Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler C-Ç Harfi

Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler C-Ç Harfi

Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler A Harfi, Atasözleri ve Deyimler, Atasözleri ve Açıklamaları, Türkçe Atasözleri

Atasözleri ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Deyimler ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

C-Ç Harfleri ile Başlayan Deyimler ve Anlamları


Cadı kazanı: Alabildiğince dedikodunun hâkim olduğu yer.

Caka satmak: Gösteriş yapmak.

Cambul cumbul: Suyu bol olan yemek için kullanılır.

Can alıcı nokta: Bir şeyin en önemli yeri.

Can atmak: Herhangi bir şeye kavuşmayı çok istemek.

Can borcunu ödemek: Ölmek

Can çekişmek: Ölmek üzere olan kimse.

Can damarı: Bir şeyin en önemli noktası. Onun yaşamasını sağlayan ana unsur.


Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktasına değinmek.

Can derdine düşmek: Canını kurtarmaya çalışmak.

Can evinden vurulmak: En hassas olduğu noktadan birine zarar vermek dolayısıyla onun çok acı çekmesine neden olmak.

Can havli ile: Ölüm korkusu nedeniyle güçlü bir tepki oluşturmak.

Can kaygısına düşmek: Bütün her şeyi bir tarafa bırakıp bir tehlikeden varlığını koruma çabasında olmak.

Can kulağı ile dinlemek: Anlatılanları çok dikkatli bir şekilde dinlemek.

Can kuşu: Ruh.

Can pazarı: Herkesin kendi canını kurtarmaya çalıştığı zor anlar.

Can sağlığı: Esenlik, kişinin sağlıklı olması.

Can yakmak: Eziyet etmek, bir kişiyi büyük bir zarara uğratmak.

Can yoldaşı: Kişinin hayatını daha çok geçirdiği kişi.

Cana can katmak: Kişide yaşama sevincini artırmak.

Cana minnet: Çok ihtiyacı olduğu halde arayıp da bir türlü bulamadıklarından saymak.


Cana yakın: İçten, sıcakkanlı.

Canciğer kuzu sarması: Birbirlerini çok seven, birlikte olan içli dışlı dost.

Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok çok fazla zorluk çekmek, o iş nedeniyle bunalmak.

Canı çıkmak: Çok zorlanmak, yıpranmak.

Canı pek: Acılara karşı oldukça dayanıklı.

Canı tatlı: Zorluklara, acılara, sıkıntıya katlanmayan.

Canı tez: Beklemeye karşı tahammülsüz, sabırsız kimse.

Canına değmek: Zevk almak.

Canına işlemek: Çok fazla olumsuz etki oluşturmak.

Canına kıymak: 1. Birini öldürmek 2. Kendini öldürmek.

Canına okumak: İyi bir şeyi kötü bir duruma sokmak.

Canına susamak: Kişinin ölümüne sebep olacak davranışlar sergilemek.

Canına tak demek (etmek): Bir sıkıntının katlanılamayacak bir hal alması.

Canına yetmek: Usandırmak, bıktırmak.

Canından bezmek: Olumsuzluklardan yaşadığı hayatı istemez olmak.

Canından etmek: Ölümüne yol açmak.

Canından olmak: Ölmek.


Canını bağışlamak: Öldürmeye niyetlendiği birini öldürmekten vazgeçmek.

Canını dişine takmak: Bir işe her şeyi göze alarak bütün gücüyle girişmek.

Canını sıkmak: Keyfini kaçıran bir durumla karşılaşmak.

Canını sokakta bulmak: Kendini yıpratmamak, tedbir almak için kullanılır.

Canını vermek: Bir şey uğrunda ölmeye hazır olmak.

Canının derdine düşmek: Tehlikeli bir durumda önce kendini kurtarmaya çalışmak.


Canla başla: Her zorluğa göğüs gererek.

Canlı cenaze: Çok zayıf, iskelet halinde olan kimse.

Cart curt etmek: Korkutmak veya övünmek amacıyla abartılı konuşmak.

Cart kaba kâğıt: Bol keseden atan, yapamayacaklarını yapacakmış gibi gösteren.

Cartayı çekmek: Ölmek.

Cebi delik: Parasız, para tutamayan, parasını hemen harcayan.

Cebinde akrep olmak: Cimri olmak.

Cebine indirmek: Hakketmediği bir şeyi kendine almak.

Cebini doldurmak: Çok para edinmek.

