Bilim Dili Olarak Türkçe Prof.Dr. İsmail Haluk Gökçora
Bilim Dili Olarak Türkçe
Prof.Dr. İsmail Haluk Gökçora
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi


ÖZET:

İnsan iletişim için dili yaratmıştır. Her dilin yaşarlılığı, etkenliliği, edilgenliği vardır. İnsanın bireysel ve toplumsal gelişmesinde dil büyük öneme sahiptir. Yeryüzünde varolan altı-bin kadar dilden biri, her 14 günde bir kaybolmaktadır. Anadilimiz; Türkçe binlerce yıldır varlığını sürdürebilmiş saygın bir dildir. Ekonomik, siyasal, coğrafi, tarihsel nedenlerle, geniş bir coğrafî alana yayılmasına rağmen, zamanla yalnız halk kitlesinin konuştuğu, yönetimdekilerin pek de hoş görmediği bir dil haline dönüşmüştür. Çin ve Moğolistan sınırlarından Balkanlara, Hindistan’dan Beyaz Rusya’ya kadar yayılmış Türkçe lehçelerinin fonetiği, morfolojisi ve sentaksı, yabancı dillerin etkileriyle ve içine giren değişik anlamları ifade eden terimlerin kaotik yapısı yüzünden bilimsel bir temele oturtulamamıştır. UNESCO raporlarına göre; Türkçe dünya dilleri arasında beşinci sırada yerini almıştır. İki-yüz milyondan fazla nüfus 12 milyon kilometre kare alanda Türkçe konuşmaktadır.

Türkiye ve Türk insanı yüzyıllardır anadiline gereken önemi verememiş, toplumdan kopuk bir yönetici ve egemen sınıf yaratmak pahasına kendisini; önce Arapça, Farsça ve İtalyanca, sonra Fransızca, Almanca ve İngilizce dilini kullanma hevesine kaptırmıştır. Günümüzde denizcilik, havacılık, hukuk, tıp, ekonomi, teknoloji ve sanat gibi çok çeşitli alanlarda kullanılan sözcükler yabancı dillerin egemenliğindedir. Toplu uyku hali içindeki Türk insanlarının ekonomik koşulları ve hatta eğitimi yabanıl egemen güçlerce “kontrol altına alınmıştır”. Türk halkına hizmet edecek bilim-insanının öncelikle anadilini iyi bilmesi ve doğru kullanması, halkıyla iletişimini sağlam tutması gereklidir. Çağdaş uygarlık diye kendimize örnek almaya çalıştığımız toplumların Türkiye ve Türk insanına yönlendirdiği oryantalist yaklaşım ise insanlık açısından tümüyle yanlıştır. Küreselleşmenin ardına yerleşik egemen kültür, dil ve ekonomiye Türk ulusunun tüm gücüyle ve en azından psikolojik savaşımla karşı çıkması gereklidir.

Toplumu, dolayısıyla dili kirleten ve yozlaştıran yabancı dillerle Türkçe’nin kirletilmesi ve yozlaştırılması, Türkiye üzerinde oynanan oyunların anlaşılması ve bu oyunların bozulması için dikkatle irdelenmelidir. Özellikle ülkemizin öğretmenleri, basın-yayın üyeleri, bilim insanları, başka dillerde yapılanları çalıntı kavramlar içinde kullanma kolaycılık ve tembelliğinden kurtularak, topluma önder bireyler olarak hareket etmelidirler. Genç ve dinamik bir nüfusa sahip olan Türkiye, Atatürk ilkelerine, Türkçe’ye sahip çıkmalı ve ulusal birliğe yönelmelidir. Türkçe ne kadar çok bilim dili olarak kullanılırsa, kültür, müzik, edebiyat, sözlü-yazılı-görüntülü yayın olarak güçlü ve tekili bir dil olursa, Türk kültür varlığı olan dilimiz de o kadar uzun korunur ve yaşar olacaktır.

 

 

Dilimiz, ulusal bilincimizin aynasıdır. Türk’ün dünyaya bakışını, bilimini, kültürünü, yaşam öyküsünü, dini ve mitolojik inançlarını, duygularını aktaran bir sistemdir. Zaman içinde değişmelerle, yenileşmelerle, zenginleşmelerle ve bazen de bozulmalarla karşı karşıya kalmış olsa bile, dört bin yıllık doğallığını ve güzelliğini koruyabilmiştir. Yeryüzünde kullanımda olan, değerli nadir dillerdendir.

Bildiğimiz tarih çerçevesinde; atlı göçebe kavim diye tanınan Türkler, tarihin karanlık dönemlerine değin pek az yazılı kaynak bırakmışlardır. Türk boyu hakkındaki bilgiler M.Ö. 3 bin yılına kadar bilinmekte ise de M.Ö. 9 bininci yıllara dönük arkeolojik ve paleontolojik belgeler de bulunmuştur. M.Ö. 8-5 bin yılları arasında Orta Asya’da Göktürk hanlığı, bilinen en eski Türk devletidir. Türkler daha çok alt kimliklerine (boy adlarına) önem verdiklerinden, “Türk” diye değil de farklı adlarla: Kimmer, İskit, Hun, Uygur... gibi anılmışlardır. Türk devletlerinde hemen her yönetici sülale değiştiğinde devletin adı da ona uygun biçimde farklılaşmıştır.

