Akhunlar (Kionit / Hyon) ve Eftalitler Çağında Maveraünnehir ve Horasan'da Türkler / Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut
Akhunlar (Kionit / Hyon) ve Eftalitler Çağında Maveraünnehir ve Horasan'da Türkler / Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut




Kionit/Hyonlar hakkında ilim çevrelerinde bazı görüş ayrılıkları mevcuttur. Bir kısım araştırıcılar onları Eftalitlerle aynı topluluk kabul ederken, diğerleri birbirinden tamamen ayrı halklar olduklarına inanmaktadırlar. J. De Guignes, bu ayırımı yapmayan tarihçilerin başında gelmektedir. O, Eftalitlerin Maveraünnehir ve Horasan'daki faaliyetlerini Behram Gur (420-438) zamanında başlatmak suretiyle Hyonların siyasi varlıklarını dikkate almamaktadır.1 Halbuki görülecektir ki Eftalitler henüz bu sırada Sasani sınırlarına ulaşamamışlardı.

Hyon yani Akhunlardan Kionit (Chionitae) ismi ile ilk defa Roma tarihçisi Ammianus Marcellinus bahsetmiştir.2 Ona göre Kionitler Sasani İmparatorluğu sınırlarına yakın bir bölgede yaşıyorlardı. A. Cunnigham, bu Kionitleri Toharlarla aynı topluluk kabul etmişti.3 Her Orta Asyalı toplulukta olduğu gibi Hyon/Akhunların da çeşitli boylardan meydana geldiğine şüphe yoktur. Hyonları teşkil eden boyları hem İskit ve hem de İssedon menşeli gösteren W. Samolin, onların zamanla Hunların hakimiyeti altına girdiklerine ve sırf prestij sağlamak amacıyla bu ismi muhafaza etmiş olabileceklerini düşünmektedir.4 Öte yandan K. Enoki, Eftalitlerin, kendilerini Soğdiana'daki Kionit hakimiyetinin varisleri olarak göstermek için bu adı taşıdıkları kanaatindedir.5 Halbuki W. M. Mc Govern, Kionitlerin Hunların bir grubu olduklarından şüphe etmemektedir.6 Şu husus kesin görünmektedir ki Eftalitler, Kuşanlarla Yüeçiler arasında olduğu gibi, Kionitlerle benzer bir ilişki içerisinde idiler. Başka bir deyişle Eftalitler, bir zaman sonra Kionitlerin hakim kabilesi, veya boyu olmuşlardır.7

Nümizmatik deliller en azından böyle bir nazariyeyi yalanlamamaktadır.

R. Ghirshman, Eftalit paraları üzerinde Htaasah Ohio (NO): "Kionit (halkının) Kralı Hephtal" ve Akvnasahohiono: "Kionit (halkının) Kralı Akûn" yazılarını okumuştur.8 Bu bize idareci şahsın, ve yahut da mensubu bulunduğu boyun adını vermektedir. Akhun adının ilk şeklini belki de yukarıdaki ikinci parada aramak hiç de zor olmayacaktır. Para yazılarındaki bu tanıklığa rağmen, Eftalitlere Bedahşan dolaylarında 'ana-yurt' arayan ve onları İran menşeliymiş gibi kabul etmek eğiliminde olan K. Enoki'nin görüşü bu hususta doğru olmaktan çok uzaktır. Aynı zamanda To-pa Wei tarihinde görülen Hun adının, Kionit'in Çince transkripsiyonu olduğu da bilinmektedir.9 Soğdiana'daki hükümdar ailesinin ilk önceleri Un-na-sha adını taşıdığına daha önce işaret edilmişti. Hio (no)/Hyon/Hun şekli ile Kionitler Hind kaynaklarında Hunalar olarak görülmektedirler.10

Hunlar, M.S. 89-91 mağlubiyetini müteakip batıya çekilmişlerdi. Bu Hunların bir ileri geleni, idareci Kionit kabilesi üzerinde zorla hakimiyetini tesis etti.11 Böylece Hun gruplarından olan Kionitlerin başında yine bir Hunlu reis ya da hükümdar, onları Sogdiana'ya ve oradan Sasani İmparatorluğu sınırlarına doğru harekete geçirdi. Daha sonra doğudan gelen Eftalitler, Kionit boylarına üstünlüklerini kabul ettirerek önce bölgede hakim sülale ve giderek Sasanilerin can düşmanları oldular. Paralar üzerinde görüldüğü gibi, Hind kitabelerinde de Kionitlerle Eftalitler arasında hiç bir ayırımın yapılmaması ve her iki halk için de Huna adının kullanılması12 bu hakiki sebepten dolayıdır. Hyon, Kionit, Hyonaye vb. isimlerle anılan Hun topluluğu Akhunlardı ve onların hakimiyetine doğudan gelen Eftalitler son vermişlerdir. Bu sebeble, G. Nemeth'e göre, Eftalitlere hâlâ eski adlandırma ile Akhun denilmesi yanlıştır.13

B. Kionitlerin Maveraünnehir ve Horasan Hakimiyetleri

1. Sasanilerle İlk Temaslar

Sasani prensi Hürmüz, kardeşi Nersi (293-302)'nin saltanatı sırasında kuzeydoğudaki halklarla iyi ilişkiler kurmak için çaba sarfetmişti:

"Ipsos Persas ipsumque regem adscitis Saccis, et Russis, et Gellis petit frater Ormies" Bunlardan Sacciler Sakalar, Russiler Ammianus Marcellinus'un Eusenileri ve Gelliler de onun Gelanileri idiler.14 Fakat burada Kionitlere veya onlara işaret eden bir isme rastlanmamaktadır. Muhtemelen bu zamanda söz sahibi bir kuvvet halinde değillerdi. A. Marcellinus'un anlattığına göre, Roma ile savaş patlak verdiği sırada Şapur II , Kionit ve Euseni sınırlarında bulunuyordu. Eusenilerin Kuşanlar olduklarını biliyoruz. Kidara-Kuşanlar ile Kionitler arasındaki sıkı iş birliği sonucunda Kuşanşehir'i tehdit eden Sasani tehlikesi ortadan kalktığı gibi Sasaniler onlarla Roma İmparatorluğu'na karşı bir anlaşma ve ittifak da yaptılar.15 Bu sebeple 356 yılında Kionit Devleti'nin mevcudiyetinden şüphe edilemez. Şapur II, 358 yılında Amida'yı kuşattığı zaman Kionitler de onun yanında bu savaşa katıldılar.16 A. Marcellinus'a göre, Kionit kralı Grumbates, Şapur II'nin sol tarafında bulunmakla onun diğer müttefiklerinden daha üstün bir mevkide yer alıyordu.17

2. Su-t'e (Soğdiana)'nın fethi

Batı Hunları, 375'lerde Avrupa'yı istilaya giriştikleri sırada soydaşları olan diğer Hun boyları, yani Kionit/Hyonlar da Su-t'e (Soğdiana)'nin fethini gerçekleştirdiler. 437'de Orta Asya'ya gönderilmiş olan Çinli görevli Tung Yüan tarafından verilen malümatı esas alan Wei-shu, bu fütuhatı şöyle anlatmaktadır: "Eskiden Hunlar, (Su-t'e) kralını öldürmüşler ve bu ülkeyi ele geçirmişlerdi. Kral Hu-ni'ye kadar üç nesil geçmiştir".18 Su-t'e'yi Kırım'daki Soğdak kabul eden F. Hirth, Hun kralı Hu-ni'yi Attila'nın küçük oğlu Hernak ile aynı şahıs zannetmişti.19 İlk bakışta burada hiç bir kronolojik güçlük görünmemektedir. Çünkü adı geçen kral, Kao-tsung (452-466)'un saltanatının başlangıcında To-pa Wei sarayına bir elçilik heyeti göndermiştir.20 Fakat Tung Yüan da 437 yılında aynı hükümdardan söz etmektedir. Bu bakımdan K. Enoki, onun 437'de saltanat sürmüş olması gerektiğini ifade etmektedir.21 O halde 437'den önce ve 452'den sonraki tarihler arasında Soğdiana'da hakim bir Hunlu hükümdarın varlığından şüphe edilmemesi gerekir.

Soğdiana'nın Kionit/Hyonlar tarafından ne zaman fethedildiği hakkında Wei-shu'daki kayıttan yaklaşık bir tarih elde edilebilir. Fetihten Kral Hu-ni'ye kadar üç nesil geçmiştir. Başka türlü ifade edilecek olursa, Hu-ni bölgeye hakim sülalenin dördüncü hükümdarıdır. Hu-ni'den önceki üç hükümdarın altmış yıl saltanat sürdükleri kabul edilecek olursa, Kionit/Hyonların 370-375'lerde Soğdiana'ya hakim oldukları anlaşılır. O. Maenchen-Helfen de bu fütuhatı 370-435 yılları arasındaki bir zamana yerleştirmektedir.22 Yukarıda izah olunan sebeplerden dolayı şimdilik bir Eftalit işgalinden söz edilemez. Nitekim Çin kaynaklarında onlara ait ilk kayıt 456 tarihlidir ve bundan başka onların 400 yıllarında Çungaria steplerinde Avarların hakimiyeti altında küçük bir topluluk oldukları da bilinmektedir.23 Çin kaynaklarında adları geçmeğe başladığı zamandan bir yıl sonra yani 457'de Yezdigerd II (438-457)'nin ölümü üzerine çıkan taht karışıklıkları sırasında İslam kaynaklarında görülmektedirler.

