TÜRK DİLLERİNİN DOĞU HUN DALI

Türk Dilinin Dönemleri
Türk Dilinin Orhun (Köktürk) Türkçesinden Önceki Dönemleri ve Eski Türkçe Dönemi

Altay Dil Teorisini Kabul Edenler İçin Bu Dillerin Yazı Dili Kimliğini Kazanması

Altay dil teorisini kabul edenler için, Kuzey Buz Denizi’nden Basra Körfezi’ne, Kuzeydoğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya kadar olan geniş alanda konuşulan Türk dili, bu dili konuşanların sayısı, yazılı metinlerinin eskiliği ve çokluğu bakımından Altay dilleri arasında en önemlisidir. Bugüne kadarki bilgiler ışığında, Türk dilinin tarihlendirilmiş en eski yazıtı, 7. yy’a ait Çoyren (Çoyr, 688-692) yazıtıdır. Başka bir deyişle Türk yazı dilinin ilk örnekleri 7. yy’da verilmeye başlanmış. Çoyren yazıtı, Költigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtları gibi mezar taşı olarak dikilmiştir. Bir Köktürk Kağanlığına bağlı bir kişinin, II. Köktürk Kağanlığını kuran İlteriş’e katıldığını anlatan bu yazıt, sadece 6 satırdan ibarettir. Orhun yazıtlarının yazıldığı alfabe ile hâkkedilmiştir. Dilimizin ve tarihimizin en önemli belgeleri olan Orhun yazıtları (Költigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtı), Çoyren yazıtından yaklaşık 40 yıl sonra yazılmaya başlanmıştır. Burada olduğu gibi, her ne kadar en eski yazıt olarak Çoyren yazıtı gösterilse de Orhun yazıtları Türk dilinin en eski belgeleri olarak değerlendirilir. Bunun nedeni bu yazıtlardaki metinlerin anlaşılabilecek uzunlukta olması, yani Köktürk harfleriyle yazılmış pek çok taşta olduğu gibi silinti ve tahribatın çok fazla olmamasıdır.

Moğol dilinin en eski yazılı belgesi, 1225’ten kalmış Yesünke Taşı’dır. Moğolların en önemli belgesi olan Moğolların Gizli Tarihi ise 1240 yılına aittir. Bu eseri, Ahmet Temir Türkiye Türkçesine 1948 yılında aktarmıştır.

Tunguzcanın en eski yazılı belgesi bugün artık ölü diller arasında sayılan Çuçen diline aittir. Bu belgelerden ilki 1413, ikincisi 1433’ten kalmadır. Tunguzca içinde en iyi Mançular hakkında bilgi sahibiyiz. Mançuca belgelerin en eskileri ise 17. yy’a aittir.

Korecenin çok ufak parçalara yazılı olan ilk belgeleri ise 1443’ten başlamaktadır.

Altay dilleri arasına çok geç dahil edilen ve bu sebeple “belki” diyerek Altay dil birliğinde gösterilen Japoncanın en eski yazılı belgesi ise 712 yılına aittir.

Yukarıda görüldüğü üzere Türk dili, Altay dilleri arasında yazı dili kimliğini kazanmış en eski dildir.

Türk Dilinin Orhun Türkçesinden Önceki Dönemleri

Dil dönemlendirmeleri, o dili konuşanlar tarafından yapılmaz. Çok daha sonraları o dille uğraşan dilbilimciler tarafından yapılır. O yüzden bazen birbiriyle örtüşmeyen değerlendirmelere rastlanabilir. Veya bir dönem için geçerli olan bir görüş daha sonra eskiyebilir, yerini yenilerine bırakmak zorunda kalabilir. 

Bir dilin çıkış noktasındaki ya da tanıklayamadığımız dönemlerindeki durumuna ilişkin olarak ancak bazı metotlar, özellikle rekonstrüksiyon (yeniden kurma, yeniden oluşturma) metodunu kullanarak fikir sahibi olabiliriz. Bunu da dilin işleyiş mekanizmasını tespit etmek suretiyle yapabiliyoruz. Bir dili, sadece o dili konuşanlara ve dilin iç faktörlerine dayanarak dönemlendiremeyiz. Türk dili, yazılı metinlere sahip olmadan önce de çok uzun zaman kullanılmıştır. Dilbilimciler, dilin akışı içindeki karakteristikleri belirleyerek yazılı olmayan Türkçenin özellikleri hakkında da bazı fikirler öne sürebilir. İşte bu dönemler:

