonra Behramşah ile Sencer bir antlaşmaya vardılar. Buna göre; Behramşah hutbeyi sırasıyla önce Abbasî halifesi, Selçuklu sultanı, Muhammed Tapar ve Melik Sencer adına, sonra da kendi ismine okutmayı, ayrıca Sencer'e yıllık iki yüz elli bin dînâr vergi ödemeyi kabul etmişti. Bu suretle Sencer Selçukluların bir rüyasını gerçekleştirmiş oluyor ve ilk defa Gazne'de Selçuklu sultanı adına hutbe okunmasını sağlıyordu. Sencer Gazne'de kırk gün kalarak 6 Nisan 1117 tarihinde bu şehirden ayrıldı ve Horasan'a döndü.

Sultan Arsalanşah ise saltanat mücadelesine devam edebilmek için Hindistan'a kaçmış ve oradaki valisi Muhammed-i Ebû Halîm'den yardım almıştı. O, Sencer'in Gazne'den ayrıldığını duyduğu zaman, Hindistan'da topladığı kuvvetler ile Behramşah'a hücum etti. Behramşah ona karşı koyacak kuvvet ve kudrette değildi, bu sebeple Sencer'den yardım istedi. Sencer, Behramşah'ı desteklemek için Belh şehrinden tekrar büyük bir ordu gönderdi (1117-1118). Gazne'ye hâkim olan Arslanşah kardeşi Behramşah'ı yakalamak için harekete geçti ise de, yardıma gelen Selçuklu kuvvetleri onu izleyerek yakaladılar. Behramşah önce Arslanşah'ı hapsetti, sonra serbest bıraktı. Fakat Arslanşah rahat durmamış ve tahtı ele geçirmek için gizlice bazı çalışmalarda bulunmuş olmalıdır. Behramşah bu durumu anlayarak Arslanşah'ı öldürtmüştü (Eylül-Ekim 1118).95

13. Sultan Behramşah

B. III. Mesud

Behramşah, Gazneliler tahtına geçer geçmez, Arslanşah taraftarı olduğunu gördüğümüz Hindistan Valisi Muhammed Ebû Halîm isyan ederek ona itaati reddetti. Bu haberler Gazne'ye ulaştığı zaman Behramşah, büyük bir orduyla Hindistan'a giderek 11 Ocak 1119 tarihinde Lâhor'da yapılan savaşta Hindistan valisini mağlûp ve esir etti. Ancak Behramşah, Muhammed'in muktedir ve tecrübeli bir şahıs olduğunu anlayarak onun suçunu bağışladı ve tekrar görevine iade ettikten sonra Gazne'ye döndü.

Sultan Behramşah'ın Hindistan'dan ayrılmasından sonra Muhammed Ebû Halîm tekrar faaliyete geçti ve Sivalik (Batı Pencap) eyaletindeki Bhira yakınındaki Nagor'a bir kale yaptırdı. Muhammed'in isyankâr tutumuyla ilgili haberler Gazne'ye ulaşmakta gecikmedi. Behramşah on bin kişilik atlı ordusuyla Hindistan'a yürüdü. Muhammed ve on yedi oğlu savaş meydanında öldüler (1119). Sultan Behramşah bu âsileri cezalandırdıktan sonra Hüseyin b. İbrahim Alevî adındaki bir şahsı Hindistan valisi olarak tayin ederek Gazne'ye döndü.96

Sultan Behramşah 1119 yılından 1134 tarihine kadar sakin ve refah içinde bir saltanat sürdü. Bu son tarihten sonra Behramşah, 1118'de Selçuklu sultanı olan Sencer'in itaatinden çıkmış ve daha önce ödemeyi kararlaştırdığı iki yüz elli bin dînârı ödememişti. Ayrıca Sultan Sencer'e onun halka kötü davrandığı ve mallarına el koyduğu bildirilmişti. Sultan Sencer, Ağustos-Eylül 1135 tarihinde Merv şehrinden harekete geçerek Gazne'ye doğru ilerledi.

