BATININ UYDURMA ULUSLARI VE TARİHSEL ULUSLAŞMA SÜRECİ

BATININ UYDURMA ULUSLARI VE TARİHSEL ULUSLAŞMA SÜRECİ

Prof. Dr. Şener Üşümezsoy

Anadolu’da Türklük
bu gerçeklere rağmen kalkıp da Osmanlı Devleti’nin Türk olmadığını ve Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduğu zaman derleme bir ulus yarattığı söylemlerinin aksine kesintisiz bir Türk ulus tarihi olduğunu görmekteyiz.

Bunu daha açıklıkla son Çin katliamından sonra ortaya çıkmıştır. 
En Türk düşmanları dahi bu bölgeye gidip tarihi biraz incelediği zaman Türklerin ne kadar kesintisiz bir tarih içinde yer aldığını; Uygurların İlhanlılar zamanında gelip Tokat civarında beylikler kurduğunu aynı şekilde Varsakların Doğu Türkistan’dan gelip Batı Anadolu’da yerler aldığını, keza Kıpçakların Çandarlı Beyliği’nde yer aldığını görünce Türkleşmenin ne kadar yoğun olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sadece insan etnik temelinde değil; Akbaş denilen beyaz çoban köpekleri İlhanlılarla beraber Anadolu’ya gelen köpeklerdir. 
Bunlar kuzey kökenli Nogay köpekleridir. 
Bembeyaz, iri kemikli bu soğuk köpekleri Kızılcahamam, Eskişehir ve Bilecik civarında da halen etnik kimliğini bozulmadan görülmektedir.

Bu anlamda Anadolu’ya gelen Türkler’in Yalçın Küçük’ün vurguladığı “Yalnız askerler gelmiş ve bu halkla birleşmiş melez olmuştur.” tezi tamamen komik bir olaydır.

Obaların buraya yerleşmesi bir haftada-bir günde değil, yıllarca süren bir süreç olduğu ve bu sürecin nasıl diyalektik bir süreç izlediği ancak bilim adamı vasfıyla olaya yaklaşınca görülmektedir. Yalçın Küçük’ün “Türkler buraya gelirken askerdi, sonra melez oldu.” söyleminin ne kadar yanlış olduğunu görmekteyiz.

Galatlar ve Ketler Anadolu’ya girerken paralı asker olarak gelmişlerdir; ama karıları, kızları ve obalarıyla gelmişlerdir. 
Dörtlü örgütlenmeleriyle Anadolu’nun her yanında, dağlarda yerleşim yerleri kurarak Anadolu’da işlevlerini sürdürmüşlerdir. 

Yani hiçbir göçer kabile karısını bırakarak batıya gelmemektedir.

Aynı yorumu Gumilev de Hunlar için yapmaktadır. 

Hunlar, Çin’den kaçarak gelmemekte, erkekler bozkırda peri kızlarıyla çiftleşerek melez Hunlar oluşmaktadır diyerekten Türk tarihini çarpıtma noktasına gitmektedir.

Türkçü olarak gördüğümüz Gumilev Osmanlı’nın Türk olmayıp; Slav, Bulgar, Sırp ve Fars gibi karışık olduğunu ileri sürmektedir. 
Oysa etnik temeline baktığımız zaman bozkırdaki Türkmen grupları, aynen Türkistan’da ve Balkanlar’da da görülen gerçek bir olgudur. 

Köpekleri bile saflaştıran bu halk kendisi de aynı şekilde saflığını korumuştur.

Halil İnalcık’ın söylediği gibi 1500’lü yıllara gelindiğinde Anadolu’da 2000 tane, İç Anadolu’da 2400 tane Hıristiyan’ın kaldığı, Anadolu’nun bütünüyle Türkleştiği bir gerçektir. Türkler Orta Asya bozkırında boydan boya giden bir federasyonun birliğini oluşturan bir etnojenezdir.
Diğer taraftan taşı bile kalmamış Greklerden bir Yunan devleti çıkarma, Bulgarlardan bir Bulgar devleti çıkarma gibi çabalarda bunların etnik kimliklerinin tartışması olmamasına karşılık, bütünüyle Türkleşmiş bir bölgede ve hatta Batılı kışkırtmalar olmasa Rumların, Ermenilerin yani Hıristiyanlığın da 

Türkleştiği bir süreci yaşayan Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda Türklüğün olmadığı tezi tamamen hayali bir olgudur.