Ana Altayca Dönemi

Türk dilinin tarihinde en erken dönem “Altay dil birliği” dönemidir. Yani Türk, Moğol, Tunguz, Kore ve (belki) Japon dillerinin ortak olduğu dönem. Bu ortak dil döneminde mahallî farklılıkların alt gruplar oluşturduğunu varsaymalıyız. Yani Korelilerin, Türklerin, Moğolların ve Tunguzların atalarının, bu ortak dil döneminde birbirinden farklı, yani birinden öbürüne farklılıklar gösterebilen ortak dilin (Ana Altayca) varyantlarına (çeşitleme) sahip olduğunu düşünmek zorundayız. Bu dönemde mahallî farklılıkların oluşturduğu ağızlar, dil seviyesinde düşünülmelidir.

Ortak coğrafya içindeki bölgesel dağılımlar, daha o dönemde bu farklılaşmanın ortaya çıkmasındaki bir faktördür. Tıpkı bugün Türkiye dil alanı üzerinde farklı ağızların olması gibi. Ana Altayca döneminde Türk soyluların, Türk ağzını konuşanların diğerlerinden iyice ayrılıp Türk dilinin bağımsız bir dil olması konumuz açısından önemlidir.

İlk Türkçe Dönemi

Altay dil teorisini, yani bu dillerin genetik akrabalığını kabul etmeyenler için Türk dilinin dönemlendirilmesindeki ilk evre, 5000 yıllık geçmişi olan İlk Türkçe (Erken En Eski Türkçe, Ön Türkçe, İng. Pre-turkic) dönemidir. Altay dil birliğini kabul edenler için ise bu dönemde Türk dili, Ana Altaycadan ayrılmış ve bağımsız bir dil olarak gelişmeye başlamıştır. Bu dönemin başlangıcı için kesin bir zaman verilmemekle birlikte MÖ 3500’lü yıllardan milat sıralarına kadarki süreç gösterilir. 

Bu dönem, Çuvaşça dahil bütün Türk dillerinin ata dönemidir. Ön Türkçe döneminde r // z ve l // ş denklikleri sebebiyle daha sonra ortaya çıkacak olan ayrışma henüz olmamıştır. Dönemin en önemi özelliği (daha sonra r ve z’ye gelişecek olan) *ŕ ve (daha sonra l ve ş’ye gelişecek olan) *ľ fonemlerinin* bulunmasıdır. Bu rekonstrüksiyon, Türkçe ve Çuvaşça arasındaki denklik sayesinde yapılabilmiştir.

İlk Türkçe dönemi, oguX şeklinde konuşanlar vardır. Daha sonraki Ana Türkçe döneminde Türk dili, ogur şeklinde X değişkeninin r’li konuşurları ile oguz şeklinde X değişkeninin z’li konuşurları olarak, yani Ana Çuvaşça ve Ana Türkçe diye ayrılmıştır. Çuvaşça dışında bütün Türk dil ve diyalektleri Ana Türkçe, Çuvaşça ise Ana Çuvaşçadan gelişmiştir. Böylece Türk dil ve diyalektlerini gruplandırma çalışmasını yaparken kullanacağımız en önemli ölçüt, Tü. z = Çu. r denkliği ile ortaya konulmuş oldu.

Ana Türkçe ve Ana Çuvaşça

Ana Türkçe (Geç En Eski Türkçe) ve Ana Çuvaşça dönemi, miladın ilk yıllarından Türk dilli ilk yazılı belgelerin bulunuşuna kadarki dönemi kapsamaktadır. Tarihte Türk asıllı oldukları bilinen Hun, Avar, Peçenek, Bulgar gibi boylardan kalan tarihî kaynaklarda geçen boy, hükümdar ve yer adlarının Türkçe ile ilgili olması, bu dönemin tanıklardır. Bu adların geçtiği kaynaklar doğrudan Türkçe yazılmış kaynaklar olmayıp Çin ve Bizans kronikleri ve Bulgarlardan kalmış listelerdir. 

