Dilimiz Türkçemiz, BÜLENT BÂKİLER'in görüşleri

Dilimiz Türkçemiz, BÜLENT BÂKİLER'in görüşleri

Dilimiz Türkçemiz, BÜLENT BÂKİLER

Dil bir milletin özüdür. Başlangıçtan bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonsuz geleceğe doğru da her milli topluluğun en mühim ve değişmez bir temeli olarak devam edecektir. Bir dile sahip olmayan millet yoktur. Eğer bir millet, şu veya bu sebeple kendi dilini kaybetmişse, o millet, topluluk olrak ortadan kalkmıştır. İnsanlık tarihinde, dilini kaybettiği halde ortada duran bir millet yoktur. Fakat milletler ortadan kalmış olduğu halde, henüz yok olmamış birçok eski dil vardır.


Dil, bir milletin tarihidir. Dil, bir milli topluluğun içinde ve onunla gelişmiş olduğu için, kendiliğinden, o milletin binlerce yıllık tarihi seyrini muhafaza eder. Bir milletin, tarihin muhtelif devirlerinde benimsemiş olduğu görüş, duygu ve fikirleri muhafaza eden canlı abide, o milletin dilidir.

Herhangi bir sanat eserinin veya herhangi bir sanatkarın, şu veya bu millete mensup bulunduğu hakkında tereddüt ve şüphe edilir. Fakat Türk dilinde yazılmış eser, hiç şüphesiz Türk milletinin eseridir.

Türkçe ifade edilmiş en ufak bir tabir dahi, Türk milletinin kıymetli malıdır. Dil, kendi içinde, bir milletin bütün geçmişini sakladığı gibi, onu sonsuzluğa götürecek en büyük kudreti de kendinde taşıyan büyük bir varlıktır.

Diyor, Reşit Rahmeti Arat. Bu sebeple bu pek kıymetli hazinemizi korumak gayesiyle bugün Yavuz Bülent Bâkiler'in sözün doğrusu isimli eserinden bir bölüm aktaracağız size.

Anadolu'daki bin yıllık geçmişimizin belki de en büyük depremini 17 Ağustos'ta yaşadık. Deprem, anlatılmaz felâketlerle geldi. 170 bin ev yıkıldı. Yetkililer bunun 270 000'e çıkacağını söylüyorlar. 15 000 insanımız göçük altında kaldı. Yaralı sayımız 27 000'i çoktan aştı. Ayrıca 20 milyar dolarlık bir ziyanla karşı karşıyayız. Ölenlere bin rahmet. Kalanlara sabır gayret ve başsağlığı!

Deprem birtakım büyük acıları ve gerçekleri de tekrar suratımıza çarptı: Zamanında gereken tedbirleri almamışız. Atımızı sağlam kazığa bağlamadan tevekkül etmişiz. Depremin fay hattı belli olduğu halde, getirip evlerimizi, işyerlerimizi, kışlalarımızı tam o fay hattının üstüne koymuşuz. Yani aklımızı kullanmamışız. İlmin ve tekniğin gereğini yerine getirmemişiz. Yunus Suresi'nin 100. Ayetinde buyuruluyor ki:

"...Akıllarını kullanmayanlar üzerine, Allah uğursuzluk yükler."

Kul hakkını bilmeyen, İslâm ahlakıyla ahlâklanmayan, iz'ansız imansız, ahlâksız bazı kişiler, demirden, çimentodan, kumdan çaldıklarını öteki dünyaya götüreceklerini sanmışlar. Belediyeler, gereken dikkati, titizliği gösterememişler. İlmin tekniğin ve sanatın şartlarını bilmeyenler veya bile bile çiğneyenler, yüreklerimizi âdeta bir cehennem ateşiyle dağladılar.

Deprem birtakım acı gerçekleri de bir daha yüzümüze çarptı dedim. Depremin felâketi, tahribatı, yok ediciligi ne ise, Türkçe'mizin kısırlaştırılması da kurutulması da odur! Hatta kesinlikle diyebilirim ki dildeki deprem, tabiattaki depremden çok daha tehlikeli. 

