ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN, ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN KİMDİR? (Abdülhak Hamit Tarhan Hayatı)
ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN, ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN KİMDİR? abdülhak hamit tarhan hayatı, abdülhak hamit tarhan makber, abdülhak hamit tarhan sözleri, abdülhak hamit tarhan makber hikayesi, abdülhak hamid tarhan kitapları, abdülhak hamit tarhan ilkleri, abdülhak hamit tarhan slayt, abdülhak hamit tarhan mütesadif,
ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN, ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN KİMDİR? (1851-1937)
ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN, ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN KİMDİR? ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN, ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN KİMDİR? abdülhak hamit tarhan hayatı, abdülhak hamit tarhan makber, abdülhak hamit tarhan sözleri, abdülhak hamit tarhan makber hikayesi, abdülhak hamid tarhan kitapları, abdülhak hamit tarhan ilkleri, abdülhak hamit tarhan slayt, abdülhak hamit tarhan mütesadif
HAYATI
Tanzimat devrinin en büyük şairi olan ve kendisinden sonraki üç nesil boyunca (1925’lere kadar) Şair-i azam diye anılan Abdülhak Hamid, 5 Şubat 1851’de İstanbul (Bebek) ‘da doğmuştur. Görüldüğü gibi 86 yıllık uzun bir ömür sürmüştür. Bu uzun ve zengin yaşanmış ömür ona görgü, tecrübe ve kültür olarak çağdaşlarında az bulunan özellikler kazandırmıştır. Durmadan değişen bir tarih döneminde Abdülaziz, 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş ve Cumhuriyet devirlerini yaşayıp hepsinde eserler vermiş tek şairimizdir. İngiliz İmparatorluğu’nun en zorlu çağında (20 yıl kadar) Londra’da ve bir süre, onun en büyük sömürgesi olan Hindistan’da bulunmuştur. Böylece Abdülhak Hâmid, içerde dışarıda çok mühim çağ dönemeçlerini görmüş ve bütün bunları eserlerine aksettirmiştir.
Abdülhak Hamid, doğuştan şansı bir insandır. İlim, mevki ve paraca zengin bir aileden gelmektedir. Büyük babası Abdülhak Molla din, ilim, fen ve tarih alanında ünlü bilginlerden olup 2. Mahmud’un hekim başılığına kadar yükselmiştir. Babası Hayrullah Efendi 16 ciltlik büyük bir tarihin yazıcısı olduktan başka, Hikaye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşeni adlı (basılmamış) Türkçe’de ilklerden sayılan bir tiyatro oyununun da yazarıdır. Ahmet Vefik Paşa, Hamid’in yakın akrabasıdır. Ağabeysi Nasuhi Bey, hariciyeci olduğu için, 1862’de Paris’teki görevine kardeşi Hamid’ide yanında Paris’e götürmüştür. Böylece Abdülhak Hamid ilk yurt dışı seyahatine abisiyle birlikte çıkmıştır. Hem doğuyu iyi bilen hem de batıya açık olan bu ailenin bilhassa tarih ve tiyatro sevgileri ile Hamid’in yetişmesine etkili olduğu şüphesizdir. Yine bu ailenin saray’a yakınlığı dolayısıyla ömrü boyunca “mimlenmiş” bir adam sayılan Hamid bir çok siyasi kazaları ucuz atlatmıştır.
Abdülhak Hamid ediplerimiz arasında (belki hala) , hayat coğrafyası en çok olan adamdır. Daha 10 yaşındayken ağabeyi ile Paris’e gidip bir yıl koleje devam etmiştir. 13 yaşında, Tahran Büyük Elçiliğine atanan babası ile birlikte İran’a gidip üç yıl kalmış ve Farsça öğrenmiştir. Üç yıl kadar kaldığı Tarhan’dan Hayrullah Efendi’nin orada ölümü üzerine ayrılmıştır. İstanbul’da memurluk hayatına girmiştir. Bu arada ilk kalem denemelerini de yapmaya başlamıştır. Fatma Hanım’la evlenmiştir. Bir süre Edirne ve İstanbul’da oturduktan sonra 1976’da Paris Elçiliği 2. Katipliği ile hariciye mesleğine girmiştir yazdığı bazı eserlerin konusu ve havası padişahın hoşuna gitmemesi üzerine Fransa’daki görevinden alınmıştır. Bir süre İstanbul’da bulunduktan sonra 1881’de Kafkaslarda Poti ve Yunanistan’da Golos konsolosluklarında bulunmuştur. 1883 yılında başkonsoloslukla Hindistan’da Bombay’a gönderilmiştir. Burada iki yıl kalmıştır. Fatma Hanım’ın sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine, yurda getirmek için devletten izin istemiştir. 1885 yılında, Fatma Hanımla birlikte yola çıktılar. Beyrut’ta vali olan Ağabeyi Nasuhi’yi hem görmek hem dinlenmek için uğramışlardır. Burada Fatma Hanım vefat etti ve oraya gömüldü. Bu olay üzerine Bombay’a dönmeyen Hamid Bey İstanbul’ a gelmiştir 1886 yılında Londra elçiliği başkatipliği teklifini kabul ederek Londra’ ya gitmiştir. Burada uzun yıllar kalmıştır. İlk önce elçilik ikinci müsteşarı, sonra birinci müsteşar olmuştur.