Behramşah, Sultan Sencer'in Gazne civarına ulaştığını haber alınca korktu ve elçiler göndererek itaatsiz davranışından dolayı özür diledi. Sultan Sencer, huzuruna gelmesi şartıyla onun bu isteğini kabul etmişti. Ancak Behramşah, Sencer ile buluşmaktan korkarak maiyyeti ile birlikte Hindistan'a kaçtı. O, Sultan Sencer'in kendisini cezalandırmasından korkmuştu. Sencer bu olaylardan sonra hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Gazne'ye girdi ve Behramşah'ın bütün hazinesine ve servetine el koydu. Behramşah Hindistan'dan Sencer'e yazdığı mektupta özür dilemiş ve korktuğu için huzuruna gelemediğini ifade etmişti. Sultan Sencer, Behramşah'ın samimiyetine inanmış ve Gazneliler Devleti'nin idaresini tekrar ona vermişti. Böylece Behramşah Gazne'ye dönmeye ve tahtına oturmaya muvaffak oldu.97

Öte taraftan Gur Devleti'nde saltanat mücadelesi başlamış, bu sırada kardeşlerine kızan Kutbeddîn Muhammed, Gazne'ye Behramşah'ın yanına kaçmıştı (1147-1148). O, Behramşah'ın kızkardeşi ile de evliydi.

Kutbeddîn Muhammed'in Gazneli Sultanı'nın yanına geliş sebebi olarak çeşitli rivayetler ileri sürülmüştür. Bir rivayete göre, Behramşah Kutbeddîn'den şüphelenerek onu zehirletmişti. Kutbeddîn Muhammed, Gazne'de gömüldü. Gazneli hanedanı ile Gurlular arasındaki derin nefret ve düşmanlığa bu olay sebep olmuştu.

Seyfeddîn surî bu haberi aldığı zaman, büyük ordular topladı ve beraberinde küçük kardeşleri Bahâeddîn Sam ve Alâeddîn Hüseyin olduğu hâlde Kutbeddîn'in intikamını almak için Gazne'ye yürüdü. Sultan Behramşah onların harekete geçtiğini duyunca Gazne'ye bağlı yerlerden biri olan Kurramân'a (Kurram, Pakistan'ın kuzeybatı hudut bölgesinde) kaçtı. Böylece Gurlular hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Gazne'yi ele geçirdiler (Eylül-Ekim 1148). Surî "Sultan" unvânı alarak Gazneliler tahtına oturdu. Surî, Gazne şehrinde kendisini emniyette hissedince, Gur'un idaresini kardeşi Bahâeddîn Sam'a verdi. Gazneli Devleti emîrleri de ona itaat etmişlerdi. Kış mevsimi geldiği zaman, Sûrî herkesin kendisine itaat ettiğine güvenerek kardeşleri Bahâeddîn ve Alâeddîn ile Gurlu emîrlerine ülkelerine dönmeleri için izin verdi. Onun yanında daha çok Gazneli memurlar görev yapmaktaydı. Kış ve soğuk şiddetlendiği zaman, Gur yolları kar yüzünden kapanmıştı.

Gazne halkı, Gur'dan yardım gelmesinin mümkün olmadığını anlayınca, Gazneli hanedanına olan sevgisini gösterdi. Onlar gizlice Behramşah'a mektuplar göndererek Gazne'ye çağırdılar. Sultan Behramşah, bu mektuplardaki çağrıya uyarak Afganlar ve Halaçlardan topladığı bir orduyla Kurraman'dan Gazne'ye yürüdü ve Surî'ye hücum etti. Savaşı kaybeden Surî, veziri Mecdüddîn Musevî ve yakın adamları ile Gur'a doğru kaçmaya çalıştı. Ancak Behramşah'ın süvarileri onları yakalayarak Gazne'ye getirdiler. Surî ve veziri burada öküz (veya eşeğe) bindirildiler ve aşağılayıcı bir şekilde şehirde dolaştırılarak halka teşhir edildikten sonra asıldılar (19 Mayıs 1149).