Bütün radyo ve televizyon kanalları depremle ilgili pek çok bilgi verdiler. Hazin görüntülerle ekranlara geldiler. Eline mikrofon, omuzuna kamera alan deprem bölgelerine koştu. Verilen haberlerdeki Türkçe sefaleti, çöken, dağılan, toprağa yapışan apartmanların hazin manzaraları kadar kahrediciydi.

Bazı sunucular "depremzede" yerine "depremzâde" dediler. "Depremzede" başkadır, "depremzâde" başka. "Zede"de "zade"de Farsça kelimeler. "Zade"evlâd, oğul, doğmuş, doğan demek. Meselâ, bizde soyadı olarak "Evli-yâzâde" var. Evliyâzâde, evliyaoğlu, evliyadan doğmuş demek. 

Evliyâzede ise, evliyanın çarptığı, evliyanın vurduğu, evliyanın hışmına uğrayan adam mânâsına gelir. Depremzede, depremde felâkete uğrayan, depremden zarar gören kimsedir. Depremzâde ise, depremin oğlu, depremden doğan, demektir. Aradaki büyük farkı görüyor musunuz?

"Enkaz yıkıntısı altından çıkarılan cansız cesetler" cümlesini yüzlerce defa dinledik. Çok yanlış. Enkaz, zaten yıkıntı demek, moloz demek. "Enkaz yıkıntısı" olmaz. Ya enkaz veya enkaz altı demek lâzım veya yıkıntı. 

"Cansız ceset" denilmez. Çünkü ceset Arapça bir kelimedir. Ölü vücut, cansız beden demektir. 

Lütfen söyler misiniz bana "Ölü yoğunluğu" ne demektir? "Ölü yoğunluğu nedeniyle tüm morglar doldu" deniliyor. Ne demek ölü yoğunluğu? Böyle Türkçe cümle olmaz. "Deprem bölgesindeki doktorların yoğun çalışması" ne demektir? Doktorlar neden çok çalışmazlar da sürekli çalışmazlar da durup dinlenmeksizin çalışmazlar da, "yoğun " çalışırlar?

Biliyorum "sebep"gibi güzelim bir kelimemizi kullanmak çok büyük bir suç. Fakat onun yerine ille de "neden" zamirini kullanmak ne kadar yavan ve yanlış!

"Yağmur nedeniyle" yerine "yağmur yüzünden", "Bu nedenle"yerine "bu bakımdan" "deprem nedeniyle"yerine "deprem dolayisiyle" "deprem büyük zarara neden ol du"yerine "deprem büyük zarara yol açtı" denilse kıyamet mi kopar? Görülüyor ki; Türkçemiz de bir deprem geçiriyor. Çocuklarımız âdeta fay hattı üzerinde konuşuyorlar; farkında mısınız? Kelime dağarcıkları çok zayıf bazen de tamtakır.


DEVAM ETMEK-SÜRMEK
Sivas'ta Ziya Gökalp İlkokulu'nda okuduğum yıllarda haftada bir saat de yazı dersi görürdük. Yazı dersine sınıf hocamızın dışında yaşlı bir kişi gelirdi. İsmi galiba: Abdülkalfa idi. Yazısı gerçekten mükemmeldi. Karatahtaya bir atasözü yazar, bizim de benzer harflerle bir-iki sayfa doldurmamızı isterdi. Yazı derslerine devam mecburiyeti yoktu. Ama ben o derslerin devamlı öğrencilerinden biriydim. Çünkü yazım, önceleri güzel değildi. Harflerin gövdelerini, bacaklarını, kollarını sağa sola yatırarak, yazıyordum. Abdülkalfa hoca, buna çok kızıyordu ve benim el yazımı "it oynamış yonca tarlasına" benzetiyordu. Bu güzel benzetmeyi hiç unutmuyoum: İt oynamış yonca tarlası...

Yazımı düzeltmeye karar vermiştim. Artık harflerin kollarını ve bacaklarını sola sağa yatırmadan dik olarak indirip çıkarıyordum. Yaşlı yazı hocamız, değişikliğin farkına varmıştı.

-Aferin! Demişti devam et, devam et.