Cehenneme atsalar odun yaş diye bağırır: Her şeye itiraz eden, hiçbir şeyi beğenmeyen.

Cehenneme gitse bir köseği getirmek: Zararlı çıkması gereken bir işte bile karlı çıkabilen.

Cemaziyelevvelîni bilmek: Birilerinin herkesin bilmediği, geçmişteki kötü bir durumunu bilmek.

Cendereye sokmak: Birini çok sıkıştırıp manevi etkisi altına almak.

Cennetin kapısını açmak: Büyük bir iyilik yapma neticesinde çok büyük sevap kazanmak.

Cep harçlığı: Çok az para. Günlük harcamaları karşılayacak para.

Cephe almak: Birine karşı düşmanca bir tavır takınmak.

Cevabı dikmek: Beklenmedik bir anda ters bir cevap vermek.

Cevabı yapıştırmak: Karşısındaki kişinin beklemediği ters bir cevap vermek.

Cevahir yumurtlamak: Saçma sapan konuşmak.

Ceviz kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş: Geldiği yeri, soyunu, sopunu inkâr edenler için kullanılır.

Cevizi çift görmezse ağaca taş atamamak: Bir şeye inanmadan, ikna olmadan bir işe başlamamak.

Ceza kesmek: Birine para cezası vermek.

Cıcığını çıkarmak: Bir konuyu çok detaylı bir şekilde soruşturmak, açığa çıkarmak.

Cılkı çıkmak: Aslında işe yarar sanılan bir şeyin bozuk kusurlu olması, böyle çıkması.

Cici bici: Oldukça renkli, güzel, süslü eşya.


Cicim ayı: Yeni evlilerin ilk haftaları için kullanılır. Balayı.

Ciğeri beş para etmez: Çok değersiz, aşağılık, korkak kimse.

Ciğeri dağlanmak: Çok büyük bir acı yaşamak.

Ciğeri kebap olmak: Çok üzüntülü, kederli bir olay yaşamak.

Ciğeri parçalanmak: Yaşadığı bir olumsuzluktan çok fazla üzülmüş olmak.

Ciğerine işlemek: Bir şeyden çok fazla etkilenmek.

Ciğerini okumak: Başka kişilerin aklından geçenleri, gizli niyetlerini anlamak.

Ciğerini sökmek: Birine çok büyük zarar vermek.

Ciğerini yakmak: Çok büyük bir acı yaşatmak.

Cim karnında bir nokta: Hiçbir şey bilmeyen.


Cin çarpmışa dönmek: Bir anda neye uğradığını anlayamayacağı kötü duruma düşmek.

Cin fikirli: Çok kurnaz, zeki, daima menfaatini kollayan.

Cin ifrit olmak: Aşırı öfkelenmek.

Cinler cirit oynamak: Bir yerin ıssızlığını, ürküntü verdiğini anlatmak için kullanılır.

Cinleri başına toplamak: Çok fazla kızmak, öfkelenmek, çok sinirlenmek.

Cirit atmak: Meydanı boş bulup her istediğini yapmak.

Cuk oturmak: Uygun düşmek.

Curcunaya çevirmek: Bir yeri gürültü, patırtı ile doldurmak. Kimin ne dediğini bilmemek.

Cümbür cemaat: Hep birlikte, topluca.

Cüret etmek: Cesaretli bir şekilde davranmak.

Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suç işlerken şahitlerle aynı anda yakalamak.

Çağ açmak: Yeni bir gidişe yol açmak.

Çağanoz gibi: Eğri büğrü vücuda sahip olup yan yan yürüyen.

Çakı gibi: Atik, çevik kimse.

Çalım satmak: Suni davranışlarla büyüklük taslamaya çalışmak.

Çalıp çırpmak: Eline geçen her şeyi çalmak. Uygunsuz yollardan para kazanmak.

Çalıyı tepeden sürümek: Bir işin olabilmesi için imkânsız koşullar öne sürmek.  

Çalyaka etmek: Yakasına bir şekilde yapışarak götürmek.

Çam devirmek: Karşısındakini gücendirecek söz söylemek.

Çam yarması: Gövdesi iri insan.

Çamura basıp çalıya asmak: Bir işi özensizce, üstünkörü yapmak.

Çan çan etmek: Bağırarak gevezelik etmeye çalışmak.

Çanak tutmak: Davranışlarıyla ya da sözleriyle kendisine kötü muamele edilmesine neden olmak.