Seyfeddîn Surî'nin yokluğu sırasında Gur'u idare eden kardeşi Bahâeddîn Sam, onun idam edildiğini öğrendiği zaman intikam almak maksadıyla Gazne üzerine yürümek için bir ordu topladı. Fakat o daha yolda iken çiçek hastalığına yakalanarak öldü. Onun yerine Gur tahtına geçen kardeşi Alâeddîn Hüseyin kardeşlerinin intikamını almayı bir vazife bildi ve büyük bir ordu toplayarak Gazne'ye doğru harekete geçti. Sultan Behramşah onun niyetini öğrendiği zaman Gazne ve Hindistan'dan büyük ordular topladı ve Teginabad'a (bugünkü Kandehar bölgesi) ilerledi. İki taraf orduları Zemindâver Ovası'nda karşılaştılar. Gazne önünde yapılan üçüncü savaş sonunda da yenilgiye uğrayan Behramşah için Hindistan'a kaçmaktan başka çare kalmamıştı.

Alâeddîn Hüseyin, Gazne'yi hücumla zapt etti, intikamı ise müthiş oldu, şehri tahrip ederek halkı kılıçtan geçirdi. Gazne yedi gün yedi gece ateşe verildi (1151). Alâeddîn Hüseyin bu davranışı sebebiyle tarihlerde Cihânsûz (dünyayı yakan) lâkabıyla anılmıştır. Ancak o Gazne'yi elinde tutmaya çalışmadı. Çünkü Büyük Selçuklu Sultanı Sencer onu batı tarafından tehdit etmekte idi. Bu sebeple Alâeddîn, Gur'a çekildi ve bu dönüş sırasında Gaznelilerin büyük merkezlerinden biri olan Büst şehri de onun gazabına uğradı.

Sultan Sencer'in 24 Haziran 1152'de yapılan savaşta Alâeddîn Hüseyin'i mağlup ve esir etmesi, Behramşah'a yeniden Gazne'ye hâkim olmak fırsatını verdi. O Hindistan'dan harekete geçerek tekrar Gazne'ye hâkim oldu (1152). Sultan Behramşah bir müddet daha hüküm sürdükten sonra 1157 yılı başında Gazne'de öldü.98

14. Sultan Husrevşah

Behramşah'ın ölümünden sonra yerine oğlu Husrevşah Gazneli tahtına geçti. Bu sırada Gurlular, Gazne Devleti'ni sıkıştırmaya devam ediyorlardı. Artık Gurlular İslâm dünyasında önemli bir kuvvet hâline gelmişler ve sür'atle yükselmeye başlamışlardı. Gerçekten de Gazneli Devleti'nin çökmesi ve Sultan Sencer'in Oğuzlar tarafından esir edilmesinin (1153-1157) sebep olduğu karışıklık ve otorite boşluğu, Horasan'da Gurluların genişlemesini kolaylaştırmıştı. Gurlular; Büst, Zemindâver ve Teginabad şehirlerini Gaznelilerin elinden aldılar. Husrevşah zayıf bir hükümdardı, Gurluların bu baskısına dayanamayarak Gazne'yi terk etti ve Lâhor'a çekildi. Bundan sonra Gazneli hükümdarları varlıklarını ancak Lâhor'da devam ettirebildiler. Nitekim Husrevşah Lâhor'da vefat etmişti (1160).