1908 meşrutiyetinden sonra Abdülhak Hamid Brüksel elçiliğine atanmıştır. 1912 yılında emekliye ayrılarak yurda dönmüştür. Kendisine Âyan üyeliği verildi. Mütareke yıllarında İngilizlerin İstanbul’u işgal etmeleri üzerine- bazı eserlerindeki aleyhtar sözlerinden ötürü onların kendisine kötülük yapabileceği kuruntusu ile- İstanbul’dan ayrılıp Viyana’ya gitmiştir. Burada geçim darlığına uğrayarak halinden yakınan ve hem kendini yeren hem de biraz ulusuna sitem eden ünlü “Şair-i A’zam” manzumesini yazmıştır. Bunun üzerine, zor durumda bulunan Anadolu Hükümeti bütün imkansızlıklara rağmen derhal kendisine yardım elini uzatmıştır ve onu yurda getirmiştir.
Cumhuriyetten sonra da yaşlı şaire maaş bağlanmış ve İstanbul Belediyesi tarafından Maçka’ da dayalı döşeli bir daire tahsisi etmiştir. 1928 yılında başlayarak, Büyük Millet Meclisi’ne üye yapıldı.
Ömrünün son yıllarını değerbilir bir ortamda huzur ve sükunla geçiren Abdülhak Hamid Tarhan , 1937 yılı nisan ayında İstanbul’da ölmüştür.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Abdülhak Hamid, Türk yenilik edebiyatının ve bu edebiyatın kendisini göstermeye başladığı Tanzimat döneminin en güçlü sanatçılarından biridir. Hemen bütün Tanzimat dönemi edebiyatçıları gibi o da eserlerinde yurt ve ulus sorunlarını, özgürlük temasını işlemiştir. Ancak ötekilere oranla Hamid’te bunlar biraz daha ikinci planda gözükmekte, sanat kaygısı daha ön planda yer almaktadır. Mesela Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal’in eserlerinin tümüne şöyle bir vakit bunlarda genellikle “sanatın toplum ve yarar için” olduğu görüşü göze çarpar. Onlardan sonraki üç kişide, Hamid başta olmak üzere Recaizade Mahmud Ekrem ve Sami Paşazade Sezai Beyler de ise, bu görüşe yine bağlı kalınmakla birlikte, “sanatın sanat için” yapıldığı sezgisi kendisini hissettirir.
Abdülhak Hamid güçlü sanatçı olduğu kadar sanat anlayışında da çağdaşlarının hepsinden daha ileride ve daha yenilikçidir. Gerçi onun da – sayıca çok az- kaside ve gazelleri vardır. Ancak sade biçim yönünden kaside ve gazel olan bu manzumelerdeki hava, divan şiirinin örnekleri bir yana, bizzat kendi çağdaşları ve arkadaşlarının yazdıklarından da daha değişik ve daha yenidir.
Konuyu alabildiğine genişleten, şiire günlük yaşamın da küçüklü büyüklü bin bir motifini ve gerçeklerini katan bu şair; nazım biçimlerini, mısra ve kafiye düzenlerini istediği gibi oranlayarak eser vermekte hiçbir sakınca görmemiş, böylece sanatçının bir takım klişe ve kalıpların olmaması gerektiğini ispatlamıştır. Yine Tanzimat şairleri içinde heceye en çok önem veren, nazım ürünlerinde bu ulusal ölçüyü en çok kullanan da odur. Hamid’in kimi büyük eserleri tümüyle hece ölçüsüyle meydana getirilmiştir. Eski şairlerimiz tabiatı genellikle “insan içindeki tabiat” olarak incelerlerdi. Abdülhak Hamid bu konuda da geniş bir atılım yapmış, insan içindeki tabiattan çok “tabiat içindeki insan” ı etüt etmiş ve böylelikle bu iki varlık arasında uzun ve anlamlı bir köprü kurmuştur. Onu “ Türk şiirine pastoral türü getiren şair” diye niteleyenler,her halde bu görüşünün açısından esinlenmiş olmalıdırlar. Durum böyle olunca tabiat ve insan bu şairde daima birbirini tamamlayan, birbirini etkileyen, vakit vakit de birbiriyle çekişen, çelişen iki öğe olarak ortaya çıkmaktadır.
Abdülhak Hamid ’in şiirdeki bir özelliği de, Tanzimat dönemi sanatçıları içinde nazımına fikir ve felsefeyi en çok katmış, şiiri düşünceleştirmiş, yada düşünceyi şiirleştirmiş olmasıdır.
