TÜRKLERİN ANA YURDU VE EN ESKİ KOMŞULARI, ESKİ KÜLTÜRLER VE TÜRKLER

TÜRKLERİN ANA YURDU VE EN ESKİ KOMŞULARI

Türklerin ataları, M. Ö. 2000-1000 yılları arasında Ural dağları ile Sayan, Altay ve Tanrı dağları arasında yaşıyorlardı. Hazar denizinin kuzey doğusundan başlayıp Aral ve Balkaş göllerini de içine alarak Tanrı, Altay ve Sayan dağlarına dek uzanan bu coğrafya Avrasya'nın orta bölgesi idi. Doğuda Moğol, Tunguz ve Korelilerin ataları bulunuyordu. Batıda ise, kuzey bölgelerinde Fin ve Macarların ataları; güney bölgelerinde Arî kavimler vardı. Avrasya'nın güneyinde, doğudan batıya doğru Çinliler ile Hint-İran kavimlerinin ataları yaşıyordu. Moğol, Fin-Ugor, Hint-Avrupa ve Çin dilleriyle Türkçede görülen bazı ortaklıklar, alış verişler işte bu uzak geçmişteki komşuluğun izleridir.

Hint-Avrupalıların ana yurtları hakkında çeşitli görüşler vardır Orta Avrupa, Baltık bölgesi, Karadeniz'in kuzey batısı, Kafkasların ve Hazar'ın kuzeyi gibi Arî ana yurt görüşleri yanında Hazar'ın güney batısı ile Anadolu'yu da Hint Avrupa ana yurdu sayanlar vardır. Aslında Hint-Avrupahların Anadolu, Iran, Orta Asya ve Hindistan'a ulaşmaları M. Ö. 2000'den daha eskiye gitmez. Orta Anadolu'ya ulaşmaları M. Ö. 2000, Kuzey Hindistan'a ulaşmaları M. Ö. 1700, İran'a ulaşmaları M. Ö. 1500 kabul edilir. Bu tarihlerden önce Anadolu ve Mezopotamya'da çoğunlukla eklemeli dil konuşan kavimler yaşamıştır. Arî bir kavim olan Hititlerden önce Orta Anadolu'da bulunan Hattilerin, Doğu Anadolu'daki Hurri ve Urartuların, Mezopotamya'daki Sümerlerin dilleri eklemeli diller grubundandır. Bugün yaşayan dil aileleri içinde sadece Ural (Fin, Macar) ve Altay (Türk, Moğol, Tunguz, Kore, Japon) dilleri eklemeli yapıdadır.

ESKİ KÜLTÜRLER VE TÜRKLER

Arkeolojik kazılar, Hint Avrupalılar İran, Orta Asya ve Hindistan'a gelmeden önce bu bölgelerde çeşitli kültürler ortaya çıkarmıştır. M. Ö. 4000-1000 arasına tarihlenen Anav kültürü Aşkabat yakınlarında bulunmuştur. Bu kültürün sahipleri tuğladan yapılmış evlerde oturuyor; çiftçilik yapıyor; at, koyun, sığır gibi hayvanlar besliyordu (Koca 2003: 12). Anav kültüründe üç tıp kafatasına da rastlanmaktaydı. (Togan 1981: 24). Brakisefal kafatası ve at besleyiciliği Anav kültüründe Türklerin atalarının da payı olabileceğini düşündürmektedir.

Aynı dönemde Hindistan'da görülen ve karışık ırklardan oluşan Mohenjodaro kültürünün M. Ö. 3000-1300 yılları arasına rastlayan tabakasında "Orta Asya Türk tipinde heykelcikler" bulunmuştur (Togan 1981: 399).

Güney Sibirya'da Yenisey kıyılarındaki Abakan bölgesinde ortaya çıka rılan Afanasyevo kültürü (M. Ö. 2500-1700) ve onu izleyen Andronovo (M. Ö. 1700-1200), Karasuk (M.Ö. 1200-700), Tagar ve Taştık (M.Ö. 700-100) kültürleri, Türklerin bu bölgedeki ataları hakkında fikir vermektedir. Bu kültürlerin insanları çoğunlukla, Moğolsu izler de taşıyan yuvarlak kafalı «brakisefal), beyaz ırktan insanlardı. İbrahim Kafesoğlu'na göre bu tip, Türklerin atalarının prototipi idi ve taş devrinden beri burada yaşıyorlardı (Kafesoğlu 1996: 48; Koca 2003: 13-15).

