05.01.2022, 23:12

Türk Dil Devrimi: Osmanlılar Yeni Kavramları Nasıl Türetiyorlardı?

Türk Dil Devrimi: Osmanlılar Yeni Kavramları Nasıl Türetiyorlardı?

Osmanlılar yeni kavramlar türetmek ya da Batıdan gelen kavramları karşılamak için hangi dil(ler)e başvuruyorlardı?

Usunuzdan “Ne yapacaklar, elbette oturup bugün bizim yaptığımız gibi Türkçe kök ve eklerle Türkçe sözcükler türetiyorlardı” diye geçiriyorsanız, hemen en baştan söyleyeyim, usunuzdan böyle bir düşünce geçirmeyin bile.

Ahfâd-ı Evlâd-ı Osmanî’ye “Türkçe sözcük türetmişlerdir” diyerek karalar çaldığınız için “edeb”i “hâyâ”yı dilinden düşürmeyen Emsâl-i Ensâl-i Ahfâd-ı Evlâd-ı Osmanî’den eşi benzeri görülmemiş sövgüler yiyebilirsiniz.

Osmanlılar için Türkçe öylesine önemsiz öylesine değersizdi ki, bilim dilinin Arapça yazın dilinin Farsça sayılmasından dolayı Türkçenin yüzüne bile bakılmaz olmuştu.

Yeni kavramlar türetmek içinse ya Arapça köklerden yine Arapçanın kurallarına ya da Farsça köklerden Farsçanın kurallarına göre kavramlar türetiyorlardı.

Bakınız üstüne basa basa bir kez daha yineliyorum.

Arapça köklerden Arapçanın sözcük türetme yasalarına göre,

Farsça köklerden Farsçanın sözcük yapım kurallarına göre yeni kavramlar türetiliyordu.

Bütün bunlar yetmediği gibi bir de üstüne iki dili birbirine karıp birleşik sözcükler oluşturuyorlardı. Ancak birbirine yapı olarak benzemeyen iki dili kaynaştırmaya kalkınca kafalar hepten karışıyor, sonrada ortaya tren gibi uzayan tamlamalar çıkıyordu.

“Asakir-i Mansure-i Muahmmediyye”- Muhammedin Yürekli Askerleri yani kısaca Ordu

“Divan-ı Ahkam-ı Adliyye”-Yargının Yüksek Danışma Kurulu yani Danıştay

“Mekteb-i Tıbbıyye-yi Şahane”- İmparatorluğun Tıbbıyesinin Okulu kısaca Tıp Okulu

Bütün bu söz salatası uydurulurken bir kişi de kalkıp “Aga, biz ne yapıyoruz?” dememiş.

Örneğin, Klasik Türk Müziği başlangıcından bu yana Türklerindir. Ancak gelin görün ki, Türkler kendi öz makamlarına bile yalnızca Arapça ya da yalnızca Farsça ya da Arapça-Farsça karışık tamlamalarla kurulu adlar vermişler.

Rahatü’l-Ervah – Ruhları Rahatlatan

Sultan-ı Yegah – Yegahın Sultanı

Nihavend-i Kebir – Büyük Nihavend

Sûz-i-dil-ârâ: Gönül yakan ve çelen

Hangi alana el atarsanız atın Osmanlılar hiçbir şeyi Türkçe kullanmamaya ant içmiş gibidirler.

Yevm kökünden “yevmiye”yi uydurur da gün sözcüğünden gündeliği uyduramaz.

Hürriyet der, istiklal der, serbesti der, müstakilliyet der, ancak Türkçenin en eski sözcüklerinden olup Osmanlı çağını görmüş “erkin”i “erkinlik”i kullanmaz. Diline batar.

Türkçede hukuk sözcüğü için önerilen tüze kavramı yeni değildir. 1500 yıllıktır. İçlerinden biri kafasını çalıştırıp da tüzeden tüzük sözcüğünü türetmemiş. Eski Türkçede hak sözcüğünün karşılığı üleşmekten üleş//ülüş ya da “ülüg”tür. Ülgen//Ülken ise adil demektir. Kullanılmış mı? Ne gezeeerr!

Arapların Farsların bilmediği yalnızca Osmanlıarın türettiği yığınla Arapça ve Farsça kavram vardır. İnanın Araplarla Farslar bu kadar çalışmamıştır kendi dillerini varsıllaştırmak için.

Hele hele matematik, mühendislik alanındaki tamlamaların içinden hiç çıkılmaz. Atatürk’e geometri terimlerini Türkçeleştirdiği için ne kadar dua etsek az.

Şu terimlere bakınız:

Zaviyetan-ı dahiletan – İç açı

Müselles – Üçgen

“Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmuu 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.”

Ne anladınız?

