21.12.2023, 20:30

1) TÜRK'TEN TÜRKÇE

Biliyorsunuz Türkçe sözcüğü Türk sözcüğüne yapım eki gelmesiyle oluşuyor. Öyleyse Türkçe diye tuttururken anlatmak istediğimiz Türk'ü kısaca (uzun anlatımına betikler gerek) anlatalım.

Kişioğlunu 2 özelliğiyle tanımlayalım. Kimlik ve kişilik.

Kişiliklerinizi bilemeyiz. Etkilemek, değiştirmek gibi bir derdimiz de gücümüz de yok. Bıyık mı sakal mı seviyorsunuz? Saçınızı ne renge boyuyorsunuz? Kot mu takım elbise mi kullanıyorsunuz size kalmış.

Bizim derdimiz kimlik, ulusal kimlik.

İşte Türklük de bir kimlik. Kimi zaman bu iki kavram karıştırılsa da bireylerin kişiliklerinden kaynaklı olumsuz tutum ve davranışları (Ör. kadın cinayetleri, çocuk istismarları vb.) kimlik gibi tüm toplumun, Türk’ün, Türklüğün sırtına yüklense (yererek) de. Türklük kavramı için asıl belirleyici olan kimlik, ulusal kimliktir ve derdimiz bunun yok olmamasıdır.

Kişioğlunun ve toplumların (ortak bir) kimlik sahibi olması, ulus olmasını sağlar. Tam burada Türkçe bakışımız devreye giriyor. Sanıldığı gibi ulus olmamızı sağlayan ya da en ufak duyarlılıkta sabah akşam gösterilip ortak değerimiz ve ulusal kimliğimizin tek olgusu yapılan “Bayrak” (Bkz. Bayrağı öpen çocuk, bayrağı seven kedi vb. izletiler) ya da “Yurt” (Bkz. Kardak Kayalıkları, Süleyman Şah arazisi vb.) gibi toprak sorunları...

Oysa ilk okuldan beri bize ulus olmanın öğretilen 3 özelliği var. Toprak, bayrak, dil.

Bilindik öyküdür. Kuş yavrusu yumurtasından çıktıktan sonra yuvada annesince yerinden dahi kıpırdatılmadan ağızdan ağıza beslenir ve yeterince büyüdüğünde annesi uçmayı da öğrenmesi için onu yuvadan aşağı iterek artık kanatlarını açıp uçmasını ister, bekler.

O yavru kuş, yuvasında büyürken yuvanın korunaklı olması için küçücük bırakılan o girişinden dışarıyı görür. Yağmuru, karı izler. Babasını tanır. Bir de çevrede, dalda gezenleri.

Söz gelimi yılanı görür sürünürken, ya da fareyi görür kemirirken. Dolayısıyla kendisini de onlara benzetebilir, onlardan sanabilir, özenebilir. Bunu bugünkü çocuklarımız, gençlerimiz olarak düşünün. Onlarda sabah gidip akşam gelen yorgun babaları ve ev işlerini yetiştirmekten çocuklarını yetiştirmeye vakitleri azalan anneleri gibi dışarıda ya da evde de olsa dışarıya açılan sanal ortamlarda (popüler, sürekli gösterilen) özenilesi, örnek alınası! kişileri görürler, gösterilir.

Daha okul çağı gelmeden (hatta okul çağına gelmeden ana okulunda İngilizce/ YABANCI dil öğretmeye başladık. Bunu da anlatacağız!) tv, telefon ile çocukların kaç yaşında bu ortamlara girdiğini bir düşünün.

Kimliklerinin oluşma sürelerine, daha okul çağına, bilinçli eğitim çağına gelmeden. Sonra zaten geç kalınmış bir dönem!

Çocuklarımız, yuvadaki minik kuş gibi, gördüğü farklı, ilgi çekici, kendisini ararken "acaba ben böyle mi olacağım, ben de böyle mi yapacağım" sorularıyla büyürken. Kuş bile yavrusuna kim olduğunu öğretmek için bir yol izlerken biz çocuklarımızın kimlik kazanması için ne yapıyoruz? Oysa dünya önce ulus devletlere sonra kimliklere hatta şimdi de cinsiyetlere (!) karışmaya başladı. Bizse yalnızca kalede kendisine gelen şutları karşılayan kaleci gibi savunma yapıyoruz. Ama tabi şutların kimisi gol oluyor.

Yine kendi çocuklarımıza, kendi çocukluğumuza dönelim. Sormadık mı "ben kimim, neyim?"

Önce hangi saç bana yakışıyor? Sonra nasıl giyinmeliyim bg.

Peki bizim çocuklarımızda bu kimlik ve kişiliklerinin oluştuğu dönemleri nasıl, neyle, kimleri izleyerek geçiyor?

Yuvamızdaki minik kuş kendini yılan, fare sanarken, annesince günü gelip de yuvadan uçması gerektiğinde, yuvadan aşağı itildiğinde kanatlarını açmalı yoksa çakılacak. Öyle de olur. Ya kanatlarını açar ve uçar ya da kendini yılan ya da fare sandığından çakılır.

İşte bizim de çocuklarımız kendi kanatları ile uçmaları gerektiğinde ya da kendi ayakları üzerinde durmaları gerektiğinde diyelim; doğru kimliği vermezsek yaşama çakılarak başlar ve yaşamları boyunca yabancı bir kültür, ortam dahası kendilerine yabancı bir dünyada yaşar gibi kimliksiz yaşarlar. Ulusal topluma yabancı, hatta reddeden. Sorun çıkaran, tepki besleyen.

Bizim çocuklarımız ne sürünmeyi alın yazısı olarak gösterenler gibi sürüngen bir yılan, ne de insani değerlerimiz, ulusal ortaklıklarımız yerine farklılıkları (birilerine göre zenginlik mi demeli) öne çıkarmaya çalışan mozaikçi, toplumu kemiren bir fare olmadıklarını, onların kim olduğu sorusuna tarihten süzülüp gelen övünülesi bir kimlik olan adlarını öğrenmeliler.

Bir düşün! Başların üstünde kağanlık tuğunu

Ruh duyar orada, ölürken bile Türk olduğunu!

H. N. ATSIZ

Yazının ardı için "2)Türk'ten Türke"

Yorumlar (0)