Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler H Harfi

Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler H Harfi

Deyimler Sözlüğü, Deyimler ve Anlamları, Açıklamalı Deyimler A Harfi, Atasözleri ve Deyimler, Atasözleri ve Açıklamaları, Türkçe Atasözleri

Atasözleri ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Deyimler ve Anlamları İçin Tıklayınız.

A B C Ç D E F G H I İ K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

H Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları


Ha bire: Sürekli olarak, devamlı.

Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca: Farklı gibi görünse de ikisi de aynıdır, birdir.

Habbeyi kubbe yapmak: Küçük bir şeyi çok büyükmüş gibi göstermek.

Haber uçurmak: Çabucak, gizli bir şekilde haber göndermek.

Hacet kalmamak: İhtiyaç, lüzum yok, mevcut ihtiyaç bir şekilde giderildi, anlamında.

Hacı ağa: Gereksiz yere para harcayan bilgisiz, cahil zengin.

Haddini bildirmek: Yetkisi olmayan bir işe karışan biri için gereğini yapmak.

Haddini bilmek: Olur olmaz her işe burnunu sokmamak.

Hafakanlar basmak: Bunalma derecesinde çok sıkılmak.

Hafife almak: Bir şeyi küçümsemek, ona önem vermemek.

Hak kazanmak: Sarf edilen bir emeğin karşılığını alabilecek bir duruma gelmek.

Hak yolu: Yüce Allah'ın insanlara bildirdiği tek ve doğru olan yol.

Hakkı geçmek: Bir şeyde veya birinde birinin emeğinin olması.

Hakk-ı sükût : Birine bildiği bir doğruyu söylememesi için sağlanan fayda için kullanılır.

Hakkından gelmek: 1. Zor bir işi başarı ile sona erdirmek. 2. Yenmek, öç almak, cezasını vermek.

Hakkını helâl etmek: Birinin kişiye geçmiş olan emeğini bağışlamak.

Hakkını vermek: Bir iş için ne gerekiyorsa tümünü yapmak.

Hakkını yemek: Başkasının emeğini gasp etmek, onun emeğinin karşılığını yok saymak.

Hâlden anlamak: Bir kişinin içinde bulunduğu zor durum karşısında anlayış göstermek.

Hâle yola koymak: Bir şeyi tertiplemek, tıkır tıkır işleyecek bir duruma getirmek.

Hâli vakti yerinde: Oldukça zengin, varlıklı kimse.

Halim selim: Yumuşak ahlaka sahip kişi.

Halis muhlis: İçinde yabancı madde olmayan, saf, katışıksız.

Halka verir talkını kendi yutar salkımı: Verdiği öğütlere kendisi uymaz. Söylediklerini yapmayan kimse.

Hallaç pamuğu gibi atmak: Parçalayarak etrafa saçmak, darmadağın etmek.

Halt etmek: Uygunsuz İşler yapmak.

Halvet olmak: Görüşmek üzere yalnız kalıp içeriye kimseyi sokmamak.

Ham ervah: Yersiz, gereksiz söz ve davranışlara sahip, belli bir olgunluğa gelmeyen kimse.

Hamhum şaralop: Boş, anlamsız söz.

Hangi dağda kurt öldü: Beklenilmeyen bir durum ya da davranış görüldüğünde söylenir.

Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: Her işte parmağı olan, ilgili olan kimse.

Hanım evlâdı: Zora gelmeyen, nazlı büyütülmüş kimse.

Hanya'yı Konya'yı Öğrenmek: Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak.

Hapı yutmak: İşi berbat olmak, kötü bir duruma düşmek.

Har gür: Karışıklık.

Har vurup harman savurmak: Elindekileri hesapsızca harcayıp tüketmek.

Haraç mezat satmak: Açık artırmayla satmak.

Haram yemek: Kişinin emeğinin karşılığı olmayan, haksız yere elde edilen para.

Harcı olmak: Yapılabilecek bir uğraşın olması.

Haremlik selamlık olmak: Bir yerde kadınlar ayrı, erkekler ayrı olmak.