Kionit/Hyonlar Soğdiana'yı fethettikleri sırada, Kidara/Kuşanlar da Baktria'da Üçüncü Kuşan Sülalesi'ne halef oldular. Daha önce Şapur II'nin müttefikleri oldukları gibi, şimdi her iki devlet Sasanilere karşı müşterek tavır aldılar. Doğudan Sasani sınırlarını zorlamağa başladılar. Şapur II'nin 371'den itibaren Roma ile savaşa tutuşması,24 bir dereceye kadar onların, başarılı neticeler elde etmelerine yaramıştır.

3. Horasan'da Kionit-Sasani Mücadelesi

356'da devletlerini kurup, yaklaşık 370-375'lerde Soğdiana'yı fetheden Kionit/Hyonlar, Sasanilerin kuzey doğu komşuları olmuşlardı. İslam kaynakları, "Türk-Hakanı"nın kalabalık ordusuyla Ceyhun'u geçip Horasan'a girdiğini ve Merv'e kadar ilerlediğini anlatırlar.25 De Guignes, Kionit/Hyonları Eftalit kabul ettiğinden Ceyhun'u Tirmiz üzerinden geçtiklerini söylemektedir.26 Halbuki Mes'udi, istila hareketinin Soğd'dan başladığına dikkati çekmektedir.27 Öte yandan Mukaddesi, daha uzak kuzeybatıda bir yerden, Derbend Demirkapısı'ndan İran'a girdiklerini belirtmektedir.28 Sasani topraklarını kuzeydoğudan istila eden Türkler, ancak Kionit/Hyonlar olabilirlerdi. Eftalitler ise Baktria'ya hakim olduktan sonra Sasanilerle mücadeleye girişeceklerdir. Bu durumda da akın yolları doğudan batıya doğru bir seyir takip edecektir. Halbuki bu çağda Türk adı geniş ölçüde İran'ın kuzeybatı ve kuzeydoğusunda yaşayan topluluklar için kullanılmaktaydı.29 Bundan başka Behram Gur'un düşmanı Firdevsi'de "Çin Hakanı", Mukaddesi'de "Hazar Hakanı" dır.30 Bunlar Eftalit hükümdarının adı olamaz. Çünkü bütün İslam kaynakları Eftalit hükümdarından daha sonra "Melik ül-Heyatıla" diye bahsederek onu öncekinden ayırmaktadırlar.

Kionit hükümdarı yüzbinden fazla askerle Merv'e doğru ilerledi.31 Merv'i ele geçirdikten sonra şehrin yakındaki Kuşmihan'da ordugahını kurdu ve bugünkü Tahran'ın kuzeyindeki Rey'e kadar olan sahayı yağma ettirdi.32 İran halkı ve ileri gelenleri arasında büyük bir korku baş gösterdi. Nihayet Behram Gur, yerine kardeşi Nersi'yi bırakarak, hafif süvari birliği ile Erdebil, Amul, Gürgan ve Nesa yoluyla Merv yakınlarına vardı.33 Behram Gur yolda iken, onun düşmandan kaçtığına hükmeden İran halkı, Hakan'a elçiler yollayarak işi diplomasi yoluyla halletmeğe çalıştılar ve haraç ödemeği kabul ettiler. Buna karşılık Kionit/Hyonlar İran topraklarından çekileceklerdi.34 Hakan, zaferinden emin bir şekilde dönüş hazırlıkları içerisinde iken Behram Gur'un baskınına uğradı ve yenik düştü. Behram Gur, İran'ın üç yıllık vergisine eşit ganimet elde etti ve bu sebeple tebasını üç yıl vergiden muaf tuttu.35

Zaferden sonra Behram'ın, Hakan'ın tacını bir hatıra olarak Atropatene'deki Şiz ateşgedesine gönderdiği bilinmektedir.36 Asıl önemlisi, onun bu galibiyet ile toprak kazanıp kazanamamış olmasıdır. Kionit ordusu dağıldıktan ve Türk gücü kırıldıktan sonra, Behram'ın bizzat37 yahut da komutanlarından biri38 Maveraünnehir üzerine yürüdü. İran milli destanına göre, Behram Gur daha Merv'de iken Buhara'ya sefer yapmayı tasarlamıştı. Çünkü kendisine karşı koyacak bir kuvvetin kalmadığını düşünüyordu. Ancak Ceyhun'u geçer geçmez karşısında yine Türkleri buldu. Onlarla bir anlaşma yaparak Firabr'ı sınır tespit etmek zorunda kaldı.39 Taberi de Sasanilerin bütün Maveraünnehir'e hakim olduklarını söylememektedir. Sözde sadece vergi ile yetinilmiştir.40 Böyle kesin olmayan bir vergiye bağlama hikayesi ile bölgenin Türklerin elinden çıktığını kabul etmek mümkün değildir.

Taberi'ye göre, Behram Gur, sahip olduğu topraklara valiler tayin etti. Kardeşi Nersi'yi Horasan valisi yaptı ve Belh'de oturmasını emretti.41 Sasani hakimiyetinin Belh'e kadar ulaştığına işaret eden başka bir kayıt yoktur. Muhtemelen bu, Taberi'nin yaşadığı çağda Belh'in Horasan'ın merkezi olması ile izah olunabilir. Aynı şekilde Firdevsi, Şöhre adında bir İranlının, Behram Gur tarafından Turan'a, yani Maveraünnehir'e "hükümdar" tayin edildiğini söylemekte42 ise de bu hususta onun doğru kabul edilmesi mümkün olamaz. Çünkü sınır Firabr'dan geçiyordu ve onun ötesinde artık Sasani nüfuzu söz konusu değildir.

Firabr'ın komşu bir memleket ile Sasaniler arasında sınır olması43 meseleyi daha da zorlaştırmaktadır. Taberi, "Türkler" olarak adlandırdığı Kionit/Hyonları hiç şüphesiz tanıyordu. Halbuki o, "Türkler"le Sasaniler arasında bir sınır değil, "komşu ülke" ile İran arasındaki sınırdan bahsetmektedir. Acaba Kionit/Hyonların bir aralık duraklamalarından doğan boşluğu Belh'deki Kidara-Kuşanlar, yahut da İlk Eftalitler mi doldurmuşlardı? İkinci ihtimal daha kuvvetli görünmektedir.

4. Horasan'ın Fethi

Kionit/Hyonlar 428 yenilgisinden sonra, Behram Gur'un ölümüne kadar Ceyhun'u geçmemiş görünmektedirler. Fakat onun ölümünü haber alır almaz, Sasani sınırlarını tehdit etmeğe başladılar.

Tahta yeni geçmiş olan Yezdigerd II (438-457), Doğu Roma'ya karşı sefer hazırlıkları içerisindeydi.44 Fakat aynı zamanda bir yandan Talekan bölgesindeki Kidara-Kuşanlar, bir yandan da Kionit/Hyonlarla mücadele etmek zorunda bulunuyordu.45 İslam kaynakları Yezdigerd II zamanında savaşların sona erdiği ve dünyanın süküna kavuştuğunu söyleyerek bu hadiseleri bilmemezlikten gelirler. Sadece Gerdizi'nin bir işareti, "huzur içerisindeki İran" anlayışını ters yüz etmeğe yetmektedir. Yezdigerd II, Ermeniyye ile Hazar Denizi arasında Bab ül-Ebvab (Derbend Demirkapısı)'a kadar büyük bir surun inşasını başlatmıştı.46

Her halde bu şekilde tedbire başvurmasının sebebi, hâlâ mevcut olan Kionit tehlikesi idi. Kionit/Hyonların yeniden Horasan'a girmeleri üzerine Yezdigerd II 443 yılında askeri zaferler kazanmak umuduyla Nişapur'da ordugahını kurdu ve sekiz yıl boyunca Kionit/Hyonlarla savaşı sürdürdü. Başlangıçta onlara karşı bazı küçük başarılar elde ettiyse de 455 yılında Horasan'a girmelerine mani olamadı.47 Bütün Sasani birlikleri geriye, asıl İran topraklarına çekildi. Yezdigerd II'nin de eski seferlerinde kazanmış olduğu üstünlük de son buldu.48 Bu devreye ait kaynaklarda, savaşların nerede olduğu ve ne şekilde cereyan ettiği hakkında bilgiler bulunmamaktadır. Kesin olan bir şey varsa, o da Horasan'da Kionit/Hyon hakimiyetinin yerleşmiş olduğudur.