Türkoloji’yi ve Türk Dili Tarihini iyi bilmek, Avrupa dilleri hayranlarının yinelediği yalan savların tartışmaya bile girmeden çürütülmesini sağlar. Tarihi özellikleri, yaşam tarzları, mitolojileri, dinsel inançları ve bize kadar ulaşan dil yapılarıyla tümüyle Türk olan Kimmerler, İskitler, Azlar, Avarlar, Hunlar, Sabirler, Bulgarlar ve diğerleri hakkında bilgi edinilmesi yaygınlaştırılmalıdır. Aksi durumda; küreselleşmeyle ortaya çıkan ideolojik-siyasal, sosyo-kültürel baskılara karşı hazır olunmazsa ve savaşım verilmezse; sistemli ve bilinçli bir şekilde yabancı güçlerce oluşturulmaya çalışılan; bilimsiz ve bilinçsiz Türk gençliği, kimliğini kaybetmek durumuyla karşı karşıya kalacaktır.

UNESCO raporlarına göre Türkçe dünya dilleri arasında beşinci sırada yer almaktadır. İki-yüz milyondan fazla nüfus 12 milyon kilometre kare alanda (Asya ve Avrupa’da) Türkçe konuşmaktadır. Türkiye dışında Azerbaycan (8 milyon), Özbekistan (24 milyon), Kazakistan (11 milyon), Türkmenistan (5 milyon), Kırgızistan (4 milyon), ve halen Rus, İran, Çin işgali altındaki ; Tatarlar (10 milyon), Başkurtlar (2.5 milyon), Çuvaşlar (4.5 milyon), Uygurlar (19 milyon), Iran Azerileri (28 milyon); Gagavuzlar, Kumuklar, Karaçaylar, Altaylar, Teleütler, Balkarlar, Nogaylar, Şorlar, Hakaslar, Yakutlar (4.5 milyon), Afganistan Türkleri (8 milyon) Türkçe konuşan halkları barındırmaktadır. Ayrıca, Balkanlar - Rusya - Irak - Suriye - Gürcistan’da da Türkler bulunmaktadır...

Türkçe diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korece’ye çok benzer. Diğer Altay dilleri gibi eklemeli (sözcüklerin eklerle türetilebildiği) bir dildir. Bu nitelikleriyle sonsuza kadar üretken ve gelişebilecek durumdadır.

Türkçe’miz okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan, grameri kolay ve mantıklı, ondalık sisteme ve dolayısıyla çağdaş bilgi-işlem sistemlerine çok uyum sağlayan bir dildir.

İnsanlar ana dillerinde düşünürler, rüya görürler, hayal kurarlar ve yaratıcı özelliklerini gösterirler. Yabancı dil hayranlığımız, aşağılık duygusu gibi, yabancı kültür emperyalizminin bir sonucudur. Yabancı dillerde sözcükler tanıtılarla tabelalarımıza kadar inmiştir (hotel, motel, restaurant gibi…). Dile sahip çıkılmazsa, gelecek kuşaklara bilgi, beceri, tutum ve davranışları ileten bilim dili için Türkçe kullanılmazsa, Latince’nin başına geldiği gibi unutulur, ölür.

Anadolu’da Türkçe’nin yozlaşması ortaçağa denk gelmektedir ve Arapça’nın ilim, Farsça’nın edebiyat dili olmasıyla başlar. Selçuklu sultanlarının Fars dilini sarayın resmi dili haline getirmesi ve 15-16. yüzyıllarda Osmanlı aydınlarının dili anlaşılmaz hale dönüştürmesi bu süreçtendir. Türkçe köke Arapça ve Farsça’dan alınmış ekler katılarak çok anlamlı sözcüklerin anlamlarından birini güçlendirmekte kullanılmış ve yapı olarak Türkçe esaslara uygun “Osmanlıca” oluşmuştur.

Dilde Farslaşmaya karşı 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut ve 12. yüzyılda ilk Türk tarikatının kurucusu Hoca Ahmet Yesevi ile başlayan savaşımla; Anadolu dil, kültür ve inancında ayaklanmayla Türkçe’nin yeniden canlanması sağlanmıştır. 13. yüzyılda Horasan’dan gelen Türk boyları ile Türkçülük canlanmış ancak daha sonra hızla bu devinim kaybolmuştur.

1930’larda ancak %35 oranında kullanılan Türkçe sözcükler zamanla, 1970’li yıllarda, %70’e ulaşmıştır. 1980’li yıllardan sonra ise yeniden hızla dil kirlenmesi ve yozlaşması meydana gelmiştir.

Türkler Orta-Asya’yı terk ederek yüzyıllar boyu göçebe bir yaşam sürdürürlerken zorla kabul ettirildikleri islam dini ve Arapların etkisiyle eğitim olanaklarından ya uzaklaşmışlar ya da tek taraflı görmeye başlamışlardır. Kuran ve dinsel yazıları okumak ve yorumlayabilmek eğitimin tümünü kapsadığından, bilim ve edebiyat ile temel eğitim üzerindeki yönelişlerini kaybetmişlerdir.. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u zaptıyla birlikte kurulan “üniversite” yapısı da öncelikle teoloji üzerine yönelik olmuştur. Aydın ve okumuş; dinsel eserleri okuyup yorumlayabilen, Farsça ve Arapça bilen kişi olarak tanımlanmıştır. Eğitimde çağdaşlaşma ancak Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti”ni kurmasıyla gerçekleşebilmiştir.