Harfi harfine: Tıpatıp, gerçekte olduğunun aynısı.

Hariçten gazel okumak: Bir şeye (konuşmaya) yersiz ve zamansız katılmak.

Hasır altı etmek: Bir şeyi unutturmak için çalışmak.

Hasret çekmek: Birine, bir şeye çok büyük özlem duymak, ona şiddetle kavuşmak istemek.

Hasret kalmak: Şiddetle kavuşmak istediği, özlem duyduğu bir şeye çok uzun bir zaman kavuşamamak.

Hastası olmak: Birine, bir şeye aşırı derecede düşkün olmak.

Haşatı çıkmak: Bir işi yapamaz duruma gelmek, aşırı derecede yorulmak.

Haşir neşir olmak: Birileriyle sıkı fıkı olmak.

Hatır belâsı: Kendisine değer verilen ve sevilen kimse için katlanılan sıkıntı.

Hatır gönül bilmemek: En sevdiği, değer verdiği kişinin gücenmesini dahi düşünmeyerek kırıcı olmak.

Hatırı kalmak: Kırılmak, gücenmek.

Hatırı sayılır: Saygın, sözü geçen kıymetli (kimse).

Hatırında kalmak: Unutmamak.

Hatırından çıkmamak: Saydı duyduğu, saydığı birini reddedememek.

Hatırını saymak: Gereken her türlü saygıyı göstermek.

Hava basmak: Kibirlenmek, kişinin kendini olduğundan büyük göstermeye çalışması.

Hava hoş: Hangi şekilde olursa olsun fark etmez.

Hava parası: Bir iş yapmak için kira dışında tek seferde verilen para.

Havada kalmak: İspat etmekten yoksun, temelsiz, dayanaksız.

Havadan sudan konuşmak: Önemsiz şeylerden bahsetmek.

Havanda su dövmek: Boşuna uğraşmak, verimsiz, sonuç alınamayacak işlerle uğraşmak.

Havaya savurmak: Bir şeyi lüzumsuz yere harcayıp tüketmek.

Havsalası almamak: Aklı kabul etmemek.

Hayal kırıklığı: Bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan derin üzüntü.

Hayal meyal: Belirsiz olan, açık seçik belli olmayan.

Hayat memat meselesi: Ölüm kalım sorunu, kişi için çok önemli olan sorun.

Hayatı kaymak: Yaşama düzeni bozulmak.

Hayatını kazanmak: Çalışıp kazandığı para ile geçinmek.

Hayatını yaşamak: Canının istediği her şeyi yapmak.

Haybeye kürek çekmek: Sonuçsuz kalacağı bir şeyde boşu boşuna uğraşmak.

Hayır işlemek: Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için kişilere uygun davranışlarda bulunmak.

Hayır kalmamak: İşe yarar bir tarafı kalmamak.

Hayra yormak: Bir şeyi ne olursa olsun iyi bir şeyin habercisi olarak görmek.

Hayrete düşmek: Şaşırıp kalmak.

Hazıra konmak: Başkasının emeğiyle meydana gelmiş bir şeye erişmek.

Hazırdan yemek: Mevcut birikmiş olandan harcamak.

Helâl süt emmiş olmak: Doğru yolda olan, dürüst, temiz kimse.

Hem kel, hem fodul: Meydanda olan eksikliklere bakmayarak üstünlük taslayan.

Hem nalına hem mıhına: Birbirine karşı olan iki tarafı da desteklemek.

Hem suçlu hem güçlü: Yanlışı kendisi yapmasına karşın karşısındaki kişiyi suçlayan kimse.

Hem ziyaret hem ticaret: Bir taşla iki kuş vurmak. Kişinin bir işi niyet etmesi sonrasında aynı anda başka bir işin de gerçekleşmesi.

Her işe burnunu sokmak: Bildiği bilmediği her işe karışmak, fikir ileri sürmek.

Her kafadan bir ses çıkmak: Konuşma esnasında herkesin  aynı zaman dilimi içinde düşüncesini dile getirmesi.

Her tarafı buz kesmek: Şaşırıp öylece kalmak.