M.Ö. 2500-1700 arasındaki Afanasyevo kültürünün insanları avcılık ve hayvancılık yapıyor, at ve koyun besliyor, basit çömlekler imal ediyor, ilkel şekilde de olsa tarımla uğraşıyor ve maden işlemeli aletler kullanıyordu. Madenî aletler M.Ö. 2500-2000 yıllarında Yenisey kıyılarında maden devrine girildiğini göstermektedir. Andronovo kültüründe (M.Ö. 1700-1200) bunlara ek olarak tunç ve altından yapılmış eşyalara rastlanıyor, sığır ve deve de besleniyordu. Karasuk kültüründe (M.Ö. 1200-700) demir işçiliği başlamış, derme çadırlarda yaşayan insanlar dört tekerlekli arabalar kullanmışlardı (Koca 2003: 13-15). Dört tekerlekli arabalar kaya resimlerinde görüldüğü gibi mezarlarda da tekerlek kalıntıları bulunmuştu. Üstelik resimlerde, arabaların üzerinde otağ da vardı.

Oğuz Kağan Destanına göre arabayı Oğuz Kağan'ın askerlerinden biri icat etmiş ve ona Kanglı adı verilmişti. Kanglı Türkleri arabalı Türkler olarak bilinir. Kaya resimlerinde görülen otağ biçimindeki ağaçtan evler Tagar-Taştık kültürünün eserleriydi. Kalıntılardan anlaşıldığına göre evlerin bulunduğu yerleşme yerinin etrafı balçıkla sağlamlaştırılmış ağaçtan çitlerle çevriliyordu. Bunlar belki de ilk Türk şe hircikleriydi. Nitekim balık kelimesi Türkçede hem şehir, hem balçık demektir (Esin 1978: 11-12). Tagar kültüründe bulunan bayrak kalıntılarında gönderdeki dağ keçisi heykelciği ise bu kültürü Köktürklere bağlayan önemli bir tanıktır (Esin 1978: 12). Çünkü Köktürk anıtları üzerine de dağ keçisi şekli oyulmuştur. Tagar ve Taştık kültürlerinde (M.Ö. 700-100) bulunan tunçtan heykeller, kazanlar ve birbirleriyle mücadele hâlindeki hayvan süslemeleri (Esin 1978: 12), sanatta hayvan üslûbuna geçilmiş olduğunu gösterir. Hayvan üslûbu bozkır kültürünün sanattaki en önemli özelliğidir. Ok uçları, bıçak, hançer, kılıç, balta gibi silâhlar bu kültürlerin hepsinde vardı.

BOZKIR KÜLTÜRÜ

Bozkır kültürünün kökeni, bilim dünyasındaki tartışma konularından bi ridir. Birçok Batılı araştırıcıya göre atı ehlîleştiren, demiri işleyerek ondan alet ve silâh yapan ve böylece bozkır (atlı göçebe = savaşçı çoban) kültürünü yaratanlar Hint-Avrupalıların Avrasya' daki ataları idi. Ancak W. Koppers, O. Menghin, F. Flor, W. Schmidt gibi kültür tarihçileri bu konuda Türklerin tesirini kabul ederler.

Koppers'e göre "atın ehlîleştirilmesi ve atlı-çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlanabilir. İnsanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer kültürlerin gelişmesinde fevkalâde neticeler doğurmuştur. Tarihî bağlantıların gösterdiği gibi, büyük devlet esası için gerekli şartlar ancak bu sayede belirebilmiştir."

Menghin de "atı ehlîleştirmek ve umumiyetle hayvan yetiştirmek gibi medeniyet tarihindeki çok mühim bir safhanın Türklerin ataları ile yakından ilgili" olduğunu belirtir. Ona göre "Türk kültürünün dünya tarihinde iki bakımdan kesin tesiri" olmuştur. "Bunlardan biri, hayvan besleyiciliği geliştirmek ve yaymak suretiyle ekonomik; öteki, yüksek teşkilâtçılık yolu ile sosyaldir.

Flor'a göre "Türklerin ataları tarafından at ehlîleştirilerek insanlık hiz metine sokulmuş"tur ve "atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde, pek mühim ve tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür mer-halesi"dir.

Schmidt ise şöyle demektedir: "Orta Asya'da oturan ve çok eski bir za manda avcılık hayatından hayvanları ehlîleştirmeğe geçen ilk kavim Türkler olmuştur. At Türkler tarafından ehlîleştirilmiştir ve Türkler ata binen ilk insanlar olarak görünmektedir." (Kafesoğlu 1996: 207-210). Batılı araştırıcıların yukarıdaki görüşlerini aktaran İbrahim Kafesoğlu yerleşik kültür ile bozkır kültürünün mükemmel bir karşılaştırmasını yapar: "Yerleşik kültür, hiç olmazsa kuruluş devresinde, yalnız, dar manada bir ailenin ihtiyacını karşılayacak ölçüde belirli bir toprak parçasını işlemekle yetinmiş iken, Bozkırlı'nın kültürü, aile efradından başka yüz binlerce hayvanı ve geniş otlakları göz önünde tutmak zarureti yüzünden daha başlangıçta 'yaygınlık' vasfına bürünmüştür."