Türkçe konuşan uluslar dikkate alındığında; günümüzde, eski demir-perde ardı ülkelerinde yaşayan Türklerin ortak kültür dili olan Rusça ile bilim-teknik ve diplomasi dili diye öne çıkarılan İngilizce’nin baskısıyla karşı karşıyadır. Tüm bu gelişmelere karşın, Bulgarca, Sırpça, Romence, Yunanca, Arapça, Farsça, Çince gibi resmi dillerin devlet baskısıyla öne çıktığı ülkelerde bile, Türkçe siyasi ve sosyal koşullara bağımlı ve yasaklanmış olduğu halde, azınlık dili olarak varlığını sürdürebilmiştir. Doğuda Arapça, Farsça, Çince, Hintçe, Batıda Almanca, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca, Kuzeyde Rusça devlet ve kültür dili olarak kullanılırken, ülkemizin uygulamalı Türkçe politikası henüz tam anlamıyla belirmemiştir.

Ulusal önderimiz, büyük insan, Atatürk’ün anadilimize ne derecede önem verdiği aşağıda ayrı zaman süreçlerinde kayıtlanan sözlerinden kolayca anlaşılacaktır:

1. “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde başlıca müessirdir.Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyundurluğundan kurtarmalıdır.... Milli eğitim esas olduktan sonra ve araçlarını da milli yapmak zorunluluğu tartışılamaz..”

2. “Temel ilke, Türk ulusunun saygın ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu temel ilke ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kurtulup daha yüksek bir işlem konusu olamaz. Yabancı devletlerin koruyuculuğunu ve bağışını istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlük ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri düşünülemez. Oysa Türkün saygınlık ve onuru, yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.”

3. “Ey Türk gençliği: Birinci vazifen; Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağındır.”

4. “Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel ahenkli dilimizi kullansınlar.”

5. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür…”

6. “… Türk dili güzeldir.Zengindir. Onun bu güzelliğini ortaya koymamız lazımdır.”

Atatürk ve yardımcılarının gerçekleştirdiği “Harf devrimi” Türk devriminin en önemli bölümlerinden birini oluşturmuştur. İki ay içinde okuma-yazma öğrenen her Türk genci kadar yeryüzünde şanslısı bulunmamaktadır. Ancak, oy kaygıları nedeniyle kendisinden sonra yönetime gelenler, din eğitimi ile yeraltında uğraşanların olanaklarını artırmışlardır:

1923 Türkiye’sinde 222 imam-hatip öğrencisi varken, günümüzde okul sayısı 590, öğrenci sayısı 500 000’e yükselmiştir. Ciddi bir gazeteyi okuyan kişi sayısı bugün Türkiye’de sadece 1 milyon kişiyle sınırlıdır. Çok basım yapan edebiyat eserleri bile ancak 10 000’lik basımla sınırlıdır. Milli Eğitim Bakanlığı okullarında bile ancak Talim Terbiye Kurulu’nun onayladığı ders kitapları okunması zorunluluğu yanı sıra ezbere dayalı öğrenime alışıldığından , zaten okumaya alışmamış bir Türk toplumunun değişik kitapları, dergileri okuması ve bunları tartışması, araştırmaya yönelmesi son derece güç görünmektedir. Ne yazık ki günümüz Türkiye’sinde halkımızın ortalama eğitim düzeyi ancak ilkokul 3. sınıfla eştir.

Diğer yandan, eğitimcilerin merkezi bir otoriteye bağımlı olması eğitim olanaklarını da kısıtlamaktadır. Devlet eğitimin % 99’unu üstlenmiş ve bütçenin ancak % 7’lik bir oranını bu fasıla bağlayabilmiştir. Eğitime ayrılan bütçenin ise ancak %5’i hızla nüfusu artan bu ülkenin yeni okullarının yapımına ayrılmaktadır. Sınıf başı ortalama öğrenci sayısının 70 olduğu ülkemizde bazı sınıflar değişik yaş gruplarını içermekte ve sınıf toplamı120 kişiye kadar çıkmaktadır. Ticaret ve teknoloji meslek eğitimi veren okulların niceliksel olarak yetersizliği, teknoloji ile gelişmesini sağlaması beklenilen Türkiye için, büyük bir eksikliktir. Klasik devlet okulları eğitim sistemi 1924’lerdekine (1920’lerdekine) göre gelişim göstermemiştir. Toplumumuzda kalite standartlarının yükseltilmesi, keşif ve icatlar; ancak kendisine öğretilmeye çalışılanları sorgulayabilen, araştıran gençlerin yetişmesiyle ortaya çıkacaktır.

Türkiye’de Türkçe adı altında çıkan bilimsel yayınlarda kullanılan sözcüklerin en az üçte birini yabancı sözcükler oluşturmaktadır. Dilin en önemli özelliği düşünme aracı olmasıdır. Ancak Türkiye’deki gibi yetersiz ve karmaşık bir yabancı dille duru ve üretken bir düşünceye varılması olanaksızdır.

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, bilim dili olarak Türkçe’ye değin deneyimlerini, görüşlerini, önerilerini aşağıdaki paragrafta özetlemektedir: “Geriye bakmak adetim değildir. Hep bugün ve yarınla meşgul oldum... Ben sizinle bu söyleşiyi halkımıza, gençlerimize bazı önemli meseleleri, Batının Türkiye’nin başına yıllardır sinsi sinsi ne çoraplar örmekte olduğunu, bunlara karşı nasıl tedbir almamız gerektiğini, bilimde,teknikte, eğitimde ve hatta bunların hepsinin temelde dayandığı dış siyasette, Türkiye’nin nasıl kendine özgü hedefleri olabileceğini, oralara doğru, dünyadaki güçler arasında denge sağlayarak nasıl hem küresel, hem de bağımsız, onurlu, şerefli, ulusumuzu köle olmaktan koruyacak, refaha ve huzura kavuşturacak bir yolda yürüyebileceğimizi, bugünkü vahim durumumuzdan sıyrılmak için yeniden Kuvayi Milliye ve Atatürk ruhunu nasıl canlandırmamız gerektiğini duyurmak için yapıyorum....Haysiyetine, kendi kaderini kendisi belirleme azmine, cihanda hak ettiği şerefli, itibarlı yerine yeniden kavuşmuş bir Türkiye temennisiyle.”