Sonra da şaşırıyoruz Osmanlıda bilimsel atılım niye gerçekleşmedi diye!

Düşünme anadilde başlar. Kendi anadilinde yöntemli düşünemeyen toplumlar bilgi de bilim de üretemezler. Osmanlılar 3 dilin karması bir dille düşünmeye çalıştıkları için hiçbir zaman bilgi de bilim de üretememişlerdir.

Bu müselles tartışmasıyla ilgili Osmanlı ve Osmanlıca hayranlarını çok üzen ve kendilerini, anlatılan anının kendisinden bile daha saçma bir savunma yapmaya iten bir anlatı vardır.

Baron de Tott, Mühendishane-i Bahr-i Humayun’da (Deniz Mühendishanesi) ders vermek üzere İstanbul’a geldiğinde içlerinde ileri yaştaki kimselerin de bulunduğu öğrencilerine şu yalın soruyu sorar: “Bir üçgenin iç açıları toplanı kaçtır?”

Çünkü mühendis sözcüğü Arapça geometri karşılığı kullanılan hendeseden gelir. Mühendis birebir çevrildiğinde geometrici demektir. Dolayısıyla bu soru bir mühendis için kolayın da kolayıdır.

Yanıt ne mi olur?

“Üçgenine göre değişir.”

Şaka değil, yalan değil, kara çalma değil.

Bu anlatı elbette Osmanlı İmparatorluğunda bilgisizliğin boyutlarını gözler önüne sermesi bakımından çok üzücüdür. Yürek yaralayıcıdır. Bu yüzden Osmanlı ve Osmanlıca sevgilileri “Baron de Tott anlamamış, Osmanlılar uzay geometrisini biliyorlardı” diyerek Osmanlıları savunmaya çalışırlar.

Arkadaş sormazlar mı, “Osmanlılar madem uzay geometrisini bile biliyorlardı da, neden savaş bilgi ve teknolojisini yenilemek için biri Fransız diğeri Alman soylusu iki ‘gavur’dan yardım aldılar?” diye.

“Siz anlamıyorsunuz Osmanlılar düşmanlarının zayıf yönlerini öğrenmeye çalışıyorlardı. Fransız soylusu sandığınız Humbaracı Ahmet Paşa ve Alman soylusu Baron de Tott, akıncı beylerindendi. Yüzyıllar önce Osmanlıların Avrupa’ya yayılacakları Attila’nın yüreğine doğduğundan söz konusu soyluların atalarını uyuyan hücre olarak Attila’nın kendisi keferenin içine yerleştirmişti. Hatta söylenti odur ki, Attila ‘Gelecek güzel günleri görüyorum. Ahmet adında bir peygamberin ümmeti olacak soyumuzdan inenler. Ne mutlu ki onlar, ahir zaman peygamberinin ümmeti olacaktır. Keşke 1000 yıl sonra doğsaydım da o kutlu günleri görüp bütün kefereyi inletecek Kanuni adlı torunumun buyruğunda çarpışacak önemsiz mi önemsiz bir yeniçeri olsaydım’ diyerek Osmanlıları muştulamıştır” desem ve her şeyin üzerine tüy diksem inanın bana, kendi saçmaladığım yalanın inananı çıkacaktır.

Hele ki, bir de bunu menkıbe kılığına sokup sosyal medyanın türlü türlü ağlarında gezindirsem “Osmanlı Özlemiyle Ölen Attila” diye övgüler düzeni bile çıkar.

Çünkü us bir kez beyinden ayrıldı mı, bir daha ne yapsanız uyandıramazsınız mışıl mışıl uyuyanı. Osmanlıcacıların durumu da böyle, ne yazık ki!

Onlar da görüyor ve biliyorlar gerçeği. Bilinçaltları onlara da bir yerlerde bir sorun olduğunu haykırıyor. Haksızlıklarını yüzlerine vuruyor. Ancak gelin görün ki, aşırı duygusal bağlarla bağlı oldukları düşüncelerden cayamıyorlar.

İşte Osmanlı da böyleydi.

Sizden bir olguyu araştırmanızı istiyorum. Ben gözden kaçırmış olabilirim.

Bana öğrence (ders) betikleri yeryüzünde kaynak başka bir deyişle referans olarak kullanılmış ve bugün bile kullanılan;

Batı’dan çeviri yoluyla edindiği bilgilerle değil tümüyle Osmanlının medrese sistemi içinde bilimsel bilgi üretmiş;

deney ve gözlem yoluyla doğa yasalarının bir bölümünü saptayarak doğa bilimlerinin gelişimine katkıda bulunmuş kaç tane Osmanlı bilim insanı vardır, yazabilir misiniz?

Ayrıca lütfen Osmanlı ulemasınca çalışmaları yasaklanmamış, kendisi de padişahlarca sürgüne gönderilmemiş olsun ve bir de kellesi de yerinde dursun.

