ABDÜLKÂDİR MERÂĞİ’NİN YENİ BULUNAN TÜRKÇE AMELİ

ABDÜLKÂDİR MERÂĞİ’NİN YENİ BULUNAN TÜRKÇE AMEL’İNİN TASHÎHİ VE KULLANDIĞI İBN-İ SEFÎ MAHLASI


MÉHRAN BAHARLI

Kaynak: https://sozumuz1.blogspot.com/2020/07/abdulkadir-meraginin-yeni-bulunan.html

Müzik tarihçisi Dr. Recep Uslu, 2007 yılında yayınladığı MECMUA-İ GÜFTE[1] adlı kitabında Doğu Türkçesi - Çağatayca yazılmış beş beyitli “İçinde” redifli bir Amel ve Güftesi’nin[2] ünlü Türk biliminsanı, sanatçı, muzikolog ve müzisiyen Hâce Abdülkâdir Maraği’ye (Marağalı) âit olduğunu ileri sürmüştür. “İçinde” redifli bu Türkçe koşuk, kapağının üzerine daha sonra MECMU‘A-İ MÛSİKÎ Bİ’L-FÂRİSİYYE yazılmış, yazarı belli olmayan ancak 15. yüzyılın ilk yarısında 1422den sonra kaleme alınmış olduğu tahmin edilen bir cönkte[3] geçmektedir (Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nr. 3135 (eski no 3652), vr. 121a).

Dr. Recep Uslu’nun buluşu, Türk müzikolojisi alanında olduğu kadar, Marağalı Abdülkâdir’in yaşamı, yaratıcılığı ve repertuvarını aydınlatma ve Türkçe yapıtlarını belirleme açılarından da oldukça önemli ve takdire layıktır. Ancak bu önemine karşın, sözü edilen Türkçe koşuğun hemen hemen bütün dizeleri yanlış okunmuştır.

Bu makalenin ilk bölümünde “İçinde” redifli bu Türkçe koşuğun Marağalı Hoca Abdülkâdir’e âit olduğunu destekleyen İbn-i Sefî mahlası ile ilgili yeni bir bulgu tanıtılmıştır. Makalenin ikinci bölümde elyazma temelinde koşuğun tam ve düzgün okunuş ve tashih edilmiş biçimi sunulmuş, Türkiyede koşuğun okunuş ve yazılışında var olan yanlışlar ayrı bir başlık altında düzeltilmiştir.

“İÇİNDE” BAĞDA-KOŞUĞUN MERAĞİ’YE ÂİT OLMASI

İBN-İ SEFÎ MAHLASI: “İçinde” redifli koşuğun son beytinde İBN-İ SEFÎ isminin geçmesi, gazelin İbn-i Sefî mahlaslı birine âit olduğunu gösteriyor. (Recep Ulsu bu ismi Safa, Safi, Sâfi diye kaydetmiştir. Doğru okunuş Sefî’dir). Bu koşuğun Abdülkâdir Merâği’ye âit olmasını kanıtlamak için, eski kaynaklara dayanarak, atasının isimlerinden birinin Sefî olmasını göstermek gerekiyor. Aslında böyle bir kaynak ta vardır. Bu kaynak, târihçi Kıyaseddin Hândmîr’in (1475/1534-37) Târîḫ-i Habîbü’s-Siyer adlı kitabıdır. Bu kitapta Abülkadir’in atasının adı Sefî ed-din (صفی‌الدین) olarak kaydedilmiştir[4]. Hândmîr, Sultan Timür Küreken’in oğlu Sultan Şâhruh Bahadır Han (1405-1447) dönemi ile ilgili bölümde, Abdülkâdir’in atası ile 30 yıldan fazla Şahruh ve haleflerinin vezirliğini yapmış arkadaşı Hâce Kıyâseddin Pîr Ahmed Havâfî (ölüm 1453) arasında yaşanan mâli bir anlaşmazlığı anlatırken, Abdülkâdir’in atasının ismini bütün rivayet boyunca defalarla Sefî ed-din diye yazıyor:

ذکر شمّه از حالِ وزراءِ خاقانِ مغفرت انتما:

.... خواجه غیاث‌الدّین پیر احمد، قریه‌یِ یحیی‌آباد را که از توابعِ هراة است و هر سال مبلغ کلّی حاصل داشت به جزئی چیزی به صفی‌الدّین والدِ خواجه عبدالقادر گوینده که مردی مزاح‌کننده بود و در مجلسِ همایون نسبت به امراء و ارکانِ دولت مطایبه می‌نمود اجاره داده بود....

Çeviri:

YARLIGANMIŞ HAKAN’IN VEZİRLERİNİN DURUMU İLE İLGİLİ KISACA ANLATI:

.... Hâce Kıyas ed-din Pîr Ahmed, Herat’a bağlı ve her yıl büyük miktarda ürünü olan Yahyaabad köyünü azıcık bir şeye, Abdülkâdir-i Gûyende’nin (Yırcı Abdülkâdir’in) atası Sefî ed-din’e, ki şakacı bir zat olup pâdişahın meclisinde[5] emirler ve devletin ileri gelenleri ile dalga geçerdi, kiraya vermişti ....