Bu dönem adından anlaşılacağı üzere Ana Türkçe ve Ana Çuvaşça dönemi olmak üzere iki dönemi içermektedir.

r’li konuşurların dili olan Ana Çuvaşça (Ana Bulgarca) dönemi, söz konusu yüzyıllar içerisinde Karadeniz’in kuzeyinde ve Kuzey Kafkasya’da yaşamış olan Bulgar Türklerinden kalan belgeleri içine alır.

r’li konuşurlar (yani bugünkü Çuvaşların ataları) hakkında Bizans kaynakları bilgi veriyor. Bizans kaynaklarındaki Türkçe malzeme bir Macar bilgini olan Moravcsik tarafından işlenmiştir (Bizantino Turcica I, II). Bizans kaynakları, r’li konuşurlara Ogur dışında On Ogur adı da verildiğini haber veriyor. Ayrıca böyle konuşanlar, Atilla’nın Hunlarının kalıntıları olarak tanıtılıyor.

z’li konuşurların dili olan Ana Türkçe dönemi ise Çuvaşça dışında bütün Türk dillerini kapsar. Bu tip konuşurlar hakkında ilk bilgileri Çin kaynaklarından temin edebiliyoruz. İlk yazılı belgelerimizde de (Orhun yazıtları) z’li bir dil kullanıldığı görülür. Biz, bugün yazılı dil tarihimizden söz ederken z’li konuşanların dil tarihinden söz ederiz.

Bizans kaynaklarında, 6. yy’ın ortalarında On Ogur Bulgarların diline çevrildiği söylenen İncil bugün elimizde olsa idi o zaman Ogur grubunun dil özellikleri hakkında söyleyecek sözümüz olacaktı.

Diğer taraftan z’li konuşurlar için Çin kaynakları, 6. yy’da yani bugün için Türk diliyle yazılmış hiçbir belgenin bulunmadığı I. Köktürk Kağanlığı (552-630) döneminde, birtakım Budist sutraların (Nirvanasutra) Türkçeye çevrildiğini haber veriyor. Bu sutraların da ele geçmesi durumunda Türk dilinin bir basamak gerisi hakkında daha çok bilgimiz olurdu.

Bizans kaynakları, daha sonra anlatacağımız gibi, Oguz grubuna girenlerin Bizansla olan ilişkilerini de anlatıyor. I. Köktürk Kağanlığı’nın Batı kanadından sorumlu olan İştemi Kağan’ın Doğu Roma İmparatorluğu’na bir elçilik heyeti gönderdiğini Bizans kaynakları söylüyor. Bu elçilik heyetinin başında Sogd menşeli biri varmış ve bu kişi İştemi Kağan’ın mektubunu Bizans imparatoruna sunmuş. Bizans kaynaklarında, sunulan mektuptaki yazının İskit harflerine benzediği söyleniyormuş. Söz konusu mektubun bugüne kadar bulunmayan ve bilinmeyen İskit alfabesi ile gönderilmiş olduğunun söylenmesi, başka bir durumu anlatıyor olsa gerektir. Bundan da z tipli konuşurların, I. Köktürk Devleti zamanında dış (diplomatik) yazışmalarını gerçekleştirecek, Türkçe olup olmadığını bilmediğimiz bir yazı sistemi kurmuş oldukları anlaşılmalıdır. Bu, bizim dilimizin tarihi için önemlidir.

Orhun (Köktürk) ve Uygur Türkçelerinin de İçinde Bulunduğu Eski Türkçe Dönemi ve Sonrası

Türkologlar tarafından Türk dili, ilk yazılı ürünlerden başlanarak üç dönemde ele alınıp incelenmiştir. Bu dönemler genelde şu adlandırma ile verilir:

         Eski Türkçe

         Orta Türkçe

         Yeni Türkçe

  

Eski Türkçe dönemi (7-12. yy): Köktürk, Uygur ve Karahanlı Türkçeleri

Bugünkü bilgilerimiz ışığında Eski Türkçe dönemi, Türk yazı dili tarihinin başlangıç noktasıdır. Bu dönem, Türk dilinin yazılı ürünler vermeye başladığı ilk dönemdir. Başka bir deyişle, Eski Türkçe dönemi öncesinde Türkler tarafından yazıya geçmiş, Türk diliyle yazılmış herhangi bir belge bulunmamaktadır.