Abdülhak Hamid Türk edebiyatının önemli bir yön değiştirme ve aşama döneminde gelmiş, oldukça geniş bir yurt ve dünya görüşüne sahip, engin kültürlü, büyük sanat gücü bulunan değerli bir kişisidir. Edebiyatımıza yaptığı hizmetler ve getirdiği yeniliklerde küçümsenmeyecek orandadır. Ancak gerek zamanının kimi yetersiz şartları, gerek kendisinin dağınıklığı onu Türk düşüncesine ve sanatına, değeri oranında, yararlı kılmamıştır. Bu yüzden bir zamanlar kendisine yöneltilen “Dahi” lik ve “Şair-i Âzam” lık sıfatları, aradan yarım yüzyıl bile geçmeden bir fantezi haline gelmiştir. Gerek olan şudur ki o bir “ Dahi” ,bir “Şair-i Âzam “ değilse bile büyük bir değer ve büyük bir sanatçıdır.
FİKİRLERİ
Abdülhak Hamid edebiyatımızın düşünen adamı’dır. Fizik-ötesi felsefi endişeler, “var olmak veya olmamak” meselesi onda olduğu kadar pek az şairimizde görülür. Daha ilk eseri Garam’dan başlayarak Makber’de pek yüksek atılışlar gösteren bu fizik-ötesi endişeler (Allah, kaderi ölüm, ruh vb. ) bir alt musiki gibi manzum, bütün eserlerinden duyulur.
Ne var ki bu felsefi konular belli bir (veya birkaç) sisteme bağlanamaz. Bunlara bazen birbirleriyle çelişen felsefi isyan yada feryatlar demek daha doğrudur. Çok dağınık kapalı ve muhayyile karışığı fikirlerdir. Çünkü Hamid, filozof değil, bir şairdir. Felsefi konular türetmeyip sadece terennüm etmiştir.
İlk felsefe derslerini mutasavvıf filozof hoca Tahsin efendi’den almış olan Abdülhak Hamid’in materyalistlerden çok spritüalistlere yatkın olduğu görülür. Allah’ın varlığını kabul eder ve onu yüceltir. Fakat Allah, kader, hayır, şer, üstünde derince düşünürken aklı ile gönlünün gizli açık tezatlar içinde bulunduğu sezilir.
Bu felsefi endişelerin dışında, bilhassa piyeslerini dolduran sosyal görüşlerde vardır. Bunların çoğu, bilindiği gibi Namık kemal neslinden gelmiştir. Bir kısımda ise daha başka, yeni ve değişik fikirler savunmuştur. Sosyal görüşlerinin başlıcaları;
halayıkların ve cariye kızların kara bahtlarına yürekten acımaktadır. Esirliğe karşı koymaktadır.
Hamid, saldırgan ve sömürücü savaştan nefret etmektedir. Ancak savunma için yapılan savaş hoş görülebilirdi.
Hamid, milletlerin bir ailenin çocukları imiş gibi barış içinde birleşmesini isteyen insaniyetçi görüşlere sahiptir.
Hamid, kadın haklarının hararetli savunucusudur. Kadın erkek eşitliği ve kızların öğrenim ve eğitimi meselesine hemen her eserinde dokunmuştur.
Hamid, insan doğuştan vatansever olmalıdır fikrini de her eserine sokmuştur.
Hamid tiyatrolarını, halka bir şeyler söylemek ve bazı görüşleri savunmak için yazmıştır. Sosyal fikirlerinin çoğunda; Namık kemal gibi Fransız ihtilali filozoflarından ilhamlanmıştır.
Hamid halkçı ve milliyetçidir. Milliyet anlayışı, islamiyetle iç içedir. İslamlığı her zaman yüceltir. Onu milliyetimizin esaslı bir unsuru sayar. Ama dinde bazı reformlar yapılmasını da ister. Onca din kitapları milli dille yazılmalıdır. İslamlık dünyaya açık ve iyi anlatıldığı zaman insanlığa ışık tutacak bir dindir. İslamın büyüklüğüne layık olmak isteyenlerin geniş kültürlü, hoş görülü olmaları şarttır.
YAZDIĞI TÜRLER
Tanzimat sanatçıları arasında yalnız Abdülhak Hamid kabiliyetini her türe dağıtmayarak bütün gücünü tek alanda toplamıştır. Manzum, hatta mensur tiyatro eserlerinde bile şairdir. Çoğu uzun-şiir olan şiir kitapları ile manzum tiyatrolarında aynı şairane üslubu kullanmıştır. Eserleri iki türde toplanmıştır.
a)şiirler,b)tiyatro eserleri
ŞİİRİNDE BİÇİM ÖZELLİKLERİ
Hamid’in şiirlerinde,ilk göze çarpan yenilik ve değişmeler biçimde görülür. Divan şiirinin, ilk Tanzimatçılarda da sürüp giden biçim saltanatını yıkmak yolunda adeta ihtilalcidir.
Batıdan alınmış ilhamla yapılan ilk kuralsız nazım şekli denemeleri ise, Şinasi ile Ethem Pertev Paşa’nın şiir tercümelerinde görüldü. Sonra Recaizade Ekrem, Yadigar-ı Şebab da yeni şekiller denedi ise de büyük bir şair olan Hamid’in Sahradan başlayarak yaptığı biçim değişmeleri, edebiyatımızda derin akisler bıraktı. Bir yandan eskilerin sert hücumlarına uğrarken yenici çevrelerde her yaptığı “mucize” gibi karşılandı. Namık Kemal bile Vaveyla ve Hilali-i Osman-i şiirlerinde Hamid’in nazım şekli yeniliklerini benimseyip uygulamaktan kendini alamadı.
