TÜRKÇENİN   SINIRLARI  1 -Önder Saatçi

TÜRKÇENİN   SINIRLARI  1 

Bu köşede yazma fırsatı fakire bahşedildiğinde, sıklıkla bir şeyler yazabileceğimi pek sanmıyordum. Sonra, hiçbir şey yazamasam bile siz değerli okuyucularıma Türkçemizden bahsederim, diye düşündüm. İşte, sizlere hitap ettiğim bu 12. yazıda, dilimize dair, çalakalem de olsa birkaç satır karalamaya nihayet sıra geldi.  

Her şeyden önce, dilimizin bütün lehçe ve ağızlarıyla birlikte 200-250 milyon insan tarafından bugün canlı bir şekilde kullanıldığını bir kenara yazalım. Bu nüfus özbeöz Türk olup bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, KKTC ve beş müstakil Orta Asya Türk cumhuriyetinde ve Rusya, İran, Irak, Çin ve daha başka ülkelerde barınır. Meseleye bu pencereden bakıldığında bile dünya üzerinde yalnız olmadığımız rahatlıkla görülebilir. Demek ki Türkçe sadece bizim Anadolu’da konuştuğumuz bir dil değil, aynı zamanda soydaşlarımız olan Azerilerin, Kırgızların, Kazakların, Özbeklerin, Türkmenlerin, Karaçayların, Nogayların, Tatarların ve Türk soyundan gelen daha birçok topluluğun da dili. Bunlar yalnızca konuşmalarında aynı kelimeleri kullanmakla kalmaz, Nasreddin Hoca’yı da Köroğlu’nu da Dede Korkut’u da bilir; ortak atasözlerini, türküleri, manileri, halk hikâyelerini, efsaneleri millî hafızada yaşatarak bugün de varlıklarını devam ettirirler.  

Türkler arasındaki benzerlikler yalnızca dil ve edebiyatla da sınırlı değildir. Bütün Türk Dünyası’nda inanç, gelenekler ve folklorda da pek çok benzerlikler vardır ki hepsi bir araya getirildiğinde büyük ve köklü bir millet olduğumuzun göstergeleri ortaya çıkar. Gelgelelim, son bir asırda ülkemizde geliştirilen eğitim ve kültür politikaları Türklüğü Anadolu sınırlarının dışına taşırmamaya çalışsa da son yıllarda bu dar görüşlülük aşılmaya başlanmış; artık Türk dili ve edebiyatı okul kitaplarında, yukarıda çizmeye çalıştığımız perspektif içinde okutulmaya başlanmıştır. Bu, fevkalade önemlidir. Çünkü uzun asırlar boyunca Anadolu şairleriyle Orta Asya şairleri birbirlerinin şiirlerini okur, birbirlerine nazireler yazarlarken, Gaspıralı İsmail Bey’in Kırım’da, 1883-1914 yılları arasında bizzat çıkardığı, ölümünden sonra da iki yıl daha yayımlanmaya devam eden Tercüman gazetesi, Dersaâdet’teki (İstanbul) kayıkçıdan Türkistan’daki deve çobanına kadar aynı dille, İstanbul Türkçesiyle hitap edebilirken, 1930’larda dil devriminin devreye girmesi ve aynı dönemde gücünü arttırarak Türk ülkelerini bir bir yutmaya başlayan Sovyetlerin, o ülkelerdeki Türk topluluklarının alfabelerine, eğitim müfredatlarına ve kültürlerine doğrudan müdahale etmesiyle, asırlarca soydaşlarımızla koruyageldiğimiz dil bağımız birdenbire koptu. Her iki tarafta uygulanan politikalar insanlarımızın ufuklarını uzun zaman karartarak gönül köprülerinin kurulmasını önledi. Yetmiş yıllık komünizm Orta Asya Türklerini dış dünyaya, bu arada Türkiye’ye büyük ölçüde kapatırken Türkiye’de de aynı dönemde uygulanan redd-i miras politikalarıyla ortak tarih şuuru ve bundan kaynaklanması beklenen ortak millî kimlik berhava edildi. Günümüzde özellikle Türkiye’de yaşanan kimlik bunalımının ardında bu politikaların önemli rolü vardır.

 Bununla birlikte, son yirmi yılda bütün Türk ülkeleri bir toparlanma çağına girmiştir. Bazı aksaklıklarla da olsa Lâtin alfabesi Azeriler, Türkmenler ve Özbeklerce de kabul edilmiş; Tatarlarsa bu hususta Rusya’nın engeliyle karşılaşmışlardır. Artık, koskoca bir milletin çocukları dillerini yeniden öğrenmekte, Rusça yerine Türkçenin resmî dil ve eğitim dili olma süreci gün gün ilerleyerek taşlar yerine oturmaktadır. Daha düne kadar Nahcevan’daki soydaşlarımız Türkiye sınırına gelip nazlı nazlı dalgalanan Türk bayrağını hasretle seyrettikten sonra mahzun mahzun evlerine dönerlerken, bugün Azerbaycan’dan, Türkmenistan’dan ve Türk Dünyası’nın diğer yurtlarından gelen gençler Türkiye’deki üniversitelerde tahsil görmekteler. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, TİKA, Diyanet Vakfı ve daha birçok devlet kuruluşumuz bu ülkelere eğitim ve kültür hizmetlerini, din hizmetlerini taşımaktadır. TRT Avaz kanalı Türk Dünyası’nın her yerinden izlenebilmekte, bu kanalda Türk Dünyasına yönelik yayınlar gerçekleştirilmektedir. Sivil toplum hareketleri de bu mecrada üzerine düşeni yapmakta, Türkiye’den giden öğretmenlerin açtığı okullarda Türk Dünyası’nın gençleri bütün kademelerde Türkiye Türkçesi ve oranın Türk lehçesiyle eğitim almaktadırlar. Kazaklarla kurduğumuz Ahmet Yesevî ve S. Demirel Üniversitesi, Kırgızlarla kurduğumuz Atatürk-Alatoo Üniversitesi Türk Dünyasındaki kardeşliğin temellerini sağlamlaştıran eğitim kurumlarıdır. Son yıllarda milletler arası kongre ve sempozyumlarda Türk Dünyası’nın bilim adamları da yerlerini almaktalar. Türkiye Yazarlar Birliğinin belli aralıklarla düzenlediği şiir şölenleri, zaman zaman düzenlenen film festivalleri, vb. kültür hareketleri dünya Türklüğünü birbirine her geçen gün biraz daha yaklaştırmakta, gönül köprüleri yeniden kurulmaktadır.

Şimdi artık Azerbaycan’da, Kerkük’te ve daha başka yerlerde yetişen yeni nesiller Türkiye Türkçesini rahatlıkla anlayıp konuşabilmekteler. Bütün bunlar, gelecekte de birbirini anlayan, seven, birbirine inanan ve Türklerin İslâmla şereflenerek bugünlere gelmesini sağlayan en büyük Türk’ün, Hoca Ahmet Yesevî’nin torunları oldukları bilincine ulaşmış nesillerin doğduğunun müjdecisidir. 

          

Yorumlar (0)