Eski Türkçe döneminin başlangıç aşaması Köktürkçedir. Köktürkçe, “Türk” adının tarihî kaynaklarda ilk olarak geçtiği, Türkçenin ilk yazılı kaynaklarının bulunduğu ve Türkçenin yapısını gerçek bilgilerle tespit edebildiğimiz ilk dönemdir.

Eski Türkçe dönemi, Türk dilinin yazıya geçirildiği Köktürkçe (Orhun Türkçesi), Uygurca ve Karahanlı yazı dillerini (7-12. yy) kapsar. 13. yy’a kadar Türk dünyasının doğu kolunda iki ayrı bölgede iki ayrı yazı dili oluşmuştur. Bunlardan biri Ötüken’de ve daha sonra Doğu Türkistan’daki Tarım bölgesinde kullanılan Köktürkçe ile Uygurca, diğeri de Kaşgar’da ortaya çıkan Karahanlı Türkçesidir. Uygur ve Karahanlı Türkçeleri birbirinin devamı olmakla beraber yan yana iki ayrı medeniyeti temsil ederek ürünlerini vermişlerdir.

Türkçe, bu dönemde, bu üç yazı dili dışında henüz farklı bir yazı dili oluşturmamıştır. Elimizdeki veriler, farklı bir Türk yazı dili olan ve Eski Oğuz Türkçesi adı verilen yazı dilinin ilk metinlerinin 13. yy’a ait olduğunu sergilemektedir. 13. yy ise Orta Türkçe adlı yeni bir dönemin başlangıcıdır.

Bu üç yazı dili arasında doğal olarak bazı dilbilgisel farklar bulunur. Köktürk ve Uygur Türkçeleri ile Karahanlı Türkçesi arasındaki farklar, bağlı oldukları kültür daireleri ile değişik Türk boylarına ait ağız farklılıklarının ortaya çıkardığı seslik, biçimlik ve söz dağarcığı farklılıklarından öte değildir. Tabiî ki bunda coğrafya ve zaman faktörleri de etkili olmuştur. Bu farklar, Köktürkçe ve Uygurca arasında bulunduğu gibi Köktürk alfabesiyle yazılmış üç büyük yazıt arasında da vardır.

Eski Türkçe dönemi içersinde yer alan Karahanlı Türkçesindeki, diğer yazı dilleri olan Köktürk ve Uygur Türkçelerine oranla, en köklü değişiklik, resmî din olarak kabul edilen dinin (İslâmiyet) etkisiyle Arap alfabesinin, başka bir deyişle Kur’an yazısının kullanılmaya başlanmasıdır. Ancak Türkler, alfabe ve din konusunda özellikle Eski Türkçe dönemi boyunca hiçbir zaman tutucu olmamışlardır. 762 yılında, Uygur hükümdarı Bögü Kağan (759-780) zamanında da Mani dininin resmen kabulü ile Uygur alfabesinden farklı bir alfabe (Manihey alfabesi) kullanılmıştı.

Kısacası kabul edilen dinin alfabesini kullanmış olmak, o alfabe ile okuyup-yazmak, bir dilin dönemlendirilmesinde yeni bir dönemin başlatılması için yeterli sebep değildir.

İlk dönemlendirme çalışmalarında “Eski Türkçe”

Eski Türkçe dönemi başlangıçta, 6 ve 10. yy’lar arası, yani Köktürkçe ve Uygurca için kullanılmıştı. Hatta kronolojik kaygı güdülmeden Uygurcanın İslâmî dönemde vermiş olduğu eserler de Eski Türkçe kapsamında değerlendirilmişti. Türk dilinin tarihî temellere dayanan dönemlendirmesi hakkındaki ilk çalışmalar, 1936 yılında K. Grønbech ile başlar. Aslında bu konuda A. N. Samoyloviç’in 1928 yılında yaptığı bir çalışma da vardır. Bu çalışma Abdülkadir İnan tarafından “Orta Asya Edebî Dili Tarihine Dair” adıyla Türkiye Türkçesine çevrilmiştir (A. N. Samoyloviç, K istorii literaturnago sredneziatsko-turetskogo yazıka, Leningrad 1928. Çeviren: A. İnan, Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yıllık Çalışmaları I, s. 73-95.). Çalışmada, İslâmiyeti kabul ettikten sonraki Orta Asya, yani Türk dünyasının doğu kolundaki yazı dilleri yer almaktadır. Samoyloviç’in söz konusu ettiğimiz makalesi, Türk dilinin tarihî dönemlere ayrılmasında Harezm Türkçesine yer vermesi bakımından önemlidir.