C. Eftalitlerin Maveraünnehir ve Horasan Hakimiyetleri

1. Eftalitlerin Batıya Hareketi

Eftalitlerin ataları, M.S. 400'lerde Çungarya steplerinde Avarlar (Juan-juanlar)'a bağlı Hua adında küçük bir oymaktan gelmektedirler.49 Bu tarihten evvel, yani Çin sarayına ilk elçilik heyetlerini gönderdikleri 456 yılından elli altmış yıl kadar önce kurulduklarına dair Çin kaydı şüphe ile karşılanmaktadır.50 Huaların Orta Asya'dan batıya doğru yayılmaları, Kuzey Wei hükümdarı Wu-ti (424-452)'nin Juan-juanlara karşı giriştiği intikam savaşları sonunda, Juan-juanların güçten düşmelerine müteakip olmuştur.51 Bu hadise 429'da cereyan etmiştir ki akabinde Weiler, Orta Asya'daki küçük devletleri birer birer hakimiyetleri altına almışlar52 ve muhtemelen bu hakimiyeti kabul etmek istemeyen Hua oymağı batıya doğru çekilmiştir. Sonraları bu halk Hua adını kaybederek Ye-ta diye adlandırıldı.53 Ye-ta teriminin, Huaların hükümdar ailesinin adı olduğu sanılmaktadır.54

Eftalitlerin batıya, yani Maveraünnehir'e gelişleri 429 yılından sonradır. Aynı tarihlerde de Kionit/Hyonlar Sasanilere yenilmişler ve Maveraünnehir'e çekilmişlerdi. Şu halde biri To-pa Wei, diğeri Sasani baskısı sonucu her iki topluluğun biriktiği saha Maveraünnehir'di. Bu arada Ceyhun'u geçen Behram Gur'un "Türkler" tarafından karşılandığını da unutmamak gerekir. Bu Türklerin, Kionit-Hua konfederasyonu olabileceği ihtimali gözden uzak bulundurulmamalıdır. Hualar fazla güçlü olmadıklarından Kionit/Hyonlar üzerinde hakimiyet tesis etmiş olmaları şimdilik söz konusu değildir. Daha sonra bu hakimiyet gerçekleşecek ve Hualar, özellikle Eftalit sülalesi, sözü edilen konfederasyonun idareci zümresini teşkil edeceklerdir. Hualar, daha önce Yüeçilerin K'ang-chülere yaptıkları gibi Maveraünnehir'i Kionit/Hyonlara terkederek Ceyhun'un güneyine indiler. Buraya hakim Dördüncü Kuşan Sülalesi, yani Kidara-Kuşanları tehdit etmeğe başladılar.55

2. Horasan'ın Fethi

Eftalitler, Ceyhun'un güneyine indikleri vakit ilk ele geçirdikleri yer Valvalic olmuştur. Valvalic'in, Heyatile yani Eftalit ülkesi olduğu Hudud al-Alem müellifince tasrih olunmaktadır.56 Valvalic, bugünkü Kunduz dolaylarında, Çin kaynaklarının Huo'su idi.57 Bu sırada fazlaca mühim bir kuvvetleri yoktu. Ancak beş altı bin asker çıkarabiliyorlardı.58 Yukarıda işaret olunduğu üzere Kidara-Kuşanlardan Belh'i aldılar. Aynı zamanda 455'lerde Gupta İmparatorluğu'na saldırdılar, fakat onlar tarafından geriye atıldılar.59 Gerek Belh'in fethi ve gerekse Guptalara saldırı, beş altı bin askerle yapılabilecek bir iş değildi. Öyle anlaşılıyor ki Eftalitler, bölgede güçlerini arttırmışlar, Kionit/Hyonların da birliğe katılmaları ile düzenli ve büyük ordulara sahip olmuşlar, ancak bundan sonra 456 yılında ilk elçilik heyetlerini To-pa Wei sarayına göndermişlerdir. Ertesi yıl, yani 457'de Firuz'un Sasani tahtına geçişi münasebetiyle İslam kaynaklarında Eftalitlerden bahsedilmesi bu hususu doğrular mahiyette görünmektedir.

Wei-shu'dan anlaşıldığına göre, Ta-Yüeçiler, Juan-juanların saldırılarına karşı koyamayarak batıya çekilmişler ve Po-lo şehrinde yerleşmişlerdi.60 Aşağı yukarı 450 yıllarına ait Ta-Yüeçiler hakkındaki bu kayıt, aynı zamanda Eftalitlerin Doğu Horasan'daki durumlarını düşündürmektedir. Eğer Po-lo, J. Marquart'ın zannettiği gibi Krosnovodsk körfezinin dağusundaki Balxan idiyse61 onların, Merv merkez olmak üzere Ceyhun vadisinden Hazar Denizi ve Aral Gölü'ne kadar olan sahayı hakimiyetleri altına almış oldukları söylenebilir. Nitekim Yezdigerd II'nin ölümünden sonra oğulları arasında çıkan taht mücadelelerine müdahale edebilecek kadar güçlü görünüyorlardı. Eftalit hükümdarı, Firuz'a bir ordu vererek, kardeşi Hürmüz'e karşı ona yardımda bulundu.62 Aşağıda izah olunacağı gibi, Eftalitler henüz bu sırada Maveraünnehir'e hakim olabilmiş değillerdi. O halde Firuz'a yardım eden Eftalit hükümdarı kuvvetini başka bir sahadan ve aynı zamanda oldukça geniş bir sahadan almış olmalıydı. Bu saha, Sasanilere de çok yakın olması itibariyle Horasan'dı.

Eftalitler Horasan'da yerleştikten sonra, merkezlerini kendi topraklarının güneybatı ucundaki Badğis mıntıkasında kurdular. Kidara-Kuşanları bu topraklardan zorla söküp atmışlardı. O yüzden onlar, bölgede önceki sülalelerin yani Kuşan soylu hanedenların varisleri şeklinde değil, istilacı güçler olarak kabul edildiler.63 Horasan'ın ele geçirilişinden kırk elli yıl sonra Eftalitler, Gandara'yı da Kidara-Kuşanlardan aldılar.64 Firuz Eftalit hükümdarından yardım istediği zaman, kendisine Talekan'da oturması emredilmişti.65 Öyle anlaşılıyor ki Talekan 457'lerde Eftalit sınırları içinde bulunuyordu. C. Huart ise, Talekan'ın Tirmiz'le birlikte Firuz hükümdar olduktan sonra Eftalitlere verildiğini belirtmektedir.66 Bu davranış, Eftalit yardımına karşılık daha önce yapılmış olan anlaşmanın bir gereği idi ve aynı anlaşma ile Ceyhun'un batısındaki Vaşgird de Eftalitlere terkedilmişti.67 Bu suretle Ceyhun'un batısında Horasan'ın doğu bölümü, yani batıda Talekan'dan doğuda Tirmiz'e ve kuzeyde Firabr'dan güneyde Bamiyan'a kadar olan saha Eftalitlerin hakimiyetine geçmiş oluyordu. Eftalit başkenti Badğis ve hinterlandı emniyet altına alındı ve bu şehir, Sasanilere karşı askeri üs haline getirildi.68 Eftalit orduları Sasanilere karşı buradan harekete geçiyorlardı.

Procopius'a göre, Eftalit-Sasani mücadelesi başladığı sırada Eftalitler Gorgo şehrinde oturuyorlardı.69 De Guignes, Gorgo'nun Harizm'de olabileceğini zannetmektedir.70 A. Cunnigham ise burayı Hazar Denizi'nin güney doğusundaki Hyrkania'nın başkenti Gürgan ile aynı yer kabul eder.71 Eldeki bazı bilgilere göre, Gorgo Çin kaynaklarının Hua, yahut Hua-lo'su idi ve bugünkü Gur mıntıkasına tekabül ediyordu.72 Bu durumda Eftalitlerin hakimiyet sahaları, bugünkü Herat da dahil olmak üzere Heri Rud (Herat Irmağı)'a kadar yayılıyor, başka bir deyişle Horasan'daki Eftalit-Sasani sınırını Herat ırmağı çiziyordu.

3. Maveraünnehir'in Fethi

Maveraünnehir'deki Eftalit fütuhatı, Horasan ve bilhassa Belh'in fethinden daha değişik bir mahiyet arzetmektedir. Eftalitler, Belh başta olmak üzere bütün Doğu Horasan'ı yerleşmek amacıyla fethettikleri halde, Maveraünnehir'i vergi karşılığı kaderiyle başbaşa bırakmış görünmektedirler.73 To­pa Wei sarayına Su-t'e'den 435-473 ve Hsi-wan-chin'den 473-509 yılları arasında onar elçilik heyeti gönderildiğine dikkati çeken K. Enoki, Maveraünnehir'in Eftalitler tarafından fethi ile buradaki Kionit/Hyon hakimiyetinin son bulduğuna inanmaktadır. Ona göre, bu fütuhat 467-473 yılları arasında 'başlamış ve 479'da tamamlanmıştır.74 J. Harmatta, Eftalitlerin 466 yılında Soğdiana'ya saldırdıklarını ve bölgeyi Kidarit/Hyonların elinden aldıklarını söylemektedir.75 Bununla birlikte R. Grousset daha erken bir tarih (440 yılı) vermekte ve fütuhatı Horasan'ın fethinden önceye yerleştirmektedir.76 Halbuki Maveraünnehir, Horasan'dan daha sonra fethedilmiş ve buradaki Wen (Un/Hun/Kionit) hakimiyeti son bularak Chao-wu prenslikleri ortaya çıkmıştır.


