Göktürk Kağanlığı / Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat
Göktürk Kağanlığı / Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat



Birinci Bölüm: Siyasî Tarihinin Ana Hatları (M.S. 552-745)

İlk Türk alfabesi ve edebi dilini yaratmak suretiyle Türk medeniyetine eşsiz hizmeti olan Göktürk Kağanlığı M.S. 552'de kurulmuştu. 1952 senesi "kuruluş"un 1400. yıldönümüdür. Arada geçen 14 asır içinde Türkler, muhtelif isimler altında, Altaylar sahasından başlayarak -Asya, Avrupa ve Afrikada büyük ve küçük birçok devlet kurmuşlar; müsait şartlar zuhur edince medeniyetin inkişafında büyük başarılar göstermişler; türlü din ve kültürlere intisab etmişler; kendi din, dil ve medeniyetlerini başkalarına kabul ettirmişler; bazen de kendileri yabancı unsurlar içinde ereyip gitmişlerdir. Tarihteki Türk devletlerinin en büyüğü ve en medenisi olan Osmanlı İmparatorluğu başta olmak üzere, geçmişteki bütün Türk devletleri ve kavimleri -ırk, dil, teşkilat ve kültür hususiyetleri bakımından, şu veya bu tarzda Göktürklere bağlıdırlar. Bu bağların derecesi zaman, mesafe ve şartlara göre az veya çok değişmiş tesirleri azalmış, fakat hiçbir zaman büsbütün kaybolmamıştır. Orhun Yazıtları Türkçesini fazla zorluk çekmeden anlıyabilmemiz bu hususta bariz bir misal teşkil eder. Tarihte ilk defa "Türk" adını taşımış olan bir devletin kuruluşunun 1400. yıl dönümünün yalnız ihtisas sahibi tarihçileri değil, Türklüğü seven, milli tarih ve kültürüne kıymet veren her aydın Türk'ü ilgilendireceği tabiidir.

I. "Türk" Adının Menşei: Türklere Ait En Eski Kayıtlar

"Türk" adının menşei ve manası: Milattan sonra VI. yüzyıl ortalarından başlayarak, önceleri siyasi ve daha sonraları etnik bir mana olan Türk adının ilk defa ne zaman ve nerede kullanılmağa başlandığı kat'iyetle tespit edilemiyor. Kaynakların kıtlığı, ve mevcut kayıtların da karışık olması - bu meselenin hallinde en mühim engeli teşkil ediyor. Türkler kendileri en eski tarihlerine dair yazılı kaynaklar bırakmadıkları için Türk tarihinin eski devirlerini ancak Türklerin komşuları ve çok eski yazılı kaynaklara sahib olan Çinliler vasıtasiyle öğrenmek mecburiyetinde kalıyoruz.

M.Ö. XVIII. yüzyıla kadar çıkan Çin kayıtlarında Çin'in kuzeyine düşen Tik1 adıyla bir kavim zikrediliyor. Buradaki "Tik" ile "Türk" arasında bir münasebet bulmak istiyenler olmuşsa da - bunun ciddi telakki edilmesi imkansız gibi görülüyor. İran efsanelerindeki "turan" ile "Türk"ü aynı köke bağlamanın da ne dereceye kadar doğru olduğu kat'iyetle tespit edilemiyor; maamafih "tur" kökünün "Türk" ile herhangi bir şekilde ilgili olması muhtemeldir. Avesta'nın Sanskritçe tercümesinde "Tura" ve "Truşkah" olarak gösterilen kavim adının Türklere ait olduğu zannediliyor. Avesta'nın bir kısmını teşkil eden "Bahman Yaşt'ta (II, 49) birçok kavmin adı zikredilirken, "Xuon Turk" adı da geçiyor; şayet bu söz doğru okunmuşsa Hindistan'a geçen Hunlara "türk" adı verilmiş olduğu anlaşılıyor; fakat Avesta'nın tercümesi daha sonraki zbir zamana ait olduğundan, buradaki etnik kayıt ve izahların daha evvelki devirler için fazla kıymetli olmadığı aşikardır. Herodot'un eserindeki "Jurkae" (...IV, 22) ve Pomponius Mella'daki "Turkai" (Mil. sonra I. yüzyılda kaleme alınmıştır) sözlerinde "Türk" adını görmek isteyenler olmuşsa da, bu hususta kat'i bir şey söylemek imkansızdır.

"Türk" adı -telaffuz ettiğimiz şekilde ve anladığımız manada- ilk defa olarak M.S. VI. yüzyıl ortalarında yazılına Çince kaynaklarda görülmektedir.2 Tungci, Soei-chou (suy-şu), Kieou-T'ang Chou (Hin T'ang şu) T'an şu adlı mahazlerde, Çin'in kuzey ve batısındaki kavimler anlatılırken, Türklerden Çince telaffuzla, Tu-kü-e (Turyu)lerden uzun uzadıya bahsediliyor.3 Çinlilerden az sonra (30 yıl kadar) Bizans kaynaklarında da ilk defa olmak üzere "türk" adı zikredilmeğe başlıyor (Menander: Toârcoi).4 Bizanslılarda "Türk" adı ile İdil nehrinin doğusunda yaşayan kavimler kasdediyorlardı.

"Türk" adı VI. yüzyıl ortalarında doğru tanınmakla beraber, bu isim altında ancak mahdut bir iki zümre veya siyasi birliğin kasdedildiği muhakkak gibi görülüyor. Muhtelif yerlerde ve ayrı "kavimler" halinde yaşayan ve "Türk" ırkından gelen uruğların kendilerine has adları olduğu biliniyor; "türk" adının umumileşmesi, etnik mana alması ise daha sonraki bir devire aittir; belki de Araplarla, yani İslamiyet'le temasın neticesidir.5 VIII. yüzyıl başlarında Araplar Mavera-ün-nehr'e gelince Türklerle temas etmişler ve Türkçe konuşan bütün Türk kavimlerine ayrı adlarına bakmaksızın umumi olarak "türk" adını vermişlerdi. İslamiyeti kabulden Türkler de kendilerini bundan böyle "Türk" diye adlamışlar ve bu suretle "Türk" adı gittikçe geniş bir mana, yani Türk ırkından gelen bütün kavimlerin adını ifade eder olmuştur.

"Türk" adının manasına gelince, bunun izahı yolunda ötedenberi tecrübeler yapılmışsa da hâlâ kat'i bir neticeye bağlanmış sayılamaz. Bilindiği veçhile tanınmış kavimlerin adlarını izah meselesi de aynı durumdadır: Grek, Frank, Rus vs. kavimlerin adları gibi -bu kadar incelemelere rağmen- ne mana ifade ettikleri ve etimolojileri kat'iyetle tespit edilemiyor.

Türklerle çok eskidenberi temas halinde bulunan ve bu adı çok erkenden duyan Çinliler bunu izah etmek teşebbüsünde bulunmuşlardı. Bu hususta "Şuy-şu" adlı eserde şu izahat verilyor:6 "Türklerin (T'u-kü-e), eteğinde kamp kurdukları dağ bir miğfer şeklinde olduğu veçhile bu kavmin dilinde "miğfer"e "t'u-kü-e" denildiğinden, onlar kendilerini T'u-kü-e diye adladılar". "Türk" sözünün en eski izah şekli bu suretle Çinliler tarafından yapılmış ve halk etimolojisine dayandırılmıştır; bu izah, galiba, bir Türk-moğol sözü olan ve "miğfer" manasına gelen "tugulga" ile ilgilidir. Çin müverrihinin bu izahı, tabiatiyle, ilmi herhangi bir kıymetli haiz değildir; bahusus ki Çinlilerin yabancı kavimlerden bazılarının adlarını "dağ ismiyle" izah etmek isteyişleri biliniyor. "Türk" adını Çinlilerin yaptıkları gibi "miğfer"le ilgili görmek isteyen bazı alimler de olmuştur. Farisideki "terg" (vK0) in de "miğfer" manasına geldiğine işaret edilerek "türk" ile "terg" arasında bir münasebet olduğuna ihtimal verilmişti.7 Moğolca "miğfer"e "tgulga" denildiğine, J. Schmidt, daha 1824'te işaret etmiş ve bunun "Türk" sözünü ifade için Çinliler tarafından "T'u-kü-e" şeklinde kaydedildiğini zannetmişti.

İslam müelliflerinden bazıları "Türk" adını, arapçadaki "bırakmak, terketmek" manasına gelen "terk - vK0" ile izah etmek istemişlerdir. Arap coğrafyacılarından İbn al-Fakih al-Hamdani böyle bir izahı ileri sunmuştur.8 Mu katil bin Süleyman'a göre: Türkler seddin (yani Ye'cuc Me'cuc Seddi) arkasında "terkedildikleri" için "Türk" adını almışlardır. Gerdizinin eserinde (M.S. 1050-1052'lerde yazılmıştır) "Türkistan'ın abadan memleketlerden uzak düştüğü için, Türklere böyle bir ad verildiği" kaydedilmiştir.9

Reşidüddin'in Cami' üt-Tevarihi'nde olduğu gibi, Ebülgazi Bahadur Han'ın Şecere-i Türk'ünde "Türk" adının izahına girişilmiyor. Mahmud Kaşgari'nin Divan-ı Lugat it-Türkü'nde de bu hususta izahatta bulunulmuyor. Türk veya Moğol tarihiyle meşgul olan modern bilginlerin bu mesele üzerindeki görüşlerine gelince: Deguignes, Yafes'in sekiz oğlundan birinin "Türk" olduğu hikayesini tekrarlamakla yetinmiştir. 10 Osmanlı-Türk tarihinde derin vukufu olan ve Türk tarihinin diğer sahalarını da inceleyen Joseph von Hammer ise "...şecerenin ilki olan Türk... her halde Herodot'un eserindeki "Targitaos" ve Mukaddes Kitab'taki "Toghrama"dır" diyor.11 Franz von Erdmann, Sarsılmaz Temuçin adlı eserinde (1862) "Türk" sözünü, eski kaynaklarda adları geçen "Tür"lar, "Taur"lar, "Trit"ler, "Toret"ler, "Turak"lar ve hatta "Trak"larla ilgili olduğunu ileri sürmüştü. Buna benzer iddialara başka yazılarda ve hatta zamanımızda bile tesadüf edilmektedir; bu adın (yani "türk"ün), İskit'e olduğu iddia edilen, "turku"nun (deniz yakınındaki adam) ta kendisi olduğu dahi ileri sürülmüştü. Bu ve buna benzer izahların hiç bir ilmi kıymeti yoktur, ne tarihi ve ne de filolojik esaslara dayanmaktadır.

"Türk" adının ilmi olarak izah edilmesi ilk önce macar alimlerinden H. Vambery ile başlar. Mezkur alim Die primitive Cultur des turkotatarischen Volkes adlı eserinde (1885'te çıkmıştır) bu sözün kökü "töre, törü, türemek"le izah edilebileceğini ileri sürmüştü. Vambery, bu köklerden gelen "Türk" adının "yaradılmış olmak " manasına gelen bir sözle ilgili olduğunu belirtmişti. Bu izaha göre: "Türk"-"mahluk" yani "adam" demek oluyordu. Vambery'nin bu tefsiri B. Munkacsi12 ve Fuat Köprülü13 tarafından kabul edilmişse de, tanınmış Turkologlardan J. Nemeth bu görüşü şu dört sebepten ötürü doğru bulmuyor:

1. "Türk" adı ancak M.S. VI. yüzyılda bilindiğine göre, bu ad Türklerin ilk isimleri olamazdı; dolayısiyle "adam, mahluk" manasına alınması da mümkün değildir.

2. Türk dillerinde "mahluk", adam manasına gelen ve "Türk"ü andıran herhangi bir söz mevcut değildir.

3. "Töre-türe" ancak Osmanlı Türkçesinde "ü" iledir, ve eski şekli "ö" olması icabeder.

4. "Türk" adı başka türlü de izah edilebilir.

J. Nemeth, "türk" sözünü izah için elde mevcut turkoloji malzemesine başvurmuş ve dayanılacak esaslı deliller meydana koymuştur. F. W. K. Müller'in Doğu Türkistan'da, Turfan'da bulup çıkardığı Uygurca metinler arasında "türk" sözü birkaç yerde tespit edilmiştir (Uigurica II, 97); bunları naklediyoruz: "Azunlarqa ad tavarqa arkla Türkka azlanmaq turur." (Hayatta, mal ve mülke, iktidar ve kudrete karşı hissi tezahür eder.);" "Ağı, barim ad, tavar, ark Türküngüzler asılmaqı bolsun." (Define, mal, servet, eşya kudret ve kuvvetiniz çoğalmış olsun); bir misal daha: "...uluğ bayagutlar kntü kntü (âr)klarin Türklârin ıdalıp toyın dindar bolup arxant qutun bultular" (... zengin bayagutlar kendi kudret ve kuvvetlerini bırakıp rahip, olup arhat saadetine nail oldular). Görülüyor ki Uygurcada "türk" sözü "kuvvet, kudret" manasına gelmektedir. Buna istinaden von Le Coq "türk" adının Uygurcada "kuvvet kudret" anlamındaki bu sözle izah edilmesi lazımgeldiğini ileri sürmüştü.14 Bu defa J. Nemeth, başka misaller de celbetmek suretiyle, bu görüşü teyit etti. Nakledilen misaller arasında, Peçenek adlı bir Türk kavminde "fazilet" manasına gelen bir kabilenin bulunduğuna15 işaretle (Erdem, Ertim kabilesi) yine Peçeneklerin üç kabilesinin "cesur ve kibar" manasına gelen "Kangar" adını taşıdıklarını da hatırlatıyor. Nemeth'in gösterdiği veçhile, Oğuz uruğlarından biri "Bökedür" adını taşımakta idi; "Böke'nin ise -"kuvvet" ifade ettiği biliniyor. (Bayandur'un -"bay" (zengin), Çavuldur -"çav" (şöhret), İğdir -"iğ" (kibar) sözleriyle bağlı olduğu gibi). "Türk" adı da bu suretle bir çeşit uruğ adları arasına girer; yani "kuvvet ve kudret" ifade eden bir sözdür. Nemeth "Türk" adı hakkındaki incelemesini ve elde ettiği neticeleri Mgyar Nylev Mecmuasında neşretmiştir (1927). Bu incelemeye dayanarak (bazı kendi görüşlerini de ilave ile) Hüseyin Namık Orkun Türk sözünün aslı adiyle bir risale çıkardı; (İstanbul, 1940). J. Nemeth'in izahı "ilmin son sözü" olarak telakki edilmekle inandırıcı yeni bir izah ortaya çıkıncaya kadar hükmünü muhafaza edecektir.16

"Türk" adı Türk kaynaklarında ilk olarak Orhun Yazıtları'nda zikredilmiştir. Orhun Yazıtları'nı çözen Wilhelm Thomsen kitabelerin en son tercümesinde,17 "türk" sözünü "kudret, kuvvet" anlamına alıyor. "Türk" adının önceleri bir şahıs (uruğun başı), sonra bir aile ve nihayet bütün bir uruğ ismi olduğu anlaşılıyor; bu uruğ ehemmiyet kazanıp, diğer uruğları hakimiyeti altına alarak "kağanın" mensup olduğu soya bağlanınca, bu da "devlet kuran, kağana tabi olan" bir zümreyi ifade eden bir mana taşımağa başlamış olmalıdır. Yazıtlarda "türk" deyince alelade bir kavim, bir grup değil, "kağana itaat eden" bir zümre veya uruğlar birliği kasdediliyor. Bu cihet gözönünde tutulursa, "türk" sözünün "kudret ve kuvvet" ifade ettiği gibi "törü"sü (yani kanun ve nizamı) olan bir millet manasına geldiğini de ileri sürmek mümkün gibi görülüyor.18

Çinlilerin "T'u-küe"lerinin "türk" sözü ile ilgisine gelince bu hususta son esaslı görüş Fransız sinologu P. Pelliot tarafından ileri sürülmüştür.19 Ona göre: bu sözü Çinliler Avarlar vasıtasiyle duymuşlardı; bundan ötürü onu Moğolcadaki cemi (çoğunluk) şeklinde yazmışlardır (Pelliot Avarların Moğol olduklarını kabul ediyor); yani "türk" sözünün Çince telaffuzu "durküt" ve Moğolcası (avarcası) Türküt'dir; "üt, at, it-Moğolcada çoğunluk ekidir; Türkçe bazı lakaplarda Moğolca çoğunluk şekline rastlandığını Pelliot misallerle gösteriyor; bunlar: Orhun Yazıtları'ndaki "tarkat, şadapit; tegin-tegit, bayagu-bayagut"dır. Bu suretle, Pelliot'un izahına göre, "T'u-gue şeklinde yazdıkları söz "Türküt" olarak telaffuz edilmiş ve "Türkler" manasında olup, "Türk"ün Moğolca cem'ini ifade etmekedir.

"T'u-küelere (Türklere) ait en eski Çin kayıtları: Lyu Sung sülalesi zamanında kaleme alınan (M.S. 420-501) Tunğ-ci adlı Çince bir kaynakta verilen malumat T'u-küe (T'u-cüe)lerin en eski çağına aittir. Sonra, T'oba sülalesinin resmi tarih iolan Veğ-şu da (M.S. 386-549) T'u-küelere ait eski kayıtlar bulunuyor.20 Bunlara göre: 450 tarihlerine doğru T'u-küelerin memleketi, Su-lo'lar tarafından işgal edilen sahadan, yani bugünkü Kaşgar mıntakasından 1000 li'den fazla (yani 500 km.) bir mesafede, kuzey-doğuya düşüyordu. Su-loların bu Türklere her zaman haraç göndermek mecburiyetinde oldukları da bildirilmektedir. (Doğu Türkistan'daki) Kuça şehrinin de Türk memleketinden 600 li (300 km.) kadar güneyde olduğu kaydedilmektedir. Bu malumata bakılırsa T'u-küelerin M.S. 450 yıllarına doğru Altay Dağları eteklerinde yaşamış olmaları lazımgelir ki, bu cihet son arkeolojik tetkiklerle de tasdik edilmiştir.21 Ötükendağı, Hangay sıradağlarının bir kısmını teşkil ettiğine, ve Altayların kuzeybatısına düştüğüne göre, Çin kaynaklarının verdiği malumat esas itibariyle doğrudur.

Bu sırada (M.S. 450'lerde) T'u-küelerin hanı olarak Da-tu adında biri zikrediliyor; bu hanın kazının, Soğd memleketinde K'ang mıntakası hükümdarına verildiği de bildiriliyor. bu kayıtlar T'u-küelere ait en eski malumat kabilinden olup, Türkler hakkında toplu bilgi veren diğer Çin kaynaklarında (Şuy-şu, H'in T'ang-şu, T'ang-şu) bulunmuyor.

Türklerin "kurt"tan türedikleri hakkında efsane ve "Aşena" (Bozkurt-gök börü) sülalesi: İlk önce Deguignes, sonra Stanislas Julien tarafından incelenerek Fransızcaya tercüme ve neşredilen, ansiklopedi mahiyetindeki Pien-i-tieni adlı Çin kaynağında ilk Çin-Türk münasebetine ait şu malumat veriliyor: "İmparator Wen-ti'nin saltanatı zamanında, Ta-tong devrinin onbirinci yılında (M.S. 535) Çin hükümeti T'u-küelere elçiler göndermeğe başladı."22 Bu kaydın hemen arkasından T'u-küeler hakkında şunları okuyoruz:

"T'u-küeler (yani Türkler) H'yung-nulardan Aşena adını taşıyan bir şubeye mensupturlar. Onlar kendi başlarına bir ulus teşkil etmişlerken, komşu hükümdarlardan biri onları yenmiş, on yaşındaki bir erkek çocuk müstesna, bunları bütün aileleriyle birlikte imha etmişti. Askerler bu çocuğun gençliğine kıyamamışlar, ellerini ve ayaklarını keserek, bir bataklığın sazları arasında bırakmışlardı. Bir dişi kurt (o mahale gelerek) bu çocuğu etle besledi. Bu çocuk büyüyünce bu dişi kurtla çiftleşti ve kurt hemen gebe kaldı. Hükümdar ise bu çocuğun yaşamakta olduğunu öğrenince onu öldürtmek için yeniden bir asker gönderdi. Bu asker ise delikanlının yanına varınca bir kurt gördü. Bu kurt tanrı tarafından (ellerle) tutulmuş gibi, delikanlıyı alarak birdenbire (batı) denizinin doğu kısmına sıçradı ve bir dağ üstünde durdu. Bu dağ Kao-çang (Uygur) memleketinin kuzeybatısındadır. Bu dağın eteğinde bir mağara vardı; kurt buraya girdi; mağaranın içinde sıkı otharla örtülü 200 li (100 km) mesafesinde bir ova vardı. Bu kurt orada (o delikanlıdan) on erkek çocuk doğurdu. Bunlar bülug yaşına gelince dışardan karılar aldılar; bu kadınlar çok geçzmeden anne oldular. Bunu müteakıp her biri bir soy adı aldı;

"Aşenana"23 da bunlardan biriydi. Birçok nesil geçtikten sonra onlar mağaradan çıktılar ve Ju-julere tabi oldular, Kin-şan dağlarının güneyinde yerleştiler; burada Juan-juanlar için demirden aletler hazırlamakla meşgul oldular. Kin-şan silsilesine mensup bir dağ "miğfer" şeklinde idi; onların diline miğfer'e "t'u-kü-e" denirdi; bundan kendi adlarını çıkardılar."24

Başka bir efsane de şöyle nakledilmiştir: "Yazarlardan birine bakılırsa, T'u-kü-e kavminin banisi, H'yung-nu memleketinin kuzeyindeki So ilinden neş'et etmiştir. Bu ulusun başı A-ang-pu olup, onyedi biraderi vardı; bunlardan birinin adı İ-çi-ni-sse-tu olup bir kurttan doğmuştu.

A-pang-pu ve kardeşleri yaradılıştan gibi olduklarından, memleketleri çabucak yıkıldı. Tabiatüstü kabiliyetlere malik bulunan İ-çi-ni-sse-tu ise rüzgar ve yağmur celbedebilirdi; on iki karısı vardı; bunlara yaz ve kış perileri (ilaheleri) kızları denirdi. Karılarından biri dört oğlan doğurdu; bunlardan biri kuğu kuşu şekline girdi; ikincisi A-pu-şu-i ve Kien-şu-i ırmakları arasında bir devlet kurdu; bu devlete Ki-ko dendi. Üçüncüsü, Çu-çe nehri boyunda bir devlet kurdu; dördüncüsü Tien-sse-çu-şi dağında yerleşti; bu sonuncusu dört biraderin büyüğü idi. Bu dağda, A-pang-pu ile aynı soydan bir ulus yaşamakta olup, bunlar soğuktan ve çığdan çok muztariptiler. Büyük birader ateşi icad etti, ahaliyi ısıttı, doyurdu; öyle ki bu halk hayatını muhafaza edebilirdi. Bu ulus hemencik bu büyük biradere tabi oldular, kendisini baş olarak seçtiler, ve T'u-kü-e lakabı verdiler; asıl adı ise No-tu-lu-şe idi. Bu büyük biraderin on karısı olup, onlardan doğan oğlanlar annelerinin adını aldılar. Aşena ise kuma'larından birini oğlu idi. No-tu-şu-le'nin ölümünden sonra karılarının oğulları aralarından birini başbuğ seçmek istediler; bu maksatla hepsi birden büyük bir ağacın dibinde toplandılar ve "Ağaç'a en yüksek sıçrayan başbuğumuz olsun" kararını verdiler. Aşena'nın küçük yaştaki oğlu hepsinden yüksek sıçradığından, hepsi tarafından başbuğ olarak seçildi; kendisine A-hien-şe lakabı verdiler. Bu çocuk ta kurt'tan türemiştir."25

Her iki menkıbeden: Aşena'nın "kurt" ile ilgisi olduğu görülüyor. Aşena'nın, T'u-kü-elerin hükümdarı olduğu bildirildikten sonra, "kurttan türediğini unutmadığını belli etmek maksadiyle çadırının kapısı önünde ucunda bir kurt kafası olan bir bayrak diktirdiği"de kaydedilmiştir.26

Türklerin "kurt"tan türeme efsanesinin diğer izleri: Kurttan türeme veya kurt ile ilgili menkıbeler Türk tarihinin muhtelif safhasında görülmektedir. Müsbet tarih kayıtlarında (Çinlilerde) olduğu gibi, destanlarda da (Oğuz Han Destanı, Ergene-kun Destanı) "kurt"-Türklerin hayatında mühim bir rol oynamaktadır. Vaktiyle Türklerin "totem"i olduğu muhakkak sayılan "kurt", yalnız T'u-kü-elerde değil, diğer Türk uruğları ve uluslarında da kutsi bir varlık mahiyetini taşımaktadır.