Grønbech, çalışmasında (Der türkische Sprachbau, I, 1936, s. 10-14.) Türk dilini, yazılı ürünler vermeye başladığı Orhun Türkçesinden başlayarak üç döneme ayırmıştır. Yani Orhun Türkçesi ilk dönemin başlangıç yazı dili olmuştur. Bu iki araştırmacının çalışmalarında Eski Türkçe adı verilen dönemin içinde yer alan bir Türk yazı dili de Uygur Türkçesidir.

        1. Eski Türkçe: Orhun (Köktürk), Uygur.

        2. Orta Türkçe: Kaşgar (Karahanlı), Çağatay, Kuman, Eski Osmanlı.

        3. Yeni Türkçe: 1. Güney Türkçesi: Osmanlı, Azerî, Türkmen; 2. Batı Türkistan lehçeleri: Özbek, Hive; 3. Doğu Türkçesi: Kaşgar, Kuça-Turfan-Komul, Tarançi; 4. Kuzey Türkçesi: Koybal, Altay, Abakan, Soyon, Uryanhay; 5. Kıpçak Türkçesi: Kırgız, Volga lehçeleri (Kazan vb.), Başkurt, Karayim.

Grønbech, Eski Türkçe döneminden sonra gelen Orta Türkçe dönemini Karahanlı Türkçesi ile başlatmış ve bu dönemi de bugünkü Türk dillerinin ortaya çıktığı (20. yy başları) döneme kadar getirmiştir.

Türk dilinin dönemlendirme çalışmalarından bir diğeri de L. Ligeti’ye aittir. “Çin Yazısiyle Yazılmış Barbar Glossaları Meselesi” adıyla Türkiye Türkçesine (Türkçeye çeviren: Hasan Eren, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, IX/3 Eylül, Ankara 1951, s. 301-327) çevrilen yazı da bu konuda yazılmış ilk çalışmalardan biridir. Bu yazıda Ligeti, Türk yazı dilinin başlangıcını 6. yy olarak verir. Ligeti’nin dönemlendirmesi ise şöyledir:

        1. Eski Türkçe (6-9. yy): Köktürkçe ve Uygurca devri. Eski Kırgızca da belki buraya dahil edilebilir. Her üç dil Eski Türkçenin özelliklerini taşır.

        2. Orta Türkçe (10-15. yy): Mani ve Buda tercümeleri ile Uygur yazı dilinin kuruluş devri.

            Çağatay yazı dili devri.

            Kıpçak ve Oğuz dil yadigârları devri.

        3.   Yeni Türkçe: 16. asırdan itibaren, bugünkü Türkçenin kuruluş devri.

Ligeti’nin yapmış olduğu dönemlendirmede ilk dikkati çeken özellik, kronolojik kaygının güdülmesi olmuştur. Onun için 10. yy sonrası Uygurca yazılmış Manihesit ve Budist yazmalar, Orta Türkçe içinde değerlendirilmiş, Köktürk ve Uygurca devirleri yine de Eski Türkçe dönemi içersine alınmıştır. Bunda hiç kuşkusuz, A. von Gabain’in 1941’de yapmış olduğu Alttürkische Grammatik (Çeviren: Mehmet Akalın, Eski Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara 1988) adlı eserinin etkisi vardır. Yalnız Gabain, Köktürk ve Uygur harfli yazmaların tamamını Eski Türkçe döneminde kabul ederek değerlendirmeye almıştır.

Türk Dili Tarihi I (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1958) adlı kitabı ile Türkiye’de bu konuda uzun yıllar tek kalmış çalışmanın sahibi Ahmet Caferoğlu da Köktürk ve Uygur dönemlerini Eski Türkçe başlığı altında incelemiştir. Daha sonra 1987’deki çalışması ile Nuri Yüce (“Türk dili ve lehçeleri”, İA (=İslam Ansiklopedisi), 12/2 (İstanbul 1987), 468b-530b.) de 6-9. yy’lar arasındaki dönemi Eski Türkçe diye adlandırmış ardından gelen Orta Türkçe dönemini Karahanlı Türkçesi ile başlatmıştır.