Ömer Seyfettin: “Benim vatanımın sınırları Edirne’den başlayıp Hakkari’de bitmez. Benim vatanımın sınırları Türkçe konuşulan yerde başlar, Türkçe konuşulan yerde biter.” , diyerek Türkçe ve Türk’ün sınırlarını belirlemiştir.

Yusuf Yanç : “ Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken; dilimizin çalındığını, talan edildiğini, özün el diline özendiğine içi yananınız var mı ? Masallarımızı, tekerklemelerimizi, ata sözlerimizi kaybettik. Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik. Türkçemiz elden gidiyor. Dizini döveniniz var mı ?” , diye Türkçe’nin düştüğü duruma isyan etmektedir.

 

Türkiye için “Batıcılık” ve “Ulusallık” ikilemi yönünden aşağıdakiler incelendiğinde belki okuyucu daha çok isyan edecektir:

Türkiye diğer ülkelerle kıyaslanarak sıralandığında:
dünya nüfusunun % 1.1`ni oluşturmaktadır.
Dünya`da bilgi üretiminin % 0.9` unu gelişmişlik kriterlerine göre
70. sırada ve
ekonomide 22. (?18.) iken;
sağlıkta 57.
eğitimde 133. dür !!!
Bütçeden kişi başına ayrılan eğitim payı:
Türkiye
Yunanistan
Tunus
Zimbabve
OECD
(2003 değerleriyle ABD doları)
375
2400
890
770
3900
Türkiye` de sınıfta ortalama kişi : 55-60
Öğretmen : 600 000
Derslik : 100 000
(UNICEF 2003) 6-14 yaş öğrenciler arası fırsat eşitliği : ( kız /erkek)
Türkiye
Namibya
Zimbabve
Kenya
60 / 85
84 / 92
66 / 83
86 / 92
Üniversite ve bilim; insan ve toplum ilişkilerinden, ekonomiden, siyasetten, kültürden bağımsız değildir. Aydınlanma çağı bilimin yaratılması ve yayılmasında laik bir eğitim anlayışının doğmasını sağlamıştır. Diğer taraftan “sermaye”, bilimi ve onun yarattığı kurum olan üniversiteyi kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadır.

Bilim “sonuçların oluşturduğu bilgiler bütünü” olmayıp yalnızca belli zaman biriminde elde edilmiş olan bilgi birikimini ifade eder. Yaratılan bilim objektif de olsa; nerede, ne zaman, ne için ve kimin yararına kullanılacağı toplumsal ilişkilerin sonucunda belirlenmektedir..Örneğin: İnsan genomunun deşifre edilmesi nitel ve nicel olarak objektif ve bilimsel bir bulgu olmasına karşın, sermaye tarafından patent altına alınmak istenmesi ekonomik, siyasal ve egemenlik sorunu haline dönüşmüştür. Bilimin nasıl oluşacağına ve kimin yararına birikeceğine toplum sınıfları karar verirken, bilimi içinde yaratan ve yaşatan fiziki kurumlar üniversitelerdir. YÖK ise yüksek öğretimin planlanması ve yürütülmesiyle ilgili bir eşgüdüm kurumu olmak yerine bir baskı kurumu olarak biçimlenmiştir.

Eğitime yeterince kaynak aktarılmamaktadır. Tüm dünyada temel eğitim sağlanması için yılda 6 milyar Amerikan doları yeterli görülmekte iken, Avrupa’da sigaraya harcanan para 50 milyar, dondurmaya harcanan ise 11 milyar Amerikan dolarıdır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki eğitim makasının kapatılması bu durumda olanaksızlaşmaktadır.

Kendi ülkesi dışında yüksek eğitim gören 1.6 milyon öğrencinin 1.4 milyonu gelişmiş ülkelerde bu eğitimi almaktadır. Yabancı öğrencilerin yarısı gelişmekte olan ülkelerden gelmektedir. Türkiye’de 58 900 eğitim mekanında 16 100 000 öğrenci okumaktadır. Bu kademelerde toplam 578 000 eğitimci yer almaktadır. 11 800 okulda ikili eğitim sürdürülmektedir. Şehirleşme eğilimi ve hızı dikkate alınmadan 1960-70’li yıllarda köylerde yapılan okullar kapatılmak durumuna gelmiştir. Okulların %72’si kentte, ancak öğrencilerin %27’si köylerdedir.

En büyük eğitim kaybı ortaöğretimden yüksek öğretime geçerken yaşanmaktadır En zayıf eğitim kademeleri okul öncesi ve yüksek öğretimdedir.

12 Eylül 1980 rejiminin en büyük kötülüklerinden biri de yabancı dille eğitime yasallık kazandırmasıdır. 1983’de kabul edilen 2923 sayılı yasa Türk milli eğitimine yıkım getirmektedir. Yabancı dille eğitim yüksek, orta, ilköğretim ve hatta ana öğretime kadar girmiştir. Yabancı dille eğitim öğrencileri ezberciliğe yönlendirmektedir. Tek taraflı, ruhsuz, ezberci ve öykünmecidir. Askeri liselerde 1974-90 döneminde yabancı dille eğitimden verim alınmadığından yeniden Türkçe eğitime dönülmüştür.