Oğuz Destanı'nda görüldüğü veçhile, Oğuz Kağan "Urum memleketine sefer açmak üzere iken, bir bozkurt kağanın ordusuna önderlik yapmaktadır."27 Ergene-kun Destanı'ndan kurt'un rolü bir rehber olarak tebarüz ettirilmiştir.28 Ergene-kun ovasından çıkan Türklerin başında hükümdar olarak Borte Çino, yani Bozkurt bulunuyordu.

Kurttan türeme efsanesinin Göktürklerden yukarıya doğru ta H'yung-nu'lara kadar takibetmek mümkün gibi görünüyor.29 T'obalarda (Tabğaçlar) kurt efsanesinin bariz izleri biliniyor: T'ang eyaletinde bir "kurt dağı-mabedi" bulunuyordu.30 Gau Yen mıntıkasında da böyle bir mabed mevcuttu, Lung-şeng şehri yanında bir "kurt deresi" vardı.31 T'obalardan Mu Ş'ung, kendisini tutsak eden asilerin elinden kaçmağa muvaffak olunca, beyaz bir kurt gelmiş ve havlamıştı; bu zat bunu tanrı tarafından gönderilen bir işaret addetmiş, kurdun arkasından giderek, kendisini takibedenlerin eline düşmekten kurtulmuştu. Çin imparatoru, bu Mu Şung'a, bu kurt namına bir mabed yaptırmağa müsaade etmişti; Mu Şung ailesi buraya kurbanlarını getirirlerdi."32 Çinlilerin, kötü yürekli insanları tarif yollu kullandıkları "fena yürekli kurt oğlu" tabiri, Türk kurt efsanesiyle ilgili olsa gerekir.

Sır Tarduş (Türklerinde) de kurt efsanesinin mevcudiyeti biliniyor: Sır Tarduş uruğundan bir adama kurt başlı bir adam görünmüş, ve "uruğunun yakında imha edileceğini" bildirmişti.

Kurt sözünün aslı "böri" (böri) idi; iptidai kavimlerde müşahede edildiği veçhile, totem sayılan hayvanın adı zikredilmezdi, ancak onun "tabu" su anılırdı; bundan ötürüdür ki, hem "böri"ye hürmet ifade etmek, hem de şerrinden kaçınmak maksadiyle, "tabu"su olan küçücük bir hayvanın-kurd'un (böceğin) adı çağırılırdı; öyle ki bu "tabu" git gide asıl isim yerine kaim olmuştur. Böri sözünün Çinliler tarafından da kullanıldığı görülüyor;

Göktürklerin yaşayış tarzlarından bahsedilirken, Göktürk kağanının hassa kıtası "fu-li" tesmiye edildiği, ve bunun Çince "lang", yani "kurt" manasına geldiği ayrıca kaydedilmiştir.33 "Fu-li"li (yani "böri"li) birçok yer ve şahıs adlarını Çin kaynaklarında buluyoruz; bunlardan bazıları şunlardır: Fu-li-cüan-Toba devrinde H'yung-nu başbuğlarından birinin adı;34 Fu-li-H'yung-nu sahasında bir yer adı; Fu-li-Usunların hanlarından birinin adı;35 Fu-lü-şimal kavimlerinden bir soyun adı. Çok daha sonraki devirlere geçersek, Cengiz Han'ın ilk ceddi olarak Borte Çino yani Bozkurt, gösterilmesi de, bu Türk "kurt efsanesi"nin XIII. yüzyılda dahi mevcut olduğunu belli eder.

Hun (H'yung-nu)lardan beri mevcut olduğu anlaşılan "kurt'tan türeme" efsanesinin, Türklerin "türk" adıyle tarih sahnesine çıktıkları bir devirde gayet canlı olarak yaşadığı müşahede ediliyor. Türklerin "ongun"u, yani totemleri olan "kurt" Göktürk kağanlarının ceddi sanılmış, bu sülalenin ilahi menşeli olduğu kabul edilmiş, ve "ilahi menşeli kağanın" üzerinde hükmettiği Türk halkı da tanrının yüksek himayesine mazhar olan veya kutsi analmına gelen "gök" tabiriyle vasıflandırılmıştı: Göktürk (kitabelerde: Kök Türk) adı bundan neşet etmiş olmalıdır.

II. İlk Göktürk Kağanlığı (M.S. 552-588)

T'u-kü-elerin menşei ve eski tarihleri: Çin kayıtlarında T'u-küelerin (Türklerin) H'ung-nuların halefi olarak zannedildikleri anlaşılıyor.36 VI. yüzyılda "Türk kavimleri" camiasına giren ve muhtelif adlar taşımış olan birçok uruğ veya uruğlar birliğinin, vaktiyle H'yung-nular konferderasyonundaki gruplardan birini teşkil ettikleri muhakkak görülmekle beraber, bu münasebetin muntazam bir silsilesini tespit etmek şimdilik müşkül gibi görünüyor. Göktürklerin kağan ailesi sayılan "Aşena" sülalesinin, eski H'yung-nu "şenyü"lerine nasıl bağlandığı bilinmiyor. Çinlilerin T'u-küe-leri, H'yung-nuların halefleri zannetmeleri, her iki kavim arasında gerek teşkilat, gerek yaşayış tarzı ve bazı geleneklerin birbirine benzemelerinden ileri gelmiştir; T'u-küelerle H'yung-nular arasındaki yakınlığın alelade benzeyişten ziyade, ırki münasebet ve bağlardan ileri geldiği muhtemeldir.

Çin kaynaklarında nakledilen gayet kısa malumata bakılırsa, T'u-kü-eler, M.S. 400 tarihlerinde, Şansi eyaletinde veya daha batıda bir yerde bulunuyorlardı. Onların cedleri, P'ing-liang-fu (Şansi eyaletinde bir yer) da yaşıyan "karışık" barbarlardı; aile adları da "Aşena" idi. Muahher Wei sülalesinden imparator Tay-vy (424-451) Tsiu-kiu-şi uruğunu imha edince, Aşena uruğuna mensub 500 aile Ju-jular (Juan-ju) yanına iltica etmişler ve birçok nesil boyunca Kin-şan dağları (Altay) yanında kalmışlardı; onlar burada demircilikle meşgul olmuşlardı.37

"Kurt'tan türeme efsanesiyle ilgili olarak yukarıda naklettiğimiz parçayı bu malumatla mukayese edersek, kurt efsanesindeki bazı cihetlerin tarihi esasları belli olur gibidir. Her ikisi de T'u-kü-elerin Altay eteklerine batı-güney tarafından geldiklerini bildiriyorlar. Efsanede Tu'-ku-eleri imha ettikleri söylenen hükümdarın Muahher Wey İmparatoru Tay-vu olduğu anlaşılıyor. Buna göre Tükü-elerin Altay eteklerine ve Orhun havzasına gelmelerinin V. yüzyılın ortalarına doğru olması muhtemeldir. Onlar buraya gelince Juan-juanların (sonraki adlarıyla-Avar) hakimiyetini tanımışlar, ve bilhassa "demirci" bir kavim olarak nam kazanmışlardır. Juan-juanların zafa uğradıkları sırada, T'u-kü-elerin Kaşgar sahasına kadar akın yaptıkları ve orada yaşayan kavimeri (Su-loları) haraca bağladıkları bildiriliyor. Yukarda söylediğimiz gibi T'u-kü-elerin Da-tu adını taşıyan bir hanları olduğu ve bu hanın Soğd hükümdariyle sıhriyet peyda ettiği zikredilmiştir. Bunu müteakıp, uzun yıllar boyunca Çin kaynaklarında T'u-kü-eler hakkında her hangi bir kayda rastlanmadığından-onların faaliyeti bizce meçhul kalmaktadır.

Bumın Kağan. Göktürk Kağanlığı'nın kuruluşu: 535 yılında38 Batı Vey imparatoru (yani Tabğaç veya T'oba imparatoru) T'u-kü-elerin başı Bumın'a (Çin kaynaklarına göre- T'u-mın) bir elçi göndermek suretiyle, Çinlilerle Türkler arısında münasebet tesis edilmişti. Bu olayın Bumın (hana) bağlı Türkler arasında hudutsuz bir memnuniyeti mucib olduğu ve Türk uruğunun yükseleceğini tebşir eden bir alamet şeklinde tefsir edildiği bildirilmektedir. Altay dağlarının güney eteklerinde yaşayan bu T'u-kü-e (Türkler)lerin, Juan-juanlara tabi oldukları ve Juan-juan hanları için demircilik yaptıkları, yani silah hazırladıkları anlaşılıyor; bununla beraber Türklerin gittikçe artan siyasi egemenlik yolunu tuttukları görülüyor; 535 tarihlerinde, başlarında duran Bumın'ın Çin sarayınca da malum olduğu buna delalet eder. Çin imparatorunun gönderdiği elçiye karşıık olmak üzere, Bumın (han) 536 yılında39 Çin'e kendi tarafından bir elçi göndermiş ve Türk memleketi mahsullerinden imparatora hediyeler yollamıştı. İleride büyük bir nam kazanacak olan Bumın (kağan) ın adı, bu suretle, Çin kaynaklarında 535 ve 536 yıllarında zikredilmiş oluyor. Bir müddet sonra Juan-juan (Avar) kağanlığı içinde ehemmiyetli vakalar vukubulmağa başlayınca, T'u-kü-eler önem kazanıyorlar, ve dolayısiyle bunlara ait Çin kaynaklarında birdenbire kayıtlar çoğalmağa başlıyor.

T'u-kü-eler (Türkler)den başka, yine bir "Türk" kavmi olan Töliş (tölös)ler de Uygurların cedleri (?) Juan-juan kağanına tabi idiler; Tölişler (Tölösler) 551 yılında Juan-juanlara karşı isyan bayrağını kaldırmışlardı; bu hareketle başa çıkamayan Juan-juan Kağan'ı, Bumina (hanı) isyanı bastırmağa memur etti. Bumın (han) Altaylar'dan hareketle Tlişler üzerine yürüdü ve elli bin oba (oymak)dan ibaret olan Tölişleri yenerek, onları inkıyadı altına aldı. Bunu müteakıp T'u-kü-elerin kuvvetleri birden bire artmış oldu. Bumın (han) kendi kuvvetine fazla güvenmiş olacak ki bu defa Juan-juan (Avar) kağanı Anakoay (veya Anahuan)'ın kızını istedi. Kağanın buna muvafakat etmediği ve: "Siz bizm kölelerimiz, demircilerimizsiniz, böyle bir talepte bulunmaya nasıl cesaret ettiniz?" sözleriyle Bumın'ın isteğini reddettiği bildiriliyor.40 Bumın bunun üzerine Juan-juan (Avar) kağanına karşı Batı Vey hükümdarı (yani Çin imparatoru) ile işbirliği yapmaya karar verdi; Türk hanın isteği Çin sarayının siyasetine tamamiyle uygun görüldüğünden kısa bir zamanda anlaşma hasıl oldu. Aradaki dostluk 551 ılında, Batı Vey sülalesinden bir prensesin Bumın'a verilmesiyle sağlandı. Bu hadise kendi başına Türklerin artık çok kuvvetli bir varlık derecesine yükselmiş olduklarını gösterir; yoksa, zayıf bir kitlenin başbuğuna Çin imparatorunun kızını vermesi ve yakın bir münasebet tesis etmesi imkansız görülüyor. Hakikaten, bu vakadan bir yıl geçmeden, Türkler, kuvvetlerini göstermekle gecikmediler: Bumin han, imparator Fey-di'nin saltanatının ilk yazında, 552 de, birinci ayda, Anakoay kağana karşı isyan bayrağını kaldırdı, ve Huayman'ın kuzeyinde Juan-juanları kati bir hezimete uğrattı.41 Anakoay Kağan bu zillete dayanamıyarak kendi kendini öldürdü. T'u-kü-e (Türkler)ler üzerindeki Juan-juan hakimiyeti bu suretle sona erdi. Anakoay kağana tabi olan kavimler ve ülkeler Bumin'ın eline geçti. Bunu müteakıp Türklerin reisi-kendisini kağan ilan etti ve "İliğ han" lakabını aldı.42

Maamafih Juan-juan Devleti'nin tasfiyesi için Türklerin daha üç yıl kadar mücadele etmeleri lazım geldi, Anakoay Kağan'ın ölümünden sonra, Juan-juan büyüklerinden 3000 kişi Batı Vey (Çin) ülkesine iltica etmişlerdi. Çinliler bunları Türklere teslim etmek mecburiyetinde kaldılar. 553'te öldüğü anlaşılan Bumın'ın halefi olan Türk kağanın emriyle bu kaçaklar, şehir kapısı dibinde, kafaları kesilmek üzere, idam edildiler (M.S. 555) Bunu müteakıp eski Juan-juan Devleti'nden artık hiçbir eser kalmamış, mülteciler imha edilmişler, yerlerinde kalanlar yeni Türk Kağanlığına bağlanmışlar, boyun eğmek istemeyen ulus ve uruğlar uzak batı ülkesine doğru kaçıp gitmişlerdi. Türklerle Juan-juanlar arasında yapılan bu mücadelelerin çok şiddetli ve kanlı olduğu anlaşılıyor. Juan-juanların, Avar adı ile Karadeniz ve Balkan sahasına geldiktan sonra dahi Türklerin gazabını üzerlerine çekmiş olmaları -buna delalet eder.

Türkleri, Juan-juan'ların (Avar) tahakkümünden kurtarmak suretiyle, bir Türk kağanlığı (Göktürk Devleti'ni) kuran zat, Çin kaynaklarının T'umen veya T'u-mın'ı, Orhun Yazıtları'nda (bengü taşlarında) Bumin adıyla zikredilmektedir. Bir Türk kaynağınca adı kaydedilen ilk Türk kağanı, daha doğrusu ilk Türk şahsiyeti, Bumın Kağan oluyor. İlk Göktürk Devleti'nin kurucusu olan bu Türk kağanının şeceresi hakkında şu malumat veriliyor: Na-tu-lu, bunun torunu - büyük yabğu T'u-u, bunun büyük oğlu-T'u-men, ikinci oğlu-Şetie-mi (yazıtlardaki İstemi).43 Bu suretle Bumın Kağan'ın babası bir "yabğu" idi,44 yani hükümdara yakın bir mevki sahibiydi. Bumın'ın 535ten önceki hayatı ve faaliyeti hakkında bizce malum kaynaklarda her hangi bir kayda rastlanmıyor. Göktürk Devleti'nin başı sıfatiyle "İliğ" veya "İl" han lakabını taşıyan Bumin'ın 552 veya 553'te öldüğü anlaşılıyor.

Bumın'a, Türk devletini kurmak amaciyle giriştiği mücadelede, biraderi İstemi'nin büyük yardımı dokunduğu Orhun Yazıtlarında açıkça tebarüz ettirilmiştir. Çin tarihinde verilen malumat da bunu teyit ediyor. Yeni kurulan Türk Kağanlığını büyütmek ve vaktiyle Juan-juanlara tabi bütün ülkeleri ele geçirmek için Bumin ve İstemi (kağanların) doğuda ve batıda birçok sefer yaptıkları anlaşılıyorsa da, bunun tafsilatı bilinmemektedir.

Bumın Kağan'ın şahsiyeti hakkında ancak yaptığı büyük işe bakarak hüküm verebiliriz: Kazandığı askeri muvaffakıyetler kendisinin büyük bir kumandan olduğuna delalet eder; bu bakımdan o, H'yung-nuların büyük şenyüsü (kağanı) Mo-tun'u (Mete) veya Atilla'yı andırıyor; boyunduruk altında aşıyan Türkleri kurtararak büyük bir devlet haline yükseltmesi gözönünde tutulursa-Bumın'ın bir "kurtarıcı" ve "İl kurucu" sıfatiyle Türk tarihinin en büyük simalarından biri olduğunda şüphe yoktur. "Türk" adını taşıyan ilk "Türk devleti"ni kurmuş ve "türk" adını dünyaya tanıtanların birincisi olması -ona tarihte ayrıca mümtaz bir mevki veriyor. Bumın Kağan, Orhun Yazıtları'nın tabiri veçhile, hakikaten "Bilge (yani hakim-sage) kağan, alp (yüce) kağan" idi.

Göktürk Kağanlığı'nın sınırları. "Türk" uruğları ve komşuları: Bumin Kağan ve İstemi Yabğu Göktürk Devleti'ni kurdukları zaman gerek içteki "Türk" uruğlarına ve gerek dıştaki düşmanlara karşı savaşmak mecburiyetinde kalmışlardı. Kitabelerin ifade ettikleri veçhile "dört bucaktaki kavimlerden, başlıların başlarını eğdirdi, dizlerin - dizlerini çöktürdü." Bumin Kağan'ın en büyük yardımcısı olan İstemi Yabğu (kağan) bilhassa batı ülkesindeki seferlerde mühim rol oynamıştı. Neticede Kingan (Kadırgan) dağlarından Demir Kapıya (Semerkand ile Belh arasında) kadar uzanan geniş saha Göktürk Kağanlığı sınırları içine alındı. H'yung-nuların parlak devirlerinde (Motun-Mete zamanında) şenyü'lere tabi olan saha ve çoğunluğu "Türk" menşeli olan kavimler, bu suretle Bumin ve İstemi (kağanlar) tarafından birleştirilmiş, tarihte ilk defa olmak üzere "Türk" adını taşıyan bir imparatorluk kurulmuş oldu. Şimdiye kadar "kağanları" olmayan Göktürkler bundan böyle "kağanlı" bir budun oldular; bunun neticesi olarak Türkler Asya tarihinde en önemli askeri ve siyasi rol oynamağa başladılar. Çin ipek ticaret yolunun Göktürkler eline geçmesi, Türk hakimiyetinin Batı Türkistan'da Soğd iline kadar yayılması keyfiyeti, bu devrin siyasi ve ekonomik tarihi üzerinde mühim tepkiler yaptığı gibi, Batı Türkistan'ın büsbütün ve süratle Türkleşmesinde de en mühim amil olmuştur.

Göktürk Kağanlığı'nın merkez sahası, vaktiyle H'yung-nu şenyülerini de ordugahları mahiyetinde olan, Ötüken dağları çevresi idi. Bunun her tarafında, muhtelif adlar taşıyan "Türk" kavimleri bulunuyordu. Kağanlığının sınırları içindeki 3türk" uruğlarından hangisinin doğrudan doğruya Bumin Kağan'a ilgisi olduğu açıkça tespit edilemiyor. Orhun Yazıtlarındaki "Türk budun" (Türk milleti) tabirinin manası vazıh değildir. Birçok uruğ (kabile) adları sayılmaktadır; maamafih "oğuz" uruğlarının en mühim rol oynadıkları ve kağan ailesinin de buna mensup olduğu anlaşılıyor. Kitabelerde "Üç Oğuz", "Dokuz Oğuz", "Töliş", "Tartuş" ve "Turgeş"lerden başka "Otuz Tatar", "Kırgız" ve "Karluk"ların adı geçiyor. Doğuda Moğol menşeli "Kitanlar" ve "Tatabiler" bulunuyordu. Büyük komşulardan, güneyde - "Tabğaç" (yani Çin İmparatorluğu) ve "Töpüt" (Tibet) ve batı-güney sınırında da (Türkistan'da) Eftalitler vardı. Göktürk Kağanlığı kurulup, içten nispeten sağlam bir duruma gelince-dış memleketlerle siyasi ve ekonomik münasebetleri düzenlemek üzere hemen faaliyete geçildiği biliniyor. Askeri aristokrasi zümresine dayanan ve her şeyden önce büyük bir askeri kudreti temsil eden Göktürk Kağanlığı'nın iç ve dış durumları haiz olduğu karaktere, içinde bulunduğu şart ve imkanlara göre inkişaf etmiştir.

Göktürk Kağanlığı'nın "ikilik" karakteri. Bumin Kağan'ın halefleri 553-581: Bumın ve İstemi (kağan)lar tarafından kurulan ilk Göktürk Devleti ta baştan ikilik karakteri taşımakta idi. Biri-doğu ve kuzey Türk uruğları; diğeri-batı Türk uruğları. Doğu kısmının başında Bumın Kağan durmakta, merkezi, galiba, Ötüken (Hangay) dağı çevresinden Çin seddine kadar uzanan toprakları ihtiva ediyordu. Batı Gök-Türk ili ise, Altayların güneyinden başlayarak, Cungarya ve ili nehri havzasından öteye gidiyordu. Batı kısmında, İli boyunda, "On ok"ların (On uruğun) yaşadığı biliniyor. Bu uruğların her birinin başında irsi bir rütbe olan "Bağatur yabğu" lakabiyle birer başbuğ duruyordu. Kitabelerde "kağan" diye tesmiye edilen İstemi on "bağatur yabğu"nun başı sıfatiyle "yabğu" (belki de "büyük yabğu") lakabını almıştı. Doğu ve Batı Türk illeri, çok sonraları Cengiz Han ve halefleri zamanındaki Moğol İmparatorluğu'nda görülen, siyasi bir birlik teşkil ediyordu. Bu suretle bütün Türk kavimleri bir siyasi teşkilat içinde birleştirilmek suretiyle, tarihte ilk defa olmak üzere hakiki bir "Türk Birliği" gerçekleştirilmiş oldu. Fakat bu birlik bir takım sebepler ve bilhassa dinastik amillerin tesiriyle ancak 30 yıl kadar devam edebilmiştir. M.S. XIII. yüzyılda Moğol İmparatorluğu'nda görülen siyasi düzensizlik Göktürk Kağanlığı'nda da vuku bulmuş, ve 582 tarihinde Gök Türk Kağanlığı "Doğu" ve "Batı" olmak üzere ikiye bölünmüştür. Bu parçalanma keyfiyeti Türk kavimlerinin bir kül olarak kuvvetten düşmelerine, ayrı Türk uruğları arasında arkası kesilmeyen mücadelelere, kanlı savaşlara yol açmakla - Türk tarihinde menfi tesirleri bakımından en önemli vakalardan birini teşkil etmektedir. Göktürk Kağanlığı bütünlüğünü muhafaza ettiği takdirde, yalnız Asya değil, belki de dünya tarihinin büsbütün başka bir istikamette gelişmesi mümkün olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Bumın Kağan ya 552 sonu veya 553 yılının başlarında ölünce,45 kağanlık tahtına sırasiyle üç oğlu geçti. Çin kaynaklarındaki kayıtlara göre bunların adı: K'o-lo (öl. 553), Mu-han veya Mu-kan (553­572) ve T'o-po (572-581) idi. Bu üç kağan arasında Mu-han'ın temayüz ettiği biliniyor. Büyük bir asker olduğu anlaşılan bu kağan amcası İstemi Yabğu ile, Batı Türkistan'da, Eftalitlere karşı, 563-567 yıllarında yapılan sefere iştirak etti. Göktürklerle, İran'da hakimiyet süren Sasaniler arasında akdedilen uzlaşma mucibince, Eftalitler hem kuzeyden (Türkler), hem güneyden (İranlılar) hücuma maruz kaldılar; bunun neticesi Eftalitlerin imhası oldu. Maveraünnehir'deki Soğdlar da Türk kağanının hakimiyetini tanımak mecburiyetinde kaldılar. Mu-han'ın ölümünden sonra tahta T'o-po geçmiş ve 581 yılına kadar Göktürk Devleti'ni idare etmiştir. T'o-po büyük Göktürk Kağanlığının son kağanıdır. Ondan sonra Türk birliği yıkılmış, kağanlık "Batı" ve "Doğu" olmak üzere ikiye bölünmüştür.

III. Birinci Doğu Göktürk Kağanlığı (582-630)

Şapolyo (Asparuh?) Kağan (581-587): Daha Bumın Kağan zamanında Göktürk Devletinin ikilik karakterini taşımasına bakmaksızın, Bumin'ın ölümünden sonra bu birlik İstemi Yabğu tarafından devam ettirilmek istenmişti. Batı illerinin başı olan İstemi Yabğu, kudreti ve şahsi otoritesi sebebiyle 576'da vuku bulan ölümüne kadar, eski durumu muhafaza etmişti. Bumın'ın oğulları olan üç kağan zamanında doğu ve batı illeri arasında her hangi bir anlaşmazlık olduğu bilinmiyor. Fakat Muhan'ın ölümünden sonra ihtilaf patlak verdi. Anlaşmazlığın zuhuru ve Göktürk Kağanlığı'nın parçalanmasında, iç sebeplerle birlikte, Çin siyasetinin, yani dış tesirlerin bilhassa büyük rol oynadığını ileride göreceğiz.