Her tarakta bezi olmak: Birçok işte eli, ilgisi bulunmak. Birçok uygunsuz işte parmağı olmak.

Her telden çalmak: Pek çok konuda bulunduğu ortama göre pozisyon belirleyen.

Hesaba çekmek: Kişiyi yaptığı işler üzerine açıklama yapmaya çağırmak.

Hesaba katmak: Bir işi yaparken başka olasılıkları da göz önünde bulundurup hareket etmek.

Hesabını bilmek: Gelir ve giderini ayarlayabilen.

Hesabını görmek: Birisiyle olan bir sorunu nedeniyle onu cezalandırmak, öldürmek.

Hesap sormak: Bir kişiyi söz ve davranışlarından dolayı sorgulamak.

Hesap vermek: Yapılan bir davranıştan veya söylenen bir sözden dolayı bir şeyin nedenini açıklamak.

Hesapsız kitapsız: Ölçüyü bilmemek, sorumsuzluk.

Hevesi kursağında kalmak: Çok arzu ettiği şeyi elde edememek.

Hevesini almak: Çok arzuladığı bir şeye kavuşup o şeye doymak.

Heyheyleri tutmak: Çok fazla sinirlenmek.

Hık demiş burnundan düşmüş: Her yönüyle ona çok fazla benziyor, anlamında.

Hık mık etmek: Bir işi yapmamak için türlü türlü bahaneler öne sürmek.

Hır çıkarmak: Kavga çıkarmak, gürültü etmek.

Hışmına uğramak: Birinin kızgınlığına hedef olmak.

Hıyar ağası: Kaba, görgüsüz kimse.

Hızır gibi yetişmek: Çaresiz durumlarda yardıma yetişmek.

Hiç yoktan: Hiçbir sebep olmadan, nedensiz.

Hiçe saymak: Hiç önem vermemek, değerli görmemek.

Hiddete gelmek: Çok kızmak, öfkelenmek.

Hizaya getirmek: Bir kimsenin davranışlarını değiştirerek onu yola getirmek.

Hodri meydan: Kendine çok fazla güvenen kimselerin kullandığı söz.

Hokka gibi: Ufak, düzgün (ağız).

Hop oturup hop kalkmak: Öfkesinden yerinde duramaz olmak.

Hor bakmak: Birine değer vermemek.

Hor görmek: Birini, bir şeyi değersiz görmek, küçümsemek.

Hor kullanmak: Dikkat etmeyerek hoyratça kullanmak.

Hora geçmek: İşe yaramak, beğeni almak.

Hora tepmek: Ayaklarını yere vurarak oynamak.

Horozlar ötmek: Sabah olmak.

Hoşafına gitmek: Birini beğenmek.

Hoşbeş etmek: Biriyle sohbet etmek, onun hal hatırını sormak.

Höt demek: Birini korkutmak, birine çatmak.

Hurdası çıkmak:  Bir şeyin kullanılamayacak bir hale gelmesi.

Huyuna suyuna gitmek: Birinin istek ve arzularına paralel hareket etmek, onu kızdıracak davranışlardan uzak durmak.

Huyunu suyunu almak: Kişinin tüm karakteristik özelliklerini edinmek.

Huzurunu kaçırmak: Birini tedirgin ve rahatsız etmek.

Hüd dağı gibi şişmek: Bir nedenden kişinin vücudunun bir tarafının belirgin bir şekilde şişmesi.

Hüküm giymek: Hapis cezası almak.

Hüküm sürmek: Bir şeyin varlığının sürüp gitmesi, bir şeye sahipliğinin devam etmesi.

Hülya kurmak: Hayal kurmak.

Hüsn-ü kuruntu: Olmayacak bir şeyin olacağını sanıp onun hayalini kurmak.

Hüsrana uğramak: Bir şeyde istenilen neticeyi elde edememekten dolayı çok üzülmek, büyük acı çekmek.

Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca: Farklı gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir değişikliği yoktur, "ikisi de birdir" anlamında kullanılır.

