Tarihsel Roman Kavramı

Tarihsel Roman Kavramı

Tarihsel Roman Kavramı Ve 1950 Sonrası Türk Edebiyatında Tarihsel Roman

1920-1960 Arası

1960 Sonrası

TÜRK ROMANINDA TÜRK TARİHİNİN ÇEŞİTLİ EVRELERİ

Safiye Erol-Ciğerdelen

Kemal Tahir-Devlet Ana

YAKIN TARİHİN TÜRK ROMANINA YANSIMASI

Nahit Sırrı Örik-Abdülhamit Düşerken

Tarık Buğra-Küçük Ağa

Attilâ İlhan-Dersaadet’te Sabah Ezanları

Edward Hallett Carr, “tarih nedir?” sorusunu şöyle cevaplandırır: “Tarihçi ile olguları arasmda kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasmda bitmez bir diyalog” (1994: 37). Tarih bilimcisi de geçmişin kaydedilmeye değer yönlerini ortaya koyar ve insanları geçmişlerini tammaları yönünde bilgilendirir.

Tarihsel gerçeklik önce tarihçinin, yani tarihsel olayları kaydeden kişinin değerlendirmesinden geçer. İnsanlar, tarihsel gerçeklikleri, olayları kaydeden tarihçinin yorumlarına, dünya görüşüne göre izlemek durumundadırlar. Yani tarihsel olayların yorumu bir bakıma sübjektif bir karakter taşır,

İlk elde erozyona uğrayan tarih, tarihî roman aşamasmda kurgu denilen ikinci bir değişime girer. Roman yazarı ise tarihçinin malzemesini alır, muhayyilesinde yoğurarak, bilinmeyenler üzerine bir kurgu oluşturarak, tarih malzemesini yeniden insanların dikkatlerine sunar. Yazar, tarihsel gerçekliğin üzerine, tarihsel olmayan kurguya dayalı insan faktörünü ve onun yine tarihe konu olmayacak insan çevresiniyerleştirerek eserini meydana getirir (Bakınız, Çelik, 2007).

Collingwood’a göre, her insanın eylemi tarihe konu olmaz. Tarihçiler de böyle düşünürler: “Ne ki, kendilerine tarihsel insan eylemleri ile tarihsel olmayan insan eylemleri arasında nasıl ayırım yapılacağı sorulduğunda, ne diyeceklerini şaşırırlar. Biz şimdiki bakış açımızla biryanıt önerebiliriz: insanın yapıp ettikleri, onun hayvansal doğası, güdüleri ve arzuları denebilecek şeyler belirlendiği sürece, tarihsel değildir; bu etkinlikler süreci doğal bir süreçtir. Bunun için, tarihçi, insanların yiyip içmesiyle, uyumasıyla, sevişmesiyle ve böylece doğal arzularını doyurmasıyla ilgilenmez; bu arzuların gelenek ve ahlâkça onaylayacak biçimde doyum bulduğu bir çerçeve olarak, düşünceleriyle yarattıkları toplumsal adetlerleilgilenir.” (1996: 259).

Tarihî roman yazarı ise tarihsel olmayan insan eylemlerini hayal dünyasmda canlandırır. İşin insanî boyutunu kendince ortaya çıkarmaya çalışır, Tarihî romancı ile tarihçi arasmda yorum ve değerlendirme bakımmdan az da olsa bir benzerlik söz konusudur. Tarihin yorumlanmasma dair çıkan kitaplarda tarihçi ile tarihî roman yazanlar arasmda şksiyon bakımmdan da benzerlik vardır. Tarihçinin, tarihsel gerçeklikleri yeniden yorumlamasmda, kendi dünya görüşü ve hayatı algılama tarzı etkili olur. İlhan Tekeli, tarihçinin görevini şöyle açıklar: “Tarih ancak bugünden geçmişe gidilerek bir bütün olarak kavranabilir ve tarihçinin yaklaşımı da bugünden geçmişe giderek tarihi anlamak olmalıdır.” (1998: 39). Tarihî roman yazarımn durumu daha farklıdır. O, tarihçinin sunduğu malzemeyi, duyduklarından ve efsanelerden elde ettiği bilgiyi hayal dünyasında yoğurur, tarihî malzemeyi insana ait duygularla, yaşama tarzıyla şekillendirerek karşımıza çıkarır, Tarih, tarihî belgelerin yorumlanması ve yapılan araştırmaların artmasıyla sürekli olarak tamamlanmaktadır. O halde tarihin sürekli olarak kendini yenilemesi de kaçınılmazdır.

İlk belgelerden hareketle oluşturulmuş tarih, bulunan yeni belgeler ve getirilen yeni yorumlarla sürekli değiştirilir ve zenginleştirilir. Bu bağlamda diyebiliriz ki, tarihsel gerçeklikle, tarihi olayları hareket noktası alan romanlarda tarihin yeniden yorumlanması söz konusudur. Romanda daha fazla olmak kaydıyla ikisinde de şksiyon vardır. Fakat tarih, gerçek olmak iddiasındadır. Roman ise, yalnızca yazarının tarihi kurgulaması sonucunda tarihçinin sunduğu malzemeden hareketle kendi gerçeklerini sezdirmek maksadıyla kaleme alınmıştır, Edebiyat da, tarihî roman bağlamında tarihle ilişki içerisindedir. İlk tarihî roman örneğini Walter Scott’un kaleme aldığı kabul edilir. Scott, İskoç halkma ait efsane ve halk hikâyelerini toplayarak kendi tarih bilgisiyle yoğurarak roman haline getirmiştir.