Hamid’in eski nazım şekillerine vurduğu darbe çok kuvvetli olduğu için (ta Yahya kemal’e kadar) şairlerin çoğu bir daha kaside gazel vs. dönmediler. Servet-i Fünuncular ve sonra gelenler bu yolda hep Hamid’i izlediler. Recaizade ve Hamid’in ortaklaşa getirdikleri bu ilkeler ve örnekler hem üslup hem de muhteva yönünden servet-i fünunun temelleri oldu.
KAFİYE
Hamid kafiye üzerindeki sıkı kurallara da isyan etmiştir. Recaizade ile bir tartışmasında, Homeros’u hatırlatarak: “onun yazdıkları da kafiyesiz oldukları halde şiir imişler.” Diyor. Recaizade’nin “ kulak için kafiye ilkesini son haddine kadar uygulayan Hamid, çok yerde mukayyet kafiye aramanın gereksiz külfetinden yakınmıştır.
ÜSLUP
Abdülhak Hamid,altmış beş yıl şiir yazdığı halde alımlı rahat düzgün bir Türkçe’ye pek az şiirinde ulaşmıştır. Düşünce, duygu ve hayal kanatları kuvvetli ihtişamlı olan şiirinin aksayan tarafı bu ifadesizliktir. Hamid’in söyleyiş zaafı pek bol yabancı kelime kullanmasından ileri gelmez. Hamid’in çoğu mısraları ise tam yerine oturmamış en güzel ifadesini bulmamış hissi vermektedir. Hamid’in rahat söyleyişe erememesi, birazda küçük yaşta yabancı diller öğrenmesi ve ömrünün çoğunu yad ellerde geçirmiş olmasıyla açıklanabilir. Bu yüzden bütün çağını dolduran sadece Türkçe yazma eğilimini, istek halinde bile katılamamıştır. Gittikçe halka yaklaşan dilin zevkine erememiştir.
Hamid’in nazım ve nesrinde eski edebiyatın seci, tekrir, tevriye, cinas daha bir çok sanatlarına rastlanır. Fakat o bilhassa ” tezat şairi” olarak sevilmiştir. Eski şiir geleneğimizde çok çok görülmekte olan söz tezatları Victor Hugo’nun fazlaca rastlanan ve yine eski şiirlerimizde mevcut bulunan mana tezatlarına da düşkünlük göstermiştir.
Hamid de eksik olan mükemmelliktir. Fakat bunu güzele varamamıştır manasında almamalıdır. O karışık bir nehir gibi akar. Bir kaç senenin içinde servet-i finun dilini hazırlar.
MUHTEVA YÖNÜNDEN
Abdülhak Hamid’in mükemmel bir dil ve mısra yapısına ulaşmamıştır. Bu halde şiirlerinde ki iç musikinin her zaman istenen kıvamda olmaması doğaldır. Ama ahenk bakımından çok kuvvetli mısraları da olduğu da gerçektir.
MECAZLAR
Hamid, edebiyatımızın hayal gücü en geniş şairlerinden biridir. Çok kez yüce ve harikulade denilecek ölçüde buluşları vardır. Getirmiş olduğu çok hür ve geniş mecaz dünyası ile servet_i fünun’a ve yeni şiire öncülük etmiştir. Ancak, çok özel ve hayali ve Avrupai mecazları olan bu şairin divan şiirindeki mazmunlarından büsbütün sıyrıldığı da söylenemez.
BAŞLICA ESERLERİ
ŞİİRLERİ: Sahra(1879), Makber(1885), Ölü(1885), Divaneliklerim yahut Belde(1885), Bunlar O’dur(1885), Halce(1886), Kahbe, yahut Bir Sefilenin Hasbihali(1886), Baladan Bir Ses(1912),
Validem (1913), İham-ı Vatan (1916), Yadigar-ı Harp (1917), Tayflar Geçidi (1917), Garam (1923), Yabacı Dostlar (1924)
TİYATRO ESERLERİ:
1) Kendi çağına ait oyunlar: Sabr ü Sebat, İçli Kız ve Fitnen
2) Tezli oyunlar:Duhter-i Hindu ve Liberte
3) Endülüs İslam tarihi ile ilgili oyunlar: Tarık, İbni Musa, Tezer, Abdüullahüssagir ve Nazife
4) Uzak ve yabancı tarihlerden alınma eserler: Sardanapal, Eşber
5) Feerik (masalımsı) Oyunlar: Macera-yı Aşk, Nesteren ve Zeynep
6) Türk tarihinden alınma eserler: İlhan, Turhan, Hakan
Abdülhak Hamit Tarhan (d.02 Ocak 1852, İstanbul - ö. 13 Nisan 1937, İstanbul)
Aristokrat bir aileye mensup olan Abdülhak Hâmid 1852'de İstanbul'da doğdu. Öğrenimini bu şehirde yaptı, özel derslerle kendisini yetiştirmeye çalıştı.