4. Chao-wu Prenslikleri

K'ang-chü hanadanının mensup bulunduğu Chao-wu ailesi, hiç bir dış baskı olmaksızın Maveraünnehir ve Horasan'ın bir kısmını kendi aralarında paylaştılar. Böylece Chao-wu sülalesine mensup dokuz prenslik ortaya çıkmış oldu.77 Bu prenslikler şunlardı:

1) K'ang (K'ang-kuo): T'ang-shu'ya göre K'ang, Sa-mo-chien yahut Hsi-wan-chin diye de bilinmekteydi. Merkezi Na-mi (Zerefşan) ırmağının güneyinde olup, kuzeyinde Orta Ts'ao, doğusunda Ts'ao, güneyinde Shih ülkeleri vardı. Burası Chao-wu hanedanının merkezi olan Semerkand'dı. Diğer sekiz prenslik ayrı idarelere sahip olmalarına rağmen Semerkand'ı üstün ve kendileri için model kabul ediyorlardı.78

2) Ts'ao (Ts'ao-kuo): Semerkand'ın doğusunda bulunan Ts'ao Prensliği, Doğu, Orta, Batı ve sadece Ts'ao olmak üzere dörde ayrılmıştı.79 T'ang-shu sadece üç Ts'ao prensliğinin varlığından söz etmektedir: Orta Ts'ao (Ch'un Ts'ao), Doğu Ts'ao (Tung Ts'ao) ve Batı Ts'ao Hsi Ts'ao). Doğu Ts'ao, İslam kaynaklarının: Uşrusana'sı, Orta Ts'ao Kebudenkes'i ve Batı Ts'ao da İştihan'ı ile aynı yer kabul edilmektedir.80 Semerkand ile Batı Ts'ao arasında 100 li, Orta Ts'ao arasında 50 li'lik mesafeler vardı.81 Hsüan-tsang'ın Semerkand'ın kuzeyinde gösterdiği Kie (Ki veya Ka)-pu-tan-na ülkesi, seyahatnameyi notlandıran şahıs tarafından Ts'ao-kuo, yani Ts'ao Krallığı şeklinde adlandırılmıştı. Muhtemelen bu adlandırma sadece Orta ve Batı Ts'ao için geçerlidir.82 Orta ve Batı Ts'ao'nun herbirinin merkezi 4 li kare olup, onar binden fazla askere sahiptirler. Doğu Ts'ao'nun merkezi daha küçük (3 li kare) ve askerleri daha azdı.83

3) Mi (Mi-kuo): Semerkand'dan 100 li kadar uzaktaydı. Prensliğin merkezi Na-mi (Zerefşan) ırmağının batısında yer almıştı. Burası da İslam kaynaklarının Maymurg'u ile birleştirilmektedir. Merkezinin genişliği 3 li kare idi.84

4) Shih (Shih-kuo): Hsüan-tsang'a göre, Semerkand'dan 300'li uzakta olup Ka-shuang-na diye de adlandırılmaktaydı. Diğer kaynakların Ke-shih olarak isimlendirdikleri bu prenslik, Keş topraklarına tekabül ediyordu. Merkezi, Şehr-i Sebz ile aynı yerdi. Bu merkez 2'li kare olup, 1.000 kadar askeri vardı.85

5) Na-se-po (Na-se-po-kuo): Shih Prensliği'nden 200 li batıdadır. Burası İslam kaynaklarının Nahşab'ı ile aynı yer kabul edilmektedir. Zaten Çince adının Nahşab'a tam bir benzerliği mevcuttur.86 Arapların Nesef dedikleri yerdi.87 Şehre, XIV. yüzyılda Karşi adı verildi.88

6) Ho (Ho-kuo): Sui-shu'da burası Na-mi (Zerefşan) ırmağının bir kaç li güneyinde gösterilmekte ve T'ang-shu'da eski K'ang-chü toprağı Fu-mo ile birleştirilmektedir. Halbuki buranın İslam kaynaklarının Küşani, yahut Küşaniyesi olduğundan şüphe edilmemektedir.89 Hatta burası Yakut'a göre, Soğd şehirlerinin en kuzeyde olanı idi.90 Hsüan-tsang'da K'u-shuang-ni-ka olarak zikredilen Ho Prensliği, Ts'ao Prensliği'nden 150 li batıdaydı. Semerkand'dan uzaklığı ise 300 li'yi buluyordu. Başkentinin alanı 2 li kare olup, 1.000 askeri vardı. Prens, altından koyun tahtta otururdu.91

7) An (An-kuo): Sui-shu, An'ın, Han çağının An-hsi'si olduğunu söylerken, T'ang-shu, buraya Pu-huo ya da Pu-ho denildiğini kaydetmektedir. Bu krallık batıda Wu-hu (Ceyhun) Irmağı ile sınırlanıyordu. Pu-ho, şüphesiz İslam kaynaklarının Buhara'sıdır.92 Küçük An (Hsiao An) ve Büyük An (Ta An) olmak üzere iki An prensliği mevcuttu. Ho prensliğinden 200 li batıda bulunan Küçük An'a Hsüan-tsang tarafından işaret edilmektedir ki seyahatnameye not düşen şahıs buranın Doğu An (Tung An) olduğunu söylemektedir.93 Ho-han, yani Küçük An yahut Doğu An prensliği İslam kaynaklarının Harganket'i ile birleştirilmektedir.94 Küçük An Prensliği'nin 400 li (T'ang-shu'ya göre 100 li) batısında yer alan asıl An veya Büyük An'a, ilk Weiler zamanında Nu-mi deniliyordu. Bu isim İslam çağında Buhara'nın merkezi Numigket'e tekabül etmektedir.95

8) Mu (Mu-kuo): Wu-hu (Ceyhun) ırmağının batısında, eski An-hsi sahasında bulunuyordu.96 Prensliğin merkezi 3 li kare olup, 2.000 askeri vardı. Kuzeydoğudaki An Prensliği'nden 500 li, batıdaki Sasani hükümet merkezinden 4.000 li uzaktaydı.97 Başkentinin çok küçük oluşuna dikkati çeken J. Marquart, Mu'nun tavsifinin Merv er-Rud'u düşündürdüğünü ifade etmektedir. Fakat An, yani Buhara ile Merv er-Rud arasındaki mesafe 500 li'den fazla olduğu gibi, bu sıradaki siyasi durum da Mu'nun Merv er-Rud olduğunu düşünmeyi zorlaştırmaktadır. Bu sebeple K. Shiratori, Mu'yu Amul ile aynı yer kabul etmektedir.98

9) Wu-na-ho (Wu-na-ho-kuo): Mu Prensliği'nden 200 li uzaklıkta, Wu-hu (Ceyhun) ırmağının batısında, eski An-hsi sahasındaydı.99 Merkezi oldukça küçüktü ve ancak bir kaç yüz askeri vardı. J. Marquart, Wu-na-ho'yu İslam kaynaklarının Andhudu ile aynı yer kabul etmekte, fakat bu birleştirme K. Shiratori tarafından tasvip edilmemektedir. 100

Maveraünnehir'de yerleşmek niyetinde olmayan Eftalitler, şimdi bu küçük prensliklere üstünlüklerini kabul ettirebilmek için uğraşıyorlardı. En sonunda buna muvaffak oldular. Eftalit hakimiyetini benimseyen Chao-wu prenslikleri vergi ödeme karşılığında, bulundukları bölgede yine kendi reislerinin idaresinde kaldılar. Merkez kabul ettikleri Semerkand başta olmak üzere Eftalit hükümdarından habersiz, yahut imtiyazlı olarak Çin sarayına elçilik heyetleri göndermeğe devam ettiler.101

5. Horasan'da Eftalit-Sasani Mücadelesi

Firuz, tahta geçişi sırasında yardımlarını gördüğü Eftalitlere karşı silaha sarılmakta gecikmedi. 465 yılında, Eftalitlerin sınır kasabası Balaam'ı ele geçirdi.102 Eğer Balaam, De Guignes'nin zannettiği gibi Talekan idiyse, Sasanilerin Heri-Rud'u aşarak tekrar Horasan'ın büyük bir bölümüne hakim olduklarını kabul etmek gerekir. A. Christensen'e göre, Firuz'un topraklarını ele geçirdiği topluluk, Kidara-Kuşanlardı ve onlar bu mağlubiyet üzerine Kandehar'a çekilmişlerdi.103

Sasani hükümdarı, 475 yılında ikinci defa sefer hazırlıklarına girişti. Hazar Denizi'nin güneydoğusundaki Gürgan'ı askeri merkez haline getirerek, bütün birliklerin burada toplanmasını emretti. Hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz büyük bir orduyu Horasan'a sevketti. Eftalit hükümdarı da Badgis'ten harekete geçti ve başarılı bir taktik sonucu Firuz'u dört taraftan kuşattı. Onun Gürgan ile temasını kesti.104 Hiç bir kurtuluş umudu kalmayan Firuz'la alay edercesine, huzuruna gelip yere kapanmasını ve bir daha Eftalitlere karşı savaşmayacağına, aradaki sınırı geçmeyeceğine dair yemin etmesini istedi.105 Taberi ve Yakut gibi İslam müellifleri, benzer şartları ihtiva eden bir barış anlaşması ile Sasanilerin Ahşunvar'a müracaat ettiklerini anlatmaktadır.106 Bu anlaşma ile Firuz, oğlu Kavad'ı Eftalit sarayına göndermek zorunda kalmıştır.107