İlk dönemlendirme çalışmalarında kullanılan olgu

Karahanlı Türkçesini yeni dönemin başlangıcı olarak göstermek hiç şüphesiz İslâmiyetin kabulünü ölçüt olarak alma düşüncesinden kaynaklanmaktadır. İslâmiyetin kabulünden önceki dönem Eski Türkçe, sonraki dönem ise Orta Türkçe olarak kabul edilmiştir.

Bir dil dönemlendirmesinde, dili konuşanların kabul ettiği dinin esas alınması ne derece doğrudur? Eski Türkçe dönemi içersinde her hâlükârda değerlendirilen Köktürk ve Uygur Türkçeleri zamanında da Budizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi birden fazla din kabul edilmiş ve Uygur yazılı ürünleri, bu dinlerin kutsal kitaplarının yazıldığı alfabeler ile yazılmıştı.

Sonraki dönemlendirme çalışmaları ve kullanılan olgu

Türk dilini dönemlendirmek için son yıllarda yapılan çalışmalar ise buraya kadar saydığımız çalışmalardan farklılık göstermektedir. Bu farklılıkların başında, Eski Türkçe dönemi içinde yer alan yazı dilleri ve Orta Türkçe dönemini Eski Türkçe döneminden ayırt edici olgu gelmekte. 

A. Róna-Tas’ın 1991’de yayımladığı An Introduction to Turcology adlı eserinde Eski Türkçe dönemi iki gruba ayrılmış, ikinci grupta yer alan Geç Eski Türkçe dönemi ise üç aşamada değerlendirilmiştir:

        1. Old Tukic (Eski Türkçe)

        2. Early OT (Erken Eski Türkçe 400-550)

        3. Late OT (Geç Eski Türkçe 550-1200)

               a. Late OT I (Geç Eski Türkçe I 550-700)

               b. Late OT II (Geç Eski Türkçe II 700-1000)

               c. Late OT III (Geç Eski Türkçe III 1000-1200)

         4. Middle Turkic (Orta Türkçe 1200-)

Róna-Tas’ın bu çalışmasında dikkati çeken yan, Karahanlı Türkçesinin Geç Eski Türkçe döneminin üçüncü alt grubunda değerlendirilmesidir. Diğer bir deyişle, Orta Türkçe döneminin 1200’lerden itibaren, Moğol istilası ile başlatılmasıdır. Türk dilinin yeni bir dönemini başlatmada Róna-Tas’ın seçmiş olduğu olgu, Türklerin İslâmiyeti kabulü değil Moğol istilasıdır. 13. yy’da bir dünya sistemi kurmuş olan Moğolların yapmış olduğu istilalar ile Türk dünyasının farklı yer ve zamanlarında yeni yazı dilleri ve bugünün bağımsız dil grupları oluşmuştu. 13. yy’dan itibaren Türk dünyasının doğu kanadında ortaya çıkan Türk yazı dili yanında batı kanadında da yeni bir yazı dili daha kendini göstermişti. Bu yüzyılda Doğu Türkçesi, Harezm Türkçesi ve ondan sonra gelen Çağatayca, Batı Türkçesi ise Eski Oğuz Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi) ve ondan sonra gelen Osmanlı Türkçesi şeklinde devam etmişti.

Róna-Tas’tan sonra onun görüşünü benimseyen diğer bir bilim adamı Lars Johanson’dur. Johanson’un “History of Turkic” (The Turkic Languages, London-New York 1998) adlı makalesinde Türkçenin yazı dili olmasından sonraki aşama ele alınmıştır. 7. yy’dan Moğol istilasına kadarki dönem “Daha Eski Dönem” başlığı altında verilmiş olup bu dönem, 1. Doğu Eski Türk dili, 2. Eski Uygur ve 3. Karahahanlı Türkçesi olmak üzere üç alt gruba ayrılmış. Johanson’da da Orta Dönem, Róna-Tas’ta olduğu gibi 13. yy’dan itibaren başlar ve çeşitli yazı dillerini kapsar.

