HİNDİSTAN'DA TÜRK SOYKIRIMI - Ali ÖZSOY

HİNDİSTAN'DA TÜRK SOYKIRIMI


Ali ÖZSOY
Batılıların Türklüklerini gizlemek için Mughal (Moğol) İmparatorluğu dediği bu Türk İmparatorluğu'nun tek bir metninde bile Mughal kelimesi geçmemektedir.
Sultanları kendilerini Timurlu veya Babürlü Türk olarak nitelendiriyordu.''

Sömürgeci asalaklar

Hindistan üzerindeki kara bulutlar Batılı sömürgecilerin Hint denizinde belirmesiyle başladı. Kızılderili kıtasını sömürgeleştiren, 40 milyon yerliyi katleden ve zenginliklerini talan eden İspanyol ve Portekizliler büyük donanmalarla Ümit Burnu'nu aşıp İran ve Hint denizine egemen olmaya başladı.

Babürlüler bu üstün deniz gücüne karşı o çağın en güçlü devleti kabul edilen, Hilafet Sancağını taşıyan ve Türk kardeşleri olarak gördükleri Osmanlı'nın yardımını resmen talep etti. Osmanlı Akdeniz ve Karadeniz donanmasına ek olarak Kızıldeniz'de bir donanma inşa edip Hürmüz'ü ve Hint adalarını Haçlı Donanması ve Korsanlarından kurtarmak için büyük bir çabayla mücadele etti. Fakat sömürgeciliğin getirdiği büyük atılımla İngiliz ve Hollanda donanmaları 10 Osmanlı kadırgasına eşit güçte büyük savaş gemileriyle Hindistan denizlerine egemen oldular.

İngiltere'nin iddiası Hindistan'a medeniyet ve zenginlik getirmekti.
Oysa 18.yy'ın sonunda bile Hindistan İngiltere'den kat kat zengin ve ileri bir ülkeydi. Ancak 100 yıl sonra "Britanya İmparatorluğu'nun mücevheri" haline getirilen büyük kıta dünyanın en yoksul bölgesi olacaktı ki 21.yy'da bile hâlen böyledir.

"Sipahi İsyanı"

İngiltere kıtadaki prensliklerin egemenliklerine saygılı olduğunu ancak sadece serbest ticaret yapmak istediğini bu yüzden Doğu Hindistan Kumpanyası'nın güvenliği için asker istihdam ettiğini iddia ediyordu.

1840'lara gelindiğinde bu "güvenlik görevlilerinin" sayısı 300 bin olmuştu.
Sipahiler denen bu paralı askerler Hıristiyan olmadıkça asla subay olamıyordu.
Sipahiler aslında Babürlüler döneminde özgür yaşayan Hint ve Müslüman soylu ve köylülerinden oluşuyordu.

Doğu Hindistan Kumpanyası giderek daha çok toprağa el koydukça Babürlülerin eski tebaaları çaresiz Sipahilere katılıyordu.
Ancak yarısı Hintli yarısı Müslüman olan bu paralı askerler özlemle atalarının özgür ve onurlu yaşadıkları eski düzeni anıyordu.

Bu ise ülkede sürekli irili ufaklı isyanların ortaya çıkmasına yol açıyordu.
Amerika kıtasında rekabeti kaybeden ve Hindistan'ı kaybetmekten korkan İngiltere artık Hindistan'a tamamen el koymaya kararlıydı.

1848'de ilan edilen Lapse Doktrini ile İngiltere veliahtı olmayan prensliklerin taht sahibi ölünce, "karışıklıkları engellemek" bahanesiyle ilhak edileceğini duyurdu.
Bu büyük bir protestoyla karşılaştı. İngiltere ise bu ilkenin yaygın olarak uygulanmayacağına söz veriyordu.

Ancak 1848 ile 1856 arasında tam 8 eyalete bu yolla el konulmasıyla bunun yalan olduğu hemen ortaya çıktı. Aslında tüm bu eyaletlerde veliaht vardı.