Yabancı dilde eğitim Türkiye’yi yeniden Serv yıllarına götürmek isteyen sömürgeci güçlerin oyunudur. Diğer yandan bilim üretimi casusluğa neden olacak kadar ulusaldır. Bilimini üretmeyen ülkeler yok olmaya mahkumdurlar. Önemsenmeyen ve işlenmeyen bir bilim dili olarak Türkçe, giderek zayıflayacak, evde ve sokakta basit bildirişimler olarak kullanılan bir ağıza dönüşecektir. Özellikle 1980’li yıllardan sonra dışarı açılmanın bir ön koşuluymuş gibi; yabancı sözcükleri olduğu gibi almak doğal karşılanmaya başlamıştır

1960’lı yılların başlarından itibaren yürürlüğe girerek sürmekte olan “Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005)Kalkınma Planı”na göre kamu ve sivil toplum örgütleri temsilcileri ile üniversite öğretim üyelerinin katılımı ile oluşturulan, Türk Dili İhtisas Komisyonu’nda “T.C. Anayasası”nın 166 maddesinde açıklanan; “Ülkemizin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasının planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi” hükmü, temel amaç olarak Türkçe’nin eğitimi, geliştirilmesi ve her alanda doğru kullanımının sağlanması ve bu konudaki sorunları, bunların çözüm yollarını irdelemek, uzun ve kısa dönem hedefleri, stratejileri belirlemek ve uygulanacak politikalara değin öneriler getirmek esas alınmıştır. Bu bağlamda; Türkçe’nin Eğitimi ve Öğretimi, Türkçe’nin Kullanımı, Türkçe’nin Araştırılması, Bilim Dili Olarak Türkçe, Bilgisayarda Türkçe’nin İşlenmesi isimli alt komisyonlar kurulmuştur.

Bilim Dili Olarak Türkçe Alt Komisyonunda:

Prof.Dr. Doğan Aksan, Prof.Dr. Orhan Öztürk, Prof.Dr. Bilgehan Gökdağ,
Prof.Dr. Nihat Kınıkoğlu, Prof.Dr. Tuncer Ören,
Yrd.Doç.Dr. Bedri Karayağmurlar, Dr.Emine Halıcı Narlı,
Atom Enerjisi Kurumu`ndan Dr. Ediz Tanker,
TMMOB`den İhsan Karababa ,
TDK`dan Prof.Dr. Hazma Zülfikar bulunmaktadır. http://plan8.dpt.gov.tr
Bedri Rahmi Eyüpoğlu, "Üç dil" şiirinden:

… birisi anadilin
elin ayağın kadar senin
ana sütü gibi tatlı
ana sütü gibi bedava
ninniler, masallar, küfürler de caba …

GERÇEKLER VE SORUNLAR:

· Türklerin matbaayı geç algılaması, geç olarak yararını akıl etmesi, teknoloji ve kültürde geç gelen paylaşım olanağına dönüşmüştür !

· Türkler batı uygarlığı peşinde koşan ikincil ve köle toplum, aşağılık kompleksli ve batı kültürüne ve yaşam biçimine özentisi bulunan birer birey haline mi gelmiştir ?

· Ulusal çıkarlar doğrultusundan hedefsizlik ve programsızlık belimizi bükmektedir !

· Önemli ve kıskanılır bir tarih, coğrafya, dil, insan özelliklerimize karşın küreselleşme, özelleşme adına giderek köleleşen ve sömürge yapısına dönüştürülen beyinler giderek artmaktadır !
Batılıların Türkiye’ye ve Türk insanı için ve kendi çıkarları doğrultusunda oluşturduğu politikalara karşı haykırmak, soğuk kanlılıkla ulusal savaşımı sürdürmek gerek, bilinçli ve ulusunu sayan, seven insan oluşturma çabamızın artması gereklidir. Kendi insanına karşı kullanılmış olmak duygusunu kavramak ve nasıl bir tezgaha kurban gidilmiş olunduğunu fark etmek gerek. Bilim insanlarının sorumluluğu ise halkını uyarmak, doğru yönde ilerlenmesini sağlamak, olumsuzluğu ve karamsarlığı değil parıldayan bir geleceği vurgulamaktır.

“Gözünü kapayarak; farkında olmamak, anlamamak” ve “vazifemi yaparım, yeter ki kendimi kurtarayım” anlayışları toplumdan kopukluğu, çağ-dışılığı gösterir. Hedefsiz yaşamanın anlamsızlığı…artık kavranmalıdır. Günlük yaşamda, ekonomide, sanatta, bilimde Türk insanına dilini ve kimliğini unutturmak için elden gelen her şey her fırsatta yapılmaktadır. Buna karşı ulusal bilinçle direnmenin, şahlanmanın zamanı çoktan gelmiştir.

BİLİM DİLİ OLARAK TÜRKÇE’NİN SAPKIN KULLANILMASINA DEĞİN ÖRNEK: Üyesi bulunduğum Çocuk Cerrahisi topluluğundan 2003 yılında yapılmış bir bilimsel çalışmada; 1987-2001 arası yayınlanmış uzmanlık dergisinin 15 cildi (33 dergi, 269 makale) yazı başlığı, özet, anahtar sözcükler ve makale içeriğinde bulunan yabancı sözcükler yönünden incelenmiştir:

Yazı başlıklarının %47’sini yabancı dil oluşturmaktadır. Ancak %15’in tam Türkçe karşılıkları bulunmaktadır. Ancak %6 başlıkta yabancı sözcük yoktur.

Türkçe özetlerin ancak %28’i yabancı dille aynı bilgileri içermektedir.