Kitabın 4. baskısında (İranda, 2001), Ata anlamında olan Vâléd (والد) kelimesi, oğul anlamında olan Veled (ولد) biçiminde yazılmıştır (Elyazmayı görme imkanı olmadı). Bu kesinlikle baskı veya nâsih hatasıdır. Çünkü Abdülkâdir’in oğulları arasında (Nureddin Abdurrahman, Nizameddin Abdürrehim, Abdülaziz Çelebi) Sefi ed-din adlı veya lakaplı olanı yoktur.

Hândmîr’ın rivayetinin içeriğinin târihi açıdan gerçeklik veya dakiklik derecesi bir yana, onda Abdülkâdir’in atasının adının Sefî ed-din olarak kaydedilmesi, atasının Sefî ed-din ismini de taşıdığını, ve bu isimin başkaları tarafından bilindiğini gösteriyor. Abdülkâdir’e daha sonralar Büyük Timur Küreken tarafından Kemâleddin şeref lakabı verilmiştir[6]. Atası Kıyâseddin’e de hayatının belli bir döneminde Sefî ed-din şeref lakabı verildiği ihtimali vardır.

Târîḫ-i Habîbü’s-Siyerdeki revayet ile Cönkte bulunan “İçinde” redifli koşuk, bir birininin verdiği bilgileri tamamlıyor. Habîbü’s-Siyer’in Hâce Abdülkâdir-i Gûyende’nin atası adının Sefî ed-din olması kaydı, koşuktaki İbn-i Sefî’nin Adbülkâdir’in kendisi olduğunu gösteriyor; koşuktaki Hâce’nin İbn-i Sefî mahlasını kullanması da Habîbü’s-Siyerde Hâce Abdülkâdir-i Gûyende’nin atası adının Sefî ed-din olması hakkındaki kaydını doğrulamış oluyor.

Bu gerçeklerin ışığında, Abdülkâdir’in iki Nizâmeddin ve Kemâleddin adı olduğu gibi, atasının iki Kıyâseddin ve Sefî ed-din adı olduğu, ayrıca Abdülkâdir’in İbn-i Sefî mahlasını kullandığı tespit edilip, en önemlisi de Dr. Recep Uslu’nun ortaya çıkardığı bu Türkçe tasnif-şiirin Abdülkâdir Merâği’ye âid olduğu kesinleşmiş oluyor.

HÂCE UNVANI: Cönkte Abdülkâdir Merâği’nin adı, “İçinde” redifli Türkçe bağda dışında, bir yerde Ustâd-i Cehan Abdülkâdir (اُستَادِ جَهان عَبدالقادرْ) (vr. 103a), bir yerde Hâce Mühezzeb (خواجه مُهذَبْ) (vr. 177a), bir yerde Usta Abdülkâdir (اُستَا عَبدُالقَادِرْ) (vr. 32b), bir yerde Abdülkâdir (عَبْدُالْقَادِرْ) (vr. 3a), geri kalan 79 bağdada ise Hâce (خواجَه) olarak verilmiştir. Mûsiki edebiyatında Hâce unvanı, âdeta Marağalı Abdülkâdir’e alem (özel ve özgü ad) olduğu için, tek başına kullanıldığında hemen hemen her zaman Abdülkâdir Merâği amaçlanıyordu. Aynı terminolojiyi benimseyen cönkün “İçinde” redifli koşuğu başlığındaki Hâce de, Abdülkâdir Merâği’den başkası değildir.

ÇAĞATAYCA KOŞUK: “İçinde” redifli koşuk, Marağalı Abdülkâdir’in döneminde Ortaasya ve Türkistan dışında bile prestij ve edebi dil olan Çağatayca veya Doğu Türkçesindedir. Abdülkâdir’in Çağataycada yazdığı başka koşukları da vardır. “İçinde” redifli koşuğun Çağatayca olması Abdülkâdir’e âidiyetini kanıtlamasa da, onun Çağatayca şiirler yazdığı gerçeğine uyumludur.

AMEL’İN TAM VE DOĞRU OKUNUŞU

Amel’in beyitleri ile başlığı, elyazmada aşağıdaki biçimde harekelendirilmiştir:

عمَل خواجَه سَاخته دَر دَوانزدَه و شَشْ مَقَامِ حُسَینٖی

بَکوُکْ تَکْ دَانَه یُقْدُرْ دَامْ اِیچنْدَه
کوزُکْ تَکْ فِتْنَه یُقْ اِسْلَامْ اِیچِندَه
کوُکُلْ زُلفُکْ گوُرِپْ اَیتْدِی تِکرَغْي
[بوُ] بوُتکَ کوُشَه‌ءِ یُقْ شَامْ اِیچِنْدَه
قُجِبْ زَاهِدْ صُرَاحٖی بُیْنُنٖی خوُشْ
مُدَامْ اِسْتَرْ مُرَادِن جَامْ ایچِنْدَه
طَبْیب وَصْلُکْ سَنوُکْ بِرْلَنْ اِی بوُلْغَیْ
کِه توُلْغَیْ سَنْ اَلِفْ تَکْ لَامْ اِیچنْدَه
نِیکوُنَامٖی دِلَرْ اِبْنِ صَفٖی خَاصْ
کِه بَدْنَام اوُلْدِی اِمْدِی عَامْ اِیچنْدَه