Eski Türkçe döneminin yukarıda söz ettiğimiz şekilde üç yazı dilini kapsadığına tanık verebileceğimiz diğer bir çalışma, Marcel Erdal’ın A Grammar of Old Turkic (Brill, Leiden-Boston 2004) adlı kitabıdır. Bu kitapta Erdal, Karahanlı Türkçesinin ilk dönem metinlerini Eski Türkçe içinde değerlendirmiştir. Türkiye’de bu konuda en son çalışma ise bana aittir: “Moğol Fütuhatı ve Doğu-Batı Türk Yazı Dili Kavramları Üzerine”, Cengiz Kağan ve Oğullarının İcraatlarının Türk Dünyasındaki Akisleri Uluslararası Sempozyumu, 7-8 Aralık 2006 İstanbul.

Orta Türkçe (13-20.yy): Doğuda Harezm ve Çağatay Türkçesi

                                      Batıda Eski Oğuz ve Osmanlı Türkçesi

Orta Türkçe dönemi, 13. yy’dan itibaren, Moğol istilası ile Türk dünyasının farklı yer ve zamanlarında ortaya çıkan edebî dillerin istikrar kazanmaya başlayıp bugünün bağımsız dillerini ve dil gruplarını oluşturduğu dönemdir.

Türk dilini dönemlendirmede Cengiz hareketinin belli bir dönemin (Orta Dönem) başlangıcı olarak alınması bence de son derece isabetlidir. Çünkü 840’tan sonra batıya doğru hareketlenen Türk boylarının şekillenmesinde asıl etken, Moğol hareketi olmuştur. Bir bakıma Cengiz (öl. 1227), Orta Asya ve Batı Avrasya’nın bazı yeni unsurlarla da olsa Türkleşmesini sağlamış, ayrıca var olan etnik-dilsel unsurları yeni oluşumlara dönüştürmüştür. Başlıca Türk boylarından Oğuz, Kıpçak ve Uygurların bulundukları yerlerde 1200’lerden önce yerleşmiş oldukları iddiasına karşılık onlara şimdiki görünümlerini veren birleştirici tarihî olayın Cengiz çağı ve onun kargaşa dolu yılları olduğu tarihçilerin ortak görüşüdür.

Orta Türkçe döneminin başlangıcından 15. yy’a kadarki dönem içinde doğuda Harezm Türkçesi ve batıda Eski Oğuz Türkçesi (Eski Osmanlıca) varken 15. yy’dan 20. yy’a kadarki dönemde doğuda Çağatayca ve batıda Osmanlıca hâkim olmuştur. Bu iki yazı dili yani Osmanlıca ve Çağatayca 20. yy’ın başlarına kadar Türk dünyasının batı ve doğu yakasında devam etmiş, yeni yazı dillerinin oluşumuyla son bulmuştur.

Orta Türkçe terimi

“Orta Türkçe” terimi, ilk kez 1928’de Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünün yani Divanu Lügati’t-Türk’ün söz varlığı ile ilgili çalışmasında, Carl Brockelmann tarafından Karahanlı Türkçesi için kullanılmıştır (Mitteltürkischer Wortschatz nach Maḥmūd al-Kāšgarīs Dīvān Lugāt at-Turk, Bibliotheca Orientalis Hungarica 1, Budapest 1928.). Brockelmann, 1954 yılında bu terimin alanını İslâmlığın kabulünden 20. yy’ın başlarına kadarki Orta Asya Türkçesini (Karahanlı, Harezm, Çağatay Türkçeleri) içine alacak şekilde genişletmiş ve bu dönemi “Doğu Türkçesi” adıyla vermiştir (Osttürkische Grammatik der Islamischen Litteratursprachen Mittelasiens, Brill, Leiden 1954.).

Başlangıç çalışmalarında Orta Türkçe teriminin kullanımı

Yaptığı dönemlendirmede C. Brockelmann’dan sonra Orta Türkçe terimini kullanan Grønbech ve L. Ligeti olmuştur. Onların yapmış olduğu çalışmalarda Eski Türkçe dönemini anlatırken Orta Türkçe dönemine de yer verdiğimiz için burada tekrar etmek istemiyorum. Yalnız bu çalışmalarda Orta Türkçe döneminin 10. yy’dan itibaren, yani Karahanlı dönemi ile başlatıldığını hatırlatmak isterim.