T'o-po Kağan'ın ölümünden sonra tahta kimin geçmesi gerektiği meselesi Doğu ilinde karışıklık çıkmasına sebep oldu. Bumın'in oğullarından her üçünün de tahtı işgal etmiş olmaları, kağanın her üç oğluna da tahta hak kazandırmış gibiydi. Neticede tiginler (prensler) arasında mücadele patlak verdi. Bu hususta şu tafsilat naklediliyor: T'o-po Kağan'ın ölümü üzerine Türk büyükleri Mu-han'ın oğlu Talo-pi-en'i tahta çıkarmak istemişlerdi; fakat bu prensin annesi kibar menşeli olmadığından halkın, (yani muarız partinin) itirazını mucib oldu. Kağan oğullarından An-lo'nun annesi asil bir aileye mensubtu; bu yüzden Türk budununun ona karşı hürmeti fazla idi. Hanoğullarından Şe-to (Şepolyo veya Asparuh?) büyüklere hitaben dedi ki: "Eğer An-lo'yu tahta çıkaracak olursanız, biraderimle birlikte ona itaat ederiz; şayet Talopien'i seçecek olursanız, kılıcımı ve mızrağımı elimde tutarak, ilin sınırlarını muhafaza ve müdafaa edeceğim."46 Şe-tu (Şapolyo) uzun boylu ve cesur bir adam olduğundan, Türk büyükleri onun sözünden çıkmadılar ve T'o-po kağana halef olarak An-lo'yu tanıdılar. Fakat, Talopien tahta çıkamayınca, yeni kağana yürekten bağlanmadı; her gün adam göndererek kağana hakaret eder oldu; An-lo da bunlara dayanamıyarak tahtını Şe-to'ya (Şapolyo) bıraktı. İlin büyükleri bir yerde toplanıp danıştılar ve: "Dört hanoğulları arasında Şe-tu en bilgilisidir" dediler ve kendisini "İ-li-kiu-liu Şe-mo-ho Şi-po-lo han"47 (illiki şemoho) İşbara (Asparuh?) lakabiyle tahta çıkardılar; bunu müteakıp ona Şapolyo) (Asparuh? İşbara?) dendi. Yeni han ordugahını Tu-kin (Ötüken) dağı çevresinde kurdu. Çin kaynağından nakledilen bu parça o devirdeki han (kağan) seçiminde tiginlerin kibar anneden neşet etmesini şart koştuğu gibi, il büyüklerinin han seçimindeki rollerini de aksettirmektedir.

Şapolyo Kağan Çin imparatoru ile iyi geçinmek siyasetini takibetmiş ve Bumin Kağan'ı takliden, Çe-u ailesinden bir Çin prensesi ile evlenmişti. Çinlilerin Göktürk Kağanlığı ile yakından ilgilendikleri de biliniyor. Prensesi Türk kağanına götürmek için gönderilen Çin elçisi nazır Çangsun-çing, Göktürk ilinin iç durumunu, kağanın kardeşlerini ve büyüklerin birbirlerine olan münasebetlerini yakından tetkike imkan bulmuştu. Çin elçisi Şapolyo Kağan ile küçük biraderi Çu-lo-heu'nin birbirlerine karşı besledikleri hisleri öğrenmek fırsatını dahi elde etmişti.

Tam bu sıralarda Çin'de Çe-u hanedanı devrilmiş ve Suy Sülalesi tahta geçmişti (581-611); bu yeni sülalenin ilk imparatoru Kao-tsu idi. Türk kağanı Çe-u ailesine akraba olması dolayısiyle, guya, meşru hükümdarın haklarını müdafaa maksadiyle silaha sarıldı. İmparator Kao-tsu da bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi. Fakat nazır Çang-sung-çing, tavsiyeleriyle imparatorun, yardımına yetişti. Çin nazırına göre: İmparatorun, Türklerin kendi aralarında mevcut olan rekabeti gizlice körüklemesi icabediyordu. Nazır bu maksatla imparator Kao-tsu'ya, tavsiyelerini bir rapor halinde takdim etti.

Çang-sun-çing'in raporu, Çinlilerin Türk politikası (581): Çin İmparatorluğunun Türklere karşı takibettiği "divide et imprea" (ayır ve hükmet) siyasetinin ana hatlarını ihtiva eden nazır Çang-sun-çing'in meşhur raporunu naklediyoruz:

"(Çin İmparatorluğu'nda) iç karışıklıklar son raddesini bulunca, muhakkak asayişe doğru gidileceği hakkındaki sözleri duydum. İşte bunun içindir ki yüksek Gök (tanrı kendi gizli niyetlerini belli eder ve aziz zata da (yani imparatora) bunları gerçekleştirmeğe imkan verir. Yüz hükümdarın halefi olan haşmetli imparatorumuzun bin yıldan beri nişan-ı mahsusla tefrik edilen bir devirde tahta çıktıklarını, tevazu ile zannediyorum. Çinliler sakin dursalar dahi, barbarlar (yani Türkler) bize düşman kalacaklardır. Onları tedib için askeri kuvvetlerin teşkiline durum elverişli değildir. Eğer barbarlar rahat bırakılacak olurlarsa-onlar bize karşı hücuma geçeceklerdir. İşte bundan dolayıdır ki (barbarları) tedricen def etmek için gizli vasıtalara başvurmak lazımgeliyor. Eğer bu proje suya düşerse-ahalinin (Çinliler) sükuneti bozulacaktır. Fakat (bu proje) gerçekleştirildiği ve başarı ile sona erdirildiği takdirde, (bizden sonra gelecek) on bin neslin saadeti teminat altına alınmış olur. Milletimizin saadet veya felaketinin ne gibi olaylara bağlı olduğunu tafsilatla, tevazu dahilinde, Size arzetmek isterim.

İmparator Çe-u'nun saltanatının sonunda memleket dışına büyük elçi sıfatiyle gönderilmek şerefine nail olmuştum: H'yung-nuların (yani Türklerin) birbirleri ile münasebetleri bence mükemmel bir şekilde bellidir. Şe-tu (Şapolyo) karşısında T'u-kien-ku (İstemi Yabğu'nun oğlu) büyük bir kuvvete maliktir; fakat o, menşei icabı Şe-tu'dan aşağı bir mevkide bulunuyor. Dış görünüşte onlar hep beraber gibi iseler de, içten birbirlerine karşı düşmanlık hissi beslerler; bu düşmanlık artık aşikar olmağa başlamıştır. Eğer onların ihtirasları körüklenirse-harbe tutuşmakta gecikmeyeceklerdir. Diğer yandan, Şe-tu'nun küçük biraderi Çu-lo'heu çok kurnaz bir kimsedir, fakat kuvveti azdır; kendisi mahirane bir şekilde halkın sempatisini kazanmıştır: İl büyüklerinin ona karşı teveccühleri vardır. bundan ötürü Şe-tu kendisini sevmez ve bu yüzden (yani halkın biraderini sevdiğinden) üzülür. Şe-tu gizli hislerini saklar, fakat üzüntü ve korku içinde yaşar. A-po (Talopien-Muhan'ın oğlu) sebatkar değildir ve kararsızdır; o, Şe-tu'dan çok korkar ve onun sevk ve idaresine tabidir; çünkü A-po her zaman için kuvvetliye tabidir ve muayyen bir karar sahibi değildir.

(Türk ilinde durum böyle olunca) şimdi bunlarla (yani Şapolyo'nun yeğenleri ve amcaları ile) uzaktan bağ tesis etmeli ve (Şapolyo'ya karşı) yakından hücum yapılmalıdır. Kuvvetliler arasında ayrılık tohumu ekmeli ve zayıf olanlar (kuvvetliye karşı) birleştirilmelidir. Tien-kiu'ye (Tardu) bir elçi gönderip onu Apo-han ile birleşmeğe teşvik edilmelidir. Bu gerçekleştiği takdirde Şe-tu (Şapolyo) kuvvetlerinin (hücum) yolunu değiştirmek ve sağ yandaki (yani Çin'in batısındaki) memleketlerini korumak zorunda kalacaktır. Sonra, Çu-lo-heu'yu (Şapolyo'nun küçük biraderi) Hi ve Silerle (doğu ve kuzeyde yaşayan barbarlar) birleştirmek mümkün olursa, Şe-tu askeri kuvvetlerini bölecek ve soldaki (yani Çin'in doğusundaki) memleketleri korumak için o tarafa dönecektir. Bütün bunlar olduğu takdirde-Şübheler ve münaferetler birbirini takibedecek, birbirlerine karşı derin husumet hisleri taşıyan adamlar (yani Türk prensleri) birbirlerinden ayrılacaklar ve ebediyen birleşemiyeceklerdir. On yıllık bir zaman sonunda, böylece zuhura gelen ufak bir ihtilaftan istifade ile, barbarlara (Türklere) hücum edilirse, ilk darbede onların kudretini imha etmek mümkün olacaktır."48

Nazır Çang-sun-çing'in tavsiyeleri imparator Kao-tsu tarafından memnuniyetle tasvib edilmiş ve bu rapor, Çin hükümetince Türklere karşı takibedilecek siyasetin esasını teşkil etmiştir. "Bir barbar kavme karşı diğer birini koymak" suretiyle imparatorluğu korumasını çok iyi bilen Bizanslılar gibi, Çinlilerin de bu hususta üstad(!) oldukları, Göktürk Kağanlığı'nın sonraki tarihinden ve Çin-Türk münasebetlerinden açıkça görülmektedir.

Çinlilerin Türklerin Arasını Açmağa Muvaffak Olmaları: İmparator Kao-tsu, nazır Çang-sun-çing vasıtasiyle Göktürk ilinin siyasi durumu, etnik vaziyeti ve topografyası hakkında esaslı bilgi elde ettikten sonra, tavsiye edilen prensiplerin tatbikine girişti. Büyük mirahurunu Batı Türkleri yabğusu olan Tien-kiu'ye (Tardu) gönderdi; Çin elçisi, Türk yabgusuna imparatorun kendisine karşı ayrı bir iltifat nişanesi olmak üzere "kurt başlı" bir bayrak getirmişti. Bununla, Tardu'nun "kağanlığı" Çin sarayınca da tanınmış oluyordu. Bu suretle Şapolyo ile Tardu arasına nifak da sokulmuş oluyordu. Çin imparatoru, Hi ve Si'lerden başka Kitanlara da ipek ve altın olmak üzere hediyeler gönderdi. Çang-sun-çing Şapolyo'nun biraderi Çu-lo-heu ile de buluştu ve bu prensi gayet kurnazca Çin'e tabi olmağa sevketti. Bir taraftan Çin için büyük bir tehlike teşkil eden Şapolyo ile Batı Türklerinin başı olan Tardu (kağan), ve diğer yandan Doğu ili kağanı (Şapolyo) ile öz kardeşi arasına nifak sokulmuş oldu. Gizli ve kurnazca yapılan Çin politikası, bu suretle, ilk müsbet neticeyi elde etmiş ve Çin için büyük bir tehlike teşkil eden büyük Türk Devletinin birliğini parçalamak ve Türkleri kuvvetten düşürmek için lazımgelen tedbirleri hazırlamış bulunuyordu.

Şapolyo'nun Çin Seferleri: Çin'in Şapolyo'ya karşı çevirdiği entrikalar gizli kalmamış ve Göktürk Kağanlığı ile Çin arasının gittikçe açılmasına sebep olmuştu. Şapolyo'nun Çin'e karşı sefer açması için meşru bir sebep te mevcuttu: Türk kağanının kaynatası olan imparator şimdiki imparator Kao-tsu tarafından tahtından indirilmişti; Şapolyo bunun öcünü almak maksadiyle harekete geçebilirdi. Nitekim kağanın hatunu, Çinli prenses, kocasını bu yolda durmadan teşvik etmekte idi. Şapolyo, gerek siyasi emeller, gerek hatunun tesiriyle,49 Çin'e karşı harbe başladı.

İlk seferin 582'de açıldığını öğreniyoruz. Türkler Çeupan mahallinde Çinlilere hücum edince, Çin kuvvetleri çekildiler; bu münasebetle Türklerle Çinliler arasında arkası kesilmeden üç gün (ve gece) savaşların yapıldığı anlatılıyor. Çarpışmalar esnasında Çinlilerin on bin ölü ve yaralı verdiklerini de öğreniyoruz. Türklere gelince, savaş sahasından çekilmelerinden önce ölülerini yaktıkları haber veriliyor.

Şapolyo tarafından Çin'e karşı yapılan ikinci sefer 583 yılında icra olundu. O yıldaki olaylar münasebetiyle, Suy sülalesi salnamelerindeki bir kayıtta İmparator Kao-tsu'nun ağzından "Türklerin gözetme kuleleri muhafızlarını zorla kaldırdıkları, şehir ve köy ahalisini katliam ettikleri, bu gibi ahvalin tekrarlanmadığı hiçbir sene olmadığı" kabilinden sözler nakledildiği de yazılıdır. İmparatorun bu sözlerinin o sıralardaki Türk hücumlarının şiddet ve sıklığını göstermeğe kafidir.

Doğu Türk ilinde zuhura gelen bazı nahoş şeyler, umumi durumun Şapolyo aleyhine gelişmesine yol açtı. Bunlardan biri, o sıralarda Türk ilinde büyük bir kıtlık ve açlığın baş göstermesi idi; bundan başka şiddetli bir taun hastalığı salgını da başladı. Kıtlığın derecesi o kadar büyüktü, ki halk kemikleri öğütüp yemek mecburiyetinde kaldı. Bu felaketli durum karşısında halk yiyeceği bol olan yerlere göç etmeğe koyuldu. Her halde Çinlilerin teşvikiyle olacak ki Türk uruğlarından bazıları Çin ülkesine gittiler ve Çin hakimiyeti altına girdiler. Bütün bunların neticesi Şapolyo'nun idaresindeki Göktürk Devleti'nin kudret ve kuvvetinden epeyi kaybetmesine sebebiyet vermiştir.

Göktürk Tiginleri Arasında Mücadele. Çin ile Dostluk Tesisi Mecburiyeti: Bu defa Şapolyo'nun idare ettiği ülkenin içinde mücadele patlak verdi. Bu hususta Çin kaynaklarında tafsilatlı malumat verilmektedir. Mücadele Şapolyo ile Mu-han'ın oğlu Apo-han arasında cereyan etmiştir. Şapolyo, sert ve zalim ruhlu oluşundan ötürü Apo-han'ı sevmezmiş; bundan ötürü kağan, Apo-han'ın ilini-ulusunu ani bir baskınla dağıtmış, prensin annesini öldürtmüştü. Apo-han bunun üzerine batıya, Şapolyo'nun amacası olan Tatcu (Tardu) katına sığınmıştı. Bunu müteakip Şapolyo ile Apo-han arasında çarpışmalar cereyan ettiği bildiriliyor. O sıralarda Şapolyo'nun yeğeni Tıkınca'nın da isyan çıkardığını öğreniyoruz.

Bu mücadeleler sonunda Türk ili artık siyasi bir birlik olmaktan çıkmıştı. Çinlilerin teşvikiyle körüklenen bu iç mücadelede bilhassa ayrı Türk han oğullarının ihtirasları kamçılanmış, Türk illeri ve uruğları, muhteris beyler arkasında, birbirleriyle kanlı savaşlara tutuşmuşlardı. Neticede Bumın Kağan ve İstemi Kabğu tarafından kurulan Göktürk Kağanlığı birliğini kaybetti, "Doğu" ve "Batı" olmak üzere iki parçaya bölündü (M.S. 582'de).

Şapolyo'nun yakın akrabaları isyan çıkarmaktan geri durmadılar. Bu durum karşısında Doğu Göktürk Devleti büsbütün kuvvetten düştü. Bunun üzerine Şapolyo Çin'e karşı şimdiye kadar takib ettiği siyasetini değiştirmek mecburiyetinde kaldı.50 Eski düşmanlık yerine bu defa dostça bir siyaset takibedilecekti. Bunun icabı olarak Şapolyo Kağan Çin imparatoruna gayet dostane bir dilde yazılmış nameler göndermeğe başladı.51 Bunlardan bazıları nakledilmiştir. Bu namelerin birinden Göktürk Kağanlığı diplomatik vesikalarında "on iki hayvanlı" takvime göre tarih atıldığı dahi anlaşılmaktadır. Türk kağanın samimi sözleri ve dileklerinin karşılığı olarak, Çin imparatoru da gayet nazik bir cevap yazmış ve kağanın hatunu Çin prensesini ziyaret maksadiyle Türk iline bir elçi heyeti göndermişti. Maamafih aradaki münasebetlerin ancak zahiren düzeldiği görülüyor; Şapolyo'nun gelen Çin elçisine fena muamelede bulunduğu bunu gösterir. Bir müddet sonra aradaki anlaşmazlık- ta giderilmiş ve Türk kağanı için imparatoruna saygı dolu bir name ile karşılık vermişti. Çin elçisinin kabulüne ait notlarından, Türk kağanının karısı Çin prensesinin "hatun" lâkabını taşıdığını da öğreniyoruz.

Şapolyo ile Çin imparatoru arasında dostça münasebetler tesis edilmekle beramer, Çinlilerin el altından Batı ili Türklerini Doğu Göktürk iline karşı kışkırttıkları biliniyor. Bunun icabı olarak Batı Türkleri kağanı Tardu, Şapolyo'ya karşı harekete geçti. Yine Çinlilerin teşviki üzerine Kitaplar da silaha sarıldılar. Şapolyo bu durum karşısında Çin sarayına müracaat ederek, Gobi çölünün güneyindeki Petao vadisinde bir müddet kalmak için izin istedi; Çinliler buna muvafakat cevabını verdiler.

Doğu Türk ili kağanı, o sıralarda Batı Türk iline bulunan (daha doğrusu o taraflara kaçan) Apo-han'a karşı bir sefer açmıştı. Bu seferde Apo Han yenilmiş ve esir edilmişti. Fakat tam bu esnada Şapolyo'nun muhafızsız kalan ordugahı A-pa adını taşıyan bir kavim tarafından baskına uğrayarak, kağanın hatunu ve çocukları esir edilmişlerdi. Oraya yakın bulunan Çin kuvvetleri yetişip, Türk kağanını hatunu ve çocuklarını kurtardılar ve sahibine yolladılar; Çinlilerin bu hareketleriyle Türk kağanını kendilerine medyun bırakmak istedikleri anlaşılıyor. Kağan bunun karşılığı olmak üzere, Gobi çölünün Türk ili ile Çin arasında sınır olarak kabul etti; ayrıca, imparatoru öven sözlerle dolu bir name de yolladı. Şapolyo'nun namesinde şöyle bir cümlenin bulunduğu da bildirilmektedir: "Gökyüzündeki iki güneş olmadığı gibi, fikirime göre yer yüzünde de iki imparator olmamalıdır." Bu sözler bir bakımdan, fakat tamamıyla başka şartlar içinde, Timur'un Yıldırım Beyadiz'e söylediği rivayet edilen bir fıkrayı hatırlatmaktadır Şapolyo, Çin imparatoruna tanzimatını bildirmek için, yedinci oğlu olan Kho-han-çin'i gönderdiğini de

mektubunda yazmıştı. İmparatordan gelen cevapta, kağanın hatununa ve oğluna yüksek (çin) rütbeleri verildiği bildirildi. Doğu Türk kağanının bundan fevkalede memnun kaldığı ve imparatora "her yıl vergi ve hediyeler gönderdiği" Çin kaynaklarınca tespit edilmiştir. Şapolyo'nun ordugahı basılarak karısı ve çocukları esir edilince, bunların Çinlilerin yardımıyla kurtarılmasını müteakip, Doğu Türk Kağanlığı ile Çin arasında hakikaten iyi münasebetlerin tesis edildiğini görüyoruz. Çinliler de artık Şapolyo'nun daha fazla kuvvetten düşmesini arzu etmiyorlardı; çünkü tam o sarılarda, vaktiyle Çin sarayı tarafından teşvik görmüş olan Batı ili kağanı Tardu, bu defa Çinlilere karşı kafa tutmağa başlamıştı. Sırasına göre bir Türk kavmini diğerine karşı koymak siyasetini tatbik etmekte olan Çin Hükümeti, Tardu'nun fazla kuvvetlenmesini kendisi için zararlı telakki ettiğinden, Şapolyo ile dostça münasebetleri devam ettirmeyi uygun bulmakta idi.

Şapolyo'nun 587 yılında öldüğünü öğreniyoruz. Bu münasebetle Çin kaynağında şu malumat veriliyor: Khay-hoang devrinin yedinci yılı ilk ayında (587) Şapolyo Kağan, memleketi mahsulatından vergi takdimi için imparatora oğlunu göndermişti. Kağan bu münasebetle, Heng-çeu ve Tay-çeu mıntıkaları arasında avlanmak müsaadesini de istemişti. İmparator, kağanın bu ricasını kabul etti. Şapolyo burada avlanırken bir günde on geyik vurdu ve kuyrukları ile dillerini52 imparatora hediye olarak yollandı. Kağan, Tse-ho askeri çevresine döndüğü zaman çadırını yıkılmış buldu ve bundan ötürü fevkalede müteessir oldu. Bu vaka üzerinden bir ay sonra Şapolya Kağan'ın öldüğü bilinmektedir.

Şapolyo'nun halefleri: Şapolyo Kağan'ın vasiyetnamesi mucibince, kağanın küçük biraderi Çu-lo-heu'nun tahta çıkması icabediyordu. Şapolyo'nun öz oğlu Yong-yu-liu anadan doğma nazik ve nahif yapılı olduğundan, babası tarafından tahta layık görülmediği anlaşılıyor. Halbuki, Çu-lo-heu bu prensin meşru hakkını çiğnemek istememiş ve tahta çıkması için beş altı defa ısrar etmiş ise de bunda muvaffak olamamıştı. Yongu-yu-liu'nun kat'i reddi üzerine Ço-lo-heu kağanlığı kabul ve "Şehu-han" lakabıyla tahta çıktı.

Şehu Han'ın gayet cesur bir asker ve mahir bir diplomat hükümdar olduğunu öğreniyoruz. Kendisinin şekil ve şemayiline ait şu teferruat verilmektedir: Uzun teneli, arkası biraz kamburumsu, seyrek kaşlı ve parlak gözleri olan bir adamdı. Şehu Han'ın, Batı Türk ilinde bulunan Talopien (Apo Han) ile harbettiği, onu esir aldığı ve hatta öldürmek istediği bildiriliyor. Fakat Çin hükümeti Türk ilindeki karışıklıkların devamını istediğinden, buna muvafakat etmedi. Şehu Han, bir müddet sonra, Batıda yaptığı bir harbde okla yaralanıp ölmüştür.

Şehu Han'dan sonra Doğu Göktürk kağanlığı tahtına Şapolyon'un oğlu Yong-yu-liu geçti. Onun zamanında Doğu Türk ili ile Çin arasınadi dostane ilişkiler devam ettirildi. Türk beyleri 593 yılında Çin imparatoruna elçiler göndererek "Çin sınırı boyunca, Çin ile ticaret yapabilmek için pazar yerlerinin tayin edilmesi müsaadesini" istediler. Türklerin, çok eskiden olduğu gibi Çin ile ticarete büyük ehemmiyet atfettikleri bu kayıttan anlaşılmaktdır.

Tulan (Tuh) Han ve Türk ilinden ayrılığın başlangıcı: Şapolyo'nun oğlu olup, önce Sen-han adını taşıyan, tahta geçince "Tulan" (Tulı) lakabını aldığı bilinen bu hükümdar, galiba, Doğu Türklerinden ancak bazı ulusların hanı idi. Tulan Han'ın, Yong-yu-liu Kağan'ından ayrı düştüğü ve başka bin mıntıkada hakimiyet sürdüğü anlaşılmaktadır. Tulan Han, Batı Türk kağanı Tardu ile savaşa tutuşunca, Çinliler araya girmişler ve her iki ordunun kendi memleketlerine dönüp gitmesini sağlamışlardı. Çin sarayının, siyasi hesaplara dayanarak Tulan hanı iltizam ettiğine bakılırsa Doğu Türk ilinin asıl kağanı olan Yong-yu-liu ile Çin arasında anlaşmazlık hüküm sürdüğüne hükmedilebilir ki, şimdi nakledeceğimiz vaka bunu göstermektedir.