Sasani gururuna indirilen bu ağır darbenin intikamını almak için Firuz, 484 yılında tekrar harekete geçti. Hyrkania'da iken memleketin her tarafından askerler gelip ona katıldılar. 108 Firuz'un harekat üssü yine Gürgan idi. Firdevsi, Sasani ordusunun Merv'den Amul'a, oradan da Behram Gur zamanında sınır tespit edilen Firabr'a ulaştığını, buna karşılık, Ahşunvar'ın ordusuyla Semerkand önlerine geldiğini anlatmaktadır.109 Sasani şahının Eftalit toprakları içerisinde bir süre ilerlediğini biliyoruz. Fakat Sasanilere göre çok doğuda ve Eftalitlerin de oldukça kuzeyinde bulunan bir yerin savaş alanı seçilmesi mümkün değildir. Sasani ordularının Bizans kaynağında zikredilen Gorgo'ya doğru ilerlediğini, Eftalitlerin boşalttıkları bu şehri ele geçirdikten sonra ileri harekata devam ettiklerini Procopius'tan öğrenmekteyiz.110 Mes'udi de Firuz b. Yezdigerd'in, Ahşunvar tarafından Horasan şehirlerinden Merv er-Rud'da öldürüldüğünü haber vermektedir.111 Öyle anlaşılıyor ki Firuz, doğrudan doğruya Eftalitlerin kraliyet merkezi üzerine yürümüş, savaş da Maveraünnehir'de değil, Horasan'da cereyan etmiştir.112

Eftalit ileri gelenleri Ahşunvar'ı, önceki anlaşma ile Sasanilere her şeyin bağlı olduğu elverişli bir zaman bırakmakla suçluyorlardı.113 Fakat Ahşunvar, plan gereğince Firuz'u beklediği yere çekti ve mağlup etti. Başta Firuz olmak üzere bütün Sasani soyluları ve ordusu kılıçtan geçirildi. Güya bu hadiseyi haber alan Sasani komutanı Suhra, kalabalık bir ordu ile Ceyhun'a doğru ilerlemiş ve İranlılardan alınan esirlerle ganimet malların iade olunmasını sağlamıştı.114 De Guignes de bu hikayeyi aynen kabul etmiş ve İslam kaynaklarının bildirdiklerinin dışına çıkamamıştır.

Onun anlattığına göre, Suhra Merv'e varınca Eftalit hükümdarını tehdit eden ve aşağılayan bir mektup göndermiş, onun cevabı üzerine Merv'den harekete geçerek Kuşmihan'a gelmiş, Ceyhun'u geçerek Beykend önlerinde Eftalitlerle savaşa tutuşmuştur.115 Gerçek olan şudur ki İran tarihçileri, kendi milletlerinin şerefini korumak için bu hikayeyi uydurmuşlardır.116

Eftalitler, zaferden sonra İran topraklarına girerek Merv er-Rud ve Herat şehirleri ile birlikte daha bir kaç eyaleti idareleri altına aldılar. 117 İranlılar vergi ödemek zorunda bırakıldıkları gibi, Firuz'un oğlu Kavad'ın Eftalit sarayında gözetim altında tutulması halinin devam etmesine de ses çıkaramadılar. Böylece, 464-485 yılları arasındaki Eftalit-Sasani savaşları sonunda Ceyhun'un güneyinde ve batısındaki pek çok şehir ve kasaba, bir daha İranlılara geçmemek üzere Türk toprakları haline geldi.118

Firuz'un ölümünden sonra tahta kardeşi Balaş geçirildi. Fakat Sasanilerin durumu oldukça kötü idi. Firuz zamanında, bazı büyük ve bakımlı şehirler Eftalitlere terk olunmasına rağmen, onların baskıları azalmamış, İran kölelik bağından ve esaret zincirinden kurtulamamıştı. 484 savaşında büyük komutanların ve devlet adamlarının yok oluşları, öte yandan Eftalitlere vergi ödenmesinden doğan mali külfet, durumlarını daha da zorlaştırmaktaydı. Sasani tahtına Eftalitler nezdindeki Kubad'ın seçilmesi, Eftalit baskısını azaltacak sanılıyordu.119

6. Eftalitlerin Horasan'da Yerleşmeleri

Procopius, Firuz'un ölümünden sonra Eftalitlerin iki yıl bütün İran'a hakim olduklarına işaret etmektedir ki bu, Türk nüfuzunun İran topraklarını kapsaması bakımından önemlidir.120 Bu durumda Sasaniler, Eftalit ülkesine akın yapmak veya orayı istila etmek teşebbüslerinden tamamen vazgeçmiş görünüyorlardı.121 İslam kaynakları, Kavad'ın saltanatı sırasında zuhur eden Mazdek isyanı ile Kavad'ın tahttan indirilip hapsedildiğini, hapisten kurtulduktan sonra Eftalit hükümdarından yardım alarak tekrar tahtını ele geçirdiğini anlatmaktadırlar. Bu yardıma karşılık Kavad, Eftalitlere vergi ödeyecek ve sınırlardaki ihtilaf konusu toprakları onlara terkedecekti.122 Dineveri'de Sasaniyan, Firdevsi'de Çegani olarak geçen bölge yahut şehir bu yardıma karşılık Eftalitlere terkolunmuştu.123 Halbuki Arapların Saganiyan olarak söyledikleri Çağaniyan bölgesi Eftalit-İran sınırında değil, çok daha doğuda, Güney Maveraünnehir'de bulunuyordu.

Sasani Şahı Kavad, kararlaştırılan vergiyi ödeyebilmek için Konstantinopolis (İstanbul)'dan borç para bulmağa çalıştı. Fakat İmparator Anastasius, ezeli düşmanının isteğini geri çevirdi. Bu şekilde hareket etmekle o, bir yandan Sasanilerin Eftalitlerle düşmanlıklarının devamından yarar umuyor, öbür yandan da Kavad'ın alacağı para ile kendisine karşı ordular kurulması ihtimalini bertaraf etmek istiyordu.124 Talebinin reddedildiğini gören Kavad, Bizans'a savaş açtı. Bizans elindeki Armenia'ya bir ordu gönderdi. Bu orduda Procopius'un 'Saberoi' dediği Sabir Türklerinden üç bin kişi bulunmaktaydı.125

Sasani-Bizans savaşlarından istifade eden Eftalitler, bir an için bütün dikkatlerini doğuya çevirme imkanına kavuştular. 491 yılından sonra Kao-ch'e Türkleri üzerine başlattıkları saldırılar, 510'da bir neticeye ulaştı. Kao-ch'e hükümdarını öldürüp oğlunu tutsak aldılar.126 Böylece Eftalitler, doğuda Karaşahr ve Turfan bölgelerine hakim oldular.127 Öte yandan Kavad, Hazar Kapısı'ndan çeşitli Türk boylarının saldırıya geçmesi üzerine Bizans imparatoru ile yedi yıl süreli bir barış antlaşması yaptı (505 veya 506). Çok geçmeden Eftalit-Sasani savaşları yeniden başladı. 513 yılına kadar aralıklı olarak devam etti. Fakat bu hususta olayların ayrıntıları hakkında elde yeterli kaynaklar bulunmadığından taraflar arasında mevcut durumun muhafaza edildiği neticesine varılmaktadır.128

Husrev Anuşirvan (531-579) tahta geçtiği zaman, Çin Hakanı ona bir mektup göndererek Eftalitler aleyhine ittifak teklif etti.129 Firdevsi'deki Çin Hakanı, De Guignes'nin zannettiği gibi Juan-juan hükümdarı olmayıp, Batı Göktürk Kağanı İstemi idi. Eftalitler, önce doğudan gelen soydaşları Göktürklere Maveraünnehir'deki hakimiyetlerini kaptıracaklar ve daha sonra da Horasan ellerinden çıkacaktır. Bu konuya aşağıda temas edilecektir.

Göktürkler Çağında Maveraünnehir ve Horasan'da Türkler

A. Göktürk Siyasetinin Esasları

Orta Asya'da, Göktürkler ilk defa bir dünya devleti olarak ortaya çıktılar. Dünya siyasetinde birden fazla devletle aynı anda ilişkiler kurmak, anlaşma ve ittifaklar yapmak suretiyle de ağırlıklarını hissettirdiler. Bu zamana kadar Orta Asya'da görülen ikili savaş-barış münasebetlerinin yerini çok yönlü kuvvetler dengesi politikası aldı. Bu Türkler için yeni bir şey olup, ileri devlet anlayışlarının bir gereği ve görünümü idi. Göktürk politikasının esasını şu şekilde özetlemek mümkündür: Önce Juan-juanlara karşı Batı Weileri ile anlaşma yapmak, Juan-juanlar ortadan kaldırıldıktan sonra, Sasanileri kendi yanına çekerek Eftalitlere son vermek, İran'a karşı Bizans İmparatorluğu ile ittifak ve bundan çıkar sağlamak, nihayet her iki devlete üstünlüğünü kabul ettirebilmek için kuvvete başvurmak. Bu politika sırasıyla uygulama alanına konulacaktır.