Ha babam (ha): 1. Devamlı olarak, hiç durmadan. 2. Karşısındakinin çabasını, gayretini artırmak için kullanılır."Ha babam ha, az kaldı, bitireceğiz işi."

Habbeyi kubbe yapmak: Önemsiz, küçük bir şeyi büyütüp mesele çıkarmak."Söyle ona, habbeyi kubbe yapıp durmasın, ne olmuş çocuk biraz geç kalmış da!"

Haber uçurmak: Çabucak, gizlice haber göndermek."Hemen haber uçurun köye, kaymakam bu gece misafir olacakmış!"

Ha bire: Durmadan, arka arkaya, sürekli olarak, ara vermeden."Tarlada bir adam ha bire çalışıyordu."

Hacet kalmamak: Gereği olmamak, lüzumu kalmamak."Seni çağırmaya hacet kalmadı."

Hacı ağa: Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz zengin."Ne bu israf! Hacı ağa mısın sen?"

Haddine mi düşmüş!: "Onun bunu yapmaya yetkisi yoktur; böyle bir işe nasıl, hangi yetenekle girişir? Bu işi yapması imkânsızdır" anlamında kullanılır."Haddine mi düşmüş ki ona söz söyleyebilsin."

Haddini bildirmek: Yetkisi dışındaki işlere karıştığı için sert bir karşılık vererek onu cezalandırmak, yola getirmek, uslandırmak, yetki sınırını bildirmek."Haddini bildirin şu serseme de bir daha onun bunun malına el uzatmasın."

Haddini bilmek: Kendi değer ve yeteneğini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabileceği şeylerin ötesine geçmemek."Merak etme sen, o haddini bilen bir çocuktur."

Haddi zatında: Aslında."Haddi zatında sen ona hakkını vermemiştin ki!"

Hafife almak: Küçümsemek, önem vermemek,"Beni hafife alıyorlar ama yanılıyorlar."

Hak getire: "Yoktur, bulunmaz, Allah vermemiştir" anlamında kullanılır."Öyle bir diyardayız ki su ve yiyecek Hak getire."

Hak kazanmak: Davasında haklı olduğu meydan çıkmak, emeğinin karşılığını alabilecek duruma gelmek."Emekliliğe yedi yıl sonra hak kazanacağım."

Hakkı geçmek: 1. Birisinin payından bir başkası almış olmak. 2. Bir şeyde veya bir kimsede emeği bulunmak."Komşumun çok hakkı geçmiştir bana, onunla mutlaka helâlleşmeliyim."

Hakkından gelmek: 1. Güç bir işi başarı ile sonuçlandırmak. 2. Öç almak, yenmek veya cezasını vermek."Siz onu bana bırakın, hakkından gelmesini bilirim."

Hakkını helâl etmek: Geçen hakkını, emeğini bağışlamak."Annem inşallah hakkını helâl eder bana."

Hakkını vermek: 1. Bir şeyin lâyıkıyla yapılması için ne gerekiyorsa ondan kaçınmamak. 2. Birinin çalışmasını gereğince değerlendirmek, hakkı olan şeyi vermek."Çalıştırdığın kişinin hakkını vermek zorundasın."

Hakkını yemek: Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek."Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır."

Hakk-ı sükût (sus payı): Bir konu üzerinde konuşmaması, bildiği şeyi söylememesi karşılığında bir kimseye sağlanan yarar.

Hak yolu: Cenab-ı Allah`ın insanlara kitapları ve peygamberleri ile bildirdiği, dünya hayatında tutmaları gereken yol, yaşama düzeni, doğru ve haklı yol.

Hâlden anlamak: Bir kimsenin içinde bulunduğu zor durumu kavrayarak, anlayıp sezerek hoşgörülü olmak, anlayış göstermek."Dedem hâlden anlayan birisidir, bize iyi davranacağına eminim."

Hâle yola koymak: Düzenlemek, tertiplemek, iyi işler bir duruma getirmek."Hele şu işleri bir hâle yola koyalım, o zaman tatilini de düşünürüz."

