02.05.2020, 13:28

Süzme Yoğurt

SÜZME YOĞURT

Oxford Sözlüğü’nü hazırlayan heyet, kullanım sıklığının artması, genel ağda (internet) aranma oranının yükselmesi, gündemi yoğun biçimde meşgul etmesi ya da dilde yenilik (neolojizm) gibi birtakım ölçütleri göz önüne alarak her yıl bir sözcük seçmektedir.

Örneğin heyet, 2015’te emoji, 2016’da post-truth (gerçek-sonrası), 2017’de ‘Gençlerin eylemlerine bağlı olarak ortaya çıkan kültürel ve sosyal değişme.’ anlamına gelen youhtquake, 2018’de toxic (zehir), 2019’da ise climate emergency (iklim acil durumu) sözcüklerini, yılın kelimesi olarak belirlemiştir. Benzer bir seçim, her yıl Alman Dil Cemiyeti tarafından da yapılmaktadır. Türk Dil Kurumu da benzer bir çalışma yapar mı acaba?

‘Son yıllarda, Türkiye’nin gündemini oluşturan sözcük hangisidir?’ diye sorulsa eminim, ilk beşte yer alacak sözcüklerden biri de organik olur. Televizyondaki sabah programlarının vazgeçilmez temalarından biridir, organik beslenme. Benzer biçimde haber programlarında da her gün konuyla ilgili yeni bir gelişmeden söz edilmektedir. 

Haklı çıktığında başını iki yana sallayarak ‘Hııı, dediğime geldiniz mi!’ diyen nenemin sesi kulağımda… Yazık ki kendi pişirdiği kelle paçaya, yine kendi elleriyle yaptığı deri peynirine ya da yoğurda uzmanların her gün övgüler düzdüğünü göremedi. 

Hayatı boyunca, ‘Motor yağı bu, adam yer mi bunu?’ diyerek çocukluğumda köylülerin yaygın biçimde kullandığı pamuk yağını sofrasına sokmamış, ahir ömründe bakkallarda satılmaya başlanan hazır yoğurda da burun kıvırıp böylesi berbat bir şeye nasıl para verildiğine bir türlü akıl erdirememişti. 

Nenemin dilinde yoğurt yapmayı ifade eden eylem‘çalmak’tı. Bazen işi başından aşkın olur, çulfalıktan (dokuma tezgâhı) kalkamaz, yoğurt çalmayı bana havale ederdi. Onun deyişiyle çili parmağımı (serçe parmak) soğumaya bırakılan süte batırır, sıcaraksa (serçe parmağın dayanabileceği kadar sıcak) yoğurt mayasını süte karıştırır ve tencerenin üzerini sofra bezleriyle iyice kapatırdım. İşte çalmak, yoğurt mayasını süte karıştırmayı ifade ederdi. Fiilin bu anlamı, Oğuz Türklerinin ilk yazılı metinlerinde yani sekiz yüzyıl öncesinde yaygın biçimde geçmektedir. Ne var ki Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Güncel Türkçe Sözlük’e alınan 12 farklı anlam arasında, ‘karıştırmak, katmak’ anlamı yok. Anadolu’nun büyük bir kısmında halen yaygın biçimde kullanılan bu eski anlamın, adı geçen sözlüğe alınmamış olması eksiklik, bence. 

İyi bir yoğurt için sütün sıcak değil sıcarak olması önemlidir. Sıcarak sözü termometrede hangi dereceyi ifade eder bilmiyorum ama serçe parmağımın nenemden devraldığı tecrübeye göre şunu söyleyebilirim ki sıcarak, sıcağa yakın, ılıkla sıcak arasında bir değerdir. Sütünüz sıcarak değil de sıcaksa yoğurdunuz ekşi olur. İstenmeyen bu durum için de çözümü vardı nenemin. Ekşi olan ya da sonradan ekşiyen yoğurdu büyükçe beyaz bir keseye doldurur, suyunun süzülmesini beklerdi. Suyu iyice süzülen yoğurt, kaymak gibi olurdu.