Yong-yu-liu Kağan, eski Türk geleneceği mucibince Çinli bir prensesle evlenmek istemiş ve bu hususta Çin sarayına müracaatla imparatordan muvafakat cevabını almıştı. Fakat ihtiyar tilki-nazır Çang-sung-çing imparatorunun verdiği sözü bozdurmuştu; çünkü "Yong-yu-liu kağan, Çinlilerden yardım gören Türklerin düşmanı" idi. Buna mukabil Tulan Han'ın Çinli bir prenses göndermişti. Bir müddet sonra Tulan Han'ın ordugahını Ötüken civarında kurduğunu öğreniyoruz; bunu yapmakla öz Türk yurduna varis olduğunu göstermek istediği anlaşılıyor. Kendisine Çin hükümetinin her hususta yardımda bulunması, Yong-yu-liu Kağan'ın kuvvetten düşmesini intaç etti. Kağanın Çin'e karşı harekete geçmesi üzerine, imparator bu defa Tulan Han'ı büsbütün yükseltti, ona ve mahiyeti, pek iyi anlaşılmayan "Ki-jin-han" (Kiçi Han, yani Küçük Han?) lakabını verdi bununla da yetinilmeyerek, Tulan Han'a ili-ulusu ile yerleşmesi için Ta-li adıyla bir şehrin Çinliler tarafından tesis edildiğini öğreniyoruz.

Tulan Han'ın 599'da büsbütün Çin tabiiyyetine girdiği anlaşılıyor. Bir Türk hanının bu hareketi bütün Türk ilinde, bütün Türk uruğları arasında çok fena karşılanmıştı. Doğu ve Batı kağanları Tulan Han'ın bu hareketinde dolayı kızarak onu cezalandırmak maksadıyla sefer açtılar. Ani bir baskınla Tulan (Tulı) Han'ı ordugahı perişan edildi; hanın biraderleri, oğulları ve yeğenleri öldürüldüler. Tulan Han ise, ancak beş atlının refaketinde Çin'e kaçıp kurtulabildi. İmparator Tulan (Tulı) Han'ı elinden tuttu, tekrar yükseltti, ilini-ulusunu toplamaya yardım etti; kendisine "zekası, aklı ve tedbiri sağlam olan han" manasına gelen "İ-li-çin-teu-kimin-han"53 [İli çın (hakiki) törkümlü (?) han] lakabı verildi. Bundan sonra Çin kaynaklarında Tulan Han hep "Kimin Han" adıyla zikredilmektedir. Kendisinin çok geçmeden yanındaki askerleri tarafından öldürüldüğünü öğreniyoruz. Hanın, yabancı bir devletin hizmetine girmesinin uruğdaşları tarafından hoş görülmediğini, onun bu akibeti göstermektedir.

Bu sıralarda Göktürk ilindeki durum çok karışmıştı. Tulan Han sonraki (lakabıyla "Kimin Han") sahneden çekilince, Ta-teu adlı bir hanoğlunun tahta çıktığı anlaşılıyor. Bu zatın "Pu-kia" Han54 lakabını taşıdığı biliniyor. Pukia Han'ın Çinlilere amansız bir düşman olduğu bilhassa kaydedilmektedir. Türklerle Çin arasında cereyan eden savaşlar esnasında, Çinlilerin, Pu-kia hana ait çeşme ve kuyuları zehirlemek gibi, gayret barbarca bir usul kullandıkları da biliniyor.55

Bu sıralarda Yong-yu-liu Kağan'ın öldüğü, yerine de "Ki-min" lakabıyla ikinci bir kağanın tahta geçtiğini Çin kaynakları kaydederler. Bu zatın kim olduğu kat'i olarak tespit edilemiyorsa da, Çin'e iltica eden Şapolyo'nun küçük oğlu Tu-so-lu olması muhtemeldir. Ki-min Han'ın, "keçeden çadırlar yerine evler yaptırmayı" ve "Çin sınırlarına yakın bir şehir kurmayı tasarladığı" bilindiğine göre, böyle bir hareket bazı Türk uruğlarının göçebeliği bırakıp yerleşik hayata geçmekte olduklarına delalet eder. Ki-min Kağan 608 tarihinde hastalanarak ölmüş, yerine de "Şi-pi" han lakabıyla ve Çin imparatorunun tasvibiyle oğlu To-ki-şi geçmiştir.

Doğu Türk Kağanlığı'nın Yeniden Kuvvetlenmesi: Şipi han, babasının hilafına olarak Çin'e karşı tamamıyla müstakil ve hatta düşmanca siyaset takib etmekten çekinmedi. 615 yılında Türkler ani bir baskınla Çin imparatorunu ele geçirmek teşebbüsünde bile bulundular; fakat kağanın karısı olan Çinli prensesin gizlice haber vermesi üzerine imparatorun yakalanmaktan kurtulduğu anlaşılıyor. Şipi Han'ın Çin şehirlerine hücüm ettiği, Çin ülkesine akınlar yaptığı bildirilmektedir.

Bu Türk kağanının çok enerjik bir kişi olduğu faaliyetinden anlışılıyor. Tam o sıralarda Çin'de iç mücadelenin patlak vermiş olması (605-616) Şipi'nin işini kolaylaştırmıştı. Bundan faydalanan Doğu ili Türkleri kendilerini Çin nüfusundan kurtarmakla kalmamışlar, Çin'e karşı üstün bir durum sağlamağa dahi muvaffak olmuşlardı. Bu suretle Doğu Göktürk Kağanlığı yeniden parlamış ve eski kudretini bulur gibi olmuştu. Çinlilerden birçok devlet adamının Türk kağanı hizmetine girmesi, doğudaki bazı "barbar" kavimlerin de Türk hakimiyetini tanımaları buna delalet eder; "barbar"; kavimlerin, Moğolların cedleri sayılan "Şey-ve"ler ve "Tu-ku-hoen"ler olduğu biliniyor. Kao-çang (Uygurlar)ların da Şipi Kağan'ı tanıdıklarını öğreniyoruz. Doğu Türk Kağanlığı'nın yeniden kuvvetlendiği "Şipi Han'ın emrindeki okçuların miktarının bir milyon kişiyi bulduğu" kaydından açıkça anlaşıldığı gibi, Çin kaynaklarının "barbarlar (yani) Türkler eski zamanlardan beri bu kadar kuvvet ve kudret sahibi olmamışlardı" tarzındaki kayıtlarıyla da teyid edilmektedir.

Çin imparatoru bu durum karşısında Türk kağanı ile iyi geçinmek siyasetini takipten başka bir çare bulamadı; Çinliler hatta Doğu Türk Devleti ile bir ittifak akdine talib oldular; arada elçilerin gidip geldiği biliniyor. Şipi Kağan tarafından "tele" lakabını taşıyan bir Türk büyüğü Çin'e elçi olarak gönderilmişti; kağanın bu münasebetle imparatora "iki bin at ve beşyüz asker" yolladığını da öğreniyoruz; bununla, her halde, kağan tarafından Çin'e yapılan askeri yardım kasdedilmiş olmalıdır. 618 yılı kayıtları arasında Şipi Kağan'ından Çin'e "Kotolo tele"56 (Kutluk tele) adlı bir elçinin gelişinden bahsedilmiştir. Aynı yılda, Şipi Kağan'ın "çadırının kendiliğinden yıkıldığını" öğreniyoruz. Türklerdeki inanca göre bu, iyilik alameti değildi; nitekim ertesi sene kağanın öldüğü bildiriliyor. Doğu Türk ilinin başında da Şipi'nin oğlu Se-li-fo-şe geçti.

Hieli Kağan (619-630): Şipi Kağan'ın saltanatının son yılında Çin tahtına T'ang sülalesi (618­907) geçmek suretiyle Çin'deki karışıklıklar durdulmuştu. Devletin başına kuvvetli bir zatın gelmesi neticesinde Çin kendini süratle toplayıp toparlamak kuvvetlenmek imkanını buldu. Doğu Türk Kağanlığı'nda da Şipi Kağan'ın tesis ettiği düzen devam ediyordu. Tahta geçen kağanlar kudretli ve becerikli kimseler olduğundan, Türk ilinin asayişi yerinde idi. Şipi'nin halefi olan Se-li-fo-şe, "Çu-lo" (çura?) lakabıyla hakimiyet sürdüğü yıllarda, Çin'e karşı seferler açmak suretiyle, bu memlekete baskı yapmakta devam etmişti. Yeni Çin imparatoru bu Türk kağanı ile iyi münasebetler tesisine gayretle, kağana Çinli bir prenses göndermişti. Çu-lo Kağan'ın saltanatı ancak bir yıl sürmüş; kağan ölünce yerine küçük kardeşi (Şipi'nin oğlu) To-pi geçmiş ve "Hieli" (Kieli, Kietli?) lakabını almıştı.

Hieli Kağan'ın hakimiyeti yılları, son kısmı hariç, Doğu Türk Devleti'nin yeniden parladığı devri teşkil eder. Kudretli bir şahsiyet olan yeni kağan durmadan Çin üzerine seferler açmış ve büyük başarılar elde etmiştir. 621 ve 622 yıllarında yapılan seferlerin bilhassa önemli olduğu biliniyor. 150 bin kişilik bir Türk ordusu Yen-men mıntıkasına girmiş, köyleri ve kasabaları yağma etmiş, kadın ve erkek olmak üzere on bin kişiden fazla esir alıp götürmüştü. Maamafih Çin kuvvetleri yetişerek kağanı ağır bir hezimete uğratmışlardı; Türk hükümdarı da Çin ile barış akdetmek zorunda kalmıştı (623'te). 624 yılında Türklerin yeniden harekete geçtiklerini görüyoruz. Bu defa T'sin prensinin Büyük bir cesaret göstermesi ve kağanın biraderi To-li'nin Çinlilerle anlaşması Hieli'yi çekilip gitmek zorunda bırakmıştı.

Bu vakadan sonra Hieli kağan, artık eskisine nispetle çok kuvvetli olan, Çin imparatoru ile uzlaşmak siyasetini takibe başlıyor; bu maksatla sırasına göre ya elçi gödermiş veya akınlak yapmak suretiyle baskıda bulunmuştur.57 624 ve 625'te Çin İmparatoru'ndan ticaret masaadesi alınmışken, 625'te Türk kuveetleri Tay-çeu valisini yeniyorlar, 626'da da Türk akını tekrarlanıyor; 100 bin kişilik bir Türk ordusu Çine giriyor ve Vu-kong'u zaptediyor. Hieli Kağan'ın kuvvetleri Vey nehri boyunda iken, Çin İmparatoru bizzat karşı çıkıyor; ancak altı kişinin refakatinde ordusundan ayrılarak Hieli Kağan'ın karşısına geliyor ve nehrin öbür tarafından Türkleri "barışa aykırı hareketlerinden ötürü"muaheze ettikten sonra,58 hemen hücuma geçmek tehdidinde bulunuyor. Çin imparatorunun bu cesurane hareketinden Türklerin şaşırdıklarını ve kağanının derhal sulha talib olduğu Çin kaynağı kaydetmiştir. 626 yılında akdedilen bu barış "Vey köprüsü barışı" diye maruftur; barış şartlarının Vey nehri köprüsü üstünde kararlaştırılmasından dolayı böyle bir ad verilmiş olmalıdır. Türk kağanının bu barış akdinden kurban olarak önce beyaz bir at getirdiği de bildirilmektedir.

"Vey köprüsü barışı"ndan sonra Doğu Türk Kağanlığının gittikçe fena bir duruma düştüğü görülüyor. 627 yılına kar her zamankinden çok fazla yağmış ve mevsimsiz soğuklak bastırmıştı; neticede Türk ilinde kıtlık (galiba "cut"un tesiriyle) başgösterdi; çok miktarda hayvan öldü insan kaybı da büyük bir yekun tutuyordu59 Başka bir felaket de: Sie-yen-to, Hoey-hu (Uygur) ve Payeku uruğlarının isyanı oldu. Kağanın biraderi To-li'nin (Tu-luy?) el altında imparator ile anlaştığı biliniyor. bütün bunlar Kağanlığın içten sarsılmasına sebep oldu.

İsyan eden Sie-yen-to'ların başbuğu "han" lakabını aldı ve Çin ile münasebete girişti. Hieli kağan tam o sıralarda Çin'e karşı bir sefer açmış bulunuyordu; Çinlilerin harekete geçmeleri üzerine kağan, bir müddet önce zabtettiği Ma-i şehrini bıraktı ve çekildi. Tam o sıralarda dokuz Türk uruğu (kabile) reisi Çin İmparatoruna tabi olduklarını ilan ettiler. Payeku, Peko, Tong-lo- Si ve Hi kavimleri de imparatorun hakimeyetini tanıdılar. Çin imparatoru bunun üzerine, kalan Türk ulusu ve uruğlarını tedib maksadıyla Türk ili üzerine birkaç koldan ordular sevketti. Çin kuvvetlerinin en büyüğü general Li-tsing'in kumandasında ilerlemekte idi.

Birinci Doğu Göktürk Kağanlığının Yıkılışı (630): General Li-tsing'in ordusu Vu-yang dağı eteğinde kampını kurduktan sonra, Hieli Kağan'ın ordugahına geceleyin ani bir baskın yaptı. Türk kağanı oradan kaçmağa muvaffak oldu ve Gobi çölünün başladığı yere kadar gelebildi. Bu durum karşısında kağan sülalesine mensup birkaç Türk büyüğü, Türklerden ayrılıp Çinlilere katıldılar; bu olay Türk ili ve ordusunda artık bozgun ve dağılma havasının kuvvetle estiğine delalet eder. Çok sıkışık bir durumda bulunan Hieli kağan ise T'ien-şen (Tanrı) dağları arasındaki yaylaya çekilmişti. Çin'e karşı mücadelinin imkansız olduğuna hükmeden Hieli kağan, büyük rütbeli subaylardan birini imparatora göndererek, Çin'e tabi olmak istediğini arzetmiş ve "günahlarının affedilmesi" dileğinde bulunmuştu. Çin imparatorunun bu müracaat karşısında "kağanı teselli maksadıyla" iki generalini gönderdiği bildiriliyor. Halbuki general Litsing bu müzakerelerden kurnazca istifade etmiş ve Türk kağanının ordugahına bir baskın hazırlamıştı. Baskın yapılınca, Hieli Kağan güç halle kendini kurtarabilmiş ve ancak, günde bin li (500 km.) koşan atına binerek Batı ilindeki Türk başbuğlarından Şapolyo (İşbara, Asparuh?) yanına iltica etmek suretiyle Çinlilerin eline düşmemişti. Halbuki Şapolyo Çinlilerle anlaşmış olduğundan kağan için çarpışmadı ve Çin beylerinden Çang-pao-siang'ın kağanı yakalamasına mümanaat etmedi. Esir edilen Hieli Kağan Çin imparatoruna gönderildi. Hieli tutsak edilince bütün ili, ulusu Çinlilerin eline düştü. Bu suretle, 630 yılında Doğu Göktürk Kağanlığı bir devlet olarak yıkıldı; burada yaşayan Türk uruğları Çin hakimiyeti altına alındılar.

Hieli Kağan'ın Çindeki tutsaklığı hakkında Çin kaynaklarında bazı tafsilat bulmak mümkündür. Bildirildiğine göre: Türk kağanı esir sıfatıyla Çin imparatorunun huzuruna çıkarıldıktan sonra, imparator Türk hükümdarının yüzüne karşı şu beş suçu saymıştı: "İlk suç-Türk devleti yıkılmışken, Çinde saltanat süren Syu hanedanının yardımıyla tekrar canlanmıştı; Hieli kağan bu yardımı unutmuş ve nankörlük etmiştir. İkinci suç-Hieli, Çin'in komşusu sıfatıyla verdiği sözü tutmamış ve Çin sınırlarına tecavüz etmiştir. Üçüncü suç-Kağan askeri kudretinden ötürü fazla gurura kapılmış, cebir ve zulme başvurduğundan kendi tebesının bile nefretini celb etmiştir. Dördüncü suç - Çin ahalesinin tarlalarını, ekinlerini tahrib etmişti. Beşinci suç- Kağan, Çin hanedanı ile sıhriyet tesisini va'dettiği halde, bunu yerine getirmemişti"60 İmparator, güya, sözlerine devamla, Hieli Kağan'ın ölüm cezasına istihkah kesbettiğini beyan etmiş, fakat Vey köprüsünde vaktiyle akdedilen uzlaşmayı hatırladığını ve bundan ötürü kağanın hayatını bağışladığını bildirmişti. Bunu müteakip Hieli Kağan'ın tutsaklık yılları başlıyor.

Kağanın bütün aile efradı ve maiyeti iade edilmiş ve kendisine Tayp-po konağı tahsis edilmişti; esir Türk hükümdarının her ne ihtiyacı varsa hepsi de görülmüştü. Kağan daima aynı yerde yaşamaya alışkın olmadığından, saray bahçesinde kurduğu çadırlarının yerini mütemadiyen değiştirir ve başka bir yere naklettirirmiş. Tutsaklık hayatını çadırda geçirdiği anlaşılan Hieli Kağan'ın maiyetindeki adamlara acıklı Türküler çağırırlar, kağan da onlarla birlikte ağlarmış.61 Kağanın kederinden zayıf düştüğü, neşesini büsbütün kaybettiği de bildiriliyor. Çin imparatoru onun bu haline acımış ve geyikleri çok olan Fuşan dağı mıntıkasında avlanabilmesi için, Hieli'ye bu mıntıkanın valiliğini teklif etmişti. Fakat kağanın bunu reddettiği bildiriliyor. Çin imparatoru tarafından bu tutsak Türk hükümdarına "hassa alayı kumandanı" gibi yüksek bir rütbe ve geniş malikaneler verildiğini de öğreniyoruz. Bütün bunlar, vaktiyle büyük bir devletin başı olan Hieli'yi tatmin etmedi; kağan tutsak olmanın acısına dayanamayarak 638'de öldü.62

Doğu Göktürk Kağanlığının zâfa uğraması ve nihayet yıkılmasında en birinci âmil: Bumin kağan ve İstemi yabgu tarafından kurulan düzenin devam ettirilememiş olmasıdır. "Aşena" ailesi azaları, Türk uruğları başbuğları, illeri-ulusları arasındaki birliğin temin edilemeyişi bütün Türk kavimlerini felaketten felakete sürüklemiştir. Bu durumdan en çok Çinliler faydalanmışlar ve Türkleri Çin politikası için bir alet haline getirmeye muvaffak olmuşlardı. Çinli nazır Çang-sun-çing'in siyasi prensipleri büyük bir ustalıkla tatbik edilmiş; Türk beyleri ve ulusları arasına nifak sokulmuş; ayrı Türk uruğları arasında müadele başgöstermiş ve bütün bunlar neticesinde Doğu Türk Kağanlığının kuvvetten düşmesi ve Çin hakimeyite altına alınması için şartlar hazırlanmıştı. Bu acıklı durum Orhun yazıtlarında şu sözlerle ifade edilmiştir: "...(Bumin kağandan sonra)... küçük kardeşleri kağan olmuş ve tabii oğulları, yeğenleri kağan olmuşlar. Ondan sonra küçükkardeş büyük kardeşler gibi yaratılmamış, oğul babası gibi yaratılmamış, ve şüphesiz kötü kağanlar tahta çıkmışlar.

Buyurukları'da (yüksek memurlar) kezalik her halde cahil imişler, kötü imişler. Beylerle halk arasındaki nifak ve Çinlilerin kurnazlık, hilekarlık ve şirretliği dolayısıyla ve küçük kardeşlerle büyük kardaşleri bir biri aleyhine kıyam ettirdikleri ve beylerle halk arasında nifak tohumu ettik ektikleri için, (Türk Tanrısı) Türk milletinin atalarından kalma ülkesini zevale yüz tutturmuş ve muşru ağanlarını sukuta uğratmıştı".63 Kötü idare, devletin başında duranlarla halk arasındaki düşmanlık, yabancı bir büyük devletin muayyen maksatlarla Türk ilinde gizli faaliyetlerde bulunması gibi meşum amiller bir araya geldiği için Türk Devleti'nin başında ne gibi felaketler doğduğunu Orhun yazıtları kısa ve açık bir lisanla ifade etmiştir.

IV. Türk İlinde Çin Tahakkümü Devri (630-681)

Hieli Kağan'ın tutsak edilmesinden sonra Doğu Türk fiilen Çin tahakkümü altına girmiş oldu. Olsa olsa Ötüken dağlarının kuzeyinde ve Baykal gölü çevresinde yaşayan bazı Türk uruğları yarı müstakil bir hayat sürmekte devam etmişlerdi. Türklerden bazı zümrelerin Huang-hu'nun (Sarısu) güney ve kuzey sahasında, Çin ülkesinde, yetiştikleri görülüyor; bir kısmının da Çin askeri kıtaları arasında alındıkları biliniyor. Bu gibilerin kısa bir zamanda "Çinlileştikleri" anlaşılıyor.

Bumin Kağan'ın torunları, yani Türk devletini idare eden ve Türk ilinin meşru kağan olmak hakkını haiz kimselerin, Çinlilerin eline düşmekle, veya menfaatler karşılığı ile elde edilmiş olmakla, esas Türk kitlesi, "kara kamuğu" (halkı) öndersiz kalmıştı. Yüksek tabakanın, yani han oğulları, beyler, buyurukların (yüksek memurlar) çabucak Çin hakimiyetini benimsedikleri biliniyor. Onlar yeni vaziyete göre kendi menafaatlerini gözetmekten başka bir şey düşünmüyorlardı. Bu gibiler "öz Türk adlarını bırakarak, Çin isimlerini alıyorlar, Çin yaşayış tarzını benimsiyorlardı." Bununla Türk "kara kamuğu"ndan (halkından) esas itibariyle ayrı düşmüşlerdi. Çin kaynaklarında bu hususta misaller bulunduğu gibi, Orhun yazıtlarında (bengü taşlarda) da bundan acı acı şikayet edilmektedir. Yazıtlarda deniliyor ki: "(Türk) beylerinin oğulları Çinlilere köle ve pak kızları halayık oldular. Türk beyleri Türk isim ve unvanlarını bıraktılar; Çin beylerinin Çince isimlerini (veya unvan) alarak çim imparatoruna tabi oldular; elli yıl ona işlerini güçlerini verdiler; onun için doğuda gün doğusunda Bökli kağana değin sefer açtılar; batıda Demir-kapıya değin sefer ettiler; Çin imparatoru için bunların memleket ve devletlerini hükümleri altına aldılar".64 Bu sözlerin yalnız edebî bir parça olmadığı, Çin kaynaklarındaki kayıtlarda da görülmektedir.

Hieli Kağan'ın ölümünden sonra, (oğlu) Ho-lo-ko Türklerin meşru hükümdarı sanılıyordu. Kağanın küçük biraderi Kie-şe-so Ho-lo-ko'yu kaçırıp, Türkleri yeniden bir kağanın idaresi altına koymak teşebbüsünde bulunurken, yakalanıyor ve öldürülüyor. Ho-lo-ko'da dağlık bir mıntıkaya sürgün ediliyor. çinliler bunun üzerine Hieli Kağan'ın akrabasından Toluşe oğlu Aşena-şemo'yu ön plana çıkarıyorlar; kendisine "han" rütbesiyle birlikte, Çince bir aile adı olan "Li" ismini veriyorlar. Aynı zamanda ulus beylerinden biri olan sse-mo'yla da Çince bir unvan verilerek, onu bazı Türk uruğlarının başına geçiriyorlar. Bu zatın bir ziyafet esnasında "oğulları ve yeğenlerine T'ang sülalesine asırlar boyunca hizmet etmesi temennisinde bulunduğu" bildirilmektedir. Sse-mo'nun başka bir münasebetle: "Yüzlerce yıl müddetle Çin imparatorunun köpeği kalmak azrusunu beyan ettiği"de malumdur. Bu Türk beyinin Çinlilere karşı beslediği bu dalkavukça hayranlık ve sadakat yüzünden, kendi ırkdaşlarının nefret hislerini üzerine çektiği de biliniyor; Sse-mo'nun emrine verilen Türk uruğlarının onu bırakıp gitmeleri bunu gösterir.