Günümüz Latin imlası ile

EMEL-İ HÂCE SÂHTE DER DEVÂNZDE VE ŞEŞ MEKÂM-İ HÜSEYNÎ

1-Beniñ tek dâne yoktur dâm içinde
Gözüñ tek fitne yok İslâm içinde
2-Göñül zülfüñ görüp ayttı tegreki
[Bu] putga kûşeî yok Şâm içinde
3-Kucup zâhid surâhi boynunu hoş
Mudâm ister murâdın câm içinde
4-Tapıp vaslıñ seniñ birlen ey bolgay
Ki tolgay sen Elif tek Lâm içinde
5-Nikûnâmî diler İbn-i Sefî, hâs
Ki bednâm oldu imdi âm içinde

AMEL`İN ANLAMI VE AÇIKLAMASI

1-Tuzağın içinde (senin) benin gibi (çekici-aldatıcı) tâne yoktur
Müsülmanlar arasında (senin) gözün gibi karışıklığa neden olacak yok
2-Gönül, (kara) saçını görünce söyledi: yandaki
Bu puta (yakışır) bir köşk Şam’da yoktur
3-Zâhid iyice sürâhinin boynunu kucaklamış
Sürekli muradını şarap camından istiyor
4- Vaslını bulup seninle birlikte (iken) iyi olur
Ki sen, elif’in lam’a (kucakladığı gibi), )sıkıca bana) sarılasın
5-Sefî’nin oğlu güzel ve iyi isim kazanmayı diler
Çünkü şimdi halk içinde adı kötüye çıkmıştır.

SÖZLÜK

Türkçe sözler[7]

-ga: -a, -e
-ğay: -gay, -acak, -ır, -ip, ...
Ayttı: Eytti, Ayıttı, eyitti, dedi, söyledi, anlattı, uyardı, ayılttı
Ben: Deri üzerindeki konur veya kara boyalı küçük lekelere, kabartılara verilen ad, benek
Birlen: Birlikte, birge, birle, ile, ilen, bile, bilen, biri ile, beraberce
Bolgay: Olacak, olur, olup
Ey: Eyi, iyi, yakşı, uygun, yakışır, yaraşan
İmdi: Şimdi, indi
Kucmak: Kucaklamak, kucaklaşmak, sarılmak, sarmak, koynuna almak
Putga: Puta
Tegreki: Etrafdaki, çevredeki, yandaki, etrafındaki, çevresindeki, yanındaki, deyredeki
Tek: Tekin, değin, benzer, gibi
Tolamak: Dolamak, etrâfında döndürüp sarmak, çulgalamak
Tolgay sen: Dolayasın

Farsça-Arapça sözler[8]

Âm: Umûm, herkes
Bednâm: Kötü ad çıkarmış
Câm: Cam veya topraktan yapılmış bardak, içki kadehi
Dâm: Tuzak
Dâne: Tohum gibi ufak, yuvarlak şeyler, tâne
Devânzde: On iki
Elif: Arap ve Fars alfabelerinde A harfinin ismi
Elif Lâm içinde: Özellikle Horasan Derice şiirinde birbirine sıkıca sarılma, kuvvetlice kucaklaşma; bir birine iyice düğümlenme, girişme, bağlanma.... [9]
Fitne: Karışıklığa sebep olacak kadar güzel kadın, yüz, göz vb.; âfet
Hâs: Özel, seçkin, katışıksız ve güzel olan
İslam: Müsülmanlar
Kûşe: Kuşk kelimesinin varyantı; Köşk, kasr, saray, kiosk. (Şinâsi Tekin’e göre Köşk kelimesi Türkçe kökenlidir)
Kûşeî: Bir köşk
Lâm: Arap ve Fars alfabelerinde L harfinin ismi
Nîkûnâmî: İyi ad çıkarma, iyilikle bilinme ve anılma
Nîkûnâm: Adı iyiye çıkmış kimse. Nîknâm, Nékûnâm, ... varyantları da vardır.
Put: Mecâzi anlamda mâ’şuk, tapınılacak kadar güzel olan sevgili, mahbup, sanem
Sürâhi: İçine su, şerbet, şarap vb. şeyler koymaya yarayan, uzun boyunlu cam veya billûr kap
Şâm: Dimaşk kenti; bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Filinstin ve İsraili kapsayan geniş bir ülke. Farsçada ikinci anlamı gece, gece çağı, akşam havalar kararmaya başlayan vakit; mecâzen gece gibi karanlık olan saç vs. Şâirin şehir ve ülkeler arasından Şam’ı seçmesi, sevgilisinin zülfünün siyah olmasını îmâ etmek içindir.

DÜZETLMELER:
......
......

Yorumlar (0)