11.08.2023, 20:53

Arapların Türkistan’ı İstila Girişimi

Araplar, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde İran’a girdiler. Şiî Perslerin (Farslar) bu iki Arap halifeye olan düşmanlıklarının altında yatan gerçek neden mezhepsel değil, bilinçaltlarındaki bu ulusal kindir hatta. Araplar kendi dillerini bilmeyen bu topraklara dilsiz, bilgisiz gibi anlamlara gelen “Acem” adını verdiler. Ülkede yaşayanlara da Acemî… Ve yine Arapçada “p” sesi ve damgası (harf) olmadığı için Perslerin devamı olan halk Fars olarak adlandırıldı. Biz Türkler bile sırf bu Arapça takıntısı yüzünden yüzyıllardır komşumuz olan Perslere Fars, dillerine Farsça der olduk. İşin tuhafı İslam diniyle ilgili abdest, namaz, oruç, peygamber diye giden birçok terim Arapların dilsiz, bilgisiz dediği Perslerin yani Farsların dilinden çıktı. Çünkü sanılanın aksine Arapça zengin bir dil filan değildi. Çölde yaşayan bir dil nasıl zengin olsun ki? Orhun anıtlarındaki sözcük sayısının Kuran’da geçen sözcük sayısından misliyle fazla olduğunu kaç kişi biliyor ki bu ülkede? Ve yine Türkçede çok sayıda ünlü damga (harf) varken, Arapçada yok denecek kadar az olduğunu… Ama Türk’seniz, anadilinizle konuşup Tanrı demeyeceksiniz. Niye? Persler (Farslar) için iyi (sevap) olan Türkler için kötü (günah) olur da ondan. Mangal -affedersiniz- cehennem ateşinden korunmak için İbranîlerin Rabb’ını, Zerdüştlerin Yezdan’ını da kullanabilirsiniz. “Türk dilin Tanrı buyurdu Cebrâil / Türk dilince söylegil dur git didi / Türk dilince Cebrail “hey dur” didi / Durugel uçmagın terkin ur didi” diyen -Karamanlı ülkesinin çerağı- pîrimiz Kaygusuz Abdal’a rahmet.. Ve tabi -bir başka Karamanlı- Yunus Emre’ye de…

Türkler, Kafkasya ve Güney Türkistan’da İslamiyet’in değil Arap/Emevî Devleti’nin yayılmasını engellediler. Zaten Türk devletlerinin buyruğu altında yaşayan halk din ve dinî çalışmalar (misyonerlik) konusunda özgürdüler. İsteyen istediği dine inanabilir, bağlanabilirdi. Böyle olduğu için de Türkler arasında Tengri inancı dışında Burhanîlik/Budizm, Hıristiyanlık, Musevîlik/Yahudilik, Müslümanlık dinleri ve bunların alt kolları yani mezhepler de varlığını sürdürebiliyordu. Öyle ki Suriye’den, Irak’tan giden Süryani papazlar bile Türkistan’da kabul görüp, taraftar bulabiliyordu. Hatta Doğu Türkistan’dan gelen bir Uygur Türk’ü, Irak’ta 1271 yılında yapılan oylamada patrik seçilmiş ve “Mar Yahballaha” unvanı alarak 1317 yılında ölünceye kadar yani otuz altı yıl boyunca Süryanî/Nasturî patriği olarak görev yapmıştır. Dolayısı ile Arapların amacı İslam’ı yaymak olsaydı bunu hocalar eliyle de yapabilirdi. Gerçek apaçık ortada iken “iyi ki Kuteybe bizi kesmiş yoksa Müslüman olmazdık” gibi kansızca, soysuzca lakırdılar etmek tarihin en eski dönemlerinden beri tek Tanrı’ya inanmış ve hiçbir zaman puta tapmamış olan atalarımıza ne menem bir haksızlık ve de saygısızlıktır. Tarihe dincilik takıntısıyla değil -ulusal- kimlik bilinciyle bakılmalıdır. Yani Türk olarak!.. Bir Japon olan Türkolog Masao Mori bile “Ortaya çıkışlarından itibaren, dünyada tek Tanrı’ya inanan ilk ırk Türklerdir.” derken üstelik..