Çangıl çungul: Kulağa hoş gelmeyen, kulağı tırmalayan sesler çıkaran kimse.

Çanına ot tıkamak: Bir daha sesini çıkaramayacak bir duruma sokmak.

Çantada keklik: Elde edileceği neredeyse garanti olan şey.

Çapar çiçek çıkardı: Bozuk kötü olan bir şeye bir olumsuzluğun daha eklenmesi.

Çapıtı gümüşlü: Eşyalarını gereğinden fazla değerli sayan, onları kimseye vermeyen kimse.

Çaptan düşmek: Önceleri oldukça iyi olan durumunun gittikçe kötüleşmesi.

Çarçur etmek: Elindeki parayı gereksiz yerlere harcayıp bitirmek.

Çaresine bakmak: Bir sorunun çözüm yolunu bulmak.

Çark etmek: Verdiği sözden vazgeçmek.

Çarpık çurpuk: Çok fazla çarpık olan.

Çarşaf gibi: Bir şeyin durgun ve dümdüz olması.

Çarşafa dolanmak: İçinden çıkılmaz duruma gelmek.

Çarşamba pazarı: Her şeyi açıkta olan, oldukça karışık yer.

Çat kapı: Beklenmedik bir anda, aniden.

Çat pat: Yarım yamalak.

Çatal kazık: Tutumlarından işin yürümesini engelleyen yetkili, makam sahibi kimseler.

Çatal yürekli: Hiçbir şeyden korkusu olmayan, gözü pek.

Çattık teyellemesi: Zor bir duruma düştük, bunun devamı da var.

Çekeceği olmak: Karşılaşacağı kötü bir durumu sezmek.

Çekidüzen vermek. Bozukluğu, düzensizliği, karışıklığı ortadan kaldırmak.


Çekip çevirmek: Bir yeri en güzel şekilde idare etmek.

Çekirdekten yetişme: Bir işi küçük yaşta öğrenme, onda ustalaşma.

Çekişe çekişe pazarlık etmek: Bir şeyi daha uygun almak için uzun süre yapılan pazarlık.

Çekiye gelmemek: Kullanılan ölçülere sığmamak.

Çelme takmak: Birinin yürüyen işini bozmaya çalışmak.

Çene çalmak: Gevezelik etmek, boş boş konuşmak.

Çene yarıştırmak: Gevezelik etmek.

Çene yormak: Boşuna konuşmak.

Çenesi durmamak: Çok fazla konuşmak.

Çenesi düşük: Dayanılmayacak kadar aşırı derecede konuşan kişi.

Çenesi kuvvetli: Etkili konuşan kimse.

Çenesini tutmak: Susmak, söylememek.

Çengel atmak: Bir konuda yandaş sağlamak amacıyla iletişim kurmak.

Çerden çöpten: Çürük, dayanaksız.

Çetele tutmak: Birilerinin hatalarını, yanlışlarını bir yere not etmek. Zamanı geldiğinde bunu onun aleyhine kullanmak.


Çetin ceviz: Yenilmesi, başarılması oldukça güç olan bir iş.

Çevir kazı yanmasın: Kişinin karşısındaki kişiyi kıracak bir söz söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara latife yolu ile söylenir.

Çıban başı: Bütün kötü sonuçların, uygunsuzlukların en önemli sebebi.

Çıfıt çarşısı: Türlü türlü kötülüklerin, hilenin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer.

Çığır açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak.

Çığırından çıkmak: Düzeltilmesi zor bir vaziyet almak.

Çıkmaz ayın son çarşambası: Hiç gelmeyecek bir zaman dilimi için kullanılır.

Çıkmaza girmek: İşin içinden çıkılamayacak bir duruma gelmesi.

Çın sabah: Sabahın en erken zamanı.

Çıngar çıkarmak: Kavgaya yol açmak.

Çırak çıkmak: İş ortağını kazanç göstermeden, zarara sokmak.

Çıt çıkarmamak: Hiç konuşmamak, gürültü yapmamak.

Çiçeği burnunda: Yeni, yeni başlamış.

Çifte kavrulmuş: 1. Çok pişkin kimse.  2. Çok çile çekmiş.

Çifte kumrular: Birbirini çok fazla seven ve birbirinden ayrılmayan kişiler.

Çiğ iplikle bağlanmak: Etkisi az sürecek, geçici çözüm yolu üretmek.

Çiğ renk: Sevimsiz renk.