Bir kez daha belirtmek istiyorum, söz konusu bilim insanının Batı’dan edindikleriyle değil Osmanlı medreselerinden yetişerek yüksek bir bilimsel birikim ortaya koyması özellikle önemli.

Bu durumda aradığım bilim insanları 1839 öncesinde yetişmiş olmalı.

Ölçütlerim bunlar.

İstediğiniz kadar araştırabilirsiniz. Ne yazık ki, büyük bir düş kırıklığına uğrayacaksınız.

Neden mi?

Her şeyden önce Osmanlılar, birbirinin eşanlamlısı sözcükleri sürekli birbirinin yerine kullanarak terimler konusunda uzlaşamamışlardır. Terimlerin ortaklaştırılamadığı birinin a dediğine diğerinin b dediği, berikinin c, ötekinin d dediği bir ortamda kimse ortak bir zeminde buluşamaz. Oysa özellikle bilim alanında kullanılan terimlerin değişmez olması gerekir ki, bilimsel görüş alışverişi gerçekleşebilsin.

Bir dilin kendi öz sözcükleri arasında eşanlamlılık olmaz, yakın anlamlılık olur. Bir dilde eş anlamlı sözcüklerin değil yakın anlamlı sözcüklerin çokluğu ve her birinin kendine özgü kullanım alanları edinmesi varsıllıktır.

Türkçe bu konuda yetersiz bir dil midir?

Kesinlikle değildir. Tersine Türkçe ince ayrımlar yapabilen yetkin ve eşsiz bir dildir.

Hemen örnekleyelim. Türkçede geçmişten günümüze tüm dönemleri tararsak örneğin düşünmek kavramını karşılayan şu sözcüklerle karşılaşırız:

ö_ : düşünmek

ökün_: bilişsel düşünmek

sakın_: uzun uzadıya düşünmek

ang_: matematiksel düşünmek

u_: çözümleyerek düşünmek

uk_: us yürüterek düşünmek

esle_: analitik düşünmek

oyla_: bir konuda karar bildirmek üzere düşünmek

Yan anlam üzerinden yakın anlamlıları da katalım:

kavra_: bir şeyi anlamak için düşünmek

anglamak: anlayarak düşünmek

bil_: bir olguyu öğrenmek için düşünmek

Sonra bu köklerden türeme zekâ, zihin, akıl, idrak kavramlarının karşılıklarına bakalım:

ög: zihin

us: akıl

anlak: zekâ

ukuş: idrak

sakınç: akıl, zekâ

es: akıl; bellek; idrak

bilig: idrak

Pekiyi “akıl” sözcüğünün kökü ve kökenbilim açıklaması nedir?

Akıl Arapça “dizginlemek, dizgin geçirmek” anlamına gelen “akala” kökünden gelir. Akıl sözcüğünün anlamı “dizgin”dir. Düşünmekle de düşünceyle bir ilgisi ilişiği yoktur. Özgür düşüncenin açarı (anahtarı) olarak gördüğümüz “akıl” sözcüğünün özde düşünceyi dizginleme, düşünce sürecini sınırlandırma gibi anlamlar taşıması üzerine “us” yürütmemiz ve derinden derine “uk”mamız “esle”memiz “ögün”memiz gerekir.

Atatürk’ün de dediği gibi “Türk, ögün, çalış, güven!”

Zekâ deseniz kök anlamı bakımından “parlama, parıltı, alev” demektir.

İdrak ise “bir şeyin dibine veya sonuna erme, erişme, ulaşma” anlamına gelen “darak” kökünden gelir.

Hele ki, bizim Türkçe “eseme” yerine kullandığımız “mantık” sözcüğünün de yine düşünmekle de düşünme süreciyle de ilgisi yoktur. Mantık, “konuşmak” anlamına gelen “nataka” kökünden gelir. Konuşma yetisidir.

Bir tek zihin sözcüğü “anlamak” kökünden gelir.

Demek ki neymiş, Türkçe yeterliymiş. Yetersiz olan Osmanlı okumuş yazmışları ve her konuda göklere çıkardıkları Arapça ile Farsçaymış.

Bu konuyu işlemeyi sürdüreceğiz.

Bakalım Osmanlıca sözcükleri atınca dilimiz kısırlaşmış mı?

Osmanlıcacıların öne sürdüğü gibi Türkçe atılan sözcükleri karşılamada yetersiz mi?

Yorumlar (2)
Alper Kayatürk 2 yıl önce
Bu arkadaşın yazılarına bayılıyorum. Bilgili ve cesur. Saygılarımla
Güneyhan Rüzgar 2 yıl önce
Görüş ve destekleriniz için çok sağ olun.