1861'de ağabeyi Nasuhî Bey'le Paris'e gitti. Orada bir yıl kadar bir kolejde eğitimine devam etti. Bir süre İstanbul'da Amerikan Koleji'nde okudu. Memurluk hayatına atıldı. Tahran Büyükelçiliği'ne atanan babasıyla birlikte İran'a gitti. 1866'da babasının ölümü üzerine İstanbul'a döndü. Paris Elçiliği'ne kâtip olarak atandı. (1876)
İki buçuk yıl burada kaldıktan sonra, Londra Elçiliği Müsteşarlığı'nda Brüksel Elçiliği ve Meclis-i Âyân üyeliğinde bulundu. Cumhuriyet devrinde milletvekili oldu ve bu görevde iken 13 Nisan 1937'de öldü.
Abdülhak Hamit Tarhan, Tanzimat dönemi Türk edebiyatında belirginleşen "eski -yeni" sancısı bağlamında divan şiirini gerek biçim gerekse içerik açısından "kesin bir dille" reddeden ilk önemli sanatçıdır.
Hamit, Türk şiirinin kendine özgü bir kimlik kazanması gerektiğini her fırsatta dile getirmiş bunun en somut örneklerini de kendi eserlerinde vermeye çalışmıştır. Özellikle vezin ve kafiye konusunda divan şiirinin getirdiği tüm sınırları reddederek serbest bir tavır sergilemiştir. Örneğin; beyit hakimiyeti onun şiirinde tamamen kırılmış ve anlam takip eden alt dizelere kadar yayılmıştır.
Batı şiir biçimlerini kullanmış, sanatı gölgeleyen ve sınırlayan tüm kuralları, gelenek ilkelerini reddetmiştir.
Abdülhak Hamit Tarhan, özellikle tiyatro alanında Tanzimat kuşağının en üretken kalemi olarak Türk edebiyatı tarihine adını yazdırmıştır.
Abdülhak Hamit Tarhan'ın "Şiir" Dünyası ve Eserleri
Eserlerine İlişkin Önemli Notlar
Abdülhak Hamit Tarhan, Türk şiirinin hem muhtevada hem de şekilde büyük yeniliklere açılmasını hazırlayan bir şairdir ve bu işlevi dolayısıyla kendisinden sonra gelenler özellikle de Servet-i Fünûn şairleri tarafından üstâd olarak kabul edilmiştir. Abdülhak Hamit Tarhan'ın şiir külliyatı oldukça dağınık bir yapı arz etmektedir. Birçok eseri bazı antolojiler sayesinde günümüze ulaşmıştır. Abdülhak Hamit Tarhan'ın birçok meşhur şiiri aslında mensur olarak kaleme aldığı tiyatro oyunlarında yer almaktadır. Örneğin; Duhter-i Hindu'daki Tanaggum; Tarık'taki mersiye, Finten'deki Davalaciro'nun türküsü, İbn Musa'daki Kraliçenin türküsü bunlardan birkaçıdır.
Abdülhak Hamit'e Dair Diğer Bilgiler
Hamit bir "tezatlar şairi" olarak anılır.
Düzensizlik, anlaşılmazlık onun şiirinin asli yönünü ihtiva eder.
Tabiat ve aşk kavramları şiirlerindeki ana temadır.
Tabiat konusunda J. J. Rousseua'nun etkisinde kalmış bir şair olarak değerlendirilir. Hindistan'da yazdığı Kürsî-i İstiğrâk ve Külbe-i iştiyâk adlı eserleri, Hamit'in tabiat karşısındaki coşkunluğunu ve metafizik düşünce ile karşılaşmasını ortaya koyan en önemli şiirleridir.
Şiirleri gerek lirizm açısından gerekse felsefe açısından zengindir diyebiliriz.
Hamit, şiirlerinde genellikle aruz ölçüsünü kullanmış sadece birkaç şiirde hece veznini denemiştir.
Belli bir dil anlayışına sahip değildir. Kimi şiirlerinde anlaşılır bir anlatım sergilerken kimi şiirlerinde de ağır, yoğun ve yüklü bir dil tercih etmiştir.
Şiirlerinde "sanat için sanat" anlayışına bağlı kalmıştır.
Edebiyatımızda "şair-i azâm" olarak anılagelmiştir ve bu yakıştırmayı ilk kez dile getiren kişi Süleyman Nazif'tir.
Eserleri ve Özellikleri
Sahra
Abdülhak Hamit Tarhan'ın kitap olarak çıkardığı ilk şiir kitabı Sahra'dır. (1879)
İlk kitabı Sahra olsa da Hamit'ln şiirde yaptığı ilk yenilik, Duhter-i Hindu'daki Tanaggum adlı eseridir. Hamit bu şiirinde açıkça divan şiirinin yüzyıllarca muhafaza ettiği her türlü yaklaşımı ve geleneği alt üst etmiştir. Şöyle ki divan şiirinde ıstırap veren, acı çektiren ve sevilen kişiyi temsil eden "kadın" figürü, bu şiirde ıstırap çeken ve seven özne olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şiirde seven ve sevilen kişilerin her ikisinin de adı bellidir. Bir kadının bir erkeğe duyduğu aşkı somut bir şekilde dile getirmesi o dönem Türk şiiri için başlı başına bir yenilik adımıydı.