Sun-işi oğlu Aşena-nişo da Çin imparatorunun sadık bendelerinden biri olup, Çinlilerden "Çong" (sadık dost) lakabını almıştır. Bu suretle Çin'e hizmet eden ve sadakat gösteren birçok Türk beyinin Çin adı veya unvanı aldıkları görülüyor. Bunlar arasında bazen Çin tahakkümüne karşı ayaklananlar da olmuştur. Bu gibilerden 679 ve Wen-no ve Fong-çi adlı iki Türk büyüğü zikredilmektedir; bunların sebep oldukları isyan geniş bir mahiyet almıştı. Başkıldıran bu iki Türk beyi "Asse-te-wen-po"yu han ilan etmişler ve yanlarına birçok Türk uruğlarını toplamışlardı. İsyan hareketinin yirmi dört "daireye" (idarî bölge) yayıldığı anlaşılıyor.65 O sene çok kar yağmış olduğundan, Çinli askerlerden birçoğu soğuktan bitab bir halde iken, Türkler tarafından imha edilmişlerdi; Çinlilerden ölenlerin ve tutsak edilenlerin adedi on binden fazla olduğu kaydedilmiştir. Çinliler ancak muhim kuvvetler celbetmek suretiyle bu ayaklanmayı bastırabildiler. Türklerin ilan ettikleri han esir edilmiş ve imparatora gönderilmişti. Fakat tam bu sıralarda, esas Türk ilinde, Türk "kara kamuğu" (halkı) arasında Çin boyunduruğundan kurtulmak ve Türk ilini yeniden canlandırmak için büyük bir hareket almış yürümüş bulunuyordu. Bu defa başlanan kurtuluş hareketini ikinci Doğu Türk Kağanlığını kuran kutluğ (han) idare ediyordu.

V. İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı (682-745)

Türklerin Kurtuluş Savaşı ve Doğu Göktürk Devleti'nin Canlanması: 630'da Doğu Türk ili ve 659'da Batı Türk ili Çinlilerin hakimiyeti altına alındıktan sonra, Türk uruğlarından bazıları Çin ülkesine yerleşmiş ve "rahat hayata" alışmışlardı. Fakat öz Türk geleneklerini olduğu gibi muhafaza eden esas halk kitlesi, yani "kara kamuğ", yabancı boyunduruğuna bir türlü ısınamamıştı, bu gibiler Türklik ve egemenlik duygularını kaybetmemiş olan bazı han oğullarının önderliğinde, fırsat düştükçe Çinlilere karşı ayaklanmakta ve öz Türk devletini yeniden kurmak yolunda gayret sarfetmekte edilir. Hieli Kağan'ın ölümünden az sonra, türk tahtının meşru varisi sayılan Türk prensini kaçırmak ve bir devlet kurmak teşebbesünün yapıldığını yukarıda söylemiştik. Bu teşebbüs muvaffak olamayınca, 679 yılında Türk uruğları yeniden bir "kurtuluş" savaşına başlamışlardı. Fakat bu ikinci teşebbüs de başarısızlıkla bitti.

Başarısızlıklara rağmen Türk uruğlarının istiklal ateşleri sönmüş değildi. Yüzyıllardan beri bir devlet sahibi olan, kendi kendilerini idareye alışmış, müstakil ve hür bir hayat yaşamış olan Türk budunu (milleti) yabancı bir milletin boyunduruğu altında kalmayı, Tabğaç (Çin) tahakkümünün devamını bir türlü hazmedemiyordu. Türk budunun, "kara kamuğun" (halkının) hürriyet ve devlet hasreti Orhun yazıtlarında şu cümlelerle ifade olunmuştur: "Ben il sahibi bir millet idim, şimdi ilim hani? Kimin için il kazanacağım- Ben kağanlık bir millet idim, kağanın hani- Kime hizmet edeceğim?"66 Kara halkın, yani esas Türk kitlesinin istiklal hisleri ilen yanıp tutuşmasına karşılık birçok Türk beyi, başbuğları, esas kitlenin arzusu hilafına olmakla, yabancı ve düşman bir millet ve devlet olan Çin'e (kitabelerdeki-Tabğaç'a) hizmet etmekte, yabancı tesirlere maruz kalmakta ve Türklüklerini kaybetmekte idiler. Türk milletini kurtarabilecek ve istiklal hedefine götürecek kabiliyette kudretli bir başbuğ bir türlü zuhur edememişti. Çinlilere karşı hürriyet bayrağı kaldırıldığı zaman, Türk uruğları hep birlikte bir baş etrafında toplanamıyorlardı; ayrı uruğlar veya başbuğlar arasında anlaşmazlık, rekabet hüküm sürdüğünden, Çinliler bu gibi ayaklanmaları kolayca bastırabiliyorlardı. Nitekim, 679'daki ayaklanma, geniş bir ölçüde yapıldığı halde, muvaffak olamamıştı.

Türk budunun istiklal ateşi, bu defa yeni bir başbuğun harekete geçmesiyle birdenbire alevlendi ve süratle Doğu Türk ilinin her tarafını sardı. Kurtuluş hareketinin başında duran zat, Orhun yazıtlarının bildirdiğine gire İlteriş kağandır. Asıl adının ne olduğu tespit edilemiyor; ismi ancak birer lakab olan "Kutluğ" (Kutluk, Çin kaynaklarında -Ko-to-lo) ve "İlteriş" (İli toplayıp derleyen) şeklinde nakledilmiştir. Kendisinin tahta geçmek için meşru hakları haiz olduğu Hieli Kağan'ın neslinden geldiği muhakkaktır.67 Kitabelerinde, Kutluğ'un oğlu Bilge Kağan, Bumin kağandan "dedem ve atam" diye bahsettiğinden, Kutluk İlteriş Kağan'ın eski Türk hanedanına (Aşena sülalesine) mensup olduğunda şüphe bırakmıyor. Kutluğ Kağan'ın babasının adı zikredilmiyor. Çinlilerde tutsak olan Hieli Kağan'ın uzak ve yakın arkadaşlarından birinin Kutluğ (kağanın) babası olduğu anlaşılıyor. Çin kaynaklarında Kutluğ'un mücadeleye nasıl başladığına dair çok az sayıda bulunmasına karşılık,68 Orhun yazıtlarında bu hususta tafsilatlı ve çok mühim malumat verilmektedir.

Eski Türk geleneğine göre Türk Kağan'ı (ve Türk milleti) ilahi menşei haizdi. Bundan ötürü "yukarıdaki Türk Tanrısı", "Türkün mukaddes yersub"ları (yer ve su ruhları) Türk milleti yok olmasın, yeniden milelt olsun diye İlteriş (Kutluğ) kağanı ve İlbilge hatunu "göğün tepesinden tutup yükselttiler, Türk Tanrısı, Türk milletinin zevalini önlemek için Kutlağa (kağana) yardımını esirgemedi. Bütün bunlar sayesinde -o devrin zihniyetine göre- Kutluğ (Kağan) giriştiği kurtuluş savaşını başarı ile bildirdi. Çok az bir kuvvetle başlanan bu hareket, "Türk Tanrısının, Kutluğ'a mazhar olması yüzünden, muazzam bir hareket halini aldı ve yıkılmış olan Türk Kağanlığı yeniden kurulabildi.

Kitabelerde verilen tafsilattan görüldüğü veçhile,69Kutluğ bu işe on yedi kişi ile başlamıştı. Kutluğ'un Çin'den ayrı düşmek istediğini duyan Türklerden 'şehirlerdekiler dağa çıkmış, dağdakiler ovaya inmişler", kutluğun etrafında yetmiş kişi toplanmıştı. "Tanrı güç verdiği için Kutluğ'un askeri kurt gibi, düşmanları koyun gibi" idiler. Bu kurtuluş savaşına ta baştan katılanlar arasında, Türk büyüklerinden olup uzun zamandanberi Çin hizmetinde bulunan, Tonyukuk da vardı; çok akıllı bir devlet adamı olduğu bilinen bu zatın Kutluğ'a büyük yardımı dokunmuş olduğu muhakkaktır. Çinlilere karşı yapılan bu ayaklanma başta bir çete harbi mahiyetinde idi; fakat "çeteciler" alelâde çeteci değil, kendi istiklallerini kazanmak, öz Türk devletini yeniden kurmak gayesiyle silaha sarılan hürriyet kahramanları idi. Bir müddet sonra yetmiş kişinin yediyüze çıktığını öğreniyoruz; bunların üçte ikisi atlı, üçte biri yaya idi. Kutluğ bu kuvvetle evvelâ öztürk uruğlarını kendi itaatı altına almak için savaştı. "Kağanını kaybetmiş budunu, köle ve halayık haline girmiş olan budunu, Türk milli müesseseleri bozulmuş olan milleti (bir araya toplayıp) ecdadını töresine göre nizama koydu", ve onun kağanı oldu. Bütün bu savaşlarda ve Türk ilini düzene koymak işinde Kutluğa, karısı İlbilge hatunun büyük yardımı dokunduğu, kitabelerin ifadesinden açıkça görülüyor.

Kutluğ İlteriş Kağan, (861/2 -690/91?): Kutluğ (Kağan'ın idare ettiği kurtuluş savaşının 681 ve 682 de cereyan ettiği anlaşılıyor.70 İkinci Göktürk Kağanlığının kuruluşu ve düzenlenmesi 682 de olsa gerektir. mesele yalnız Çin tahakkümünden kurtulmak değil, vaktiyle Türk devleti içinde yaşıyan, sonraları ya Çin'in tabiiyeti altına giren veya kendi başlarına yaşamaya başlayan birçok Türk uruğunun yeniden inkıyat altına alınması icabediyordu. Kutluğ kağan bunda muvaffak olabilmek için çetin savaşlar yapmak zorunda kaldı. Bir müddet sonra Oğuzların doğu kısımları, yani Tölüşler ve batı kısımdakiler, yani Tarduşlar yeni kağanı tanıdılar. Tölişlere -"yabgu" ve Tarduşlara- "şad" tayin edilmek suretiyle bunlar Kutluğ kağana bağlandılar. Bununla Doğu Türk Kağanlığı esaslı olarak kurulmuş oldu. Bu sıralarda Kutluğ Kağan'ın karargahı Çuğay-kuzu ve Karakum çevresinde idi. Devleti idare, teşkilatlandırma ve askeri işlerde kağanın başmüşaviri sıfatıyla Tonyukuk'un bilhassa faydası olduğunu öğreniyoruz. Yeni kurulan Türk devletini ayakta tutabilmek için kağanın ve vezirinin büyük gayretler sarfettiklerini, baş eğmek istemeyen öz Türk uruğlarıyla savaştan başka, Çin ve diğer yabancı devletlerle de çetin mücadelede bulunmak zorunda kaldıklarını biliyoruz.

Vaktiyle olduğu gibi şimdi de Türk Kağanlığının en büyük düşmanı Çin İmparatorluğu idi. Bunun içindir ki Kutluğ kağan, hakimiyeti ele almır almaz hemen Çin ile savaşmaya başladı. Çin kaynaklarında 682 yılından itibaren "Ko-to-lo" (Kutluğ) kağanın harpleri ve "T'u-kü-e"lerin (Türklerin) hücumlarından bahsedilmektedir.71 Türkler 683'te dört defa Çin'in muhtelif eyaletlerine akın yaptılar; 685'te büyük bir Türk akını daha vukubuldu ve Çinliler yenildiler. 687'de yine bir Türk akınından bahsedilmektedir; Çinliler bu defa da yenildiler. Mamafih o yıl, Çine üçüncü defa akın yapan Türkler yenilmişler ve Çinliler tarafından 20'li (10km)72 kadar takibedilmişlerdi. 684 yılında Kutluğ Kağan'ın biraderi Kapağan (Meçue) Çine bir baskın yapmış, fakat püskürtülmüştü. Tonyukuk tarafından kumanda edilen bir Göktürk ordusunun Şang-tung ovasına girdiği, hattâ denize kadar ilerlediği, yirmi üç şehri tahrib ettiği bildiriliyorsa da seferin hangi tarihte vukubulduğu söylenmemiştir.

Kutluğ Kağan'ın, "türk ilini-türesini" tanzim etmesi için Çinlilerden ziyade, kendisine itaat etmek istemeyen türlü Türk uruğları ile uğraşmak mecburiyetinde kaldığını söylemiştik. Kutluğ Kağan'ın bu maksatla kırk yedi defa sefer açtığı kitabelerinden öğreniyoruz. Bu kırk yedi seferin yirmisinde, kağanın kılıç ve mızrakla dövüştüğü de ayrıca belirtilmiştir. bu seferlerden bazıları şunlardı:

Oğuzlara karşı sefer ve boyun eğmeleri: Kitabelerdeki oldukça müphem kayıtlardan anlaşıldığına göre, Göktürk devleti kurulurken "Oğuz" ve "Türk" adları birbirinin sinonimi gibidir; fakat "Oğuz" derken, kağana boyun eğmek istemeyen uruğlar, "Türk" adıyla da kağana tabi yani devlet nizamını kabul eden zümreler kasdedilmiş olmalıdır. Bumin kağandan itibaren, bazı Oğuz uruğlarının kağanlara tabi oldukları ve hizmet ettikleri, bazılarının da isyan halinde bulundukları anlaşılıyor. Bu durum sonraları, Selçuklularda Sancar'ın tabiyetindeki Oğuz boyları ile münasebetlerini andırıyor. Sonraları Sultan Sancar gibi, Kutluğ kağan da kendi Oğuzlarıyla mücadele etmek mecburiyetinde kalmıştı. Oğuzlar, yükselmekte olan Kutluğ kağana boyun eğmemek maksadıyla bir taraftan Çinliler ve diğer yandan moğol menşeli Kitaylarla anlaşmışlar, "devlet kuran Türkleri" ezmek için üç taraftan hücüm yapmak planını hazırlamışlardı. Bu plana göre: Oğuzlar-kuzeyden, Kitaylar-doğudan, Çinliler-güneyden Kutlğ Kağan'ın "Türkleri" üzerine yürüyeceklerdi.

Bu plân Tonyukuk tarafından öğrenilince, kağanın baş müşaviri (kineşçisi) "gece uyumamış, gündüz oturmamış" ve kağana durumu, alınacak tedbirleri şu sözlerle arzetmişti: "Çinlile, Oğuzlar, Kitaylar bu üçü birleşirlerse tehlikede kalacağız; bu yapıldığı takdirde biz (Göktürkler) talihin iradesine göre bir taş ile tutulmuş gibi oluruz (kitabın bu kısmı pek vahız değildir); bir şey yufka iken bükülüp toplamak kolay imiş; bir şey ince ikin kırıp parçalamak keza kolay. Faküt yufka (şey) kalın olursa, onu büküp toplamak sarp imiş; ince (şey) kalınlaşırsa onu kırıp parçalamak sarp olur imiş. Doğuda Kitaylara, güneyde Çinlilere, batıda Batı Türklerine, kuzeyde- Oğuzlara karşı üç-beş bin askerimizle mücadele etmek zorundayız. Bu böyle olursa nasıl olur?"73 Kutluğ kağan veziri Tonyukuk'un maruzatını dinlemiş, kendisine lazımgelen asreri tedbirler alması yolunda tam bi selâhiyet vermişti.

Tonyukuk'un fikrine göre evvelâ Oğuzları vurmak icabediyordu. Alelacele Oğuzlara karşı bir sefer açıldı. İki bin kişiden mürekkep bir Göktürk ordusu, Kök-öng'ü bata çıka geçmek suretiyle Ötüken ormanına doğru yürüdü. Oğuzlar ise, inekler ve yük hayvanları ile Toğla boyunca gelmekte idiler; bunlar üç bin kişi idi. Vukubulan çarpışmada Göktürk kuvvetleri az olmalarına rağmen, Oğuzları yendiler; Oğuzlardan bir kısmı nehirde boğuldu, bir kısmı kaçarken öldürüldü. Bu durum karşısında Oğuzların bütün boyları Kutluğ kağan atabi oldular. Kazanılan bu zafer neticesinde Kutluğ Kağan'ın durumu birdenbire sağlamlaştı. Bunun üzerine kağanın ordugahı Ötüken ormanlarına yakın bir sahaya nakledildi; ordugahın Ötüken sahasına kurulmasıyla eski Türk kağanlığının canlandırılmış olduğu açıkça gösterilmiş oluyordu. Kutluğ Kağan'ın "İlteriş" kısmını teşkil eden Tölişlere (oğu kısmı) "yabgu" verilmesi de bu vaka ile bağlı olsa gerekir.

Kırgızlara Karşı Sefer: Göktürk Kağanlığının yeniden canlanması ve yükselmeye yüz tutması, Batı Göktürk uruğlarınca yani "On-ok" kabileleri tarafından noş görülmediği gibi, bilhassa Irtış ırmağının yukarı havzasında yaşayan ve yine bir Türk kavmi olan, Kırgızların da hasedini mucip olmuştu. Tonyukuk kitabesindeki kayıtlara inanmak lazım gelirse: Çin Kağan'ı, On-ok Kağan'ı ve Kırgız Kağan'ı bu defa Kutluğ kağana karşı düşmanlık göstermeye başlamışlar ve müşterek kuvvetlerle yeni kurulan Göktürk devletini ezmek kararını vermişlerdi; üç düşman kağanın orduları "Altın Orman"da buluşmak için sözleşmişlerdi. O sıralarda Oğuzlar arasında Kutluğ kağana karşı bir isyan çıktığı da anlaşılıyor. Tonyukuk, düşman kavimler tarafından hazırlanan plana vakıf olunca, onların birleşmelerine mani olmak maksadıyla, evvela Kırgızları ezmeğe karar verdi.

Mevsimin kış olmasına bakmaksızın, hemen harekete geçmek mecburiyetleri vardı. Bu maksatla bir ordu hazırlandı; Kutluğ kağan ve Tonyukuk bu ordunun başına geçtiler. Kırgız ilinde giden yol Kögmen'den geçiyordu; fakat yolun karla kapanmış olduğu haberi alındı. Bunun üzerine "Az" kavminden bir klavuz alındı. Kılavuz, varılması gereken yere istenilen zamanda ulaştıracağı bildirince, ordu hareket etti. Ak Timel geçildi; atlar karlı yoldan güçlükle ilerliyorlardı; bu durum karşısında askerleri attan indirmek icabetti; askerler, yukarıya doğru atları çekerek, ağaçlara tutuna tutuna yürümekte idiler. Karla kapalı geçitler, önde giden askerler tarafından çiğnenmiş, hayvanlara yol açılmıştı. Böylece ibar geçici sırtları aşıldı; büyük zorluklarla aşağıya inilebildi; bu suretle on gece (ve gündüz) dağlar arasında ve sırtlardaki kar manialarını geçmek lazım gelmişti. Az kavminden alınan kılavuzun Göktürk ordusunu yanlış yoldan sevkettiği anlaşılınca, kılavuz boğazlandı. Ani nehri görülünce, askerlere hemen ata binmeleri emredildi. Bu nehir boyunca aşağıya inildikten sonra, efradı saymak için durak yapıldı; askerler attan indirildi; atlar ağaçlara bağlandı ve asker sayıldı. Bunu müteakip, gece gündüz dört nala yürüyüş yapılarak Kırgızlar uykuda iken basıldılar. Kırgızlar karşı durmak istedilerse de, birçoğu mızraktan geçirildi; öldürülenler arasında kağanları da vardı. Bu baskın üzerine Kırgızlar Kutluğ Kağan'ı tanımak mecburiyetinde kaldılar. Sefer bu suretle sona erdi ve Göktürk ordusu muzaffer olarak geri döndü.

Türgeşlere Karşı Sefer: Tam bu sırada, On-ok'ların bir kısmı olduğu anlaşılan Türgeşlerin, Kutluğ kağana karşı sefer hazırlıkları yapmakta oldukları haberi alınmıştı. Kutluğ'un karısı İlbilge hatun bir müddet önce öldüğünden, kağan bu münasebetle "yuğ" yapmak (matem tutmak) mecburiyetinde idi. Seferi bundan ötürü, kağanın biraderi (?) Tarduş-şad İnel-kağan ve Tonyukuk idare edeceklerdi. İnel'in başkumandan olduğu ve "Apa tarkan" unvanını taşıdığı anlaşılıyor.

Göktürk ordusu ilk önce Altın orman dağlarında (Altaylarda) kalacak, Türgeşlerin ve diğer batı Türk uruğlarının hareket hatlarını gözetecekti. Az bir zaman sonra üç dil (haberci) geldi. Bunlar, Türgeş Kağan'ın harekete geçtiğini, On-okların da nerede ise çıkmak üzere olduklarını söylediler. her iki ordunun "Yarış ovası'nda toplanacağı da öğrenildi. Kutluğ kağan bütün bunlardan haberdar edilmiş ve kendisinden ne yapılması lazımgeldiği sorulmuştu. Gelen cevap: Ordunun yerinden kımıldamaması, uyanık bulunması ve ordugahın baskına uğramasına mani olunması merkezinde idi. Kutluğ Kağan'ın, başkumandan Apa Tarkan'a gizlice şöyle bir emir verdiği de bilinmektedir: "Hakim Tonyukuk zeki ve cevvaldır, kendi aklıyla gider. O, askeri tahrik edelim diyecek; fakat ona muvafakat etmeyin." Tonyukuk bu gizli emirden haberdar olunca, hakikaten orduya harekete geçirdi. Altın Orman dağının yolsuz bir yerden aştı, Irtış nehrini geçti ve Bolçu mevkiine şafak sökerken vardı. Gönderilen dil geri dönerek, "Yarış ovasında yüz bin kişilik bir ordunun toplanmış olduğunu" bildirdi.

Bu haber üzerine Göktürk başbuğları ve beyleri geri dönmek istediler; onlar: "Er için tevazu yektir" diyorlardı. Tonyukuk şu sözlerle itiraz etti: "Biz buraya Altın ormanlı dağa aşarak geldik; biz buraya Irtış nehrini geçerek geldik. Dediklerine göre buraya gelen düşmanlar cesurmuşlar, fakat (onlar) glediğimizi duymadılar. Tanrı, Umay ve mübarek Yer-sub'lar işte bizim için onlara gaflet verdi. Ne için kaçalım, onlar çok diye neden korkalım? Biz azıs diye neye basılalım, (hemen) taarruz edelim"74 Tonyukuk'un bu sözlerinden cesaret bulan Göktürk ordusu derhal taarruza geçti ve Türgeş karargahını perişan etti. Çarpışma etresi gün de devam etti. Düşmanlar çoktu, "ateş ve kasırga gibi kızıp geldiler." Göktürklerin düşmanları, fazla olmalarına rağmen yenildiler. Tarduş-şad (İnel-kağan, yani başkumandan) arkadan yetişerek, düşmanların (büsbütün) perişan edilmesine yardım etti. Türgeş Kağan'ı tutsak edildi; yabguları ve şadları öldürüler. Tutsakların miktarı takriben elli kişi idi.

Bu zafer üzerine, Göktürklerden On-ok boylarına haber gönderilerek, itaate davet edildiler; onlar bunu kabul ile, beyleri milleti hepsi gelip Kutluk kağana tabi olduklarını bildirdiler. On-ok uruğlarından kaçanları takip için kıtalar teşkil edildi ve arkalarından gönderildi. Takib hareketi ta Demir-kapıya kadar devam etti; birçok uruğ geri dönmeye icbar edildi; bir kısmının ise Soğd ülkesine iltica ettiği anlaşılıyor. Bu sefer neticesinde Göktürklerin ileni "sayısız sarı altın, beyaz gümüş, kız-karı, cevahir ve nukut" geçtiğini öğreniyoruz.

Tarduşlara, yani Batıdaki uruğlara "şad" verilmesi galiba bu seferin neticesi ile ilgili olacaktır. Mamafih, Türgeşlerin kendi kağanları bırakılmış, idareleri ellerinden büsbütün alınmamıştı. Bu Türgeş seferinin tarihi yazılarda gözterilmemiştir. Gerek Oğuzların ve Kırgızların boyun eğmeleri ve gerek Türgeşlerin Kutluğ Kağan'ı tanımaları ile Göktürk Kağanlığı, hemen hemen bütün Türk uruğlarını yeniden bir idare altına toplamış ve tekrar en kudretli bir Türk devleti derecesine yükselmişti. Maamafih hünüz itaat etmek istemeyen Türk uruğları da vardı. Bunları boyun eğdirmek için birçok sefer açmak mecburiyeti hasıl olmuştu.

Kutluğ Kağanın Ölümü, (690/91?): Kutluğ kağan "Tanrı yarlıkadığı" için "illi milletleri ilsiz, kağanlı milletleri kağansız" etmiş, Türk Devletini yükseltmiş, dağılan il-ulusları toplamış, ve bundan ötürü "İlteriş" (İl toplayan) unvanını almıştı. Öldüğü zaman, iilk "balbal" olarak Bazkağanı dikildiğine göre, Baz kavminin kağanını bizzat öldürmüş olmalıdır.