Ancak İngiltere için meselenin halli basitti. Veliahtları gayri meşru yani "piç" ilan ediyorlar sonra da orduyu bu eyaletlere sokuyorlardı. Sipahiler de bu işten çok rahatsızdı.
İngiltere'nin bir diğer önemli saldırısı

ise hem Müslümanların hem Hinduların dini inançlarını ortadan kaldırmaya yönelikti.
Yol genişletme bahanesiyle binlerce yıllık sayısız tapınak yıkılıyor, yerlerine kiliseler inşa ediliyordu. Doğu Hindistan Kumpanyası'nın Başkanı Manning İngiliz Parlamentosu'nda bu politikayı şöyle özetliyordu:

"Hindistan İmparatorluğunu İngiltere'nin tamamen yutmasının tek yolu İsa'nın bayrağını Hindistan'ın bir ucundan diğer ucuna dikmektir. Herkes bütün Hindistan'ı Hıristiyan yapmak yolundaki büyük davamıza tüm gücüyle katılmalıdır."

Tüm bu gelişmeler İngiltere'nin başarılı bir şekilde Babürlülere karşı kışkırttığı farklı dinsel grupların ve yerel prensliklerin 1857'de tekrar Türk Hanedanı etrafında birleşmesine neden oldu.


Büyük Bağımsızlık Savaşı


İngilizlerin domuz ve inek yağından yapılan mermileri Sipahileri dağıtması, bunu dini inançlarına hakaret olarak gören Müslüman ve Hindu askerlerin bu mermileri kullanmayı reddetmesi ve sonunda acımasızca kırbaçlanıp idam edilmeleri bardağı taşıran son damla oldu.

Sipahilerin Meerut'ta ansızın İngiliz komutanları öldürüp, hapisteki arkadaşlarını kurtarmasıyla hiç beklenmedik bir şekilde bir devrim başladı.
Binlerce sipahi Delhi'ye yürüdü.

[caption id="attachment_86570" align="alignleft" width="387"] SON TÜRK-BABÜR HÜKÜMDARI
BAHADIR ZAFER ŞAH[/caption]

Son Babür Sultanı 82 yaşındaki Bahadır (Hun Hakanı Mete'nin ismidir aynı zamanda) Şah Zafer'i İngilizlerin onu attığı Kızıl Kale'ye Hindistan İmparatoru lakabıyla tekrar çıkardı.

Müslüman-Hindu fark etmeksizin tüm halk tekrar bir Türk Hakanının etrafında birleşti. İsyan bütün kıtaya hızla yayıldı.

Kısa sürede Kanpur, Lucknow ve Jansi'de İngiliz birlikleri büyük bozguna uğradı.
İngiltere başlayan devrime "Sipahi İsyanı" adını vererek küçümsedi.

İngiliz propagandasına göre bunlar gözünü para bürümüş eski askerlerden oluşan eşkıya çeteleriydi.
Ancak kısa sürede milyonlarca köylünün katıldığı büyük bir Bağımsızlık Savaşının verildiği ortaya çıktı.

İşin içyüzü Londra'da anlaşılınca büyük bir propaganda savaşı başladı. Güya gözü dönmüş barbarlar Hıristiyan kadınları ve çocukları önce kirletiyor sonra da boğazlıyordu.
İngiltere'de büyük bir histeri dalgası yaratıldı. Gazeteler ve parlamento ajitatörleri açıkça bütün "zencileri" yok etmekten bahsediyordu.


10 yılda 15 milyon insan yok edildi


Babürlüler etrafında birleşen Hindistan halkını askeri yöntemlere yenemeyeceğini anlayan İngiltere sonunda büyük bir soykırım operasyonu başlattı.
İngiltere'de bugün bile milli kahraman olarak anılan William Hodson isimli büyük kan içicinin planı isyan bölgesindeki tüm köylerin yakılması ve köylülerin katledilmesiydi. Tam anlamıyla bir kitlesel temizlik kampanyası başlatan İngiliz ordusu Nepalli Gurkhalar ve Sih paralı askerleri de seferber etti.

Bu katliamlar tüm halkın isyana katılmasına neden olmakla birlikte direniş önderleri silahsız, yiyeceksiz ve perişan halde şehirlere sığınan milyonları besleyemedikleri için artık savaş da yürütemez hâle geldi.