Anahtar sözcüklerin ancak %62’si hem Türkçe’de hem de yabancı dilde ortak bulunmuştur.

Makale içeriğinin %30’undan fazlası yabancı sözlük ile dolu bulunmuştur.

Dilde karşılığı bulunan sözcüklerin yerine yabancı olanların kullanılması: “Dil Yozlaşması” ve abecemizde bulunmayan “q,x,w” gibi harfler, ve anlamına gelen “&”işareti giderek yaygınlaşmaktadır: “Dil Kirlenmesi” vardır.

INTERNET ortamında “ç,Ç,ğ,Ğ,ı,İ,ö,Ö,ü,Ü ve ş,Ş” harflerinin kullanımı giderek Türkçe’den kalkmaktadır. Yabancı dil akımına teslim olan Türkçe giderek saydamlığını, tutarlı düşünce üretme yeteneğini yitireceğinden bir süre sonra ancak başka bir dilde üretilmiş düşünceler aktarılabilir hale gelecektir. En korkuncu sanat ve bilim gibi yüksek düşünsel etkinliklerde yabancı bir görüş açısından bakarak katkısız-izleyici durumunda kalmak ve yaptıklarını kendi toplumuna aktaramayacak kadar özelleşmiş bir dille toplumdan kopmaktır.

Türkiye’de yapılan ulusal kongrelerde iki yabancı konuk için açılış konuşmasının yabancı dilde yapılması çok aşağılayıcıdır. Sıçan yerine tümüyle yabancı sözcükten oluşan “rat” kullanılması, “experimental” çalışmalardan bahsedilmesi, yarı yabancı sözcük yarı Türkçe’de kullanılan sözcük ya da harflerden oluşan yoz terimlerin üretilmesi (mucoza, mukosa, esofagus gibi...) , dergilerde aralarında “konsensus “ sağlayan “study group”ların “multicenter”li çalışmalarını yazması, radyo ve televizyonda çorba haline dönüşmüş tıp dilini halka anlatabilmek için çeviriyle zorlanan hekimler gibi durumlar ne yazık ki, yüzümüzü ağartmamaktadır.

Mizahi bir anlam kazandıracak kadar sıklıkla aşağıdaki uydurma sözcük örnekleri tıp dilimize girmiştir:

Takılar: Non, a, hipo,hypo, hiper,hyper, extra,ekstra, intra, trans, pre-, post- …

Kısaltmalar: VCU, CT, R, L, M, N, MRI, et al, …

Sözcük sonuna aitlik işareti < ’ > : Wilms’ Fishers’ Dukes’…

Tümüyle ya da yarı -yabancı sözcük: rat, maximum, minimum, toxemi, infant, distress, stres, show, sham, web, ghost, mixt,…

İlaç ve kimyasallar (tam bir karmaşa) : gentamisin - gentamycin - gentamysin; Kseroderma - xeroderma - igzeroderma; Listenon - lysthenon - listhenon; Kandida - candida; Prosesus - processus - prosessus

Yabancı sözcük yazımında belirgin uyumsuzluk ve hatalar: Laparotomi - laparatomi - laparatomy - laparotomy ; Obstrüksiyon - obstriksiyon - obstiriksiyon; Flap - flep - fleb ;

Greft - gıreft - grapht - graft ; Materyal - materyel; Adrenal - sürrenal; Sütür - sutur;

Koroziv - korozif - korrosive - corrosive, korrosiv, korrosif ; Rijid, rigid, rijit, rigit - katı;

İnsidens, insidans; Fötal, fetal; Ambigus, ambigous, ambigious,

Aynı yazı içinde: (? Eş-anlamlılar/ hatalı yazılımlar: iki ya da üç dilli yazı) : Karın - batın - abdomen; Adale - kas - müskülatür - muskulatür; Vak’a - vaka - olgu; Lokalizasyon - yerleşim; Gıda - besin - nütriyent - nutrient ; Mayi - mai - sıvı - fluid ;

Şikayet - yakınma ; İnfeksiyon - enfeksiyon - bulaşı - bulaşkan; Taşipne - takipne- sık soluma

Ayrıca: elle palpasyon, sekonder ikincil tümör, hava ile pnömatik redüksiyon, ameliyattan önce preoperatif kemoterapi, emeray tetkiki - MR tetkiki, bronş ağacı, rapor etmek, kan örneği, yüzey alanı, … eşanlamlı sözcükler birbirinin ardından yinelenmekte ya da yanlış olarak kullanılmaktadır.

Tıp dilinde makale başlıklarında her 2 sözcükten birinin, anahtar sözcüklerde her 4 sözcükten 3’ünün, özetlerde her 10 sözcükten 3’ünün yabancı olması; hazıra konup izlemeyle yetinen bir bilim insanı grubunun göstergesidir.

 

SONUÇ:

Hızlı bilimsel ve teknolojik ilerlemeye ayak uyduramayan, tembel ve dilini zenginleştirmeyen bir ulus kalıcı olamaz. Diğer bir deyişle dilimiz için şu atasözümüzü anımsamalıyız: “İşleyen demir ışıldar.” Yabancı terimler ancak Türkçe dil kurallarına uyan ve yeni türetilen sözcüklerle dilimize alınmalı ve dil zenginleştirilmelidir. Yabancı sözcükler moda, özenti, bilgiçlik taslama, tembellik, ihmal, anlaşılmazlığın getirmesi beklenilen saygınlık, zorunluluk adına bilim dilimize girmektedir. Zorunlu sözcüklere karşı Türkçelerini bulmayı görev edinerek ve anadilimize güvenerek onu zenginleştirmeli, saygı, sevgi ve doğrulukla kullanmalıyız.

