Türk Dilinin Tarihi Gelişimi, Türk Dilinin Kökeni

Türk Dilinin Tarihî Gelişimi

Konumuz: Türk Dilinin Tarihî Gelişimi, Türk Dilinin Kökeni, Altay dilleri teorisi, Ana Altayca ve Eski Türkçe, Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi

Prof. Dr. Ahmet BURAN, Doç. Dr. Ercan ALKAYA

Bir dilin tarihini “yazı dili öncesi” ve “yazı dili dönemi” biçiminde ikiye ayırarak incelemek gerekir. Diller önce konuşma dili olarak var olur, daha sonra yazı dili haline gelirler. Yazı dili öncesi dönem, belgelerle incelenemediği için, teorik bilgilere dayanan bir dönemdir. Bu dönemin dili kaydedilmediği için özellikleri hakkında tam ve kesin bilgiler vermek mümkün değildir. Yazı dili öncesinden yazı dili dönemine taşınan sözlü edebî metinler, kalıplaşmış ifadeleri, sözvarlıkları ve anlatım biçimleriyle yazı dili öncesi hakkında bazı yorumlar yapmamıza imkân verirler.

Türk Dilinin Tarihî Gelişim Aşamaları

Türklerin oldukça eski ve zengin bir sözlü edebî geleneği mevcuttur. Bu gelenek içinde vücut bulan Türkçenin ilk sözlü edebî ürünlerinin hangi tarihe ait olduğunu belirtmek mümkün değildir. Bununla birlikte, bazı komşu kavimlerin dillerinden (Çin, Arap, Tibet, Fars, Bizans, Got ), daha sonra bizzat Türkler tarafından tespit edilip yazıya geçirilen metinlerden (Dîvânü Lügâti’tTürk, Oğuz Kağan Destanı, Dede Korkut Hikâyeleri) ve araştırmacılar tarafından son yıllarda Türk boyları arasında yapılan derlemelerden ilk sözlü edebî ürünler hakkında bazı bilgiler edinebilmekteyiz. Ancak Türk dilinin tarihî gelişimini bu sözlü ürünlere göre değil, yazılı belgelere dayandırarak tespit etmek zorundayız. Onun için, Türk dili tarihi demek, daha çok Türk yazı dili tarihi demektir. Nitekim, ancak yazılı metinlerin bize sunduğu imkânlar ölçüsünde dilin temel birimleri olan ses, yapı, sözvarlığı, sözdizimi ve vurgu’da meydana gelen değişme ve gelişmeleri incelemek mümkündür.

Türk dilinin yazı dili öncesi dönemi hakkındaki bilgilerimiz genellikle Altay dilleri ve Ana Hun dili teorilerine dayanır. Son zamanlarda üzerinde önemle durulan Türkçe ile Sümerce arasındaki ilişkiler de Eski Türkçeden önceki Türk dilinin durumu ve coğrafyası hakkında bazı ipuçları vermektedir.

Türk Dilinin Kökeni

Türk dilinin kökeni ile ilgili iki önemli görüş vardır. Bunlardan birincisi, Türk dilinin ‘Altay Dil Ailesi’ne mensup olduğunu ve ‘Ana Altayca’ denilen bir ana dilden türediğini savunan görüştür. Bu görüşe göre Altay dilleri şunlardır:

Tablo 1.1

Altay Dilleri

Tablo 1.2

Ana Hun Dilinden Doğan Lehçeler

  • Ana Altayca
  • Türkçe
  • Moğolca
  • Tunguzca
  • Mançuca
  • Nanayca
  • Japonca
  • Korece
  • Aynuca

İkincisi ise, Türkçenin ‘Ana Hun Dili’ adı verilen bir ana dilden doğduğunu savunan görüştür. Bu görüşe göre, Türk dilleri kendi başına bir aile oluştururlar. Doğup geliştikleri Ana Hun Dili, milâttan önceki yıllarda üç lehçeye ayrılmıştır. Bu lehçelerden, Batı Hun Lehçesi bugünkü Çuvaşçayı, Kuzey Hun Lehçesi Yakutçayı, Doğu Hun Lehçesi de TürkTatar dillerini, yani diğer Türk lehçelerini doğurmuştur.