[caption id="attachment_86569" align="alignleft" width="459"] BEGÜM HAZRAT MAHAL
DÜNYA ONU İLK KADIN ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI -
HİNDİSTAN SON KRALİÇESİ OLARAK TANIYOR
O BİR BABÜR TÜRKÜ[/caption]

Sonunda teker teker bütün şehirler düştü.
En son düşen şehir Müslüman Türk bir kadın önder, Begüm Hazrat Mahal tarafından savunulan Awadh krallığının başkenti Lucknow oldu.
İngiliz gazeteci Russel Lucknow'a giren İngiliz askerlerinin katliamlarını ikiye ayırıyordu.
Merhametli ölüm ve gaddarca ölüm:

"Bir camiye giren İngiliz subaylarının önüne yaşlı bir adam ve torununu fırlattılar. Yaşlı adam kendisinin ve torununun hayatının bağışlanmasını istedi. İngiliz komutan yanıt olarak tek kurşunu kafasına sıktı. Sonra da çocuğa döndü ve onun kafasına ateş etti. Ancak tabanca tutukluk etti. Birkaç kez denedi. Yine olmadı. Sonunda silahı ateş aldı ve çocuk orada can verdi.
Bu merhametli bir sondu.

Ancak sipahi olmakla suçlanan yetişkin erkekleri daha kötü bir son bekliyordu. Çırılçıplak soyulan ve yakılan ateşlerin üstünde kebap yapılan erkeklerin çığlıklar atarak ölmesi bazen saatlerce sürüyordu. Bu da gaddarca bir ölümdü."

Delhi'ye giren ve son Türk Hakanı Bahadır Şah ve ailesini Hümayun'ün Türbesinde kuşatan İngiliz birliklerinin komutanı Hodson günlerce sürecek bir çatışmadan kaçınmak için alçakça bir yönteme başvuracaktı.

Bahadır Şah'a ailesi ile birlikte teslim olursa kimseye dokunulmayacağı ve sadece sürgüne gönderileceği sözü verildi.

Delhi'de daha fazla katliam olmaması için Bahadır Şah bu şartları kabul etti. Ancak Bahadır Şah teslim olur olmaz Hodson Şah'ın üç oğlunu ve tüm ailesini kendi tabancasıyla öldürdü. Hodson Şah'a oğullarının kellesini "Nevruz hediyesi" olarak sununca şu soylu yanıtla karşılaşacaktı:

"Allah'a şükür ki Timur'un torunları şehit olmada hep babalarının önünde koşarlar."
Bahadır Şah bir kafese kondu ve oğlunun ölü bedenleriyle birlikte şehirde ve bütün Hindistan'da gezdirildi. Türk kasabı Hodson ise sadece bir yıl sonra Lucknow'da cezasını bulacaktı.

Dönemin İngiliz basını tüm katliamları detaylarıyla haber etti. Çünkü bunlar onlara göre masum İngiliz kadınlarının nasıl intikamının alındığının ibret verici ve kahramanca örnekleriydi. Elbette 150 yıl sonra soykırımla suçlanacaklarını bilemezlerdi.
Hindistanlı araştırmacı Amersh Misra 1857 Soykırımında Müslüman ve Hindu tam 10 milyon Hindistanlının (toplam nüfusun %7'si) katledildiğini saptamıştır.

Çokça abartılan, hakkında romanlar yazılan ve filmler çekilen İngilizlerin sivil kaybının ise en fazla 2000 olduğu tahmin edilmektedir.
Amersh Misra'nın kitabı İngiliz basınında milliyetçi ve "nefret söylemi" içeren iddialar olarak karalandı. İngiliz tarihçilerine ve resmi kaynaklarına göre 1857'de sadece isyancı 100 bin Sipahi öldürülmüştür.

Misra ise İngiliz sömürgeci idaresinin karayolu ve demiryolu inşaatı için düzenli olarak işgücü sayımı yaptığını ve bu sayımlara göre 1867'de bile isyan bölgelerinde erkek nüfusun 1857'ye göre 3'te 1'e ve hatta bazı eyaletlerde 5'te 1'e kadar düştüğünü ispatlamaktadır.
Ayrıca Misra çarpıcı bir rakam daha ortaya çıkarmıştır. 1858'de Hindistan'daki İngiliz Posta Servisi'ne göre tam 2 milyon mektup sahibi öldüğü için teslim alınmamıştır.

Sadece asil ve ortanın üstü sınıflardan bile 2 milyon kişi katledildiyse yoksul köylülerle birlikte soykırımda yok edilenlerin toplam sayısının 10 milyon olması hiç de abartı değildir.
Ancak tartışma yaratan bu kitap İngiltere'de alay konusu yapılmış ve 10 milyon rakamı astronomik ve fantastik bulunmuştur. Çokça övülen "İngiliz mizahı" bu olsa gerek.