Çiğ süt emmiş olmak: Soysuz olmak.

Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: Suç işlemedim ki, rüşvet yemedim ki korkayım anlamında.


Çiğlik etmek: İnsana, yaşına yakışmayan olgunluğa uygun düşmeyen yersiz davranışlarda bulunmak.

Çil yavrusu gibi dağılmak: Kötu bir durum karşısında darmadağın olmak.

Çile çekmek: Eziyet ve sıkıntı içinde yaşamak.

Çileden çıkmak: Dayanma gücünü kaybedip saldırgan bir hal almak.

Çilingir sofrası: Hafif mezelerle donatılmış içki sofrası.

Çingene çorbası: Herkesin farklı bir şekilde karıştırdığı durum.

Çivi kesmek: Donacak şekilde çok fazla üşümek.

Çoban kulübesinde padişah rüyası görmek: Çok dar olanaklarda büyük bir şey için hayal kurmak.

Çocuk oyuncağı: Önemsiz, basit işler için kullanılır.

Çok görmek: Birini bir şeye değer bulmamak.

Çok harman yeri dişlemiş: Hem çok kurnaz hem de çok deneyimli.

Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip çocuk sahibi olmak, onlarla uğraşmak.

Çorap söküğü gibi: Bir kez başlayınca arkası kendiliğinden gelmek.

Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan işte az da olsa bir katkısı olmak.

Çuhasını giymedikse kenarını kuşandık: Bu konuda benim de kendi çapımda bir bilgim var, anlamında.

Çuldan çuvaldan olmak: Elindeki her şeyi kaybetmek.

Çürüğe çıkmak: İşe sağlam olmadığı anlaşılarak o işten muaf olmak.

Çürük çarık: Sağlam tarafı olmadığı için işe yaramayan.

Çürük tahtaya basmak: İncelemeden, işin aslını öğrenmeden tehlikeli bir işe girişmek.

Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak."Caka satmayı bırak da işine bak."

Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için)."Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu."

Cana can katmak: İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü vermek."Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem."

Can alacak yer (nokta): Bir şeyin en önemli yeri, en temelli noktası."Meselenin can alıcı noktasına bir türlü ulaşamadık."

Cana minnet (bilmek): İhtiyacı olduğu hâlde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak."Yalnızca su mu? Canıma minnet, çabuk ver."

Can atmak: Herhangi bir şeye sahip olmayı, ya da herhangi bir şeye erişmeyi çok istemek."Top oynamaya can atıyordu."

Can borcunu ödemek: Ölmek."Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum."

Cana yakın: Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan."Ne cana yakın bir insanmış meğer."

Can baş üstüne: İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır."Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim."

Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak."Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu."

Can damarı: Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç."Babam evin can damarıdır."

Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak."Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler."

Can dayanmamak: Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek."Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?"



Can düşmanı: Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan."Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı."



Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge."Onları can evlerinden vurmaya yemin etti."



Can evinden vurmak: En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkânı kalmayacak şekilde vurmak."Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar."



Can havli ile: Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak)."Silâh sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı."



Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak."Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi."



Canı (gönlü) çekmek: Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak."Şimdi o yeşil eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki."



Canı çıkmak: 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok yıpranmak."Onu razı edinceye kadar canım çıktı."



Canı gitmek: Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak."Araba çizilecek diye canı gidiyor."



Canına değmek: 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad olmak."Büyükannenin canına değsin, ikramın bizi oldukça sevindirdi"



Canına kıymak: 1. İntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek."Komşunun kızı canına kıymış."



Canına okumak: 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. İyi bir şeyi kötü hâle getirmek, heder etmek, harcamak."Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde."



Canına tak demek: Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek."Canıma tak dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terkedersin!"



Canına yandığım (yandığımın): Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır."Canına yandığımın adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta."



Canına yetmek: Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek."Canıma yetti artık bu işi yapmayacağım."



Canından bezmek: Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek."Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!"



Canını almak: Öldürmek."Allah canını alsın da kurtulalım senden!"



Canını bağışlamak: Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten vazgeçmek."Ona kıyamadı ve canını bağışladı."



Canını dişine takmak: Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak."Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti."



Canını sokakta bulmak: Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır."Biraz soluk almama izin ver. Ben canımı sokakta bulmadım."



Canının içine sokacağı gelmek: Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak."Öyle ki o yavrucağı canımın içine sokacağım geliyor!"