Kutluğ Kağan'ın ölüm tarihi katiyetle tespit edilemiyor. Bunun 690 veya 691'de olduğu anlaşılıyor.75 Şu halde İkinci Doğu Göktürk Devleti'nin kurucusu ancak 8-10 yıl gibi kısa bir zaman hakimiyet sürebilmiştir; kağanın harici vasıflarına ait herhangi bir kayda rastlanmıyor. On yedi kişi ile işe başlayıp, koca bir devlet kurmağa muvaffak olması kendisinin ne tipte ve ne karakterde bir kişi olduğunu açıkça gösterir. Kutluğ İlteriş kağan, Türk tarihinin tıpkı Bumin kağan ve diğer büyük şahsiyetleri gibi, devlet kurucu Türk kahramanlarının en mümtazlarından biridir. Onun koca Çin İmparatorluğu boyunduruğundan Türk uruğlarını kurtarıp, bir devlethalinde teşkilatlandırılması buna delalet eder. Kendisinin yüksek bir kumandan ve dirayetli bir devlet adamı olduğu yaptığı icraattan görülüyor. Devleti idare işlerinden veziri Tonyukuk'tan başka, biraderi Kapağanın (Meçue) da büyük rol oynadığı biliniyor. Kutluğ Kağan'ın karası İlbilge hatundan olan dört oğlunun adları şudur: Ki-ay-li-pi, Bilge (Me-kiu, Mugilan, Mergen?), Kül-tigin ve Bay-Kültigin, en az bir kızı olduğu da malumdur.

Kapağan Kağan (Meçue Bögü?) 691/716: Kitabelerde, Kutluğ kağandan sonra tahta geçtiğini bildiimiz zatın adı zikredilmiyor; bu hususta ancak "amcam kağan" sözleriyle yetinilmiştir. Çin kaynaklarında on "Meçue" deniliyor;76 Tonyukuk kitabesinden anlaşıldığı veçhile, adı ya Bögü veya Kapağan'dır.77 Kutluğ kağan öldüğü zamantahta namzed olan oğlu Bilge (Mogilan) henüz on yaşında olduğundan, ölen kağanın biraderi Kapağan'ın tahta geçmesi lazımgelmişti. Kapağan Kağan'ın da, Kutluğ gibi gayet enerjik bir hükümdar olduğu, yazıtlardan ve Çin kaynaklarından biliniyor. O da kendisine boyun eğmek istemeyen türlü Türk uruğlarının inkıyat altına almak için birçok sefer açmak zorunda kaldı; Kutluğu Kağan'ın ölümünü mümteakip bazı Türk uruğlarının ayrı düştükleri anlışılıyor; Kapağan kağan bu gibileri silahla, itaata icbar etmişti. Bundan başka yeni kağanan Çin'e karşı da seferler açtığını biliyoruz.

Çin'e yapılan seferlerden bazılarına ait kaynaklarda şu malumat veriliyor: Kapağan'ın kuvvetleri Ling-çeu'ye hücum ettiklerinde imparatoriçe Vu-heu, on sekiz Çin generalini Türklere karşı gönderdi ise de, Çinliler yenildiler. 697 de Kapağan'ın kuvvetleri Çing-çeu mıntıkasını tahrip ettiler. Daha sonraki yıllarda da Türk akınlarından bahsedilmektedir. bununla beraber aradaki münasebetin bazan dostça olduğunu da görmekteyiz. Türk kağanı, Çin imparatoriçesine karşı isyan eden Kitanları tedib işinde büyük yardımda bulunmuş ve bu hizmetinden ötürü için sarayından mühim bir unvan kazanmıştı. Maamafih bu vakada Kapağan Kağan'ın Çin menfaati için değil, kendi istifıdesi namına hareket ettiğini anlıyoruz. Ötedenberi Türklerin düşmanı olan Kitanların zayıf düşürülmaleri Göktürk Kağanlığının menfaatı icabıydı. bu vakadan az sonra Türk kağanının Çin'e karşı yeniden hücüma getiği görülüyor.

Kapağan kağan (o sıralarda hakimiyet süren) İmparatoriçeden şu taleplerde bulunmuştu: İmparatoriçenin "oğlu" olmak, yani bir Çin prensesiyle evlenmek; kızlarından birini bir Çin prensine vermek; Çin tabi olup Huang-hu (Sarı su) boyundaki altı mıntıkada yerleştirilen Türkleri kendi yurtlarına döndürmek; Çin'den bir kile darı tohumu, üç bin aded ekin aleti (sapan?) ve çok miktarda da demir göndertmek.78 Son iki taleb ayrıca önemlidir. Kapağan kağan, yurt dışındaki Türk uruğlarının Çin tabiiyeti altında kalmalarını istemiyordu; ilk fırsatta bu gibilerin öz Türk yurduna geri gelmeleri hususu Çin'e karşı tasib olunacak siyasette en mühim meselelerden birini teşkil etmişti. Çin'de ziraat kültürüne alışmış olan Türk uruğları döndükleri zaman, kendi yurtlarında bu işe devam edebilmeleri için önceden imkanlar hazırlanmakta idi.

Çin devlet adamlarıyla yapılan uzun müzakerelerden sonra Kapağan Kağan'ın taleblerinden birçoğu kabul edildi. Çin'de yerleşen Türklerden birkaç bin çadır halk iade edildi; darı ve demir gönderildi; Türk prensesini istemek için Çin'den bir elçi heyeti geldi Çin kaynakları Türk Kağanlığının bu sıralarda fevkalede kuvvet bulduğu yazarlar. Kapağan Kağan'ı istediği için Çin prensesi gönderilmediğinden, bu defa, 100 bin kişilik bir kuvvetle Çin'e hücum etti. Çinle mücadele yeniden alevlenmişti. Çin imparatoriçesi "Türk kağanının başını kesip getirene büyük bir mükafat vereceğini" ilan ettiyse de, bundan hiçbir netice çıkmadı. Türkler için arazisini tahrip ve yağma ettikten sonra, büyük bir ganimetle geri dönüp gittiler.79 'Kaplan yılında' (702) Çin'e karşı bir sefer daha açıldığını öğreniyoruz; bu sefer esnasında Çin Generali Ong-un (Siangwang) kumanda ettiği 50 bin kişilik ordu Türkler tarafından yenilmişti. Sefere Kutluğ Kağan'ın oğlu Bilge de iştirak etmişti. "At yılı"nda (706) Çeçe-Sünki'nin idare ettiği bir Çin ordusu da yenilmiş, çokça ganimet alınmıştı. Bu birbirini takib eden zaferler neticesinde Kapağan Kağan Çin'e karşı çok kuvvetli ve üstün bir durum sağlamağa muvaffak oldu.

Kitabelerde Kapağan Kağan'ın, ayrı düşen Türk uruğlarını itaata almak için yaptığı seferlerden de bahsedilmektedir. "Az", "Oğuz", "Kırgız", "Türgeş" ve "Karluk" uruğları sırasıyla kağanı tanımak mecburiyetinde bırakılmışlardı. 703-4'te Balkaş gölü çevresindeki Basmılların "İdikut"ları da itaat altına alındı. Ondan eveel veya sonra Oğuzlar, Kırgızlar ve Türgeşlerle çetin savaşların cereyan ettiği biliniyor.

Kapağan kağan, Kögmen üzerinden Kırgızlara karşı bir sefer açmış ve Kırgız Kağan'ını öldürmüştü. Bu seferin bilhassa önemli olduğu anlaşılıyor; çünkü Kırgızlar, Göktürklerin en tehlikeli rakiplerinden biri idiler. Az (As?) ulusunun beyi (?) Bars, Kapağanının kızını almıştı ve "kağan" lakabını taşıyordu; fakat çok geçmeden Kapağan kağana ihanet etti. Bundan dolayı Az kavmi de tedib edildi, kağanları olan Bars öldürüldü. Kapağan Kağan'ın faaliyeti neticesinde, vaktiyle Kutluğ kağan zamanında Göktürklere tabi olan bütün il ve ulusların tamamıyla inkıyat altına alındığı görülmektedir; fakat ayaklanmalar, Çin iline göçüp-gitmeler yine eskesi gibi devam ettiğinden-Kapağan kağan sık sık silaha sarılmak mecburiyetinde kalmıştı. Bunların hangi yıllarda yapıldığı açık olarak tespit edilmiyorsa da, şu sıra ile yapıldığı anlaşılıyor: "Ejder yılı"nda (703-4) Basmıl İdikut'unun inkıyat altına alınması; 706 (?) Yır-Bayırku'ların başı olan Uluğ-Erkin'in yenilmesi; "Biçin yılı" (708)-Türgeşlerle meskun Beşbalığ'a sefer; "Tavuk yılı" (709-10) Çik'lere ve Kırgızlara karşı sefer ve Çik'lerin yenilmesi; 711'de Kırgızlara karşı yeni bir sefer ve Kırgız Kağan'ının öldürülmesi; "Domuz yılı"nda (711-12) isyan eden Karluklara karşı sefer.80

Kitabelerde "Soğd milletinin tensiki" için Kül tigin tarafından bir seferin yapıldığı da bildirilmektedir.81 Bu seferin 712 de vukubulduğu anlaşılıyor.82 Tam o sıralarda (H. 93'te) Kuteybe bin Muslim Soğd ihşidi Gurek'ten (veya Ugrak'tan) Semerkandı almak üzere sefer açmış bulunuyordu.83 Gurek, (Ugrak), Araplara karşı durabilmek için, Şaş (sonraki Taşkent çevresi) hükümdarından ve "Türk kağanından) yardım istemişti;" "Türk kağanı"da Soğd ihşidinin ricasını kabul ve oğlunu bir miktar askerle yardıma göndermiştir. Bu "Türk kağanı"ndan kimin kastedildiği vazıh değildir. Bazı alimler "Türk kağanı" ile Kapağan'ın kasedildiğini ileri sürmüşlerse de, bu iddia şüpheli görülmektedir. O sıralarda Göktürklerden başka, Türgeşlerin, Kırgızların ve Az'ların da kendi "kağan"ları bulunduğu Orhun yazıtlarında açıkça belirtilmiştir. Soğd ihşidinin yırdamı çağırdığı "kağan"ın, Soğudlara komşu olan Türgeşlerin "kağan"ı kasdedilmiş olmalıdır.84

711'de Kapağan Kağan'ın Türgeşleri yenmesi üzerine, Kültigin'in "Soğdak"ları tensik ettiği biliniyor; fakat bu seferin Soğdlara yardım mahiyetinde olduğu ve Araplarla savaşmak maksadıyla yapıldığını gösteren esaslı kayıtlara malik değiliz. Göktürklerin bu sıralarda Araplarla herhangi bir şekilde temasta bulunmuş oldukları hayli şüphelidir.

Kapağan Kağan 712'de Kara Türgeşleri ve Konşu Tutuk'u yenmişti. 714 tarihinde beşbalık üzerine bir sefer açtı. Yine o senede, Kağan'a boyun eğmek istemeyen Dokuz Oğuzlarla, Toğ balık, Kuslağ ak, Kubaş ve Ezgenti Kadaz mevkilerinde çarpışmalar oldu; neticede Dokuz Oğuzlar tedib edildiler. 714-15'te "müstakil olan" Karlık ili Göktürklerle harbe tutuşmuştu. İki Ordu Mukaddes Tamağ çeşmesinde karşılaştı. Bu sefer esnasında Prens Kültigin'in bilhassa kahramanlık gösterdiği biliniyor.

Karlıklar yenildiler ve göktürk hakimiyetini tanıdılar. Aynı yılda Oğuzların üç ordusuna karşı yeniden savaşmak mecburiyeti hasıl oldu; bu sefer Dokuz Oğuz ve Otuz Tatar'lar birleşmişler ve kağana karşı durmak istemişlerdi. Kapağan kağan bunları yendi ve itiaatı altına aldı. Göktürk idaresinde kalmak istemeyen üç Karluk uruğunun, Çinlilere tabi olmaları üzerine Kapağan kağan, Kültigin kumandasında büyük bir ordu göndererek, Karlukların kalan kısmını tekrar inkıyat altına alabildi.

Kapağan Kağan'ın yirmi beş sefer açtığı ve on üç defa bizzat çarpıştığı biliniyor. Bu seferler neticesinde Göktürk Devletinin sınırları genişledi, devlet büyüdü ve kuvvetlendi. Kağana, Kutluğ'un oğulları Bilge ve Kültigin canla başla hizmet ederek, Göktürk Kağanlığının kuvvetlenmesinde büyük yardımda bulundular. Kapağan kağan zamanında Türk Devleti'nin büyüyüp yükseldiği yazıtlarda şu sözlerle ifade edilmiştir: "Doğuda-Kadırgan ormanının ötesine kadar milleti böylece kondurup yerleştirdik; nizam ve intizam koyduk. Batıda-Kengü Tarman'a kadar Türk ilini böylece kondurup yerleştirdik, nizam ve intizama koyduk. O zamanlar köleler-köleli, halaylıklar-halaylıklı olmuştu.85

Kapağan kağanın saltanatı zamanında Türklerin fukarası zenginleşmiş, az millet çoğalmıştı (Çıga yıg bay kaldı, azığ öküş kıldı.86 Çin kaynaklarında bundan ötürü Kapağan Kağan'ın zamanı, Türklerin Hieli Kağan'ın devrindeki kudretli çağına benzetilmiştir. Türk kağanın, Çin'den taleb ettiği her şeyi almağa muvaffak olması bu iddianın doğruluğunu gösterir. Kapağan kağana Çin sarayınca: 300 bin kile darı, 50 bin parça muhtelif renkte kumaş, 3 bin adet ziraat aleti gönderilmesi ve Çinli bir prensin vadedilmesi kağanın kudreti derecesini ölçmeğe kâfidir.

Mutemadi mücadeleler içinde ömrünü geçirmiş olan Kapağan Kağan'ın yaşı ilerledikçe tabiatının da sertleştiği biliniyor. Gitgide çok haşin, zalim ve gaddar bir hükümdar oluvermiştir.87 Kağanın zulmünden kurtulmak maksadıyla bazı Türk ellerinin Çin'e iltica ettikleri de biliniyor. Mesela 715 yılının üç bin Karluk ve on bin çadırlık başka bir Türk uruğu Çin'e gidip yerleşmişlerdi. Çinlilerin bu Türk mültecilerini Sarı-su boyunda, Ordos mıntakasında yerleştirdiler; Kapağan kağan bu kaçıp giden uruğları tedib için bir sefer tertib etti. Az sonra, kendisine karşı gelmek isteyen Payeku (Bayırku) uruğuna karşı, Tula (Toğla) nehri boyunda bir harbe tutuştu ve Payeku'ları tedib etti. Fakat bu sefer kağan için felaketle neticelendi. Kapağan, zaferi kazandıktan sonra, hiçbir ihtiyat tedbiri almaksızın ve gayet az kimsenin refaketinde geri dönüyordu; Payeku'ların bir kısmı ormana kaçarak pusuda bekliyorlardı; kağan tam o yerden geçerken, pusudakiler hücum ettiler, kağanı yaraladılar ve öldürdüler, kesilmiş kafasını da Çin imparatoruna gönderdiler.88 Bu suretle bazı Türk boylarının "yablaklığı" (kötülüğü) yüzünden bu büyük Türk kağanı do yok edilmiş oldu. Bu olay 716 yılında vukubulmuştu. Türk adeti mucibince Kapağan kağan için gömme merasimi yapıldı ve "yuğ" tutuldu; kabri üzerine "balbal" olarak, vaktiyle bizzat kendi eliyle öldürdüğü Kırgız kağanının (heykeli) dikildi.89

Kapağan kağan da, Kutluğ İlteriş kağan gibi ulu Türk hanları zümresine aittir. Kutluğ tarafından kurulan Göktürk Devleti henüz kurulmuşken, Kutluğ'un ölümü üzerine, yeniden dağılmak tehlikesine maruz kalmşıtı. Kapağan kağan bu tehlikeyi gidermiş, bütün Türk uruğlarını tek bir devlet sınırları içinde toplamağa ve tutmağa muvaffak olmuştu. Kağanın bu yoldaki icraatı kitabelerde açıkça belli edilmiştir. Kapağan Kağan'ın şahsı ve hususi hayatına dair bilgimiz yoktur. Yalnız, Kutluğ han sülâlesi yerine kendi oğullarını tahta çıkarmak istediği anlaşılıyor. Fakat anî olarak öldürülmesi, bu planını gerçekleştirmesine imkân bırakmamıştı. Kapağan kağandan sonra Göktürk Devleti tahtına Orhun kitabelerinden birinin adına dikildiği, Kutluğ Kağan'ın oğlu Bilge (kağan) geçti.

Bilge Kağan (716-734)

Bilge Kağan'ının tahta geçinceye kadar hayatı: Kutluğ Kağan'ın İlbilge hatunun ikinci oğlu (?), asıl adı Mogilhân veya Mergen olması muhtemel olan, Bilge (kağan) biçin (maymun) yılında, 684, tarihinde, doğmuştur. Babası öldüğü zaman sekiz yaşında idi. Kapağan Kağan, ancak Kutluğ'un oğulları namına kağanlık yapmakta olduğundan tahtın asıl varisleri sayılan Bilge (kağan) ve biraderi Kültigin'in erkenden yüksek makamlara çıkarılması lazımgelmişti. Bilge (kağan) daha on dört yaşında iken, Batı ilinin, yani Tarduşların "şad"ı tayin edilmişti. Kendisinin bunu müteakip seferlere iştirak ettiğini, küçük biraderi Kültginin de beraber alındığını öğreniyoruz.

Bilge (kağanın) iştirak ettiği seferlerden şunlar biliniyor: 700-701 de Tangutlara karşı; 701-702'de Soğud seferi; aynı yılda elli bin kişilik bir kuvvetle gelen Çin Generali Ongun'a karşı 704'te "vergi ödemekten ve ticaret kervanı göndermekten imtina eden" Basmıl İdikut'unu tedib için yapılan seferde Bilge (kağan) da vardı. 706'da seksen bin kişiden mürekkep bir ordu ile ilerleyen Çin Generali Caca Sengü ile yapılan savaşta Bilge de iştirak etmiş, Çinlilerin yenilmesinde Bilge'nin kahramanlığı mühim rol oynamıştı. 708'de Ötüken dağlarının kuzeyine ve batısına düşen sahada Çik ve Kırgızlara karşı açılan seferde, Göktürk ordusuna Bilge'nin kumanda ettiği anlaşılıyor.

Göktürk ordusu (Kem (Yenisey) nehrini geçmiş ve Çikleri yenmişti. 711'de de Kırgızlara karşı ikinci bir sefer yapıldı. Bilge şad bu defa da orduyu idare etmişti. Göktürk kuvvetleri "süngü batımı" (mızrak boyu) kalınlığındaki karı sökerek, Kögmen ormanını aştı ve Kırgızları uykuda iken bastı. Kırgız kağanı kuvvetlerin toplayınca, Songa ormanında savaş yapılmış ve Kırgız Kağanı öldürülmüştü. Aynı senede Türgeşlere karşı açılan seferlerde Bilge şadın yararlılıkları görüldü. Kırgızlarda olduğu gibi Türgeşler de uykuda basıldılar; fakat Türgeş Kağan'ı etraftan yardım alınca, Göktürkler önce çekilmişler, sonra Bolçu mevkiinde harbe tutuşarak, Türgeşleri yenmişlerdi. Bu savaşta, Türgeş Kağan'ının, şadının ve yabgusunun öldürüldüğünü ve Türgeş ilinin Göktürk hakimiyeti altına alındığını öğreniyoruz. Türgeşlerin hücumuna maruz kalan Beşbalık şehrinin (Urumcu civarında) kurtarılması için Bilge şad tam altı defa sefer açmak zorunda kalmıştı. Bilge şad otuz bir yaşında iken (715'te) "müstekil bir millet olan" Karluklular ile Göktürklerin arası açılmıştı; Bilge onlara karşıda harp etti; yenildilerse de, ertesi sene Bilge'nin yeniden bir sefer açması icabetmişti. Tam bu sıralarda Kapağan Kağan'ın öldürülmesi Göktürk ilinde yeni olaylara yol açtı.

Bilge Kağanın Tahta Geçişi ve Bu Sıralarda Göktürk İlinin Durumu

Kapağan Kağan'ın tahtı kendi oğullarına sağlamak üzere bazı tedbirler aldığını söylemiştik.

Kapağan Göktürk Devleti'ni, tıpkı Bumin Kağan gibi, iki bölüm halinde idare etmek istemişti. Devletin doğu kısmı başına biraderi To-si-fu'ya, batı kısmının da başına da Kutluğ'un oğlu Bilgeyi (kağan) getirmişti. Her ikisinin üzerine de oğlu Fu-kiu'yu "Küçük han" rütbesiyle tayin etmişti. Kapağan'ın bu oğlu daha ziyade "To-si han" (Tuşi) lakabıyla tanınmıştır. Kapağan'ın ikinci oğlu da "han" unvanını taşımakta ve her iki oğul taht namzedi telakki edilmekte idiler. Fakat Kapağan Kağan'ın ani olarak öldürülmesi, ikisinin de tahta geçmesine mani oldu.

Kapağan'ın öldürülmesi üzerine Kutluğ Kağan'ın oğulları ve taraftaları süratle harekete geçtiler ve kendi haklarını korumak suretiyle Bilge'yi Göktürk Devletinin başına geçirdiler. Bu münasebetle bilhassa Kültigin'in cesareti ve atılganlığının durumunun Bilge (kağan) lehine çevrilmesinde en büyük amil teşkil ettiği Orhun yazıtlarında açıklanmaktadır. Kültigin ve arkadaşları, meşru kağana tahtı temin edeliblek için, Kapğan'ın oğularını, akrabalarını ve taraftarlarından birçoğunu öldürmek mecburiyetinde kalmışlardı. Bilge (kağan)ın tahta geçebilmesi, ancak hanedan azası arasında kanlı bir mücadeleden sonra mümkün olabilmiştir.

Bilge Kağan'ın tahta geçmesi münasebetiyle yapılan mücadeleden Çin kaynaklarında bazı tafsilat verilmektedir. Buna göre: Rakib aile (yani Kapağanın oğulları) efradının imhası işini Bilge'inn biraderi Kültigin (Çin kaynaklarının: Kiue-te-leleri) ifa etmişti. Kültigin kendi il-ulusunu toplamış, Kapağanın oğlu "Küçük han"a hücum etmişti; onu ve yakınındakileri öldürünce, Kapağan kağanla ilgisi olanların kamilen imha etmişti. Bu katilden ancak Bilge'nin kaynatası olan Tonyukuk kurtulabildi. Kültiginin ısrarı üzerinedir ki Bilge'nin (asıl adı bilinmiyor, Çincede Me-ki-lien veya Mogilan) tahta çıkarıldığını ve "Tanrı tek tanrıda yaratılmış Türk Bilge" lakabını o zaman ldığını (Çince şekil-Pi-kia-han) öğreniyoruz. Bilge kağan tahta çıkınca, sivil idareye kendisi bakacak, askeri işleri de, yani orduyu, biraderi Kültigin ele alacaktı. Tonyukuk artık çok yaşlı olmasına rağmen, devlet işlerideki tecrübesi gözönünde tutularak, Bilge Kağan'ın veziri-müşaviri-gibi çok önemli ve yüksek bir makama getirildi, yani Kutluğ kağan zamanındaki yerine tekrar almış oldu.

Kapağan Kağanın aile efradı ve taraftarları imha edilmekle iş bitmiş değildi. Bu defa Tu-ki-şi (Türgeş) kavminden Su-lo adlı birisi kendini kağan ilân etti. Bilge kağana tabi uruğlardan birçoğu ona katıldılar. Ancak Tonyukuk'un enerjik müdahelesi sayesinde Bilge Kağan duruma hâkim olabildi. Vaktiyle Çin'e, Sarı-su boyuna göçüp giden Türk uruğlarından Setay'lar o sıralarda geri döndüler. Bununla Bilge Kağan'ın mevkii birdenbire kuvvetlenmiş oldu.

Bilge Kağan tahta çıktığı zaman Göktürk ilindeki düzen epey bozuktu. Zaten Kapğan Kağan'ın saltanatının son yıllarında birçok Türk uruğunun ya Kağan'a karşı ayaklandıklarını veya Çin'e göçe başladıklarını görmüştük. Türk büyükleri ve bazı iller arasında bu çeşit hareketin alıp yürümekte olduğu anlaşılıyor. Çinliler, ötedenberi güttükleri siyasetlerine sadık kalarak, Türk Beyleri'ni kendi taraflarına çekmeğe çalışıyorlardı. Buna muvaffak olmak için "tatlı dil" döküyorlar, birçok vaadlerde bulunuyorlar ve kıymetli hediyeler yolluyorlardı; yazıtların tabiri veçhile: "Tabğaç budun sabı süçiğ, ağısı yımşak ermiş...