Bahadır Şah'ın kehaneti


Soykırımdan önce Delhi büyük oranda Türk ve Müslüman bir kentti. Bugün Hindistan'da kendine Türk diyen bir kişi bile kalmamıştır.
En az 1000 yıldır Türklerin yönettiği, dili bile yarı yarıya Türkçe olan bir ülkede bu ancak soykırımla açıklanabilir.

Batı'nın Türk soykırımlarına değişmeyen yönelik tavrı 1857'deki soykırımda da aynıdır. "Büyük devrimci ve toplumcu İngiliz edebiyatçısı" Charles Dickens bakın 1857 Türk-Hindu Soykırımına nasıl destek veriyordu:

"Keşke Hindistan'da başkomutan ben olsaydım. Bu konumu Tanrı'nın bir görevi olarak görür ve bu ırkı tamamen yeryüzünden silmek için elimden geleni yapardım."

Hindistan'daki katliamları kınayan ender isimlerden biri olan Karl Marks ise yine de meseleyi çok "nesnel" ve "bilimsel" bir şekilde onaylıyordu:

"Mesele İngiltere'nin Hindistan'ı fethetme hakkı olup olmadığı meselesi değildir. Mesele Hindistan'ı Britanya'nın fethetmesi yerine, Türklerin, Perslilerin veya Rusların fethetmesini tercih edip etmeyeceğimizdir."
Böylelikle meselenin özü açıklanmış oluyordu. 10 milyon Türk ve Hindu bu yüzden yok edilebilirdi.

Bugün Timur Hanedanlığının son torunları Nepal'de yaşamakta ve soykırıma karşı dava açmaya hazırlanmaktadır.
Şehitlerimizin ruhuna dua okumak isteyen her Türk aynı zamanda büyük bir şair olan son Babürlü Hakanı Bahadır Şah'ın esirlikte yazdığı şu gazeli yüce Rabb'ine el açarak tekrarlamalı:

"İngiliz: Ey İmparator Bahadır. Hindistan'ın kılıcı kırıldı. Artık hayatın için İngiliz Kraliçesine dua et.
Bahadır: İmanın kokusu Gazilerin kalbinde kaldığı sürece er ya da geç Hindistan'ın kılıcı Londra tahtına inecektir."
İnşallah. Amin…

[caption id="attachment_86571" align="alignnone" width="550"] İNGİLİZLER HİNDİSTANA UYARLIK GETİRİYOR
BEDELİ 10 MİLYON TÜRK VE HİNTLİNİN CANINA
MAL OLDU.[/caption]

Yok Edilen Hindistan Türk Uygarlığı


Hindistan'da bugün yüzlerce farklı dil ve din vardır. Bunların ezici çoğunluğu Hindu-Müslüman ve Sih inanışlarına bağlıdır.
Urduca Hindistan ve Pakistan'da toplam 600 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır. Urduca aslında Türkçe'nin bir lehçesidir.

Zaten Urdu dili demek Ordu dili demektir. Bunun nedeni Hindistan'ı fetheden Türk Ordusu'nun dili olmasıdır.
Elbette bugün Hindistan'da yaşayan sayısız kavminin hepsi Türk kökenli değildir. Ancak tarih boyunca Hindistan'ın kıtasal bütünlüğünü sağlayan ve Hindistan Medeniyeti'ni zirveye çıkaran bütün büyük devletler istinasız Türk Hakanlıklarıdır.

İslam öncesi Hindistan'ı birleştiren Medeniyetini zirveye taşıyan da Akhunlar'dı. Müslüman Türkler ise neredeyse 850 yıl boyunca kesintisiz Hindistan'a egemen oldu. 11.yy'da Gaznelilerin Hindistan'da kurdukları egemenliği 12.yy'da Kutbettin Aybek'in kurduğu Delhi Sultanlığı takip etti.

16.yy'da Büyük Türk İmparatoru Timur'un torunu Babür Şah'ın Hindistan'ı fethiyle parçalanmış Hindistan toprakları tekrar birleşti ve bu büyük medeniyet Türkler sayesinde tekrar tarihinin en parlak ve zengin zirvesine ulaştı.

Batılıların Türklüklerini gizlemek için Mughal (Moğol) İmparatorluğu dediği bu Türk İmparatorluğu'nun tek bir metninde bile Mughal kelimesi geçmemektedir.
Sultanları kendilerini Timurlu veya Babürlü Türk olarak nitelendiriyordu.

Yorumlar (0)