Canını vermek: 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak."Vatan uğruna kim can vermez ki?"



Canını yakmak: 1. Fizikî acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, kaygılandırmak."Lütfen canını yakma çocuğun."



Canı tatlı: Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan."Öyle de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor."



Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen."Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!"



Canı yanmak: 1. Fizikî bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak."Canını yakmadan ver o elindekini bana!"



Can kalmamak: Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek."Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gidedurun."



Can kaygısına düşmek: Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak."Ortalık birbirine girip silâhlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın."



Can kulağıyla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek."Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı."



Canla başla: Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak."Hepsi canla başla çalıştı."



Canlı cenaze: Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse."Adam canlı cenaze gibiydi."



Canlı yayın: Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını."Parti temsilcileri bu akşam televizyonda canlı yayında tartışacaklar."



Can pazarı: Herkesin kendi canının kaygısına düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer."Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar."



Can sağlığı: Esenlik, kişinin sağlıklı olması."Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can sağlığı."



Can sıkıntısı: Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkânı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım."Bütün gün evde oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum."



Can vermek: 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister olmak."Adam bir kurşunda can verdi."



Can yakmak: 1. Üzmek, acı vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak."Şu hareketlerinle canımı yakıyorsun."



Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse."Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı vardır."



Cart curt etmek: Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak."Karşımda cart curt edip durma."



Cart kaba kâğıt: Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme ünlemi.



Cebi delik: Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen."Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın."



Cebini doldurmak: Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak."Cebini doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın."



Cehennem azabı: 1. Çok büyük sıkıntı, eziyet. 2. İman etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârların cehennemde çekecekleri ceza."Allah bizi cehennem azabından korusun."



Cehennem olmak: Defolup gitmek."Çabuk cehennem ol yanımdan."



Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek."Sakın güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim."



Cendereye sokmak: Çok sıkıştırmak, manevî baskı altına almak."Adamı cendereye almayı iyi beceriyorsun."



Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek."Öyle bir cevap yapıştırdı ki hasmı donakaldı."



Ciğeri beş para etmemek: Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık (bir kimse olmak)."Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para etmez adamlarla işim yok."



Ciğerimin köşesi: 1. Çok sevdiğim. 2. Sevgili evlâdım."O, hâlâ benim ciğerimin köşesidir."



Ciğerini okumak: Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak."Bizimi düşünüyormuş? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını düşünmez."



Ciğerini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana uğratmak."Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ciğerini sökerim onun."



Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma düşmek."Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı."



Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok anlayışlı."Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden gelecektir."



Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için kullanılır.



Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek."Zorla cinleri başıma topladınız."



Curcunaya çevirmek (veya döndürmek): Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle getirmek."Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler."



Cümbür cemaat: Topluca, hep birden."Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik."



Cümle kapısı: Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş kapısı."Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde toplandılar."



Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak."O, hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti."



Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte yakalamak.

Cadı kazanı (gibi): Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer. “Mahalle bir anda cadı kazanı gibi kaynamaya başladı.”

Caka satmak: Çalım satmak, gösteriş yapmak. “Caka satmayı bırak da işine bak.”

Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için). “Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu.”

Can alıcı yer (nokta): Bir şeyin en önemli, en çarpıcı yeri. “İnsan sağlığı, eğitim ve kültür konularının en can alıcı noktası, ekonomidir.”

Can atmak: Çok istemek, çok arzulamak. “Babası ile parka gitmek için can atıyor.”

Can borcunu ödemek: Ölmek. “Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum.”

Cana yakın: Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan. “Ne cana yakın bir insanmış meğer.”

Can baş üstüne: İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır. “Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim.”

Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak. “Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu.”

Can damarı: Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç. “Babam evin can damarıdır.”

Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak. “Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler.”

Can dayanmamak: Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek. “Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?”

Can düşmanı: Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan. “Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı.”

Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge. “Onları can evlerinden vurmaya yemin etti.”

Can evinden vurmak: En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkânı kalmayacak şekilde vurmak. “Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar.”

Can havli ile: Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak). “Silâh sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı.”

Can kalmamak: Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek. “Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gidedurun.”

Can kaygısına düşmek: Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak. “Ortalık birbirine girip silâhlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın.”

Can kulağıyla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek. “Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı.”

Can pazarı: Herkesin kendi canının kaygusuna düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer. “Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar.”

Can sağlığı: Esenlik, kişinin sağlıklı olması. “Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can sağlığı.”