"Yerleşik insan, elindeki küçük arazinin sağladığı imkânlarla sınırlı kalmak mecburiyeti karşısında bir nevi tevekküle bağlanırken (yerleşiklerde dinî tutkunluk burdan doğuyor), bozkırlı, sürülerin karnını doyurmak için yeni yeni otlaklar peşinde iklimden iklime koştuğundan 'dünyayı dar gören' bir tip hâlinde gelişmiştir."

"Ekonomik vasıtayı değerlendirme bakımından yerleşik insan daha çok oturmağa', âtıl kalmağa mahkûm bulunurken, bozkırlı, daima hareketli bir yaşayışın takipçisi olmak durumuna girmiştir."

"Yerleşik insan, bir ailenin sınırlı menfaatleri dışında herhangi bir hak davası gütmeğe ve daha geniş bir cemiyet yapısının gereklerini düşünmeğe ihtiyaç duymazken, bozkırh, kalabalık sürülerini türlü manevralarla kışın ayrı, yazın ayrı ve birbirinden uzak mesafelere götürmek; otlakları ve suyu silâhla muhafaza etmek; hayvanların yaylak ve kışlaklarda barındırılması, çeşitli hastalıklardan korunması, tedavi edilmesi gibi maharetlerde yatkınlık kazanmak; gerektiğinde otlak ve kaynakları ortaklaşa kullanabilme için diğer sürü sahipleri ile anlaşmalar yapmak ve aralarındaki haksızlıkların, anlaşmazlıkların halli için bir hakem heyeti ve başkanlığı tesis etmek; nihayet besicilik-çobanlık zamanla geliştikçe çok geniş arazi üzerine yayılan, şiddetli rekabetlerden bunalan kabilelerin toplanarak müştereken mücadeleye hazır tutulması zaruretinin doğurduğu daha kuvvetli bir teşkilât kurmak, buna meşruiyet' kazandırmak gibi hukukî yollar aramak zorunda kalmıştır."

"Böylece bozkırh, çobanlığın geliştirdiği sevk-idare kabiliyeti ve em retme-itaat alışkanlığını 'hayvan sürülerinden insan kütlelerine intikal ettirmek' suretiyle beşeriyet tarihinde çok etkili bir dinamizm içine girerek bambaşka bir dünya görüşü elde etme şansına erişmiştir."

"Bu durum bütün sosyal, ekonomik, hukukî cepheleri ile tarihte ilk •sosyal organizasyon'un açık belirtisinden başka bir şey değildir" (Kafesoğlu 1996:210-211).

Bozkırlının sahip olduğu bu özelliklerin Türkler açısından meydana ge tirdiği sonucu da Kafesoğlu şöyle ifade eder:

"Gerçekten Türk siyasî ve sosyal hayatında ata kutluluk derecesinde değer verdiren ve destanlarında, yeminlerinde bağlılığını dile getirdiği demir ve demirciliği de aynı kutsal mertebeye yükselten bu kültür, Türklerin atalarını diğer topluluklardan çok farklı bir dünya görüşü ve yaşayış tarzına götürmüştür. Savaşçılık kabiliyetini iyice güçlendiren demirciliği yanında, otlak ve su için mücadeleler dolayısiyle metaneti artan bozkırlı, aynı zamanda, huzur içinde yaşayabilmek için insanların karşılıklı saygı hissi ile donanması gerektiğini de öğrenmiş ve insan kütlelerini sürekli olarak barış hâlinde tutabilmek için toplulukta herkes tarafından riayeti zarurî bir 'hukuk' düşüncesine ulaşmıştır. Bu, 'devlet' fikrinin doğuşudur. İşte savaşçılığına, hukuk fikrine ilâveten yine at sayesinde sağladığı -iptidaî, uyuşuk 'yerli' kütleleri zihin durgunluğundan kurtararak, insan iradesine sonsuz faaliyet ufukları açan- sür'at kavramı ve maddî araç olarak sahip bulunduğu demir vasıtası ile Türkler, kendilerine bağladıkları insanları idare etmek üzere yeryüzünde ilk siyasî kadroları vücuda getirmiş, ilk kanun koyucu millet olmuştur." (Kafesoğlu 1996: 213).

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun

Yorumlar (0)