15. Sultan Husrev Melik

Husrevşah'dan sonra oğlu Husrev Melik, Gazneliler Devleti tahtına oturdu. Onun hâkimiyet sahası Pencap bölgesi idi. Husrev Melik de bu devrede Gazneliler Devleti'ni yıkılmaktan kurtaracak bir karaktere sahip değildi. Öte taraftan Gazne'ye hâkim olan Gurlu Gıyâseddîn Muhammed buraya Muizzüddîn Muhammed'i yerleştirmişti. Muizzüddîn Muhammed 1181-1182 tarihinde Lâhor kapıları önünde göründü ve Husrev Melik'in oğlu Melikşah'ı esir alarak geri döndü. Muhammed'in bu davranışından ve kuvvetli bir kabile olan Hokarların arazisine girerek Sialkot Kalesi'ni bir hareket üssü hâline getirmesinden sonra (1184-1185), Husrev Melik birşeyler yapmak gereğini hissetti ve adı geçen kabile ile birleşerek Sialkot'u geri almaya çalıştı. Fakat Cammû Racası'nın Husrev Melik aleyhine dönerek Gurlu Muhammed'in tarafına geçmesi, Husrev Melik'in hareketinin başarısızlıkla sonuçlanmasına sebep oldu. Muhammed ise tekrar Lâhor önünde göründü ve bir hile ile Husrev Melik'i esir etti. Muizzüddîn Muhammed bu suretle Lâhor ve Pencap'a hâkim olarak Gazneliler Devleti'ne son verdi (1186).

Bu devlete şan ve şöhret sağlayan başlıca tarihî gerçek, kuzeyden gelen Türk kütleleri vasıtasıyla Hindistan'ın fethini sağlaması ve bu kıtada İslâm dininin yayılmasında önderlik yapmış olmasıydı.99

1 Hamdullâh Müstevfî Kazvînî, Târîh-i Güzîde, nşr. Dr. Abdülhüseyin Nevâ'î, Tahran, hş. 1336-1339, s. 379.
2 Gerdîzî, Zeynü'l-ahbâr, nşr. Abdülhayy-ı Habîbî, Tahran hş. 1347, s. 161; Târîh-i Güzîde, s. 381; M. Nazım, The Life and Times of Sultan Mahmud of Ghazna, Cambridge 1931, s. 24.
3 Gerdîzî, s. 161, Nazım, aynı eser, s. 24; W. Barthold, Alptegin mad., İA.
4 Bk. Nizâmü'l-Mülk, Siyâset-Nâme, hazırlayan Prof. Dr. M. A. Köymen, Ankara 1999, s. 79­80; Gerdîzî, s. 162.

5 Bk. C. E. Bosworth, The Ghaznavids, Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran 994: 1040, Edinburg 1963, s. 37.
6 Bk. Nazım, aynı eser, s. 26; Bosworth, Ghaznavids, s. 38.
7 Bk. E. Merçil, "Sebüktegin'in Pendnâmesi", İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, cild VI, cüz 1-2, İstanbul 1975, s. 227.
8 Bk. E. Merçil, "Simcûrîler IV, Ebû Ali b. Ebû'l-Hasan Simcûrî", Belleten, sayı: 195, Ankara 1985, s. 554-557.
9 Bk. Tercümey-i Târîh-i Yemînî, Ebû'l-Şeref Nâsıh b. Zafer Curfadâkanî, nşr. Dr. Ca'fer Şi'ar, Tahran hş. 1345, s. 159 ve 181; Muhammed b. Ali Şebânkâre'î, Mecma' u'l-Ensâb, nşr. Mîr Hâşim, Tahran hş. 1363, s. 45-47; Târîh-i Güzîde, s. 390. Krş. Nazım, aynı eser, s. 38-41; İ. Kafesoğlu, Mahmud Gaznevî mad, İA., s. 174.
10 Bk. Târîh-i Güzîde, s. 391.
11 Bk. Hâce Ebû'l-Fazl Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, nşr. Dr. Ganî-Dr. Feyyâz, Tahran hş. 1324, s. 640-641; Gerdîzî, s. 173; Nazım, aynı eser, s. 42-43; Kafesoğlu, Mahmûd-ı Gaznevî mad, İA., s. 174; Bosworth, Ghaznavids, s. 45; E. Merçil, "Simcûrîler V", Tarih Enstitüsü Dergisi, sayı: XIII,
İstanbul 1987, s. 129.
12 Bk. Curfadâkanî, Târîh-i Yemînî, s. 173-178; Beyhakî, 641 -642; Gerdîzî, s. 173; Merçil, "Simcûrîler V", s. 130-131.
13 Bk. Curfadâkanî, aynı eser, s. 182; Gerdîzi, s. 175; Kafesoğlu, Mahmûd Gaznevî mad, İA.; O. Pritsak, Karahanlılar mad., İA., s. 255.
14 Bk. Curfadâkanî, Târîh-i Yemînî, s. 206-208; Târîh-i Güzîde, s. 392; C. E. Bosworth, The History of the Saffarids of Sistan and the Maliks of Nimruz (247/861 to 949/1542-3), Costa Mesa 1994, s. 321-322.
15 Bk. E. Merçil, "Gaznelilerin Hindistan Siyâseti", Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu'na Armağan,
İstanbul 1991, s. 547-561.
16 Bk. Curfadakânî, Târîh-i Yemînî, s. 275-278; Gerdîzî, s. 177-178; İbnü'l-Esîr, İslâm Tarihi, el-Kâmil Fi't-Tarih Tercümesi, çev. A. Özaydın, cilt IX, İstanbul 1987, s. 152.
17 Bk. Curfadakânî, aynı eser, s. 279-280, 291; Gerdîzî, s. 178.
18 Bk. Curfadakanî, Târîh-i Yemînî, s. 292-294; Gerdîzî, s. 180; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s.

