SAKA-TÜRK İLİŞKİSİ - Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun

SAKA-TÜRK İLİŞKİSİ


Arkeolojik kazılardan, dil verilerinden ve efsanevî rivayetlerden çıkan sonuçlara göre Türkler M.Ö. üçüncü ve ikinci binlerde Ural ile TanrıAltaySayan dağları arasındaki bozkırlarda yaşamakta idiler. Merkezleri Işık Göl ve Çu havzası idi. M.Ö. 800 yıllarında Çin imparatoru Hunların atalarına saldırdı. Hunlar batıya çekildiler ve komşularını da batıya ittiler (Ögel 1981: 42). Tarih boyunca Avrasya bölgesinde çok sık karşılaşılan büyük bir göç dalgası oluştu. Bunun sonucunda Massagetler Sakalan yenerek batıya sür­düler. Böylece Karadeniz'in ve Kafkasların kuzeyinde Sakalar büyük bir güç olarak ortaya çıktı. Bölgede yaşayan Kimmerler Sakaların önünden kaçıp Kafkasları aşarak 8. yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Orta Anadolu'ya girdiler. Sakalar da onları izleyerek Orta Anadolu ve Filistin'e kadar uzan­mışlar, M.Ö. 7. yüzyılda Ön Asya'da büyük bir güç olmuşlardır. Urartular, Medler ve Perslerle sürekli savaşmışlar; M.Ö. 585 yıllarında Urartuları ortaian kaldırmışlar, fakat Perslere yenilerek tekrar Kafkasların kuzeyine çekilmişlerdir. Pers hükümdarı Dârâ'nın M.Ö. 513'te İstanbul Boğazı'nı geçerek ve Karadeniz'in batısını dolaşarak Sakaların üzerine yürüyüşü meşhurdur.

M.Ö. 7. yüzyılda Sakaların Asurlularla dostane münasebetleri olmuş, Asur kralı Asarhaddon (M.Ö. 680668) Saka hükümdarı Bartatua'ya kızını vermiştir. Batıdan Gotların, doğudan Sarmatların baskısı altında kalan Sa­kalar milât yıllarında tarih sahnesinden çekilmişlerdir (ÇayDurmuş 2002: 494502). Sakalarla Med ve Perslerin mücadeleleri Şehnâme'deki İranTuran mücadelelerinin esasını teşkil eder. Fars kaynaklarında Saka, Yunan kaynaklarında Skit(ai), Asur kaynaklarında Askuz(ai)/İskuz(ai), Urartu kaynaklarında İşkıgulu olarak geçen Sakaların kökeni hakkında fikir birliği yoktur. J. Fressel (1886), W. Tomaschek (1888), A. Herrmann (1921), J. Junge (1939), R. Grousset (1939), P. Golden (1992) gibi batılı bilginlerin birçoğu Sakaları İranî bir kavim kabul eder. Bunlardan bir kısmı Türklerin atalarının da Saka İmparatorluğu içinde yer aldığını düşünür. Bazı Rus bil­ginlerine göre ise Sakalar Slavların atalarıdır.

  1. yüzyılda B. G. Niebuhr, daha sonra K. Neumann (1855), A. D.


Mordtmann (1870), H. Kiepert (1878), O. Franke (1904), E. H. Minns

(1913), G. W. B. Huntingford (1935) gibi batılı araştırıcılar Sakaların Türk

Moğol olduğunu kabul etmişlerdir. Türk bilim adamlarından Zeki Velidi

Togan (1946), Emel Esin (1978), Taner Tarhan (1979), Yılmaz Öztuna (1990), Salim Koca (1990), Abdülhalûk Çay ve İlhami Durmuş (2002) Sa­kaların Türk olduğu görüşündedirler (ÇayDurmuş 2002: 483486).