İlk tarihî roman örneği sayılan Waverley’de (1814) Walter Scott, gerçek bir olayın içersine şctifyapıda. bir metin yerleştirmiştir. Romanın konusu, İskoçya tarihindeki 1745 Jakoben Ayaklanması’dır. Bu romanda şctif ya.pi, tarih ve eğitim iç içedir.

Tarihî roman yaşandığı kabul edilen olaylarla, yazarın kurgu dünyasının birleşimi sonucunda meydana gelir. Roman mı, tarih mi olduğu hakkında çeşitli düşünceler ileri sürülen tarihî romanın estetik boyutu da tartışmalıdır. Tarih ilminin ışığında aydınlatılmış bir geçmiş ele alınır. Bu sebeple edebî eserin şctif yapısı ile tarihsel gerçeklik iç içe girmiş durumdadır.Bütün bu gelişmelere rağmen, tarihin konusu veya hareket noktası, romanla karşılaştırıldığında sınırlıdır. Roman savaş, siyaset ve ekonomik hayata, okuyucuyu sıkmamak açısından, fazla girmese de; insana ve tabiata ait her şeyi herhangi bir sınırlama olmaksızın kurguya dayandırarak anlatabilir.

Tarih şuuru veya tarihsel olan şimdiki zaman ile geçmiş arasındaki bağlantıyı sağlar. Tarihî roman yazarı da, modern edebiyat kuramları içersinde, en az iki zamana yönelik, veya değişik zaman süreçleri içersinde bir ilişki kurgulayarak romanını oluşturur. Bu, tarih veya tarihî roman yazıcılığında temel kural niteliğindedir, Romanın içersinde hissedilse de, hissedilmese de, yazma zamanı ile vak’a zamanı arasında, anlatımdan veya kullanılan dilden kaynaklanan uzaklık bulunur.

Romandaki anlatıcımn bazen o zaman dilimiyle bütünleştiği de görülür. Bu, başarılı bir anlatım tekniğidir. Farklı anlatım tekniklerini deneyenler de vardır. Postmodern anlatım tarzını deneyen Nedim Gürsel’in Boğazkesen/Fatih’in Romanı’nda bugün ve geçmiş iki çizgi halinde birlikte sunulmuştur. Burada anlatıcı durumundaki “ben”, 12 Eylül 1980 sonrasmda Boğaziçi’ndeki terkedilmiş bir yalıda oturmakta ve Fatih dönemi ile İstanbul’un fethini anlatan bir roman kaleme almaktadır. Binalar ve tarihsel mekânlar “ben”i tarihin içine sürüklemektedir (Gürsel, 1997: 7475).

Boğazkesen/Fatih’in Romanı’ndaki bu anlatıma karşm Kemal Tahir’in Devlet Ana, Yorgun Savaşçi; Tarık Buğra’mn Osmancık, Küçük Ağa; Halide Edip’in Ateşten Gömlek, Ahmet Hamdi Tanpmar’m Sahnenin Dışmdakiler gibi romanlarında, bugünün varlığı, yazarın biyografik bilgisi, eserdeki dil özellikleri ve zamana dayalı anlatım özellikleri dışında fazlaca hissedilmez.

Romancınm tarihsel bilgiyi yorumlamasmda hiçbir sınır yoktur. Konu aldığı zamana ait sıradan bir insanın yaşadığı devri değerlendirmesini sunabileceği gibi, savaşlarm ve siyasî olaylarm görüntüsünü de nakledebilir. Hatta tarihsel gerçekliği istediği tarzda değiştirebilir. Buna “counterfactual” denilmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun Söğüt dışma hiç çıkamaması, Osmanlı’nın Viyana’yı fethetmesi gibi. Fakat böyle bir durum hemen okuyucunun tepkisiyle karşılaşır veya alay konusu olur. Hiç denenmemiş olmasma karşm, farklı bir yorum ve tarz olduğu da tartışmasızdır, Tarihî roman, tarihin yeniden yansıması değildir. Belki geçmişi, şksiyon bakımmdan yeniden yorumlama endişesidir.

Hülya Argunşah, tarihçi ile roman yazarı arasmdaki farklılığı şöyle açıklar: “Roman, kurmaca esasına dayalı bir edebî türdür. Yaratıcılık konusunda sanatın birkolu olan edebiyatın bütününde olduğugibi romanda dayaratma veyeniden inşa sayesinde mevcut malzeme değişerek yeniden kurgulanır. Sanatçının kültürü dünya görüşü ve psikolojisinin yönlendirmeleriyle şekillenerek yeni bir bütün halini alır. Halbuki tarih, şahsiliği temel bir özellik hatta ayrıcalık olarak kabul eden sanatın aksine tarafsızhk ilkesine bağlı kalmak zorundadır. Sebepleri ve sonuçlarıyla açıklanabilir olmalıdır. Tarihçi, ideolojisi ve eğitimi gibi sebeplerle ne kadar yorum hakkına sahipse de bu yorumları kabul edilebilir, geçerli belgelerle ispat etmek zorundadır. Belgeler üzerinde gerçek dışı yorumlar yapmak hakkına sahip değildir. Kendini fantezilerine kaptırmak hürriyeti ise hiç yoktur. Buna karşılık edebi eserin burada romanın temeli, yazarının yaratma kabiliyeti ve eserini işleyiş tarzıdır. Tarihî roman yazarı ise daha önce tarihçinin tespit ettiği hadiseyi bu özellikleri üzerinden yeniden işler/kurar. Ancak onun, bilimsel sonuçlara ve verilere bağlı kalma zorunluluğu yoktur. Buna karşılık o tarihi yorumlamak, canlandırmak hatta tarihin açıklayamadığı ya da sorumluluk alanı içerisinde olmayan bir takım boşlukları da hayal gücünün aracılığıyla doldurmak durumundadır.” (Argunşah, 2006: 411).

Yorumlar (0)