Yıllardır Türk dili hakkında araştırma yapan biri olarak üzüntüyle belirtmeliyim ki sıcarak sözünde geçen, karşılaştırma ya da derecelendirme ifade eden –rak ekinin bugün Türkçede unutulmuş olması büyük bir kayıp. Bu ekin sağladığı kolay ve pratik derecelendirmeyi anlatmak için artık daha uzun ve dolambaçlı yollar arıyor, dilimiz. Nenemin sadece ‘bir kelime ve ekle’ kolayca dile getirdiği ‘sıcarak’ ifadesindeki gerçeği anlatabilmek için biz en az üç dört kelimeye muhtacız. Yazık… Ilıktan biraz daha sıcak… bundan daha az sıcak… ılıkla sıcak arasında… Siz ne dersiniz bilmem ama bunların hiçbiri, sıcarak kadar sıcak gelmiyor bana… 

‘Ekşi, daha ekşi, en ekşi’ örneğinde olduğu gibi birçok dilde (örneğin İngilizce ve Farsçada) üçlü derecelendirme sistemi vardır. Nenem, bu üçlü sistemin alt basamağına, –rak ekiyle bir katman daha ekler ve dört dereceli bir sistem oluştururdu… tatlırak, tatlı, daha tatlı, en tatlı… Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin şimdi, dilimizin böyle bir tasniften mahrum kalması sizce de büyük bir kayıp değil mi?

Nenemden tevarüs ettiğim bu yoğurt alışkanlığı, lisan üstü eğitim için bulunduğum İngiltere’ye kadar geldi peşimden. Denemek ve tadına bakmak için birkaç kez aldığım, pet bardaklar kadar küçük plastik kutulardaki yoğurtları saymazsak, İngilizlerin tatsız ve akışkan yoğurtlarına hiç para vermedim. Ne doğal ya da organik etiketiyle sattıkları yoğurtlar uydu, damak tadıma ne de onlarca çeşit meyve karıştırdıkları rengarenk yoğurtlar. Neneme ittiba edip kendi yoğurdumu kendim yaptım, ben. 

İngiltere’de yurtta kalırken, yabancı arkadaşlarım yoğurt yaptığımı, hatta patiskadan kendi elimle diktiğim bez torbada süzme yoğurt elde ettiğimi görünce çok şaşırmış; süzme yoğurdun tadına bayılmışlardı… Japon ya da Tayvanlı sınıf arkadaşlarıma yoğurt yapmanın detaylarını kaç defa gösterdim, hatırlamıyorum. Ama onların şaşkın bakışlarındaki fırsattan yararlanıp yoğurtla ilgili akademik bilgiler verirken hissettiğim haklı gururu çok iyi hatırlıyorum: Türkçenin en eski sözcüklerinden biriydi yoğurt, bütün Avrupa yoğurdu bizden öğrenmişti. Bunu sadece ben söylemiyordum; neredeyse bütün İngilizce sözlüklerde kayıtlıydı, bu bilgiler. Böyle olmasına rağmen İngiliz halkının süzme yoğurda Yunan yoğurdu demesi yanlıştı. Madem yoğurt Yunanlılarındı; neden Yunanca bir ad vermemişlerdi de Türkçesini kullanıyorlardı. İnsan kendi bulduğu bir şeye yine kendi dilinden bir ad vermez mi?

Hatice Şirin’in konuya ilişkin kaleme aldığı makalede anlattıklarına bakılırsa dünya dillerinin çoğu, yoğurt sözünü Türkçeden almış ve küçük ses değişiklikleriyle yaygın biçimde kullanmaktadır. Sadece Arnavutça, Burma dili, Tamilce, Çince, Arapça, Farsça ve Bulgarcada, Türkçe yoğurttan bağımsız, kendilerine özgü başka sözcükler bulunmaktaymış. 