Diğer taraftan Yunanlı deyimi de doğru kullanılmalıdır. Darius’un satraplığına verdiği isimdir ve Greklerle hiçbir ilgisi yoktur. Daha da komiği Helenistik dönemi yaydığını söyleyen İskender bizzat Pers ordusundaki paralı asker görevi yapan Grek falanjlarının tümünü acımasızca kıyarak tarihin ilk soykırımını Greklere karşı yapmıştır. İlk sürgünü de İskender, Grekleri Mora’dan ve Peleponnes’ten sürerek yapmıştır.
O halde durum böyleyken olmayan etnilerden etniler çıkararak uluslar yaratma çabasın karşımıza çıkmaktadır. Oysa bin yıllık süreçte sürekli devam eden bir ulusu yok saymaktadır.

Ulusal devlet kavramına da baktığımız zaman Batının uydurduğu Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Yunanistan gibi etnik devletler gibi etnisitesi kalmamış topluluklara pompalanan bu durum; aynı şekilde Ürdün, Suriye, Irak gibi petrol bölgelerine bölünmüş bölgelerden ulusal devleter yaratılmaktadır.

Keza Kırgız, Kazak, Özbek, Karakalpak ve Başkır gibi aynı Tatar ulusunun bütününü oluşturan bu toplulukları da yine uluslara böldüğünü ileri süren emperyalizm karşımızda tarihten bir tokat yemektedir.
Emperyalist güçlerin kendi çıkarları için yarattığı devletler değil, tarihsel uluslar tarihsel süreçler içinde kurulmuştur...

Tarihsel uluslar olarak Kutsal Roma İmparatorluğu Germen ulusunu, Franklar Frank ulusunu; Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı da Anadolu-İran Türk ulusunu oluşturmuştur.

Anthony Smith’in “Ulusların Etnik Kökeni”ne baktığımız zaman bugün uydurulan birçok ulusun tarihsel kökeninin olmadığı, aslında Pakistan’ın ve Afganistan’ın Timur’un oğullarının oluşturduğu bir ulus olduğu görülmektedir. Ama bunların kendilerine ayrı bir ulus tarihi çıkarmaktadır. 
Engels’in de söylediği gibi etnik olarak Grek diye bir ulus kalmadığı halde, tarihten kaldırılmış kavramlarla Grek ulusu yaratılmakta ve sınırları yayılabilecek her yöne yayılmaktadır.

Bu uydurma Grek ulusu kavramını engelleyen Mustafa Kemal’in aslında Türkiye’deki hem Türklüğü hem de Müslümanlığı koruduğu da bir gerçektir. Çünkü bu ordular Roma’yı ihya etmek için saldırı yapmaktadır. Ama bu saldırıda yine bir çelişki vardır. Roma anti-Grek’tir. Anadolu’daki halkın Hıristiyanlaşmasıyla oluşmuştur.

Bu biçimde yapılan manipülasyon Roma’ya Bizans demek, Bizans’ı Grek olarak almak ve buradan da Yunanistan’ı Grek çıkartıp bunu İstanbul’a taşımak komiklikten başka bir şey değildir. 
Buna inanan birçok insanın da İsmet Paşa zamandaki klasikler nedeniyle beyinleri yıkanmıştır.

Anadolu’da gördüğümüz her harabe bu antik Anadolu etnilerine aittir. Daha sonra Türkleşme süreci bölgeye girmiştir ama Türklerle Rumlar bölgede karşılaşmamışlar tersine tarihsel etnojenez sürecinde farklılaşma ve göçlerle Anadolu kendi kimliğini bulmuştur.

Türk etnosu en sağlam etnoslardan birisi olarak var olmaktadır. Çünkü sürekli Orta Asya’dan gelen taze kanlarla sürekli yenilenmiştir.

Yorumlar (0)