ANA HUN DİLİ

  • Batı Hun Lehçesi
  • Kuzey Hun Lehçesi
  • Doğu Hun Lehçesi
  • Çuvaşça
  • Yakutça
  • Türkçe

Taraftarları ve karşıtları olmakla birlikte, Türkçenin Altay dilleri ailesine mensup olduğu teorisi, Türk dilinin doğuşu ve kaynağı bakımından en fazla kabul gören görüştür.

Altay dilleri teorisi

Altay dilleri teorisinin kurucusu Ramstedt’tir. Ramstedt’ten sonra değişik ülkelerden birçok Altayist ve Türkolog konuya ilgi göstermiş ve bu teoriyi desteklemişlerdir. Rus

Mongolistleri, W. Kotwicz, Rudnev ve Vladimirtsov başta olmak üzere, Macar Türkologları J. Nemeth ve Gombocz da bu teoriyi destekleyen görüşler ileri sürmüşlerdir.

Daha sonra Altay dilleri teorisini destekleyen ve geliştiren bilim adamlarının başında Ramstedt’in öğrencileri Pentti Aalto ile Nicholas Poppe gelir.

P. Aalto, Kore dilini de Altay dilleri ailesine dahil etmiştir. N. Poppe ise, bu teorinin gelişmesine en fazla hizmet eden bilim adamıdır. Poppe’ye göre Altay dillerinin dallanması şöyle olmuştur.

Amerikalı dilci Street ise bu dillere Japon ve Aynu dillerini de eklemiştir. Altay dilleri teorisini, O. Pritsak ve K. H. Menges gibi bilim adamları desteklerken, K. Grönbech, Benzing ve özellikle de Alman asıllı G. Doerfer ile İngiliz asıllı Sir Gerard Clauson bu teoriye karşı çıkmışlardır. Onlara göre Altay dilleri arasındaki yakınlık, bir akrabalık ilgisinden çok karşılıklı ödünçlemelerden ibarettir. Gerhard Deorfer, “Temel Sözcükler ve Altay Dilleri Sorunu” adlı makalesinde, dil akrabalığının belirlenmesinde temel kelimelerin önemine işaret eder ve Altay dillerinde temel kelimelerin ortak olmadığı görüşünü savunur.

Ana Altayca ve Eski Türkçe

Tarihî bakımından, Ana Altayca, En Eski Türkçe ve İlk Türkçe, Türk dilinin metinlerle takip edilemeyen nazarî devirlerdir. Türkçenin bu dönemleri hakkında kesin bilgiler ve rakamlar vermek çok zordur. Ancak Ana Altaycanın MÖ çok eski bir tarihte yaşadığı, Ana Türkçe veya En Eski Türkçe dönemi, Ana Altaycanın Doğu ve Batı Altayca olarak iki kola ayrıldığı, Türk Çuvaş dil birliğinin mevcut olduğu devir olarak tahmin edilmektedir. Bu devir yaklaşık olarak MÖ sekiz binli yıllara tarihlendirilmektedir. İlk Türkçe ise, M.S. ikinci yüzyıla kadar gelen dönemi içine alır. Bu dönem ile ilgili olarak bazı komşu milletlerin dillerinden Türkçeye ait malzeme tespit edilebilmektedir.

Eski Türkçeden itibaren Türk dilinin tarihî gelişimini metinlerle takip edebilmekteyiz.

Ahmet Caferoğlu bu dönemleri şöyle tarihlendirmektedir:

  • Eski Türkçe (VIIX yy.)
  • Orta Türkçe (IXXV yy.)
  • Yeni Türkçe (XVI. yüzyıldan günümüze).
  • Modern veya Çağdaş Türkçe ise günümüzdeki Türkçedir.