Hâli vakti yerinde: Zengin, oldukça varlıklı, para durumu iyi."Hasan efendiler mi? Hâli vakti yerinde insanlardır onlar."

Halis muhlis: Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan."Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz."

Halka verir talkını kendi yutar salkımı: Kendi verdiği öğütlere kendisi uymaz.

Hallaç pamuğu gibi atmak: Bir arada, toplu bulunan şeyleri ya da kimseleri dağıtmak, parçalamak; bu yolla sağa sola, her birini bir yana atmak."Sizin takımı hallaç pamuğu gibi atacağız sahadan."

Halt etmek: Yakışıksız davranmak, uygunsuz bir söz söylemek veya kötü bir şey yapmak."Halt etmişsin, bir de utanmadan anlatıyorsun."

Ham ervah: Çiğ adam; yersiz ve yakışıksız sözleri, davranışları olan kaba kimse.

Hangi dağda kurt öldü?: Kendisinden hiç umulmayan, beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranışı görüldüğünde; "Nasıl oldu da böyle güzel bir iş, bir iyilik yaptı?" anlamında söylenir.

Hangi rüzgâr attı?: "Nasıl oldu da gelebildin? Hiç görünmüyordun, sen de gelir miydin?" anlamında, uzun süre bir yerde görünmeyen kimse için kullanılır.

Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: 1. Hemen her işte parmağı vardır. 2. Her işten anlar, her işe karışır ya da her işten anladığı izlenimi verir.

Hanım evlâdı: Nazlı büyütülmüş, zora gelmeyen, çıtkırıldım kimse."Amma hanım evlâdıymışsın, çekil şuradan ben yaparım."

Hapı yutmak: Kötü bir duruma düşmek, zarar ve ziyana uğramak."Hapı yuttuk desene!"

Haram olmak: Bir şeyden gerektiği gibi yararlanamaz olmak."Senin yüzünü görmek bana haram oldu."

Haram para: Dinî bakımdan yasaklanmış yollardan elde edilen para."Haram parayla ekmek alınmaz."

Haram yemek: Dinî inançlara aykırı olarak kazanç sağlamak, haksız olarak bir şeye el atmak."İnsan ol, haram yemek insana kâr getirmez."

Harfi harfine: Tastamam, uygun, tıpatıp, gerçekte olduğu gibi."Söylediklerimi harfi harfine yerine getirdin mi?"

Har vurup harman savurmak: Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.

Hasret çekmek: Özlem duymak, epeydir ayrı kaldığı yere ya da kimseye kavuşma isteği içinde olmak."Yıllardır yurdumun hasretini çekiyorum."

Hasret gitmek: Özlediği, sevdiği bir yere ya da kimseye kavuşamadan ölmek.

Hasret kalmak: Özlemini duyduğu şeye uzun zaman kavuşamamak."Hasret kaldım deresine, tepesine..."

Hastası olmak: Bir şeye çok düşkün olmak."Bizim oğlan köpek hastası, hiç kapıdan eksik etmiyor."

Haşir neşir olmak: Aralarında bulunduğu kimselerle kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak; kimi işlerle ilgilenip durmak."İnsanlarla haşir neşir olmayı sevdiğim söylenemez."

Hatır belâsı: Sayılan ve sevilen kimse için katlanılan sıkıntı."İnan bu işi hatır belâsına yapıyorum."

Hatır gönül tanımamak (bilmemek): 1. İsterse en sevdiği ve saydığı olsun, gücenmesini göze alarak doğru bildiğini yapmak. 2. Kırıcı davranışlarda bulunmak.

Hatırı kalmak: Gücenmek, kırılmak."Eğlenceye onu da çağıralım ki hatırı kalmasın."

Hatırından çıkmamak: Sevdiği, saygı duyduğu birinin istediği bir şeyi yapmayı reddedememek, gönlünü kırmaktan çekinmek.

Hatırı sayılır: 1. Önemli, saygı değer, saygın (kimse). 2. Oldukça çok."Babam, hatırı sayılır bir kimsedir."