Bilimle uğraşan, “ben konuşurum, yazarım; anlayan anlar” demek hakkına sahip değildir. Çalışmalarını özenle Türk dilini kullanarak, öncelikle halkına anlatabilmelidir. Dil yalnız bir araç değil kültürü de yaratan bir etkinlik olduğundan, dilimize sızan her yabancı sözcüğün, ait bulunduğu kültürü de taşıyarak gelmekte olduğunun bilinci içinde olmalıyız. Basın ve yayınımızda yer alan fal-astroloji, medyum kirlenmesinden basının üyeleri ve kendini aydın, okumuş kabul edenler kadar bilim insanları da sorumludur.

İngilizce’nin dilimizi işgal etmesi evrensel niteliğinden çok ekonomik ve siyasal nedenledir. Yoksa, Türkiye’deki bazı bilim çevrelerinin ileri sürdüğü gibi İngilizce, kesinlikle evrensel bilim dili değildir. İngilizce’ye değin ilk yazılı belgelerin 7. yüzyıla, Türkçe’ye değin ise M.O. 2 bin yıla dönük olmasına karşın 1980 basımı sözlüklerde İngilizce’de 700 000 Türkçe’de ise ancak 70 000 sözcük bulunmaktadır. İlkokulu bitiren çocukların belleğine İngilizce konuşanlarda 70 000 , Türkçe konuşanlarda ise ancak 7 000 sözcük yerleştirilebilmektedir. Türkçe ad ve eylem tabanları ile yapım işlevli ekler kullanılarak iki milyona yakın (teorik olarak sonsuza kadar) sözcük türetilmesinin olanaklı olduğu saptanmıştır. Anadilimizin bunca ihmali artık sona ermelidir !

İngilizce’nin sözcük sayısına bakarak en zengin dil olduğunu savunmak, ülkelerin bilime katkılarını yalnız yayın sayıları ile değerlendirmekle aynıdır. Bilim insanının görevi yabancı dillere teslim olmak, onlardan sözcük çalmak değildir. Sözcük bilgisi sınırlarının aynı zamanda düşüncenin de sınırları olduğu bilincine vararak, gerekli sözcüklerin üretilmesine katkıda bulunmak, ana dilimizde düşünsel ortamda üretebilmeyi sağlayacak zenginliği kazandırmaya çalışmaktır.

Aydınlanma; insanın tebaa olmaktan, kul olmaktan vatandaş olmaya, birey olmaya yöneldiği süreçtir. Başkasının diliyle düşünmeye çalışmak, doğrudan o başkasının düşünce çerçevesini ve altyapısını benimsemek anlamına gelir. Bağımsız düşünce, bağımsız dil olmadan olmaz . Bağımsız düşünce bireyin aklıyla doğruyu aramasıdır. Bireyin kendi kendini oluşturmasıdır. Dil düşüncenin altyapısıdır. Günümüzde Kur’an’ ın Türkçeleştirilmesine karşı çıkanlar, insanların dini kendi akıllarıyla yorumlamasına, anlamasına karşı çıkanlardır. Bilim dilini de anadilinde anlamayan bilim-insanı ve halk sırlarına ulaşamadığı bir bilimle sonuç getiremeyecek bir ilişkiye girer ancak... ve yapabileceği ancak başkalarının keşif ve icatlarını taklit etmekten ve kavramaya çalışmaktan öte değildir. Bir bilim-insanı için yabancı dil ile araştırma yapmak, beynin bir yarısını kullandığı o yabancı ülkenin insanlarına kiralamak ve kendi insanına yararlandırmamak anlamına gelmektedir. Ve bu nedenle ülkemizin bilim dünyasına pek de katkısı olamamaktadır.

Atatürk dil devrimiyle işte bu en önemli aydınlanma adımının da öncülüğünü yapmıştır. Toplumsal dille bireysel dili bir araya getirmiş, dahası Arap abecesi yerine Türkçe’ye daha uygun Latin abecesini getirerek okuma-yazma devrimini gerçekleştirmiştir. Dil olmadan birey olunamayacağını, okuma-yazmanın da dilsel gelişmenin itici gücü olduğunu bilen Atatürk… günümüzde din toplumunun yerine gelmiş bulunan sanayileşmiş ve bilgi toplumu ismi verilen küreselleşmenin pençesindeki Amerikan egemenliğindeki teknoloji ve Pazar ekonomisinin sömürgesi haline dönüşmekte olan Türkiye’ye çok önemli ilkeler bırakmıştır. Kendi yaşamının son yıllarında, Alman baskısından kaçan Yahudi kökenli bilim-insanlarının Türkiye’ye kabul etmemekle kalmamış, onların bu ülkede görevli oldukları üçüncü yıldan itibaren derslerini Türkçe olarak vermelerini zorunlu kılmıştır.

Yetkili kişilerimiz demeçlerine, günlük konuşmalarına sıkıştırdıkları İngilizce sözcüklerle küreselleştiklerini kanıtlamak çabasındadırlar. Ortaçağ engizisyonunun yerini çağdaş İngilizce almış ve tüm dünyayı kaplamaya çalışmaktadır. Türkiye IMF güdümüyle, Televole basitliği ile ve bilimsel etkinliklerimiz de üçüncü sınıf taklitçilikten (aşırmacalıktan) öteye gidemeyecektir.