Bir kez daha altını çizerek belirtelim ki Arapların derdi din yaymak değildi; İpek Yolu üzerinde bulunan zengin Türk kentlerini yağmalamaktı. Altın, baharat, deri, ipek, pamuk, tahıl, yün diye giden o dönemin gözde ticarî malları (meta) -başta Akdeniz çanağı olmak üzere- dünya limanlarına, kentlerine bu bölgeden dağılmaktaydı. Arap/Emevîler, Türkistan’ı istila etmek için harekete geçtiklerinde Batı Göktürklerin devamı olan Hazar Kağanlığı dünya ticaretinin merkezi konumundaydı. Hazarların devamı diyebileceğimiz Oğuz/Selçuklular niçin Anadolu’nun her yerini hanlarla, kervansaraylarla, köprülerle donattı sanıyorsunuz. Ticaret için!.. Üstelik işgalden önce ne Batı Göktürk Kağanlığının devamı olan Hazarlar ne de Göktürk Kağanlığının yıkılmasından sonra kendi hallerinde yaşayan Güney Türkistan’daki Karluk, Türgiş (Türkeş) gibi boylar Araplara karşı en ufak bir düşmanlıkta bulunmamışlardı. Buna rağmen -Perslerin düştüğü hataya düşen- Araplar, Kafkasya ve Horasan üzerinden iki kol halinde Türkistan’ı istila girişimini başlattılar. Böylelikle de uyuyan devi uyandırmış oldular. Savaş meydanlarında başarılı olamayan Araplar strateji değişikliğine giderek savunmasız Türk kentlerine yöneldiler. Siviller üzerinden, savaşçı Türkleri pes ettireceklerini sanıyorlardı. Talkan, Curcan gibi kentlerde tam anlamıyla bir soykırım yaşandı. Öldürülen her bir Türk’ün başına ödül konarak, kent sokaklarında sürek avları başlatıldı. Tıpkı Avrupalıların -dil, kültür ve genetik yakınlığımız bulunan- Amerikan yerlilerine yaptıkları gibi!. Arap çapulcularınca Türk yurtlarından kaçırılıp köle savaşçı (memluk), odalık (cariye) yapılan yüz binlerce Türk çocuğu/genci de cabası.. Tolunoğulları, Akşitler, -Arap kaynaklarında ed devleti’t Turkiyya olarak geçen- Kölemenler (Memlûklar) gökten zembille inmediğine göre… Sahi “Dinde zorlama yoktur.” diyen bir dinin önderi olan Hz. Muhammed hangi savunmasız topluluğu basıp, yakıp-yıkıp, yağmalamıştı? Hangi kız çocuğunu odalık (cariye), hangi erkek çocuğunu köle savaşçı yapmıştı? Emevî ve Abbasî dönemleri İslam devleti değil, Arap devleti idi. Ve Araplar tıynetlerinin bir başka deyişle Bedevî kültürünün gereğini yapmışlardı. Aynı Araplar -öncesi de olmakla birlikte- 1. Dünya Savaşı yıllarında da 1950’lerden günümüze kadar geçen süreçte de Türklere karşı toplu kıyım (katl-i âm) yapmaktan geri durmadılar. Yemen’de, Hicaz’da (Arabistan), Ürdün’de, Filistin’de ve son olarak da Irak’ta, Suriye’de…

Arapların, Türklere uyguladığı soykırımlar, toplu kıyımlar (katl-i âm), yağmalar, tecavüzler -din sosuna bastırılarak- yüzyıllarca masum gösterilmeye çalışılsa da artık mızrak çuvala sığmıyor. Çünkü başkenti İstanbul olan son Türk İmparatorluğuna karşı İngiltere’yle birlikte saf tuttular. Kudüs’ü Türk ordusunun elinden alan İngiliz işgal ordusu komutanı General Allenby’yi “el-Nebi” tezahüratları ile karşıladılar. Ve bu durum -yüzyılları bulan bir gecikmeyle de olsa- Türk insanının gözünü açtı. Bu tarihî gerçeği, cemaat-tarikat adıyla anılan merdiven altı yerlerde beyinleri iğfal edilmiş, vicdanları lağım (foseptik) çukuruna dönüştürülmüş sersefiller gör(e)memektedir sadece. “Türk çocuğu artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir.” diyerek, çöllerde heder olup giden tüm Mehmetçiklerin yüreklerinden taşıp gelen haklı bir isyanı dile getiren büyük önder, bengü (ebedî) başkomutan Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’e rahmet..

“Türk’üm” diyen herkes Maide suresinin 54. ayetini kesinlikle okumalıdır. Son 1250 yıla dönüp baktığımızda bu ayetin Türkleri işaret ettiği ortadadır. Dahası kulun planı varsa, Tanrı’nın da takdiri vardır. Araplar Türkistan’ı istila etmek isterken, Türkler tüm Arap coğrafyasını ele geçirmiştir. Bu da “her kuşun eti yenmez”, “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak” gibi sözlere, deyimlere derin anlamlar katmış olan alnı ak, gönlü pak Türk ulusuna Tanrı’nın bir lütfudur. Bir topluluğu ulus yapan en önemli değer, en güçlü etken o topluluğun dili ve kültürüdür. Türk dili yaşayan diller arasında dünyanın en eski dilidir. Türk kültürü başka kültürlerin fersah fersah ilerisinde, kat be kat üstünde erdemleri içerisinde barındırır. Haliyle Türklerin başka kültürlere gereksinimi yoktur. Türkler töreli toplumdur. Eline, beline, diline bir başka deyişle ülkesine, ulusuna, kültürüne her zaman sahip çıkmıştır ve çıkacaktır da. Yüce Tanrı, Türk’ün töresini bozdurmasın!.

Aziz Dolu Atabey

https://azizdolu.wordpress.com/

Yorumlar (1)
Mehmet Sönmez 9 ay önce
Teşekkürler Aziz bey... Çok önemli bir konu keşke lise kitaplarında bu olaylar böyle anlatılsa..