Hava almak: 1. Temiz havalı bir yere çıkarak dolaşmak, dinlenmek, ciğerlere temiz hava çekmek. 2. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulamamak. 3. İçine hava girmek."Haydi, kıra çıkıp da biraz hava alalım."

Hava basmak: 1. Büyüklenmek, kibirlenmek, olduğundan fazla görünmeye çalışmak. 2. Bir şeyin içine hava doldurmak."Amma da hava basıyorsun, onları korkutacağını mı sandın.?"

Havada kalmak: 1. Yüksek bir yerde durmak. 2. Sonuca bağlanamamak. 3. Bir iddia, dayanaksız olduğundan ispat edilememek."Yaptığımız bütün iş havada kaldı."

Havadan sudan konuşmak: Öylesine, gelişigüzel, rastgele konuşmak.

Hava hoş: Şu ya da bu şekilde olması arasında bir fark olmamak.

Havanda su dövmek: Bir işle boşuna uğraşmak."Senin yaptığına havanda su dövmek derler,bırak artık şu işle uğraşmayı."

Hava parası: Bir yeri tutmak, kiralamak ya da bir şeyi elde etmek için değeri dışında açıktan verilen para."Yeri bize verecekler ama bir milyon lira hava parası istiyorlar."

Havsalası almamak: Aklı kabul etmemek."Nasıl yaparsın bana bunu, hâlâ havsalam almıyor."


Hayal kırıklığı: Gerçekleşmesi istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü, düş kırıklığı.



Hayal meyal: Belli belirsiz, açık seçik belli olmayan, bulanık (bir şekilde hatırlanan)."O olayı hayal meyal hatırlıyorum."



Hayatını kazanmak: Çalışıp elde ettiği para ile geçimini sağlamak."Ben iyi ya da kötü hayatımı kazanıyorum, sen kendi işine bak."



Hayatını yaşamak: Canının istediği gibi hayatını sürdürmek."Bana karışmaya hakkınız yok, bırakın beni, artık hayatımı yaşamak istiyorum."



Hayat memat meselesi: Sonucu çok tehlikeli olan, ölüm kokan bir durum."Artık burada kalamam, iş hayat memat meselesine döndü."



Hayat pahalılığı: Yiyecek, içecek ve giyecek gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahalı olması."Hayat pahalılığından herkes şikâyetçi olmaya başladı."



Hayırdır inşallah!: 1. Anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için söylenir. 2. Şaşma, heyecan ve merak uyandıran durumlar karşısında söylenir.



Hayır işlemek: Dine ve insanlığa uygun, iyi davranışlarda bulunmak."Hayır işle ki öbür dünyada kurtuluşa eresin."



Hayır kalmamak: İşe yarar, beğenilecek bir yanı ve tarafı kalmamak."Bu arabalarda hayır kalmamış, yenilerini almamız gerekecek."



Hayır sahibi: İyiliksever, yardımsever kimse."Şu yoksullara uzanacak bir hayır sahibi kalmadı mı acaba?"



Hayra yormak: Bir rüya ya da olayı iyi ve yararlı bir durumun işareti görmek.



Hazıra konmak: Hiçbir emek sarf etmeden, çaba göstermeden başkasının emeği ile ortaya çıkmış olan şeyden yararlanmak."Hazıra konarak yaşamayı kural edinmiş bu adam."



Hazır bulunmak: 1. Bir yerde kendisi bulunmak, var olmak. 2. Bir yere hemen gidecek, bir şeyi anında yapacak durumda olmak."Yarınki toplantıda sen de hazır bulunmalısın."



Hazırdan yemek: Yenisini kazanmadan elindekini harcamak."Hemen her gün bir bahane buluyor, çalışmıyor ve hazırdan yiyiyordu."



Helâl süt emmiş olmak: İyi huylu, doğru yoldan sapmayan, temiz bir kişi."İnanmıyorum onun yaptığına, o helâl süt emmiş birisidir."



Helâl olsun (Helâl ü hoş olsun): 1. Bunu sana gönül hoşluğu ile veriyorum, hiç pişman değilim, Allah bunu sana bağışladığıma şahit olsun. 2. "Aferin, takdire değer iş yapıyorsun" anlamında kullanılır.