Abdülkalfa hoca sayesinde, devamlı bir dikkat ve çalışmayla yazımı düzeltmiştim.
54-55 yıllık bir hâtıramı anlatışımın elbet bir sebebi var. Benim neslim, "devam, devamlı, devamsız, devamla, devamı"kelimeleriyle de yetişti.

Şimdi dilde tasfiye taraftarı olanlar, "devam "kelimesini, "Türkçe asıllı değildir" gerekçesiyle dilimizden çıkarıp bir tarafa attılar. Ve "devam" yerine "sürmek" kelime sini koydular. Artık radyo ve televizyon programlarını sunan kimseler "programımız devam edecek" veya "programımız devam ediyor" demiyorlar, "programımız sürecek" "programımız sürüyor" diye kestirip atıyorlar.

"Sürmek" kelimesi kullanılmasın mı? Kullanılsın elbette. "Sürmek" doğru ve güzel bir kelime. "Sürmek" kelimesi elbette kullanılsın. Yanlış olan, sürmek kelimesini, olur olmaz yerlerde devam kelimesinin yerine koymaktır.

"Devamlı" yerine "sürekli" diyebiliriz. "Devamlı kar yağışları yüzünden yollar kapandı" cümlesi de doğrudur. "Sürekli kar yağışları yüzünden yollar kapandı" cümlesi de doğrudur.

Peki ama, "devam mecburiyeti", "devamlı öğrenci", "devamsız öğrenci"'yerine ne diyeceğiz? "Süreklilik zorunluluğu", "sürekli öğrenci", "süreksiz öğrenci" gibi İfadeler, Türkçenin şıklığı bakımından sizi de rahatsız etmiyor mu?

"Sürek" bildiğiniz gibi "satılık hayvan sürüsü" demektir. "Sürekli" "süreklilik" "süreksizlik" kelimeleri bana zaman zaman hayvan sürülerini hatırlatıyor.



Tarlamızı traktörle süren bir adama "sürmeyi sürdür" deyince gülünç duruma düşeriz. "Sürmeye devam et" dememiz gerekir. Bize bir meseleyi anlatırken, birdenbire susan kimseye de "konuş" veya "devam et" deriz. "Sürdür" demekle bir zevksizliğin içine düşeriz.

Bunun gibi "programımız sürüyor" veya "programımız sürecek" yerine, "programımız devam ediyor" veya "programımız devam edecek" demek daha doğru ve güzel olmaz mı? Tamamen Türkçeleşen kelimeleri dilimizden çıkarıp atanlar, bizi hep cılız, çarpık, çirkin ve gülünç durumlara sokuyorlar. Geçenlerde koskoca bir kuruluşumuz, koskoca bir gazetenin koskoca bir sayfasından milletimize seslendi. Bu seslenişin veya "Kamuoyuna duyuru" nun bir cümlesi aynen şöyle:

"Biz, futbol maçlarının naklen yayınını sürdürmek için, iyi niyetimizi sürdürüyor ve mâkul şartlar çerçevesinde futbol yayınlarına devam etmek istiyoruz". Bu nasıl bir cümle? Bir cümle içinde iki defa "sürdürmek" iki defa "futbol yayınları" ifadeleri nasıl yer alır? Sonra "mesela örneğin" dev gibi "imkân ve olanakları" dev gibi "Sürdürüyor, devam etmek istiyoruz" denilir mi? 

Bu cin çarpmış cümlenin doğrusu şöyle olacaktır: "Biz, iyi niyetle ve mâkul şartlar çerçevesinde futbol maçlarının yayınma devam etmek istiyoruz". 

İşte bu kadar. Ama hayır. Beyefendiler kendilerini sözüm ona aydın, ilerici göstermek için, burunlarını yere sürterek bir cümle içinde iki defa "sürdürmek", arkasından da "devam etmek" kelimelerini kullanacaklardır. Yazık. Çok yazık, çoook yazık.

Y. Bülent Bâkiler, Sözün Doğrusu

*Dipçe: Sayın Bakiler'in Arapça ve Farsça sözcükleri Türkçe olarak değerlendirmesi bizce kesinlikle yanlıştır ancak görüşlere saygı gereği yazısını yayınlama gereği duyduk. TDH

Yorumlar (0)