Can sıkıntısı: Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkânı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım. “Bütün gün evde oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum.”

Can vermek: 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister olmak. “Adam bir kurşunda can verdi.”

Can yakmak: 1. Üzmek, acı vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak. “Şu hareketlerinle canımı yakıyorsun.”

Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse. “Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı vardır.”

Cana can katmak: İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü vermek. “Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem.”

Cana minnet (bilmek): İhtiyacı olduğu hâlde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak. “Yalnızca su mu? Canıma minnet, çabuk ver.”

Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak. “Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi.”

Canı (gönlü) çekmek: Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak. “Şimdi o yeşil eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki.”

Canı çıkmak: 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok yıpranmak. “Onu razı edinceye kadar canım çıktı.”

Canı gitmek: Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak. “Araba çizilecek diye canı gidiyor.”

Canına değmek: 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad olmak. “Büyükannenin canına değsin, ikramın bizi oldukça sevindirdi”

Canına kıymak: 1. İntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek. “Komşunun kızı canına kıymış.”

Canına okumak: 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. İyi bir şeyi kötü hâle getirmek, heder etmek, harcamak. “Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde.”

Canına tak demek: Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek. “Canıma tak dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terk edersin!”

Canına yandığım (yandığımın): Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır. “Canına yandığımın adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta.”

Canına yetmek: Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek. “Canıma yetti artık bu işi yapmayacağım.”

Canından bezmek: Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek. “Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!”

Canını almak: Öldürmek.  “Allah canını alsın da kurtulalım senden!”

Canını bağışlamak: Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten vazgeçmek. “Ona kıyamadı ve canını bağışladı.”

Canını dişine takmak: Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak. “Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti.”

Canını sokakta bulmak: Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır. “Biraz soluk almama izin ver. Ben canımı sokakta bulmadım.”

Canının içine sokacağı gelmek: Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak. “Öyle ki o yavrucağı canımın içine sokacağım geliyor!”

Canını vermek: 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak. “Vatan uğruna kim can vermez ki?”

Canını yakmak: 1. Fizikî acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, kaygılandırmak.“Lütfen canını yakma çocuğun.”

Canı tatlı: Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan. “Öyle de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor.”

Canı tez: Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen. “Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!”

Canı yanmak: 1. Fizikî bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak. “Canını yakmadan ver o elindekini bana!”

Canla başla: Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak. “Hepsi canla başla çalıştı.”

Canlı cenaze: Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse. “Adam canlı cenaze gibiydi.”

Canlı yayın: Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını. “Parti temsilcileri bu akşam televizyonda canlı yayında tartışacaklar.”

Cart curt etmek: Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak. “Karşımda cart curt edip durma.”

Cart kaba kâğıt: Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme ünlemi.

Cebi delik: Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen. “Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın.”

Cebini doldurmak: Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak. “Cebini doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın.”

Cehennem azabı: 1. Çok büyük sıkıntı, eziyet. 2. İman etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârların cehennemde çekecekleri ceza. “Allah bizi cehennem azabından korusun.”

Cehennem olmak: Defolup gitmek. “Çabuk cehennem ol yanımdan.”

Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek. “Sakın güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim.”

Cendereye sokmak: Çok sıkıştırmak, manevî baskı altına almak. “Adamı cendereye sokmayı iyi beceriyorsun.”

Cevabı yapıştırmak: Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek. “Öyle bir cevap yapıştırdı ki karşısındaki donakaldı.”

Ciğeri beş para etmemek: Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık (bir kimse olmak). “Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para etmez adamlarla işim yok.”

Ciğerimin köşesi: 1. Çok sevdiğim. 2. Sevgili evlâdım. “O, hâlâ benim ciğerimin köşesidir.”

Ciğerini okumak: Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak. “Bizi mi düşünüyormuş? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını düşünmez.”

Ciğerini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana uğratmak.”Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ciğerini sökerim onun.”

Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma düşmek. “Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı.”

Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok anlayışlı. “Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden gelecektir.”

Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için kullanılır.

Cinleri başına toplamak: Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek. “Zorla cinleri başıma topladınız.”

Curcunaya çevirmek (döndürmek): Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle getirmek. “Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler.”

Cümbür cemaat: Topluca, hep birden.”Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik.”

Cümle kapısı: Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş kapısı.”Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde toplandılar.”

Cüret etmek: Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.”O, hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti.”

Cürmü meşhut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte yakalamak.

Yorumlar (0)