Hele şükür!: Allah`a hamdolsun, beklediğimiz sonuç gerçekleşti.



Hem kel hem fodul: "Bu kadar kusuruna, bu yeteneksizliğine rağmen bir de övünüyor, üstünlük taslıyor" anlamında kullanılır.



Hem nalına hem mıhına (vurmak): Birbirine zıt olan iki yanı da desteklemek."Ben hem nalına hem de mıhına vuran adamlardan korkarım."



Hem suçlu hem güçlü: Gerçekte kendisi suçlu olduğu hâlde suç işlememiş gibi davranan ve karşısındakini suçlamaya çalışan kimse.



Hem ziyaret hem ticaret: Bir yeri veya kimseyi ziyarete giden kimsenin, bu görüşmeden yararlanarak başka bir işi de yapması durumunu anlatmak için kullanılır.



Her kafadan bir ses (çıkmak): Bir konu üzerinde herkesin istediği gibi, rastgele konuşması ve bu konuşmalardan bir sonuç alınamaması."Ortalık kızıştı, her kafadan bir ses çıkmaya başladı, kimin ne dediği anlaşılmaz oldu."



Her telden çalmak: Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre her çeşit iş yapabilir olmak.



Hesaba çekmek: Bir kişiyi, bir makamı yaptığı işler üzerine açıklama ve savunma yapmaya çağırmak."Sakın oraya gitme, seni hesaba çekecekler."



Hesaba dökmek: Bir konu ile ilgili işlemlerin hesabını kâğıt üzerinde yapmak.



Hesaba katmak (almak): Bir işi yaparken ya da yürürürken bir başka şeyi de göz önünde bulundurmak."Hasan`ı da hesaba katalım, az zorluk çıkarmayacaktır bize."



Hesaba (kitaba) gelmez: 1. Beklenmedik, umulmadık. 2. Sayılmayacak kadar çok, pek fazla, sayısız.



Hesabı kesmek: Alış verişi ya da ilgiyi kesmek."Dükkân sahibi, uzun zamandır borcunu ödemeyen müşterisinin hesabını kesti."



Hesabını bilmek: Boş yere para harcamamak, tutumlu davranmak."Her ev kadını hesabını bilmek zorundadır."



Hesabını görmek: 1. Alacağını ödeyip ilişkisini kesmek. 2. Cezalandırmak, vücudunu ortadan kaldırmak ya da öldürmek."Çabuk şu adamın hesabını görün!"



Hesap açmak: 1. Hesap defterinde, bir kişiye alış veriş için alacağını borcunu kaydetmek üzere bir yer ayırmak. 2. Bankada, gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak. 3. Birine kredi açmak, birine borçlanma imkânı tanımak.



Hesap etmek: 1. Kazançla gideri karşılaştırıp bir sonuca ulaşmak. 2. Düşünmek, tasarlamak, ayrıntıları gözden geçirip ihtimalleri değerlendirmek."Hesap etmeden sakın işe girişmeyin!"



Hesap görmek: Taraflarca alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek."Çok uzadı, hesap görmek için ne zaman bir araya geleceğiz?"



Hesap kitap: Düşünüp taşındıktan sonra, hesap sonunda."Hesap kitap, baktım işler kötüye gidiyor; hemen sizi çağırdım."



Hesapsız kitapsız: 1. Sorumsuz, ölçüsüz, tutumsuz. 2. Deftere geçirilmeden, herhangi bir belgeye dayanmadan."Ne hesapsız kitapsız işlerin içine girmişiz de haberimiz yokmuş."



Hesap sormak: Bir kimseyi kanunsuz, kural dışı, ahlâka aykırı, usulsüz davranış ve sözlerinden ötürü sorgulamak, o kişiden savunma istemek."Size hesap sormak için mutlaka geri döneceğim."



Hesaptan düşmek: Borçtan, alacaktan, hesaptan çıkarıp yok saymak."Elli bin lirayı hesaptan düşmeyi unutmadın inşallah."