Dahası, 17. yüzyılda yaşamış, Esiri mahlasıyla şiirler yazan Hüseyin bin Mehmet, Türklerdeki yoğurt sevgisini -belki de dünyada yoğurt için yazılmış tek manzume- bir kasideyle dile getirmiştir. Yoğurt öylesine Türk malıdır ki Esiri, esasında din ve devlet büyüklerini övmek maksadıyla yazılan kasideye konu ederek, ona övgüler düzmüştür: 

Râhat efzâsın dil-i pejmûrdeye cânım yoğurt
Feyz erer senden hemîşe câna sultânım yoğurt

Yüzü akısın pilâvın, rütbesisin sofranın
 Sâf-dilsin, hak budur kim derde dermânım yoğurt

Rûz-ı germâda husûsâ buzlu ayran etseler
Câna râhat-bahş olur, hem artırır kanım yoğurt

 Sıkleti olmaz, gıdâ etsek serî’ü’l-hazm olur
 Kût-ı cândır hâsılı her demde cânânım yoğurt

Kış günü tarhâna gibi var mı bir ni’met meğer
Mâyesinden keş kurut illâ ki sultânım yoğurt

 Âb-ı rûyısın, güzelsin, beyisin şerbetlerin
 Göremez mislin cihânda çeşm-i giryânım yoğurt

Mağz-ı pâkinde olur dûg ile kaymak dâ’imâ
Eksik etmesin seni her demde sübhânım yoğurt.

 Cümle ni’metlerden efzûndur safâ vü lezzeti
 Mâ-hazardur her kaçan kim gelse mihmâmın yoğurt

Bed-du’â eyler atalar kim yakana tutmasın
Şükrüm oldur kim ola nakş-ı giribânım yoğurt

 Dâr-ı gurbette şu denli hasretin çektim ki âh
 Kana kana içmeye var ahd ü peymânım yoğurt

Beyler ağalar düşüptür kahve ile pekmeze
Ben senin ayranına hayrân u gerdânım yoğurt

Yüzün ak olsun Esîrî nazmını kıldın beyâz
Zulmet-i tab’ın giderdi mâh-ı tâbânım yoğurt
 
Süzme yoğurt hakkında nenemden öğrendiklerimi samimi bir gayret içinde yurt arkadaşlarıma aktarmaya çalışıyor, sözcüğün bin yıl önce yazılmış olan Uygur metinlerinde geçtiğini söylüyordum. Kuşkusuz bu kayıt, bir vesikaydı ve böyle bir vesikanın mutlaka öncesi de vardı. Bu yüzden denilebilir ki yoğurdun Türkçedeki serüveni iki belki de üç bin yıl öncesinde başlamıştı. Bütün bunlar ortadayken İngilizler nasıl olur da süzme yoğurda Yunan yoğurdu derdi? Böyle bir haksızlık olabilir miydi?

Uzak Doğulu arkadaşlarımın muhatabını dinlerken yüzlerinden eksik etmediği saygıdan cesaret alıp öz be öz Türk malı olan yoğurdun Avrupa’da maruz kaldığı bu haksızlığı, bazen koskoca Afrika’nın sömürgeleştirilmesiyle ilişkilendirir hatta bazen hızımı alamayıp lafın ucunu Endülüslü Müslümanların İspanya’da uğradıkları zulümlere getirmeye çalışırdım. Nedenselliği çok da iyi kurulamamış, üstelik de berbat bir İngilizceyle yaptığım bu uzun konuşmalar, kuvvetle muhtemel ki yabancı arkadaşlarımı sıkıyordu ama ben, kendi odaklandığı hakikatten başka hiçbir şeyi göremeyen misyonerler gibi bunu fark edemiyordum!

Ne yazık ki bugün nenemden tevarüs ettiklerimi kendi çocuklarıma aktaramamanın aczi içindeyim…  
  
MUSTAFA SARI

Yorumlar (0)