1. Göktürk-Batı Wei Antlaşması ve Juan-juanların Yıkılışı

VI. asrın ilk yarısında Orta Asya'da iki büyük imparatorluk görülüyordu. Biri Yukarı Yulduz'dan Merv'e, Balkaş ve Aral göllerinden Pencab'a kadar hakimiyetlerini yaymış olan Eftalitler, diğeri de Mançurya sınırlarından Balkaş'a ve Orhun'dan Çin Seddi'ne kadar olan sahayı ellerinde tutan Juan-juanlardı. Her iki imparatorluk müttefik olup, kız alıp vermek suretiyle aralarında akrabalık da kurulmuştu.130 Kuzey Çin'i bir buçuk asır tek idare altında birleştiren To-pa Weiler, 534'te parçalanarak Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldılar.131 To-palar başlangıçta Türk adet ve geleneklerini de beraberlerinde getirmişlerdi. Bu yüzden Kuzey Çin, Çinliler tarafından hemen hemen boşaltılmıştı. Onbinlerce Çinli, Yang-tse'yi geçerek güneye inmiş ve hatta Lo-yang'ın devlet merkezi seçilmesi bu göçü hızlandıran, bilginlerin bile güneye kaçmasını sağlayan bir etken olmuştur.132 Buna rağmen, To-palar zamanla Türk özelliklerini yitirdiler. İsimler başta olmak üzere Çin adetlerini, giyimlerini ve kurumlarını aynen kabullenmek zorunda kaldılar.133 550'ye kadar tahtta tutulan Doğu Wei hükümdarı, bu tarihte yerini aslen Çinli olan Kao Kang'a bıraktı ve onun kurduğu "Ch'i sülalesi" (550-577) işbaşına geçti. To-palar batıda da aynı akıbete uğramaktan kurtulamadılar. Saray entrikaları, iç karışıklıklar ve katliamlar birbirini takip etti. Nihayet Batı Weilerinin yerini de "Chou Süla1esi" (557-580) aldı.134

VI. yüzyılın ortalarında bütün Asya'nın kaderini etkileyecek birinci derecede önemli bir olay meydana geldi. Bumın, 520'deki iç savaş yüzünden iyice zayıflamış bulunan ve Töles ayaklanmasını bastıramayacak duruma gelen Juan-juanlara ağır bir darbe indirdi.135 Juan-juanlar Orta Asya sahnesinden çekildiler. Göktürk Kağanı bu başarıyı elde ederken Batı Weilerinin yardımını da almıştı.136 545 yılında Batı Weileri ilk elçilik heyetlerini Türklere göndermişler, ertesi sene Göktürk elçileri Çin sarayına "kendi ülkelerinin ürünleri"ni takdim etmişlerdi. Bu, iki asır sürecek olan Göktürk-Çin ilişkilerinin barışla başlamış olduğunu ifade etmektedir.137

Juan-juanların ortadan kaldırılması ile Orta Asya'da kuvvetler dengesi de değişti. Bir yandan Eftalitler, Juan-juanların yıkılmasıyla güçlü bir müttefikten mahrum kalırlarken, öbür yanda Çin'de yeni kurulan Chou Sülalesi, Türklerle iyi geçinmek ve rakipleri Ch'i Sülalesi'ne karşı onlarla ittifak yapmak şeklinde özetlenebilen bir siyaset takip etmeğe başladı.138

Fakat amacına ulaşan her ittifakın yıkılmak akıbetinden kurtulamadığı gibi, Bumın'ın Juan-juanları bertaraf etmek için Çin'le yapmış olduğu anlaşma da Göktürkler bakımından değerini yitirmişti. Bu sebeple onlar, hem Chou ve hem de Ch'i saraylarına elçilik heyetleri göndermeği ihmal etmiyorlardı.139 Güneye karşı denge siyaseti takip eden Göktürk Kağanlığı, batıda fetihler peşindeydi ve bunu gerçekleştirebilmek için yeni ittifaklar arıyordu.

2. Batı Siyaseti ve Önemi

"Adet bakımından Çin İmparatorluğu, Göktürk Kağanlığı ile aynı değildir. Göktürkler Çin topraklarını ele geçirseler bile orada yaşayamazlar"dı.140 Bunca tecrübeden sonra Göktürk Kağanı'nın Çin'i istila etmek gibi bir düşüncesi olamazdı. Nitekim Mete'nin hatunu da Çin'i elde etmiş olsa dahi orayı idare edecek gücü kendinde bulamayacağını Hun hükümdarına söylemişti.141 Türk To-palar Çinlileşerek eriyip gitmişlerdi. O halde Çin'e yaklaşmak Türklük için tehlikeliydi. Çin, uzaktaki milletleri kendine çekip iskan ettikten sonra kötü şeyleri o zaman yapardı.142 Takip edilmesi gereken yol, hakimiyeti batıya yaymaktı.

Bu yüzden Göktürkler, dikkatlerini Türklerin yoğun olduğu sahalara çevirdiler. Bu saha batıya doğru lssık-köl'den itibaren Çu, Talas vadileri ile Maveraünnehir ve Doğu İran'a, güneyde Afganistan'a kadar uzanıyordu. M.Ö. I. asırdan beri bu topraklar Türkler tarafından idare edilmekteydi. Göktürklerin ilgilendikleri sahalar bu kadarla bitmiyordu. Aynı zamanda Hazar Denizi ve Karadeniz'in kuzeyindeki bugünkü Güney Rusya düzlükleri de bu siyasetin bir bölümü olarak görünmektedir. Anlaşılıyor ki Göktürkler sadece Türklerin yaşadıkları bölgeleri ele geçirmek suretiyle "Türk Birliği"ni gerçekleştirmenin peşinde idiler.

Tarihi hadiseleri tek sebebe bağlamak doğru değildir. Çoğu kere olayların birden fazla sebebe dayandığı bilinmektedir. Bu hakikat iledir ki batı, siyasi durumunun yanında, askeri ve ticari bakımdan da önemli idi. Sonradan Göktürk Kağanlığı'nın belkemiğini teşkil edecek ve "Batı Göktürkleri" diye adlandırılacak olan On-Oklar. Altaylar'ın batısı ile Seyhun arasındaki bölgede yaşıyorlardı.143 Verimli toprakların batıda oluşu ve İpek Yolu'nun bölgeden geçmesi Göktürklerin batı siyasetine ağırlık kazandırıyordu. Bütün bunların yanında, eski düşmanları Juan-juanların müttefiki Eftalitlerle her halde bir hesapları olmalıydı. Öte yandan Türk hükümdarlık anlayışı gereği Göktürk kağanlarının fetihlerde bulunduklarını düşünmek de mümkündür. Çünkü onlar, idare etme yetkisinin Tanrı tarafından kendilerine verildiğine inanıyorlardı.144

Kısaca ifade etmek gerekirse, Göktürkler doğuda ve güneyde yayılmanın olumsuz neticeler doğuracağını biliyorlardı. Batı ise Türklerle meskün olduğundan, kendilerini yabancı kabul etmeyecekler ve Göktürkler eriyip yok olma tehlikesinden kurtulacaklardı. Bu da Türklük düşüncesinden, Türk olarak yaşamak mücadelesinden kaynaklandığı için fevkalade önemli bir hadisedir.

3. Eftalitlerle Savaş ve Eftalit Devleti'nin Sükutu

Göktürk siyasetinin ikinci aşaması, Sasanilerle ittifak yapıp Eftalitleri ortadan kaldırmaktı. Bu sebeple İstemi Kağan elçilerini İran şahı Husrev Anuşirvan'a yolladı. Ancak tehlikenin farkına varan ve bunun kendileri için doğuracağı sonuçları çok iyi hesaplayan Eftalitler, Göktürk-Sasani ittifakını önleyebilmek amacıyla İstemi Kağan'ın elçilerini yakalayıp öldürdüler.145 Bununla da yetinmeyip, Ch'i Sülalesi ile Göktürklere karşı anlaşma yapmak yolları aradılar.146 Bu haber İstemi Kağan'a ulaşınca, Sasani yardımını bek1emeden derhal ordusunu Çaç (Taşkent)'tan harekete geçirdi.147 Olaylar o kadar hızlı cereyan etmişti ki Eftalitler Çinlilerle anlaşmaya muvaffak olamadıkları gibi, ordularını da seferber hale getiremediler.

Göktürk ordusu Buhara önlerine gelinceye kadar hiç bir direnme ile karşılaşmadı ve savaş da olmadı. Taberi'de V.r.z, Vezr, Firdevsi'de Gatkar olarak geçen Eftalit hükümdarı,148 Göktürk istilası başladıktan sonra bir ordu toplayabildi. Huttal ve Tirmizlilerden meydana gelen orduda Belh, Seknan, Amuy ve Zem'den alınan paralı askerler de bulunuyordu.149 Bu ordu kuzeye doğru harekete geçirildi. Gerçekte ordunun merkez üssünden çok uzağa gitmesi ve Türklerle savaşa tutuşması askeri bir hata idi. Üstelik Göktürk birlikleri dip diri ve dinlenmiş bulunuyorlardı. Taberi'yi kaynak olarak kullandıkları anlaşılan De Guignes ve E. Bretschneider'e göre, iki ordu Nahşab yakınlarında karşı karşıya geldi.150 Çok şiddetli geçen çarpışmalardan sonra Eftalit ordusu yenilgiye uğradı ve dağıldı.