Hesap tutmak: Alış verişle ilgili alacağı ve vereceği bir kâğıda ya da deftere yazmak.



Hesap vermek: 1. Herhangi bir davranışının ya da sözünün sebebini açıklamak 2. Bir işin sorumluluğunu üstlenmek."Rahat olun, bu konuda hesap vermek bana düşer."



Hevesi kursağında kalmak: Çok istediği, imrendiği, kavuşmak dilediği şeyi elde edememek."Pikniğe gitmek istiyorduk, yağmur yağınca hevesimiz kursağımızda kaldı."



Hevesini almak: İmrendiği, çok istediği şeye kavuşup ona doymak.



Heyheyleri tutmak (üstünde): Çok kızıp sinirlenmek.



Hık mık etmek: Bir işi yapmamak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak, bir soruyu cevaplandırırken net şeyler söylememek."Hık mık edip durma, bu işi eninde sonunda yapacaksın!"



Hık demiş burnundan düşmüş: "Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında kullanılır.



Hır çıkarmak: Kavga, gürültü, patırtı ve olaya sebep olmak."Orada hır çıkarmaya kalkışmayacaksın değil mi?"



Hızır gibi yetişmek: Dara düştüğü, çok sıkıştığı, çaresiz kaldığı bir zaman da, beklemediği bir kişi yardımına yetişmek.



Hiçe saymak: Hiç önem ve değer vermemek.



Hiç yoktan: Sebepsiz, ortada hiçbir neden yokken."Hiç yoktan adamı dövemezsiniz ya!"



Hizaya gelmek: 1. Düz çizgi durumunda dizilmek. 2. Aykırı, yanlış davranışlardan vazgeçmek; doğru yola gelmek, düzelmek.



Hodri meydan: "Kendine güvenen ortaya çıksın" anlamında kullanılır.



Hop oturup hop kalkmak: Ya heyecanından ya da öfkesinden yerinde duramaz olmak.



Hora tepmek: 1. Ayaklarını yere vurarak oynamak. 2. Gürültü çıkarmak."Yandaki sınıfta hora tepiyor, ortalığı birbirine katıyorduk ki..."



Hor görmek (veya bakmak): Önem vermemek, değersiz saymak, adam yerine koymamak, küçümsemek."Beni, yoksul diye hep hor gördüler."



Hor kullanmak: Özen göstermeden, kabaca, dikkat etmeyerek, hırpalayarak kullanmak."Çok hor kullanmışsınız bu dolabı."



Hoş beş etmek: Şundan bundan konuşarak sohbet etmek."O iki ihtiyar kadın hoş beş etmek için yaratılmışlar sanki."



Hurdası çıkmak: İşe yaramayacak, kullanılamayacak hâle gelmek.



Huyuna suyuna gitmek: İsteklerine, alışkanlıklarına, yapısına göre onu kızdırıp ürkütmeyecek davranışlarda bulunmak.



Huyunu suyunu almak: Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.



Huzur vermek: Gönül rahatlığı, iç dirliği vermek; dinlendirmek.



Huzurunu kaçırmak: Huzurunu bozmak, tedirgin ve rahatsız etmek.



Hüküm giymek: Mahkemece ya da birileri tarafından kendisine ceza verilmek.



Hüküm sürmek: 1. İş başında olmak. 2. Yaygın olmak. 3. Bir şeyin güçlü varlığı sürüp gitmek."Beşinci Kral beş yıl hüküm sürdü."



Hükümet kapısı: Devlet dairesi."Hükümet kapıları halka açık kılınmalıdır."



Hür düşünüş: İstediğini, düşündüğünü baskı altında kalmadan söyleme.



Hüsn-ü kuruntu: İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.



Hüd dağı gibi şişmek: Bir hastalık sebebi ile bir tarafı, özellikle de karın tarafı şişmek. Icığını cıcığını çıkarmak: 1. Her yanını ellemek, didiklemek. 2. Bir meseleyi en ince ayrıntılarına kadar soruşturmak, incelemek."İyice ıcığını cıcığını çıkardınız meselenin."

,

Yorumlar (0)