Sahra, Türk edebiyatının pastoral nitelikli ilk eseri olarak kabul edilmektedir. Bu şiirde medeniyetin aslî unsuru olarak kabul edilen "şehir" ile "kır" kavramları arasında birtakım fikrî ve duygusal mukayeseler yapan Hamit, kır yaşamını yüceltir ve ona dair olumlu bir söylem geliştirir.
Sahra'daki birçok şiir biçimsel açıdan daha önce örneği görülmemiş bir yapıya sahiptir. Hamit, bu eserindeki şiirlerinde kimi zaman nazım birimin kimi zaman kafiye şemasını kimi zaman veznin "tamamen kendine özgü hatta keyfi" bir tavırla değiştirerek ayrı bir yapı ortaya koymuştur.
Bunlar Odur
Bu eserin bir bölümü Hindistan'da yazılmıştır. (Hindistan coğrafyası ve Hint felsefesi Hamit'in sanatının asli bileşenlerinden biridir.) Bunlar Odur iki defa basılmıştır. İlk baskısı küçük bir kitapken Hamit, bu eserini Makber'den sonra yeniden yayımlamış ve Bunlar Odur'u "Makber dairesinde" şeklinde değerlendirmiş ve tanıtmıştır.
Makber
Sanatçının adıyla özdeşleşen en meşhur eseridir. Hamit Batılı şairlerden genellikle romantikleri örnek almış ve kendi birikimini de katarak şahsi bir şiir oluşturmuştur. Makber adlı eserde bu özelliği bariz bir şekilde hissedilmektedir. Ölüm duygusu Batılı romantiklerin eserlerinde yer alan en önemli temdi. Hamit, ölümü sadece varoluşsal bir sorun olmak çizgisinden çıkarıp farklı bir bakış zenginliği ile bu şiirinde değerlendirmiştir. Bu şiirin en önemli özelliği ve kendinden önce yazılan ölüm temalı şiirlerden farkı şudur:
Ölüm kavramının somut boyutunda kalarak duygularını bir dert yanma ya da bir sızlanma şeklinde ifade etmemiştir.
Ölüm kavramının insan hayatındaki etkilerini unutarak salt bir felsefi tartışma boyutunda da kalmamıştır.
Makber'in Felsefesi
Ölümün karanlığı ve boşluğun tehdidi altındaki hayat güzeldir. Hamit bunu fark edince duygularına keskin bir vicdan azabı eklenir. Şu soruları sormaya başlar şiirinde?
-Niçin güzel bir varlık ölmüştür?
-Eğer onu öldürmek nihaî hedefse Tanrı onu niye yaratmıştır?
Şair bu iki felsefi soruyu şiirinde çeşitli mısralarında sorarken hiçbir cevap bulamaz ve mutlak bir sessizliğe gömülerek beklediği teselliyi bulamaz.
İşte bu görüşten hareketle Makber adlı şiirin şu meşhur dizelerini kaleme almıştır:
İnsin nesi varsa kâinatın
Lâkin bu derin sükût dinsin
Hamit bir isyan içerisindedir fakat onun isyanı nihaî olarak bir teslimiyetle sonuçlanır. Eşi Fatma Hanım'ın ölümünün ardından yazdığı bu şiir "isyan" ile "teslimiyet" arasındaki gidiş gelişin en veciz ifadesi haline gelmiştir.
Makber'in Magazinel Boyutu
Eşinin Hindistan dönüşü vapurda ölmesi ve denize atılarak sonsuza karışması ihtimali onu çıldırtır. Fatma Hanım Beyrut'ta ölür ve Hamit bir cezbe halinde kırk gün içinde Makber'i yazar. (Kaynak: İnci Enginün -Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat'tan Cumhuriyet'e 1839-1923)
"Makber" Hakkında Bilinmesi Gereken Biçimsel Özellikler
Eserin tamamı 2352 mısradır.
Eserde her bent 8 mısra olarak düzenlenmiştir.
Yani toplam 294 benttir.
Eser bir ottova-rima örneğidir.
Kafiye düzeni her bentte aynıdır. (Birkaç küçük değişiklik dışında)
Kafiye örgüsü "aabbaacb" şeklindedir.
Bu şiirin kalıbı "mef'ûlü mefâ'ilün fâûlün" şeklindedir.
"Ölü" ve "Hacle"
Makber adlı eserinde ölüm ve yaşam arasındaki zıtlığı anlatma konusunda zirveye ulaşan Hamit, peş peşe yayımladığı Ölü ve Hacle adlı eserlerinde de aynı konuyu ele almıştır. (Hacle, zifaf odası demektir.)
Ona göre ölümün karşısında hayat ve aşk vardır. Hamit "Hacle" adlı eserinde mezarın karşısına hayatı temsilen hacleyi çıkarır.