Saka sözü Türkçe Yaka (kıyı, kenar) kelimesinin İran dilinde aldığı bi­çim olmalıdır. Nitekim bugün de Yakut Türkleri kendilerine Saha demekte­dirler ve Saha, Genel Türkçedeki yaka'nm Yakutçadaki karşılığıdır. Skit ise Saka sözünün Türkçe ve Moğolcada kullanılan +t çokluk ekiyle oluşturul­muş Sakat veya Sakıt biçiminin (krş. Oglanoglıt, tarkantarkat, KereyKereit) Yunancalaşmış şeklidir. Askuz(ai) Asur dilinde, İşkıgulu ise Urartu dilindeki çokluk biçimleri olabilir. Zeki V. Togan, Saka boyları olan Targutae, Skolot ve Paralat'ların adlarını Türk, Çigil, Barula boy adla­rıyla birleştirir (Togan 1981: 35). Dikkati çeken nokta her üç boy adında da Skit'te olduğu gibi +t çokluk ekinin kullanılmış olmasıdır. Kavim ve boy adlarında geçen +t çokluk eki, Sakaların bir Altay kavmi olduklarının en önemli delillerinden biridir.

Zeki V. Togan karım paluk ve Temerinda kelimelerine de dikkat çe­ker. Bunlardan birincisi Karadeniz İskitleri dilinde bir balık adıdır; ikincisi ise İskitlerde Azak denizinin adıdır ve Plinius Secundus tarafından kelimenin ilk yarısının "deniz" demek olduğu açıklanmıştır (Togan 1981: 35). Paluk sözünün Türkçede balık ile, temer sözünün de eski Bulgar Türkçesindeki (deniz) ile aynı olduğu açıkça görülmektedir. "Bütün cesaretlerin başı" anlamına gelen Artimpaşa ve "denizin babası"anlamına gelen Thamimasadas tanrı adları da (ÇayDurmuş 2002: 489) Türkçe ile açıkla­nabilir. Artimpaşa açıkça erdem başı'dır. Erdem, Eski Türkçede "hüner, yiğitlik ve fazilet" demektir. Thamimasadas, ata olarak açıklanabilir,

eski Bulgar Türkçesinde "deniz" demektir. Aynı şekilde Herodot'un İskitlerde "ev ve aile tanrısı" olarak belirttiği Tabiti (ÇayDurmuş 2002: 490) ile Türkçe tap fiili arasında açık ilgi vardır. Üstelik aynı fiilden türe­miş olan tabu, KaraçayMalkar Türklerinde ocak tanrıçasıdır (Tavkul 1997: 145). Saka veya Massagetlerin kadın hükümdarı Tomiris ise P. Wittek'in ihtimal olarak düşündüğü temir (demir) kelimesiyle açıkça ilgili olmalıdır (Togan 1981: 409). Sakalardan kalan cartasis adı da "kardaş" şeklinde açıklanmıştır (Togan 1981: 406).

Sakaların yaşayışları, gelenek ve görenekleri de eski Türklerle hemen hemen aynıdır. Sakaları İranî bir kavim sayan Rene Grousset dahi bu duru­mu kabul eder: "Fizikî tip ve dil olayları bir tarafa, Yunan tarihçilerinin bize anlattığı veya Yunanİskit vazolarının bize gösterdiği İskitlerin, Çinli tarih­çilerin tasvir ettiği veya Çinli sanatkârların çizdiği Hunlar, Göktürkler ve Moğollara kültür durumu ve umumî yaşayış tarzı bakımından benzediklerini

 

gördüğümüzde şaşırmamak gerekir. Bu iki grup arasında birçok törenin or­tak olduğunu görmekteyiz, bu, gerek aynı hayat tarzının İskitlere ve Hunlara aynı çözüm yollarını sağlamasından (meselâ Hun atlı okçusunda olduğu gibi İskit atlı okçusunda da, Akdenizlinin veya ilkel Çinlinin entarisi yerine pan­tolon ve çizme ve hatta üzenginin kullanılması), gerekse İskit toplulukları ve Hun topluluklarının aynı kültür sahası ile olan coğrafî temaslarının aynı uy­gulamaları vermesindendir." (Grousset 1980: 26).

Gerçekten de Hipokrat, Herodot gibi eski Yunan kaynaklarının anlattığı İskitlerin yaşayış tarzları ve kültürleri, eski Türklerinkine çok benzer. Dört tekerlekli arabalarla çekilen keçe evler, kısrak sütünden içki (kımız), at kül­türü, domuz beslememe, şarapla kanı karıştırarak ant içme, ölünün arkasın­dan kulak, burun ve yüz yırtma hem Sakalarda, hem de eski Türklerde mev­cuttur (ÇayDurmuş 2002: 490492).