19 Bk. Curfadakanî, aynı eser, s. 311-312; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s173.
20 Curfadakanî, aynı eser, s. 331-334; Gerdîzî, s. 180; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 194; Merçil, "Hindistan Siyaseti", s. 555.
21 Curfadakanî, aynı eser, s. 335-336; Gerdîzî, s. 180; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 197; Merçil, aynı makale, s. 555-556.
22 Bk. Curfadakanî, aynı eser, s. 379-386; Gerdîzî, s. 183-184; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 209-210; Şebânkâre'î, s. 52-53; Merçil, "Hindistan Siyaseti", s. 556.
23 Bk. Gerdîzî, s. 184; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 240-242; Şebânkâre'î, s. 54-55.
24 Bk. Gerdîzî, s. 185-186; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 258-259; Şebânkâre'î, s. 55-56.
25 Bk. Gerdîzî, s. 190-1891; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 265-267; Şebânkâre'î, s. 56-57; Merçil, "Hindistan Siyaseti", s. 558-559.
26 Hindistan Seferleri için ayrıca bk. Nazım, aynı eser, s. 86-122; Y. H. Bayur, Hindistan Tarihi, I, Ankara, 19872, s. 140-142, 146-149, 153-155, 163-169, 176-179; Kafesoğlu, Mahmûd Gaznevî mad., İA., s. 175-181; E. Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, Ankara 1989, s. 16-28.
27 Curfadakanî, Tercümey-i Târîh-i Yemînî, s. 210-213; Gerdîzî, s. 177-178; Târîh-i Sistan, nşr, Melikü'ş-Şüerâ Bahâr, Tahran hş. 1314, s. 357-358; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 138-139, 142-143; Bosworth, The History of the Saffarids, s. 322-326 ve 370.
28 Curfadakanî, Tercümey-i Târîh-i Yemînî, s. 185-190, 192-193, 197-199; Gerdîzî, s. 175­177; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 130-132; Merçil, "Simcurîler V", s. 132-135; M. Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I, Kuruluş Devri, Ankara 1979, s. 47-50; F. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Ankara 1972_, s. 63-65.
29 Bk. Curfadakanî, Tercümey-i Târîh-i Yemînî, s. 274-276, 281-287, 318-321; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 154-156, 180, 192, 233; Şebânkâre'î, s. 49-50, 57-58; O. Pritsak, Karahanlılar mad., İA., s. 255-257; Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, s. 31-36.
30 Bk. Curfadakanî, aynı eser, s. 274-276; Gerdîzî, s. 182; Beyhakî, s. 668-691; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 208-209; Şebânkâre'î, s. 49; W. Barthold, Turkistan Down to the Mongol Invasion, London 19683, s. 275-279/Trk. trc. Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Hazırlayan: H. D. Yıldız, Ankara 1990, s. 295-299; Pritsak, aynı eser, s. 255-256.
31 Bk. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, cilt I, s. 173-174; Kafesoğlu, Mahmûd-ı Gaznevî mad, İA., s. 180-181; Sümer, Oğuzlar, s. 70-71; Nazım, aynı eser, s. 64-66.
32 Bk. Curfadakanî, Tercümey-i Târîh-i Yemînî, s. 312-314; Beyhakî, s. 111, 114-120; Şebankâre'î, s. 51-52; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 179-180; Nazım, s. 70-73; Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, s. 39.
33 Bk. Curfadakanî, Tercümey-i Târîh-i Yemînî, s. 321-323; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 183; Kafesoğlu, Mahmûd-ı Gaznevî mad., İA.
34 Bk. Curfadakanî, aynı eser, s. 324-331; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 207; Şebânkâre'î, s. 52; Nazım, s. 60-61.
35 Bk. Curfadakanî, Tercümey-i Târîh-i Yemînî, s. 347-354; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 190­191 ve 288; Bosworth, Ghaznavids, s. 75 ve 276. not; E. Merçil, Ziyârîler mad, İA.
36 Bk. E. Merçil, "Gaznelilerin Kirman Hâkimiyeti (1031-1034) ", Tarih Dergisi, sayı: 24, İstanbul 1970, s. 35 vd.
37 Bk. Curfadakanî, s. 357-363; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 287-289; Târîh-i Güzîde, s. 420­422; Nazım, s. 80-85; Kafesoğlu, Mahmûd-ı Gaznevî mad., İA., s. 1818; Bayur, Hindistan Tarihi, I, s. 180; Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, s. 42-45.