Türk büyüklerinden ve halktan bazıları şöyle düşünüyordu: "Çin'e uzak kalırsak -bize kötü hediye gönderirler, yakın gelirsek- iyisini verirler"90 Onlar böyle düşünerek, Ötüken mıntıkasından, yani öztürk yurdunda, ayrılıp Çin'e gidiyorlardı. Kapğan kağanın ölümünden sonra Dokuz Oğuzlar, Türk ilini bırakıp Çin'e kaçtılar. Kültigin, Kapağan kağanın oğulları ile mücadele ettiği sırada Türk uruğlarından bazıları Çin'e gitmişlerdi. Bu suretle bilge Kağan tahta çıktığı zaman Türk ilinden yeniden birlik kalmamış, millet sefil bir duruma düşmüştü. Öztürk ilinden ayrılıp Çin'e gidenlerin durumları da iyi değildi. Bu gibiler Çinlilerden umduklarını alamamışlar, Çin hizmetlerinde perişan olmuşlardı; öyle ki "kanları su gibi yügürüb akmış, kemikleri dağ gibi yığılıp yatmıştı." Çin'de bulunan Türklerin "beyzade erkek oğulları köle pâk kız evlâdları halayık olmuştu".91 Türk ilinde kalanların da hali müşküldü. Bilge kağan "hali yerinde bir millet üzerine hükümdar oturmadı; içerden yiyeceksiz, dışardan giyeceksiz, zayıf ve zavallı bir millet üzerine hükümdar oturdu".92 Fakat Bilge Kağan'ın talihi açıktı. Kutluğ kağanı ve İlbilge hatunu "yükselten Tanrı, onlara el vermiş olan Tanrı, Türk milletinin adı ve sanı yok olmasın diye, bu defa o tanrı, Bilgeyi kağanlığa oturtmuştu." Bilge kağan da, Türk ilini düzene koymak yoluna kardeşi Kültigin ve kaynatası Tonyukuk ile "gece uymadan, gündüz durmadan" çalıştı, büyük gayretler sarfetti.

Bilge Kağan'ın Veziri Tonyukuk (öl.720?): Kutluğ Kağan, 681'de Çinlilere karşı ayaklandığı zaman, kendisine ilk katılanlardan biri Tonyukuk olmuştu.93 Çinde doğduğu ve Çin terbiyesinde yetiştiği biliniyor; buna bakmaksızın kendisinin bütün ömrü boyunca kuvvetli bir "Türk milliyetçisi" kaldığını görüyoruz. Göktürk Devleti yeniden canlanınca, Tonyukuk, Kutluğ Kağan'a büyük hizmetlerde bulunmuştu. Kapağan kağan zamanında da mühim rol oynadığı biliniyor. Kızı po-fu-yu, Bilge'ye (şad, sonraki kağan) vermişti; galiba bundan ötürü, Bilge Kağan tahta çıkarken (Kapağan ile ilgisi olanlar öldürüldükleri zaman) idam edilmekten kurtulmuştu. Tonyukuk bu sıralarda artık yetmişlik bir ihtiyardı.

İkinci Türk devletinin kuruluşunda çok yardımı olan Tonyukuk, iki kağan zamanında da işbaşında bulunmakla, dirayetli bir devlet adamı olup zekasını müteaddit defa isbat etmek fırsatını bulmuştu. Kendisinin fekalade enerjik bir kişi ve yüksek ororite sahibi oludğu biliniyor; herkesin ona karşı "saygı ve korku hissi" beslediği kaynaklardaki kayıtlardan anlaşılıyor. Bilge Kağan'ın ve Kültigin'in böyle yüksek vasıfları haiz bir devlet adamı feda etmek istemediklerinin sebebi kolayca anlaşılmaktadır. "Boyla bağa tarkan" lâkabını taşıyan Tonyukuk'un yeni kağana görüşleri ve icraatı ile mühim hizmetlerde bulunacağı muhakkaktı.

Bilge Kağan, kendi ilini derleyip toplayınca, derhal eski düşmanı olan Çin'e karşı bir sefer açmak tasavvurunda idi. Tonyukuk buna itaraz etti. Yaşlı vezirin dediğine göre: "Çin imparatoru cesur bir zattı; Çinliler bir müddetten beri barış içinde bulunduklarından ve yılların da bereketli gitmesinden dolayı Çin ordusu kuvvetli idi; halbuki Türk ordusu henüz yeni tanzim edilmiş olmakla, büyük bir sefere çıkarılması kolay değildir".94

Bilge Kağan vezirin sözlerini dinlemiş ve ordusu kuvvet buluncaya kadar Çin'e sefer açmaktan geri durmuştu.

Türkleri yerleşik hayata geçirmek ve "Budda" dininin kabulü meselesi: Göktürk uruğlarından, hiç olmazsa bir kısmının yerleşik hayata geçmek, temelli olarak ziraatle muşgul olmak ve hattâ şehirler kurmak için lâzım gelen şartları haiz oldukları anlaşılıyor. Bir taraftan Çin ile uzun boylu münasebetler, diğer yandan Soğdlar vasıtasıyla batı taraflardan gelen tesirler neticesinde Türkler arasında Buddda ve Mani dinlerinin de tesirleri olduğunu gösteren âlâmetler mevcuttur. Budda dinine intisab etmek, Budda ve Lau-tseu namına mâbetler yaptırmak cereyanının epeyi kuvvet bulduğu anlaşılmaktadır. Bilge Kağanın şahsen buna temayülü bulunması dahi mümkündür. Fakat tecrübeli ihtiyar vezir Tonyukuk siyasî malahazalarla buna şiddetle karşı koydu. Tonyukuk'un dediği veçhile "Bütün Türkler bir araya toplansalar dahi T'ang sülalesine (Çin İmparatoruna) karşı durmayacaklardı; harb esnasında Çinlilerle dövüşmekte olan Türkler ise (bütün ahalinin) yüzde birini teşkil ediyordu; onlar da su ve ot arıyarak şurada burada göçederler, avlanırlar. Türklerin muayyen meskenler yoktur, hep harb ile meşgul olurlar; kendilerinde kuvvet hissettikleri zaman ilerler, zayıf oldukları zaman ise gerilerler ve saklanırlar. Eğer Türkler surlarla kuşatılmış bir şehirde yerleşecek olurlarsa bir defa yenildiler mi, esir düşmekten başka yapacakları şey kalmayacaktır. Buddda ve Lao-tsu dinlerine gelince, bu dinler insan tabiatını yumuşattıklarından ve tevazu telkin ettiklerinden, harpçi bir millet olan Türklerin karakterlerine aslâ uygun bir din değildir".95 Bilge Kağan, bu tecrübeli devlet adamının bu çeşit siyasî ve askerî mülâhazalarını doğru bulmuş ve gerek Türk uruğlarını yerleşik hayata geçirmek ve gerek Budda dinini kabul etmek cihetine gitmedi. Budda dinini kabul ettikleri takdirde Türk ilinin doğrudan doğruya Çin tesiri altına gireceği muhakkaktı; çok geçmeden Türk ilinin ve Türk halkının Çin kültürü çerçevesine girmesi, Çin'de ve Hindistan'da müşahede ettiğimiz bir hayat telâkkisinin hakim olacağı muhakkaktı. Türkleri bu yola girmekten alıkoyanların başında Tonyukuk durduğu için, Türk tarihinin tamamıyla başka bir istikamette gelişmesinde hissesinin büyük olduğ anlaşılıyor.

720 yılında öldüğü sanılan Tonyukuk,96 tarihte adları bilinen devlet adamları arasında en büyüklerinden biridir. Bilge kağanın bu ihtiyar veziri "türk zekası ve hakimliğniin" bir timsalidir. Kendi tarafından diktirildiği anlaşılan "bengü taş"taki yazıtlar ve büyük Türk devlet adamının icraatı hakkında bize kıymetli bilg vermektedir.

Bilge Kağanın Seferleri: Bilge kağanın tahta çıkmasını müteakip bazı Oğuz boyları arasında ayaklanma hareketinin belirdiği anlaşılıyor; Oğuzlardan bazılarının Çin'e göç ettikleri de ihtimal dahilindedir. Bilge kağan bunları tedib için, 717'de (?) asker sevketmek mecburiyetinde kalmıştı. Doğudaki Kitay ve Tatabi'lere karşı da seferler açıldığını ğreniyoruz.

720 yılında, Çin hükümetinin teşvikiyle Bilge kağana karşı birden üç kavmin harekete geçtiği Çin kayıtlarında görülüyor. Bunlar: Pa-si-mi (Basmıl), Hi ve ki-tanlardı (Kidan, Kitay). Birbirinden uzakta yaşayan bu üç kavim, aynı zamanda yüreyerek Bilge kağanı ordugahında basmak için Çinliler tarafından teşvik edilmişlerdi.97 Çinlilerin bu planı malûm olunca, Tonyukukun tasvibi ile, Bilge kağan bu üç kavim üzerine ayrı ayrı seferler açtı ve düşmanları birleşmek fırsatı vermeden birer birer ezdi.

Çin'in Göktürk Kağanlığı üzerine diğer Türk uruğlarını saldırtmak siyaseti meydana çıkınca, Bilge Kağan bu defa Çin'in kendisi üzerine sefer açmak suretiyle öç almaya karar verdi. Kitabelerde "Tabğaç" adıyla anılan Çin'e karşı arka arkaya birkaç sefer yapıldı. Bunlar 720, 721 ve 722 yıllarında vukubulmuştur. Çin kaynağında, Türklerin 720'de Kan-çeu ve Yuen-çeu mıntıkalarını yağma ettikleri ve Çin kumandanının yenildiği kaydedilmektedir. O sene, Çinlilerin teşvikiyle Pa-si-mi (Basmıl)ler yeniden harekete geçmişlerdi. Fakat Basmiller yeniden yenilmişler ve Göktürk hakimiyeti altına alınmışlardı. Bir müddet sonra, Kapağan kağan zamanında Göktürk Devletine girmiş olan bütün Türk uruğlarının bu defa Bilge Kağanı tanımağa mecbur kaldıkları biliniyor.98

Bilge kağan bir ker devletini kudretele bir mevkie koyduktan sonra, Çin'e karşı dostça bir siyaset takibine başladı. Bu hususta da Tonyukuk'un fikriyle hareket edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yeni siyasetin icabı olarak Çin'e elçiler gönderildi, hediyeler takdim edildi ve eski Türk geleneğine uygun olarak, Çin'den hatun olacak bir prenses istendi.99 Çin imparatoru Türk kağanının elçilerine iyi kabul göstermekle beraber, prensesin gönderilmesine muvafakat etmedi. Bilge kağan bu arzusunu silah kuvvetiyle kabul ettrmek istedi ve Çin'e karşı yeniden bir sefer açtı. Fakat bundan da müsbet bir netice çıkmadı. Maamafih Göktürk Devleti ile Çin'in arası bu yüzden büsbütün açılmadığına, ve iyi münasebetlerin devam ettirildiğine göre, Çin sarayından Bilge kağana, galiba, prenses hususunda ümit verici vaadlerde bulunulmuştu.

Bilge Kağan'ın Biraderi Kültigin, (685-731): Bilge kağanın tahta çıkışından kardeşi Kültigin'in mühim bir rol oynadığını görmüştük. Çin kaynaklarında adı "Kiue-te-le" şeklinde yazılan Kültigin, gerek Çin kaynaklarında ve gerek namına dikilen "bengü taş"ta (kitabe) görüldüğü veçhile, meşgul olduğumuz devrin en mümtaz askeri siması idi. 685'te (tavuk yılı) doğan Kültigin, Kutluğ hanın ve İlbilge hatunun oğlu olup, Bilge Kağandan bir yaş küçüktü. Babası kağan öldüğünde, Kültigin yedi yaşında idi. Kapağan (Meçue) kağan zamanında Kültigin'in büyük yararlıklar gösterdiği, "Umay teg anası hatunun talihine" er-at (askerler) arasında karışıp, şan ve şöhret kazandığı malumdur. On alta yaşında iken savaşlara katıldığını öğreniyoruz. Bunu müteakip, ölümü olan 731 yılına kadar, ömrünün büyük bir kısmını hep harb meydanlarında geçirmiş ve yüksek bir asker olarak ün kazanmıştır.

Bizzat iştirak ettiğ seferlerden şunlar biliniyor: 100 Altı-çub'lara ve Soğdak'lara karşı. Sonra, Çin generali Ong'a karşı yapılan seferde Çin kumundanını maiyetiyle birlikte ve silahlı olduğu halde tutsak etti ve kağana götürdü. Yirmi bir yaşında iken Çin generali Çaça-Sengüne karşı savaştı. Bu çarpışmada, Kültigin, "Tadık (?) çürün" (ciren) adlı bozkır ata binmişti; atı orada ölünce, "İşbara yamatarın" bozkır adlı ata bindi; o da öldü; üçüncü at ise "Kedimliğ" adlı doru bir attı. Çinlilerin yenilmesinde Kültiginin cesareti ve ekahramanlığı en büyük âmil olmuştu.

Kültigin'in bu Çin seferini müteakip Yer-BAyrık'ların reisi Uluğ-erkin ile çarpıştığını ve onu kaçırdığını öğreniyoruz; yirmi altı yaşında ike, Kırgız kağan'ın ölümü ile biten -yukarda anlattığımız-sefere iştirak etti. Çarpışma esnasında bir kişiyi okla vurdu; iki kişiyi birbiri ardından sançtı. Sonra, Türgeş seferine gitti; bu defa "Başgu" adlı bozkır ata binmişti; burada da büyük yararlıklar gösterdi. Göktürklerden kaçarak Kengeres'e (Sır Deryanın aşağı kısmı) doğru giden Kara Turgişleri takib Kültigin memur edilmişti. "Alp-Salçı" adlı ak ata binmiş olarak Kara Turgişleri bozdu. Karluklarla savaştığında otuz yaşında idi; yine Alp Salçı'ya binmişti; bu savaşta iki kişiyi birbiri ardıdan santçı. Az kavmine karşı savaşlarda da Kültigin "Alp-Salçı"ya binmişti; Az'ların "ilteber"-lerini (beyini) esir etti; bu zaman otuz bir yaşında idi. İzgil'ler Kapağan Kağan'a isyan ettiklerinde, Kültigin yine "Alp-Salçı"ya binip üzerlerine yürüdü; fakat Kültigin'in sevdiği bu at orada 'yıkılıp düştü".

Bilge Kağan'ın tahta çıkabilmesi, ancak Kültigin'in gayretli müdahalesiyle mümkün olmuştu. Yeni kağana boyun eğmek istemeyen Dokuz Oğuzlar'a karşı Kültigin bir yıl içinde beş defa sefer yaptı; Çarpışmaların birinde Kültigin 'Azman' adlı ata binmiş, altı adamı mızraklamış ve iki ordu birbirine girdiğinde, yedincisini kılıçlamıştı. Oğuzların bir kısmını teşkil eden Ediz'lerle muharebede Kültigin "Az" adlı yağız bir ata binişti, bu defa bir kişiyi sançmış, dokuz kişiyi kılıçlamıştı. Kırgızlara karşı yapılan ikinci seferde Kültigin başkumandandı. Bu sefer esnasında Oğuzlar bilge Kağan'ın ordugahını bastılar; bunun üzerine Kültigin "Öğsüz" adlı ak ata binip Oğuzlarla çarpıştı, ordugahı düşmana bırakmadı; bu sayede kağının hatunlarını, konçuyları (prenses) ve akrabalarını muhakkak bir tutsaklıktan kurtardı.

Kültigin'in Ölümü (731) ve Anıtı (732): Kitabelerde görüldüğü veçhile, Kültigin, bilge kağanın ordularına kumanda etmekte, yani ordunun başkumandanı bulunmakta ve askeri işlerini idare etmekte idi. Birçok seferde nam kazanan bu cesur başbuğ Kırgızlara karşı yapılan ikinci seferden sonra çok yaşamadı. Bengü taşta bildirdiği veçhile "koyun yılının onyedinci gününde öldü"101 Bu sırada 47 yaşında olduğu açıkça yazıldığına göre, Kültigin 731 yılında ölmüştür.102 Nitekim Çin kaynağınca da bu tarih teyit edilmektedir. Her halde hastalanarak ölmüş olması lazım gelir; veya harbde aldığı yara iyileşmemiş olabilir. Savaş meydanında ölseydi, Çin kaynaklarında ve bengü taşta buna dair kayıtlar bulunması lazımgelirdi.

Kültigin'in ölümü Bilge kağan için büyük bir kayıb oldu. Türk Devleti en sağlam direklerinden birini kaybetmişti. Kahramanlığı, cesareti yalnız namına dikilen kitabede değil, Çin kaynağında da yankı bulan bu tiginin ölümü, büyük biradeini çok yaslandırdı. Bilge kağan üzüntüsünü şu sözlerle ifade etmiştir: "Ben yaslandım. Görür gözüm görmez oldu, sezer aklım sezmez oldu. Ben yaslandım Zamanı Tandrı takdir eder. İnsan oğlu ise hep ölmek için doğmuştur. Böyle deyip yaslandım. Gözden gelen yaş gele gele, etten gönülden feryat gele gele tekrar tekrar yanıp yaşlandım. Peki derin paslandım. İki şadlar ile birlikte küçük kardeşlerim, kardeşlerimin oğulları, oğullarım, beylerim, milletimin gözleri ve kaşları ağlamaktan hasta olacak diye düşündüm, yaslandım."103

Türk geleneğine uyun olarak, yuğ (matem) merasimi ölümden bir kaç ay sonra yapılırdı. Bu münasebetle komşu devletlerin ve milletlerin mümessilleri gelirdi. Bilge kağan biraderine anıt yaptırmak için ustalar gönderilmesi yolunda Çin İmparatorundan ricada bulunamk üzere bir elçi gönderdi. İmparator Türk Kağanının bu ricasını kabul ile saray ustalarından Çang-şeng-ün'ü yolladı.104 Yuğ merasimine iştirak için gelenlerin adları da bilinmektedir:105Kitay ve Tatabi heyetinin başında Udar-sengün bulunuyordu, Çin (Tabğaç) imparatoru adında da İşi-yi ve li-keng geldiler; bunlar bir tümen kıymetinde eşya, ipekli kumaş, altın ve gümüş getirdiler. Tibet kağanında da bölön (?) geldi. soğdak ve Berçeker (İran?)ler ile Bukarak (Buhara) ilinden Neng-segün ile oğul Tarkan (Turhun?) geldiler. On-ok'lardan ve Türgeş Kağandan nişancı Makaraç ile nişancı Oğuz Bilge geldiler.

Kırgız kağanından Tartuş İnançu Çur geldi. Etraftaki devletlerin ve kavimlerin, Kültigin'in ölümüne karşı bu kadar ilgi göstermeleri, hem büyük bir kahramanın hatırasına, hem de mensup olduğu Türk Devletine karşı gösterilen saygının bariz bir ifadesi idi. Yuğ merasimi "koyun yılının, dokuzuncu ayının yirmi yedinci günü" yapıldı. Bir müddet sonra, Çin ustalarının hazırladıkları anıt taşı,106 yani Kültigin'in kız kardeşinin oğlu Yuluğtigin'in yirmi gün içinde "oturup yazdığı" bengü taşı (kitabe), 1 Ağustos 732 tarihinde, merasimle dikildi. 107 Anıtın yakınında Çinli ustalar tarafından yapılan "bark"ın duvarına Kültigin'in hayatından kahramanlık sahneleri tersim edildi. Ayrıca, Kültigin tarafından öldürülenlerin "balbal"ları da dikilmiş olmalıdır.

Kültigin, İkinci Doğu Göktürk Kağanlığının en tanınmış simalarından biri, Türk kahramanlığının en tipik bir örneğidir. Bilge kağan kültigin sayesinde tahta çıkabilmiş, dağılan ili-ulusu derleyip toplamaya, dış ve iç düşmanlardan Türk ilini korumaya muvaffak olmuştu. Bilge Kağan bunun karşılığı olarak, biraderi Kültigin hayatta ikin, kendisini en yüksek makamlarda tutmuş, öldükten sonra da adına anıt diktirmek ve yazıt kazdırmakla, bu büyük Türk kahramanının adını unutulmaktan kurtardığı gibi, Türk dili, edebiyatı ve tarihi için çok büyük bir vesika da bırakmıştır.

Bilge Kağan'ın Ölümü (Eylül 734) ve Anıtı (735): Kültigin'in ölümü münasebetiyle Çin imparatoru tarafından gösterilen nezakette ötürü teşekkürde bulunmak üzere, Bilge kağan, büyük biraderi Kiay-li-pi'yi Çin'e göndermişti. İmparator'da, Türk kağanının kederini yumuşatabilmek ümidi ile, kendisine çoktan beri istenen Çinli bir prensesin yollanacağı müjdesini bildirdi. 108 Fakat Bilge Kağan'ın Çinli bir prensesle evlenmesi mukadder değilmiş; kağan vezirlerinden biri olan Mey-lo-çue tarafından zehirlendi. Bilge kağan ölümünden önce bu hîn veziri ve aile efradını kökü ile imha etti ise de, kendisi kurtulamadı ve "it yılının, onuncu ayının yirmi altısında" (Eylül 734) öldü.109 Kendisinden sonra tahta oğlu geçti. Çin kaynağındaki adı Y-yen'dir; onun da "Tanrı tek tanrıda yaradılmış Türk Bilge Kağan" lakabını taşıdığı biliniyor.

Kültigin'in ölümünden sonra olduğu gibi, bu defa da yuğcu-sığıtcılar geldiler. Çin İmparatoru, Lisün-taysengün'ü beş yüz kişilik bir heyetin başında gönderdi; Çinliler, sayısız kokulu... altın, gümüş getirdiler; kokulu cenazı mumları getirip diktiler; sandal ağacı getirdiler. Gelenler, Türk geleneklerine uygun olarak saçlarını, kulaklarını (?) kestiler; iyi binek atlarını, kara kakımlarını, gök sincablarını çok miktarda kurbanlık koydular"110 Yuğ merasimi, "domuz yılının beşinci ayının yirmi yedinci" günü (Temmuz 735) yapıldı. Bilge Kağan'ın namına oğlu kağan tarafından, Çin ustalarınca hazırlanan ve Yuluğtigin tarafından otuz dört günde yazılan bir anıt-yızıt dikildi. Bu yazıt, bengütaşta, Kültigin anıtı-yazıtı gibi, Türk tarihi için en önemli kaynaklardan birini teşkil etmektedir.

Bilge Kağan, İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı'nın sonucu büyük hükümdarıdır. Kendisinin tab'an yumuşak bir kişi olduğu biliniyor; 111 hatta bundan ötürü tahta çıkmak istemediği, iktidar mevkiini küçük biraderi Kültigin'e bırakmayı arzu ettiği anlaşılıyor. Bilge kağan milletini ve devletini düşünen, müşfk bir baba tabiatlı bir hükümdar olarak görünmektedir. Kağanlık ödevleri ve elde ettiği başarılardan şu sözlerle bahsetmiştir: "(Ben) kağan sıfatıyla (tahta) oturunca bütün sefil milleti topladım, yoksul milleti zengin ettim, nüfusu az milleti çok ettim"112 Başka bir münasebetle de şunları okuyuroz: "Ölecek milleti diriltip kaldırdım, çıplak milleti giyimli ettim".

Bilge Kağan, Tonyukuk gibi hakim bir devlet adamı ve Kültigin gibi kahraman bir askerin yardımları sayesinde, Doğu Türk Devletini kuvvetli ve birleşmiş bir Türk ili haline getirmeye muvaffak olmuştu. bilge Kağan, kendisine devlet kurmaya yardım eden "Türk" uruğlarını, tıpkı sonraları Cengiz ve halefleri zamanında Moğollarda olduğu gibi, zengin etmiş ve müreffeh bir hayata kavuşturmuştu. Bu keyfiyet kağanın ağzından şu sözlerle ifade edilmiştir: "Dört bucaktaki milletleri barışa icbar ettim, başlıları eğdirdim, dizlileri çöktürdüm. Üstteki gök ve alttaki yer irade ettiği için, (evvelden) gözle görülmemiş, kulakla işidilmemiş milletimi, ileriye gün doğusu, sağa-gün ortası, geriye-gün batısı, sola-gece ortası tarafındaki illere götürdüm; onların sarı altınlarını, beyaz gümüşlerini, ipek kumaşlarını, darıların (?), binek atlarını ve aygırlarını, kara kakımlarını ve gök sincablarını, Türklerime, milletime kazandırdım, tedarik ettim. milletimi kaygısızca yaşayacak bir hale getirdim"113

Bilge kağanın bir taraftan türlü Türk uruğlarını kuvvet kullanarak itaat altına alırken, diğer taraftan bu ususların "kağan"larını ve beylerini sıhriyet bağlarıyla kendine bağlamaya çalıştığını görüyoruz. Türgeş kağanına kızını verdiği gibi, Türgeş kağanının kızını da oluna almıştı; küçük hemşiresini Kırgız kağana gelin etmişti. Az'ların beyi Bars'ı kağanlık makamına çıkardı ve hemşiresiyle evlendirdi. Fakat bu akrabalıkların devamlı tesirleri olmadığı görülüyor: Gerek Türgeşler ve gerek Kırgızlar ilk fırsatta Bilge Kağana karşı isyan çıkardılar. Bars beyin de isyan ettiği ve öldürdüğü biliniyor.