F. Köprülü ise Harezm Türkçesi dönemi olan 13 ve 14. yy’ı ilk Çağatay devri içinde değerlendirir (“Çağatay Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedisi, C. 3, 24. cüz, İstanbul 1945, s. 275, 285). Ona göre Çağatay Türkçesinin meydana gelişinde ortak karakter Cengiz istilasıdır. Türkistan, Horasan, Harezm ve Altın Ordu’da yazılmış eserler arasında diyalektik farklar pek tabiî ki vardır. Fakat Köprülü, dil ve edebiyat tarihini dönemlere ayırırken filolojik karakterleri ihmal etmemek gerektiğini ancak birinci koşul olarak toplayıcı tarihî ve edebî karakterleri göz önünde bulundurmanın gerekliliğini vurgulamıştır.

Ahmet Caferoğlu, söz konusu çalışmasında Orta Türkçe dönemini Karahanlı Türkçesi ile başlatmış ve Türk dünyasının doğu kolundaki Türkçelere “Müşterek Orta Asya Türkçesi” adını vermiştir. Müşterek Orta Asya Türkçesini ise türlü kültür merkezleri ve Türk boylarının etnik ve diğer özellikleri bakımından üçe ayırır:

        1. Karahanlılar devrinden itibaren Kaşgar şivesinde inkişaf eden Türkçe ki buna hem Hakaniye hem Doğu Türkçesi adı verilmektedir,

        2. Batı Türkistan’da Seyhun ırmağının aşağı mecrası ile Harezm’in muhtelif merkezlerinde gelişen Harezm (Altın Ordu) Türkçesi,

        3. Orta Asya Türkçesinin en parlak devrini teşkil eden Çağatay Türkçesi.

Nuri Yüce, 1987 yılındaki çalışması ile Orta Türkçe dönemini,

        1.  Yazı dili olma (XI-XV. yüzyıllar) 

        2. Gelişme dönemi (XVI-XX. yüzyıllar) olarak iki alt döneme ayırmış, ikinci alt dönem için şu açıklamayı yapmıştır:

“Orta Türkçe devrinde yazı dili hâline gelmiş olan şivelerin eserler vererek edebî bir dil olması, bu döneme rastlar. Osmanlı, Çağatay, Kıpçak, Türkmen vb. şiveler Orta Türkçe devrinde yazı dili hüviyetini kazanmışlar ve birçok eserler vererek bu devrede edebî dil hâline gelmişlerdir.” (“Türk dili ve lehçeleri”, İA (=İslam Ansiklopedisi), 12/2, İstanbul 1987, 468b-530b.)

Nuri Yüce’nin bu açıklamaları yaptığı alt dönem, Róna-Tas’ta “Geç Orta Türkçe” adıyla geçmektedir.

Sonraki çalışmalarda “Orta Türkçe”

Orta Türkçe dönemini 13. yy’dan itibaren başlatanların başında yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Róna-Tas gelir. Ona göre 10. yy’da yazılı ürünlerini vermeye başlayan Karahanlı Türkçesi, Geç Eski Türkçe döneminin 1000 ve 1200’lü yıllarını içeren üçüncü basamağını oluşturur. İslâmiyetin etkisinden uzak olan Moğol dönemi Uygur metinleri, Róna-Tas’ın çalışmasında Orta Türkçe dönemi içinde değerlendirilmiştir.

Róna-Tas, 1200’lerden başlayarak oluşan bölgesel yazı dillerinin gelişip edebî eserler verdiği dönemi ise Orta Türkçe dönemi adı altında toplamıştır. L. Johanson da 1998 yılındaki “History of Turkic” (The Turkic Languages, London and New York 1998, s. 81-125.) adlı çalışmasında bölgesel yazı dillerinin ortaya çıktığı 13. yy’ı Türk dilinin tarihsel sınıflamasında Orta Dönem’in başlangıcı olarak almıştır. İlk İslâmî eserlerin verildiği Karahanlı Türkçesi onun çalışmasında da Róna-Tas’ta olduğu gibi “Eski Dönem” içinde değerlendirilmiştir.

Yeni Türkçe Dönemi

20. yy’ın ilk çeyreğinde başlayıp bugünkü Türk dil ve lehçelerinin (Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Yakutça, Çuvaşça vs.) ortaya çıktığı dönemdir. Türk dillerinin bugün kendine has gramer özellikleri vardır ve bunlar edebî eserler veren yazı dili hâline gelmişlerdir. Bu Türkçelerden bazıları da siyasal nedenlerle yazı dili hâline getirilmiştir.

Yorumlar (0)