38 Bk. İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 241; Gerdîzî, s. 185; Nazım, s. 74-75; Bosworth, Ghaznavids, s. 118; Merçil, "Hindistan Siyaseti", s. 557.
39 Beyhakî, s. 242-243; Nazım, s. 79-80.
40 Bk. Beyhakî, s. 182-183; İbnü'l-Esîr, Trk. trc., IX, s. 279; Bosworth, Ghaznavids, s. 52-53, 182; Bayur, Hindistan Tarihi, I, s. 151-153, 170.
41 Bk. Beyhakî, s. 13; Gerdîzî, s. 194.
42 Bk. Hazırlayan M. A. Köymen, Trk. trc., s. 156-157.
43 Bk. aynı eser, s. 34.
44 Bk. Trk. trc., IX, s. 309-310.
45 Bunlar; Mesud, Muhammed, Süleyman, Şücâ' ve Abdürreşîd idi. Bk. Bosworth, Ghaznavids, Soy Kütüğü Tablosu.
46 Şebânkâre'î, s. 64.
47 Beyhakî, s. 1; Gerdîzî, s. 194; Şebânkâre'î, s. 71.

48 Beyhakî, s. 12-17; Bosworth, Ghaznavids, s. 74.
49 Beyhakî, s. 17, 80-81; Bayur, Hindistan Tarihi, I, s. 185.
50 Beyhakî, s. 17-19, 25, 36-39, 41-44, 47-49, 82.
51 Beyhakî, s. 67-68, 283, 338; Bayur, Hindistan Tarihi, I, s. 185-186; Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, I, s. 140.
52 Beyhakî, s. 68; Köymen, aynı eser, I, s. 175-176.
53 Beyhakî, s. 1, 3, 5; Gerdîzî, s. 195.
54 Beyhakî, s. 55-60, 75, 94, Gerdîzî, s. 196, Cüzcânî, I, 274; Bosworth, Ghaznavids, s. 232.
55 Beyhakî, s. 68-69, 240, 244-245, Bosworth, Ghaznavids, s. 127, Sümer, Oğuzlar, s. 171­172.
56 Beyhakî, s. 93-95, 149-156, 180-183, 186-187; Gerdîzî, s. 196-197; Seyfeddîn Hâcı b. Nizâm Ukaylî, Âsârü'l-Vüzerâ, nşr. Mîr Celâleddîn, Tahran hş. 1337, s. 178-186, 192; Bayur, Hindistan Tarihi, I, s. 220-221; Bosworth, Ghaznavids, s. 60, 62, 72, 182-183.

Yorumlar (0)