Hep Yahut Hiç
Bu eserde Abdülhak Hamit Tarhan'ın hiçbir kitabında yer almayan şiirler bir araya getirilmiştir. Bu önemli çalışma Prof. Dr. İnci Enginün tarafından 1982'de yayımlanmıştır.
İlham-ı Vatan
1916'da yani savaş yıllarında derlenmiştir. Pek de özenli bir yapısı yoktur. "Merkad-ı Fatih'i Ziyaret" ve "Kabr-i Selim-i Evvel'i Ziyaret" adlı meşhur şiirleri bu eseri içerisindedir.
Divaneliklerim yahut Belde
Paris izlenimlerini yansıtan şiirlerini bir araya getirdiği eseridir.
Validem
Annesinin hazin çocukluğu hakkında duyduklarını lirik bir söyleyişle dile getirmiştir. Uzun bir manzumedir ve özellikle "vatan" ve "anne" kavramları arasında özellikle durulmuştur. Bu eser aynı zamanda Türk edebiyatındaki ilk "kafiyesiz" şiir olma özelliğine sahiptir.
Garam
Hamit'in şiirindeki ana bileşenlerden biri olan "buhran" kavramını ele alan metafizik endişeleri yoğun bir şekilde işleyen, sosyal eleştirilerin yer aldığı uzun bir manzumedir. Hamit bu eserde "kadın hakları"ndan bahsederek devrinin çok ilerisinde bir düşünce yapısına sahip olduğunu göstermiştir.
Abdülhak Hamit Tarhan'ın "Tiyatro" Dünyası & Eserleri/ Eserlerine İlişkin Önemli Notlar
Abdülhak Hamit Tarhan 21 adet tiyatro kaleme almıştır.
Tiyatroları da tıpkı şiirleri gibi dağınık bir yapı arz etmektedir.
Tiyatrolarında "tezad" unsurunu sıkça kullanmıştır.
Oyunları sahnelenme tekniğine uygun değildir ve oyunları "okunmak üzere yazılmış tiyatro eserleri" olarak değerlendirilir.
Tarih, mitoloji, ölü medeniyetler, o güne değin Türk edebiyatında adı dahi geçmeyen uzak ülkelerin kültürel ve coğrafi özellikleri tiyatro eserlerindeki ana malzemelerdir.
Bazı tiyatro oyunlarını manzum olarak kaleme almıştır.
Hamit'in "ARUZ" ölçüsü ile kaleme aldığı tiyatro oyunları şunlardır:
Abdullahü's-Sagîr,
Sardanapal,
Yabancı Dostlar,
Nazife,
İlhan,
Tezer,
Turhan,
Ruhlar,
Tayflar Geçidi,
Arzîler,
Eşber.
Hamit'in "DURAKSIZ HECE" ölçüsü ile kaleme aldığı tiyatro oyunları şunlardır:
Hamit bu eserlerini "mukaffa" adı ile değerlendirmiştir.
Nesteren,
Liberte,
Cünûn-ı Aşk,
Hakan.
Hamit'in "Mensur" olarak kaleme aldığı tiyatro oyunları:
Macera-yı Aşk,
Sabr u Sebat,
İçli Kız.
Hamit'in "Nazım-Nesir" karışık olarak kaleme aldığı tiyatro oyunları:
Duhter-i Hindû,
Tarık,
İbni Musa,
Zeynep,
Finten,
Yadigar-ı Harb.
Abdülhak Hamit Tarhan'ın Eserleri Şu Şekilde de Tasnif Edilebilir
1. Konusu Orta Asya'da Geçen Efsanevi, Masalımsı Oyunlar
Macera-yı Aşk
Nesteren
Zeynep
Hakan
2. Konusunu Günlük Hayattan Alan Oyunlar
Sabr u Sebat
İçli Kız
Liberte
Yadigar-ı Harb
3. Konusunu Hindistan ve İngiltere'den Aldığı Siyasi Yoruma Elverişli Eserler
Duhter-i Hindu
Finten
Cünûn-ı Aşk
Yabancı Dostlar
4. Konusunu Tarihten Alan Oyunlar
Eşber ve Sardanapal » Eski Tarih
Nazife, Tezer, Tarık, İbn Musa » Endülüs Tarihi
İlhan, Tayflar Geçidi, Arziler, Ruhlar » İlhanlılar Tarihi
Eserlere İlişkin Notlar
Macera-yı Aşk adlı eserde din ve gelenek unsurlarının sevenleri birbirinden ayıran unsurlar olduğu üzerinde durulmuştur. (Süt kardeşlerin evlenme konusu)
Nesteren adlı eserinin konusu, Corneille'in Le Cid adlı eserinden alınmıştır.
Hakan, Türkçülükle ilgili kelimeleri bol miktarda kullanarak yazdığı bir oyundur.
İçli Kız, Namık Kemal'in Zavallı Çocuk adlı oyunuyla önemli benzerlikler taşır.
Sabr u Sebat, Paris'in sosyete yaşamı, ev içi sohbetler, kahve sohbetleri gibi kesitlerin ele alındığı bir oyundur. Bu oyunun iki sahnesi tamamen atasözleriyle doludur.