Hükümdarları da ölenler arasında bulunuyordu. Kaçan askerlerin ve halkın çoğu İran topraklarına girdiler. Eftalit ileri gelenleri ölen hükümdarlarının yerine Ahşunvar'ın soyundan olan Feğani adında birini tahta geçirdiler.151 Menandros'a göre, bu olay 562 yılında vukubulmuştu.152

4. Eftalit Topraklarının Paylaşılması

Eftalit Devleti'nin Göktürk-Sasani ittifakı sonucu yıkıldığı görüşü ortaya atıldığından bu yana, hemen hemen bütün araştırıcılar, tenkide ihtiyaç dahi duymadan bu fikri benimsemişlerdir. Taberi, Mes'udi, Dineveri ve Firdevsi'de bu düşünceyi destekler mahiyette kayıtlar bulunmamaktadır. Sadece Mukaddesi, eski geleneğin tesiri ile, "Firuz'un intikamını almak için" Anuşirvan'ın Hakan'a yardım ettiğini haber vermektedir.153 Böyle bir antlaşma, zannedildiği gibi başlangıçta değil, fakat Göktürkler ve Sasaniler ele geçirebildikleri ölçüde Eftalit topraklarına sahip olduktan sonra aradaki ortak sınırın ihlalini önlemek için yapılmıştır. İstemi Kağan'ın kuzeydoğudan Eftalitlere saldırıya geçtiğini öğrenen Husrev Anuşirvan, hiç vakit kaybetmeden Belh ve Toharistan taraflarına bir ordu gönderdi.154 Eftalitlerin içerisinde bulundukları kötü durumlarından istifade eden Sasani ordusu, R. Grousset'ye göre, Belh ve Kunduz'a yani eski Hellenlerin Baktria'sına doğru hızla yayıldı.155 Bu harekat sırasında Sasanilerin ele geçirdikleri yerleri Dineveri zikretmektedir. Ona göre, Toharistan, Zabulistan, Kabulistan ve Sağaniyan İran topraklarına katılmıştır.156 Mes'udi ise, Anuşirvan'ın Belh Nehri (Ceyhun)'nin ötesine geçtiğini ve Huttal sınırına kadar olan sahaya hakim olduğunu söylemek suretiyle, Sasani istilasını daha geniş sahaya yayılmış olarak göstermektedir.157

Fakat Sasanilerin Ceyhun'u geçip, Maveraünnehir'de fetihlerde bulunduklarını söylemek oldukça zordur. Her ne kadar İslam tarihçileri, İran Şahının Türk Hükümdarından bunun, yani Eftalitlerden aldığı toprakların acısını çıkardığını söylemekte iseler de bu, ihtimal dahilinde olmaktan çok uzaktır.158 Muhtemelen Sasaniler, eski Eftalit-İran sınırındaki Merv er-Rud ve Talekan gibi kasabaları almışlar ve Bizans kaynaklarından anlaşıldığı üzere, sınırlarını doğuda Ceyhun nehrine kadar genişletmişıerdi.159 Bu sırada Batı Göktürklerinin Buhara dahil, bütün Maveraünnehir'e sahip bulunmaları, Anuşirvan'ın korkuya kapılmasına ve bütün dikkatini Türklerden yana çevirmesine sebep olmuştur.

Bu hadiselerle ilgili olarak İslam kaynakları Göktürk Kağanı'nın adını da zikrederler. Onu, Sincibu Hakan diye isimlendirirler. İbn Hurdadbih'e göre, Sincibu Hakan sadece Türklerin büyük hükümdarlarına verilen unvandı. İkinci derecedekiler Tarhan, Nizek, Gurek vb. gibi unvanlar taşımakta idiler. 160 Çin kaynakları her ne kadar Eftalitleri yenilgiye uğratan Kağan'ın Mu-kan olduğunu söylemekte iseler de161 Bizans kaynakları Silzibulos veya Dilzibulos adını vermek suretiyle İslam kaynaklarına yaklaşmaktadırlar. Haussig'e göre bu, Sil yani Sir-Derya yabgusu demektir. Öte yandan 'Sir'in sahip anlamına geldiği de söylenmektedir.162 İstemi, merkezini Yulduz'da kurduktan sonra Hsi-mien Kağan, yani Batıya bakan Kağan unvanını almıştı.163 D. M. Dunlop, İslam kaynaklarındaki "Çin Hakanı" ve Ermeni kaynağındaki "Çenestan Çepetukh" deyimlerinin bir başka şekli olarak gördüğü Sincibu'nun, Sin yani Çin ve cibu/cebu yani yabgu kelimelerinden meydana geldiğini ileri sürmektedir.164 Bu durumda Sincibu, Çin yabgusu yahut Çin kağanı demektir ki Göktürk hükümdarlarının İslam kaynaklarında bu şekilde adlandırıldıkları bilinmektedir.

Sincibu Hakan, Şaş, Fergana, Keş ve Nesef'i alarak Buhara'ya ulaşmış bulunuyordu.165 Daha önce Eftalitlere bağlı bulunan Soğdlar ve öteki Maveraünnehir kavimleri onun idaresi altına girdiler. 166 Eftalit yönetiminden memnun olmadıkları anlaşılan Chao-wu hanedanı mensupları, savaş sırasında Göktürklere yardımcı olmuşlardı.167 Bu yüzden onlar, mahalli idareciler olarak durumlarını muhafaza ettiler. Belh ve Toharistan hâlâ Eftalitlerin elinde bulunuyordu. Buraları Göktürkler tarafından henüz alınabilmiş değildi ve aynı zamanda Sasanilerin de hakimiyeti söz konusu değildir. Çünkü Hsüan-tsang'ın seyahati sırasında bu topraklar Türklere aitti. Halbuki kaynaklarda, Türklerin bölgeyi Sasanilerden aldıklarına dair bir kayıt bulunmamaktadır.

Göktürkler için bütün bu olumsuz vaziyete, başka bir ifade ile bir yandan Eftalit topraklarının tamamına sahip olamamaları, öbür yandan güçlü Sasani komşuluğuna rağmen, Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasına hakim olmakla, Orta Asya'daki toprakları iki kat genişlemiş oldu.168 562'de Eftalit topraklarının paylaşılması ile Ceyhun, Göktürklerle Sasaniler arasında "yeşil hat" (savaş sınırı) olmuştur.169

5. Demir-Kapı

Coğrafi mevkii itibariyle Semerkand ve Buhara'dan Belh'e giden yol üzerindeki Demir-Kapı, Göktürk ordularının batıda ulaştıkları en son nokta olarak gösterilmektedir.170 Fakat bu, 710-715 yılları arasında, yani II. Göktürk Kağanlığı çağında Türgiş Devleti'nin itaat altına alınmasından sonra batıya yapılan bir seferi anlatmaktadır.171 Maamafih, Bumın ve İstemi Kağanlarla ilgili kitabe metninde "doğuda Kadırgan Ormanına kadar, batıda Demir-Kapı'ya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilatsız Göktürk öylece oturuyormuş."172 denilmektedir. Görülüyor ki burada bir "kondurma"dan söz edilmektedir. Türkler kondurmak fiilini iskan etmek karşılığında kullanırlardı.173 Bumın ve İstemi Kağanlar Demir-Kapı'ya kadar Göktürk halkını yerleştirmişlerdir. Onların nereye kadar ordu sevkettiklerine dair kitabelerde açıklık yoktur. Demir-Kapı, her iki tarafında yüksek kayaların yer aldığı dar bir geçitti. Geçidin en dar yerinde de Göktürklerin geçişine engel olmak için demirden kapılar yapılmış, çanlar ve çıngıraklarla adeta bir alarm sistemi tesis edilmişti.174 Geçidin uzunluğu 3 km. olmasına rağmen genişliği sadece 10-18 m. kadardı. Göktürklerin güneye doğru yayılmalarına bu ele geçirilemez sanılan geçit de engel olamamıştır. Zira Hsüan-tsang, Demir-Kapı'yı geçtikten sonra Kunduz'da Göktürklere rastlamıştı.175 İstemi Kağan'ın Eftalit Devleti'ne ikinci ve sonuncu darbeyi indirmesi ile Göktürklerin batı sınırları Keşmir'e kadar uzanmıştı.176 Demir-Kapı'nın güneyinde ve batısındaki topraklar, Göktürk hakimiyeti altındaydı. Fakat II. Göktürk Kağanlığı çağında Türk orduları ancak Demir-Kapı'ya kadar ulaşabilmişlerdi. Anlaşılıyor ki İlteriş'in kurmuş olduğu devlet, batıdaki bütün Türklük bölgelerini kapsamıyordu, başka bir ifade ile batıdaki hakimiyet sahası daha dardı. Çünkü bu bölgeler artık Müslüman fatihlerin eline geçmişti.


6. Göktürk-İran Barışı

Göktürk elçilerinin Eftalitler tarafından öldürülmeleri ve Eftalitlerin Çinle ittifakını önlemek amacıyla İstemi Kağan'ın hemen harekete geçmiş olması, Göktürk-İran ittifakının kurulamamasına yol açmıştı. Buna rağmen Anuşirvan, Eftalit topraklarından bazı parçalar koparmak için ordu göndermiş ve kendisi de karargahını Gürgan'da kurmuştu.177 Bazı Sasani ileri gelenleri geçmişte kendilerine çok zarar ziyan veren ve hükümdarları Firuz'u katleden Eftalitlerin kötü sonunu sevinçle karşılarken, Kisra Anuşirvan tehlikenin büyüklüğü karşısında korkuya kapılmıştı. Doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Ceyhun'a kadar bütün Orta Asya'yı kaplayan Göktürk Kağanlığı'nın heybetli gölgesi Sasani İmparatorluğu'nun üzerine düşmüştü. Sasani şahı bu tehlikeyi uzaklaştırabilmek için Gürgan'da bulunuyordu.