Göktürk Alfabesi

Türk yazı dilinin bugün için bilinen en eski yazılı belgeleri Göktürkler dönemine aittir. Ancak, özellikle Orhun (Tonyukuk, Köl Tigin, Bilge Kagan) metinlerinde görülen dil, oldukça işlenmiş, mükemmel bir ifade yeteneğine ulaşmış bir dildir. Bütün uzmanların ortak kanaati, bu dilin mutlaka birkaç asır işlenmiş olduğu yönündedir. Dolayısıyla Göktürk metinlerindeki dilin başlangıcını milâdın ilk asırlarına, hatta milâttan önceye kadar götürenler de vardır.

Türk dili VII-VIII. yüzyıllardan başlayarak XIII. yüzyıla kadar uzanan dönemde tek yazı dili halinde yaşamıştır. A. Von Gabain’in Eski Türkçede tespit ettiği beş ağız ve daha sonra Kaşgarlı’nın Dîvânü Lügâti’tTürk’te belirttiği farklılıklar, konuşma dilindeki farklılıklardır. Bu ilk dönemi kendi içinde Göktürkçe ve Uygurca olarak iki döneme ayırıyoruz.

Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi

Eski Türkçeden sonraki devrede, Türkçe farklı yazı dillerine bölünmüştür. Türkistan’daki Türklerin parçalanarak büyük kütleler hâlinde Hazar denizinin kuzeyinden ve güneyinden, kuzeybatı ve güneybatıya doğru gitmeleri, yeni kültür merkezlerinin meydana gelmesi, İslamiyet’in kabulü ile birlikte birçok yeni kavramın toplum hayatında yer alması ve yeni bir yazının kullanılması gibi dış sebepler ile Türkçenin kendi iç yapısında meydana gelen doğal değişmeler ve gelişmeler farklı lehçelerin ve yazı dillerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Böylece Türk dili, XII.-XIII. yüzyıldan itibaren Kuzeydoğu Türkçesi ve Batı Türkçesi şeklinde adlandırılan iki ana kola ayrılmıştır.

Kuzeydoğu Türkçesi XIII. ve XIV. yüzyıllarda, Eski Türkçenin yeni bir devamı gibi yaşamış ve eski ile yeni arasında geçiş görevi üstlenen bir devir olmuştur. XV. yüzyılda bu yazı dili, kendi içinde Kuzey ve Doğu şeklinde iki kola ayrılmıştır. Kuzey koluna Kıpçak Türkçesi, Doğu koluna ise Çağatay Türkçesi denilmektedir. Bu yazı dillerinden Çağatay Türkçesi, doğu Türklüğünün ortak yazı dili olarak yakın zamanlara kadar kullanılmıştır. Bugün bu tarihî lehçeler yerini onların devamı olan çağdaş lehçelere bırakmışlardır.

Batı Türkçesi XII. yüzyıldan itibaren oluşmaya başlamış ve ilk yazılı eserlerini XIII. yüzyılda vermiştir. Türklüğün ve Türk dilinin en çok işlenmiş, en verimli yazı dilidir. Oğuz Türkçesine dayanan bu yazı dili, Hazar Denizi’nden Balkanlara kadar uzanan sahada konuşulan dildir. Lehçe tasniflerinde, Oğuz grubu, Batı ve Güneybatı terimleri ile ifade edilmektedir.

Batı Türkçesinin ilk dönemi, XIII ilâ XV. yüzyılın sonu arasındaki dönemi kapsayan Eski Türkiye Türkçesi/Eski Anadolu Türkçesi’dir. XVI. yüzyıldan XX. yüzyılın başlarına kadarki döneme Osmanlı Türkçesi, XX. yüzyılın başlarından itibaren günümüzde yaşayan dile de Türkiye Türkçesi diyoruz.

Batı Türkçesi XVIIXVIII. yüzyıllardan itibaren kendi içinde farklılaşarak iki ayrı yazı dili hâline gelmiştir. Bunlardan doğuda olana Azerbaycan, batıda olana Osmanlı veya Türkiye Türkçesi adı verilmektedir.

Türk yazı dilinin tarihî gelişimini bir şema ile şöyle gösterebiliriz:

Türk dilinin tarihî gelişmesini iki ana döneme ayıran araştırmacılar, genellikle başlangıcından XIII. yüzyıla kadar olan döneme Eski Türkçe, XIII. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemine de Yeni Türkçe demektedirler.

