10.09.2021, 13:18

DADANMA GARA GELİN; DADANIRSAN GENE GELİN

DADANMA GARA GELİN; DADANIRSAN GENE GELİN

Elindeki boş çay bardağını neneme uzatırken ‘Isssman Hala, annemin ssselamı var; bir bardak yağ issstiyor; babam gündüzzzcü, yağ alamadık.’

Çocuğun dili büyük olduğundan /s/ ve /z/ seslerini çıkarmak için özel bir çaba harcıyor; bu nedenle de konuşurken sürekli bir tıslama sesi duyuluyordu. Dilinin büyüklüğünden dişleri bir türlü kapanmıyor, dudakları da dışa doğru çıkık duruyordu. Peltek deniyor, böyle konuşanlara. Bizimki anlatılacak gibi değil ama pelteklikte sınırları zorluyor...

Beş altı yaşlarındaki erkek çocuğu, ertesi gün aynı sebeple bir bardak yağ daha istemeye geldi. Nenem bir kez daha yağ doldurdu, boş bardağa. Çocuğu gönderip çulfalığın (dokuma tezgâhı) başına dönerken kendi kendine söyleniyordu: ‘Bacı, bunlar herhal bir hafta yağı bizden alacak!’ Nenemin muhayyel bir bacısı vardı ve kendi kendine kızıp söylenmeye başladığı zamanlarda ortaya çıkıyordu. Sesini yükseltip kızgınlığını izhar ederken de kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar fark etmez çevresinde kim varsa onu ‘muhayyel bacı’sına dönüştürüyordu. Muhatapları nenemin kendilerine yüklediği bu yeni bacı kimliğini önce şaşkınlıkla karşılıyor; ancak kısa bir süre sonra anlıyorlardı, işin iç yüzünü.

Kasabalı, gündüzcü ifadesini çevredeki fabrikalarında vardiya usulü çalışan işçiler için kullanıyordu. Sabah gidip akşam dönenlere gündüzcü; ikindi gidip gece yarısı dönenlere akşamcı, Gece gidip sabah dönenlere de gececi deniyordu. Vardiya haftalık değiştiği için nenem komşu kadının bir hafta boyunca yağı bizden isteyecek olmasından endişe ediyordu.

Bir gün sonra çocuğu elinde boş çay bardağıyla yine kapıda görünce nenemin yanılmadığını anladım. Bu sefer nenem yağla birlikte bir de nasihat gönderdi komşu kadına:

-Çocuğum anana selam söyle; Ismaan hala ‘Dadanma gara gelin; dananırsan gene gelin diyor.’ de.

-Ben aklımda tutamam, Isssmaan hala!

-Sen yalnız ‘dadanma’ de; anan anlar! 

Ertesi gün kuşluk vakti, üzerinde yağla dolu üç çay bardağının dizili olduğu bir tepsiyle çıkageldi, komşu kadın. Yüzü kızarmıştı, mahcubiyet içindeydi. O da oğlu gibi /s/ seslerini daha belirgin söylüyordu:

-Gurban olurum Issmaan hala, ssinirlenme bana! Vallaha zzorla aldırdım yağı, bizzim adama. 

Kocaları karşısında kadınların nasıl bir acziyet içinde olduğunu çok iyi bilen nenem ses çıkarmadı; belli ki bir gün önce gönderdiği nasihatin anlaşılmış olmasından memnundu.  

El kadar çocuk atasözünü bütünüyle aklında tutamamış olsa da sadece ‘dadanmak’ sözcüğünü duyması yeterli olmuştu, komşu kadına. Aslında hepimiz için öyle değil mi? Bağlamına göre hangi atasözünün ya da deyimin daha uygun olduğunu anlamak için sadece bir sözcüğünü duymamız yeterlidir, çoğu zaman.

Yörüklerin sık kullandığı ama yazık ki kayıtlara geçmemiş olan bu atasözü ‘Başkalarından bir şey istemeyi alışkanlık haline getirme ve kendini zor duruma düşürme.’ anlamındadır. Müptela olmak, zaten başlı başına sorunlu bir durumdur, insan için. Atasözü sadece içerik değil ses oyunları bakımından da çok güçlü. ‘Yeni evlenmiş kadın’ anlamındaki gelin sözcüğü ile gel- fiilinin emir kipi 2. çoğul şahıs çekimi olan gelin biçimi arasındaki cinaslı kafiye kulağa hoş gelmektedir.

Tarihi kayıtlarımıza göre dadan- fiilinin en eski biçimi, Karahanlı Türkçesinde görülür. Kaşgarlı Mahmut Divanu Lügati’t-Türk’te sözcüğü ‘Tatlı bulmak, tat almak’ biçiminde anlamlandırmış ve ‘er aşıg tatgandı.’ (Adam aşı tatlı buldu. II/241) örneğini vermiştir. Örnekte görüleceği üzere fiilin bugün yaygın olarak kullandığımız ‘Tadını aldığı, hoşlandığı bir şeyi sık sık istemek’ anlamı henüz öne plana çıkmamıştır.