Öte yandan İstemi Kağan, Eftalit topraklarının taksimi şeklinden memnun değildi. İlk zaferden sonra ordusunu Semerkand'da topladı178 ve Eftalit topraklarını tamamen ele geçirmek, İran'a akınlarda bulunmak için hazırlıklara başladı. Fakat Anuşirvan'ın ordusuyla Gürgan'da bulunduğunu öğrenince ona bir mektup gönderip meseleyi barış yoluyla halletmeğe çalıştı.179 İstemi Kağan'ı bu şekilde davranmaya zorlayan sebep hiç şüphesiz Eftalitlerin tamamen bertaraf edilememiş olmasıdır. Eftalitlerin bir kısmı İran'a sığınmışlardı. Kendi reislerinin idaresindeki asıl toplulukları ise, Arap fütuhatı sırasında bile mevcut bulundukları Badgiş ve Herat'ı ellerinde tutuyorlardı.180 Bu da haklı olarak İstemi Kağan'ı endişelendirmekte idi.

Göktürklerin barışa yanaşmalarının bir diğer sebebi de Anuşirvan'ın, 562 yılında Bizans ile imzalamış olduğu anlaşmadır. Nitekim Bizans bu anlaşma ile 532 den beri ödemekte olduğu vergiyi arttırmak zorunda kaldığı gibi, hamle üstünlüğünü de kaybetmiş ve Ön Asya'da ikinci plana düşmüştü.181 Eftalit meselesi tamamen halledilmeden, Bizans'a karşı üstünlüğünü kabul ettirmiş bulunan Sasanilerle kapışmak, askeri ve siyasi bakımdan tehlikeli sonuçlar doğurabilirdi. Ayrıca 563-564'lerde doğudan iyi haberler gelmiyordu. Choularla birleşen Türkler, Ch'ilere saldırmışlar, fakat müttefik orduları yenilgiye uğramış ve Mukan Kağan geri çekilmek zorunda kalmıştı.182 İşte bu gibi sebeplerle İstemi Kağan, çok sevdiği kızını İran sarayına yollamak suretiyle183 barışı korumağa çalıştı. Fakat çok geçmeden, 565 yılından sonra Göktürkler, Eftalitlere ikinci ve sonuncu darbeyi indirdiler.184 Menandros'un kaydına göre, bu olay 568'lere doğru vuku bulmuş ve Eftalitler tamamen ortadan kaldırılmışlardı.185 Böylece daha önce alınamayan Belh ve çevresi de Göktürklerin hakimiyeti altına girdi.186 Göktürkler, Eftalit meselesini kesin olarak hallettikleri bir sırada, Bizans tahtında da önemli bir değişiklik oldu. lustinianus (527-565)'un ölümü üzerine yerine genç lustinus (565-578) geçti. lustinus'un İran'a karşı metin ve taviz vermeyen politikası, Göktürklerin batıdaki emellerinin gerçekleşmesi için uygun bir fırsattı. Öte yandan Göktürkler, fethedilen bazı sahalarda idareyi mahalli, yani Eftalit ve hatta Kuşan menşeli sülalelere bırakmakta tereddüt göstermediler.187 Bu suretle Kağanlık içerisinde, merkezi otoriteye muhalif gruplar bırakılmak istenmemiştir.

7. Göktürk-Bizans Anlaşması ve İttifakı

İmparator lustinus'un İran'a karşı sert tavrı, sonraki yıllarda Bizans Devleti'nin dış siyaseti haline gelmiştir.188 Ancak bu, Bizans'ın yeniden savaşı göze alması demekti. Komşularının birbirleriyle olan ilişkilerini yakından takip eden İstemi Kağan, siyasetinde bazı değişiklikler yapmayı gerekli görmüştür.

Bu değişikliğin askeri olduğu kadar siyasi ve ekonomik sebepleri de vardı. Göktürklerin siyasi vaziyeti lehlerine çevirmeğe başlamaları üzerine Sasaniler de bazı tedbirlere başvurdular. Önce kuzeybatıdan, Göktürklere bağlı kabilelerden gelebilecek akınlara karşı Anuşirvan, Yezdigerd (438-457) zamanında inşasına başlanan suru tamamlattı.189 Hazar Denizi kıyısındaki Derbend ve Daryal geçitlerinde yeni istihkamlar kurdurttu.190 Ülkeyi dört ispehbedliğe ayırarak bunlardan Horasan ve Azerbaycan ispehbedliklerini Türk akınlarını durdurmakla görevlendirdi.191 Firdevsi de sınırlara tayin edilen merzbanlar sayesinde Türk akınlarının sona erdiğini haber vermekte ve mübalağalı bir şekilde İranlıların Amuy'dan Çaç'a kadar her tarafa hakim olduklarını söylemektedir.192 Bütün bu tedbirlerin yanında Anuşirvan, Chou hükümdarı Wu-ti'nin desteğini sağlayabilmek için Çin sarayına elçiler göndermeği ihmal etmedi.193 Nitekim Göktürk-Bizans iş birliği ona çok uzak görünmüyordu.

İstemi Kağan, yukarıda da işaret edildiği gibi, Eftalitlerin yıkılışı üzerine İranlılara geçen Türklük sahaları ile yakından ilgilenmekteydi. Tıpkı Mete (Mao-tun) gibi, Asya'da yaşayan bütün Türkleri aynı bayrak altında toplamak onun başlıca amacı olmuştu. Bu sırada Bizans, batıdaki topraklarını kaybettiğinden, kuzey ve doğu sınırlarının korunması imparatorluk için hayati bir önem taşıyordu.194 Aynı zamanda doğuya yapılan ihracat, ham ipeğe olan talebin çok altında bulunduğundan Bizans Solidilerinin Orta Asya'ya ve bilhassa Çin'e akmasına sebep oluyordu.195 Asıl önemlisi, Çin ile yapılan ticaretin her zaman İran'ın aracılığına ihtiyaç göstermesi idi.196

İstemi Kağan'ın idaresi altında bulunan Soğdlar, doğu-batı ticaretinde aktif rol oynuyorlardı. Fakat aynı zamanda İran'dan geçerken zor durumlarla karşılaşmakta idiler. Anuşirvan, hem Bizans'ı güç durumda bırakmak ve hem de Göktürk ticaretini baltalamak amacıyla Soğdlu tacirlerden fazla geçiş ücreti talep ediyordu. İstemi Kağan, bu durumu düzeltmek için, Chao-wu hanedanına mensup Soğdlu tüccar Maniakh'ı elçi olarak İran'a gönderdi.197 Esasen ipek ticareti ve Bizans altınları onu pek fazla ilgilendirmiyordu. Onunki toprak ve hükümranlık davasıydı. Belh'in batısındaki Herat ırmağına kadar olan saha, başka bir deyişle Doğu Horasan toprakları onun için çok daha önemliydi. Sasanileri buradan ancak silah zoruyla çıkarmak mümkündü. Maniakh'ın İran'dan eli boş olarak geriye dönmesi ve daha sonra İstanbul'a gönderilip orada bir anlaşma sağlaması198 İstemi Kağan'a bu imkanı verdi. Bölgede yeniden Türk-İran mücadelelerinin başlaması kaçınılmaz bir hal almıştı.


1 De Guignes 1923, II, s. 200.
2 Macartney 1943-46, s. 271.
3 Cunningham 1962, s. 111.
4 Samolin 1957-58, s. 148.
5 Enoki 1955a, s. 233.
6 Mc Govern 1939, s. 365.
7 Frye 1966, s. 256; Harmatta 1969, s. 391.
8 Ghirshman 1948, 5. ll. no: 3, fig. 7, ve no: 4, fig. 8. s. 12-13, no: 5, fig. 9.
9 Enoki 1955a, s. 233.
10 Samolin 1957-58, s. 148; Frye 1966, s. 255.
11 Samolin 1957-58, s. 148.
12 Harmatta 1969, s. 390.
13 Nemeth 1982, s. 23-24.
14 Cunningham 1962, s. 172-173.
15 Harmatta 1969, s. 387.
16 Enoki 1955a, s. 233; Maenchen-Helfen 1945, s. 79.
17 Christensen 1345, s. 267. Hunlarda sol kolun üstünlüğü hakkında bkz. Shiratori 1930, s. 1-77.
18 Maenchen-Helfen 1944-45, s. 226 Enoki 1955b, s. 44.
19 Hirth 1909, s. 43.
20 Hirth 1909, s. 33; Maenchen-Helfen 1944-45, s. 226; Enoki 1955b, s.44.
21 Enoki 1955a, s. 233.
22 Maenchen-Helfen 1944-45, s. 227.
23 Enoki 1955a, s. 233-234; Ögel 1948, 826.
24 Akşit 1970, s. 324.
25 Taberi II 1879-1965, s. 863; Mes'udi I 1966, s. 303; Gerdizi 1969, s. 28.
26 De Guignes, II 1923, s. 200.
 

Yorumlar (0)