02.08.2021, 11:47

ARDIÇ: GÜNÜN HÜZNÜNE UYGUN OLARAK YENİDEN

ARDIÇ: GÜNÜN HÜZNÜNE UYGUN OLARAK YENİDEN


Çocukluğumu hatırladığımda ardıç ne de çok vardı Helete kasabasındaki hayatımızda. Sarı ardıç, kara ardıç, boz ardıç, tiken ardıcı diye dört çeşidini hatırlıyorum. Tiken ardıcı, yere yatık çalı olarak kalır hiç ağaç olmazdı. Dallarından “serpene” yapılır baharda budanan bağların çubukları bu serpeneye sarılırdı. 


Sonraki hayatımda aslında ardıcın Türk kültürünün en önemli ağaçlarından biri olduğunu öğrendim. Sibirya’da “artış” deniyordu. Her evde mutlaka kurutulmuş ardıç dalları vardı. Ve bu dallar kötü ruhları kovmak için yakılıyor, insan kötülüklerden ardıç dumanıyla uzaklaştırılıyordu. Aynı şey Kırgızistan’da da çok yaygındı.

Tütsüyle kötülükleri kovma işinin insanoğlunun en eski inançlarından olduğunu böylece öğrendim. Sibirya’da da benim doğup büyüdüğüm kasabada da ardıç ağacı kesilmesi hoş görülmüyordu. Çünkü bir ardıç ağacının büyümesi çok uzun yıllar alıyordu. Yetişmesi ardıç kuşunun (bizim köyde “cırrık” denir) yiyip dışkılamasından sonra tohumların yeşermesiyle ancak mümkün olabiliyordu. Ardıcın düzgün uzunca yetişen gencine “doruk”, bu doruğun kesilip çit, çadır direği, hayma direği için kullanılanına “gakma” denirdi. Ziyaretler güzel bir ardıç ağacının olduğu yerdi. Sibirya’da kam(şaman) ağaçlar, Türkiye’de dede ağaçlar, ziyaret ağaçları, çaput bağlanarak dilek dilenen ağaçlar bizim en eski kültürel geleneklerimizdendi ve ana ağaç ardıçtı. 


Çocukken kışın hayvanlar ya yaylada kömde veya evlerin altındaki sııllık (sığırlık) da besleniyordu. Şimdiki gibi hazır yem olmadığından hayvanların iki temel yiyeceği vardı. Keven ve ardıç dalı. Ardıcın üzerindeki sarı çiçeklere “çekem” denirdi ve çok besleyici olduğu söylenirdi. Asıl işimize yarayan hayvanlara dalları yedirilen ardıçların çalıları idi. Kışın soğuğunda sokakta çocuklar ateş yakar hikâyeler anlatır dinlerdik. İşte bu ateş başı sohbetlerinin olması için yakacak “kirç”e (çalı-çırpı) ihtiyaç vardı. İkincisi de çocukken biz sıkça kazık oynardık. Kazık dalları yenmiş ardıç çalısından düzülür, her birimiz balta, nacakla beşer onar kazık düzer, küllükte, zibil üstünde, çamur yerlerde kazık oynardık. Eve gelince dayak yemeyi göze alarak tabi. Dalların ucundaki “tüdelekler” (yuvarlak tohumlar) misketimiz, bazen de “enek”imiz (yenilince kazanana verilen şey) olurdu.
Ardıç çırpısı ateşi tutuşturmak için kullanılır, çabucak yandığı için iyi bir ısınma aracı değildir. 
Atalarımızın mezarlarının başucunda ve ayakucunda belki yüz yıl öncesinden dikilmiş mezar ağaçları çürümeden bugüne kadar gelmiştir. Evlerde kullanılan ardıç mertekleri elli yıl sonra bile dünkü gibi sapasağlam durur. Çok uzun yıllarda yetişmesi, tahta olarak çok dayanıklı olması sebebiyle belki kıymetlidir ardıç ağacı. Bana sorarsanız yaylada hafif esen bahar rüzgârıyla gelen ardıç kokusu şifalıdır da ondan. Ali ağabeye “sizin şiirleriniz bana niçin bu kadar içli geliyor?” diye sorduğumda “aynı pınardan su içtiğimizden, aynı yaylayı yaylayıp, havasını soluduğumuzdan” demişti. İşte Ali ağabeyin o güzel şiirlerinden biri Ardıcın Türküsü:

ARDICIN TÜRKÜSÜ

Toroslar’ın tepesinde
Tel duvaklı bir ardıcım
Yemenimi yele verdim
Buluta karışır saçım

Toroslar’ın tepesinde
Üç budaklı bir ardıcım
İmrenirim uçan kuşa
Maviliği sevmek suçum

Toroslar’ın tepesinde
Yeni yetme bir ardıcım
Ben yanarsam orman yanar
Çamlıbele sığmaz acım

Torosların tepesinde
Eli bağlı bir ardıcım
Tepemden Turnalar geçer
Katılmaya yetmez gücüm

Torosların tepesinde
Dalı kırık bir ardıcım
Gönülsüz kızlar gibiyim
Beni kınamayın bacım.
Ali Akbaş

Yorumlar (0)