Güney Sibirya kültürleri ile Saka ve Hun sanatında görülen hayvan üs­lûbu da aynıdır. "İskit veya Hun, Bozkır sanatkârları, çoğunlukla ormanlar­daki sarmaşıklar gibi, ölümüne birbirleriyle mücadeleye girmiş hayvanları temsil ediyorlardı. Uzuvların ezilmesi, yırtıcı hayvanların, akbabaların veya ayıların pençelerinde kıvranan geyikler ve atlar dramatik sanatın hoşlandığı konulardı." (Grousset 1980: 32).

Bir başka önemli nokta, eski tarihçilerin Sakalardan hep Türk olarak söz etmeleridir. 6. yüzyılda Bizans tarihçisi Menandros "bugün Türk denilen halk geçmişte Skit/Saka diye anılıyordu" demektedir (Baykara 2002: 388). 8. ve 10. asırlardaki Dakikî, Nesefî, Bel'amî, Narşahî, Sa'lebî gibi Doğu İranlı ravi ve müellifler de milâttan önce Kazak bozkırlarında yaşamış olanları hep Türk sayarlar. Eğer oralarda İranîler asırlarca süren bir imparatorluk kurmuş olsalardı 810. asrın bu İranlı müellifleri bunu mutlaka belirtirlerdi (Togan 1981: 409). Nitekim 11. yüzyılın başlarında yazılmış İran destanı Şehname de Med ve Perslerle Sakaların mücadelelerini İranlılarla Turanlıların mücadelesi olarak anlatır.

Almatı'nın 50 km kadar doğusundaki Esik (Issık) kurganında yapılan kazılardaki buluntular da Sakalarla ilgilidir. Esik kurganını bulan Akışev'e göre "Esik mezarı Alatağ silsilelerinin kuzey yamaçlarından Ila vadisine ıkan bütün Sakai devri mezarlar ve Altunyış dağlarındaki Pazırık devri mezarlar ile, ırk ve kültür bakımından, müşterek hususiyetler göstermekteir." (Esin 1978: 22). Emel Esin, Akışev'in bu tespitinden hareketle şöyle demektedir: "Pazınk devri Altay mezarlanndaki kısmen europeoid, kısmen mongoloid ırkın Türkler ile eş ırktan olduğu neticesine varıldığını yukarıda kaydettiğimize göre, Esik mezarlığında ve diğer Sakai devri mezarlanndaki medfun (gömülü) olanlar için de mümasil (benzer) neticelere varmaktayız." (Esin 1978; 2223).

Esik kurganında, Türkiye'de "altın elbiseli adam" olarak tanınan 16 yaşlarında bir ceset bulunmuştu. Kısa kaftanı ve çizmeleri, üçgen şeklinde altın levhalarla kaplıydı. Sivri başlığında oklar ve kuş tüyleri bulunuyordu. Başlığın "tepesinde, altından bir küçük yabanî keçi heykeli" vardı (Esin 1978: 23). Başlık, elbise ve kemer üzerinde at, dağ koyunu, pars gibi çeşitli hayvanların tasvirleri de bulunmaktaydı. Kurganda, altın elbiseli adamdan başka, altın küpe ve yüzükler, kılıç, kama, ok ve kamçılar, aynalar, altın, gümüş, tunç ve ağaçtan kaplar ve kadehler de vardı. Gümüş kadehlerden birinin üzerinde Köktürk harflerine benzer 24 harften oluşan bir yazı bulun­maktaydı (Esin 1978: 2324). Bu yazı üzerinde Kazak bilginlerinden O. Süleymanov ve Türk bilginlerinden N. Atsız tarafından Türkçe okuma de­nemeleri yapılmıştır. Yazının Türkçe olduğu kanıtlandığı takdirde hem kur­ganın Türklere ait olduğu kesinleşir; hem de Köktürk yazısının geçmişi M.Ö. 54. yüzyıla dek eskiye gider.

Altın elbiseli adamın başlığının tepesinde bulunan, altından yapılmış yabanî keçi heykeli de kurganın Köktürklerle ilişkisi olabileceğini düşün­dürmektedir; çünkü dağ keçisi, Köktürk hanedanının armasıdır ve hanedan üyelerine ait anıtlar üzerinde daima dağ keçisi arması vardır. Ayrıca Esin'in Chavannes'dan aktardığına göre "KökTürk devrinde, kama ve kamçı hü­kümdarlık, ok ise boy timsali sayılıyordu." (Esin: 1978: 191).

Yorumlar (0)