Ahmet Caferoğlu başta olmak üzere birçok araştırmacı da Türk dilinin tarihî gelişimini yazı dili öncesi ve sonrasıyla birlikte şöyle tasnif etmektedir:

Altay Devri

  • En Eski Türkçe Devri
  • İlk Türkçe Devri
  • Eski Türkçe Devri
  • Orta Türkçe Devri
  • Yeni Türkçe Devri
  • Modern/Çağdaş Türkçe Devri

Ahmet Bican Ercilasun, Türk Dili Tarihi adlı eserinde Türk dilinin tarihî gelişimini, “ İlk Türkçe, Ana Türkçe, Eski Türkçe, Batı Türkçesi, Kuzey Doğu Türkçesi” şeklinde tasnif etmiştir. Ercilasun’a göre, Türk dilinden ilk ayrılan Çuvaşçadır. Çuvaşça ‘İlk Türkçe’ döneminde Türk dilinden ayrılmıştır. Bugünkü Çuvaş dilinin VIVII. yüzyıllardaki atası Tuna Bulgarcası, 13

yüzyıldaki temsilcisi İdil Bulgarcası idi. 19. yüzyıldan itibaren bu lehçe Çuvaşça adıyla anılmaya başlanmıştır. Saha/Yakut Türkçesi ise Ana Türkçe döneminde ayrılmış ve günümüzde KuzeyDoğu Sibirya’da yaşamaya devam etmektedir. Eski Türkçe kendi içinde Köktürkçe ve Uygurca biçiminde iki döneme ayrılmıştır. Köktürkçe VIVIII. yüzyıllar arasında, Uygur Türkçesi ise IX. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar varlığını sürdüren bir yazı dili olmuştur. Uygur Türkçesi kullanılırken XI ilâ XIII. yüzyıllar arasında Karahanlı Türkçesi yazı dili ile de eserler verilmiş, XIII. yüzyıldan itibaren Türk yazı dili Batı ve Kuzey Doğu olmak üzere iki ana kola ayrılmıştır. Batı kolunun XIIIXV. yüzyıllar arasına ‘Eski Oğuz Türkçesi’, XVIXX. yüzyıllar arasına ‘Osmanlı Türkçesi’, XX. yüzyıldan sonraki bölümüne de ‘Türkiye Türkçesi’ denmiştir. XV. yüzyıldan itibaren Batı Türkçesi iki kola ayrılmış, XVI. yüzyıldan XIX. yüzyılın ortasına kadar olan kısma ‘Klasik Azerbaycan Türkçesi’, XX. yüzyıldan itibaren kullanılan Azerbaycan Türkçesine de ‘Bugünkü Azerbaycan Türkçesi’ denmiştir. Türk dilinin Batı kolundan XIX. yüzyılın ortalarından itibaren üçüncü bir yazı dili oluşmaya başlamıştır. Bu da ‘Türkmen Türkçesi’dir. Sovyetlerdeki dil planlamalarının katkısıyla geliştirilen Türkmence dışında bir de XX. yüzyılın ortalarından itibaren Gagavuz Türkçesi yazı dili olmuştur.

Kuzey Doğu Türkçesi XIVXV. yüzyıllarda ‘HarezmKıpçak’, XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar ise ‘Çağatay’ yazı dili olarak süregelmiştir. XX. yüzyılın başlarında çoğunluğu Sovyetlerde yapılan düzenleme ve planlamalarla oluşturulan Özbek, Uygur, Kumuk, KaraçayBalkar, Tatar, Karakalpak, Nogay, Kırım, Kazak, Kırgız Türkçeleri Kuzey doğu kolunun günümüzde kullanılan yazı dilleri olmuştur. Bunlardan başka aynı yüzyılda, aynı şekilde yazı diline dönüştürülen Tuva, Hakas, Altay Türkçeleri de bugünkü Türk yazı dilleri arasında yerini almışlardır (Ercilasun 2005; 471).

Yorumlar (0)