Arap Abecesi ve Türkçe, Arap Abecesiyle Türkçe yazmanın zorlukları

Arap Abecesi ve Türkçe, Arap Abecesiyle Türkçe yazmanın zorlukları


Arap abecesi, ünlüsü olmayan bir harfler dizgesi gibidir. Bu yüzden Türkler için okunması güç bir yazıdır. Arap alfabesiyle yazılmış harekesiz Türkçe sözcüklerin okunmasındaki güçlükleri azaltmak için elif, vay ve harfleri bu yüzden bir yandan ündeş olarak kullanılırken, öbür yandan da ünlü görevlerinde kullanılmaya başlandı. Gerçekten de Türkçe ünlü harflere dayalı olup sekiz ayrı ünlü harfi bulunmasına karşın, Arap dili ünsüz harflerden kuruludur ve yerine göre “a, e, i” seslerini vermek üzere kullanılan bir tek ünlü harfi vardır: Elif!

Bu nedenle örneğin “gel, gül, kel ve kil” sözcükleri Arap harflerinde hep aynı biçimde yazılır. Okuyucu bunlardan hangisinin kastedildiğini kendisi çıkarmak zorundadır. Bir sözcüğün yanlışlığa sapmadan nasıl okunacağını tümcenin anlam gelişi belirler. Tümceyi bütünüyle kavrayamayanların, söz dizimi bakımından sözcüğün tümcedeki görevini iyice kestiremeyenlerin yanlış okuyacakları kuşkusuzdur. Yapıları, çekimleri, tümcedeki görevleri bakımından her sözcüğü değişik biçimlerde okunabilecek bir yazı!

Arapça sözlüklerde madde başı olan her sözcüğün nasıl okunacağını belirtmek zorunludur. Gelenek de şudur:
•Ya dilde iyiden iyiye belli olan bir örnek sözcüğün ölçüsünde okunacağı yazılır,
•Ya da harflerden bir-ikisinin harekesi belirtilir. Arapça sözlük yazarları bu duruma şimdiye kadar bir çözüm bulamamışlardır. Bu yazı kaldıkça bulamayacakları da açıktır…

Sonu “i, ı, u ya da ü” ile biten sözcükler “y” harfi ile bitirilir, örneğin “sütlü” sözcüğü “sütli”, “okullu” sözcüğü “okulli” diye yazılırdı. Ayrıca Arap dilinde iki ayrı “t”, üç ayrı “s”, üç değişik ”h”, iki ayrı “n”, dört ayrı “z” harfi vardır; oysa Türkçede bu harflerin her biri için tek bir ses bulunduğundan, örneğin “saat”, “sel”, “siz” ve “su” yazarken ayrı ayrı “s” harfleri kullanmaya gerek yoktur. Nitekim Arap harfleriyle yazıldığında birinin “sat”, birinin “sin” ve birinin de “se” ile yazılması gerekirken, bugünkü Türk yazısında bir tek “s” ile yazabiliyoruz. Arap yazısında “g” sesi olmadığı için “kef harfi hem “ke”, hem de “g” yerine kullanılıyordu.

Türkler İslamiyet’e girişle birlikte Arap alfabesini benimseyince bu zorlukların hepsini yaşadılar. Az önce verdiğimiz “gel, gül, kel ve kil” örneği gibi, k/z birleşimi bir sözcük, içinde bulunduğu tümcenin vereceği olanakla kez, köz, göz, güz, giz biçimlerinde okunabilirdi. Bu güçlüğü azaltmak için önceleri Türkçe sözcükler harekelenirdi. Fakat bu yöntem el oyalayan, yazı yazmak için Latin alfabesine kıyaslarsak fazladan vakit harcamayı gerektiren bir yöntemdi. Bu yüzden harekeden yavaş yavaş vazgeçildi ama okunmasında duraksanan sözcükler için yakın çağlara dek süregeldi.

Osmanlı yazısında, hele Arapçadan alınmış ve klişe olarak gözle tanınmış, bellenmiş kimi sözcüklerin nasıl okunacağını kestirmek kimileri için hiç kolay değildi. Bir yabancı sözcüğü düzgün okuyabilmek için kökenini, nasıl türediğini, türeyişin kattığı anlamı iyice bilmek gerekirdi. Yanlış okumalar gibi, çarpık anlamalar da bu yüzden çok sık rastlanan durumlardandı. Osmanlı aydınının bile hata yapabildiği böyle durumlarda, okuma-yazma öğrenmeye çalışan halktan birinin nasıl zorlanabileceği gayet açıktır.

Harf devrimi neden yapıldı sorusunun yanıtını bugün rahatlıkla verebiliyor, faydalarını görebiliyoruz. Latin alfabesine geçiş, Türk insanını yanlış okumalardan, anlamalardan kurtarmış, ulusu öğrenme kolaylığına kavuşturmuştur. Bugün ilköğretime başlayan bir çocuk yalnızca iki-üç içinde gazetede yazılanları okuyabiliyor, söylenenleri yazabiliyor. Oysa Latin alfabesine geçmeden önce, yani harf devriminden önce, bazen yılları bulan alın teri dökmeleriyle bu başarıya ancak erişilebiliyordu. Bu yüzden 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Türkiye’deki yetişkin nüfusun, yani 7 yaş ve üzerinin ancak % 10.5’i okuryazardı: Erkeklerin % 17,4′ü kadınların ise ancak % 4,6’sı… Oysa Latin alfabesine geçişten yalnızca 20 yıl sonra, 1950′de, okuryazar oranı %33.6′ya yükseldi.

Kaynakça:
•Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı
•Tahir Nejat Gencan, Ulusal Kültür dergisi, sayı:2

Yorumlar (0)