Bilge Kağan "On dokuz yıl şad makamında oturmuş, on dokuz yıl kağan, otuz bir yıl tigin olmuş"tu. Öldüğü zaman tam elli yaşında idi. Adına dikilen anıt-yazıt bu büyük Türk kağanını unutulmaktan kurtarmıştır.

İlk Türk Tarihçisi ve Yazarı Yuluğtigin: İkinci Doğu Göktürk ilinin mümtaz simalarından biri de Yuluğtigin'dir. Onun icraatı siyasi ve askeri sahada değil, kültür alanındadır. Türk tarihinin ilk müsbet yazılı kaynaklarından en önemlileri olan Kültigin ve Bilge kağan adına nazmedilen yazıtları "kaleme" alan Yuluğtigin'dir. Orhun yazıtlarında Göktürk Kağanlığı'nın kuruluşu anlatılmış olmakla, bunlar birer tarihi eseri mahiyetindedir; dolayısıyla Yuluğtigin de "ilk Türk tarihçisi" olmak şerefini kazanmıştır. Kitabelerin dili, çok işlek ve güzel bir üslupla tanzim edilmiş, yarı nesir (Almanların tabiri veçhile: Verbundene Rede) olmakla bunlar, "Türk edebi dilinin"de ilk örnekleri mahiyetindedir; dolayısıyla Yuluğtigin "ilk Türk yazarı" adını da hakkıyla kazanmış oluyor.

Yuluğtigin, Kültigin kitabesini nasıl yazdığını şu cümlelerle anlatmıştır: "Bütün bu kitabeyi yazan (yani kaleme alan) Kültiginin Hemşirezadesi (?) ben Yuluğtigin yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa ve bu duvara ben yazdım...,114 Bilge kağanınkine de şunları kazdırmıştır: "Türk bilge kağan kitabesini ben Yuluğtikin yazdım. Bütün bu barkı, nakışları, heykelleri (?) (tersim ve rekrettiren) kağanın hemşirezadesi Yuluğtiginim. Bir ay ve dört gün oturup yazdırdım ve nakşettirdim (diktirdim)".115

Yuluğtigin'in haltürcümesi layıkıyle bilinmiyor. bilge Kağan ve Kültigin'in kızkardeşinin oğlu olduğu, kitabelerde belirtilen yuluğtigin, bu suretle Kutluğ İlteriş Kağan ve İlbilge hatunun torunu idi. Amcası Bilge Kağan'ın kitabesi 735'te yazdığına göre bu tarihlerde hayatta idi. Daha sonraki hayatı hakkında kaynaklarda herhangi bir kayda rastlanmıyor.

VI. Bilge Kağan'dan Sonraki Kağanlar ve İkinci Göktürk Devletinin Yıkılışı (734-745) Bilge Kağan'dan sonra Göktürk devleti tahtına oğlu Y-yen (I-jen) çıktı ve sekiz yıl hakimiyet sürdü. Onun zamanında Türk devletinin bütünlüğünün muhafaza ve Çinle iyimünüsebetlerin devam ettirildiği biliniyor. Çin imparatoruna üç defa elçi gönderilmesi,116 Çin kaynaklarında Türk akınlarından bahsedilmeyişi iyi komşuluk münasebetlerine bir delildir. Yiyen kağanın nasıl öldüğü hakkında herhangi bir kayda rastlanmıyor; ancak bu vakanın 742'de olduğu anlaşılıyor.

Y-yen'den sonra tahta küçük biraderi geçti ve "Bilge Kutlu Han" (Pi-kian-ko-to-han) lâkıbını aldı. "Tanrı Han" lakabını sunmak üzere Kağan'a Çin'den bir elçi heyetinin geldiği de biliniyor. Bu suretle, vaktiyle Bilge kağnanı taşıdığı ve kitabelerde nakledilen lakab, şimdi biraz genişletilerek oğlu tarafından da alınmıştır. Buna göre yeni kağanını tam lakabı: "Tanrı tek tanrıda bulunmuş Bilge Kutluğ Tanrı Kağan" olsa gerektir. Onun zamanında da Çinle iyi münasebetler devam ettirilmiştir. Çin'e İnan adlı bir Türk elçisi gönderilmiş; ertesi sene de, yeni yıl münasebetiyle imparatora "memleketin mahsulelerinden hediyeler" takdim edilmişti.

Bilge Kutluğ Tanrı Kağanın amcalarından (Ki-ay-li-pi?) sağ (kol) şad'ı olup batıdaki uruğların başına geçirilmişti. İkinci amcası Bay Kültigin de sol (kol) şad'ı idi, ve Doğu ili uruğlarının başına geçirilmişti. Babadan kalan esas kuvvetler, yani yurt ve karargah (ordu) her halde kağanın emrinde idi. Henüz küçük bir yaşta olan kağana karşı her iki "şad"ın da kafa tuttukları anlaşılıyor.

Kağanın annesi Po-fu hatunun (Tonyukuk'un kızı)da entrikalara karıştığını öğreniyoruz;117 hatun, küçük rütbeli bir subayla anlaşmış ve bir nevi hükümet darbesi yaparak devlet işlerine karışmaya başlamıştı; bunun üzerine genç kağana karşı mennuniyetsizliğin süratle arttığı anlaşılıyor. Çok geçmeden Göktürk ilinde iç mücadelede patlak verdi. Bilge Kutluğ Tanrı Kağan, fazla kafa tatmuya baylayan batı ili "şad"ına karşı harekete geçti; Kağana anası hatunun da müzaheret ettiği biliniyor. Sefer sonunda Batı "şad"ı öldürülmüş, ili ulusu inkıyad altına alınmıştı. Fakat sol (kol), yani Doğu ili "şad"ına karşı yapılan mücadele, genç kağanın öldürülmesiyle neticelendi. Türk ili tahtına Bilge kağanın oğullarından biri geçti ise de, az sonra, Ko-to-şe-hu adlı biri tarafından öldürüldü; kağanı öldüren kimsenin adına bakılırsa (Kutluğ Yabğu) yine han neslinden olması lazım gelir. Ko-to-şe-hu önce küçük biraderini tahta çıkardı ise de, onu öldürerek kendini kağan ilan etti. Bu suretle kağanlık tahtı için yapılan mücadele tam bir kardeş harbi mahiyetini almış ve kanlı bir safhaya girmişti. Zaten zorla itaat altında tutulan türlü uruğların bundan faydalanarak arı düşecekleri muhakkaktı. Nitekim Göktürk ilinin muhtelif yerlerinde birbirini takibeden ayaklanmalar başgösterdi ve Göktürk kağanlığı süratle dağılma yoluna girdi.

Selenge ırmağı çevresinde yaşayan Uygurlar (Çinlilerin Huey-hu'ları) Karluklar (Ko-lo-lo) ve Basmıllar (Pa-si-mi) 742 yılında üçü birden ayaklandılar. Bu mücadelelede Ko-to-şe-hu kağan öldürüldü. Basmılların boşluğu kendini han ilan etti ve "Kie-tie-i-şi han" lakabını aldı. Uygurların iki reisi kendilerini sağ ve sol "yabgu" (şe-hu) ilan etmişlerdi; aynı lakab iki Karluk reisi tarafından da alındı. Uygurlar ve Karluklar kendi aralarında anlaşamayınca, Çin imparatoruna elçi göndererek, almış oldukları lakabların tasdikini rica ettiler. Basmıllar, Uygurlar ve Karluklar arasında patlak veren bu anlaşmazlıktan Göktürkler istifadeye kalkıştılar. Bay Kültigin'in olu tahta çıkarak "Usu-mi-şi han" lakabını aldı; oğlu Kolaça'yı da Batı "şad"ı yaptı. çin imparatorundan bir elçi gelerek Usumişi handan Çin'e tabi olması talebinde bulundu. Kağanın bunu reddi üzerine, Çin sarayı basmılları, Uygurları ve Karlukları Göktürklere KArşı harekete geçirdi. Usumişi kağan bu bileşik hücuma dayanamadı, yenildi ve Ötüken sahasına çekildi. Bunun üzerine Batı Yamgusu olan Apusse, ve Batı şadı Kolaça, beş bin çadır halkıyla Çin imparatoruna tabi oldular.

744'te Basmıllar Göktürklere karşı hücumlarını yenildiler. Göktürkler bu defa da mağlub edildiler: Usumişi kağan öldürüldü; kağanın kesilmiş başı Çin paytahında gönderilerek, cedler mabedinde imparatora takdim edildi. Maamafih bu lezimetten sonra da Göktürklerin henüz tamamıyla kuvvetten düşmedikleri anlaşılıyor. Usumişi kağanın küçük biraderi Bmeytigin (Pe-mei-te-le-kin-ko-long-fu) tahta çıktı ve Bemey (Pemey) han adıyla idareyi ele aldı.

Fakat Göktürk ilinde durum artık çığrından çıkmıştı, her tarafta başgösteren karışıklıklar devletin kuvvetini temelinden sarsmıştı. Bu karışıklıklarda bilhassa Basmılların mühim rol oynadıkları görülüyor. Bunun içindir ki Göktürk beyleri, nihayet Basmı büyüklerinden birini han seçmek mecburiyetinde kaldılar. Basmılların reisleri Aşena neslinden neşet etmekte kağan olmak hakkını haiz olduğu sanılmıyordu. Fakat başa Basmıl kağanı geçince de Türk ilinde sukunet temin edilemedi.

Bu defa Göktürk tiginlerinden Apota, Bemey Kağandan ayrılarak kendini kağan ilan etti; ona bir uruğ katıldı. Bununla Türk ilindeki karışıklık son haddini buldu. Apota kağanın, Sa-ho (İli?) ırmağı boyundaki dağlara çekilerek mücadeleye devam ettiğini görüyoruz. Sözde o taraflarda asayiş temin, aslında ise Türkleri tedib maksadıyla gönderilen Çin kuvvetleri apota kağanı yendiler ve askerlerini dağıttılar. Bundan sonra daha bir müddet için Batı ilindeki Türk uruğları Göktürk Devletini muhafaza için mücadeleye devam ettiler.

Bu karışık duruma nihayet Uygurlar son verdiler. Uygurlar Karluklarla birleşerek Bamılların hanlarına öldürdüler. Uygurların reisi Kutluğ Bilge Kül han (Ku-li-pey-lo, Ko-to-lo-pi-kia-kiue han) unvanını alarak,118 745'te kendini kağan ilan etti. Uygurlar, Beyem Kağan'ın idaresinde kalan Ötüken dağları çevresinde ele geçirmek üzçere harekete geçtiler. Çetin mücadeleden sonra Göktürk kuvvetleri mağlup edildi. Ötüken sahası Uygurların eline geçti ve Bemey Kağanın kesilmiş başı Çin imparatoruna gönderildi.119

Fakat mücdele henüz tamamıyla bitmiş değildi. Bu defa bilge İlteriş kağanın hutanı Po-fu (Tonyukukuk'unkızı), kalan Göktürk uruğlarının başına geçti. Fakat Po-fo hatun artık durumu kurtarak kuvvete malik değildi; bu defa Göktürk uruğlarını Uygurlar tarafından büsbütün imha edilmekten kurtarmak maksadıyla, Çin ülkesine itica ve Çin imparatorunun tabiiyetini kabul şıkkı ihtiyar edildi. Po­fu hatunun önderliğinde, Göktürk uruğlarından kalabalık bir kitle, Çin'e göç etmek üzere yola koyuldular ve durdurulmaksızın Çin sınırlarına vardılar. Çinliler bundan fevkalade memnun kuldılar. İmparator tarafından Po-fu hatunun şerefine, büyük sarayların birinde mükellef bir ziyafet verildi. Gelen Türk uruğları Çin arazisinde yerleştiler. Maamafih az sonra Uygur kağanın ricası üzerine Çin hükümeti, Kutluğ Bilge kağanın hatunu Po-fu'yı, kağana "hatun" olarak gönderdi.120 552 yılından beri Çin imparatorluğu için daima endişe ve korku kaynağı olan Göktürk Kağanlığı bu suretle sona ermiş; bu büyük Türk devletinin kalıntılarının Çin tabiiyeti ve hizmetine alınmakla Çin, kendi siyaseti adına büyük bir başarı elde etmiş bulunuyordu.

Bu suretle, Çin diplomatı Çang-sun-çing'in Şapolyo (Asparuh) kağan zamanında (581'de) tavsiye ettiği "Türk siyaseti" mükemmel bir semere vermişti. Türk ilinde, Çinlilerin teşvikiyle başlanan ayrılıklar, iç mücadeleler, Türk ilinde, Çinlilerin teşvikiyle başlanan ayrılıklar, iç mücadeleler, Türk devletinin tamamıyla zafa uğramasına sebep olduktan başka, Türk uruğ ve tiginlerinin (prens) birbirlerine karşı amansız bir düşman olmalarını sağlamıştı. Bunun icabı olarak Çinliler, eskiden beri iddia ettikleri hak üzere, ayrı Türk uruğları arasında hakem rolünü oynamak imkanını elde etmişlerdi. durum büsbütün karışarak, Türk boyları birbirine görünce, Çinliler askeri kuvvet göndererek kendi hakimiyetlerini tesisten geri kalmadılar. Göktürklerin yerine geçen Uygurlar da ancak Çin imparatorunun muvafakatı ile, Ötüken mıntıasına hakim olabildiler.

Eski Türk geleneğine göre Orhun yazıtlarında defalarca belirtildiği üzere, Ötüken mıntısını elde tutan Türk kağanı, bütün Türk uruğlarının başı sıyılırdı. "Ötüken ormanı memleketi idare edecek mahaldi Türk Milleti Ötüken topraklarında oturup, kervan ve kafile gönderirse (yani yabancı memleketlerle ticaret yaparsa) hiçbir mihnet ve zarurute olmazdı." "Türk milleti" Ötüken ormanında kalırsa ebediyen mülk tutup, tok oturacaktı. Fakat Uygurların baskısı altında Göktürk Uruğları "Ötüken yışı" (ormanı) bırakıp gitmek zorunda kaldılar. Bunnular 552'de kurulan Göktürk Kağanlığı, yüz doksan üç yıl, aradaki otuz yıllık Çin hakimiyeti devri çıkaralırsa, yüz altmış üç yıllık bir varlıktan sonra, dağıldı. Maamafih, Ötüken mıntıksını ele geçiren Uygurlar yine bir Türk uruğu idi. Uygur kağanı da yine Aşena sülalesindeng eldiği biliniyor. Eski Göktürk uruğlarından birçoğu yine eski yurtlarında kalmışlardı. Bu suretle yine kurulan "Uygur Türk Kağanlığı, esas itibariyle, yine "Göktürk Kağanlığı"nın devmından başka birşeş değildi. Değişen şey ancak sülale ve hakim duruma geçen yeni uruğlardı.

Sonuç

Bumin Kağan İstemi yabğu tarafından, 552 yılında kurulan Göktürk Kağanlığı, "Türk" adını taşıyan ilk "Türk Devleti"dir. Maamafih "Türkçe" konuşan kavimlerin bu tarihten çok evvel de muntazam teşkilatlı devletler kurduklarını tahmin etmeliyiz. Hiç olmazsa, Çinlilerin "H"yung-nu" dedikleri büyük imparatorluğun (M.Ö. 209'dan, M.S. I. yüzyıla kadar) ilk "Türk" devleti olduğu kuvvetle muhtemeldir. Fakat bu tarihlerde henüz "Türk" adı yoktu; "Türk" ırkına mensup muhteli kavimler, türlü adlar taşıyorlar ve muhtelif isimler altında devlet kuruyorlardı. "Türk" adını ise ancak milattan sonraki yüzyıllarda meydana geldiği, VI. yüzyıldan itibaren de yayıldığı kabul edilmelidir. Göktürk Kağanlığı "Türk" adını almakla VI. yüzyıl ortalarında "kuvvet ve kudret" manasına gelen "Türk" adını etnik manadan ziyade, siyasi bir karakter taşıdığını kabul etmeliyiz.

Yalnız siyasi hatlarını aydınlatmağa çalıştığımız bu yazıda Göktürk Kağanlığnıın nisbeten kısa süren tarihinden vukubulan olayların nasıl geliştiğini göstermeğe çalıştık. İçten Türk uruğlarını bir idare altında toplamak ve Türk devletini kuvvetli olarak ayakta tutmak, Göktürk Kağanlaranın başlıca gayeleri idi. Dıştan ise-büyük Çin Imparatorluğu'na karşı istiklali muhafaza etmek ve Çin müdahalesini önlemek mecburiyeti vardı. Göçebelik şartlarının icabına göre mükemmel bir teşkilatı olan ve çok eski Türk geleneklerine dayanan Göktürk Kağanlığındaki yaşayış tarzı, devlet idaresi, ekonomik ve sosyal hayat ve nihayet kültür seviyesi o devirlerde ve o şart ve imkanlar içinde kendine has bir anlayışı, görüş ve faaliyet meydana getirmişti. Bugünkü telakkilere göre bu devir Türk tarihi için "ideal bir devir" olarak görünmeyebilir. Fakat, büyük medeniyetler ve dinlerin (Buddizm, Maniheizm, Hıristiyanlık, Müslümanlık) tesirlerinden önceki "hakiki Türk" vasıflarına fazlasıyla malik bulunan bu devrin bizi kuvvetle çeken cazibeleri olduğu şüphesizdir. Göktürk tarihinde hep akınlardan, savaşlardan, zafer ve hezimetlerden bahsedilmesi- bu Türk uruğlarının ancak "harb" yapmak için dünyaya geldikleri manasına alınmasını. Bütün milletlerin tarihlerinde böyle "kahramanlık" (heroıque) devirler mevcuttur; bütün milletlerin hayatında -milletin varlığı için mücaüdele edildiğini; devlet ve millet kuvvetlendiği zaman- hemen yabancı ülkeler üzerine seferler açıldığını görüyoruz ve hâlâ görmekteyiz.

Göktürk Kağanlığı sınırları içinde, "Türk Kağanlırı"nın idaresinde yaşayan Türkler de, tarihin her devrinde ve her kavminde görüldüğü gibi, bulundukları şartlar içinde yaşamışlar, mücadele etmişler, varlıklarını idameye çalışmışlar, kendilerine göre eğlenmişler, sevinmişler veya ızdırap çekmişlerdi. Göktürk yazıtlarını kıymet vererek, severek ve anlayarak, sözüne ve özüne nüfuz etmeye çalışmak suretiyle okuduğumuz zaman bundan 1400 yıl evvel yaşayan kahraman ata ve dedelerimizin, hakimane görüşlerini anlar, silah şakırdılarını, se-vinç kahkahalarını duyar veya ızdırap gözyaşlarını görür ve yaşlarını içden hisseder gibi oluruz.


1 De Groot, Die Hunnen der Vorchristlichen Zeit, Berlin 1922, s. 9.
2 H'yung-nu'lardan başlayarak Göktürk ve daha sonraki devir Türk Tarihi için en mühim kayıtları ihtiva eden bu çin kaynakları Deguingnes'den itibaren sinologlar tarafından işlenmiştir. N. Ja. Bicurun (Iakinf), Stanislas Julien, Bretschneider, Parker, Chavannes, De Groot, Pelliot, McGovern, ve W. Eberhard'larının tercümeleri sinolog olmayanların bu sahadaki tetkikleri için esas teşkil edir. Biz de çin kaynaklarından bunlar vasıtasıyla faydalandık. (Bk. Bibliografya)
3 lakinf, bölüm Vı, 220-300; J. A. 1864, t. 3. ve t. 4
4 Theophanes tarihinden iktibas (Corpus scr. Hist. Byz. Bonn 1839), 484 p: Menander tarihinden (Bonnus Corpus) s. 295, yine, s. 380.
5 W. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 27.
6 Bab 84. fol. 1. (O. Franke, Meitrâge zur Kenntnis der Türkvölker Berlin, 1904, s. 13.
7 Gabelentz, Wien 1837.
8 Bibloitheca Geographorum Arabicorum, ed. M. J. de Goeje, V, 229.
9 Zeyn al-Ahbar, s. 80 (W. Barthold neşri, Ot10 Deguignes, Historie generale... II, 5.
11 Hammer, Tarihi I, ı.
12 B. Munkaci, Di Bedeutung des Namens der Türken. Körösi Csoma Archivum I, s. 59 v.d.
13 Fuat Köprülü (zade), Türkiye Tarihi, I, s. 25. not.
14 Thomsen-Festschrift, (1912), s. 151.
15 Constantin Prophyrogennetos, De Administrando Imperio (Bonnus Corpus). s. 165.
16 Bk. ayrıca: L. Rasony, Dünya Tarihinde Türklük, Ankara 1942, s. 28.
17 Samlede afhandlinger III. Kopenhagen 1922. (Bk. bibliografya)
18 Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 27.
19 P. Pelliot, T'ong Pao, 1915, s. 687.
20 W. Eberhard, Çin'in Şimal Komşuları, s. 87.
21 S. V. Kiselev, Dreunjaja istorija Sibiri (1951), s. 495 A. Bernstam, Türk Kağanlığının kuruluş ve gelişme sahasının Altay çevresi olduğunu bilhassa tebarüz ettiriyor: Socialno-ekonomi22 Iakinf, I, 228, Julien bu yılı 445 olarak tercüme etmiştir.
23 Iakinf'te hep "Aşina".
24 J. A. 1864, t. 326-327; Iakinf, I, 221.
25 J. A. 1864, t. 3. 327-328; Iakinf, I, 221-2.
26 J. A. 1864, t. 3. 350 p. Altın kurt başlı başrak olduğu: Iakinf, 229.
27 Oğuz Kağan Destanı W. Bang ve G. R. Rahmeti, İstanbul 1936, satır 139-155.
28 Ebulgazi Bahadur Han, Şecere-i Türk Desmaison neşri.
29 W. Eberhard, Çinin Şimal Komşuları, s. 91.
30 Vey-şu, bab 106 a, s. 2164 d. (Prof. W. Eberhard tarafından verilen malumata göre).
31 Vey-şu, bab 106 a (Eberhard).
32 Vey-şu, bab 27, s. 1967 a (Eberhard).
33 J. A. 1864, t. 3. s. 333.
34 W. Eberhard, Lexicon No. 1371. (Basılmamış).
35 De Groot, Hunnen d. vorchr. Zeit, s. 107.
36 Iakinf, I, 220.
37 J. A. 1864, t. 3. 348-9.
38 Julien'e göre: 545.
39 Julien'e göre 546; Chavannes da 546 yılını kabul ediyor: Documents, s. 221
40 Iakinf, I, 228, Chavannes, Documents, s. 22
41 Iakinf, I, 228; Chavannes, Documents, s. 222
42 Iakinf, I, 228: Ili-Han Bununla "Ilig-han" kasdedilmiş olmalıdır. Göktürklerde "Iliğ" lakabı için bk. A. von Gabain, Köktürklerin tarihine bir bakış (Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1944, cilt II, sayı 5, s. 687.
43 Chavannes, Documents, 47. p.
44 Chavannes, Documents, 47. p: son titre etait la-che-hou (grand yabgou)
45 Iakinf I, 228: 553 yılında öldüğü. (not 6.)
46 Iakinf, I, 225, bir az başka türlü tercüme etmiştir: "Eğer Yan'lo'yu tahta çıkarırsanız, biraderimle birlikte ona hizmet edeceğim; Daloben'i çıkarırsanız, sınırları muhafaza ederken, keskinkılıç ve uzun kızrakla kendisinin yanıma gelmesini bekleyeceğim."
47 Iakinf I, 235: Illifülü Şe Mohe Şibolo-han.
 

Yorumlar (0)