Akademik yükseltmelerde öne alınan; “Science Citation Index (SCI)” ve “Social Science Citation Index (SSCI)”de adı geçen dergilerde yayın yapmayı öngörenlerin, “bilim evrenseldir” diyerek, aslında ülkemizin stratejik bilgilerinin yurtdışına hem de bedavaya kaçırılmasına hizmet ettiklerini fark etmiyoruz ?

Bir ülkede etik değerlerin oluşup kök salmasında birinci derecede etken, o ülkenin dili ve eğitim düzeyidir. Diğer bir deyişle; “Dil bir ulusun namusudur.” Ana diline saygıyı böylesine yitiren ülkemiz, Atatürk devrimleriyle öne çıkartılan dilin önemini unutmuş gözükmektedir.

Türkçe ne kadar bilim dili olarak kullanılırsa, kültür, müzik, edebiyat, sözlü ve yazılı, görüntülü yayın olarak güçlü ve tekili bir dil olursa; Türk kültür varlığı olan dil de o kadar uzun korunur ve yaşar. Türk dili kollarının kayboluş ve yok oluş sürecini engellemek için Türkçe’ sözlük varlığı genişletilmelidir. Anayasanın 42. maddesinde “Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmü yer almaktadır. Günlük kullanılan dilimiz olduğu kadar bilim dilimizin Türkçeleştirilmesinde de bilim-insanlarımıza, önemli bir algılama, sahiplenme ve görevlenme bilinci oluşması gerekmektedir.

Aşağıda sıraladığım her cümle üzerinde yeterince düşünülmeli ve ona göre eyleme geçilmelidir:

Güçlülerin haklı göründüğü, adına çağdaş ve küresel denilen garip bir dönemi yaşıyoruz !

Eğitimin ikinci plana itilmesi ülkede düşüşü başlatmıştır !

Dilini kaybeden ülke kimliğini ve geleceğini de kaybedecektir !

Düşünen ve sorgulayan kişiler yetiştirmek, beyin destekleyici bir eğitim hayaldir !

Türkçe’nin zenginliğine güvenin !

Her yerde her zaman Türkçe konuşalım, yazalım, yazdıralım, öğretelim !

Türkçe, mutlaka Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler dillerinden biri durumuna getirilmelidir!

Dilde özensizlik, dilde yozlaşma anadiline sahip çıkmamakla gerçekleşmektedir. Türkçe’nin bilim dili olmadığını öne sürmek kendi dilini inkar ve açıkça tembelliktir !

YÖK yanlış hedef seçmiştir. Akademik yükseltmelerde SCI (Science Citation Index) ya da SCCI (Social Science Citation Index) neden seçilmiştir? Neden Türkçe yayınlanan bilimsel eserlere gereken önem verilmemekte ve üstelik küçümsenmektedir ?

Bilimsel eserde gereken nitelik ve içerik midir ? Yoksa çok ve anlamsız, yararsız ürünler mi ? Bunca palavra ve dünyada insanları hiçbir şekilde etkilemeyecek üretim yerine keşke sağlam birkaç yeniliğe, devrime, icat ve keşife ulaşabilsek !

Başkasının diliyle düşünmeye çalışmak, doğrudan o başkasının düşünce çerçevesini ve altyapısını benimsemek anlamına gelir !

Bağımsız düşünce, bağımsız dil olmadan olmaz !

Binlerce yıllık kültür ve özelliklerinden vazgeçme yoluna girmiş bulunan Türk bilim-insanı, bunu çağdaşlaşmak ve çağdaş uygarlıkların üstüne çıkabilmek için mi yapmaktadır ?
Kaynaklar
1) Abacıoğlu N: Üniversiteler ve bilim neye hizmet etmeli ? Üniversite ve Toplum 2003;3 http://www.universite-toplum.org

2) Aksan D: Türkçenin Gücü: Türk Dilinin Zenginliklerine Tanıklar. 8.basım. Bilgi yayınları, Ankara, 2003, ISBN 975-494-199-8

3) Aksan D: Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını. 3.basım. Bilgi yayınları, Ankara, 2003 ISBN 975-494-910-7

4) Aksan D: Anadilimizin Söz Denizinde. Bilgi yayınları, Ankara, 2002, ISBN 975-494-981-6

5) Altacı E: Ulusalkanal televizyonu 10.09.2003

6) Atatürk Araştırma Merkezi: Kemal Atatürk / Nutuk. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, ISBN 975-16-0162-2

7) Bayat F: Türk Dili Tarihi: Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Dili.Genç Ofset, Ankara, 2003 ISBN 975-96960-1-0

8) Balcı M: Türkiye 2002 Yılında Bilimsel Makale Sayısında 22.'nciliğe Yükseldi. Cumhuriyet-Bilim Teknik 08.02.2003, 829:8-10

9) Bursalı O: Süreli Yayıncılık. Cumhuriyet-Bilim Teknik 05.04.2003, 837:7

10) Cevizoğlu H: Türkiye ve Türkçe Üzerine Oynanan Oyunlar. Işık yayıncılık, Ankara, 2004, ISBN 975-6613-16-5

11) Cevizoğlu H: Bütün Kaleler Zaptedilmedi: Attila İlhan'la Birkaç Saat. 6.basım, Işık yayıncılık, Ankara, 2004, ISBN 975-6613-17-3

12) Çıbıkcı G: "Türkçe Bir Bilim Dili Olamaz !" http://turkishweb.com

13) Devlet Planlama Teşkilatı: VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı. http://plan8.dpt.gov.tr

14) Elhan A: Anatomi Terimleri Sözlüğü. Güneş Kitabevi , Ankara, 2003, ISBN 975-8531-48-4

Yorumlar (0)