Benzer biçimde fiil, dönemin bir başka muhteşem eseri Kutadgu Bilig’de de geçer:

aşıg tatganu ye sen elgiñ sunup 

seni körse ewlik sewinsün turup ‘Yemeğe elini uzat, haz ve arzu ile ye; evin hanımı seni görerek memnun olsun.’ (4607)

Beyit, Öğdülmüş’ün Odgurmuş’a yemek davetine ilişkin görgü kurallarını anlattığı bölümde geçer. Bu bölümde Öğdülmüş önce ziyafet türleri hakkında bilgi verir: Düğün, doğum ya da sünnet ziyafeti; eş-dost, akraba ziyafeti, ölünün ardından verilen ‘yuğ aşı’ ziyafeti. Bu tür yemek davetlerine icabet etmek görgü kuralıdır ve gitmek gerekir. Öğdülmüş’e göre bunların dışındaki davetlere gitmemek daha iyidir. Bu bölümde sofra adabına ilişkin bilgiler de vardır. Önce büyüklerin yemeğe başlamasını beklemek, yemeğe besmeleyle başlamak, sağ elle yemek, başkanının önündeki yemeğe uzanmamak, sıcak yemeği ağızla üflememek, lokmaları küçük almak, kemik sıyırmamak, tok olsan da ikram edilen yemeği reddetmemek, sofrada düzgün oturmak ve başkasını rahatsız etmemek vb. Öğdülmüş davet sofrasında çok fazla yemeyi de görgü kurallarına aykırı bulur ve ‘Boğazına hâkim olamayan insan kendini toplumda küçük düşürür.’ diye uyarır, Odgurmuş’u.

Yukarıdaki beyitte ise sofra adabına ilişkin ince bir nezaket kuralına işaret eder, Yusuf Has Hacip: İkram edilen yemeği beğeni ve arzu ile yersen evin hanımı mutlu olur. Ziyafet sofrasını hazırlamak için onca emek çeken kadınlara teşekkür etmenin en güzel yolu, yemeğini beğendiğimizi ve zevkle yediğimizi hal diliyle göstermektir. Bu faslı kapatmadan önce bir hakikati daha vurgulamakta fayda var: Kutadgu Bilig 11. yüzyılda kaleme alınmış. Batı’da görgü kurallarına ilişkin ilk kayıtlar 17. yüzyılda Fransa’da görülür. Yani Kutadgu Bilig’de geçen bu kurallar ancak beş-altı yüz yıl sonra Avrupa’da konuşulmaya başlar.

Hece başlarındaki /g/ seslerinin düşmesi ve söz başındaki /t/ seslerinin genellikle /d/ sesine dönüşmesiyle sözcük, Anadolu sahasına dadan- biçimde taşınmıştır. Sözcüğün başka bir biçimi Yunus Emre’de söyle geçer:

Dadarsan ‘ışk dadından geçesin zâhir dînden 

Ayrulıgun odından ol vakit kurtulasın.

16. yüz yıl halk ozanı Muhyiddin Abdal, cahillerin aşk meyvesine dadanmasından korkar:

Muhyiddin Abdal aşk olsun

Sırrını eller duymasın 

Yemişin nâdân yemesin 

Şayet yeyiben dadana 

18-19. yüz yıllarda yaşayan divan şairi Muvakkizade Pertev’in İzzet Bey’in gazeline yaptığı tahmiste (Tahmis-i gazel-i İzzet beg), İzzet Bey gönlünün sıkıntı ve eziyete dadanmış (alışmış) olduğunu söyler. Bu yönüyle de aşk derdine ilaç istemeyen Fuzuli’yi hatırlatır: 

Zâr-ı dilden sanuram bîzâr olur Mecnûn bile 

Dest-mâl-i rahm ile tûfân-ı eşküm kim sile 

Şöyle me’yûsem ki vuslat harfi de gelmez dile 

“Hâtırum zâlim perîşân itme va’d-i vasl ile 

Kılma bed-hû mihnet ü cevre dadanmış göñlümi” ‘Gönlümün iniltisine Mecnun bile üzülür. Merhamet mendiliyle gözyaşımı kimse silmez. O kadar kederliyim ki vuslat sözünü bile söyleyemiyorum. Ey zalim, kavuşma vadederek beni perişan etme. Sıkıntı ve eziyete alışmış gönlümün düzenini bozma.’

Yine, 18. yüz yıl divan şairi Erzurumlu Zihni’nin aşağıdaki beytinde de geçer, dadan- fiili:

Şebân ki yakdı çerâğın sabâha dek gerdûn 

O mâhı halka-i câma dadandırıncaya dek ‘O ay yüzlü sevgiliyi içki meclisine alıştırıncaya kadar felek akşamdan sabaha değin mumlar yaktı.’

Dadan- fiili, 1962 doğumlu Çorumlu Aşık Rıfat Kurtoğlu’nun şiirlerinde sıkça kullanılmıştır: 

Popçu, cazcı dadanalı türküye, 

Halay, horon tutsak oldu korkuya (!) 

Operayı belledi de Türkiye, 

Bir tasamız bale kaldı üstadım!...

….

Bıldır bu zamanlar dadandı bağa, 

Her bi’şeyi yedi yuttu kör kösnü… 

Ben bi’ırgat oldum, o da bi’ağa, 

Sanki beni azap tuttu kör kösnü…

Anonim halk edebiyatı ürünlerinde de kullanılmıştır, dadan- fiili. ‘Dadanan kudurandan beterdir.’ atasözü Gümüşhane’den, aşağıdaki maniler ise Sivas’tan derlenmiştir:

Arpalar evlek evler

Dadandı kara leylek

Kışı burda kışladık

Yazın ayırdı felek 

Bağa girdim budanmış

Bülbül güle dadanmış

Seni yaradan Allah

Ne de güzel yaratmış 

Son olarak hepimizin iyi bildiği neşeli bir Adana türküsünün sözlerini hatırlatmadan önce ‘Diliniz ve gönlünüz türkülerimize, ninnilerimize, atasözü ve deyimlerimize dadanasın.’ temennisinde bulunalım:

Ağam Adanalı, paşam Adanalı

Evde duramıyom sana dadanalı

Sebebim sen oldun, güzel delikanlı

Mustafa SARI

Yorumlar (0)