Liberte, alegorik bir eserdir. II. Abdülhamit'in Mithat Paşa'yı sürmesi konusu işlenmiştir. Siyasi atmoseferden ötürü yazıldıktan tam otuz yıl sonra basılmıştır. Eserde Mithat Paşa'yı övmek amacı söz konusudur.
Yadigar-ı Harb, I. Dünya Savaşı yıllarında yazılmıştır. Özellikle İngiltere'nin savaştaki olumsuz rolünü belirtilmiştir. Son eşi Lüsyen Hanım da bu eserin kahramanları arasındadır.
Finten, Hamit'in Shakespeare'in eserlerini anladığının en iyi örneğidir.
Cünûn-ı Aşk, sahnelenme tekniği açısından dili en uygun olan ilk eseridir.
Eşber, Hamit'in belagat konusundaki hakimiyetini gösteren eseridir.
Konusunu İlhanlılar tarihinden alan dört oyun birbirinin devamı olarak kabul edilmektedir. (İlhan, Tayflar Geçidi, Arziler, Ruhlar)
Abdülhak Hamit Tarhan'ın Eserleri
Şiir Kitapları
1. Sahra (1879).
2. Makber (1885).
3. Ölü (1885).
4. Hacle (1885).
5. Belde (1885),.
6. Bunlar Odur (1885).
7. Bâlâdan Bir Ses (1912).
8. Garâm (1923).
9. İlhâm (1913).
10. Vâlidem (1913).
11. İlhâm-ı Vatan (1916).
12. Yabancı Dostlar (1924).
Tiyatroları
1. Macerâ-yı Aşk (mensur piyes, (1873).
2. Sabr u Sebat (mensur piyes, (1875).
3. İçli Kız (mensur piyes, (1875).
4. Duhter-i Hindu (mensur piyes, (1876).
5. Nazife (manzum piyes, (1876).
6. Nesteren (manzum piyesi, (1878).
7. Târik yahut Endülüs Fethi (manzum piyes, (1879).
8. Tezer (manzum piyes, (1880).
9. Eşber (manzum piyes, (1880).
10. Kahbe yahut Bir Sefılenin Hasbihâli (manzum piyes, (1887).
11. Liberte (manzum piyes, tefrika (1913).
12. Turhan (manzum piyes, (1916).
13. İbn-i Musâ yahut Zâtü'l-Cemâl (manzum piyes, (1917).
14. Abdullahu s-Sâgir (manzum piyes, (1917).
15. Sardanapal (manzum piyes, (1917).
16. Yâdigâr-ı Harp (manzum-mensur piyes, (1917).
17. Cunûn-ı Aşk yahut Mihrâce (manzum piyes, (1917).
18. Tayflar Geçidi (manzum piyes (1917)
19. Zeyneb (manzum piyes, (1918).
20. Finten (manzum piyes, (1918).
21. Ruhlar (manzum piyes, (1922).
22. Arzîler (manzum piyes, (1925).
23. Hâkan (manzum piyes, (1935).
24. Kanûnî'nin Vicdan Azabı (manzum piyes, yayınlanmamıştır).
25. Mektuplar (İ. Enginün tarafından yayınlanmıştır).
Makber
Eyvah ne yer ne yar kaldı
Gönlüm dolu ah u zar kaldı
Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden
Ben gittim o haksar kaldı
Bir köşede tarumar kaldı
Baki o enisi dilden eyvah
Beyrutta bir mezar kaldı
Bildir bana nerde nerde Ya Rab
Kim attı beni bu derde Ya Rab
Nerde arayayım o dil rübayı
Kimden sorayım bi-nevayı
Derler ki unut o aşnayı
Gitti tutarak reh-i bekayı
Sığsın mı hayale bu hakikat
Görsün mü gözüm bu macerayı?
Sür'atle nasıl da değişti halim
Almaz bunu havsalam hayalim.
Çık Fatıma! lahdden kıyam et
Yadımdaki haline devam et
Ketm etme bu razı şöyle bir söz
Ben isterim ah öyle bir söz
Güller gibi meyl-i ibtisam et
Dağı dile çare bul meram et
Bir tatlı bakışla bir gülüşle
Eyyamı hayatımı temam et
Makber mi nedir şu gördüğüm yer
Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber.
Elveda Diyemedik
Yıldızsız bir geceydi
Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim
sürgündüm çok uzaklardaydım,
Ve gözlerindi sürgün sebebim..
Çok çabuk çekildin hayatımdan
Kaderle el eleydin,
Bense kederle sarhoş...
Yarım kalmıştı hikayemiz
Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden
Belkide hayatımdan
Duymadın haykırışımı, acılarımı,
Benimsin sanmıştım uçtun avuçlarımdan
Tutamadım, gitmede diyemedim
Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda
Zaman çok kısaydı bizim için
Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar
Nede elveda diyebilecek kadar...
Abdulhak Hamit Tarhan
İçimde Sen
Nihal'e
Yine gece, yine hüzün
Ve yine içimde sen
Ve yine biliyor musun?